“Var Olmaması Gereken” Dev Galaksiler Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) var olmaması gereken bir dizi devasa galaksi buldu.

James Webb Uzay Teleskobu, Büyük Patlama’dan yaklaşık 500-700 milyon yıl sonra, evren şu anki yaşının sadece yüzde 3’ündeyken oluşan bir dizi devasa galaksiyi gözlemlemek için kullanıldı.

Bu galaksilerin bizim güneşimizin sahip olduğundan 10 milyar kat kadar fazla yüksek yıldız kütleleri olabilir ve yıldızlardan biri, güneşimizin 100 milyar katı kadar büyük olabilir.

Bilim insanları toplam 6 galaksi buldu. Bu 6 galaksi birlikte, bilim insanlarının evrenimizdeki galaksilerin başlangıcı hakkında bildiklerini değiştirme tehdidi barındırıyor.

Araştırmacılar “evren kırıcılar” olarak bahsettikleri bu nesnelerin, evrenin mevcut modellerinin yüzde 99’uyla ters düştüğünü söylüyor.

Araştırmacılar, bu tür galaksilerin evrenin başlangıcından bu kadar kısa bir süre sonra bu denli büyümesinin beklenmemesi gerektiğini belirtiyor. Yeni araştırmada incelenen yıldızların kütlesi, araştırmacıların daha önce düşündüğünden 100 kat kadar daha büyük.

Galaksilerden gelen ışığı modelleyen Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik yardımcı doçenti Joel Leja, yaptığı açıklamada, “Bu nesneler herkesin beklediğinden çok daha devasa” diyor:

“Zamanın bu noktasında yalnızca minicik, genç, bebek galaksiler bulmayı bekliyorduk ancak daha önce evrenin şafağı olarak anlaşılan şeyde bizimki kadar eski galaksiler keşfettik.”

Doğrulanabilirlerse, bu keşif erken kozmos tarihimizin yanlış olabileceğini ve galaksilerin sandığımızdan çok daha hızlı büyüdüğünü öne sürebilir. Bu, ya evren modellerimizi ya da galaksilerin nasıl başladığına dair anlayışımızı değiştirmemizi gerektirecektir.

Leja, “Evrenin çok erken dönemlerine ilk kez baktık ve ne bulacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu” diyor: Öyle beklenmedik bir şey bulduk ki bu, aslında bilim için sorunlar yaratıyor. Erken galaksi oluşumuna dair tüm tabloyu şüpheli kılıyor.

Fakat bilim insanları galaksilerin uzaklığının ve yaşının, onların ne olduklarında kesin karar kılamayacakları anlamına geldiği uyarısını yapıyor. Araştırmacılar, bazılarının süper kütleli karadeliklere dönüşmüş olabileceğini söylüyor. Ancak 6 adayın bazılarının düşünüldüğü gibi galaksi olması muhtemel.

Yeni araştırmanın ortak yazarı ve Colorado Boulder Üniversitesi’nde astrofizik yardımcı doçenti olan Erica Nelson, “Bu galaksilerden biri bile gerçekse, kozmoloji anlayışımızın sınırlarını zorlayacaktır” diyor.

Araştırmacılar, diğer nesnelerin bile şoke edici olacağını söylüyor. Nelson, “Başka bir olasılık da bu şeylerin, soluk kuasarlar gibi farklı türde tuhaf nesneler olması ki bu da bir o kadar ilginç olabilir” diyor.

Bulgular, galaksilerin ne kadar uzakta olduklarını ve nelerden oluştuklarını daha iyi doğrulayacak spektrum görüntüleri alınarak teyitlenebilir. Bu da bilim insanlarının onların neye benzeyebileceklerini ve ne kadar büyük olduklarını anlamalarına olanak verecektir.

“A population of red candidate massive galaxies ~600 Myr after the Big Bang” (Büyük Patlama’dan yaklaşık 600 milyar yıl sonra kırmızı aday devasa galaksilerin popülasyonu) başlıklı yeni makale dün Nature’da yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb’den Yıldızların Ve Galaksilerin Başlangıcına Eşsiz Bakış

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) gökbilimcilere yıldızların ve galaksilerin başlangıcına eşsiz bir bakış sundu.

James Webb Uzay Teleskobu tarafından yakalanan yeni görüntüler yakındaki uçsuz bucaksız galaksilerin karmaşık yapısını gösteriyor. Uzay teleskobundan gelen bir başka muhteşem görüntü olmasının yanı sıra, bu fotoğraf bilim insanlarının yeni yıldızların nasıl oluştuğunu ve içine doğdukları galaksileri nasıl etkilediklerini anlamalarını sağlayabilir.

Yeni görüntüler, yakın galaksilerdeki bu süreçleri kızılötesi dalga boylarında ilk kez bu kadar detaylı gösterdi.

Bilim insanları, yıldızların başlangıcından geniş galaksilere her şeyi ele alarak çok küçükten çok büyüğe evrenimizin süreçlerine ışık tutan 21 araştırma makalesinde bu yeni verileri halihazırda kullandı.

Çalışma, dünyanın dört bir yanından 100’den fazla araştırmacının yer aldığı Yakın Galaksilerde Yüksek Açısal Çözünürlükte Fizik (PHANGS) işbirliği tarafından yürütülüyor. Bu araştırmacılar Webb’i, yakındaki 19 galaksiye yönelik devasa araştırmanın bir parçası olarak kullanıyor.

Şimdiye kadar gökbilimciler bu hedeflerden 5’ini, M74, NGC 7496, IC 5332, NGC 1365 ve NGC 1433 olarak bilinen galaksileri gözlemleyebildi.

ABD’nin Maryland eyaletinin Baltimore şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi’nden, araştırma ekibinin üyesi David Thilker, “İncelikli yapıyı gördüğümüz netlik bizi kesinlikle şaşırttı” diyor.

Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden araştırma ekibinin üyesi Erik Rosolowsky ise şu ifadeleri kullanıyor: Genç yıldızların oluşumundan gelen enerjinin çevrelerindeki gazı nasıl etkilediğini doğrudan görüyoruz ve bu kesinlikle olağanüstü.

James Webb Uzay Teleskobu’nun incelikli detayı, daha önce karanlık olan alanların şimdi aydınlatıldığı ve bilim insanlarının bir zamanlar görünmez olan bölgeleri inceleyebileceği anlamına geliyor. Araştırmacılar artık yıldızlar arasındaki tozun ışığı nasıl emdiğini ve kızılötesi olarak nasıl geri gönderdiğini inceleyebiliyor ki bu da girdaplı gaz ve toz ağlarını aydınlatıyor.

Ulusal Bilim Vakfı’nın NOIRLab’ına bağlı Gemini Gözlemevi’nin baş bilim insanı ve Tucson’daki Arziona Üniversitesi’nde üye gökbilimci olan, çalışmayı yürüten Janice Lee “Teleskobun çözünürlüğü sayesinde, ilk kez yıldız oluşumunun tam bir sayımını yapabilir ve Yerel Grubun ötesinde yakındaki galaksilerdeki yıldızlararası orta kabarcık yapılarının envanterlerini çıkarabiliriz” diyor.

Bu sayım, yıldız oluşumunun ve geri beslemesinin kendilerini yıldızlararası ortama nasıl işlediğini, daha sonra yeni nesil yıldızları nasıl meydana getirdiğini ya da yeni nesil yıldızların oluşumuna aslında nasıl ket vurduğunu anlamamıza yardımcı olacak.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanlarından Çarpıcı Keşif: Bilinen En Uzak Galakside Oksijen Tespit Edildi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenen ve bilinen en uzak galakside oksijen tespit edildi.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi ve ekledi:

“James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.”

Bilim insanları şimdiye kadar keşfedilmiş en uzak galakside oksijen belirtileri saptadı.

Yaşam için son derece gerekli olan bu elementin uzayın derinliklerinde keşfedilmesi, eski galaksilerin yapısına dair önemli ipuçları sunuyor.

Keşfe konu olan GHZ2/GLASS-z12 adlı galaksi, evreni oluşturduğu varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 367 milyon yıl sonra oluştu.

Astrofizikçilere göre bu tarih, 13,8 milyar yıl önce ortaya çıkan “evrendeki ilk ışıkların açıldığı” dönemdi.

Dolayısıyla bu galaksiyi gözlemlemek, zamanda milyarlarca yıl öncesine bakmak anlamına geliyor. Çünkü galaksiden gelen ışık, teleskoplara yakalanmadan önce 13,5 milyar ışık yılı mesafe kat etti.

Söz konusu galaksi, NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenmişti.

James Webb’den gelen görüntülerin ardından bilim insanları, galaksiyi bir de yer tabanlı teleskopla gözlemlemek istedi. Bunun için de Şili’deki Atacama Büyük Milimetre/milimetre-altı Dizisi (ALMA) kullanıldı.

Araştırma ekibine liderlik eden, Japonya’daki Nagoya Üniversitesi’nden Tom Bakx, “James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk görüntüleri o kadar çok eski galaksiyi ortaya çıkardı ki bulgularını Dünya’daki en iyi gözlemevini kullanarak test etmek zorunda hissettik” diye konuştu.

ALMA’yı GHZ2/GLASS-z12 yönüne çeviren ekip, oksijen gibi elementlerle bağlantılı radyo spektrumunda emisyonlar aramaya başladı.

ALMA’yı oluşturan 66 adet 12 metrelik radyo anteninin her biri çalıştırıldı ve sonunda GHZ2/GLASS-z12 konumuna yakın bir oksijen emisyon hattı tespit edildi.

Bunu takip eden analizler ve istatistiksel testler, sinyalin gerçek olduğunu ve galaksiden geldiğini ortaya koydu.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan araştırma, evrendeki ilk galaksilere dair önemli bilgiler veriyor.

Emisyonun parlaklığı, galaksinin hidrojen ve helyumdan daha ağır elementleri nispeten hızlı bir şekilde oluşturduğu sonucuna götürüyor.

Araştırmacılara göre bu bulgu özellikle ilginç. Zira yıldızlar ortaya çıkmadan önce evren, helyum ve hidrojenden oluşuyordu.

Yıldızlar ortaya çıktıktan sonra sıcak, yoğun çekirdeklerinde atomları parçalayarak daha ağır elementler oluşturmaya başladı.

Ancak bu elementler yıldızların içinde “kilitliydi”. Yani daha ağır elementlerin yıldızlararası uzayda yayılabilmesi, yıldızların patlayarak ölmesine kadar mümkün olmadı.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi:

James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, İlk Gezegenini Buldu: Dünya’ya Çok Benziyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) ilk gezegenini buldu. Bilim insanlarına göre gezegen kendi dünyamızla neredeyse aynı büyüklükte ve JWST’nin hassasiyeti onlara gözlemlerinden son derece emin olabilme imkanı sunuyor.

Independent Türkçe‘de yer alan habere göre, bunun NASA’nın yeni uzay teleskobu tarafından bulunan bir dizi gezegenin sadece ilki olması bekleniyor. Dahası JWST, uzak gezegenlerin atmosfer özelliklerini tespit edebilen tek teleskop olarak bu gezegenleri hiç olmadığı kadar çok ayrıntılı görebilecek.

Fakat şimdilik bilim insanları sadece gezegenin atmosferinde neyin bulunmadığını söyleyebiliyor. Örneğin bu gezegen, Satürn’ün uydusu Titan’daki gibi metan ağırlıklı yoğun bir atmosfere sahip olamaz.

Araştırmacılar, bu uzak gezegenin atmosferinin özelliklerini zamanla daha iyi saptayabilmeyi umuyor. Fakat bulgular JWST’nin diğer gezegenleri incelemedeki kullanımını da ortaya koyuyor. Gelecek haftalarda ve aylarda çok daha fazla keşif yapılması bekleniyor.

NASA’nın Washington’daki genel merkezinden Astrofizik Bölümü Direktörü Mark Clampin, bu konuda hemfikir olarak “Dünya büyüklüğünde, kayalık bir gezegenden elde edilen bu ilk gözlemsel sonuçlar, Webb’le kayalık gezegen atmosferlerini incelemek için gelecekteki birçok olasılığın kapısını açıyor” diyor.

Webb bizi Güneş Sistemi dışındaki Dünya benzeri gezegenlere dair yeni bir anlayışa giderek daha çok yaklaştırıyor ve görev henüz daha yeni başlıyor.

LHS 475 b adı verilen gezegen Octans takımyıldızında, 41 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegene dair bir ipucu ilk olarak NASA’nın Geçiş Halindeki Ötegezegen Araştırma Uydusu (TESS) verilerinde tespit edildi fakat JWST bunu kısa sürede görüntüleyebilip doğrulayabildi.

Bu gezegen hakkında hâlâ pek çok şey bilinmiyor. Fakat ilk gözlemler gezegenle ilgili bazı detayları doğruladı: Çapı, Dünya çapının yüzde 99’u kadar ve gezegenimizden birkaç yüz derece daha sıcak.

Böyle küçük ve kayalık gezegenler, küçük boyutları görülmesi için güçlü araçlar gerektiğinden zor bulunuyor. Bununla birlikte yeni bulgular, JWST’nin artan gücünün yeni teknolojiyi kullanarak bu gezegenlerin nispeten kolay görülmelerini sağlayacağına işaret ediyor.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden çalışmanın yürütülmesine katkıda bulunan Kevin Stevenson, “Bu kayalık gezegenin doğrulanması, görev araçlarının hassasiyetini vurguluyor” dedi.

Ve bu, Webb’in yapacağı birçok keşfin sadece ilki.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

‘Pırlanta’ Gibi Parlayan Yeni Bir Galaksi Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, uzayda daha önce hiç görülmemiş bir galaksiyi görüntüledi. Görüntüye ilişkin araştırma, 14 Aralık’ta The Astronomical Journal adlı akademik dergide yayımlandı.

Teleskobun yeni görüntüsü, Yeniden İyonlaşma ve Mercekleme Bilimi için Samanyolu Dışı Alanlar (PEARLS) adlı gözlem programının bir parçası olarak çekildi.

PEARLS kapsamında James Webb’den çekilen fotoğrafla, ‘pırlanta’ gibi parlayan yeni bir galaksi görüntülendi.
Fotoğrafın, evrenin ilk ‘görülebilen en sönük gök cisminin’ ve ‘en geniş alanının’ yakalandığı görüntülerinden biri olduğu belirtildi.

Uzayın Kuzey Ekliptik Kutbu isimli bir kısmına odaklanan James Webb teleskobu, çıplak gözle görülebilenden 1 milyar kat daha sönük olan gök cisimlerini görüntülemek için sekiz farklı yakın kızılötesi ışık rengi kullandı.
Araştırmacılar, görüntüyü netleştirmek için James Webb verilerini Hubble Uzay Teleskobu tarafından yakalanan üç renk ultraviyole ve görünür ışıkla birleştirdi.

Görüntünün, program tamamlandığında, halihazırda çekilen kısmına göre 4 kat daha büyük olması bekleniyor.
PEARLS programının baş araştırmacısı ve çalışmanın yazarı Rogier Windhorst, açıklamasında, “Keşfedilen alan James Webb ile yılda 365 gün gözlemlenebilir olacak şekilde tasarlandı, bu nedenle zaman alanı, kapsanan bölge ve ulaşılan derinlik ancak zamanla daha iyi hale gelecektir” ifadesini kullandı.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor. James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor. Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı. Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

James Webb, Bir Ötegezegenin Atmosferini Ayrıntılı Olarak Görüntüledi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, nefes kesici görüntüler kaydetmeye devam ediyor. James Webb Uzay Teleskobu sayesinde, 700 ışık yılı uzaklıktaki “WASP-39b” adlı ötegezegenin atmosferi incelendi.

NASA’nın internet sitesinde yer alan habere göre; James Webb Teleskobunun kaydettiği görüntüler yardımıyla söz konusu ötegezegenin atmosferik bileşenlerinin profili çıkarıldı ve sülfür dioksit de dahil olmak üzere çok sayıda bileşen tespit edildi.

Böylelikle NASA, bir ötegezegenin atmosferinin daha önce görülmemiş halini paylaşmış oldu.

26 Ağustos’ta, Güneş Sistemi’nin dışında yer alan “WASP-39b” ötegezegeninin atmosferinde, ilk kez karbondioksit olduğu belirlenmişti.

Satürn’e yakın büyüklükte kütleye sahip olduğu belirtilen WASP-39b, Jüpiter’in ise üçte biri büyüklüğünde.

NASA, 25 Aralık 2021’de dünyanın en büyük ve en gelişmiş uzay teleskobu James Webb’i uzaya fırlatmıştı.

NASA’nın Avrupa ve Kanada uzay ajanslarıyla ortak çalışmasının ürünü olan Webb, bugüne kadar yapılmış en büyük ve güçlü ancak 31 yaşında olan, çalışma ömrünün sonuna yaklaşan Hubble Uzay Teleskobu’nun halefi görülüyor.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

NASA, ‘Yaratılış Sütunları’nın Yeni Fotoğrafını Paylaştı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb Uzay Teleskobu, nefes kesici görüntüler kaydetmeye devam ediyor. James Webb, Yaratılış Sütunları’nı bir kez daha görüntüledi.

Haber Merkezi / James Webb’in Orta Kızılötesi (Enstrüman Mid-Infrared Instrument/MIRI) adlı kamerasıyla çekilen görsel, ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, tarafından dün paylaşıldı.

Yaratılış Sütunları, yıldızlar arası toz ile gazın etkileyici şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor. Sütunlardan yansıyan ışığın Dünya’ya ulaşması 6 bin 500 ışık yılı sürdüğü için hala sütunların 6 bin 500 yıl önceki halini görebiliyoruz.

Üç boyutlu sütunlar, görkemli kaya oluşumlarına benziyor, ancak çok daha geçirgen. Bu sütunlar, yakın kızılötesi ışıkta bazen yarı saydam görünen soğuk yıldızlararası gaz ve tozdan oluşuyor.

Yeni görüntü, gaz miktarlarıyla birlikte yeni oluşan yıldızların çok daha kesin sayılarını belirleyerek araştırmacıların yıldız oluşum modellerini yenilemelerine yardımcı olacak.

Araştırmacılar zamanla, yıldızların nasıl oluştuğunu ve milyonlarca yıl boyunca bu tozlu bulutlardan nasıl çıktığını daha net bir şekilde anlamaya başlayabilirler.

Gaz ve toz sütunları içinde yeterli kütleye sahip düğümler oluştuğunda, kendi yerçekimi altında çökmeye, yavaş yavaş ısınmaya ve sonunda yeni yıldızlar oluşturmaya başlarlar.

Bazı sütunların kenarlarında lav gibi görünen dalgalı çizgiler ne anlama geliyor?

Bunlar, gaz ve toz içinde hala oluşmaya devam eden yıldızlardan kalıntıları temsil ediyor.

Genç yıldızlar periyodik olarak bu kalın sütunlar gibi malzeme bulutlarıyla çarpışan süpersonik jetler fırlatır. Bu bazen, suda hareket eden bir tekne gibi dalgalı desenler oluşturabilen pruva şoklarına da neden olur. Kızıl parıltı, jetler ve şoklardan kaynaklanan enerjik hidrojen moleküllerinden gelir.

Sütunlar Kartal Nebulası’nda yer alıyor. Burası, yıldızların oluşmaya devam ettiği aktif bir bölge.

Avrupa Uzay Ajansı Kıdemli Bilim Danışmanı Prof. Mark McCaughrean “Kartal Nebulası’nı 1990 ortasından beri inceliyorum, Hubble’ın gösterdiği o ışık yılları uzunluğundaki sütunların içindeki genç yıldızları görmeye çalışıyorum” diyor ve ekliyor: James Webb’ten gelecek fotoğrafların büyüleyici olacağını biliyordum. Öyle de oldu.

Kartal Nebulası’ndaki bu sütunlar, etraftaki dev yıldızların yoğun morötesi ışıklarıyla şekil alıyor ve aydınlanıyor. Fakat bu radyasyon aynı zamanda sütunları dağıtıcı bir etkiye sahip.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan James Webb Uzay Teleskobu’nun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble Uzay Teleskobu şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, rahatça kızılötesi gözlem yapabiliyor.

Paylaşın

James Webb Teleskobu’ndan Gözleri Kamaştıran Fotoğraf

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, nefes kesici görüntüler kaydetmeye devam ediyor. James Webb, son olarak Yaratılış Sütunları’nı (Pillars of Creation) görüntüledi. 

Haber Merkezi / Yaratılış Sütunları, yıldızlar arası toz ile gazın etkileyici şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor. Sütunlardan yansıyan ışığın Dünya’ya ulaşması 6 bin 500 ışık yılı sürdüğü için hala sütunların 6 bin 500 yıl önceki halini görebiliyoruz.

Üç boyutlu sütunlar, görkemli kaya oluşumlarına benziyor, ancak çok daha geçirgen. Bu sütunlar, yakın kızılötesi ışıkta bazen yarı saydam görünen soğuk yıldızlararası gaz ve tozdan oluşuyor.

Yeni görüntü, gaz miktarlarıyla birlikte yeni oluşan yıldızların çok daha kesin sayılarını belirleyerek araştırmacıların yıldız oluşum modellerini yenilemelerine yardımcı olacak.

Araştırmacılar zamanla, yıldızların nasıl oluştuğunu ve milyonlarca yıl boyunca bu tozlu bulutlardan nasıl çıktığını daha net bir şekilde anlamaya başlayabilirler.

Gaz ve toz sütunları içinde yeterli kütleye sahip düğümler oluştuğunda, kendi yerçekimi altında çökmeye, yavaş yavaş ısınmaya ve sonunda yeni yıldızlar oluşturmaya başlarlar.

Bazı sütunların kenarlarında lav gibi görünen dalgalı çizgiler ne anlama geliyor?

Bunlar, gaz ve toz içinde hala oluşmaya devam eden yıldızlardan kalıntıları temsil ediyor.

Genç yıldızlar periyodik olarak bu kalın sütunlar gibi malzeme bulutlarıyla çarpışan süpersonik jetler fırlatır. Bu bazen, suda hareket eden bir tekne gibi dalgalı desenler oluşturabilen pruva şoklarına da neden olur. Kızıl parıltı, jetler ve şoklardan kaynaklanan enerjik hidrojen moleküllerinden gelir.

Sütunlar Kartal Nebulası’nda yer alıyor. Burası, yıldızların oluşmaya devam ettiği aktif bir bölge.

Avrupa Uzay Ajansı Kıdemli Bilim Danışmanı Prof. Mark McCaughrean “Kartal Nebulası’nı 1990 ortasından beri inceliyorum, Hubble’ın gösterdiği o ışık yılları uzunluğundaki sütunların içindeki genç yıldızları görmeye çalışıyorum” diyor ve ekliyor: James Webb’ten gelecek fotoğrafların büyüleyici olacağını biliyordum. Öyle de oldu.

Kartal Nebulası’ndaki bu sütunlar, etraftaki dev yıldızların yoğun morötesi ışıklarıyla şekil alıyor ve aydınlanıyor. Fakat bu radyasyon aynı zamanda sütunları dağıtıcı bir etkiye sahip.

Paylaşın

James Webb, Sarmal Galaksinin ‘Kemiklerini’ Görüntüledi

James Webb Uzay Teleskobu, sarmal galaksi IC 5332’nin “kemiklerini” görüntüledi. Avrupa Uzay Ajansı (European Space Agency-ESA), galaksinin gözalıcı fotoğrafını dün yayımladı.

Dünya’nın 29 milyon ışık yılı uzaklığındaki IC 5332, 66 bin ışık yılı genişliğinde. Galaksinin boyutu, Samanyolu’nun üçte biri büyüklüğünde.

ESA, iki galaksinin “neredeyse mükemmel bir şekilde karşı karşıya olduğunu” yazdı. Uzmanlara göre bu, IC 5332’in sarmal kollarının iyi şekilde görülmesini sağlıyor.

MIRI adlı kızılötesi spektrumda çalışan görüntüleme aracıyla yakalanan görüntü, Hubble Uzay Teleskobu’nun aynı galaksiyi görüntülediği fotoğraftan çok daha farklı.

Uzay ajansı, Hubble’ın fotoğrafında sarmal kolları ayırıyormuş gibi duran karanlık bölgelerin olduğunu kaydetti. James Webb’inkinde ise “sarmal kolların şeklini yansıtan sürekli yapı karmaşıklığı” dikkat çekiyor.

Görseller, teleskopların algıladığı farklı dalga boylarına bağlı olarak farklı yıldızları ortaya çıkarıyor.

İki görüntü arasındaki fark, galaksinin tozlu bölgelerinden kaynaklanıyor. Kozmik toz, morötesi ışığı engelleyebiliyor. Dolayısıyla Hubble’ın görüntüsü daha koyu görünüyor. James Webb ise kozmik tozun arkasını ortaya koyabiliyor.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Neptün’ün Halkalarının Şimdiye Kadarki En Net Fotoğrafı Çekildi

Dünya’dan çıplak gözle görünür olmayan tek gezegen olan Neptün’ün halkasının en net fotoğrafı çekildi. James Webb Uzay Teleskobu tarafından çekilen fotoğrafı Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından paylaşıldı.

Haber Merkezi / En son 1989’da NASA’nın gönderdiği Voyager 2 isimli uzay mekiğinde bu halkaların belirgin olduğu belirtildi. Yetkililer, halkaların ilk kez bu kadar net ve belirgin olduğunu açıkladı.

Hem Voyager 2 de hem de James Webb Uzay Teleskobu’nda görev yapan Dr. Heidi Hammel, “Neptün’ün fotoğraflarını gördüğümde ağlamaya başladım. Bu halkalara bakın dedim. Anneme, çocuklarıma, kedime bile gösterdim” dedi.

Görüntüler sadece net olmakla kalmıyor, aynı zamanda tozdan meydana gelen halkaları yakın kızılötesi spektrumda ilk kez görebilmeyi sağlıyor. Söz konusu dalga boylarında ‘mavi gezegen’ olarak bilinen Neptün, kızılötesi ve görünür kırmızı ışığı çok fazla emmesinden dolayı mavi görünmek yerine karanlık, hayaletimsi bir görünümde ortaya çıkıyor.

Fotoğraflarda ayrıca Neptün’ün şimdiye kadar tespit edilmiş 14 uydusu yer alıyor. Bu uydular arasında en popülerleri ise, Tritotn, Galatea, Naiad, Thalassa, Despina, Proteus ve Larissa yer alıyor.

Neptün bilim insanları için özellikle popüler bir araştırma hedefi olarak biliniyor. Çünkü Güneş’ten yaklaşık 2.8 milyar mil uzakta bulunan gezegen, yakın gezegenlerde bulunmayan çok düşük sıcaklıklar ve bir turu 164 yıl süren yörünge gibi özelliklere sahip. Ayrıca, Triton’un sıra dışı ters yörüngesi, uydunun Neptün’deki yerçekimine yenik düşen bir Kuiper Kuşağı nesnesi olabileceğini bile düşündürüyor.

James Webb teleskopunun gönderdiği yeni veriler teleskobun yapacağı keşiflerin yalnızca başlangıcı olarak görülüyor.

Araştırmacılar, gelecek yıl içinde hem Neptün hem de Triton hakkında daha fazla veri toplamayı umuyor. Dolayısıyla Neptün ve genel olarak uzay hakkındaki anlayışımızı geliştirebilecek çığır açan görüntüler için bir süre daha beklemek gerekebilir.

Neptün nasıl keşfedildi?

Neptün’ün keşfi, Uranüs’ün yörünge hareketlerinde anormal hareketler algılanmasıyla başlamıştır. Bu durum üzerine yapılan gözlemler sonucunda, çıplak gözle görülemeyen bir gök cisminin buna neden olabileceği düşünülmüştür.

Matematikçi Le Verrier, Uranüs’ün yörüngesini bozan gezegenin yerini ve büyüklüğünü kâğıt üzerinde belirlemeyi başarmıştır. 1846 yılındaysa Le Verrier’in verdiği koordinatlar ışığında; Berlin Rasathanesi’nde Gottfried Galle ve yardımcısı Heinrich Louis d’Arrest’ın yapmış olduğu gözlemler sonucunda Neptün keşfedilmiştir.

Böylece Neptün, keşfi öncesinde matematiksel olarak ilk kez tahmin edilen gezegen olarak literatüre geçmiş ve bu keşfi sayesinde, Isaac Newton’un kütleçekim teorisinin belli sınırlardaki başarısını doğrulamıştır

Paylaşın