Karabük: Eski (Gazi Süleyman Paşa) Camii

Eski (Gazi Süleyman Paşa) Camii; Karabük’ün Safranbolu İlçesi, Camikebir Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçları ile ulaşım mümkündür.

Eski Camii’nin şehrin en eski camisi olduğu konusunda kesin fikir birliği bulunmaktadır. Çeşitli kaynaklardan hareketle geçmişte bir kilise olan Eski Camii’nin Selçuklular tarafından camiye çevrildiği yönünde genel bir kanı oluşmaktadır.

Camide herhangi bir kitabe bulunmadığın yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üzerinde dönem belirleme amacıyla daha ayrıntılı analiz ve çalışma yapılmalıdır. Camiye adını veren Gazi Süleyman Paşa’nın kim olduğu konusu ise ayrı bir tartışma konusudur.

Camii, kare planlı, moloz taştan yapılmış beden duvarları bulunan, ahşap örtülü yalın bir yapıdır. Mihrabı, ahşap minberi, ahşap minaresi dışında yapının içinde gene ahşap direkler üzerine oturan bir de kadınlar mahfili bulunmaktadır. Caminin içinde özellikle belirtilebilecek bezeme örneğine rastlanmamaktadır.

Yapının özgün girişi olan doğu kapısının kemeri üzerinde Yunanca (Latin?) harfler görülmektedir. Diğer önemli bir ayrıntı ise mihrabın bulunduğu güney duvarında geçmişte yapılan tadilatların açık bir şekilde görülmesidir.

 

Paylaşın

Trabzon: Beşikdüzü, Eski Camii

Eski Camii; Trabzon’un Beşikdüzü İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Yığma yapım sistemiyle inşa edilen yapıda malzeme olarak kesme taş kullanılmıştır. Yapı, kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Yapı, harim, son cemaat yeri ve kadınlar mahfilinden oluşmaktadır. Son cemaat yeri açıktır. Son cemaat yeri kuzey cephesinde, dört adet sütun ile dört yuvarlak kemerli düzene sahiptir. Son cemaat yerinin üzeri üç adet küçük kubbe ile örtülmüştür.

Son cemaat yerine dairesel taş merdiven ile çıkılmaktadır. Yapının dıştan üst örtüsü dört yönde kırma çatıdır. Minaresi kuzeybatı köşesinde bulunmaktadır ve tek şerefelidir. Yapının cephelerinde tek sıra pencere düzeni mevcuttur. Tüm pencereler sivri kemerli olup, tek kanatlı ve ahşaptır. Pencereler yuvarlak sağır kemerler içerisinde yer almaktadır. Caminin harim girişi kuzey cephesinde yer almaktadır.

Giriş kapısı basık kemerli çift kanatlı ve ahşaptır. Kapının dikdörtgen formlu çerçevesi bulunmaktadır. Kadınlar mahfiline, son cemaat yerinden, batıda bulunan tek kollu merdiven ile çıkılmaktadır. Mahfil iki adet sütun ile taşınmaktadır. Mihrap kesme taş malzemeden yapılmış olup mukarnaslıdır. Muharnas kısmı sonradan boyanmıştır. Mihrabın üzerindeki alınlıkta madalyon ve farklı motiflerde kabartmalar mevcuttur.

Minber ve vaaz kürsüsü de ahşap malzemeden yapılmıştır. Her ikisi de sadedir ve özgün değildir. Yapının iç mekân duvarları beyaz günümüzde boyalı olup beden duvarlarında ve kubbe içlerinde kalem işi bezemeler bulunmaktadır. İçten üst örtüsü ortada dört adet sütuna oturan büyük bir kubbe ve kadınlar mahfilinin üstüne denk gelen kısımda üç adet küçük kubbeden oluşmaktadır.

Paylaşın

Tekirdağ: Eski Camii

Eski Camii; Tekirdağ’ın Merkez İlçesi, Ertuğrul Mahallesi, Hükümet Caddesi üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

İlk yapılan cami tamamen yandıktan sonra Zahire Nazırı Ahmet Ağa tarafından H.1246 (M.1830) yılında tekrar yaptırılmıştır. Cami dikdörtgen planlı olup düz ahşap çatılıdır.

Caminin kuzeyinde yer alan taç kapısının önünde iki sütunun taşıdığı sundurma vardır. Caminin ana mekânının üç yanı kadınlar mahfili ile çevrilidir. Pencereleri yuvarlak kemerli olup, pencerelerde demir parmaklıklar vardır.

Altıgen mihrabın sağında minber, solunda ise vaaz kürsüsü bulunmaktadır. Caminin minber ve kapı üstündeki motiflerden başka süslemesi yoktur. Caminin kesme taştan inşa edilen minaresi tek şerefelidir. Kitabesinde; “İnnes Salate Kanet Alelmümine Kitaben Mevkuta 1300.” yazılıdır.

Paylaşın

Edirne: Eski Camii (Ulu Camii)

Eski (Ulu) Camii; Edirne’nin Merkez İlçesi, Sabuni Mahallesi, Talat Paşa Bulvarı üzerinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Edirne’de Osmanlılar’dan günümüze ulaşmış en eski anıtsal yapıdır. 15. yüzyılda yapılmış cüsseli camilerin en önemlisidir. Edirne’de zamanımıza ulaşmış ilk orjinal abidevi yapı olarak da bilinir. Bu aynı zamanda Devletin büyümesinin de simgesidir. 1403’te Sultan I. Süleyman tarafından yapımına başlanmış, Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1414’te bitirilmiştir. Mimarı Konyalı Hacı Alaaddin, kalfası Ömer İbn İbrahim’dir.

Erken Dönem Camileri başlığı altında çok birimli veya çok kubbeli Camiler grubuna girer.Merkezi kubbeyi taşıyan dört Paye ile dört duvar üzerine dokuz Kubbelidir. Bir yanının dış ölçüsü 13 m. olan kare planlıdır. 13 m. çapında ve tümüyle yarım kubbe Biçiminde olan kubbeler, yan neflerle Pandantiflere, ortada çeşitli geçiş öğelerine oturur. Orta kubbenin Trompları mukarnas dolgusudur. Taç Kapı, son cemaat yeri girişi ve minber Ak mermerdendir. Kuzey ve batı Yüzleri daha süslüdür. Son cemaat yeri girişindeki kemer çevresinde bulunan rozetler ve sipiralli Süsleme, onarımda yapılmıştır.

İç mekanda yalnızca dört paye oluşu yapıya ferah bir görünüm verir. Bu özelliğiyle Osmanlı mimarisinde Mekanın birleştirilmesi yönünden yeni bir aşamayı oluşturur. Paye ve duvarlarda yer alan iri ak yazılar ve Barok Süsleme, mekan etkisini zayıflatır. Camide süsleme yönünden en önemli bölüm minberdir.

Kapı üzerindeki yazıtta Çelebi Sultan Mehmet’in adı vardır. Doğu ve batı yüzeylerindeki geçme yıldızlar ve Rumiler ilginçtir. 5 kemerli son cemaat yeri ve biri tek öbürü iki şerefeli, iki minaresi vardır. Cami, 1748’de yangından, 1752’de depremden zarar görmüştür. 1754’te Sultan I.Mahmut Döneminde, 1924 ve 1934’te onarılmıştır.

II. Murat döneminde Edirne’ye gelen ve Camiye girerek vaaz verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli’nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz Kürsüsü imamlarca kullanılmaz. Ayrıca Kabe’den getirildiği rivayet edilen ve mihrabın sağında bulunan Kabe Taşı, özel bir ziyaret noktasıdır. Bu taşın önünde iki rekat namaz kılanların duaları kabul edilir şeklinde bir inanç yaygındır. Eski Cami Edirne’de duaların kabul edildiği dört yerden biri olarak bilinir. Osmanlı Padişahlarından II. Ahmet ve II. Mustafa’ya bu camide “Kılıç Kuşanma” törenleri yapılmıştır.

Paylaşın

Denizli: Boğaziçi Eski Camii

Boğaziçi Eski Camii; Denizli’nin Baklan İlçesi, Boğaziçi (Kasabası) Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Şehir içi ulaşım araçlarıyla ulaşım mümkündür.

Boğaziçi Eski Camisi, dikine dikdörtgen planlı ve üç sahınlıdır. Hicri 1181’de yapılmıştır. Duvarları temel seviyesine kadar taş, üzeri kerpiç örgülüdür. Dikdörtgen planlı harim, ahşap desteklerle üç sahına ayrılmıştır.

Destekler birbirine Bursa kemeriyle bağlanmıştır. Yan duvarlar içten ve dıştan kare şeklindeki ahşap direkler ile desteklenmiştir. Mihrap, mukarnaslı kavsara ile örtülü yarım daire kesitli bir niş şeklindedir. Ahşap minberi ve vaaz kürsüsü süslemesizdir.

Tavan ve ahşap destekler, zengin kalem işi süslemelere sahiptir. Harim duvarları, bitkisel ve geometrik süslemeler ve mimari tasvirlerden oluşan duvar resimleriyle bezelidir. Caminin üzeri düz toprak dam iken toprağı alınarak dört yöne eğimli çatı ile kaplanmıştır.

Paylaşın

Mersin: Eski Camii

Eski Camii; Mersin’in Tarsus İlçesi’nde yer alır. 1102 yılında yapıldığı söylenen St. Paul Katedrali, 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir.

Çarşıbaşındaki Kilisenin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir. Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir. 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. .

Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de burada, Ruppenlerden l.Leon’u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır.

1704’de Tarsus’a gelen P.Lucas’da burada bir Grek ve bir Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus’un kendisi tarafından inşa edildiğini belirtir. 1851 yılında Tarsus’a gelen V.Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları,iç kısmı geniş,dışa bakan tarafı dar,derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.

Kilisenin bahçesine.batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir.Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2.lik bir alanı kapsamaktadır. Kesme taşlarla inşa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır.

Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30 m.,uzunluğu 17.50 m.dir.Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran,ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır.

Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup,antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.Orta salonun genişliği 12.60 m. olup, üzeri tonozludur. Tavanın merkezine rastlayan bölümde, ortada Hz. İsa olmak üzere doğuda Yohannes ve Mattaios, batıda Marcos ve Lucas’ın freskleri bulunmaktadır.

Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır.Yapı ve çevresi yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Mersin: Eski Cami

Akdeniz bölgesinin önemli merkezlerinden Mersin, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Eski Cami; Mersin’in Akdeniz İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer almaktadır. Mersin’deki tek Osmanlı mimari yapısına sahip olan camidir.

Cami dikdörtgen planlı olup ahşap çatılıdır. Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan adına 1870 yılında yaptırılmıştır. Cami avlusundaki çeşmenin kitabesinden Sultan Abdülaziz’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vakfı olduğu anlaşılmaktadır.

Cami kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekânının içerisi iki sıra halinde yuvarlak payelerle üç sahna bölünmüştür. Payeler birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmıştır. Mihrap silmeli dikdörtgen bir çerçeve içerisine alınmış niş şeklindedir. İçerisinde bezeme bulunmamaktadır.

Caminin yanında kesme taştan bezemesiz minberi vardır. Caminin içerisinde de süsleme elemanlarına rastlanmamaktadır. 1901-1943 ve 2009  yıllarında onarılan Eski Cami, günümüze özgünlüğünü büyük ölçüde yitirmiş olarak gelmiştir.

Cami deniz kıyısında yapılmış olup günümüzde yapılan dolgular sonucu kıyıdan oldukça içerde kalmıştır. Caminin güneybatı kısmında Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından yaptırılan çeşme bulunmaktadır.

Cami avlusundaki çeşmenin kitabesinden Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vakfına ait olduğu anlaşılmaktadır. Kitabedeki tarihe göre çeşme 1281 (1865) senesinde Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. Çeşme camiden önce yaptırılmıştır.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın