İlk Çeyrekte 24 Milyar Dolar Müdahale Satışı Yapılmış!

Dolar/TL’de bu hafta itibariyle 4.5 aydır aşılamayan duvar 15 lira sınırı geçildi. En son Aralık 2021’de 18.3 lirayı aşan dolar/TL ardından devreye giren kur korumalı TL mevduat başta olmak üzere önlemlerle gerilemiş bu yıl ise 15 liranın altındaki seyrini sürdürmüştü.

Ancak dış etkiler, yüksek enflasyon, artan döviz ihtiyacıyla kur yönünü yeniden yukarıya çevirmiş görünüyor. Yıl boyunca talebin yüksek olduğu günlerde kamu bankaları ve Merkez Bankası’nın döviz satışı ile dengeleme çabasında olduğunu piyasa uzmanları sık sık tekrarlıyor ancak artık ne kadarlık bir satış yapıldığına dair resmi bir açıklama ise yapılmıyor.

Dünya’dan Şebnem Turhan’ın haberine göre, ekonomist Haluk Bürümcekçi tıpkı 2019 Mart ayında başlayan ve 128 milyar dolara kadar ulaşan rezerv erimesini takip ettiği gibi bu yıl yapılan değişimleri de verilerle ortaya koydu. Bürümcekçi’nin yaptığı hesaplamalara göre bu yılın ilk çeyreğinde yaklaşık 24 milyar dolar müdahale amaçlı satış yapıldı.

Bürümcekçi, rakamların son aylardaki döviz akımlarının önemli bir kısmı Merkez Bankası’na yönlendirilmesine rağmen bununla uyumlu bir toplam ve net rezerv birikimi sağlayamadığını yansıttığına işaret ederek rezervlerin sahiplik durumu açısından da bir iyileşme sağlanamadığını vurguladı.

IMF tanımlı net uluslararası rezerv için hesaplama yapan Bürümcekçi, reeskont kredileri, kur korumalı mevduatta döviz dönüşümü ve ihracat gelirinin belli yüzdesinin alınması başta olmak üzere rezervlere döviz girişi sağlandığını belirterek çıkışların ise KİT’lere satış, swaplar, Hazine işlemleri olduğunu belirtti. İhracat bedellerinin 18 Nisan’a kadar yüzde 25’inin Merkez Bankası’na satış zorunluluğu vardı. 18 Nisan’dan itibaren ise hem hizmet ihracatçıları sisteme dahil edildi hem de oran yüzde 40’a yükseltildi.

İhracat geliri hariç 17.1 milyar dolar artmalıydı

Bürümcekçi’nin hesabına göre reeskont kredilerinden ilk çeyrekte 4.9 milyar dolarlık bir katkı sağlandı rezervlere. KKM’de dövizden dönüşten gelen miktar ise yaklaşık 28.6 milyar dolar seviyesinde. KİT’lere 12.8 milyar dolar döviz satılırken swaplardan 2.4 milyar dolar düşüş, Hazine işlemlerinden ise 1.2 milyar dolarlık azalma var. İhracat bedellerinin yüzde 25’i hariç tutulduğunda uluslararası net rezervlerin 17.1 milyar dolar ilk çeyrekte artması gerekiyordu. Ancak resmi verilere göre artış 7.8 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Yani 9.3 milyar dolar daha az artış oldu. Buna Bürümcekçi yaklaşık olarak her ay 5 milyar dolar seviyesinde ihracat bedeli eklendiğinde artışın yaklaşık 32.1 milyar dolar olması gerektiğini yani bunun da 24.3 milyar dolarlık fark yarattığını vurguladı.

Hesap bize yaklaşık olarak 24.3 milyar dolarlık rezervin kamu bankaları eliyle veya Merkez Bankası tarafından döviz piyasalarına müdahale için kullanıldığını gösteriyor. Bürümcekçi bir çok verinin şeffaf olarak açıklanmadığı için hesaplamalarda hata payı olabileceğine de işaret etti. Bürümcekçi, talebin fazla olduğu günlerde karşılamak için satışların yapıldığını dile getirerek bu yapılmasaydı dolar/ TL’deki seviyenin çok daha yüksek olacağını vurguladı.

Paylaşın

Hazine’nin Nakit Açığı 66,8 Milyar Liraya Yükseldi

2022 yılının ilk 4 ayında Hazine’nin nakit açığı 66,8 milyar liraya yükseldi. Nakit dengesi, geçen sene nisanda 13,3 milyar lira, ocak-nisan döneminde 2 milyar lira açık vermişti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2022 yılı Nisan ayı “Hazine nakit gerçekleşmeleri” verilerini dün akşam açıkladı. Buna göre, nisanda Hazine nakit dengesi, 43,7 milyar TL açık verdi.

Yılın ilk 4 ayında Hazine’nin nakit açığı 66,8 milyar TL’ye yükseldi. Nakit dengesi, geçen sene nisanda 13,3 milyar TL, ocak-nisan döneminde 2 milyar TL açık vermişti.

Sözcü’nün aktardığına göre nisan ayında Hazine’nin gelirleri 182,1 milyar TL olurken, giderleri 226,4 milyar TL olarak kayıtlara geçti.

2022’de faiz gideri 93 milyar lira oldu

Hazine’nin faiz giderleri nisanda 15,3 milyar TL olurken, yılın ilk 4 ayında toplam faiz gideri 93 milyar TL’ye ulaştı. Faiz ödemeleri geçen sene nisanda 12,7 milyar TL, ocak-nisan döneminde 57,9 milyar TL olmuştu.

Nisanda faiz dışı nakit açığı 29 milyar TL oldu. Yılın ilk 4 ayında faiz dışı denge, 24,5 milyar TL fazla verdi. Net borçlanma ise nisanda 20,7 milyar TL, ocak-nisan döneminde 82,3 milyar TL oldu.

Paylaşın

Vatandaşın Borcu 1 Trilyon 154 Milyar Liraya Yükseldi

Ekonomik kriz her geçen gün daha da ağırlaşarak artıyor. Vatandaşın, bankalara, finansman ve varlık yönetim şirketlerine ve TOKİ’ye olan (tahsili gecikmiş borçlar da dahil) toplam borcunun 1 trilyon 154 milyar liraya ulaştığı belirtildi.

Geliri ve tasarrufları enflasyon karşısında eriyen vatandaş, geçinemediği için hızla borçlanıyor. CHP Meclis grubu ekonomi raporu hazırladı. Raporda, vatandaşların bu borcunun 854 milyar lirası bireysel (konut, otomobil, ihtiyaç) kredilerinden, 242 milyar lirası da kredi kartlarından kaynaklandığına dikkat çekildi. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı son bir yılda 1 milyon 482 bin adet artarak 6 Mayıs itibarıyla 23 milyon 449 bine çıktı.

Raporda şu tespitlere yer verildi: “Son hafta tüketici kredilerinde 9.8 milyar liralık, kredi kartı borçlarında ise 3.3 milyon liralık artış yaşandı. Vatandaşların vadesinde ödeyemediği için bankalar tarafından icraya verilen takipteki borçları ise 28.3 milyar lira düzeyine çıktı. Bankaların takipteki bu borçlarını düşük bir bedel karşılığında varlık yönetim şirketlerine devrediyor olmaları bu rakamı olduğundan daha düşük gösteriyor.”

23.4 milyon dosya icrada bekliyor

Artı Gerçek’te yer alan habere göre, CHP’nin raporunda, vatandaşların varlık yönetim şirketlerine 30.7 milyar TL, TOKİ’ye ise 27 milyar lira borcu bulunduğu; bankalara, finansman şirketlerine, varlık yönetim şirketlerine ve TOKİ’ye olan (tahsili gecikmiş borçlar da dahil) toplam borcun ise 1 trilyon 154 milyar liraya ulaştığı belirtildi.

Ulusal Yargı Ağı (UYAP) verilerine göre bu yıl 1 Ocak–6 Mayıs günleri arasında icra ve iflas dairelerine toplam 3 milyon 400 bin yeni dosya geldi. 2 milyon 522 bin dosya ise sonuçlandırılırken yeni gelen dosya sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25.6 oranında arttı. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı son bir yılda 1 milyon 482 bin adet artarak 6 Mayıs itibarıyla 23 milyon 449 bine çıktı.

Paylaşın

Dünya Ekonomisi Resesyona Mı Sürükleniyor?

Dünya ekonomisinde, 2021’in son aylarından bu yana özellikle, ABD ve euro bölgesinde, büyüme hız kesiyor, enflasyon (fiyat artışı) hızlanıyor, 1970’lerden bu yana ilk kez bir stagflasyon (enflasyon + durgunluk) gündeme geliyor. Ekonomide bir resesyon (daralma), mali piyasalarda kriz ve toplumda siyasi istikrarsızlık olasılıkları güçleniyor.

Stagflasyon kavramı, birbirine ters ekonomik önlemler gerektiren iki olgunun eş zamanlı olarak gelişmesini betimler.

Enflasyonu dizginlemek için faizleri arttırmak, para arzını, tüketici talebini daraltmak, ücret artışlarını baskılamak gerekiyor. Bu önlemler ekonomik durgunluğu hızla daralma (resesyona) içine itme riskini getiriyor. Bütün gözler, bu önlemleri gündeme getirecek olan Merkez Bankaları üzerine odaklanıyor. MB yöneticilerinin her açıklaması anında piyasa hareketlerine yansıyor, kısacası “volatilite” kaynağı oluyor.

Durgunluk eğilimine karşı ekonomik büyümeyi teşvik edici, düşük faiz, parasal genişleme, yüksek ücret politikaları, hükümetlerin sermaye üzerindeki vergileri azaltarak ekonomik faaliyeti canlandırma çabaları, bu kez enflasyonu dayanılmaz noktalara doğru itmeye başlıyor.

Birincisinde, ekonomi daralırken işsizlik, yoksulluk, piyasalarda volatilite (ve “kaza” çıkma olasılığı) artıyor. İkincisinde enflasyon ücretleri hızla aşındırıyor, geçim sıkıntısını arttırıyor. Her iki durumda da “toplumsal barış”, siyasi istikrar hızla bozulmaya başlıyor.

Resesyon riski artarken piyasalar sarsıldı

ABD ve Avrupa’da Merkez Bankaları enflasyonla mücadeleye öncelik vermeyi seçti. Geçen hafta faiz artışı ve para arzını daraltmaya yönelik uygulamalar hızlandı. ABD Merkez Bankası (FED) politika faizini yarım puan, İngiltere Merkez Bankası çeyrek puan arttırdı. İngiltere Merkez Bankası Başkanı bir sonraki aşamada, faizleri yarım puan arttırma eğiliminde olduğunu ima etti.

FED ve Avrupa Merkez bankası (AMB) bilançolarını (mali piyasaları destekleme harcamalarını) daraltmaya başladılar. AMB’nin haziran ayında faizleri artırma olasılığı iyice güçlendi.

Bu ortamda, yıl başından bu yana genel bir gerileme eğilimi sergileyen borsalardaki volatilite giderek sertleşmeye başladı.

ABD’de Standard & Poor, Dow Jones ve Nasdaq indeksleri yıl başından geçen hafta sonuna kadar sırasıyla yüzde olarak, 13, 10, 23 değer kaybettiler. FT 100, yıl başından Mart ortasına kadar % 9.4 geriledikten sonra toparlandı ve söz konusu dönemi toplam %2.5 gerileme ile kapadı. Aynı dönemde Eurofirst 300 indeksi %12, Şangay Bileşik indeksi %17, Tokyo Nikkei %8 geriledi.

Bu genel gerileme eğilimi içinde en sert dalgalanmaların Ukrayna savaşının başladığı Şubat ortası günlerinden sonra geçen hafta, salt ekonomik nedenlerden tekrarlandığı görülüyordu: Geçen hafta, FED faizleri arttırdıktan sonra Dow Jones ve S&P haftayı % 3 ve %3.6 kayıplarla kapattılar, Nasdaq %5 geriledi, FT 100 son 3 günde % 2 değer kaybetti. Gelişmiş ülkelerde en dinamik şirketleri izleyen MSCI indeksi, Kasım 2021’den bu yana %50’den fazla gerilemiş.

Faizlerin artamaya başlaması, borsalardaki dalgalanmalar, tahvil piyasalarını da etkisi altına alma ve sert yön değiştirme, bir krizi tetikleme riskini güçlendiriyor.

Çin’de olan Çin’de kalmıyor

Merkez banklarının enflasyonla mücadele pratikleri nadiren bir yumuşak inişle sonuçlanıyor. Buna karşılık merkez bankalarının, stagflasyon içinde enflasyonla mücadele ederken ekonomiyi resesyona (fiziki daralma) itme olasılığı çok yüksek. ABD ekonomisi bu yılın ilk dört aylık döneminde %1.4 gerilemiş görünüyor. Aynı dönemde sanayide prodüktivitenin yıllık bazda %7.5 (Bloomberg’e göre, 1947’den bu yana en hızlı düşüş) gerilemiş olması da resesyon riskine işaret ediyor.

Avrupa’ya gelince, euro bölgesinin en büyük ekonomisi Almanya’da büyüme hızının ilk dört aylık dönemde, Ukrayna savaşının, Haziranda başlayacak faiz artışlarının, Çin ekonomisindeki yavaşlamanın etkileri henüz tam olarak kendilerini göstermemiş olsa da, % 0,2 de kaldığı görülüyor. Alman hükümeti 2022 için büyüme hızı beklentisini % 3,6’dan % 2.2’ye çekti.

Euro bölgesi verileri, enflasyon hızlanırken, perakende piyasalarında satışların özellikle İspanya, Almanya ve Fransa ‘da hızla düşmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki aylarda, gelmesi beklenen bir faiz artışının bu eğilimi ve genelde resesyon riskini güçlendirmesi beklenebilir.

Asya’da ekonomik manzara ağırlıklı olarak Çin’in performansına bağlı. Çin ekonomisinin büyüme hızının negatif alana geçme olasılığı şimdilik, en azından resmi verilere göre yok. Ancak “Sıfır Covid” politikası nedeniyle rejim, sık sık ülkenin ekonomik olarak kritik bölgelerini karantinaya alınca, hem üretim, hem de tedarik zincirleri aksıyor. Çin ekonomisi söz konusu olunca genelde iyimser olan ekonomist Stephen Roach (Yale Üniversitesi, Morgan Stanley eski Asya büro şefi) bu kez resmen açıklanan %5.5 büyüme hızının yakalanabileceğine inanmıyor.

Gerçekten de son veriler tüketici harcamalarının zayıflığını, ekonomik hasılanın %40’ını oluşturan servis sektöründe satın alma müdürleri indeksinin Mart ayında 42’den Nisan ayında 39 düzeyinde (50’nin altı daralma anlamına geliyor) gerilediğini gösteriyor. Örneğin, Cep telefonu ve taşıt araçlarında satışlar Nisan ayında yıllık bazda sırasıyla %14 ve %39 oranında gerilemiş.

Wall Street Journal’ın aktardığı gibi, “Çin’de olan Çin’de kalmıyor”. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinde bir yavaşlama bölge ülkelerinden başlayarak, dünya ekonomisini etkilemeye başlıyor. Güney Kore, Tayvan ve Japonya’nın Çin’e ihracatlarında Nisan ayında belirgin düşüşler görülüyor.

Merkezde enflasyonla mücadele, çevrede borç krizi…

Geçen yüz yılda, gelişmekte olan ülkelerin en büyük borç krizi, ABD merkez Bankası 1970’lerin sonunda, stagflasyona karşı enflasyonla mücadeleye öncelik verdiğinde, patlamıştı.

Bugün de benzer bir tehlike var. Institute of International Finance (IFF) hesaplamalarına göre, gelişmekte olan ülkelerin bu yıl sonuna kadar ödemesi gereken borçların ABD faizlerinden doğrudan etkilenecek olan kısmı bir trilyon dolara ulaşıyor.

Finansal krizden bu yana adeta ikiye katlanan gelişmekte olan ülkelerin borçları, bugüne kadar neredeyse “sıfır faizden” borçlanılabildiği için kolaylıkla servis edilebiliyordu.

Şimdi, Merkez Bankaları, özellikle ABD’de FED, enflasyonla mücadele bağlamında faizleri arttırarak, parasal sıkılaştırma politikalarına geçmeye başlayınca, borçlanma maliyetleri artıyor, dolar değerlenmeye başlıyor. Bu durumda dolarla borçlanan ve finansal dengeleri kırılgan ülkelerin hem borçlanarak hem de ülke içindeki gelirlerine dayanarak borçlarını servis etmesi hızla zorlaşıyor. Dahası merkez ülkelerin piyasalarındaki daralmalar, çevre ülkelerin ihracat gelirlerini de olumsuz yönde etkilemeye, borç ödemek için gereken dövizi yaratma kapasitelerini düşürmeye başlıyor. Tüm bu dinamikler, uluslararası yatırımcının gelişmekte olan ülkelere olan güvenini daha da zayıflatıyor. Eliot Fon yönetimi şirketinden Jay Newman’ın deyimiyle bu ülkeler, bugün “hangi fiyattan olursa olsun güvenilemez” konumdalar.

Bir borç krizi tehlikesi yalnızca gelişmekte olan ülkeler için değil, Avrupa periferisindeki ülkeler için de geçerli. Euro bölgesi ekonomilerinin borç durumlarını, on yıl öncesiyle karşılaştıran Deutsche Bank stratejisti Maximilian Uleer’e göre faizler artmaya devam ederse (ki edecek) İspanya ve İtalya’nın faiz maliyetinin milli gelire oranı 2011 düzeyini yakalayabilir. Uleer’in karşılaştırması, Yunanistan ve Portekiz’in de kritik bir noktada oluğunu gösteriyor.

Borç krizi beraberinde hemen derin bir resesyon getirdiğinden, bu açıdan bakınca da genelleşmiş, küresel bir resesyon riskinden söz etmek olanaklı.

1970’lerdeki stagflasyona karşı gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, Başta FED olmak üzere faizleri hızla arttırarak mücadele ettiler. Ani faiz artışlarının resesyon yaratıcı etkileri, 1980’ler boyunca çevre ülkelerin ekonomileri açılarak, yeniden şekillendirilerek yaratılan yeni mal ve sermaye ihracatı olanaklarıyla, küreselleşmeyle, dengeleniyordu.

Bugün de benzer bir seçeneğin olabileceğini söylemek, küresel resesyonun ve yeni bir finansal kriz riskinin hangi karşıt eğilimlerle dengelenebileceğini bilmek hiç kolay değil.

(BBC Türkçe: Ergin Yıldızoğlu)

Paylaşın

Türkiye’de Her 10 Kişiden 3’ü Maddi Yoksunluk İçinde

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), “Gelir ve Yaşam Koşulları 2021” araştırmasının sonuçları, Türkiye’de giderek derinleşen eşitsizliğin ulaştığı çarpıcı boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimde bulunanların toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 olurken en yoksul yüzde 20’lik kesimde bulunanların aldığı pay yüzde 6,1’de kaldı.

Veriler, iktidarın ekonomi politikası nedeniyle giderek azalan alım gücünün kalabalık ailelere etkisini de gözler önüne serdi. Tek kişilik hanehalklarında yoksulluk oranı 2020 yılına göre 2021 yılında yüzde 4,4 puan azalarak yüzde 6,5 olarak gerçekleşirken en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranı yüzde 18,5 olarak gerçekleşti. Tek kişilik hanehalklarının yoksulluk oranı ise yüzde 14,2 olarak kayıtlara geçti.

Yoksulluk oranı sürekli arttı

Sürekli yoksulluk oranı da yıllar itibarıyla dramatik bir artış kaydetti. Buna göre, 2018 yılında yüzde 12,7 olan sürekli yoksulluk oranı 2021 yılında yüzde 13,8’e yükseldi.

Oturulan konuta sahip olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 0,3 puan azalarak yüzde 57,5 olarak hesaplandı. Kirada oturanların oranı yüzde 26,8, lojmanda oturanların oranı yüzde 1,2, kendi konutunda oturmayıp kira ödemeyenlerin oranı ise yüzde 14,6 oldu.

Yurttaşların barınma problemi de TÜİK verileri ile ortaya konuldu. Kurumsal olmayan nüfusun yüzde 34,3’ü konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu, yüzde 33,9’u sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri vb. problemleri yaşadı.

Konut alımı ve konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 5,4 puan artarak yüzde 63,7 oldu. Nüfusun yalnızca yüzde 6,6’sı bu ödemeleri “yük” kabul etmezken yüzde 23’üne borçları “çok yük” getirdi. Hanelerin yüzde 61’i evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayamadığını beyan etti. Araştırmada öne çıkan en çarpıcı bulgular ise şöyle sıralandı:

  • Hanelerin yüzde 38’i, iki günde bir eti, tavuk ya da yemek masrafını,
  • Hanelerin yüzde 33’ü beklenmedik harcamaları,
  • Hanelerin yüzde 20’si evin ısınma ihtiyacını,
  • Hanelerin yüzde 63’ü eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti.

Yıllık ortalama esas iş gelirleri sırasıyla yükseköğretim mezunlarında 68 bin 229 TL, lise ve dengi okul mezunlarında 47 bin 326 TL, lise altı eğitimlilerde 35 bin 344 TL, bir okul bitirmeyenlerde 25 bin 911 TL ve okur-yazar olmayan fertlerde 19 bin 835 TL olarak hesaplandı.

Toplam gelir içerisinde en yüksek payı, yüzde 47,1 ile bir önceki yıla göre aynı kalan maaş ve ücret geliri aldı. İkinci sırayı yüzde 23,9 ile önceki yıla göre 2,1 puanlık artış gösteren sosyal transfer geliri alırken üçüncü sırayı yüzde 17,5 ile önceki yıla göre 0,2 puan azalan müteşebbis geliri oluşturdu. Tarım gelirinin müteşebbis geliri içindeki payı bir önceki yıla göre 2,5 puan artarak yüzde 23,4 olurken emekli ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı 1,7 puan azalarak yüzde 90,0 olarak gerçekleşti.

Gelir dağılımında büyük eşitsizlik

Gelir dağılımındaki eşitsizliği ortaya koyan bir diğer veri ise Gini katsayısı verisi oldu. Gelir dağılımı eşitsizliğinin en yaygın ölçütlerinden olan ve 1’e yaklaştıkça gelir dağılımındaki bozulmayı ifade eden Gini katsayısı Türkiye’de 0,401 olarak tahmin edildi. Gini katsayısında 2017 itibarıyla yıllara göre yaşanan değişim ise şöyle kaydedildi:

TÜİK’in verilerine göre, Türkiye’deki göreli yoksulluk oranı yüzde 14,4 ile ifade edildi. Ülkedeki toplam gelirin nüfusa bölünmesi yoluyla hesaplanan ve “Medyan Gelir” olarak ifade edilen gelir türü dikkate alındığında ortaya çıkan yoksulluk oranları şöyle paylaşıldı:

“Finansal sıkıntıda olma durumu”nu ifade eden maddi yoksunluk oranı da çarpıcı boyuta ulaştı. Kişilerin, çamaşır makinesi, telefon ve otomobil sahipliği ile “Beklenmedik harcamaları yapabilme” durumunu da yansıtan maddi yoksunluk oranı 2021 yılı itibarıyla yüzde 27,2 oldu. Maddi yoksunluk oranları yıllara göre şöyle gerçekleşti:

Paylaşın

Fed Ekonomistinden Türkiye İçin Kritik Uyarı

Ekonomist Levent Altınoğlu, “Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor” ifadelerini kullandı.

Fed Finansal İstikrar Bölümü Ekonomisti Levent Altınoğlu, Bloomberg HT yayınında Türkiye’nin para politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Stagflasyon ortamında merkez bankalarının atması gereken adımlara değinen Altınoğlu, şunları söyledi:

“Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor. Türkiye’de birçok firma Döviz cinsinden çok borçlanmış durumda ve borçların büyük kısmının kısa vadede ödenmesi gerekiyor. Dolayısıyla gevşek para politikası enflasyonu körüklüyor, enflasyon da kurun artmasına sebep oluyor.

Döviz artınca firmaların reel yükü artıyor. Buradaki risk bu firmaların borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi endişesiyle ani bir sermaye çıkışının yaşanmasıdır. Reel sektörde durgunluk olursa banka sektörüne de sirayet edebilir. Geçmişteki krizlerde olayların böyle geliştiğini gördük. İhtiyatlı para politikası riskler ortaya çıkmadan faiz artışını gerektirir.

‘MB döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı’

Böyle bir ortamda enflasyonun azalmasını beklemek çok zor. Son zamanlarda TL büyük ölçüde değer kaybetti, bunun sebebi gevşek para politikası ve yüksek enflasyon ortamı. Yüksek enflasyon ortamında faiz artırımına gitmeden TL’yi desteklemek zorlaştı çünkü Merkez Bankası kura müdahale etmek için döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı. Son yıllarda rezervleri artırmak için Merkez Bankası bankalardan döviz ödünç aldı. Dış yatırım ve ihracatla ülkeye giren döviz miktarı yetersiz kalırsa, Merkez Bankası o zaman ödünç alınan dövizleri ödemekte zorlanır.

O zaman iki seçenekle karşı karşıya kalınır. Birincisi ödünç alınan dövizleri TL cinsiden ödemeye gidebilir ki bu enflasyonu daha da körükler. İkinci seçenek ödünç alınan dövizleri kısmen ödemeyerek olur ki bu bankalara zarar verir ve banka kredisini olumsuz etkiler. Kur korumalı mevduat uygulaması kura geçici destek sağlayabilir. Orta vadede ise enflasyonist baskı oluşturarak kura ters etki yaptığını da görmemiz mümkün.”

Paylaşın

Türkiye’nin İç Borç Faizi Anaparayı İlk Defa Geçti

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre  borç stoklarına ait ödeme projeksiyonlarında, borcun faiz ödemelerinin, anapara ödemelerini aşarken, 3 trilyon 109 milyar TL tutarındaki merkezi yönetim brüt borç stokunda, döviz cinsinden borçlar TL cinsinden borçları ikiye katladı.

Nisan ayı itibarıyla iç borç anapara ödemesi 1 trilyon 483 TL’ye ulaşırken, faiz ödemesi ise 1 trilyon 743 TL olarak kaydedildi. Aralık 2021’de anapara ödemeleri 1 trilyon 316 milyar TL, faiz ödemeleri ise 794.7 milyar TL tutarında oldu. Böylelikle cumhuriyet tarihinde ilk defa AKP döneminde iç borç faizi anaparayı geçmiş oldu.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre; İzmir, Antalya, Muğla, Aydın ile Ankara’daki 10 ayrı taşınmaz özelleştirme yoluyla acil satılıyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından ‘Yatırımcılara Duyuru’ başlığıyla yayımlanan ihale ilanına göre, arsa ve araziler Özelleştirme Kanunu kapsamında doğrudan ‘satış’ yöntemiyle özelleştirilecek. ÖİB, birbirinden değerli taşınmazlara teklif verme süresini ise 22 ile 23 günle sınırladı.

Taşınmazları almak isteyenlerden en geç 31 Mayıs ve 1 Haziran tarihine kadar tekliflerini ÖİB’e sunmaları istendi.

Pazarlıkla satılacak

Arsaların satış ihaleleri, kapalı zarfla teklif alındıktan sonra görüşmeler yapılarak pazarlık usulüyle gerçekleştirilecek, teklif sahipleri arasında açık artırma düzenlenecek. ÖİB Devlet İhale Kanununa tabi olmadığı için isterse ihaleleri iptal edebileceği gibi teklif verme süresini ileri bir tarihe de uzatabilecek.

Satışa sunulan 10 taşınmazın ikisi 26 bin ve 5 bin 356 metrekarelik iki ayrı arsa halinde İzmir Çeşme’de bulunuyor. Ankara Yenimahalle’de yaklaşık 22 dönüm, Gölbaşı ilçesinde de 1.200 metrekarelik iki arsa ile Antalya Döşemealtı Yeşilbayır’da 23.5 dönümlük değerli arsa, Muğla’nın Bodrum ilçesinde biri 28 dönüm diğeri 8 dönüm iki taşınmaz da satılacak. Aydın’ın Didim ilçesinde de toplamda 29 dönümü bulan 3 ayrı taşınmaz da satışa çıkarıldı.

Paylaşın

Asgari Ücret 3 Bin 229 Liraya Geriledi!

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre yıllık enflasyon yüzde 69,97’ye yükseldi. Enflasyondaki nisan ayındaki artış ise yüzde 7,25 oldu. Tüketici Fiyat Endeksi’nde (TÜFE) bir önceki yılın Aralık ayına göre %31,71, bir önceki yılın aynı ayına göre %69,97 ve on iki aylık ortalamalara göre %34,46 artış gerçekleşti.

Artan enflasyon ile birlikte yurttaşların alım gücü düşerken yüzde 50,54 artış işe asgari ücret brüt 5 bin 4 lira, net 4 bin 253 lira 40 kuruş oldu. Asgari ücret mart ayı enflasyon rakamının yüzde 61,14 olması ile kısa sürede eridi.

Zam sağanağı ve hayat pahalılığına TÜİK’in resmi enflasyon hesabı bile dayanamadı. İlk 4 ayda TÜFE yüzde 31,71 artarak yıl başında memur ve emekliye enflasyon farkı ve ek zamla birlikte verilen tüm zamların üzerine çıktı.

Fark ödemeleri yapılacak

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre; memur ve memur emeklilerine yılbaşında yüzde 5’i toplu sözleşme yüzde 2,5’i ek zam olmak üzere toplam yüzde 7,5 zam yapılmıştı. Ancak 4 ayın sonunda enflasyon yüzde 31,71’e çıktı. Memur ve emeklinin hükümetten yüzde 24,21 oranında enflasyon farkı alacağı oluştu. Ancak oluşan farklar temmuz ayına kadar ödenmeyecek. Yeni yıla 5 bin 972 lira maaşla giren en düşük dereceli memurun alım gücü 4 bin 534 liraya düştü, memur bin 438 lira kaybetti. Aynı dönemde öğretmen bin 603 lira, profesör 3 bin 570 lira, hemşire bin 796 lira alım gücü kaybına uğradı. 4 ayda en düşük memur emeklisinin aylığında 991 lira erime yaşandı.

Günden güne eriyor

Yıl başında yüzde 50,5 zamla net 4 bin 253 liraya çıkarılan asgari ücretin bugünkü alım gücü yüzde 31,71’lik TÜİK enflasyonuyla 3 bin 229 liraya geriledi. Asgari ücretteki 3 aylık erime bin 24 liraya ulaştı. ENAG’ın hesapladığı enflasyona göre ise asgari ücretin alım gücü 4 ayın sonunda 2 bin 871 liraya düşerek yılbaşındaki seviyesine yaklaştı. Asgari ücretlinin maaşından bin 382 lira gitti.

Zamma kadar enflasyon altında ezilmeye devam

4 ayda yüzde 31,71’e ulaşan enflasyon, yılbaşında reel zam verilmeden sadece geçmiş enflasyon kaybı telafi edilen işçi, esnaf ve çiftçi emeklilerini daha da zora soktu. Yılbaşında 2 bin 500 liraya yükseltilen en düşük işçi, çiftçi ve esnaf emeklisi aylığı 602 lira eriyerek bin 898 liraya düştü. Bu emekliler temmuz ayına kadar enflasyon kaybı yaşamaya devam edecek, ancak telefi zammını 2 ay sonra alabilecekler.

ENAG’a göre yüzde 40,44 kayıp var

Enflasyonu gerçeğe daha yakın hesaplayan Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise tüketici fiyatları 4 ayda yüzde 48,16 arttı. Bu hesaba göre memur ve emeklinin enflasyon yüzünden uğradığı kayıp ve 4 aylık fark alacağı yüzde 40,66 oldu. Hesaba göre memur bin 941 lira, memur emeklisi bin 338 lira, en düşük işçi emeklisi aylığı da 813 lira eridi.

Paylaşın

Buğday Fiyatları Yüzde 40’tan Fazla Artacak

Dünya Bankası, Emtia Piyasaları Görünüm Raporu’nun Nisan 2022 sayısını dün (26 Nisan) yayınladı. “Ukrayna Savaşı’nın Emtia Piyasalarına Etkisi” alt başlığı ile yayınlanan rapor “savaş kaynaklı gıda ve enerji fiyat şoklarının yıllarca sürebileceği” uyarısında bulundu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaşın emtia piyasalarında büyük bir şok yarattığını hatırlatan rapor, bu durumun küresel ticaret, üretim ve tüketim kalıplarını ve fiyatları 2024’ün sonuna kadar tarihsel olarak yüksek seviyelerde tutacak şekilde değiştirdiğini ifade etti.

Rapora ilişkin konuşan Dünya Bankası Adil Büyüme, Finans ve Kurumlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Indermit Gill de bunun “1970’lerden bu yana yaşanan en büyük emtia şoku” olduğunu söyledi:

“O zamanlarda da olduğu gibi, bu şok gıda, yakıt ve gübre ticaretinde kısıtlamaların artmasıyla daha da ağırlaşıyor.

“Bu gelişmeler, stagflasyon tehlikesini artırmaya başladı. Politika yapıcılar, ülke içinde ekonomik büyümeyi artırmak için her fırsatı değerlendirmeli ve küresel ekonomiye zarar verecek eylemlerden kaçınmalı.”

Savaşın da etkisiyle özellikle gıda ve enerji fiyatlarında beklenen artışların ele alındığı rapordan öne çıkanlar özetle şu şekilde…

Ham petrol fiyatları

Son 2 yılda enerji fiyatlarında yaşanan yükselişin “1973’teki petrol krizinden bu yana görülen en büyük artış” olduğunu vurgulayan rapora göre, petrol, doğalgaz ve kömürden oluşan enerji emtia fiyat endeksinin 2022 yılında bir önceki yıl ile kıyaslandığında yüzde 50,5 oranında artması, gelecek yıl ise yüzde 12,4’lük bir düşüş yaşaması bekleniyor.

Brent türü ham petrolün varil fiyatının bu yıl geçen yıla kıyasla yüzde 42 artış göstererek ortalama 100 dolar seviyesinde gerçekleşeceğini öngören Dünya Bankası raporu, bu rakamın 2013’ten bu yana Brent petrol fiyatının ulaştığı en yüksek seviyeyi teşkil edeceğinin altını çiziyor.

Aynı rapora göre, Brent petrolün varil fiyatının 2023 yılında yüzde 8 düşüşle ortalama 92 dolara gerilemesi bekleniyor.

Avrupa ve ABD özelinde de veriler paylaşan Dünya Bankası, bu yıl doğalgaz fiyatlarının Avrupa’da geçen yılın iki katı seviyesine çıkacağını, ABD’deki artışın ise yüzde 35 bandında seyredeceğini öngörüyor.

Buğday fiyatları

Birleşmiş Milletler’in (BM) 16 Nisan’da paylaştığı verilere göre, Ukrayna 24 Şubat’taki işgalden bu yana savaşta olduğu komşusu Rusya ile birlikte dünyanın buğday ve arpa ihtiyacının yüzde 30’unu, mısır ihtiyacının beşte birini, ayçiçek yağının ise yarısından fazlasını karşılıyordu.

Fakat işgalin pek çok şeyi olduğu gibi tarımsal üretimi de sekteye uğratması sebebiyle bu durumun gıda krizine yol açmasından korkuluyordu.

Dünya Bankası’nın bu bağlamda son yayınladığı raporda da, “buğday fiyatlarının yüzde 40’tan fazla artarak bu yıl nominal olarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmasının beklendiği” ifade edildi.

Tarımsal ürünlerin fiyat endeksinin bu yıl yüzde 17,6 artmasının beklendiğine işaret eden Dünya Bankası, 2023’te yüzde 7,7’lik bir düşüş öngörüyor.

Rusya ve Ukrayna’nın büyük üreticilerinden olduğu gıda ürünleri ile üretim girdisi olarak doğalgaza bağlı gübre fiyatlarında da 2008’den bu yana en büyük artışın yaşandığını belirten Dünya Bankası raporu, çoğu emtia fiyatının 2022’de 2021’e kıyasla önemli ölçüde yüksek seyretmesinin ve orta vadede de yüksek kalmasının beklendiğini ifade ediyor.

Rapor ayrıca emtia fiyatlarının son 5 yıllık ortalamanın oldukça üzerinde kalacağının tahmin edildiğini, savaşın daha uzun sürmesi veya Rusya’ya ek yaptırımlar gelmesi halinde ise fiyatların öngörülenden daha yüksek seyredebileceğini ve daha değişken olabileceğini belirtiyor.

Afrika’daki fiyat artışları

Öte yandan, Afrika Kalkınma Bankası Başkanı Akinwumi Adesina da, Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Afrika kıtasındaki buğday fiyatlarının yüzde 60 oranında artış gösterdiğini açıkladı. Adesina, krizin gıda üretimini yüzde 20 azaltabileceğini ve 11 milyar dolar değerindeki gıda üretimi kaybının yaşanabileceğini dile getirdi.

Afrika kıtasındaki 25 ülke, ithal ettiği buğdayın üçte birinden fazlasını Rusya ve Ukrayna’dan karşılarken bazı ülkelerde bağımlılık oranı yüzde 90’ın üzerine çıkıyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansının (UNCTAD) yayınladığı rapora göre, kıtada Rusya ve Ukrayna buğdayına bağımlı olan çok sayıda ülke gıda kriziyle karşı karşıya.

Paylaşın

Elektrik Faturasını Ödemekte Zorlanan Vatandaşların Oranı Yüzde 57

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun elektriklerinin kesilmesi gündemdeki yerini korurken, MetroPOLL Araştırma tarafından gerçekleştirilen son ankette elektrik faturasını ödemekte zorlanan vatandaşların oranının yüzde 57 olduğu görüldü.

MetroPOLL Araştırma’nın Kurucusu Özer Sencar sosyal medya hesabından Mart ayına ilişkin elektrik ve doğalgaz faturaları ile ilgili verileri paylaştı.

Özer Sencar, yaptığı paylaşımda “Seçmenlerin yaklaşık beşte biri elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemiyor. Ödeyebilenlerin de büyük kısmı çok zorlandığını söylüyor” açıklamasında bulundu.

Özer Sencar’ın yayınladığı verilere göre; elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemediğini belirten vatandaşlar %19’luk bir kesimi oluşturuyor. Faturalarını ödeyebilen ama çok zorlandığını belirten vatandaşların oranı ise %57 seviyesinde.

Faturaları ödeyemediğini belirten vatandaşların oranı Şubat ayında %14.4 iken bu oran Mart ayında 18,6 oldu. “Ödeyebiliyorum ama çok zorlanıyorum” cevabını veren vatandaşların oranı ise şubat ayında 58,2 iken Mart ayında 57,0’a düştü.

Kılıçdaroğlu zamlara tepki göstermişti

2022 yılı içerisinde arka arkaya elektrik faturalarına gelen zam sonrasında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu zamlara tepki göstermişti. Kılıçdaroğlu faturasını ödeyemeyen insanların sözcüsü olmak ve hükümete geri adım attırmak istediğini söylemişti.

Bununla birlikte “Zamlar geri alınıncaya dek faturaları ödemeyeceğim” diye konuşmuştu. 2,5 aydır elektrik faturasını ödemeyen CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun da önceki gün evinin elektrikleri kesilmişti.

Paylaşın