Kılıçdaroğlu: Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında açıklamalarda bulunan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Öyle bir noktaya geldik ki akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz. Sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez. Birilerinin egemen güçlerinin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. ” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin çok sorunlarının olduğunu, herkesin Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu gördüğünü ve bildiğini belirten Kılıçdaroğlu, devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultanın da duyduğunu söyledi.

Konuşmasında, “Yandaşlarına milyar dolarları kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi biliyoruz ve öğreniyoruz” diyen Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasındaki açıklamaları şöyle;

Değerli arkadaşlarım; Türkiye’nin birçok sorunu var. Artık Türkiye’de yaşayan ve aklı baliğ olan herkes Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu biliyor, görüyor ve yaşıyor; hayatı öyle zaten. Devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultan da duydu, o da görüyor. Ciddi bir karamsarlık hakim, ama buradan 83 milyon vatandaşımıza açık ve net çağrıda bulunuyorum, hiçbirimizin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Beraber, birlikte, 83 milyon olarak Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak hepimizin namus borcudur. Bunu yapacağız, birlikte yapacağız, dostlarımızla beraber yapacağız. İşçiyle yapacağız, sanayiciyle yapacağız, köylüyle yapacağız, emekliyle yapacağız, emeklilikte yaşa takılanlarla yapacağız; bütün dostlarımızla, apartman görevlileriyle yapacağız, herkesle bir araya geleceğiz. Toplumun her kesimine ulaşmak, her kesimine moral vermek bizim görevimizdir. Bunu yapacağız, kararlıyız. Ne yaparlarsa yapsınlar, inandığımız yoldan hiçbir güç bizi geri döndüremeyecektir. Dolayısıyla bu mücadele, bir hak mücadelesidir, bunu böyle bilelim.

18 Mart’ta Tekirdağ’a gittim. Oradan Çanakkale’ye geçtik, esnafımızla buluştuk, çiftçilerimizle buluştuk. Şehit yakınlarıyla, gazilerimize bir akşam yemeği yedik. Çanakkale Şehitler Abidesine çelengimizi, mezar başlarına da birer karanfil bıraktık. Aynı zamanda büyük bir şair, düşünür Namık Kemal’in de mezarını ziyaret ederek oraya da bir deste karanfillimizi bıraktık. Hem geçmişten, hem bugünden hepimizin alacağı ciddi dersler vardır. Her karış toprağında şehitlerimizin olduğu bir bölgede, “Çanakkale geçilmez” destanı yazıldı. Milletin iradesi, Çanakkale geçilmez demekti. Bir kişinin iradesi o düşmanların Çanakkale’yi geçmesine yol açtı, bir kişinin iradesi… Milletin iradesi geçilmez kıldı, padişahın iradesi “geçebilirsiniz” dedi. Neden tek adam rejimine karşıyız? Neden tek adamın her söylediği geçerli olsun diyen bir düşünceye karşıyız? Milliyeti bir kişiye, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir kişiye emanet edemeyiz. 83 milyon, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sahibidir. Böyle düşünüyoruz.

19 Mart’ta da Balkan Ülkeleri Yerel Yönetimler İşbirliği Çalıştayı’nı yaptık. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Gagavuz Yeri, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’dan gelen belediye başkanlarımızla -bir kısmı çevrimiçi katılım yaptılar- güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Bizim belediye başkanlarımız ile bu saydığım yerlerdeki belediye başkanları arasında dostluk ilişkilerimizi pekiştireceğiz ve büyüteceğiz.

Ben, Tekirdağ ve Çanakkale’deyken, bir grup arkadaşımız Artvin, Kars ve Ardahan’daydı. Bir başka milletvekili grubu arkadaşımız da Van, Hakkari, Şırnak, Mardin ve Batman’daydı. Dolayısıyla Türkiye’nin her coğrafyasına gidiyoruz, vatandaşla konuşuyoruz, onlara umut veriyoruz, “umutsuzluğa kapılmayın” diyoruz. Sorun çözülür, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, bütün sorunları aşacağız, önce Allah’a güveneceksiniz diyoruz, sonra kendinize güveneceksiniz, sonra bize güven vereceksiniz, bize güveneceksiniz. Türkiye’yi aydınlığa beraber çıkaracağız, birlikte yapacağız.

Bir grup milletvekili arkadaşımız da Şanlıurfa’ya da gitti. Şanlıurfa, büyükşehir aynı zamanda. Bir süredir çiftçiye elektrik ve su verilmiyordu. CHP milletvekilleri gidince, elektrik ve su vermeye başladılar, bu güzel bir şey, umarım bir daha kesmezler. Sulama birliklerinin fiyatları çok yüksek. Çiftçi bundan büyük şikayet ediyor. Çiftçilere yapılan destekleme ödemelerine, sulama birlikleri ve elektrik şirketleri el koyuyor. Sözde devlet teşvik veriyor ama onlar gelip bu teşviki alıyorlar. Çiftçilerin tamamı şikayetçi. “Gübre alıyoruz dolarla, fide alıyoruz dolarla, tohum alıyoruz dolarla, ilaç alıyoruz dolarla; sürekli zam…” Niye? “Efendim dolar yükseldi, biz de fiyatı yükseltmek zorundayız.” Ama çiftçi diyor ki; “Benim sattığım Türk lirasıyla, onda da alıcı bulamıyorum, zarar ediyorum.”

Şanlıurfalı çiftçi de beni dinlesin, Şanlıurfalı kardeşlerim de beni dinlesin: Uzun yıllardır bir partiye koşulsuz oy verdiniz, AK Parti’ye oy verdiniz. Nasıl şimdi Şanlıurfa? Sahipsiz değil mi? Şanlıurfa sahipsizse, Türkiye sahipsiz demektir. Şanlıurfa’da sorun varsa, Türkiye’de sorun var demektir. Harran oradadır, Harran hepimizin iftiharıdır. Dolayısıyla ne Şanlıurfa sahipsizdir ne de Türkiye sahipsizdir.

Esnaf diyor ki bana; “Yaptıkları kira yardımı, elektrik faturasını bile karşılamıyor.” Hastanelerinde Uzman doktor yok. Uzman doktor eksiği var. 21’inci yüzyılda, bir büyük şehirde devlet hastanesinde uzman doktor yok. Şehir hastanesinin de 5 kez temeli atılmış, hâlâ inşaat devam ediyor. 530 bin öğrenciden, 450 bini EBA’ya ulaşamamış, eğitim alamamış ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi 8 aydır toplu sözleşme yapmıyor.

Arkadaşlarım notu ilettiler, Şanlıurfalı bir esnafımız aynen şunu söylüyor: “Paran yoksa, karın yüzüne bakmaz. Paran yoksa, çocuğun yüzüne bakmaz. Paran yoksa, komşun yüzüne bakmaz. Ama en acısı hem paran, yok hem Urfalıysan devlet yüzüne bakmaz, insan yerine koymaz seni.” Devlet yüzüne bakmaz değil, sarayda oturanlar senin yüzüne bakmaz. Devlet olarak, herkesin yanında olacağız. Millet olarak, herkesin yanında olacağız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak herkesin yanında olacağız. Herkes bunu bilsin.

Değerli arkadaşlarım; öyle bir noktaya geldik ki, akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz, sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet, -defalarca söyledim- bilgiyle yönetilir, erdemle yönetilir, tecrübeyle yönetilir, ahlakla yönetilir, istişareyle yönetilir. İşin özü, adaletle yönetilir bir devlet. Devlet kinle yönetilmez, intikam duygusuyla yönetilmez, öfkeyle yönetilmez, cehalet içinde yönetilmez; birilerinin, egemen güçlerin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. İsrafla devlet yönetilmez. Savurganlıkla devlet yönetilmez. Bütün bunları biliyoruz. Atalarımız demiş ki: “Taç giyen baş akıllanır.” Yani artık tacı giydiğine göre, adaletle devleti yöneten lazım. Ama bunlar olmuyor değerli arkadaşlarım. Kini ve öfkeyi öyle noktalara taşıdı ki, gazetede okuduğumda gerçekten içim cız etti. Süleyman Demirel; cumhurbaşkanlığı yapmış, başbakanlık yapmış, Barajlar Kralı olarak milletin gönlünde yer almış bir kişiyi, Konya Selçuk Üniversitesi’nde onun adını taşıyan kültür merkezinden adını siliyorsunuz. Hangi ahlaka sığar? Bu devletin, bizim ecdatlarımızın hangi geleneğine, hangi töresine sığar? Bu kadar kin, bu kadar öfke nasıl oluyor? Nasıl oluyor da bu kin ve öfke saraydan, ta üniversitelere kadar yansıyor? Ahlak denen bir şey yok mu ya? Vefa denen bir şey yok mu? Vefayı, ahlakı, adaleti unutturmaya çalışıyorlar ama biz unutmayacağız. Kimsenin de unutulmasını istemem.

Değerli arkadaşlar; bir bakıyorsunuz bir milletvekilinin attığı bir Tweet dolayısıyla dokunulmazlığı kaldırılıyor. Yargıtay talimatla hemen toplanıyor, derhal cezayı onaylıyor, yıldırım hızıyla milletvekilliği düşürülüyor. Hangi adalet bu değerli arkadaşlar, hangi adalet! Yukarıdakiler, yani saraydakiler Müslümanlığı kimseye bırakmıyorlar, onların dışında bu memlekete sanki hiç Müslüman yok. Peki, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan ise, bu haksızlığı nasıl sineye çekiyorsunuz siz? Bu haksızlığı, öfkeyle nasıl besliyorsunuz siz? Bunu anlamak mümkün değil.
Hemen yıldırım hızıyla bir partinin kapatılması için Cumhuriyet Savcılığına talimat gidiyor “Bunu kapatın” diyorlar. Demokrasilerde parti kapatmak doğru değildir değerli arkadaşlarım, seçimle gelen seçimle gider. Defalarca söyledim, yine söylüyorum; bir parti milletten destek almazsa zaten tarihin çöp sepetine gider. Hem demokrasi diyeceksiniz, hem milli irade diyeceksiniz, sonra kalkacaksınız adaletsiz pek çok uygulamanın altına imza atacaksınız. Bunlar doğru değil değerli arkadaşlarım.

Bir kişi kalktı dedi ki; “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesini, ben feshediyorum.” Kararı Resmi Gazetede gördük. Kimsin sen! Kimsin sen! Adaletsizliğin ağababasıysan eyvallah. Biz onu zaten biliyoruz. Kinle, öfkeyle devleti yönetiyorsan, onu da biliyoruz. Siyaseti cep doldurma aracı olarak gördüğünü de çok iyi biliyoruz. Yandaşlarına milyar dolarlar kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Biz bunları çok iyi biliyoruz ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi gayet iyi öğreniyoruz ve biliyoruz! Devleti tek başına yönetirseniz, kinle, öfkeyle yönetirseniz, toplum buraya taşınır değerli arkadaşlarım.

Hakkı, hukuku herkes istiyor. Çek mağdurları aramızda doğrudur, 81 ilden gelmişler, doğrudur. Mağdurlar mı? Evet, doğrudur. Dolandırıcıları affediyorsun, “Devletten alacağım var, alacağımı verin, çekimi ödeyeceğim” diyen adama devlet borcunu ödemiyor, o da çekini ödeyemiyor. “Seni hapse atacağız” diyorlar. Bu mudur adalet? Bu mudur adalet arkadaşlar? Milyar dolarları götürenlerin, devlete ödemesi gereken kiraları bir kalemde siliyorsun. Çek mağdurlarına, “buyurun beyler, hapse gireceksiniz” diyorsunuz. Bu mudur adalet? Çek mağduru bütün kardeşlerime de söylüyorum: Endişeye kapılmayın. Hapishaneler zaten tıka basa dolu, hapishanelerde size yer yok değerli arkadaşlar. Bakın bu da hayatın bir başka gerçeği, bu da hayatın bir başka gerçeği ama sizin hakkınızı savunacağız, sonuna kadar savunacağız.

Değerli arkadaşlarım; 1923 yılında Cumhuriyetimizi kurduk. Cumhuriyet, aslında halkçılık demektir. Neden? Egemenlik, “kayıtsız şartsız milletindir” felsefesinin özü cumhuriyettir. Bir kişinin değil, padişahın değil, milletindir. “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir”, 1921 Anayasası, madde bir. Bugünkü anayasamızda da var: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletinse, o zaman bir kişi egemenlik hakkını tek başına kullanamaz. Mevcut Anayasamızda da böyle bir şey yok. “Egemenlik hakkını yasama, yargı ve yürütme kullanır” diyor. Yasama ve yargının üzerindeki vesayet dolayısıyla egemenlik hakkını bir kişi kullanıyor ve kalkıyor bir sabah, 42 milyon kadının hakkını elinden alıyor. Bu cumhuriyet kurulurken kadınlara, bu ülkenin kadınlarına büyük önem verilmiştir. Bakın, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktı, kadın ve erkeğin eşit koşullarda eğitim almasına imkân sağladı. 1924 arkadaşlar, 1924; cumhuriyetten bir yıl sonra, kız çocukları, erkeklerle birlikte eşit şartlarda eğitim alsınlar diye… 1926 yılında, kadınlara en büyük hakkı veren Medeni Kanun kabul edildi. 1930 yılında, kadınlara yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı, 1934 yılında genel seçimlere katılma, seçme ve seçilme hakkı verildi. Önemini vurgulamak için şunların altını özellikle çizmek isterim: Yeni bir devlet kurulmuş, adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni bir anayasası var ve o anayasanın birinci maddesi: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir “diyor ve bunu getiriyor.

“Cumhur değil, koltuk ittifakı”

Kadına olağanüstü büyük önem veriyor. Üstelik kendisini gelişmiş sayan ülkelere rağmen veriyor, onlardan çok daha önde bazı haklar getiriyor. Örnek; 1934’te kadınlara milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi. Bu hak Fransa’da 10 yıl sonra, 1944’te verildi, Japonya’da 11 yıl sonra verildi, 1945’te. İtalya, Arjantin ve Meksika’da 12 yıl sonra verildi 1946’da. Çin’de 1947 yılında yani 13 yıl sonra verildi. Yunanistan’da 1952’de, 18 yıl sonra verildi kadınlara seçme ve seçilme hakkı. Belçika’da 1960 yılında, 26 yıl sonra verildi. İsviçre’de 1971 yılında, Türkiye’den 37 yıl sonra kadınlara seçime girme hakkı verildi. Bunun için, “Mustafa Kemal gibi bir insan yüz yılda bir çıkar” diyorlar. O yüz yıl için de bize nasip oldu, bu topraklara nasip oldu. Bunu kim söylüyor? Bütün dünya söylüyor. Geleceği görüyor; kadının bu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu ve ikinci sınıf bir yurttaş olmadığını, kadın-erkek toplumsal cinsiyet eşitliğinin olması gerektiğini, onun da erkekler gibi seçimlere girme ve kazanma hakkı, devleti yönetme hakkı olduğunu kabul ediyor ve bu düzenlemeleri pek çok gelişmiş ülkeden çok önce yapıyor.
Sadece bunlar yapılmıyor. Kadınlarla ilgili, kadınların lehine olan bütün uluslararası sözleşmeleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ediyor. Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliği’nin, Avrupa Sosyal Şartı’nın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yaptığı bütün düzenlemeleri kabul ediyor. Baştan söyledim, yine söyleyeyim: Devlet, önyargıyla yönetilmez, kinle, öfkeyle yönetilmez. Devlet, “bu koltukta kalayım, ne olursa olsun” anlayışıyla da yönetilmez. Koltuğa tapılan, koltuk için toplumun feda edildiği bir ülkede, ne gelişmeyi, ne demokrasiyi, ne kadın-erkek eşitliğini asla bulabilirsiniz.
Kısa adı İstanbul Sözleşmesi. Adı, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, adı bu. Herkes bu uzun ismi kullanmayalım diye, İstanbul Sözleşmesi diyor, bütün dünya öyle diyor. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, temel norm bu. Şimdi değerli arkadaşlarım, bir sabah kalktık, bu parlamentodan, yani bu Gazi Meclis’ten oybirliğiyle çıkan, kendisinin de imzaladığı, yürürlüğe koyduğu bir sözleşmeyi, “ben feshettim” diyor. Kime danıştın, kime sordun? Hangi kadına sordun sen? Bu ülkenin kadınlarına sordun mu? Bu kadınlar ne düşünüyor diye sordun mu? Bu kadınların nasıl şiddete uğradığını sen biliyor musun? “Ben feshettim” diyor. Değerli arkadaşlarım; çoğu vatandaşımız bu sözleşmenin içeriğini tam bilmiyor, kabul etmek lazım. Oturup, baştan aşağı okumuyor. Ben şimdi bizi dinleyen, özellikle Ak Parti’ye oy veren kadınlara ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kadınlara seslenmek isterim: Diyorlar ya, Cumhur İttifakı… Aslında Cumhur değil, koltuk ittifakı var orada, orada ilkeler yok.

Koltuğu korumaya yönelik olarak… Bütün mücadele onun üzerine: “Koltuğumu nasıl korurum ben?” Memleket tufan olabilir, yeter ki ben koltukta kalayım. Bakın şimdi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi11 Mayıs 2011 tarihinde kabul edilmiş. Bu sözleşmenin amacı ne? Yazıyor: Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler, bölüm bir, madde bir. Sözleşmenin maksatları, yani sözleşmenin amacı nedir? “Bu sözleşmenin amacı şunlardır” diyor.

a) Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Şimdi bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Sen bunun neresine karşısın?

b) Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bunun nesine karşısın? Bu cümlenin neresine karşısın?

c) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlama… Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin nesine karşısın? Neresi seni rahatsız etti?

d) Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin neresine karşısın?

e) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla, kuruluşların ve kolluk kuvvetlerinin birimlerinin, birbirleriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak. Yani kadın şiddete uğradığında, aile içi şiddet olduğunda, güvenlik kuvvetleri gelecekler, işbirliği içinde bu şiddeti önleyecekler.

Şimdi yine bütün kadınların huzurun Erdoğan’a soruyorum: Bunun neresine karşısın? Neresine karşısın? Hangi gerekçeyle bunu feshettin? Hangi gerekçeyle? Bir hakkı kadınların elinden almak, zorbalıktır. Zorbalığa asla izin vermeyeceğiz.

Bütün kadın kardeşlerime sesleniyorum: Mağdur olan sizsiniz. Sizin haklarınız sizin elinizden alınmak isteniyor. “Kadın mı? Şiddete uğrayabilir… Kadın mı? Öldürebilir… Kadın mı, çocuk mu? Tecavüz edilebilir…” Böyle bir anlayış olur mu? Böyle bir anlayışın ahlaklı yönü var mıdır? İnsan yahu. Neşet Ertaş diyor ya, “Kadın insandır, ben de insanoğlu” diye. Hâlâ onu anlamış değiller, hâlâ anlamış değiller. İnsanlığın ne olduğunu anlamış değiller. Ki bu sözleşme, parlamentodan alay-ı vâlâ ile geçti. O gün Ak Partililerin, Milliyetçi Hareket Partililerin ağzında güller vardı: “Bunu ilk biz yaptık, ilk biz imzalıyoruz, yaşasın, adı da İstanbul Sözleşmesi, bütün dünya bundan sonra Türkiye’yi, İstanbul’u anacak” diye yere göğe sığdıramıyorlardı. Onların Meclis’te konuşmaları var, vakit almamak için o konuşmaları ifade etmiyorum. Herkes ama herkes; eller kalktı, eller indi, oy birliğiyle kabul edildi.

“Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur”

Konuşanların hepsi, “bu başarı Türkiye’ye aittir, kadınların başarısıdır” diye bir sürü güzel laflar ettiler. Ama bir kişi kalktı, bir gece yarısı, “Ben kadınlara verilen hakkı geri alıyorum” dedi. “Sözleşmeyi feshediyorum” dedi. Neye göre feshediyorsun? Anayasa’ya göre mi? Hukuka göre mi? Ahlaka göre mi? Adalete göre mi? Hayır efendim; “Ben zorbayım, ben despotum; ben istediğim kişiye hak veririm, istediğim kişiden hakkı alırım” diyor. Böyle bir anlayış Ortaçağ’da bile yoktur.

Ayrıca şunu da söylemek isterim: En çok itiraz etmesi gereken kişi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Milletin iradesi gasp edilmiştir. Onun için diyorum, “Sen kimsin?” Burada 600 milletvekili var. Her birisinin arkasında da milletin oyu var. Her partiden insan var ve buradan oybirliğiyle geçti. Keyfe keder, koltuğumu nasıl korurum diye; cumhurbaşkanlığı seçimi olursa nasıl ben burada kalabilirim diye arayışı içine girenlerin, bu ülkeye toplu iğne ucu kadar faydası olmaz. Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur. Bu millet demokratik yollarla, özellikle de kadınların oylarıyla; o zorbayı oradan aşağıya demokratik yollarla indirecektir, buna inanıyorum.

Öyle bir noktaya geldik ki değerli arkadaşlarım; bakınız bu sözleşmenin 56 ncı maddesinin birinci fıkrası, “Mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde, mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak” diyor. Ne oldu? Daha dün hapishaneden çıkan kişi gitti, eski karısını öldürdü. Peki, nedir bu anlayış? Bu düzenleme, kanunlarımızda yok. İstanbul Sözleşmesinde vardı, şimdi bu da uygulanmayacak. O kadının günahı, sarayda oturanın boyundadır.
Hiç kimse endişe etmesin, kadın kardeşlerim de endişe etmesin. Zaten siz mücadelenizi yapacaksınız. Bizim görevimiz, sizin haklı mücadelenize destek vermektir. Adım gibi biliyorum, o zorbayı oradan indireceksiniz. Kimse kadınların önünde takoz olmayacak.

Teşekkür ederim. Sözleşmenin maddelerini, burada okuduğum maddeleri bütün kadınlara anlatın, bütün kadınlara. Alacaksınız, “Bu haklar bizim elimizden alındı” diyeceksiniz. Hangi kadın olursa olsun, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, hangi bölgede yaşıyorsa yaşasın, her kadın şiddetten mağdur, “Şiddet istemiyorum ben” diyor. “Öldürülmek istemiyorum” diyor. Parlamentodan bir hak alıyorsunuz, bir kişi geliyor gece yarısı, “Ben hakkınızı elinizden aldım” diyor. Destekçisinden de tık yok. Onu da ifade edelim. Tık yok oradan…

Değerli arkadaşlarım, eskiden denirdi ki, bir ay sonra ne olacak? Bir hafta sonra ne olacak? Bir gün sonra ne olacak? Şimdi yatıyoruz, sabah ne olacağını düşünüyoruz. İzlenen ekonomi politikası dünyada alay konusu. Diyorlar ki: “Bir ekonomi var, bir de Erdonomi var.” Erdonomi ne demek? 128 milyar doları birilerine vermek. Erdonomi ne demek? Ekonomiden bihaber olmak. Erdonomi ne demek? İstediği adamı istediği yere getirmek, istediği zaman görevden almak. Erdonomi ne demek? Evlerde tencerenin kaynamaması demek, işi olanın işinden olması demek. Hep birlikte bu sorunu aşacağız. Ne yaparsa yapsın, Devleti bilimin kuralları neyse o kurallara uygun yöneteceğiz. Ekonomiyi de o kurallara göre yöneteceğiz. Herkes yarın sabah ne olacağını, sabah uyandığımızda ne olacağını değil, 20 yıl sonrasını bilecek, 30 yıl sonrasını bilecek. Çiftçi, bu yıl ektiği ürünün seneye kaça satılacağını bilecek. Her şey planlı, programlı olacak. Biz bunu yapacağız. Erdonomi ne demek? Cuma günü 450 milyon dolar satıldı, kime satıldı? Kim vurgunu vurdu? Bu bilinmiyor. Açıklanır mı? Açıklanamaz.

Değerli arkadaşlarım; eskiden bir kişi çalışır, bütün aileye bakardı. Şimdi 83 milyon kişi çalışıyoruz, saraya ve Londra’daki bir avuç tefeciye bakıyoruz. Şanlıurfalı kardeşlerim de duysunlar. Siz de dahil 83 milyon kişi çalışıyoruz, saray, beslemeleri ve Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet ediyoruz.

“İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok”

Şikayet ediyorsun, “verdikleri kira yardımı elektrik masrafını bile karşılamıyor” diye, karşılamaz zaten. Niye karşılasın ki? Ama bütün bunlara rağmen hiç kimse umudunu kaybetmesin, umutsuzluğa kapılmasın. Biz bu ülkeye umudu getireceğiz. Biz bu ülkeye huzuru getireceğiz. Biz bu ülkede barışı sağlayacağız. Biz bu ülkede kadına şiddeti önleyeceğiz. Biz bu ülkede herkesin huzur içinde yaşamasını sağlayacağız, her evde tencerenin kaynamasını sağlayacağız. İşsizlik belasını bu topraklarda bitireceğiz. Bunları yapacağız.

Yine vicdanım el vermedi dedim ki: Ülke bu kadar derin bir buhran içindeyse, o zaman buradan nasıl çıkılacağını benim anlatmam lazım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak benim böyle bir tarihi sorumluluğum var. Benim bunu anlatmam lazım, vatandaşın da dinlemesi lazım. Sadece eleştiri değil, bu derin buhrandan kısa sürede nasıl çıkarız? Geçen hafta hatırlarsanız buhrandan çıkış demiştim ama şimdi kısa sürede bu felaketi nasıl atlatırız? Dokuz madde halinde bilginize sunacağım değerli arkadaşlarım.

Öncelikle, yaşanan sorun bir güven sorunudur. İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok. Zaten iktidar dediğimiz bir kişi. Tümüyle güven iflas etmiş vaziyette. Bir söylediği, öbürünü tutmuyor. Öncelikle güvenin inşa edilmesi lazım. Güvenin inşa edilmesi için ne yapılması lazım?

1) Kesinlikle, kesinlikle Erdoğan’ın “ben ciddi bir israfa son paketini açıklayacağım” deyip, milletin önüne çıkması lazım. İsrafa son paketi… Diyecek ki: “13 uçağım var, 2’sini tuttum, diğerlerini satıyorum. Araba saltanatına kesinlikle son veriyorum. Kanal İstanbul gibi ucube, ne olduğu belli olmayan, kaynakların birilerine peşkeş çekildiği projeleri yapmayacağım.”

Değerli arkadaşlarım; zorunlu olmadıkça temsil törenleri, falan filan bunlar da olmayacak. Vatandaşa tasarruf derken, önce kendisinin tasarruf yaparak güveni sağlaması lazım. İsrafa son programı açıklaması lazım.

2) Kamu mali yönetimi ve bütçe birliğini sağlaması lazım. Bunu söyleyecek, taahhüt edecek. Milletin önüne çıkacak, diyecek ki: “İsrafa son; şunu, şunu, şunu, yapacağım, bitireceğim.” Bütçe disiplini sağlayacağım, mali disiplini sağlayacağım. Devletin nerelerde parası var, ben bilmiyorum. Tamamını bütçeye getireceğim. Vatandaş da bilecek, ben de bileceğim, 600 milletvekili de bilecek paraların nerede olduğunu. Bunu yapacak, bütçe disiplini sağlayacak. Bütçe dışı fonların tamamını, bütçe içine alacağım, güçlü bir bütçe olacak, diyecek. Güven sağlamak istiyorsanız, bunu yapacaksınız.

3) “Bağımsız kurumlara asla siyasi müdahalede bulunmayacağım” diye açık ve net açıklama yapması lazım. Bağımsız kurumlara siyasi müdahale yapmayacağım. Bunun için önce Merkez Bankası Başkanını ve Para Politikası Kurulu’nu hemen görevden alınması lazım. Bir daha ifade edeyim: Merkez Bankası Başkanı ve Para Politikası Kurulu’nun görevden alınması lazım. Oraya mümkünse Merkez Bankası’nın içinden, hem içerde, hem dışarda saygınlığı olan bir kişiyi getirip, Merkez Bankası Başkanı yapması lazım ve bütün dünyaya mesaj vermesi lazım. “Ben, Merkez Bankası’nın içinden sizin de bildiğiniz, Türkiye’nin de bildiği, dünyadaki bütün ekonomi çevrelerinin de bildiği saygın bir insanı getirdim, Merkez Bankası Başkanı yaptım.”

Para Politikası Kurulunu o belirleyecek. Bir kişi hariç, onu hükümet belirliyor. Dolayısıyla yeni bir anlayışı, güven anlayışını ihya ediyorum diyecek. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu; buradaki siyasileri de geri çekecek. Oralar arpalık değil, siyasilerin arpalığı değil. Devlet liyakatle yönetilecekse, layık olan kişileri getireceksiniz. Eğer Merkez Bankası, BDDK, Kamu İhale Kurumu… Buraları arpalığa döndürdüyseniz ne millet size güvenir, ne dışarıdan kimse gelir. Kimse güvenmez. Dışarıdan gelenler, vurgun vurmak için Türkiye’ye geliyorlar. Mali açıdan en büyük vurgunu Türkiye’de elde ediyorsun. Merkez Bankası Başkanı 5 yıl süreyle görevde kalacak. “Kanun getireceğim, kimse ona müdahale etmeyecek; o, fiyat istikrarından sorumlu olacak ve gereğini yapacağım. Ben onun araçlarına siyasi müdahalede bulunmayacağım” diyecek. Bunu açıklayacak, dünyaya açıklayacak.

4) Bir Ekonomik ve Sosyal Konseyimiz vardı, Rahmetli Ecevit kararnameyle kurmuştu. Hemen, derhal Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayacaksın kardeşim. Memlekette buhran var. Sanayici şikayetçi, esnaf şikayetçi, çiftçi şikayetçi, emekli şikayetçi, işçi şikayetçi. Şikayet etmeyen kimse yok. Topla kardeşim, şikayet edenleri topla, sen de bakanları karşısına diz, memleketin sorunlarını anlatsınlar, oturun çözümü beraber üretin. Akıl akıldan üstündür. Bunu yapman lazım. Defalarca söylüyorum, bunları yapmazsanız, dünyaya güven vermezseniz, bizim sanayiciye güven vermezseniz, kimse gelip Türkiye’de yatırım yapmaz. Bizim işadamı da zaten yatırım yapmıyor. “Efendim benim 5’li çetem var.” Senin 5’li çeten de Türkiye’deki vurgunu yaptıktan sonra paralarını Londra bankalarına yatırıyor. Beyefendi’nin haberi yok mu? Hepsinden haberi var, hepsini biliyor. O kadar biliyor ki, kimin yurtdışı bankalarında ne kadar parası var, hepsini biliyor.

Değerli arkadaşlarım; bakın şimdi son 5 yılda 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişti. Birinci başkanı, “niye faizi indirmeden” diye görevden aldılar. Dönem değişti, ikinci başkanını getirdiler. Onu da “niye faizi artırmadın” diye görevden aldılar. Üçüncü başkanı da “sen niye bu kadar faiz artırdın” diye görevden aldılar. Dördüncü başkanı “faizi indireceksin” diye getiriyorlar. Devlet böyle mi yönetilir? Allah akıl fikir versin bunlara. Devleti perişan ettiler, ekonomiyi perişan ettiler.

Değerli arkadaşlarım; yeni gelen Merkez Bankası Başkanı 128 milyar doların kimlere satıldığının araştırmasını yapacak ve kamuoyunu bilgilendirecek. Rivayet olunur ki, görevden alınan Merkez Bankası Başkanı: “Bu 128 milyar doları kimlere peşkeş çektiniz?” diye soru sormuş. Sen misin bunu soran? Görevden alınmış. Fakirin, fukaranın hakkını kim savunacak? Beşikteki yetimin hakkını kim savunacak?

5) Döviz garantili işler var değerli arkadaşlar. Pandemi dönemi yaşıyoruz. Herkese diyoruz ki, “bu pandemi döneminde sorunlar var, ciddi sıkıntılar var, dolayısıyla her birimiz biraz fedakarlığa katlanacağız”. Güzel… İşçisi katlanıyor, memuru katlanıyor, esnafı katlanıyor, sanayicisi katlanıyor. Peki, kardeşim bu dövizle ihale alanlar neden fedakarlık yapmıyor? Güven vermek istiyorsan, millete güven vermek istiyorsan, çıkıp milletin önüne diyeceksin ki: “Esnaf kardeşim fedakarlık yaptı, çiftçi kardeşim fedakarlık yaptı, emekçi kardeşim fedakarlık yaptı, memur kardeşim fedakarlık yaptı, sanayici kardeşim fedakarlık yaptı ama asıl fedakarlık yapması gerekenler, sizden kat be kat çok daha fazla kazanan kamu özel işbirliği veya yap-işlet-devret dolayısıyla döviz bazında gelir elde edenlerdir. Şimdi onlar da fedakarlık yapacaklar. Hakkaniyet ölçüsünde bunların bütün taahhütlerini Türk lirasına çevireceğiz.” Mücbir sebep, Türk lirasına çevireceksin.

Ve millete şunu söyleyeceksin: “Bak kardeşim en büyük fedakarlığı ben bunlardan istedim. Yıllardır biz bunlara bakıyoruz, yıllardır dünyanın parasını ödedik. Şimdi bunlar da fedakarlık yapıyorlar. Dövizden vazgeçtiler, Türk lirasıyla anlaşmalarımızı yaptık.”

Değerli arkadaşlarım; bırakın bunları fedakarlık yapmayı, bunların kira borçlarını sildiler. Devlete ödemeleri gereken kiralarını sildiler. Açıklama yaptı Erdoğan: “Efendim basit usule tabi 850 bin esnafımız, gelir vergisinden muaf olacak.” Esnafımıza da “hayırlı olsun” dedi. Biz de baktık. Gelir İdaresi Başkanlığının kayıtlarına göre basit usule tabi esnaf 808 bin 490 kişi. Bunların ödediği vergi de toplam 228 milyon lira. Yıllık ortalama 281 lira 97 kuruş vergi vermişler, böldüğümüz zaman; aylık 23 lira 49 kuruş. Vergiden muaf olsun mu? Olsun. Hiçbir itirazım yok. Hatta vergiden muaf olsun, zor durumdaysa Devlet, ayrıca sosyal devlet olarak destek versin. Ama ben 803 bin esnafımıza şunu söylemek isterim: Sana ayda 23 lira 49 kuruş bir avantaj sağladılar. İstanbul Havaalanını yapan 4 kişiye kaç lira sağladılar? Bunların 18 milyar liralık kiralarını sildiler. Öbürü, 23 lira 49 kuruş. Esnaf kardeşimin unutmaması lazım. Ben neden ısrar ediyorum? Bunlar da fedakarlık yapsın, asıl fedakarlığı bunların yapması lazım. Ödemesi gereken parayı ödemiyor, kirayı ödemiyor. Kirayı siliyorsunuz, büyük avantaj sağlıyorsunuz. Esnaf çıkıp masasını, sandalyesini yakıyor Konya’da “geçiniyorum” diye. Oraya gelince sesiniz yok, polisleri gönderiyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım; şöyle bir hesap yapmış arkadaşlarımız: İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirası alınsaydı ne olurdu? Yani devlet ne yapabilirdi? 1 milyon 240 bin esnafa verilen yardım, yaklaşık 2,5 kat artabilirdi. Yaklaşık 263 bin asgari ücretlinin bir yıllık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 3 milyon 678 bin SSK emeklisinin bir aylık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 5 milyon 355 bin BAĞ-KUR emeklisinin bir aylık maaşı demektir. Bu kadar büyük bir para değerli arkadaşlarım. Bunun sağlanması lazım ve bunların da dediğim gibi her halükarda fedakarlıkta bulunmaları lazım.

6) Tahsili gecikmiş alacaklar var. Devlete ödemesi gereken parayı ödemiyor. Döviz bazında veya Türk Lirası bazında dünyanın kredisini çekmiş. Bunlar para babaları, bunların fabrikaları var, bunların gazeteleri var. Dünyanın parasını çekmişler kamu bankalarından; zamanı geliyor, öde! “Ödemem” diyor. Niçin? Koşa koşa gidiyorlar Erdoğan’a: “Ya bu banka bizi sıkıştırıyor. Yeniden borçları yapılandıralım” diye yeniden erteliyorlar. Çek mağdurları? Ödemezseniz doğru hapse diyorlar. Peki bunlara, diyorlar mı “Parayı niye ödemiyorsunuz Ödemezseniz hapse…” Diyemiyorlar, söyleyemiyorlar.

7 ) Ve salgının en çok etkilediği kesimler için bir toplumsal dayanışma programını açıklamak zorundadır Erdoğan. Bakın değerli arkadaşlar, bu tasarruflar yapıldıktan sonra, söylediğim israf önlendikten sonra, o bazı varlıklıların devlet bankalarından aldıkları krediler geri ödendikten sonra, yap-işlet-devret, kamu-özel işbirliği dolayısıyla olan döviz yükümlülükleri Türk lirasına dönüşüp oradan da devlet ciddi bir tasarruf elde ettikten sonra, elde edilen tasarruflar mutlaka ve mutlaka üretim ve istihdam yaratacak toplumsal alanlara aktarılmalıdır. Bir toplumsal dayanışmayı sağlamak zorundayız. Bunu sağladığımız zaman, istihdama da büyük ölçüde katkı olacaktır ve esnafımız da rahatlayacaktır, üretici de rahatlayacaktır, çiftçi de rahatlayacaktır.

8) Kısa vadeli istihdam olanağının mutlaka sağlanması lazım. Atama bekleyen öğretmenler var. Sayıştay’a göre 138 bin öğretmen açığı var, atanması lazım. Sağlık kadrolarında boşluk var, sağlık kadrolarının atanması lazım. Engelli kadroları boş, engelli kadrolarının atanması lazım. Güvenlik kadroları boş, güvenlik kadrolarının atanması lazım. Bunları atadığınız zaman, en azından 300-400 bin kişi kamuda görev alacak. En azından, “ya evet, galiba bir gelişme var, bir şeyler var, bir şeyler olacak” algısı oluşacaktır. Erdoğan’ın izlediği politikadaysa, işi olanlar işinden oldu, çalışanlar işinden oldu. Son iki yılda işi olup da işinden olan 1 milyon 926 bin kişi var.

9) Bu İhvan politikasından vazgeçecek. Şimdi ağır ağır adımlar atıyor, inşallah devam eder ve yurtta barış, dünyada barış eksenli bir dış politikayı oturtmak zorunda. Bu yanlış politika, Türkiye’ye büyük maliyetler yükledi. Bunları aşmak zorundayız.

Efendim her toplantının sonunda biraz da gülelim diyorum, yine gülelim, size bir şeyler anlatayım: Erdoğan bundan bir süre önce, bu Covid-19’da yaşanan aksaklıklardan sorumlu ben değilim, başkalarıdır demek için “Ben tıp mensubu değilim, benim alanım ekonomi” diyor. “Ben ekonomistim” diyor. Ekonominin geldiği yer malum. İyi ki yani Allah yüzümüze bakmış da doktor değil, doktor olsa memlekette yaşayacak kişi kalmayacak.

Paylaşın

Öztrak’tan Dolar/TL yorumu: Beceriksizliğin müellifi Erdoğan Şahsım Hükümetidir

Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınması sonrası Dolar/TL kurunda yaşanan dalgalanmaya ilişkin açıklamada bulunan CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Bu görülmemiş beceriksizliğin müellifi Erdoğan Şahsım Hükümetidir.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınması sonrası Dolar/TL kurunda yaşanan dalgalanmaya ilişkin açıklamada bulundu.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, şu ifadeleri kullandı:

“Faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çekip, TL’nin yüzde 10’nun üzerinde değer yitirmesine sebep olmak. Hem daha yüksek faiz, Hem daha değersiz TL ile milleti ezmek. Bu görülmemiş beceriksizliğin müellifi Erdoğan Şahsım Hükümetidir.”

Paylaşın

CHP lideri Kılıçdaroğlu’ndan ‘erken seçim’ çağrısı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Ülke olarak tek kişiye neyin teslim edildiğini konuşuyor olmalıyız. Cumhurbaşkanı’nın bakanlarıyla birlikte ülkeyi yönetemediği çok aşikâr. Türkiye’yi bir an önce erken seçime götürmesi gerekiyor.” dedi.

Haber Merkezi / MYK’de, ‘Cumhurbaşkanı’nın bir kararnameye dayanarak uluslararası bir sözleşmeyi feshetmesi, yasal ve hukuki olmayan bir süreci başlatmıştır’ görüşünde birleşilirken, Cumhurbaşkanlığı kararının iptali için ‘idari karar’ olduğu gerekçesiyle Danıştay’a gidecek.

Cumhuriyet gazetesinden Erdem Sevgi’nin aktardığı habere göre; CHP Merkez Yönetim Kurulu ve Parti Meclisi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında basına kapalı olarak toplandı.

CHP, Cumhurbaşkanlığı kararının iptali için ‘idari karar’ olduğu gerekçesiyle Danıştay’a gidecek. İhtiyaç duyulan ‘taraf olma’ şartı ise partinin kadın kolları ve Türkiye’deki tüm kadın sivil toplum örgütleri ile birlikte sağlanacak.

MYK’ye bilgi veren hukukçu kurmaylar da toplantıda, yayımlanan kararın ‘Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir’ ifadesinin yer aldığı anayasanın 90/5. maddesine aykırı olduğunu anlattı. İdari hukuktaki ‘usulde paralellik’ ilkesine göre, ‘yasalar Cumhurbaşkanlığı kararı ile değiştirilemiyor’.

CHP’nin hukukçu MYK üyeleri de Erdoğan’ın kararında sözleşmeyle ilgili aldığı kararı dayandırdığı, 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin üçüncü maddesinde yer alan ifadenin de anayasaya aykırı olduğu yönünde görüş bildirdi.

Buna göre, MYK’de, ‘Cumhurbaşkanı’nın bir kararnameye dayanarak uluslararası bir sözleşmeyi feshetmesi, yasal ve hukuki olmayan bir süreci başlatmıştır’ görüşünde birleşildi.

Karar yok hükmünde

CHP liderinin ayrıca şu ifadeleri kullandığı bildirildi:

“Bundan sonra Türkiye’de şiddete maruz kalan, istismara uğrayan ve öldürülen tüm kadın ve çocukların birinci derecede sorumlusu Erdoğan’dır. Millet iradesini yok saymıştır, anayasa ve kanunlara aykırı davranmıştır. Bu kararı yok hükmündedir.

Cumhurbaşkanlığı bu yetkide ısrar ederse, örneğin Lozan Antlaşması’nı da iptal edebilir. Ülke olarak tek kişiye neyin teslim edildiğini konuşuyor olmalıyız. Cumhurbaşkanı’nın bakanlarıyla birlikte ülkeyi yönetemediği çok aşikâr. Türkiye’yi bir an önce erken seçime götürmesi gerekiyor.”

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’dan ‘İstanbul Sözleşmesi’ tepkisi: Geri gelecek

Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasına sosyal medya hesabı üzerinden tepki gösteren CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bir devlet gece yarısı kararnameleri ile yönetilemez. Bir gece yarısı kararnamesi ile 42 milyon kadının hakkı, hukuku, onların ellerinden alınamaz” dedi.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasını değerlendirdi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, açıklamasında “İktidardaki zorbaya kadınlar dersini verecek. İstanbul sözleşmesi geri gelecek” dedi.

Bir devletin gece yarısı kararnameleri ile yönetilemeyeceğini belirten Kılıçdaroğlu, “Bir gece yarısı kararnamesi ile 42 milyon kadının hakkı, hukuku, onların ellerinden alınamaz.” görüşünü aktardı. Videosunu izleyen bütün kadınlara seslendiğini dile getiren Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:

“Haklarınıza, hukukunuza sahip çıkınız. Sizin hayatınızı cehenneme döndürenlerin kimler olduğunu iyi öğreniniz. Çocuklarınızın, kız çocuklarınızın hakkına, hukukuna sahip çıkınız. Ben söz veriyorum, her zaman, her yerde, her ortamda bütün kadınların hakkına, hukukuna sahip çıkacağım. Adalet neredeyse orayı arayacağım. Adaletten yana olacağım. Sizden yana olacağım. Sizin hakkınızdan, hukukunuzdan yana olacağım. Sizin hakkınızı, hukukunuzu her yerde, her platformda sonuna kadar savunacağım, söz veriyorum.”

Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararda şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

İstanbul Sözleşmesi

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan uluslararası insan hakları sözleşmesidir.

Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukukî olarak bağlar. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.

Paylaşın

CHP’li Öztrak, Naci Ağbal’ın görevden alınmasını yorumladı

Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’ndan alınarak yerine Şahap Kavcıoğlu’nun atanmasını yorumlayan CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Naciyi alıp Şahap’ı getirmek fayda etmez. Önce kaybolan 128 milyar$’ın hesabını vereceksiniz.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Sözcüsü Faik Öztrak, sosyal medya hesabı üzerinden bir paylaşımla Naci Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’ndan alınarak yerine Şahap Kavcıoğlu’nun atanmasını değerlendirdi.

Paylaşımında “Naciyi alıp Şahap’ı getirmek fayda etmez. Önce kaybolan 128 milyar$’ın hesabını vereceksiniz.” ifadelerini kullanan CHP’li Öztrak’ın açıklaması şöyle;

“Tek adam vesayet rejiminden önce 17 yılda 5 Merkez Bankası Başkanı değiştiren AK Parti, 2018’de kurulan Erdoğan’ın şahsım hükümeti döneminde 3 yılda 3 Merkez Bankası Başkanı değiştirdi. Naciyi alıp Şahap’ı getirmek fayda etmez. Önce kaybolan 128 milyar$’ın hesabını vereceksiniz.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4.5 ay önce atadığı Naci Ağbal’ı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Başkanlığı görevinden almış, yerine eski milletvekili Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nu atamıştı.

Paylaşın

CHP’li Çeviköz’den Gergerlioğlu’na dayanışma ziyareti

CHP İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, TBMM Genel Kurulu’nda milletvekilliğinin düşürülmesi sonrası Meclis’i terk etmeyip HDP toplantı odasında kalan HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu ziyarette bulundu. Gergerlioğlu’na dayanışma dileklerini ileten Çeviköz, ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ ifadesini kullandı.

Haber Merkezi / CHP İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu ziyarette bulundu. Konuya ilişkin sosyal medya hesabından bir açıklama yapan HDP, açıklamasında, şu ifadelere yer verdi:

“CHP İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, Meclis’teki Adalet Nöbetimizi ziyaret etti. Milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu’na dayanışma dileklerini ileten Çeviköz, ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ ifadesini kullandı.”

Hakkındaki kesinleşmiş yargı kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda okunmasıyla HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği sona ermişti.

Gergerlioğlu hakkında milletvekili seçilmeden önce yaptığı sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek verilen 2 yıl 6 ay hapis cezası kararı, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından onanmış ve dosya Meclis’e gönderilmişti.

 

Paylaşın

CHP’li Özkoç: Andımızı kaldıran saray iktidarıdır

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, Andımızın kaldırılmasıyla ilgili yargı kararına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Andımızı kaldıran saray iktidarıdır. Şimdi mahkemelerin, kendi yönettikleri mahkemelerin ardına sığınarak, “Hayır biz yapmadık, mahkemeler böyle karar alıyor” deyip de kendilerini sıyırmaya çalışan da saray iktidarı ve onların destekçisi MHP ve mafyadır” dedi.

Haber Merkezi / CHP Grup Başkanvekili ve Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı gerçekleştirdi. Özkoç , basın toplantısında, saray iktidarında, bir avuç insan zenginleşirken, halkın yoksulluk ve borç batağına saplandığını belirterek, “Bir yanda milyonerler artıyor, bir yanda intiharlar” dedi.

CHP’li Özkoç, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, hakkındaki yargı kararı okutularak vekilliğinin düşürülmesiyle ilgili, “Hangi siyasi partiye mensup olursa olsun, hiçbir milletvekilinin, süresi dolmadan vekilliğinin düşürülmesi doğru değildir” ifadelerini kullandı.

Özkoç, TBMM’de düzenlediği basın açıklamasında şunları söyledi:

“Erdoğan dün yaptığı açıklamada, Doğu Akdeniz’deki kargaşa ile ilgili bir tabir kullandı. Dedi ki, “kimin eli kimin cebinde belli değil”. Doğu Akdeniz’de kimin eli kimin cebindedir bilmiyorum ama Türkiye’de kimin eli kimin cebinde biliyorum. Erdoğan’ın eli, milletin cebindedir. Sarayın eli, milletin cebindedir. Türkiye, bir yanda yoksullukla uğraşırken, öbür yanda çaresizce intihar eden insanların haberleri çalkalanırken; son bir yıl içerisinde binlerce insan işsiz kalıp, işsizlik sayısı 11 milyonu aşmışken; vatandaşın borcu 244 milyar, esnafın borcu 233 milyar, çiftçinin borcu 21 milyarı artmışken; ülkenin öbür yanında bir avuç insan servetine servet katmaya devam ediyor.

Bir yıl içinde Türkiye’deki milyoner sayısı tam 82 bin 837 kişi arttı. Bir yanda yoksulluktan, çaresizlikten artan intiharlar, öbür yanda yükselen milyoner sayısı, vicdanları sızlatmaktadır. Saray iktidarı, tam da işte budur. Pandemi sürecinde Türkiye, dünyada halkın en az doğrudan destek verilen ülkelerden biridir. Milli gelirin yüzde 1,1’i kadar halka doğrudan destek yapıldı. Bu oranla Türkiye, gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin, geri kalmış ülkelerin tamamının ortalamasının altında kaldı. Ak Parti iktidarı, pandemide acaba ne yaptı gerçekten? Halkın borcunu erteledi, borç katlandı. Bankalardan kredi kanallarını açtı. Ne oldu? Borç katlandı.

Artık Türkiye’de vadesi gelen borç, can alıyor, intiharlara neden oluyor. Çare diye önümüze yeni bir ekonomik reform paketi konuldu. Artık insanlar bu reform paketlerine hiç inanmıyorlar. Kaçıncı reform paketi? Bu reform paketleri gerçekten esnafa, işçiye, iş insanına, Türkiye’ye çare oluyor mu? Kesinlikle çare olmuyor. Fabrikalar, tersaneler, kamu arazileri Türkiye’de tek tek satıldı. Türkiye’nin ne zenginliği varsa elden çıkartıldı. Yedek akçeye kadar Türkiye’nin birikimleri yok edildi. Merkez Bankası’nın döviz rezervi ortada yok. Biz 128 milyar doları sorduk. İlk önce inkar ettiler, sonra sıkıştılar. Dövizlerin eridiğini, sattıklarını ifade ettiler.

Biz de tam bu noktada milletimize soruyoruz: Merkez Bankası gibi Türkiye’nin ekonomiyle ilgili can damarı olan Merkez Bankası, 128 milyar doların büyük bir kısmını eğer döviz alarak satışa çıkarttıysa, bunu önceden bildirdi mi kamuoyuna ve ihale yaptı mı? Soruyoruz, cevap alamıyoruz. Tam 128 milyar dolar, halkın parası, yandaşların, faiz lobilerinin cebine gitti. Bu para bizim milli gelirimizin beşte 1’i demektir. 10’dan fazla Türk Telekom demektir, 16 TÜPRAŞ demektir, 32 PETKİM, 21 ERDEMİR demektir. Yüzbinlerce insanımıza iş demektir, aş demektir, ekmek demektir. 83 milyonuz, bu para en basit hesapla Türkiye’deki büyük-küçük her bir vatandaşa, 11 bin 500 lira yardım demektir. İşte tam da söylediğimiz bu. “Para yok” diyorlar ya, para var, kimin için var? Yandaşlar için var. Faiz lobileri için var. O yüzden tekrar soruyoruz: Millete vermediğiniz 128 milyar doların, halkın cebinden çaldığınız, kasasından çaldığınız 128 milyar doların hesabını verecek misiniz, vermeyecek misiniz? Bugün vermezseniz, er geç vereceksiniz. “

“Halkın yastığının altındaki altınlar bitti”

Engin Özkoç, kuyumcuların teminat olarak kamu bankalarına 500 gram altın teminat yatırmaları yönündeki düzenleme çalışmasına işaret ederek, “Halkın yastığının altındaki altınlar bitti, şimdi kuyumculardaki altınlara göz koydular” dedi

Özkoç, “Hiç utanmadan, dünyada skandal olabilecek bir şeyin altına imza atıyorlar. Diyorlar ki, kuyumculardan 500 gram altın, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na yatırılacaktır. Ne için? Merkez Bankası rezervlerini bitirdiğiniz için. 128 milyar doları yandaşlara ve faiz lobilerine sattığınız için. Yedek akçeyi tükettiğiniz için. İşsizlik fonundaki parayı kullandığınızı için. Şimdi ne oldu şimdi? Şimdi, insanların helal kazanç ile elde ettikleri paralara göz koydunuz. Bugün bunu yapan, yarın bankadaki mevduatlara da göz koyar. Devlet bu noktaya gelmiştir” diye konuştu.

Ülkede her sektörün zor durumda olduğunu belirten Özkoç, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP milletvekillerinin yurdun dört bir yanını dolaştığını, halka bir araya geldiğini söyledi.

Bugün bir grup milletvekilinin de Şırnak, Hakkari, Mardin ve Urfa’da temaslarda bulunduğunu dile getiren Özkoç, “Ben de sokaklardayım, Sakarya’dayım. Bölgemde yaptığımız çalışmalarda, yük taşımacılığı yapan yani TIR şoförlüğü yapan, kamyonculukla uğraşan insanların da feryat seslerini işittik. Onlar diyorlar ki, ‘Avrupa uyum yasaları konusunda alınan kararlara saygı duyuyoruz. Evet 9 saat çalışalım, çift şoför kullanalım; peki nasıl para kazanacağız’ diyorlar. Sadece sorun dinlemiyor, sorunu konuşmuyoruz. Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla çözüm için taban fiyat uygulanması, akaryakıtta indirimli ÖTV, köprü geçişlerinde belirli saat aralıklarında indirim gibi önlemleri içeren bir düzenleme üzerinde çalışıyoruz” dedi.

CHP’li Özkoç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün dile getirdiği “Tersine beyin göçünü destekliyoruz, ülkemizin sunduğu fırsatlardan istifade etmeye davet ediyoruz” şeklindeki sözlerine işaret ederek, “Allah aşkına soruyorum; saray iktidarı bilim insanlarına ne fırsat sundu? Üniversite rektörlüklerine, AKP eski milletvekilleri atanmadı mı? Öğrencilerin başını eğmeye çalışan, damgalamaya çalışan bu iktidar değil mi? Ne Akademi’ye, ne ülkeye özgürlük getirmeyen bu iktidar değil mi?” şeklinde konuştu.

Üniversite öğrencilerinin yüzde 80’inin yurt dışına gitmek istediğini belirterek, halkın yüzde 65’inin ifade özgürlüğünün bulunmadığına inandığını ve böyle bir Türkiye’de bilim insanlarına sunulacak “fırsat” olamayacağını vurgulayan Özkoç, özetle şunları söyledi:

“Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çocuklarımıza kampanya yaptı. Artık ülkemizde dinlenemediğimi ve istenmediğini hissediyorum. Ülkem adına çok üzgünüm” dediler. Bugün ise duruşmaları var. Arkadaşlarımız, il başkanlarımız, milletvekillerimiz, Grup Başkanvekilimiz Özgür Özel orada. Haksız uygulamalar karşısında açılan bütün mahkemelerde, patlamalarla insanlarımızın yok edildiği süren davalarda, tren kazalarında mağdur edilen insanlarımızın her davasında Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri var. Onlar, halkımızın sesi olmaya devam ediyorlar.”

“İmamoğlu’na uydurma gerekçelerle bir ceza verdiler”

Belediye Başkanlarının yetkilerini tırpanlayan Danıştay kararına da değinen Özkoç, şöyle konuştu:

“Milyonlarca insanın oyunu almış, AKP’li adaylara fark atarak seçimi kazanmış belediye başkanlarımızın elinin kolunun bağlanmasına devam ediyorlar. Önce, belediyelere yapılan yardımlara el koydular. Sonra, vatandaşa yapılan yardımları engellemeye çalıştılar. Daha sonra da belediye meclislerine takoz koydular. Erdoğan, ‘belediye meclislerindeki çoğunluk bizde, hadi bakalım bütçe yapsınlar, hadi bakalım çalışsınlar’ diye tehdit etmişti. Yani Erdoğan diyor ki: “Belediyeler AKP’li olmazsa, ben millete hizmet verdirmem” diyor. Tehdit ettiği Türkiye insanı, tehdit ettiği bizim insanlarımız ve Türkiye’nin geleceğidir.

Bugün de Ordu’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu’na uydurma gerekçelerle bir ceza verdiler. Bu hukuksuz cezayı, millet iradesine saldırı olarak nitelendiriyoruz. Yol geçen yerine dönen VIP kapısından, herkes gelip geçiyor. Ama söz konusu olan İstanbul Büyükşehir’e aday olan belediye başkanımız olunca kıyametler kopuyor. Devletin ve milletin valiliğinden vazgeçenler, iktidarın ve sarayın valisi olarak jandarmalık yapıyorlar ve orada “Hayır, sen bu kapıdan geçemezsin” diye ona engel oluyorlar. Sonra da ceza veriyorlar. Ceza verdiğiniz kişi, bir kere seçimi kazanıp o seçimden sonra “bu seçim kazanılmış bir seçim değildir” diyerek, oy fazlasına rağmen ikinci bir seçime gittiğiniz, bu sefer de 16 milyon oyun çok daha fazlasında, o oyların içerisindeki en fazla oyu alarak tekrar büyükşehir belediyesine başkan olan Ekrem İmamoğlu dur. Siz onları engellemeye devam edin. Onlar milletimiz için, insanlarımız için hizmet etmeye devam edecekler.”

“ANDIMIZI KALDIRAN SARAY İKTİDARIDIR”

Andımızın kaldırılmasıyla ilgili yargı kararına da değinen Özkoç, şu değerlendirmeyi yaptı: “Siyasetçilerin ikiyüzlü olmaması gerekir. Siyasetçiler, verdikleri sözlerin arkasında durması gerekir. Ama maalesef iktidar ve iktidarın ortağı cumhur-mafya ittifakı, verdiği sözlerin arkasında değil ama yüzleri de kızarmıyor. Neden mi? Söyleyeyim; Andımızı kaldıran saray iktidarıdır.

Şimdi mahkemelerin, kendi yönettikleri mahkemelerin ardına sığınarak, “Hayır biz yapmadık, mahkemeler böyle karar alıyor” deyip de kendilerini sıyırmaya çalışan da saray iktidarı ve onların destekçisi MHP ve mafyadır. Şimdi ben buradan milletimize soruyorum: Gerçekten inanıyor musunuz? Bir barış süreci komedisi esnasında, PKK terör örgütüyle, yani Abdullah Öcalan da masaya oturmuş, yani Kandil’de Karayılan’la masaya oturmuş, devletin görevlilerini buraya göndererek Öcalan’dan ve Karayılan’dan talimat alan bu iktidar; kendileri andımızı kaldırarak, Türkiye’de bir ilke imza atan bu iktidar, “Bunun sorumlusu biz değiliz” demeye çalışıyor. Siz sadece bunu yapmadınız. Siz, tabelalardan TC’yi de kaldırmaya çalıştınız.

Siz, madalyalardan Atatürk resmini de kaldırıyorsunuz. Aslında sizin içinizden gelen şey belli, cumhuriyeti yok etmeye çalışıyorsunuz. Biz buna asla izin vermeyeceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve silah arkadaşlarının canı ve kanı pahasına kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Çanakkale Savaşı’nda Türkiye’de destan yazan insanlarımızın kanıyla sulanmış bu topraklarda cumhuriyeti, özgürlüğü, demokrasiyi, laik parlamenter sistemi sonuna kadar savunmaya devam edeceğiz.”

“Türkiye layık olduğu yönetime er ya da geç kavuşacak”

CHP Grup Başkanvekili Özkoç, basın toplantısının sonunda basın mensuplarının sorularını şöyle yanıtladı. HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında yargı kararı okutularak milletvekilliğinin düşürülecek olmasına ilişkin soru üzerine Özkoç, şu karşılığı verdi:

“Hangi siyasi partiye mensup olursa olsun, hiçbir milletvekilinin, milletvekilliği süresi bitmedikten sonra milletvekilliğinin düşürülmesi doğru değildir.

Bunun örneğini Enis Berberoğlu’nda gördük. Enis Berberoğlu ile hukuk dışı bir yol izlenerek, Meclis Başkanı’nın da alet olduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekilliğinin düşürülmesi için alınan karar okutularak milletvekilliği düşürüldü. Şimdi Enis Berberoğlu nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde. İnsanları mahkemeler kurarak, FETÖ terör örgütünün yollarını ve yöntemlerini deneyen; FETÖ terör örgütüyle kol kola girip de Haberal’ları Tuncay Özkan’ları, Soysal’ları, subaylarımızı, genelkurmay başkanımızı, akademisyenleri, yazar-çizerlerimizi cezaevlerinde tutanlar, yaptıklarından vazgeçmiyorlar. Onlar, genelkurmay başkanımızın yerine Fethullahçı Terör Örgütüne mensup subay ve generalleri getirerek bir darbeye neden oldular. Şimdi de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda milletvekillerine sopa gösteriyorlar. Yargıyı teslim almışlar. Teslim aldıkları yargıyla, milletvekillerinin vekilliklerini düşürüyorlar. Belediye başkanlarının, belediye başkanlıklarını düşürüp kayyum atıyorlar. Derneklerin yönetim kurullarına varıncaya kadar, bir tek kişi dahi suça karışırsa dernekleri kapatmaya çalışıyorlar. Halkı susturmaya çalışıyorlar.

Neden mi? Çünkü Türkiye’yi yönetemiyorlar. Neden mi? Türkiye açlıkla karşı karşıya. Neden mi? Pandemi sürecini doğru yönetemedikleri için insanlarımız, sağlıkçılarımız ölüyor. Neden mi? Yedek akçeye varıncaya kadar her şeyi sıfırladıkları için, şu anda Türkiye açlık ve yoksullukla karşı karşıya.

Peki, milletin sesi kim? Milletin sesi, vekiller. Onun için ne yapıyorlar? Onları da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden yok etmeye çalışıyorlar.

Diyorlar ki “Gerekirse parti kapatırız. Sonra muhalefeti değiştiririz. Biz muhalefete de provokasyon yaparız, çeşitli oyunlar yaparız, onları terörle ilişkiliymiş gibi gösteririz, böyle bir algı yaratmaya çalışırız ve muhalefeti de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden yok eder, yandaş muhalefet anlayışı dizayn ederiz” diyorlar. Ama buradan sözümüz söz, Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet İttifakının milletvekilleri olarak, asla vazgeçmeyeceğiz. Ülkemiz laik, demokratik, özgür parlamenter sisteme kavuşuncaya kadar; Türkiye de liyakat sistemi gelinceye kadar; milletin sesi olan milletvekillerimizin sesinin kısılmayacağı güne kadar; insanlarımızın özgürce, huzur içinde bir ülkede yaşadığı güne kadar; bilim insanlarımızın, öğrencilerimizin, işçilerimizin, nakliyecilerin, Türkiye’de çalışan herkesin, iş insanlarının mutlu, huzurlu bir ülkede üretim yaptığı güne kadar; hep birlikte direneceğiz ve sonunda kötüler kaybedecek, biz kazanacağız. Zalimler kaybedecek, iyiler kazanacak ve göreceksiniz ki, Türkiye layık olduğu yönetime er ya da geç kavuşacak.”

Paylaşın

CHP’li Özel’den Bakan Koca’ya ‘sağlık çalışanlarının özlük hakları’ soruları

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yanıtlaması istemiyle bir önerge veren CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, salgın sürecinde özveriyle sağlık çalışanlarının taleplerini gündeme getirdi. Özel, önergede, sağlık çalışanlarının özlük haklarında hiçbir iyileştirme yapılmadığına dikkat çekti.

Haber Merkezi / CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın yanıtlaması istemiyle verdiği önergede, sağlık çalışanlarının taleplerini gündeme getirdi

Kovid salgını sürecinde, özveriyle görev yapan binlerce sağlık çalışanı bu Kovid’e yakalandığını ve 385 sağlık çalışanın da hayatını kaybettiğine dikkat çeken Özel, “Türkiye, en fazla sağlık çalışanını Kovid’e kurban veren ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Sağlık çalışanlarımız, izin, istifa ve emeklilik yasağı ile canları pahasına görev yapmasına karşın, özlük haklarında hiçbir iyileştirme yapılmamış, ek ödemeler de emeklerini karşılamaktan çok uzak kalmıştır. ‘Sağlık çalışanlarımızın haklarını ödemeyiz’ şeklinde pek çok kez açıklama yapılmasına karşın, sağlık çalışanlarının taleplerinin yerine getirilmesi, haklarının bir kısmının bile ödenmesi konusunda hiçbir adım atılmamıştır” dedi.

CP’li Özel, Bakan Koca’ya şu soruları yöneltti:

  • 2018 ve 2019 yıllarında sağlık çalışanlarına yapılan ek ödemelerin toplam tutarı ne kadardır?
  • Mart 2020-Mart 2021 döneminde, sağlık çalışanların ödenen ek ödemenin bir yıllık toplam tutarı ne kadardır? Bu ödeme kaç sağlık çalışanına yapılmıştır? Bu dönemde ödenen en yüksek ve en düşük ek ödeme miktarı ne kadardır?
  • Salgın sürecinde, kaç sağlık çalışanı hastalığa yakalanmış, kaçı yaşamını yitirmiştir? Kovid nedeniyle çalışamaz duruma gelen sağlık çalışanı sayısı kaçtır?
  • Mart 2020-Mart 2021 döneminde kaç yeni sağlık çalışanı istihdam edilmiştir?
  • Kovid nedeniyle iş göremez hale gelen ya da yaşamını yitiren sağlık çalışanlarından kaçına; Kovid, meslek hastalığı kabul edilerek özlük hakları sağlanmış ve maaş bağlanmıştır? Başvurduğu halde; maaş bağlanmayan sağlık çalışanı sayısı kaçtır?
  • Sağlık çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilerek, biraz olsun haklarının ödenmesi yönünde bir girişimde bulunacak mısınız? Yoksa “Sağlık çalışanlarının hakkını ödeyemeyiz” demeye devam mı edeceksiniz?
Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu: Üreten ülke güçlüdür

Uşak’ta Kanaat Önderleri ve Muhtarlar Toplantısına katılan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, burada yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin her anlamda üretmesi lazım. Üniversite bilgi üretecek, tarlada, sokakta üreteceğiz. Lokantada, otelde hizmet üreteceğiz. Sanatçı sanat üretecek. Üreten ülke güçlüdür. ” dedi.

Haber Merkezi / Konuşmasının devamında siyasi iktidarların başarısının yarattıkları istihdamla ölçülebileceğini de aktaran CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “19 yılın sonunda siz 10 milyonu aşkın işsiz yaratmışsanız hangi başarıdan söz ediyorsunuz.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Uşak’ta Sivaslı Belediyesi’ni ziyaret etti. Ziyaretin ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu, Muharremşah Köyü’nde besiciler ve çiftçiler ile buluştu. Geçtiğimiz ay Uşak’ta, maddi sıkıntılar nedeniyle yaşamına son veren esnaf Reşat Keskin’in ailesine taziye ziyaretinde bulunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İsmetpaşa Caddesi üzerinde bulunan esnaf ile de bir araya geldi.

“Çok çalışmamız gerekiyor”

CHP lideri Kılıçdaroğlu esnaf ziyareti sonrası, Atatürk Kültür Merkezi’nde partiye yeni katılan üyelere CHP rozeti taktı. Daha sonra partililere seslenen Kılıçdaroğlu, CHP rozetinin sıradan bir rozet olmadığını ifade ederek, herkesin çok çalışması gerektiğini dile getirdi. Vatan, bayrak ve insanların huzuru için mücadele edeceklerini vurgulayan Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:

“Devraldığımız miras içinde hiç kimse kimliğinden ötürü, yaşam tarzından veya inancından ötürü ötekileştirilmemelidir. Herkese insan olarak saygı duymalıyız. Bu rozeti taktığımız andan itibaren kendimiz için değil ülkemiz, bayrağımız ve insanlarımız için çalışacağız. Bugün insanlarımız rahatsızsa, evlerine ekmek götüremiyorlarsa, binlerce çocuk yatağa aç giriyorsa, binlerce kadın çöplerden yiyecek topluyorlarsa bu 21. yüzyılın Türkiye’sinde kabul edebileceğimiz bir olay değildir. O nedenle bize düşen bir görev var.”

CHP lideri Kılıçdaroğlu Uşak programı kapsamında son olarak, Kanaat Önderleri ve Muhtarlar Toplantısına katıldı. Katılımcıların sorunları ve taleplerini dinleyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye’de bir ekonomik sıkıntı yaşandığını ve bu anlamda kanaat önderlerinin de üzerine görev düştüğünü ifade etti.

Bu dönemde muhtarların hak ettiği değeri görmediğini belirten Kılıçdaroğlu, muhtarlardan iktidara karşı tepkilerini dile getirmelerini istedi. Tarım Kanunuyla her yıl milli gelirin yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilmesi gerektiğini kaydeden Kılıçdaroğlu, çiftçinin devletten alacaklı olduğunu aktardı.

Türkiye’nin 1940’lı yıllarda dünyada uçak ihraç eden birkaç ülkeden birisi olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Uçak fabrikasının temeli 1925’de Kayseri’de atıldı. 8 yıl sonra Kayseri’den kalkan uçak Ankara’ya indi. Etimesgut’ta uçak motoru fabrikaları vardı. Var mı öyle bir fabrika ? Eskişehir’de ayrıca uçak fabrikamız vardı. Ne oldu ? Kendi gemimizi yapıyorduk. 1940’lardan bahsediyorum. Ne oldu bunlara ? Ne oldu bize ? Hiç kimseye minnet etmeyen, başı dik bir devlet düşünün. Onurlu bir devlet düşünün. Daha da önemlisi bütün mazlum milletlere örnek olan bir devlet düşünün. Bütün İslam devletlerine örnek olan bir devlet düşünün. Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye budur. Okuduğu Kur’an-ı anlasın diye Türkçe mealini de hazırlayan Mustafa Kemal’dir. Kaçımız tarihimizi gerçek anlamda biliyoruz. Kaçımız bu tarihimizi çocuklarımıza öğretiyor. Bu açıdan ciddi sorunlar var.”

Türkiye’de halen birleştirilmiş sınıflar olduğunu, 1, 2 ve 3’üncü sınıf öğrencilerinin aynı sınıfta ders gördüklerini hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Aynı öğretmenden ders görüyorlar. Derslik yok. 21’inci yüzyıldan bahsediyorum ve Türkiye’den bahsediyorum.” dedi.

“Siyasi partiler devlet olmak için iktidar olmazlar”

Kemal Kılıçdaroğlu, 18’inci yüzyıl kavramlarıyla 21’inci yüzyılın sorunlarının çözülemeyeceğini belirterek, “21’inci yüzyılın en temel ayrışma noktası demokrasiyle, otoriter rejimdir. Demokrasiyi savunuyorsak beraber olmak zorundayız. Bizim oturup yeniden düşünmemiz lazım. Bir takım tutar gibi parti tutulmaz. Bir parti yanlış yapıyorsa vatandaş diyecek ki ‘kusura bakma yanlış yaptın, sana oy vermiyorum.’ 4 yılda bir seçim yapılmasının nedeni de o. Siyasi partiler devlet olmak için iktidar olmazlar. Devleti yönetmek için iktidar olurlar. Arada fark var.” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin her anlamda kalkınması için kendisinin 4 ayaklı bir strateji öngördüğünü vurgulayan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

“Can ve mal güvenliğini sağlayan sihirli sözcüğün adı nedir, demokrasi. Türkiye’de yargı bağımsızlığı var mı, yok. Yabancı geliyor mu, gelmiyor. Bizim iş adamlarımız yatırım yapıyorlar mı ? Bu tabloyu ortaya çıkaran siyasi atmosferin hepimizin sorunu olması lazım. Yargı bağımsızlığı olacak. Düşünce özgürlüğü olacak.

Stratejinin ikinci ayağı, üreten Türkiye. Türkiye’nin her anlamda üretmesi lazım. Üniversite bilgi üretecek, tarlada, sokakta üreteceğiz. Lokantada, otelde hizmet üreteceğiz. Sanatçı sanat üretecek. Üreten ülke güçlüdür. Üçüncü ayak güçlü bir sosyal devlet. Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı güçlü bir sosyal devlet. O zaman ürettiğimizi hakça bölüşeceğiz. Devlet dediğimiz kurum hiç kimseyi gelecek endişesiyle karşı karşıya getirmeyecek.

Stratejinin dördüncü ayağı sürdürülebilirlik. Yaptığınız yatırımları sürekli büyüteceksiniz. Demokrasi kültürünüzü sürekli büyüteceksiniz. Eski kavgaları bir tarafa bırakmak zorundayız ve artık helalleşmemiz lazım. Geleceğe bakmamız lazım. Haklı haksızı bırakalım.”

Siyasi iktidarların başarısının yarattıkları istihdamla ölçülebileceğini de aktaran Kılıçdaroğlu, “19 yılın sonunda siz 10 milyonu aşkın işsiz yaratmışsanız hangi başarıdan söz ediyorsunuz.” diye konuştu.

Paylaşın

CHP’li Torun: Engelleri teker teker aşıyoruz

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın CHP’li belediyelere yönelik eleştirilerine yazılı bir açıklama ile cevap veren CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, açıklamasında “Belediyelerimiz kara propagandaları boşa çıkardıkça Erdoğan’ın güvendiği dağlara karlar yağıyor, dengesi bozuluyor, ne yapacağını şaşırıyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Açıklamasında “İstanbul’a ihanet eden, Ankara’yı parsel parsel satan bu zihniyetten belediyecilik dersi alacak değiliz. Belediyelerimizi karalamak için beş poşet çöpten medet umar hale gelmek, acizliktir” belirten CHP’li Torun’un yazılı açıklaması şöyle:

“Yerel seçim sonuçlarını bir türlü içine sindiremeyen Erdoğan, oyunu alamadığı vatandaştan intikam almak ve halkın oylarıyla göreve gelen belediyelerimizi karalamak için bin dereden su getiriyor. Bu sorunlu zihniyet; yeri geliyor; belediye başkanlarımız hakkında hukuksuz soruşturmalar başlatıyor, yeri geliyor bağış kampanyalarına el koyuyor, yeri geliyor kaynakları ve yetkileri tırpanlayarak belediyelerimizin elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Ancak bizim belediyelerimiz, iktidarın önüne çıkardığı tüm engelleri, halkla birlikte teker teker aşıyor.

“Millet inim inim inlerken…”

Erdoğan, tüm bu baskılardan bir sonuç alamayınca, 30 yıl önceki görüntülerden medet umarak, ‘çöp, çukur, çamur’ iftirasına sığınıyor. Millet inim inim inlerken kafayı çöple bozan Erdoğan, grup toplantılarını videolu şovlara çevirmekten dahi geri durmuyor. Belediyelerimiz tüm kara propagandaları boşa çıkardıkça Erdoğan’ın güvendiği dağlara karlar yağıyor. Böyle olunca da dengesi bozuluyor, ne yapacağını şaşırıyor.

Artık belediyelerin kaynakları bir avuç yandaşa değil vatandaşa gittiği için Erdoğan’ın hırçınlığı da artıyor. Kendisine şunu söylüyoruz: İstanbul’a ihanet eden, Ankara’yı parsel parsel satan, Serik’te 500 bin liralık rüşvetin hesabını veremeyen, şehirlerimizi 25 yılda betona gömen bu zihniyetten belediyecilik dersi alacak değiliz. Erdoğan işi gücü bırakıp belediyelerimize saldıracağına; 10 milyonu aşan işsizimize yüzde 16’lara dayanan enflasyona, yoksulluğa mahkûm edilen vatandaşlarımızın derdine kafa yormalıdır.

“Siyaset üretemiyorlar”

Belediyelerimizi karalamak için beş poşet çöpten medet umar hale gelmek, acizliktir, siyaset üretememektir. Beş poşet çöp toplanır, temizlenir. Zaten kısa sürede temizlenmiştir. Erdoğan kısa sürede toplanan beş poşet çöpün peşine düşeceğine, 19 yılda ülkede yarattığı sorunları temizlemeye uğraşmalıdır. Ancak o sorunları çözmek de artık ülkeyi yönetmekten aciz olan bu iktidara değil bize nasip olacaktır.

Artık milletin gözünden ve gönlünden düşen bu iktidar, belediyelerimize saldırarak güç toplayacağı gafletine yenilmiştir. Erdoğan artık bu gafletten uyanmalı, belediyelerimizin yakasından düşmelidir. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar bizim rotamız, millete hizmettir. Milletimiz de kendi seçtiği belediye başkanlarını bu iktidara yedirmemiş ve yedirmeyecektir. Bu içi boş saldırılardan iktidara ekmek çıkmamış, çıkmayacaktır.”

Paylaşın