Daha Sağlıklı Saçlar İçin Kullanmanız Gereken 6 Bitki

Daha uzun ve sağlıklı saçlara sahip olmak için uygun bakım, sağlıklı bir yaşam tarzı ve şifalı bitkiler gibi doğal ilaçların kullanılması sıklıkla önerilir. Peki bu şifalı bitkiler nasıl kullanılır?

Haber Merkezi / Şifalı bitkiler, ev yapımı saç maskelerinde, saç yağlarında veya faydalarını deneyimlemek için infüzyon olarak kullanılabilirler.

Yer Paskalyası: Yer paskalyası yağı veya tozu, saç derisini besler, kan dolaşımını iyileştirir ve saç köklerini güçlendirerek daha sağlıklı ve daha hızlı saç büyümesini destekler.

Çemen Otu: Saç büyümesine faydalı olan proteinler ve nikotinik asit açısından zengin olan çemen otu tohumu, saç köklerini güçlendirir, kırılmayı önler, saça hacim ve parlaklık katar. Bir gün boyunca suda beklettiğiniz çemen otu tohumlarını, macun haline getirerek saçlarınıza uygulayabilirsiniz.

Aloe Vera: Aloe vera yapraklarında bulunan jeli doğrudan saç derisine uygulamak, derideki pH seviyesini dengeler ve saç derisinde oluşan iltihabı azaltır, ayrıca saç köklerini besleyerek sağlıklı saç büyümesini destekler.

Ebegümeci: Saçları besleyen ve daha hızlı büyümesini teşvik eden vitaminler ve amino asitler açısından zengin olan ebegümeci, saç maskelerinde ve saç yağlarında kullanılabilir.

Leylak: Antibakteriyel ve antifungal özellikleri olan leylak, saç derisini temizler ve saçların daha hızlı büyümesini destekler. Leylak yağı veya leylak içeren saç ürünleri genel saç sağlığı açısından faydalıdır.

Amla: C Vitamini ve antioksidanlar açısından zengin olan amla, saç köklerini güçlendirir, saç büyümesini destekler ve saçların erken beyazlamasını önlemeye yardımcı olur.

Not: Eğer tıbbi bir durumunuz varsa, doğru teşhis ve tedavi için dermatoloğunuza danışmanız en doğrusudur. Bu bitkileri yoğun bir şekilde kullanmadan önce, alerjik reaksiyon olup olmadığını kontrol etmek için testi yapılması tavsiye edilir.

Paylaşın

Bitkiler Zarar Gördüklerinde Veya Sulanmaya İhtiyaç Duyduklarında Çığlık Atıyor

Yeni yapılan bir araştırma, domates, tütün, buğday, mısır ve kaktüs gibi bitkilerin stres altındayken ultrasonik patlama sesleri çıkardığı ortaya koydu. Sesler, insan kulağının işitme aralığının dışında kalıyor. Dolayısıyla insanlar bu sesleri algılayamıyor.

Hakemli bilimsel dergi Cell’de yayımlanan araştırmaya göre, böcekler, diğer memeliler ve muhtemelen de diğer bitkilerin bu sesleri algılayabildiğine inanılıyor.

İsrailli bilim insanları, bitkilerin zarar gördüklerinde veya sulanmaya ihtiyaç duyduklarında çığlık attığını keşfetti.

Araştırmada domates, tütün, buğday, mısır ve kaktüs gibi bitkilerin stres altındayken ultrasonik patlama sesleri çıkardığı ortaya kondu.

Bulgulara göre balonlu naylon ambalajların patlama seslerini andıran bu sesler, insan kulağının işitme aralığının dışında kalıyor. Dolayısıyla insanlar bu sesleri algılayamıyor.

Ancak böcekler, diğer memeliler ve muhtemelen de diğer bitkilerin bu sesleri algılayabildiğine inanılıyor.

Araştırma ekibi bu seslerin, özellikle yakınlardaki yarasalar, kemirgenler, çeşitli böcekler gibi yüksek frekansları algılayabilen canlılar tarafından duyulabildiğini düşünüyor.

Tel Aviv Üniversitesi’nden botanik ve gıda güvenliği uzmanı Lilach Hadany, “Pastoral bir çiçek tarlası düşünün. Epey gürültülü bir yer olabilir, sadece biz bu sesleri duyamayız” diye konuştu.

Hadany, “Bulgularımız, etrafımızdaki dünyanın bitki sesleriyle dolu olduğunu gösteriyor” diye de ekledi.

Bitkilerin ses çıkardıkları fikri uzun süredir bilim insanlarının gündeminde. Titreşim dedektörleriyle yapılan bazı çalışmalar bitkilerden yayılan darbeler tespit etmişti. Ancak bunların gerçekten algılanabilecek ses dalgaları olup olmadığı bilinmiyordu.

Yeni araştırmada bu sorunun cevabını bulmak isteyen ekip, bitkileri arka planda gürültü olmayan, sessiz ve izole bir kutuya koydu.

20 ila 250 kilohertz frekanslarında sesleri kaydedebilen ultrasonik mikrofonlar da her bitkiden yaklaşık 10 santimetre uzaklığa yerleştirildi. Karlılaştırmak gerekirse yetişkin bir insan tarafından algılanan maksimum frekans 16 kilohertz civarında.

Bitkiler çeşitli gruplara ayrıldı. Bazıları 5 gün boyunca susuz bırakıldı. Bazılarının sapları kesildi. Bazılarına ise hiç dokunulmadı.

Sonuçlar bitkilerin 40 ila 80 kilohertz frekanslarında ses çıkardığını gösterdi. Stres altında olmayan bitkiler saatte en fazla bir kez ses çıkarırken, kesme ve susuz bırakma işlemlerine maruz bırakılanlar her saat onlarca kez ses çıkardı.

Araştırmacılar bu seslerin bitkiden bitkiye farklılık gösterdiğini de tespit etti. Örneğin susuz kalmış bir domates bitkisinin, bir kaktüse göre farklı bir patlama modeli oluşturduğu görüldü.

Hadany, “Bitkilerin ses çıkardığını bildiğimize göre sıradaki soru şu: ‘Kim dinliyor olabilir?'” ifadelerini kullandı: Bu sesler bilgi taşıyor. Bu sesleri duyabilen hayvanlar var, yani pek çok akustik etkileşimin meydana gelme olasılığı var.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bitki Bazlı Protein Mi Yoksa Hayvan Bazlı Protein Mi?

Protein, insan vücudundaki dokuların yapı taşı olduğu için önemli bir rol oynar. Protein biyoyararlanımı, vücudumuzda ne kadar proteinin kullanılabilir olduğu anlamına gelir. Spesifik bir protein türü, sindirilmesi, emilmesi ve diğer daha az karmaşık temel proteinlere dönüştürülebilmesi kolaysa, yüksek biyoyararlılıklı olarak kabul edilir.

Haber Merkezi / Beslenmemize yeterli miktarda protein eklemek genel sağlığımızı için çok önemlidir. Protein, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, hücre yapısının korunması, birçok kimyasal reaksiyonda katalizör, hormonların işleyişi, organ yapısının korunması ve vücudun genel olarak büyümesi ve gelişmesi gibi çeşitli işlevleri yerine getirir.

Vücut için gerekli olan proteini hem bitkilerden hem de hayvanlardan alabiliriz. Hangi kaynağın daha iyi olduğu oldukça tartışmalıdır.

Protein üretimi için yirmi amino asit çok önemlidir. Vücudumuz bu yirmi amino asitten dokuzunu kendi başına üretemez. Bu dokuz amino aside esansiyel amino asitler denir.

Hayvan kaynaklı proteinler genellikle dokuz temel amino asidin tümünü içerir, bu nedenle tam protein kaynakları olarak adlandırılır. Bazı bitki kaynaklı proteinler de tam protein kaynaklarıdır, ancak çoğu eksik olarak kabul edilir. Ancak bu eksik bitki proteinleri birleştirmek vücudumuzun gereksinimlerini karşılayabilir.

Protein açısından zengin kaynaklar

Proteinin biyoyararlanımına göre, vücudumuzun protein ihtiyacını karşılamak için çok çeşitli hayvansal ve bitkisel protein kaynakları mevcuttur, örneğin:

  • Hayvansal protein kaynakları

Tüm hayvansal protein kaynakları temel proteinler açısından zengin değildir. Zengin hayvansal protein kaynakları şunlardır:

  • Yumurta ve kümes hayvanları eti
  • Yağsız et
  • Hindi
  • Somon, kabuklu deniz ürünleri gibi deniz ürünleri ve balıklar
  • Süt, yoğurt ve peynir gibi diğer süt ürünleri

Ancak sağlığa yararı olmadığı için tavuk kanadı veya deniz ürünleri gibi işlenmiş hayvansal ürünleri tüketmekten kaçınılmalıdır.

  • Bitki protein kaynakları

Birçok bitki protein açısından zengindir ve günlük gereksinimlerimizi karşılayabilir:

  • Tofu, edamame gibi soya ürünleri
  • Fıstık gibi kuruyemişler
  • Fasulye ve baklagiller
  • Kinoa
  • Karabuğday
  • Chia tohumları ve kenevir tohumları
  • Spirulina
  • Yabani pirinci
  • Beslenme mayası

Çeşitli yiyecekler içeren bir beslenme, protein ihtiyacımızı karşılayabilir. Çeşitli proteinlerin karışımına sahip bir beslenme, birçok hastalık riskini azaltabilir. Bu nedenle beslenmenize sizi zinde ve sağlıklı tutabilecek iyi protein kaynakları ekleyin.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır.

Paylaşın

Mars’ta Yetiştirilmesi Gereken İlk Bitki Belirlendi

Bilim insanları, uzun zamandır Mars’ta mahsul yetiştirmenin uygun yollarını arıyor. ABD’deki Iowa State Üniversitesi’nden araştırmacılar, Mars’ta yetiştirilmesi gereken ilk bitkinin yonca olduğunu belirledi. 

Hakemli bilimsel dergi PLOS One’da 17 Ağustos’ta yayımlanan bulgulara göre yonca, Kızıl Gezegen’de yetiştirilecek diğer bitkiler için gübre görevi görebilir.

Çok uzak olduğu için Mars’ta insanları beslemek çok büyük bir zorluk teşkil ediyor. Gezegenin toprağı da ve suyu da ekinler için uygun değil. Bilim insanları bu yüzden uzun zamandır Mars’ta mahsul yetiştirmenin uygun yollarını arıyor.

Iowa State Üniverwsiesi’nde mikrobiyoloji okuyan Pooja Kasiviswanathan’ın yönettiği bir araştırma ekibiyse yoncanın Mars koşullarına uygun olduğunu belirledi.

Mars toprağına mümkün olan en benzer örneği hazırlayan ekip, yoncanın bu besin açısından fakir gezegende iyi yetişeceğini belirledi.

Ayrıca yoncadan gübre olarak yararlanılınca az bakım gerektiren, hızlı büyüyen ve fazla suya ihtiyaç duymayan şalgam, turp ve marul hazırlanan Mars toprağında başarılı bir şekilde yetiştirildi.

Araştırma ekibi, tatlı su ihtiyacının Mars’taki tuzlu suyun Synechococcus sp. PCC 7002 adlı deniz bakterisiyle arıtılarak karşılanabileceğini düşünüyor.

Öte yandan Kızıl Gezegen’deki toprak, araştırmacıların hazırladığı örnekten farklı olabilir. Yine uzmanlar, çalışmanın bilim insanlarına ve astronotlara umut verici seçenekler sunduğunu belirtti.

Araştırma ekibinde yer alan biyojeokimyager Elizabeth Swanner, “Hazırladığımız Mars toprağında hiçbir besin maddesi değişikliği yapmadan yonca yetiştirebilmemize çok şaşırdım” dedi.

Mikrobiyoloji öğrencisi Kasiviswanathan ise “Bulgularımızın, ileride NASA’nın Mars misyonuna yönelik araştırmalarını desteklemesini umuyorum” diye konuştu.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Stres Altındaki Bitkiler Kendi Ağrı Kesicilerini Üretiyor

Çevredeki tehlikeler nedeniyle stres altına giren bitkilerin kendi aspirinlerini ürettiği kimyasal süreç ayrıntılarıyla ortaya çıkarıldı. Araştırma, hakemli bilimsel dergi Science Advances’ta yayımlandı.

Aspirinin aktif metabolit (metabolizma sonucu ortaya çıkan ara ürünler) maddesi “salisilik asit”in bitkilerde de var olduğu zaten biliniyordu.

Ancak yeni bir araştırmada bilim insanları, bitkilerde bu maddenin üretiminin nasıl düzenlendiğine daha yakından baktı ve söz konusu özel savunma mekanizmasını gözler önüne serdi.

Salisilik asit, insanlar tarafından yüzyıllardır ağrı ve iltihaplanma tedavisi olarak kullanılıyor. Bitkilerdeyse sinyal verme ve patojen savunmasında temel rol oynuyor.

Bilim insanlarına göre kloroplastlarda (fotosentez işleminin gerçekleştirildiği küçük yeşil organeller) ortaya çıkan bu madde, genellikle strese tepki olarak üretiliyor.

Bitkilerin stres altındayken gerçekleştirdiği karmaşık reaksiyon zincirini daha iyi anlamak için Van de Ven ve ekibi, temel stres sinyal yolları değiştirilmiş, yani mutasyona uğramış bitkiler üzerinde biyokimyasal analizler yaptı.

Bulgular, sürecin anahtarının reaktif oksijen türleri (ROS) adlı kimyasallar olduğunu gösterdi.

Çevresel stres, tüm canlı organizmalarda ROS üretimine yol açıyor. Güneş kremi sürmeden Güneş ışığına uzun süre maruz kaldığınızda cildinizde yanıklar oluşması da bu süreçten kaynaklanıyor.

Bitkiler söz konusu olduğunda, bu stres etmenleri zararlı böcekleri, kuraklık ve aşırı ısı olabilir. Bitkilerdeki yüksek ROS seviyeleri öldürücü olabilse de, daha küçük miktarlarda üretimin önemli bir güvenlik işlevi var.

Hakemli bilimsel dergi Science Advances’ta yayımlanan araştırmanın başyazarı Jin-Zheng Wang, bunu şöyle açıklıyor: Ölümcül olmayan seviyelerde ROS, salisilik asit gibi koruyucu hormonların üretimini sağlayan bir mesaj gibi. İki ucu keskin bir kılıç.

Araştırmacılar deneylerinde Latince adı Arabidopsis olan bir bitki türünü inceledi. Bitkide bakteri ve sıtma parazitlerinde de görülen, MEcPP adlı erken uyarı molekülüne odaklanıldı.

İncelemeler, MEcPP molekülünün bitkide biriktikçe, salisilik asit içeren bir kimyasal reaksiyonu tetiklediğini gösterdi.

Böylece bilim insanları bitkilerin stres altında aspirin üretme sürecinin ayrıntılarını keşfetmiş oldu.

Kaliforniya Üniversitesi, Riverside’dan bitki biyoloğu Wilhelmina van de Ven, şu ifadeleri kullandı: Sanki bitkiler, ağrı ve sızılar için ağrı kesici kullanıyor. Tıpkı bizim yaptığımız gibi.

Araştırmacılar, bu deneylerden elde ettikleri bilgileri, mahsullerin direncini artırarak tarıma fayda sağlama amacıyla kullanmak istiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Ay Toprağında Yetişen İlk Bitkilerden Kötü Haber

NASA’nın (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi)) Apollo programı kapsamında Dünya’ya getirilen Ay toprağında yetiştirilen bitkilerin durumunun pek de iyi olmadığı anlaşıldı.

Florida Üniversitesi’nde botanik profesörü Rob Ferl ve meslektaşları geçen ay hakemli bilimsel dergi Nature’da yayımladıkları bir makaleyle tarihte ilk kez Ay toprağında tohum filizlendirdiklerini açıklamıştı.

Araştırmacılar, regolit diye de bilinen Ay toprağında filizlendirilen bu tohumların insanlığın Güneş Sistemi’nde başka gezegenlerde yaşama olanağına dair önemli ipuçları vereceği ifade edilmişti.

Öte yandan Prof. Dr. Ferl, uzay haberleri sitesi Astronomy’ye verdiği yeni bir röportajda, elde edilen büyük başarıya rağmen bu filizlerin yeterince gelişemediğini aktardı.

“Ay toprağında yetişen bitkiler daha ufak kalma eğilimi gösteriyor” diyen Ferl, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ayrıca morumsu pigmentler içeriyor. Bu, bitkilerde stres belirtisidir.

Ferl, deney sırasında bu filizlerin genetiğini de incelediklerini belirtti ve o incelemelerden elde ettikleri sonuçları şöyle özetledi.

Tuzlu ve yüksek metal içeriğine sahip topraklarda gördüğümüz uç koşullarda yetişen bitkilere özgü genlerin ifade edildiğini gördük.

Buna rağmen bilim insanı, bitkilerin Ay toprağında filiz vermesinin büyük bir başarı olduğunu vurguladı.

Araştırma ekibinde yer almayan ve bulguları dışarıdan bir göz olarak yorumlayan Fransız araştırmacı Clive Neal da aynı fikirde olduğunu ifade etti.

Neal’a göre bu deney, Ay bitkileri yetiştirmeye giden yolda mükemmel bir deney. Öte yandan bilim insanı, Ay toprağına dair hâlâ bilinmeyen çok şey olduğunun altını çizdi:

Farklı seviyelerde olgunluğa ulaşmış, daha fazla regolit örneğine ihtiyacımız var.

Ferl ve ekibinin bu deneyi tasarlama amacı ise gelecekte insanların Ay ve Mars’ta kendi kendine yeten üsler kurmasını sağlamak.

Zira NASA, Artemis adını verdiği bir program kapsamında insanları Ay’a geri döndürmeyi planlıyor.

Uzay ajansı, 2026 gibi erken bir tarihte astronotların Ay’a yeniden ayak basmasını sağlamayı hedefliyor.

Gökbilimcilere göre Artemis misyonundan elde edilecek veriler, gelecekte insanlı Mars görevlerinin kapısını açabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünyada Henüz Keşfedilmemiş 9 Bin 200 Ağaç Türü Var

Ağaç türleri ve çeşitliliği üzerine yapılan yeni bir araştırmaya göre dünyada sandığımızdan yaklaşık yüzde 14 oranında fazla ağaç türü olduğu tespit edildi. Araştırmacılar, bu konuda ilk defa bilimsel olarak güvenilir bir değerlendirme yapıldığını ifade ediyor.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Dünyada bugüne kadar 73 bin 300 ağaç türü tespit edildi, ancak araştırmacılar henüz keşfedilmeyen 9 bin 200 tür olduğunu tahmin ediyor. Ancak ne yazık ki nadir türlerin büyük çoğunluğu tropikal ormanlarda yetişiyor, ve bu ormanlar iklim krizi ve ormansızlaşma yüzünden hızla yok oluyor.

Henüz keşfedilmemiş ağaç türleri

Yaklaşık 140 araştırmacının katkıda bulunduğu araştırma, dünyada 100 binden fazla ormanlık alanda bulunan milyonlarca ağacın kaydedildiği bir veri tabanından faydalanarak yapıldı. Araştırmacılar, insanların özellikle gıda, yakıt, kereste ve ilaç için ihtiyaç duyduğu, ve aynı zamanda iklim krizi ile mücadelemizde bize destek olan bu müthiş canlıları korumak için daha çok çabalamamız gerektiğiniz söylüyor.

Minnesota Üniversitesi Orman Kaynakları Bölümü’nde çalışan ve bu araştırmayı yürüten Dr. Peter Reich’a göre bu çalışmanın bulguları bize küresel orman biyoçeşitliliğinin ne kadar hassas bir konumda olduğunu gösteriyor. BBC’ye konuşan Reich, “Edindiğimiz veriler bize biyoçeşitliliğin en çok hangi noktalarda tehlikede olduğunu göstermekte çok faydalı olacak” dedi ve devam etti:

“Güney Amerika, Afrika, Asya ve Okyanusya bölgelerinde hem tanıdığımız ağaçların, hem de hiç bilinmeyen nadir türlerin yoğun şekilde görüldüğünü tespit ettik. Bu bölgelerin farkında olmamız ileride yapılacak koruma çalışmalarına da destek olacaktır.”

Ulusal Bilimler Akademisi Bildirileri (PNAS) dergisinde yayımlanan çalışmaya göre henüz keşfedilmemiş ağaç türlerinin yaklaşık yüzde 43’ü Güney Amerika’da bulunuyor. Sıralama şu şekilde devam ediyor:

  • Avrasya bölgesi (%22)
  • Afrika (%16)
  • Kuzey Amerika (%15)
  • Okyanusya bölgesi (%11)

Biyoçeşitliliği yüksek ormanlar

Dünyada en sağlıklı ve verimli ormanlar tür çeşitliliği yüksek olanlar, bunların büyük çoğunluğu da tropikal ülkelerde bulunuyor. Ancak bu ormanlar günümüzde Batılı ülkeler tarafından tüketilen gıda ürünlerinin üretimi, iklim değişikliği ve orman yangınları sebebiyle tehdit altında.

Oxford Üniversitesi’nden Dr. Yadvinder Malhi, tropikal ormanların atmosferi karbondioksitten temizlemek için önemli olduğunu ve bu ormanlık alanların aynı zamanda birer “biyolojik çeşitlilik hazinesi” olduğunu söyledi. Malhi, “Bu çalışma bize tropikal ormanların ağaç türü bakımından sandığımızdan da çok çeşitlilik barındırdığını gösterdi” dedi.

Paylaşın