Beyindeki Yağlanma, Alzheimer Hastalığının Gizli Nedeni Olabilir

Beyin sağlığı, vücudun genel sağlığıyla yakından bağlantılı. Sağlıklı yaşam alışkanlıkları, sadece kalp ve damar sağlığı için değil, beyin sağlığı için de kritik öneme sahip.

Haber Merkezi / Yeni araştırmalar, beyindeki yağ birikiminin Alzheimer hastalığının oluşumunda önemli bir rol oynayabileceğini ortaya koyuyor. Bilim insanları, beyinde normalin üzerinde yağ birikmesinin sinir hücrelerinin işlevini bozduğunu, bu durumun hafıza kaybı ve bilişsel yetilerde düşüşe yol açabileceğini belirtiyor.

Araştırmalar, özellikle orta yaş ve üzeri bireylerde metabolik sağlığın ve beslenme alışkanlıklarının Alzheimer riskini etkileyebileceğini gösteriyor. Beyindeki yağlanmanın, klasik Alzheimer risk faktörleri arasında sayılan genetik yatkınlık, yaş ve yaşam tarzı unsurlarıyla etkileşime girdiği ifade ediliyor.

Uzmanlar, sağlıklı beslenme, düzenli fiziksel aktivite ve zihinsel egzersizlerin beyindeki yağ birikimini azaltabileceğini, dolayısıyla Alzheimer riskini düşürebileceğini vurguluyor. Ayrıca bazı araştırmalar, özellikle omega-3 yağ asitleri açısından zengin besinlerin ve antioksidan içeren gıdaların beyin sağlığını korumada önemli rol oynayabileceğini ortaya koyuyor.

Bilim dünyası, bu bulguların Alzheimer’ın önlenmesi ve tedavisinde yeni stratejiler geliştirilmesine ışık tutabileceğini belirtiyor. Araştırmacılar, önümüzdeki yıllarda beyindeki yağlanmayı hedef alan tedavi yöntemlerinin hastalığın ilerlemesini yavaşlatabileceğini veya başlamasını önleyebileceğini öngörüyor.

Uzmanlar, “Beyin sağlığı, vücudun genel sağlığıyla yakından bağlantılı. Sağlıklı yaşam alışkanlıkları, sadece kalp ve damar sağlığı için değil, beyin sağlığı için de kritik öneme sahip” uyarısında bulunuyor.

Paylaşın

Erkeklerin Beyni Kadınların Beyninden Daha Hızlı Küçülüyor

Norveç’teki Oslo Üniversitesi’nden bilim insanları, erkeklerin beyinlerinin yaşlandıkça kadınlarınkine göre daha hızlı küçüldüğünü keşfetti. Ancak buna rağmen, Alzheimer hastalığı kadınlarda daha yaygın görülüyor.

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırma, 17 ile 95 yaş arasındaki yaklaşık 5 bin sağlıklı kişiden alınan 12 binden fazla beyin taramasını analiz etti.

Katılımcıların her biri, zaman içinde en az iki kez MRI (beyin görüntüleme) taramasına girdi. Böylece bilim insanları, yaş ilerledikçe beynin nasıl değiştiğini gözlemleyebildi.

Araştırma ekibinden Anne Ravndal, çalışmanın amacının Alzheimer oranlarının cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğini anlamak olduğunu söyledi.

Ravndal, Fox News Digital’a yaptığı açıklamada, “Kadınlarda Alzheimer hastalığı daha sık teşhis ediliyor. Yaşlanma da en önemli risk faktörü olduğuna göre, erkek ve kadın beyinlerinin yaşla birlikte farklı şekilde değişip değişmediğini test etmek istedik,” dedi.

Araştırmada erkeklerin beyninde daha fazla bölgede daha hızlı küçülme tespit edildi. Özellikle hafıza, duygular ve duyusal işlemeyle ilgili alanlar -örneğin hipokampus ve parahipokampal bölgeler- erkeklerde daha fazla etkileniyor.

Kadınların beyinleri ise genel olarak daha fazla bölgede hacmini korudu. Ancak kadınlarda beyin sıvısının dolduğu boşluklar (ventriküller) hafif bir genişleme gösterdi.

Ravndal, “Bulgularımız, erkeklerin beyninde daha fazla yapısal küçülme olduğunu gösteriyor. Bu da, normal beyin yaşlanmasının Alzheimer’daki cinsiyet farkını açıklamadığını ortaya koyuyor,” dedi.

Kadınların hastalığa neredeyse iki kat daha fazla yakalanmasına rağmen, araştırmacılar bu farkın sadece beyin boyutundaki değişimlerle açıklanamayacağı sonucuna vardı.

Ravndal, “Sonuçlar, yaşam süresi, tanı farklılıkları veya biyolojik faktörler gibi başka olası nedenlere işaret ediyor,” diye ekledi.

Uzmanlara göre, kadınların erkeklerden daha uzun yaşaması Alzheimer ihtimalini artırıyor. Ayrıca menopoz döneminde östrojen seviyelerindeki değişiklikler, beyin hücrelerinin yaşlanma sürecini etkileyebiliyor. Bazı bilim insanları ise kadınların hafıza sorunları yaşadıklarında doktora başvurma olasılıklarının daha yüksek olması nedeniyle daha sık teşhis konduğunu belirtiyor.

Ravndal, araştırmanın yalnızca sağlıklı bireyler üzerinde yapıldığını, demans belirtileri gösteren kişilerin dahil edilmediğini vurguladı.

Katılımcıların genel olarak iyi eğitimli olduğu ve farklı araştırma merkezlerinden geldiği de belirtildi.

Son olarak Ravndal, bulguların kişisel sağlık tavsiyeleri üretmek için değil, bilimsel anlayışı derinleştirmek amacıyla değerlendirileceğini söyledi:

“Bu çalışma bireylere doğrudan öneriler sunmuyor; yalnızca normal beyin yaşlanmasının, kadınlarda Alzheimer’ın daha sık görülmesini açıklamadığını gösteriyor. Bundan sonraki çalışmalar, bu farkın arkasındaki mekanizmaları ortaya çıkarmalı.”

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Beyin, Obezitede Nasıl Bir Rol Oynar?

Beyin, obezitenin hem nedeni hem de sonucu olarak önemli bir rol oynar. İştah kontrolü, ödül mekanizmaları, stres tepkileri ve karar verme süreçleri, obeziteyi etkileyen temel beyin fonksiyonlarıdır.

Haber Merkezi / Bu nedenle, obezite tedavisinde sadece diyet ve egzersiz değil, aynı zamanda beyin temelli yaklaşımlar (örneğin, davranışsal terapiler, stres yönetimi) de önemlidir.

İşte beyin ve obezite arasındaki ilişkiyi açıklayan temel noktalar:

İştah ve Yeme Davranışının Düzenlenmesi: Beynin hipotalamus bölgesi, açlık ve tokluk sinyallerini algılar. Leptin ve ghrelin gibi hormonlar, enerji dengesini kontrol etmek için beyne sinyaller gönderir. Obezitede, leptin direnci gibi durumlar tokluk sinyallerinin doğru algılanmasını engelleyerek aşırı yemeye yol açabilir.

Ödül Sistemi ve Dopamin: Beynin ödül merkezi (nükleus akumbens), yüksek kalorili yiyeceklere (şekerli veya yağlı gıdalar) tepki olarak dopamin salgılar. Bu, yiyeceklere karşı bağımlılık benzeri bir davranış geliştirebilir, özellikle obez bireylerde bu sistem aşırı uyarılabilir.

Stres ve Duygusal Yeme: Beynin amigdala ve prefrontal korteks gibi bölgeleri, stres ve duygusal durumlarla başa çıkmada rol oynar. Kronik stres, kortizol seviyelerini artırarak iştahı tetikleyebilir ve duygusal yeme davranışını körükleyebilir, bu da obeziteye katkıda bulunur.

Karar Verme ve Öz Denetim: Prefrontal korteks, yeme alışkanlıkları üzerinde öz denetim sağlar. Obez bireylerde bu bölgedeki işlevsellik zayıflayabilir, bu da sağlıksız yiyeceklere yönelmeyi artırabilir.

Bağırsak-Beyin Ekseni: Bağırsak mikrobiyotası, beyinle iletişim kurarak iştah ve metabolizmayı etkiler. Obezitede bağırsak mikrobiyotasındaki dengesizlikler, beyne gönderilen sinyalleri bozabilir ve kilo alımını teşvik edebilir.

Nöroinflamasyon: Obezite, beyinde düşük seviyeli kronik iltihaplanmaya yol açabilir. Bu, nöronal işlevleri bozarak hem iştah düzenlemesini hem de metabolik süreçleri olumsuz etkileyebilir.

Paylaşın

Ağız Bakterileri Beyni Yeniden Şekillendiriyor Olabilir Mi?

Son yıllarda bilim insanlarının ilgisini çeken bir konu olan ağız bakterilerinin beyni yeniden şekillendirme potansiyeli, özellikle nöroinflamasyon ve nörodejeneratif hastalıklar bağlamında mümkün görünüyor.

Haber Merkezi / Ancak bu alandaki araştırmalar henüz erken aşamalarda ve daha fazla veriye ihtiyaç var.

Ağız Mikrobiyomu ve Sistemik Etkiler:

Ağız, trilyonlarca bakteri, virüs ve mantar içeren karmaşık bir mikrobiyom barındırır. Periodontitis gibi ağız hastalıklarına yol açan bakteriler (örneğin, Porphyromonas gingivalis), iltihaplanmaya neden olan maddeler üretebilir. Bu iltihap, kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölgelerine, özellikle beyne ulaşabilir.

Beyinle İletişim: 

Mikrobiyom-Beyin Ekseni: Ağız bakterileri, sinir sistemi, bağışıklık sistemi ve kan-beyin bariyeri yoluyla beyinle iletişim kurabilir. Örneğin:

İltihap Yolu: Ağızdaki patojenik bakterilerin ürettiği pro-inflamatuar sitokinler (örneğin, IL-6, TNF-α), sistemik iltihaplanmayı tetikleyerek beyindeki nöroinflamasyona katkıda bulunabilir.

Toksik Ürünler: Bazı ağız bakterileri, amiloid proteinler gibi nörotoksik maddeler üretebilir. Bu maddeler, Alzheimer hastalığı gibi nörodejeneratif hastalıklarla ilişkilendirilmiştir.

Vagus Siniri ve Diğer Yollar: Ağız mikrobiyomu, bağırsak mikrobiyomu ile bağlantılı olarak vagus siniri üzerinden beyne sinyaller gönderebilir.

Nörodejeneratif Hastalıklarla Bağlantı:

Araştırmalar, ağız bakterilerinin özellikle Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklarla ilişkili olabileceğini öne sürüyor. Örneğin:

Porphyromonas gingivalis bakterisinin toksinleri (gingipainler), Alzheimer hastalarının beyin dokularında bulunmuş ve amiloid plak oluşumuna katkıda bulunabileceği düşünülmüştür.

Periodontal hastalıkların, nöroinflamasyon ve bilişsel gerileme riskini artırdığı gözlemlenmiştir.

Nöroplastisite ve Davranışsal Etkiler:

Ağız mikrobiyomunun beyin plastisitesini (nöronların yeniden şekillenmesi) etkileyebileceği teorisi, bağırsak mikrobiyomunun ruh hali, stres ve bilişsel işlevler üzerindeki etkilerine benzer şekilde araştırılıyor.

Ağız bakterilerinin ürettiği metabolitler (örneğin, kısa zincirli yağ asitleri), beyindeki nörotransmitter dengesini ve nöronal bağlantıları etkileyebilir. Bu, anksiyete, depresyon veya bilişsel işlevler gibi alanlarda değişikliklere yol açabilir.

Kanıtlar ve Sınırlamalar:

Fare modellerinde, ağız bakterilerinin beyindeki iltihaplanma ve amiloid birikimini artırdığı gösterilmiştir.

İnsanlarda ise bu bağlantı daha az kesinleşmiştir; çoğu çalışma korelasyon gösterse de nedensellik henüz tam kanıtlanmamıştır.

Ağız hijyeninin iyileştirilmesinin (örneğin, düzenli diş fırçalama ve diş hekimi ziyaretleri) nörolojik sağlık üzerindeki olumlu etkileri üzerine çalışmalar devam etmektedir.

Paylaşın

Beyin Yüzleri Nasıl Kavrar?

Beyin, düşünceyi, hafızayı, duyguyu, dokunmayı, motor becerileri, görmeyi, nefes almayı, sıcaklığı, açlığı ve vücudu düzenleyen her süreci kontrol eden karmaşık bir organdır.

Haber Merkezi / Bu karmaşık organ, yüzleri kavramak için karmaşık ve özelleşmiş bir süreç kullanır. Bu süreç, görsel algı, bilişsel işleme ve hafıza mekanizmalarını içerir.

Görsel Algılama (Fusiform Yüz Alanı): Beynin temporal lobunda bulunan fusiform yüz alanı (FFA), yüzleri tanımak için özelleşmiş bir bölgedir.

Bu alan, yüzlerin şekil, simetri ve özelliklerini (gözler, burun, ağız gibi) hızlıca analiz eder. Yüzler, diğer nesnelerden farklı olarak bütüncül bir şekilde işlenir (holistik algı).

Desen Tanıma: Beyin, yüzlerin genel desenini ve özelliklerin birbirine göre konumunu algılar. Bu, bireylerin yüzlerini ayırt etmeyi sağlar. Örneğin, iki göz arasındaki mesafe veya burun şekli gibi detaylar önemlidir.

Duygusal İşleme: Amigdala gibi limbik sistem bölgeleri, yüz ifadelerinden duyguları (örneğin mutluluk, korku) algılar ve sosyal ipuçlarını değerlendirir.

Hafıza ve Tanıma: Beynin hipokampus ve prefrontal korteks gibi bölgeleri, yüzleri geçmiş deneyimlerle eşleştirerek tanır. Bu, tanıdık bir yüzü hatırlamayı veya yeni bir yüzü öğrenmeyi sağlar.

Sosyal Bağlam: Beyin, yüzleri sosyal bağlamda değerlendirir. Örneğin, bir yüzün tanıdık olup olmaması, güvenilirlik algısı veya sosyal ipuçları, prefrontal korteks ve diğer alanlar tarafından işlenir.

Bu süreç, milisaniyeler içinde gerçekleşir ve yüz tanıma yeteneği, insan beyninin evrimsel olarak geliştirdiği önemli bir özelliktir. Ancak, prosopagnosia (yüz körlüğü) gibi durumlarda bu mekanizma bozulabilir.

Paylaşın

Yaş Aldıkça Kan Basıncı Beyni Nasıl Etkiler?

Yeni yayınlanan bir araştırma, yaşlandıkça kan basıncının beyni nasıl etkilediğine dair yeni bulgular ortaya koydu. Bulgular, kan basıncını yönetmenin hafıza kaybı, felç ve düşmelerden korumaya yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Haber Merkezi / Kan basıncı, atardamarlarda hareket eden kanın kuvvetidir. İki sayı kullanılarak ölçülür. İlk sayıya sistolik basınç denir. Kalp attığında kanın ne kadar güçlü itildiğini gösterir.

İkinci sayı, kalbin atımlar arasında dinlenme halindeyken oluşan basıncı gösteren diyastolik basınçtır. Doktorlar, diyastolik basıncın 80 veya daha yüksek olması durumunda endişelenirler çünkü bu, kalp dinlenirken bile çok fazla basınç olduğu anlamına gelir.

Miami Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, beyindeki beyaz cevher lezyonlarına odaklanıldı. Bu lezyonlar, beynin mesaj gönderme özelliğini etkileyen küçük yara izlerine benzer. Bu durum, düşünme, hafıza ve denge sorunlarına yol açabilir.

Araştırmacılar, 50 yaş ve üzeri 1.200’den fazla kişiyi inceledi. Daha düşük diyastolik kan basıncına (80’in altında) sahip kişilerin, daha yüksek diyastolik kan basıncına (90’ın üzerinde) sahip kişilere göre daha az beyaz cevher lezyonuna sahip olduğunu keşfettiler.

Araştırma ayrıca, beynin bazı bölgelerinin diğerlerinden daha fazla etkilendiğini de gösterdi. Diyastolik basınç çok yüksek olduğunda, belirli bölgelerdeki küçük kan damarlarına zarar vererek daha fazla beyin lezyonuna yol açabilir.

Bu büyük bir sorundur, çünkü beyaz madde beyinde otoyol görevi görür. Bu otoyollar hasar gördüğünde (yoldaki çukurlar gibi), beynin düzgün çalışması zorlaşır.

Yaşlandıkça beyaz cevher lezyonları daha yaygın hale gelir. 60’lı yaşlardaki yaklaşık her 5 kişiden 1’inde görülür ve yaşla birlikte bu sayı artar. Bu beyin yaraları, düşme, felç ve net düşünme güçlüğü riskini artırabilir.

Çalışmaya liderlik eden Michelle R. Caunca, kan basıncına dikkat etmenin sadece kalp sağlığı için önemli olmadığını, aynı zamanda beynin sağlığını korumak için de hayati önem taşıdığını söylüyor.

Özetle, bu araştırma diyastolik kan basıncını yönetmenin (özellikle 80’in altında tutmanın) yaşlandıkça beyin sorunları riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Paylaşın

Beynin “Mavi Noktası” Alzheimer’ın Erken Teşhisi İçin Anahtar Olabilir

Beynin locus coeruleus adı verilen küçük ama önemli bir bölümü, bazı kişilerin Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin neden daha yüksek olabileceğini anlamaya yardımcı olabilir.

Haber Merkezi / Cornell Üniversitesi’nde yapılan ve Neurobiology of Aging dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma, bir kişinin yaşamı boyunca beynindeki bu küçük bölgede meydana gelen değişikliklerin bilişsel sağlıkla bağlantılı olabileceğini ortaya koydu.

Beyin sapının derinliklerinde bulunan locus coeruleus, beynin “mavi noktası” olarak bilinir, locus coeruleus, kendisine mavi rengini veren nöromelanin adı verilen bir pigment içerir.

Araştırmada, 19 ila 86 yaşları arasındaki 134 katılımcının beyinlerindeki mavi rengin yoğunluğu ölçüldü.

Katılımcıların, yaşamları boyunca, nöromelanin seviyeleri ters U şeklinde bir eğri izledi. Bu, nöromelaninin orta yaşın sonlarında biriktiği ve zirveye ulaştığı, ancak 60 yaşından sonra keskin bir şekilde azaldığı anlamına gelir.

60 yaşından sonra daha fazla nöromelanin koruyan katılımcıların bilişsel testlerde daha iyi performans gösterdikleri görüldü.

Prof. Adam Anderson, araştırma sonuçlarının bir kişinin sağlıklı bir yaşlanma yolunda olup olmadığını veya bilişsel gerileme riski altında olup olmadığını tespit etmeye yardımcı olabileceğini söyledi.

Alzheimer hastalığı, genellikle yaşlılarda görülen, ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır. Beyin hücrelerinin ölümüyle sonuçlanan bu durum, hafıza kaybı, bilişsel işlevlerde azalma ve davranış değişiklikleriyle karakterizedir.

Alzheimer’ın kesin nedeni bilinmemekle birlikte, genetik faktörler (ör. APOE geni), beta-amiloid plakları ve tau protein yumaklarının birikimi, beyin iltihabı ve çevresel faktörler rol oynar.

Dünya genelinde yaklaşık 50 milyon kişi demansla yaşıyor; Alzheimer, demansın yüzde 60-70’ini oluşturuyor.

Paylaşın

Alkol, Bunama Riskini İki Katına Çıkarıyor

Yeni yayınlanan bir araştırma, her hafta sekiz kadehten daha fazla alkol tüketenlerin, alkol tüketmeyenlere oranla bunama gibi beyin hasarı riskinin iki katına çıktığını öne sürüyor.

Haber Merkezi / Araştırmada yer alan bilim insanları, her hafta sekiz kadeh veya daha fazla alkollü içecek içenlerin hafıza ve düşünme sorunlarıyla ilişkili beyin lezyonları riskinin arttığını söylüyor.

Sao Paulo Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bilim insanlarının yaptığı araştırma Neurology dergisinde yayımlandı.

Araştırma, haftada sekiz veya daha fazla alkollü içecek tüketen kişilerde, beyinde hyalüin arterioloskleroz adı verilen lezyonların (küçük kan damarlarının kalınlaşması ve sertleşmesiyle oluşan hasar alanları) riskinin arttığını ortaya koydu. Bu lezyonlar, bellek ve düşünme problemleriyle ilişkilendirilen beyin hasarının bir göstergesidir.

Araştırmada, bin 781 kişinin (ortalama ölüm yaşı 75) beyin otopsileri incelendi ve alkol tüketim alışkanlıklarına göre dört gruba ayrıldı: hiç içmeyenler (965 kişi), haftada yedi veya daha az içen ılımlı içiciler (319 kişi), haftada sekiz veya daha fazla içen ağır içiciler (129 kişi) ve eski ağır içiciler (368 kişi).

Bulgular, ağır içicilerde ve eski ağır içicilerde beyin lezyonlarının daha yaygın olduğunu gösterdi; örneğin, eski ağır içicilerde bu lezyonların görülme olasılığı hiç içmeyenlere kıyasla %89 daha yüksek bulundu. Ayrıca, ağır içicilerin, hiç içmeyenlere göre ortalama 13 yıl daha erken öldüğü tespit edildi.

Araştırmanın yazarı Dr. Alberto Fernando Oliveira Justo, “Ağır alkol tüketimi, artan sağlık sorunları ve ölümle bağlantılı büyük bir küresel sağlık sorunudur. Araştırmamız, ağır alkol tüketiminin beyne zarar verdiğini ve bunun uzun vadede bellek ile düşünme yeteneklerini etkileyebilecek hasarlara yol açtığını gösteriyor” dedi.

Paylaşın

Depresyon İlaçları Beyne Zarar Verebilir Mi?

Doktorlar, depresyon sorunu olanlara genellikle benzodiazepin adı verilen ilaçlar tavsiye ederler. Bu ilaçlar kısa vadede oldukça etkili olsa da, uzun süre kullanıldıklarında farklı sorunlara neden olabilirler.

Haber Merkezi / Yakın zamana kadar, benzodiazepinlerin neden olduğu sorunlar iyi anlaşılamamıştı. Ancak, Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden araştırmacılar, soruna ışık tutan önemli bir keşifte bulundular.

Araştırmacılar, anksiyete ve uyku bozukluklarını tedavi etmek için kullanılan benzodiazepinlerin uzun süreli kullanımının sinaps kaybına yol açabileceğini keşfettiler. Beyin, sinir hücreleri arasında karmaşık bir bağlantı ağı gibi çalışır ve bu bağlantılara sinaps denir.

Benzodiazepin uzun süre alındığında, mikroglia adı verilen ve beyin hücrelerinde bulunan bir proteine ​​bağlanır. Bu proteine ​​translokatör protein veya TSPO denir. İlaç TSPO’ya bağlandığında, mikrogliayı aktive eder.

Mikroglia, bir kez aktive edildiğinde, sinapsları parçalamaya ve temizlemeye başlar, bu da sinir hücreleri arasındaki bağlantı sayısını azaltır. Sinaps kaybı özellikle yaşlı yetişkinlerde, hafıza sorunlarına yol açabilir ve bunama gibi rahatsızlıkların riskini artırabilir.

Araştırmacılar, enzodiazepinlerin beyni nasıl etkilediğini daha iyi anlamak için fareler üzerinde bir deney gerçekleştirdiler. Farelere birkaç hafta boyunca diazepam (genellikle valium olarak bilinir) adı verilen bir benzodiazepin ilacını verdiler. Araştırmacılar, bu süre zarfında farelerin beyinlerindeki değişiklikleri izlediler.

Araştırmacılar, farelerin sinapslarını kaybetmeye başladıkça hafıza sorunları belirtileri göstermeye başladıklarını fark ettiler. Araştırmacılar ayrıca, ilacı bırakmanın bu etkilerden bazılarını tersine çevirmeye yardımcı olabileceğini buldular.

Araştırma ne anlama geliyor?

Araştırma, benzodiazepinlerin uzun süreli kullanımının, özellikle yaşlı yetişkinler için neden zararlı olabileceğine dair daha net bir açıklama sağlaması bakımından önemlidir. Ancak bu, benzodiazepinler kötü olduğu anlamına gelmez. Benzodiazepinler, doğru ve kısa süreli kullanıldığında anksiyete ve uyku bozuklukları gibi depresyon sorunlarının tedavisinde oldukça etkilidir.

Paylaşın

Koşullar Beyninizi Nasıl Değiştirir?

Yaşlandıkça vücudunuz fark edilir şekilde değişikliğe uğrar. Saçlarınız grileşir, cildiniz kırışır ve elastikiyetini kaybeder. Daha az belirgin olan ise beyninizde meydana gelen değişikliklerdir.

Haber Merkezi / Normal yaşlanma süreci bilişsel yeteneklerde ince değişikliklere neden olurken, travmatik bir şey yaşadığınızda, beyniniz “kaç ya da savaş” tepkisini tetikler. Çoğu durumda beyin travma ile başa çıkar, ama bazı durumlarda travmaya bağlı bilişsel bozukluklar yaşanabilir.

Depresyon: Depresyon sadece ruh halinizi etkilemez, bozukluk beyninizi de değiştirebilir. Uzmanlar, depresyonun beyinin bazı bölgelerindeki aktiviteyi azalttığını söylüyor.

Bir araştırma, on yıldan uzun süre depresyonda olan kişilerin yaklaşık yüzde 30 daha fazla beyin iltihabına sahip olduğunu ortaya koydu. Bu durum, beyin hücresi kaybına yol açabilir, bu da hafıza sorunları ve bunama olasılığını artırabilir.

Felç: Felç, beyninizin bir kısmına giden kan akışı durduğunda meydana gelir. Bu durum, kalıcı beyin hasarına neden olur ve ölüme ve sakatlığa yol açabilir.

Alkol bozukluğu: Alkol, bulanık görüşe, peltek konuşmaya ve hafıza kaybına neden olabilir. Bunun nedeni alkolün beyin hücrelerini öldürmesidir. Araştırmalar, alkol tüketiminin beynin belirli kısımlarını da küçültebileceğini ortaya koyuyor.

Şizofreni: Şizofreni hastalarının beyinleri, bu bozukluğu olmayanlardan farklıdır. Taramalar, beyni oluşturan yağlı madde olan gri ve beyaz maddeyi kaybettiklerini göstermektedir. Beyaz madde, bilginin taşındığı beynin derinliklerinde yer alır. Gri madde onu çevreler ve beynin bilgiyi işlemesine yardımcı olur.

Alzheimer: Beyinde nöron adı verilen hücreler bulunur. Bunlar kimyasal ve elektriksel sinyaller aracılığıyla birbirleriyle “konuşur” ve vücudunuzun geri kalanına mesajlar gönderir. Alzheimer, bu iletişimi bozar. Bozulmanın iki proteinin, amiloid ve taunun birikmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Migren: Migreni olan kişilerin beyinlerindeki bazı sinirler stres veya parlak ışık gibi tetikleyicilere aşırı tepki verir. Bu, kimyasalların beyindeki kan damarlarını daraltmasına neden olan bir aktivite dalgası başlatır. Bu da baş ağrısına ve diğer semptomlara neden olur. Zamanla, kronik migren, beyindeki gri ve beyaz madde kaybına neden olabilir.

Beyin Anevrizması: Beyin anevrizması, bir kan damarındaki zayıf noktadır. Bu nokta veya noktalar şişer veya dışarı doğru çıkıntı yapar. Zamanla yırtılır ve kan sızdırır. Bu, beyinde veya beyin ile astarı arasındaki bölgede kanamaya neden olur. Bunlar hemorajik inmelerdir. Bu durum, baş ağrısına, mide bulantısına, nöbetlere ve hatta ölüme yol açabilir.

Beyin sarsıntısı: Birçok talihsizlik beyin sarsıntısına neden olabilir. Beyin sarsıntıları beyindeki kimyasalların dengesini bozarak sinir hücresi işlevine zarar verir ve iltihaplanmaya neden olur.

Multipl skleroz: Multipl skleroz durumunda, bağışıklık sistemi beyindeki ve omurilikteki sinirlere saldırır. Vücut, sinirlerin etrafındaki yalıtım tabakası olan miyeline zarar vermek için beyaz kan hücreleri gönderir. Bu, sinir hasarına neden olur ve beyne giden ve beyinden gelen bilgi akışını bozar.

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu: Uzmanlar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite gibi DEHB semptomlarının beyin farklılıklarından kaynaklandığını düşünüyor. Araştırmalar, DEHB’li kişilerde daha az gri ve beyaz madde olduğunu gösteriyor.

Paylaşın