Erkan Baş, Erdoğan’a Seslendi: Oğlunun Gemileri İsrail’le Ticaret Yapıyor

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulunan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, “Gazze bombalanırken, çocuklar katledilirken, hastaneler vurulurken orada ticaret devam ediyor. Şimdi hemen açıklama yapmış şirketlerden bir tanesi, diyor ki ‘O anlaşma savaştan önce yapılmıştı’. Ne zaman gitti, savaşta gitti, bizim de şirket olarak yapacak bir şeyimiz yoktu. Niye? Çünkü para Gazze’den daha önemli sizin için. Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur. Siyasal İslamcılık budur” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki haftalık basın toplantılarının sonuncusunu bugün düzenledi. Erkan Baş, Tahir Elçi Davası’ndan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluğuna, “dolandırılan futbolcular” davasından Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan’ın İsrail’le ticari ilişkilerine, Şahintepe Barınma Meclisi ve “Ekokırım Yasası” mücadelesinden deprem bölgesindeki atanamayan öğretmenlere, gündeme ilişkin birçok konu hakkında açıklamalarda bulundu.

İleri Haber’in aktardığına göre; TİP Genel Başkanı Baş’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: “Tahir Elçi, kayıtlara faili meçhul diye geçen bir cinayete kurban gitti. Bugün duruşması yapılıyor. Herkesin gözleri önünde işlenen bu cinayetin üzerinden 8 yıl geçmiş olmasına rağmen etkin bir soruşturma, etkin bir yargılama yürütülmediğini hep beraber görüyoruz.

Cinayet işlendikten 5 yıl sonra davası açılıyor, 3 yıldır da ağır aksak ilerliyor. Biz benzer durumları bir emekçinin hak davasında, işe iade davasında görüyoruz. Kıdem davalarının aylarca, yıllarca sürdüğünü görüyoruz. Burada da bir dava görülüyormuş gibi yapılıyor. Üzeri örtülmek isteneceğinden eminiz ama bir kez daha bugünkü duruşma vesilesiyle ifade edelim: Tahir Elçi davasının sonuna kadar takipçisi olacağız. Güpegündüz bir sokak ortasında Tahir Elçi’yi katletmeye cesaret edenler, o katilleri cezalandırmamak için de uğraşacaklar ama elinde sonunda hak ettikleri cezayı mutlaka alacaklar. Hep birlikte takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Bir diğer hukukçu, bugün bu toplantıyı gerçekleştirdiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin seçilmiş bir üyesi, sevgili Can Atalay. Sevgili Can Atalay’ın yarın itibariyle milletvekilliği seçildiği günden bugüne tamı tamına 200 gün geride kalmış olacak. 200 gündür Can Atalay esir tutuluyor ve bu esaret Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmiş durumda, Anayasa Mahkemesi Can Atalay’ın tahliye edilmesi gerektiğini söylemiş durumda. Ama bütün bunlara rağmen hala Can Atalay esir tutuluyor. Bugüne kadar süren hukuksuzluklara rağmen Can Atalay’ın, Gezi Davası tutuklarının tümünün halkın vicdanındaki yerinin ne olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Can’ın milletvekili seçilmesi bu sürecin önemli göstergelerinden bir tanesidir.

Şu anda bu bir yargı darbesiyle, sözde ‘yargı kurumları arasındaki ihtilaf’ diye anlatılmak isteniyor ama açık, net, Anayasa’yı ayaklar altına alan bir yargı darbesiyle devam eden bu haksız, hukuksuz tutukluluğun bitene kadar bizim gündemimizden hiç düşmeyeceğini, halkın kendisine verdiği görevleri yerine getirmesinin koşullarını yaratmak üzere sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade etmek isterim.

Son olarak unutmadan hatırlatalım: Gezi kaldı, Gezi Parkı kaldı, Gezi’de ağaçlar kaldı ve Gezi’nin vekili de vekil olarak kalacak. Biz hepimiz burada olacağız ama Gezi’den darbe çıkartmaya kalkanlar, bunu başaramayınca hukuku ayaklar altına alanlar, yasaları, Anayasa’yı ayaklar altına alanlar, güçlerine güvenerek her şeyi yapabileceklerine inananlar bunlar mutlaka gidecekler ve giderken bu halka karşı işledikleri tüm suçların hesabını da verecekler. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Peki Türkiye’de hukukun durumuna ilişkin olarak bunlar olurken, Türkiye’de hukuk nelerle ilgileniyor? Tahir Elçi davasıyla ilgilenmiyorlar, o cinayeti açığa çıkartmaya çalışmıyorlar. Can Atalay’ın uğradığı haksızlık, hukuksuzluk; Hatay halkının, hepimizin uğradığı haksızlık, hukuksuzluk devam ediyor. Ama bakıyorsunuz, örneğin günlerce fenomenlerin görgüsüzlüğünü tartışıyoruz, kara para aklamalarını tartışıyoruz, milyonlarca liralık lüks arabaları konuşuyoruz, hala da bu paraların gerçek sahiplerinin kim olduğu belli değil. Ama Maliye’nin, MASAK’ın yıllarca bunları bulamadığını görüyoruz.

Hatırlayacaksınız, günlerce Dilan Polat’lar gibi çeşitli fenomenlerin sözde hayatlarını, şatafatlı gösterilerini izledik. Belki bu ülkede yüz binlerce genç bu insanlara özendi. ‘Kapitalizmin insanları bir gün zengin edebileceği hülyası’ bunun üzerinden pazarlandı. Şimdi tam o kapanırken, bu sefer ‘futbolcuların kaptırdıkları paralar’ skandalı ortaya çıktı, elden milyonlarca doları gidip bankacıya vermiş bu futbolcular. Altını çizerek şunu paylaşmak istiyorum, dolandırıldıklarını anlayınca savcılıktan önce Tayyip Erdoğan’ı arıyorlar, ‘Bizim paralarımızı kurtar’ ricasını iletiyorlar. Memleketin geldiği hali daha iyi ne anlatabilir?

Şimdi mesele hukuki olarak bir dosyaya dönüştürülmüş durumda, bakalım mağdur edildiği söyleyen futbolcuların davaları ne kadar sürede sonuçlanacak? Yani katillere, mafya babalarına, uyuşturucu ticareti yapanlara, dolandırıcılara karşı çok ağır aksak ilerleyen hukuk, bakalım mağdur edildiğini iddia eden milyon dolarlık futbolcular olduğunda koşmaya başlayacak mı? Biz bunu ilgiyle takip edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, bu futbolcular aynı zamanda ‘faiz haramdır’ diye beyanat veren, iktidara yakın, iktidarın topluma ‘örnek kişilikler’ diye pazarladığı, gösterdiği kişiler ve şimdi neyle karşı karşıyayız? Aç gözlülükle karşı karşıyayız. Bankanın teftiş raporunda bir bölüm var. 46 günde vadeli olarak dolar bazında yüzde 253 getiri vaadine inanılmış olsa bile, dokümanlardan şüphelenilmemesi, yani kendilerine herhangi bir resim evrak verilmemesinden şüphe duyulmaması, elden ve üçüncü kişi üzerinden para verilmesi ortalama zekaya sahip herhangi bir kişiden beklenmeyecek bir davranıştır.

Ben söylemiyorum, banka raporu söylüyor. Belki banka kendini kurtarmak için söylüyor, onunla ilgilenmiyorum, ama ‘ortalama zekaya sahip herhangi bir kişiden beklenmeyecek bir davranış’ diye haklarında rapor yazılıyor. Doğal olarak, benim gibi çocukluğunda Atatürk’ün ‘Ben sporcunun zeki, çevik, ahlaklısını severim’ sözüyle büyümüş insanların aklına bu ‘ortalama zekâ’ hemen bir tartışma konusu olarak düşüyor.

Çok net söylüyorum, ben bu arkadaşların çevikliğine ilişkin laf edemem, ona futbol dünyası karar verir. Ama zeki olmadıklarını banka söylüyor. Ahlaklı olmadıklarını da ben söylüyorum. Alın teri dökmeden, çalışmadan, emek vermeden, paradan para kazanmak… İşte yarattıkları insan tipi, topluma örnek diye sundukları bunlar. Esas tartışılması gereken, esas konuşulması gereken şey bu.

Ben Türkiye’yi bu tartışmada ikiye ayırıyorum: Orada dönen dolapları, paraları, rakamları söyleyebilenler ve söyleyemeyenler. Ben söyleyemiyorum. Kaç milyon dolar ne ifade eder, o para çantayla mı taşınır bavulla mı taşınır, gerçekten bunları bilen kaç kişi var bu ülkede? Ayıp değil mi, yazık değil mi, günah değil mi? Utanmıyor musunuz? Bir de çıkmışlar ‘Benim servetimin onda biridir, beşte biridir, aslında o kadar da büyük dolandırılmadım’ diye anlatıyorlar.

Sizin bu dolandırıldığınız paralarla Türkiye’de aç çocuk kalmaz, ölümle, hastalıkla pençeleşen insanların tedavisi gerçekleşir. Hep söylüyorum, işte bir örneğiyle daha karşı karşıyayız. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bütün varlık sebebi, bu ülkede bir avuç insanı daha zengin edip sizin, benim emeğimizden, alın terimizden gasbettikleriyle bunların servetini büyütmek. Kurdukları sistemin özü ve özeti budur. Bunlar zengini daha zengin etmek için bizi daha fazla çalıştıran, daha fazla ezen, daha fazla sömüren, daha fazla yoksullaştıran, açlığa mahkum eden bir sistemin kurucuları.

Ve buradan da emekçi çocuklarına, milyonlarca insana sahte kahramanlar, sahte umutlar çıkartıp ‘Bir gün siz de zengin olabilirsiniz’, ‘Çok çalışırsanız siz de zengin olursunuz’ gibi bir dünya kurmak istiyorlar. Bunları burada söylemeyi görev biliyorum. Hangi ülkede yaşıyoruz ya? Bir tarafta milyonlarca dolar para çaldıranlar var, buna da ‘kazıklandıkları için’ üzülüyorlar, yoksa hayatları bitmiyor.

Bu ülkede açlık sınırı 14 bin lira olmuş. Evine açlık sınırı kadar para girmeyen milyonlarca insan var. Dört kişilik bir ailede herkes çalışsa yoksulluk sınırı kadar para girmiyor eve. Milyonlarca insan bu halde yaşıyor, diğer tarafta beyefendiler milyonlarına milyonlar katmak için filmler çeviriyorlar, birbirlerini kazıklıyorlar. Bu da ahlaksızlıklarının başka bir göstergesi. İşin üzücü tarafı, bu futbolcuları izlemek için stada gelen insanların tamamı, toplamda bir futbolcunun dolandırıldığı parayla bir ay yaşamaya çalışıyor. Memleketin geldiği noktaya bakın…

Bu sabah Tayyip Erdoğan çıktı, grup toplantısı yapıyor. Klasik, önüne koymuşlar prompter’ı. Yine oradan Filistin’e ne kadar önem verdiğini, sahip çıktığını söylüyor, İsrail’i lanetleyen nutuklar atıyor. Tam o anda yandaş basın başta, sonra diğer gazeteler de girdi, Tayyip Erdoğan bir gazeteci hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Tayyip Erdoğan’ın bir gazeteciyi dava etmesi haber falan değildir, zaten Tayyip Erdoğan 20 yıldır kendisini kim eleştirse, kim beğenmese, kim ona boyun eğmese, kim ona teslim olmasa, herkes hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Milyonlarca insan hakkında suç duyurusunda bulundu bugüne kadar.

Bu bir haber değeri taşımıyor, haber değeri taşıyan şey şu: Tayyip Erdoğan, Metin Cihan isimli gazeteci arkadaşımızdan neden şikayetçi oldu, neden suç duyurusunda bulundu? Çünkü Metin Cihan bir iddia attı ortaya. Belgeleriyle, kanıtlarıyla hepimizin ulaşabileceği açık kaynakları çalışarak tarayarak diyor ki Gazze’de çocuklar, kadınlar, hastaneler bombalanırken, Tayyip Erdoğan’ın oğlunun gemileri İsrail Limanı’nda yükleme yapıyor. Erdoğan kürsüde prompter’dan Filistin’e sahip çıkarken, Filistin için dua ederken, İsrail’i lanetlerken oğlunun gemileri İsrail Limanı’nda ticaret yapıyor! Defalarca söyledim, bir kez daha söylüyorum: AKP dini, imanı, ahlakı sadece ve sadece para olan bir çeteden ibarettir.

Şimdi sokaktaki hamburgercide, kahvecide oturup yemek yiyen yurttaşlara güya ‘İsrail mallarını boykot ediyoruz’ diye, ‘Oturmayın burada’ diye kendi çocuklarını oralara gönderiyorlar. Öbür tarafta milyonlarca liralık ticaret anlaşmaları devam ediyor. Siyasal İslamcılığın ikiyüzlülüğü… Haber budur arkadaşlar, hadi bunu yazsanıza, ‘Tayyip Erdoğan’ın oğlu İsrail limanlarında gemilerini gönderiyor’. Buradan ‘Tayyip Erdoğan şikayetçi oldu’ başlığını atan tüm gazetecilere sesleniyorum.

Metin Cihan diyor ki, döndük kaynaklarına baktık, Burak Erdoğan ve Mert Çetinkaya, aynı adrese kayıtlı 2 tane şirket var. Burak Erdoğan bu şirketlerden bir tanesinde Mert Çetinkaya’nın ortağı. MB Mert Burak şirketin adı. Kendi isimlerini birleştirmişler, şirketin adı yapmışlar. Şimdi İsrail’le ticaret Çetinkayaların sahip olduğu o paravan şirket aracılığıyla yapılıyor. Peki kim bu Mert Çetinkaya? Tayyip Erdoğan’ın Kasımpaşa’dan arkadaşı Mecit Çetinkaya’nın oğlu, Tayyip Erdoğan’ın 40-50 yıllık dostunun oğlu. Çetinkayaların kızının hepimize sinkaflı küfürler eden meşhur müteahhit Mehmet Cengiz’le evli olduğunu da bir kenara yazın. Alın size bir saadet zinciri daha…

Biraz önce futbolculardan, Dilan Polatlardan bahsediyorduk, aynısını bunlar kuruyor. Tırnak içinde söyleyeyim, ülkenin tepesindekiler de aynı şeyi yapıyor. Üstelik ne zaman yapıyorlar? Gazze bombalanırken, çocuklar katledilirken, hastaneler vurulurken orada ticaret devam ediyor. Şimdi hemen açıklama yapmış şirketlerden bir tanesi, diyor ki ‘O anlaşma savaştan önce yapılmıştı’. Ne zaman gitti, savaşta gitti, bizim de şirket olarak yapacak bir şeyimiz yoktu. Niye? Çünkü para Gazze’den daha önemli sizin için.

“Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur”

Babası burada Filistin’e dua eder, oy toplar; oğulları İsrail’e gemi gönderir, kasaları doldurur. Siyasal İslamcılık budur. Bakın, yine bir örnek. Deprem oluyor, sel oluyor, bunların iktidar kaynaklı felakete dönüşmesini şimdilik bir kenara bırakalım. Evladınızı, annenizi, babanızı, sevdiğinizi, evinizi, işyerinizi kaybediyorsunuz, acı çekiyorsunuz. İktidar üç gün sizinle timsah gözyaşı döküyor, dördüncü gün sizin acınızdan nasıl para kazanacağının hesabını yapın. Şimdi yine öyle bir kurtarıcı edasıyla yeni rant alanları, rezerv alanları tespit ediyor. Nerede? Hatay’da.

Depremde en büyük yıkımı yaşayan Hatay’da 8 mahalleyi rezerv alanı ilan ettiler ve SMS’le bunu haber ediyorlar. Hatay yıkıldı, günlerce bu halk kaderine mahkum edildi. Bu ülkenin onurlu insanları danışmasıyla, el birliğiyle bu halkın yaralarını sarmaya, onarmaya çalıştı. Ama Saray Rejimi sadece ve sadece buradan nasıl daha fazla para kazanırız derdinde. Hani Hababam Sınıfı’nda bir sahne vardı, ‘Utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürürdüm’ diye, gerçekten utanacağınızı bilsem yüzünüze tüküreceğim, başka yapacak hiçbir şey kalmadı, ama ondan da utanmazsınız.

Dün buraya Şahintepe’den yurttaşlar geldi. AKP’li belediyenin yine rant odaklı sözde kentsel dönüşüm planıyla mücadele ediyorlar, Barınma Hakkı Meclisi’nden arkadaşlarımız. İnsanlar tabii ki huzurlu, sağlıklı, güvenli evlerde yaşamak istiyorlar. Bir dönüşüm yapılacaksa da mahallenin gerçekliğiyle uyumlu, bölge halkının sözünü dinleyen, halkın karar verici olduğu, hukukçuları, mimarları, şehir plancılarının, rantı değil de halkı merkeze koyan insanların yan yana geldiği sağlıklı dönüşümlere kim karşı çıkabilir?

Dün 28 bin ıslak imzalı Ekokırım Yasa Teklifi’ni yurttaşlarımız getirdiler. O kadar önemli bir şey ki yaşam hakkını savunmak, doğayı korumak… Bu iktidarın doğa katliamcısı uygulamalarına karşı ekokırımın bir suç olduğunu yasal düzeyde tanımlamak istiyor. Yurttaş harekete geçiyor artık, yasa teklifini hazırlıyor, getiriyor, veriyor.

Buradan hem Şahintepe Barınma Hakkı Meclisi’ne, hem Ekokırım Yasası için mücadele eden yurttaşlarıma ziyaretlerinden dolayı yürekten teşekkür ediyoruz. Halkın insanca yaşayabileceği, doğayla uyumlu, hep birlikte kardeşçe yaşayacağımız bir ülke kurma sözünde ısrarcı olacağız ve bu mücadeleyi hep beraber büyüteceğiz.

Öğretmenler günü kutlandı, 24 Kasım’da herkes öğretmenleri övüyor. Peki bu öğretmenlerin durumu ne? Yani ders anlatırken ‘Akşam eve nasıl gideceğimi’, ‘Kiramı nasıl ödeyeceğim’ diye düşünen öğretmenin, ‘Elektrik, su, doğal gaz faturamı nasıl ödeyeceğim’ diye düşünen öğretmenin günlerini kutlasanız, o gün onları el üstünde tutsanız ne, tutmasanız ne?

Özel okullardaki öğretmenler, asgari ücrete, asgari ücretin altına çalıştırılan öğretmen arkadaşlarımız, sandalyesi sınıfta çok görülen öğretmen arkadaşlarımız somut adım bekliyorlar. Bu ülkede ‘ataması yapılmayan öğretmenler’ diye bir kavram var. Yani okumuş, yıllarca okumuş, öğretmen olmayı hak etmiş. Bu ülkeye, bu ülkenin çocuklarına, gençlerine hizmet etmek istiyor, iktidar atamasını yapmıyor. Neden? Kadro vermek istemiyor, ‘Gitsin ucuza çalışsın’ diyor.

Torba yasayla ilgili görüşlerimizi önümüzdeki günlerde paylaşırız. Deprem bölgesindeki öğretmenlerin, özellikle deprem bölgesinde özel okullarda çalışırken örneğin okulları yıkılan öğretmenlerin, işsiz kalan, evini kaybeden, işini kaybeden öğretmenlerin atamasını yapmak bu kadar mı zor? İnsanların çaresizliğini, yalnızlığını, zor durumda olduğunu anladığınızı gösteren ufacık bir adım atın.

Bütün öğretmenlerin atamasının yapılması lazım. Çocuklarımızın yarınlara güvenle bakabilen öğretmenler tarafından eğitilmesini, derslere de onların girmesini, öğretmenin derste çocuklarımız dışında hiçbir şey düşünmeyecek halde olmasını arzuluyoruz, bekliyoruz, istiyoruz. Ama en azından deprem bölgesindeki öğretmenlerin yaşadıkları zorlukları bir nebze olsun hafifletin, öğretmenlerin atamasını gerçekleştirin. Bu konuyla ilgili partili arkadaşlarımız bir kanun teklifi hazırlıyorlar, önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunacağız.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir