Göğe bakma durağı: Karaca Mağarası

Karaca Mağarası, adını, bulunduğu köyün mahallesinden alan Karaca Mağarası, doğanın milyonlarca yıl uğraş vererek ortaya çıkardığı, sabırla nakşedilen, her noktasın aynı özenin gösterildiği muhteşem bir doğa harikasıdır.

Gümüşhane’nin Torul ilçesine bağlı Cebeli Köyü Sınırları içerisinde bulunan Karaca Mahallesi’nin hemen güney batısında yer alan Karaca Mağarası şehir merkezine 17 km mesafede, denizden 1550 metre yüksekliktedir.

Gümüşhane-Trabzon karayolunun 12 km kuzeye ayrılan 4 km yolu takip ederek ulaşılan mağaranın bulunduğu mevkide, ziyaretçilerin yeme, içme, dinlenme ve hediyelik eşya satın alma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri tesisler mevcuttur.

Daha ilk andan itibaren ziyaretçilerinin büyüleyen mağarada, iç içe geçen ışığın uyumu ve gölgenin ortaya çıkardığı eşsiz şekiller, sizi gerçek dünyadan alır ve bir hayal alemine taşır. Taşların adeta kuş, heykel ve ebru olduğu bu mağara, hayal dünyanızda ete kemiğe bürünüp bambaşka bir dünya olur.

Karaca’da insan doğanın mütevazı bir parçası olduğunu hatırlar. Dolomitik kireç taşları içerisinde gelişen karstik oluşumlarıyla ön plana çıkan Karaca, Karstik Mağarası, önceleri yöre halkı tarafından bilinmesine ve bulunuşuyla ilgili farklı efsaneler anlatılmasına rağmen bilimsel anlamda ilk kez Karaca Mahallesi’nde jeolojik mühendisi Şükrü Eroz’un 1990 yılında yapmış olduğu çalışmalar ile adını duyurmuş, 1996 fiili olarak turizme kazandırılmıştır.

Her damlanın bir usta olup, bir harç eklediği bu olağanüstü yapıda, sarkıtlar, dikitler, sütunlar, damlataşı havuzları, perde damlataşları, mağara çiçekleri, ok desenli duvarlar, bayrak şekilleri, fil kulakları, traverten basamakları ve traverten havuzları oluşmaya devam etmektedir.

Mağara içerisinde beyazdan laciverte çeşitli renklerdeki travertenlerin varlığı ise travertenleri oluşturan suyun içerisindeki demir ve magnezyum gibi erimiş mineral maddelerin çok yoğun olduğunu göstermektedir. Kuru bir mağara olan Karaca Mağarası’nın tavan ve duvarlarından sızan sular mağara tavanında gölcükler oluşturulmuştur.

Özellikle mağaranın son kesimlerindeki bu gölcüklerin derinliği bir metreyi bulmaktadır. Oluşumu halen devam eden mağarada bir santimetrelik dikit ve sarkıt tam 12 yılda oluşmaktadır.yaşı yaklaşık 15 milyon yıl olarak tahmin edilen mağara, renk ve motif çeşitliği açısından dünyada eşine az rastlanan bir türdendir.

Mağaranın girişi bir insan boyu yüksekliğinde olmakla birlikte, mağara içeriye doğru gidildikçe bir huni şeklinde genişlemektedir. Uzunluğu giriş noktasından en uç noktaya 150 m, ortalama tavan yüksekliği ise 18 m olan mağaranın toplam iç alanı yaklaşık 1500 karedir.

Mağaranın görsel güzelliğinin yanında bir başka özelliği de, astım hastaları için rahatlatıcı bir kür niteliği taşımasıdır. 12-17 derece ortalama ısısı, %70 civarı mutlak nem oranı, polen ve tozlardan arınmış yüksek oksijenli havasıyla hastaların çok daha kolay nefes almalarına olanak sağlayan mağara, bu özelliğiyle kronikleşmemiş astım hastalarına iyi gelmektedir.

Mağara temiz ve polensiz havasıyla hiçbir hastalığı olmayan ziyaretçilere dahi sağlıklı nefes olanağı ve dinçlik sağlamaktadır. Yaz aylarında dışarıya göre daha serin kış aylarında ise nispeten daha sıcak olan mağara bu özellikleri ile küçük bir mikro klima alanı olarak düşünülmektedir.

Gümüşhane’nin tarihi

Doğuda Bizer ve Muşkilerin yaşadığı Skidides ile batıda Pariyadres dağlarına uzanan ve Güneyde Satala (Sadak) ovası ile çevrili Gümüşhane bölgesinde tam bir kavimler mozaiği oluşmuştur. Yapılan araştırmalarda elde edilen buluntular ancak M.Ö. 3000-2000 arasına tarihlenen ilk Tunç Çağı’nın aydınlatılmasına yardımcı olmaktadır.

Bulunduğu coğrafi konum itibariyle tarihsel olaylar karşısında daima tampon bölge olarak kalan Gümüşhane’de mimari eserlerin çoğu günümüze ulaşamamıştır. Kapadokya yazılı kaynaklarında bir zenginlik kaynağı olarak sık sık adı geçen ve yoğun ticari ilişkilere konu olduğu belirtilen gümüşün, Asur koloni dönemindeki yoğun çıkarımlar nedeniyle yataklar zenginliklerini büyük ölçüde yitirmiş ve eski çıkarım izleri hemen hemen silinmiştir. Gümüşhane yöresinin Azzi ülkesi adıyla, güneyinden

Suşehri’ne kadar uzanan topraklarına ise Hayaşa ülkesi olarak anıldığı Hititler zamanında zenginlik kaynağı yine gümüştür. Hititler alışverişte değer ölçüsü olarak gümüşü kullanıyorlardı. Hitit İmparatorluğu gerek batıdan gelen Frigllerin ve gerekse kuzey komşuları Kaşkarların saldırıları sonucu zayıflayınca Urartular bölgeye hakim oldular. (M.Ö. 860) Asurların zayıflamasından da faydalanan Urartular bölgedeki nüfuzlarını artırdılar. Aynı yıllarda Ege adalarında ticaretle uğraşan Argonotlar

“Konuk kabul etmeyen hırçın deniz” diye tabir ettikleri Karadeniz’in madenleriyle ünlü yöresine koloniler kurdular. (M.Ö. 756) Böylece Gümüşhane yöresi madenleri de uygarlığa açılmıştır. Bu gelişmeyle birlikte Urartu kültürü ve maden işçiliği Argonotlar aracılığıyla Ege adalarına dek yayıldı. M.Ö. 560’lı yıllarda Medler Gümüşhane yöresini ele geçirdiler. Ancak Medler yine aynı sülaleden gelen Ahamemiş sülalesinden

II.Kiros (Kuraş) ‘ın başkaldırısı ile yıkılmış ve M.Ö. 550 de Pers Krallığı kurulmuştur. Gümüşhane’de bu sınırlar içinde olup yılda 300 gümüş talen vergi ödemekle yükümlü tutulmuştur. Persler Yunanlılarla yaptıkları savaşlarda yöre insanını da kullanmış, nitekim Kserkes’in M.Ö 480’de Yunanistan’a yaptığı sefere Khalip (Khaledi-Haldi= Gümüşhane,

Trabzon ve çevresinde yaşadığı belirtilen halk ) Askerleri de katılmıştır. Heredot bu seferde Khaliplerin küçük kalkanlar, kısa mızraklar ve eğri kılıçlarla donandığını yazmaktadır. Bazı kaynaklar ise bu sefere Çoruh Havzasında yaşayan Muşkillerin katıldığını kaydederler. İmparator II. Artakserkses döneminde

(M.Ö.400 ) Bölgeyi güneyden kuzeye dolaşmış olan tarihçi Ksenefon ise, Pers ordusunda paralı askerlik yapan Makedonyallıların Babil yöresinde Karduklara yenildiklerini, daha sonra ki geri çekilme sırassında Gümüşhane yöresinden de geç tiklerini yazmaktadır. M.Ö 350’lerde zayıflamaya başlayan Pers İmparatorluğu’na Makedonya Kralı Büyük İskender son verdi. (M.Ö. 334 ve 331 ) İskender orduları Gümüşhane yörelerine kadar uzanamadılar Yöre bu yüzden M.Ö 4.yüzyıl başında siyasal bir boşluğun içine düştü. Büyük İskender’in hakimlerinden

Flikos’un Gümüşhane’de gümüş madeni bulması üzerine buraya önem verdiği söylenir. Ege adalarından biri olan Kios adasının tiranı Mitridates Ktistes doğuda İris (Yeşilırmak) ve Lykos (Kelkit) havzasına dek uzanan toprakları ele geçirdi. (M.Ö.301 ) Pontos Krallığının kurucusu olan 1.Mitridates öldükten sonra yerine oğulları geçti. vunma üstünlüğünü korumak için yüzlerce kale yapıldı.

Ordunun zor duruma düştüğü zamanlarda da bu dağlık bölgeye iyi bir saklanma yeri oluyordu. Pontos Krallığının üstünlüğü Kerona savaşında sarsılınca iç çalkantılar başlamış, Lykos (Kelkit) yakınlarındaki Kabira dolaylarında Romalılarla yapılan ikinci büyük savaşta da yenilince Gümüşhane dağlarına çekilmişlerdir . Yöredeki Roma hakimiyeti M.Ö.20. yılda başlamış ve M.S. 395’lere kadar devam etmiş. Kavimler göçü neticesinde Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı Roma diye ikiye ayrılınca

Gümüşhane yöresi Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır. Bzans İmparatorluğu döneminde Gümüşhane yöresi de Bzans-Hazar askeri işbirliğinde önemli rol oynamıştır. Kral Jüstinyen zamanında Keçi Kale Kalesi (Kale Bucağında) onartılmıştır. Roma ve Bizans dönemlerinde yörede kurulu kente Argyropolis adı verilmiştir.Yöredeki savaşların asıl sebepleri tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması ve madenleri ile ün şyapmış olmasıdır.

7. ve 8. yüzyıllarda bölge birkaç defa el değiştirmiştir. Halife Hz. Ömer zamanında ( 634-644) Erzincan ve Erzurum Arapların eline geçince Gümüşhane’ de bu egemenliği tanıdı . Halife Hz. Osman zamanından, Emevi ve Abbasilere kadar olan dönem içerisinde el değiştiren yöre Çağrı Bey’ in 1016 yılında Anadolu’ya yaptığı ilk akın sırasında Türklerin eline geçmiştir. 1071 Malazgirt Savaşından sonra yöre

Selçuklu Egemenliğine girmiş , son olarak da 1467 ‘de Akkoyunlular yörede egemen olmuşlardır. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğuna son vermesiyle bölgede Osmanlı etkisi görülmeye başlanmıştır. Gümüşhane, Trabzon Rum İmparatorluğunun fethedilmesinden sonra Osmanlı hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet 1461 ‘den 1467’ye kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra Gümüşhane Akkoyunluların hakimiyetine girmiştir.

Bu hakimiyet 1473 yılında Fatih ile Uzun Hasan arasında vuku bulunan Otluk beli savaşı ile sona ermiştir.1514 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından kesin olarak alınmış ve Osmanlı topraklarına katılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman (1520/1566 ) İran Seferi sırasında Harşit Vadisinden geçerken Gümüş madeninin bulunduğu eski Gümüşhane yöresinin imar edilmesini emretmiş, böylece buraya 50 ev ve Süleymaniye Camii yapılmıştır.

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ile 7 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar’ın doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz de yaptıkları işgaller ve bunun sonucundaki göçler Gümüşhane’de hayat bırakmamıştır. Ruslar 16 Temmuz 1916 da Bayburt’u aldıktan sonra yollarına devam ederek 19 (20) Temmuz 1916 günü Gümüşhane’ye girmişlerdir. Türk birlikleri fazla karşı koyamayınca Ruslar aynı gün Torul’a girmişlerdir. Böylece Trabzon yolu Ruslar’a açılmıştır.

22 Temmuz 1916 günü Kelkit üzerine yürüyen Rus Ordusu akşama doğru burayı ele geçirmiştir. Gümüşhane ve çevresi bu işgaller karşısında ve özellikle Ermeni zulmü altında ezilirken Rusya’da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve iç çalkantılar sebebiyle Ruslar 18 Aralık 1917 Erzincan mütarekesini imzalamış ve ordularını geri çekmeyi kabul etmiştir.

Torul 14 Şubat Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit 17 Şubat 1918 de Rus işgalinden kurtarılmıştır. Osmanlı hakimiyetinin ilk zamanlarında Erzurum eyaletine bağlı iken sonraları Trabzon’a bağlanan Gümüşhane sancağı 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı kanunun 89. maddesinde “Vilayet” başlığı altındaki kanunla 1925 yılında il olmuştur.

1925-1926 tarihli Trabzon salnamesinde “Gümüşhane Vilayeti merkez ilçe ile birlikte Bayburt, Kelkit, Torul ve Şiran olmak üzere 5 ilçe, 5 Bucak ve 377 köyden oluştuğu, 16943 evde 101153 kişinin yaşadığı şehirde hastane olmadığı… Vilayetin ticari durumunun Trabzon-Bayburt-Erzurum büyük yol üzerinde ve İran Transit yolu üzerinde bulunduğundan oldukça iyi olduğu, aslında tarım memleketi olan vilayetin bazı yerlerinde ürünleri yerel ihtiyacı karşılamadığından,

Halkın bir kısmının işçilik, meyvecilikle, katırcılıkla geçindiği” belirtilmektedir. Gümüşhane’nin il olması ile birlikte Ahmet DURMUŞ (Evren-Dilek) Bey Vali olarak atanmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk Belediye Başkanı ise Osman Bey (Ataç) olup, 1922-1934 tarihleri arasında görev yapmıştır.

Bayburt’un 1989 tarihinde il olması ve ayrıca yeni ilçelerin oluşturulması ile idari taksimata değişiklik meydana gelmiştir. 1988 yılında Köse 1990 yılında Kürtün ilçe olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Gümüşhane’de yol ve köprü yapımına önem vermiş, tarım geliştirilmeye çalışılmıştır.

Paylaşın

Gaziantep’in Dini Yapıları: Kiliseler

Anadolu’nun ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Gaziantep, farklı uygarlıkların, kültürlerin ve dinlerin biraraya gelerek birbirleri içinde sentezlendiği gizemli bir tarihe sahiptir.

Gaziantep’te yaşayan Hırıstiyan inanışına hizmet veren dini yapılar da gerek fonksiyonlarına bağlı olarak gerçekleştirdikleri toplayıcı etki, gerekse kent içindeki konumları nedeniyle kentin karakterini belirlemede önemli bir görev üstlenmişlerdir.

Kendirli Kilisesi

Kent merkezinde Atatürk Bulvarı üzerinde, Öğretmenevi bitişiğinde bulunmaktadır. Günümüzde Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi toplantı salonu ve Öğretmenevinin lokali olarak kullanılmaktadır. Kilisenin ilk yapımı 1860 yılıdır.

Gaziantepli Katolik Ermenilerin kilisenin inşasında maddi yönden zorlandıklarından Fransa Kralı III. Napolyon’dan, Fransız misyonerlerinden ve Katolik camiasından maddi destek alınarak yapılmıştır. Daha sonra kullanılmaz hale gelen kilisenin yeniden yapılması için geniş kapsamlı yardım kampanyası düzenlenmiştir.

Eski kilise yıkılarak yerine 1898 yılında şimdiki kilisenin inşasına başlanmış, yapımı iki yıl sürmüş ve 1900 yılında büyük bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilisenin planı Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınmıştır. Kilise planı Vatikan’dan Papalık Makamından gönderilmiştir.

Kilise geniş bir bahçe içerisinde siyah kesme taştan temel üzerine, beyaz kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı ve kırma çatılıdır. Üç basamakla giriş kapısına ulaşılmaktadır. Kilisenin tabanı kırmızı ve beyaz taşlarla satranç tahtası şeklinde döşenmiştir. İç kısmı dört ayak üzerine çapraz tonozludur.

Günümüzde kilisenin ana mekanı betonarme duvarla ikiye bölünmüştür. Apsis kısmı tamirat görerek sahne şekline dönüştürülmüştür. Apsisin karşısındaki kapatılan ana giriş kapısının bulunduğu cepheye balkon eklenmiştir.

Aziz Bedros Kilisesi

1723 yılında yapıldığı tahmin edilen kilise 2005 yılında, belediyenin yolaçmaçalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır, batı yönünde iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Oldukça tahrip olan kitabesine göre, Aziz Meryem’e adanmış olan kilise, VIII. Patrik Bedros Krikor Katolikos başkanlığında yapılmıştır.

21×13 metre ebadında olan kilise, 2 sütun dizisiyle 3 nefe ayrılan naos, narteks, atrium ve yan koridorlardan oluşan bazilikal planlı bir yapıdır. Kesme taştan yapılan kilisede pembe mermer ve bazalt taş süsleme elemanı olarak kullanılmıştır. Üç apsisli ve iyi derecede korunmuş olan kilise günümüzde Ömer Asım Ersoy Kültür Merkezi olarak Hizmet vermektedir.

Nizip Fevkani Kilisesi

Nizip ilçesi şehir merkezinde, Şıhlar Mahallesi’nde bulunmaktadır. Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen kilisenin Bizanslılar döneminde yapıldığı zannedilmektedir. Geçmişte depo ve bir müddet han olarak kullanılan kilise günümüzde herhangi bir fonksiyonu olmadan boş olarak durmaktadır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Tarihin İzlerini Takip Edebileceğiniz Yer “Gaziantep Arkeoloji Müzesi”

Anadolu’nun ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Gaziantep, farklı uygarlıkların, kültürlerin ve dinlerin biraraya gelerek birbirleri içinde sentezlendiği gizemli bir tarihe sahiptir. Gaziantep; Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç, Hitit, Hurri-Mitanni, Asur, Pers, Büyük İskender, Selevkoslar Krallığı, Roma, Bizans, Selçuklu, Memluklar, Dulkadiroğluları ve Osmanlı dönemlerine ait izleri-eserleri günümüze kadar taşımaktadır.

Gaziantep’te bulunan tarihi eserlerin çeşitliliği kentin kültürel zenginliğinin bir göstergesidir. Bu tarihi eserlerin sergilendiği müzelerden biride Gaziantep Arkeoloji Müzesi’dir.

Gaziantep Arkeoloji Müzesi, 1944 yılında Cumhuriyet döneminin ilk arkeologlarından Sabahat Göğüş tarafından kurulmuştur. Başlangıçta Nuri Mehmet Paşa Cami’de hizmet veren müze, 1969 yılında küçük bir kent müzesi niteliğindeki binasına taşınmıştır.

Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde Alt Paleolitik dönemden Cumhuriyet dönemine kadar olan sergileme üniteleriyle ziyaretçileri adeta geçmişten günümüze tarihsel bir yolculuğa çıkarmaktadır. Bu yolculuk zemin kattan başlayıp, tarihsel dönemlerin sıralanışına göre Cumhuriyet dönemine kadar uzanmaktadır. Zemin katta duvarlarda Gaziantep’in geçirdiği tarihsel dönemler ve Gaziantep’ in tarihteki isimleri görsel olarak ziyaretçilere sunulmaktadır.

Jeolojik Dönem fosil ve kayaçları ile başlayan teşhir, Gaziantep’in Doğa Tarihi ve Alt Paleolitik dönemin özelliklerinin çarpıcı bir şekilde teşhiri ile devam etmektedir. Nesli tükenmiş olan Maraş Fili’nin eldeki iskeletleri de müzede sergilenmektedir. Paleolitik dönem ünitesinin hemen yanında, tarihin en önemli devirlerinden biri olan ve insanlık tarihine yön veren Neolitik döneme ait taş heykel teşhiri ile devam etmektedir.

Gaziantep’in Kalkolitik ve Eski Tunç Çağı’nı temsil eden bölümde, arkeolojik kazılarla ele geçirilen Şaraga, Sakçagözü, Gedikli, Tilmen, Zincirli ve Sam buluntuları sergilenmektedir. Eski Tunç Çağı’na ait bir mezar canlandırılarak buluntuları ile beraber teşhir edilmiştir. Gaziantep’te en önemli dönemlerden biri olan Geç Hitit Dönemi buluntuları müzenin zemin katında, ziyaretçilere dönemin özellikleriyle yansıtılmaktadır.

Karkamış Antik Kenti buluntuları da burada sergilenmektedir. Bu bölümde Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sergilenen ortostatların replikası yapılarak Geç Hitit döneminin saray yapısı teşhir edilmiştir. Ayrıca bu bölümde Anadolu / Kuzey Suriye kökenli bir yapı türü olan ve Demir Çağı’nda Anadolu, Suriye, Filistin, Batı İran ve Mezopotamya’da kamusal mimarlıkta yaygın olarak kullanılan Bit Hilani plan tipi, mimari anlayışın özellikleri gözler önüne serilmektedir.

Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nin birinci katında Anadolu Uygarlıkları, damga ve silindir mühürler, Dülük Antik Kenti ve taş eserler, demir çağı, Pers Dönemi, Kommagene Krallığı ve takılar sergilenmektedir. Müzenin zemin katında Gaziantep’in Klasik/Hellenistik ve Roma Dönemi’ nin önemli buluntuları, kireç taşından yapılmış heykeller, mezar stelleri, Roma dönemine ait bir aile mezar odası da teşhir edilmektedir.

Zeugma Antik Kenti kazılarında bulunan, Zeugma Kil Mühür Baskılarının bir bölümü, sikkeler, Gaziantep İslam Dönemi ve Osmanlı Döneminde ele geçen buluntular da burada sergilenmektedir. Müzenin bahçesinde ise Hitit ve Geç Hitit Dönemi’ne ait bazalt taştan kabartma steller, mezar taşları, Roma Dönemi lâhitleri, çeşitli yapılara ait taş mimari eser parçaları bulunmaktadır.

Gaziantep kısa tarihi

Tarih boyunca Anadolu’da kurulan ve Anadolu’ya egemen olan tüm devletler için önemli bir merkez olmuştur. Gaziantep, Roma İmparatorluğu zamanında bir sınır şehri idi. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Bölge; Doğu Roma İmparatorluğu ( Bizans ) sınırları içerisinde kalmıştır. İslamiyet’in yayılmasından itibaren bölge, İslam ordularının akınına uğramıştır. Gaziantep, Bizans’ın bir uç şehri haline gelerek stratejik bir konuma girmiştir. Bizans bölgeyi kaybetmemek için özel önem vermiştir.

Bölge zaman zaman Araplarla Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşid, 782 yılında bölgeyi fethederek ‘Avasım’ şehri haline dönüştürdü. Bölge 1067 yılında Türklerin egemenliğine girdi. Bu tarihten sonra Gaziantep ve çevresi Anadolu Selçuklu Devleti ile Suriye Selçukluları egemenliğinde yer aldı. Haçlı Orduları 1098 yılında bölgeyi işgal ettiler. Gaziantep, önce Edessa ( Urfa ) Kontluğuna bir müddet sonra da Maraş Senyörlüğüne bağlandı. Bölge 1150 yılında Haçlılardan kurtarılarak tekrar Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlandı.

Ancak bölgede istikrar sağlanamadı. Bölge Anadolu Selçukluları ile Suriye’de kurulan Atabeyliklerin çatışma alanı oldu. Bölge 1258 yılında Moğolların istilasına uğradı. Memlûk Devleti, 1260 yılında Gaziantep’i Moğol istilasından kurtararak sınırları içine aldı. Memlûkların sınır şehri olan Gaziantep, bu defa da Maraş’ta kurulan Dulkadir Beyliği’nin almak için mücadele ettiği bir şehir haline geldi. XIV. yüzyılın sonlarında başlayan bu mücadele bölgeye Osmanlıların gelmesine kadar devam etti.

1516 yılında Gaziantep’e gelen Yavuz Sultan Selim bölgeyi Arap Eyaletine bağlı bir sancak merkezi yaptı. Gaziantep 1531 yılında Dulkadir Beylerbeyliği’ne (Maraş Eyaleti) bağlandı. Bu durum 1830 tarihine kadar devam etti. Ancak 1818-1830 yılları arasında Antep Sancağının vergi gelirleri Halep Eyaletine tahsis edildi. 1830 yılında Antep kaza merkezi yapılarak Halep Eyaletine bağlandı.

Antep, kısa bir dönem Mısır Hidivliği tarafın­dan işgal edildiyse de tekrar Osmanlı yönetiminde Halep Eyaletine bağlandı. Antep, 1908 yılında yapılan idari düzenlemede sancak merkezi oldu. 1913 yılında Kilis ve Halfeti Antep Sancağına bağlandı. 1918 tarihinde Halep’in İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine bağımsız sancak oldu.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında tüm sancaklar kaldırılarak il statüsüne dönüştürüldü. 1926 yılında Halfeti ilçesi bucak merkezine dönüştürülerek Şanlıurfa iline, buna karşılık Nizip bucağı ilçe yapılarak Gaziantep’e bağlandı. 1933 yılında Kahramanmaraş ilinden Pazarcık ile Osmaniye ilinin kaldırılması sonucu buraya bağlı İslahiye ilçesi Gaziantep’e bağlandı.

Bir müddet sonra Pazarcık ilçesi tekrar Kahramanmaraş iline bağlandı. 1946 yılında Oğuzeli ilçesi, 1957 yılında ise Araban ve Yavuzeli ilçeleri kurularak Gaziantep’e bağlandı. 1989 yılında Büyükşehir Belediyesi kurularak, Merkezde Şahinbey ve Şehitkamil ilçeleri oluşturulmuştur. 1991 yılında Nizip İlçesi’nden Karkamış, İslahiye İlçesi’nden Nurdağı ayrılarak ilçe olmuştur. 1995 yılında Oğuzeli ilçesine bağlı Elbeyli Bucağı ve köy­leri Kilis iline bağlanmıştır.

Paylaşın

Üç Kıtanın Kuşlarının Konaklama Mekânı: Balıkdamı Kuş Cenneti

Çok küçük gölet ve büyük sazlıklardan oluşan ve yaklaşık 30 bin dönüm üzerinde yer alan Balıkdamı Kuş Cenneti, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinin 40 km kadar güneyindedir.

Haber Merkezi / Türkiye’nin en büyük sulak alanlarının başında gelen Balıkdamı Kuş Cenneti, Asya’da yaşayan yabanıl su kuşları için batıdaki son durak özelliği de taşıyor.

Türkiye’nin sayılı sulak alanlarından olan bu bölge, kuzey ve güney ülkeleri arasında mevsimlik göç eden kuşlar için de en önemli konaklama noktalarından biridir. Bir sulak alanda göçmen kuşlar konaklıyorsa o alanda yeterli sayıda balık olduğu aşikârdır.

Bu balık bolluğundan dolayı bu özel bölgeye de halk tarafından balıkların üreme ve yaşam alanı anlamında “Balıkdamı” ismi verilmiştir. Sakarya Nehri’nin bu zengin balık kompozisyonuna sahip olmasında en önemli faktör de Balıkdamı’dır.

Çünkü bu bölge tatlı suda yaşayan bir balığın isteyeceği tüm koşulları fazlasıyla sağlamaktadır. Bugün hâlen diğer sulak alanlarımıza göre balıkdamı, hem su kalitesi hem de çevresel faktörler açısından çok daha iyi durumdadır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Cam, Çini Ve Seramik Sanatının Kalbi “Arasta Çarşısı”

Eskişehir, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Eskişehir Odunpazarı Belediyesi tarafından 2012 yılında Kentsel Sit Alanı dâhilinde bulunan bir yapı grubunun yıkılıp yeniden yapılması ile oluşturulmuş turistik bir çarşıdır.

Camın Odunpazarı ve Eskişehir’de bir marka olması için yapılan çalışmalarda, özellikle cam konusunda kurslarda eğitim almış, sertifikalı girişimcilerin çoğunluğunun oluşturduğu 14 dükkânda, camın yanında çini ve seramik sanatçılarının eserleri satışa sunulmaktadır.

Odunpazarı Kentsel Sit Alanı sınırları içindeki mevcut alışveriş noktalarına alternatif kazandırmak, dolayısıyla alanın fiziki iyileşme sürecine ivme kazandırmak amacıyla yapılan çarşı, Butik Otel, Kırım Tatar Kültür ve Çibörek evi ile çevrelenmiş alanda farklı bir kentsel buluşma noktası oluşturmuştur. Kültürel aktiviteler ve benzeri ihtiyaçlar için bir “açık hava çok amaçlı salonu” olarak da kullanılmaktadır.

Eskişehir Kısa Tarihi

Üzerinde asırlarca kanlı ve çok önemli savaşların cereyan ettiği Eskişehir’in bilinen tarihi Hititlere dayanır. Hititler zamanında bu bölgeye “Masa” denirdi. Hititlerden sonra Frigyalalılar bölgeye hakim oldular. Başkentleri Gordion (Polatlı civarı) bu bölgeye yakın olduğundan, krallığın önemli bir bölgesiydi.

Eskişehir’in eski ismi “Dorylaion” olup, Frigyalılar zamanında Eretrialı Doryleos tarafından kurulmuştur. Frigyalılardan sonra Lidyalılar bölgeye hakim olmuşlardır. M.Ö. 6. asırda Persler, Lidya Devletini yıkarak topraklarını istila etiler.

M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender Persleri yenerek Anadolu’yu işgal etti. Makedonya İmparatorluğu İskender’in ölümü üzerine komutanları arasında taksim edildi. Porsuk Çayının kuzeyinde Bitinya ve güneyinde Galatya krallıkları kuruldu. M.Ö. 1. asırda Roma İmparatorluğu bu bölgeyi ilhak etti.

M.S. 395 Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans) payına düştü. Bizans imparatorlarından bazıları Eskişehir’de oturdular. Bizans’ın kuvvetli bir askeri üssü haline geldi.

Sasaniler, İstanbul ve Üsküdar önlerine giderken buradan geçtiler. 708 senesinde Emevi kumandanı Abbas İbnü’l-Velid Eskişehir’i fethetti. Abbasiler devrinde ise Hasan ibni Kahtaba 778’de Eskişehir önlerine kadar geldi. Araplar Dorylaion’a “Duruliye” dediler.

1071 Malazgirt Zaferinden az sonra Anadolu Fatihi ve Anadolu’da Türkiye devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah’ın başkumandanlığı altındaki Türk orduları Eskişehir’i fethettiler. Birinci Haçlı Seferinin en büyük ve en kanlı meydan muharebesi Eskişehir ovasındaki Porsuk civarında cereyan etmiştir.

“Dorylaion” (Eskişehir) (Porsuk) Meydan Muharebesi olarak tarihe geçen bu savaşta, Kılıç Arslan emrindeki Türk ordusu, Haçlı ordusunu hezimete uğrattı. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinin varoluşunun kökleri Alparslan’ın Malazgirt ve Kılıç Arslan’ın, Sultan Mes’ud’un Eskişehir zaferlerine dayanır.

1175’te Bizans İmparatoru Manuel Kommenos Eskişehir’i işgal etti. Ertesi sene Birinci Mes’ud’un oğlu İkinci Kılıç Arslan, Bizans imparatorunu Miryakefalon (Karamukbeli) Meydan Muharebesinde yenerek Eskişehir’i geri aldı.

On üçüncü asır başlarında Eskişehir Bizans sınırında bir “uç” olarak bulunuyordu. Ertuğrul Gazi ve oğlu Osman Gazi uç beyi idiler. 1289’da Eskişehir-Bilecik- Kütahya vilayetlerinin kesiştiği bölge, Osmanoğullarının elindeydi. Orhan Gazi, Eskişehir’in bütün topraklarını Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar, şehrin kendisine Eskişehir derken, civarındaki topraklara “Sultanönü” dediler.

Sultanönü; merkezi Kütahya’da olan (1451’den önce Ankara) Anadolu Beylerbeyliği eyaletinin 14 sancağından biriydi. On dokuzuncu asır başlarında geriledi ve kasaba haline geldi. Yirminci asır başlarında ise Hüdavendigar (Bursa) eyaletinin Kütahya sancağına bağlı 5 kazadan birinin merkeziydi.

On dokuzuncu asrın sonlarında Eskişehir’den demiryolu geçince, yeniden gelişmeye başladı. 1894’te Eskişehir’de 17 cami, 3 medrese, 4 tekke, 25 han, 700 dükkan ve 2 kervansaray vardı. Rum, Ermeni gibi gayri müslim halk sayısı sadece 2000 idi. 20 Temmuz 1921 ile 2 Eylül 1922 arasında 1 sene 1 ay 13 gün Yunan işgalinde kaldı. Yunanlılar Eskişehir’den kaçarken en az yarısını yıktılar, yaktılar ve harabe halinde terk ettiler.

Cumhuriyet devrinde sancaklara (mutasarrıflıklara) “vilayet-il” denilince, Eskişehir il olmuştur. Cumhuriyet devrinde en hızlı gelişen şehir Eskişehir’dir denilebilir. Demiryolu ve karayolu kavşağı olması, sanayi tesisleri, uçak ve demiryolu fabrikası ve Anadolu’nun en büyük askeri hava meydanına sahib olması, Eskişehir’in gelişmesinde mühim rol oynamıştır.

Paylaşın

Fenerbahçe, EuroLeague’de Emin Adımlarla İlerliyor

Fenerbahçe Beko, Turkish Airlines EuroLeague play-off turu üçüncü maçında konuk olduğu Zalgiris Kaunas’ı 57-66 mağlup etti. Fenerbahçe Beko, seride 2-1 öne geçti ve ve saha avantajını rakibinden geri aldı. Play-off serisinin üçüncü maçı 25 Nisan Perşembe günü Kaunas’ta oynanacak.

Fenerbahçe, bu maçı da kazanması durumunda Final Four’a yükselecek. 2-2 eşitlik halinde beşinci ve son maça Ülker Spor ve Etkinlik Salonu ev sahipliği yapacak.

Fenerbahçe, iyi savunma yapmasına rağmen skor üretmekte zorlanınca ilk beş dakikayı 9-5 geride geçti. İlk çeyrek 19-15 Zalgiris üstünlüğüyle tamamlandı.

Hücumda düşük bir isabet oranıyla oynayan Fenerbahçe Beko, devrenin tamamlanmasına üç dakika 40 saniye kala 32-23 gerideydi ancak Vesely’nin üst üste beş sayısı ve Sloukas’ın bitime üç saniye kala attığı üçlükle farkı eritti. Fenerbahçe, soyunma odasına sadece üç sayı farkla; 34-31 geride gitti.

Sarı lacivertliler üçüncü çeyrekte Guduric’in arka arkaya iki dış atışıyla 39-37 öne geçti. Savunma performansını düşürmeyen Fenerbahçe, son periyoda 49-46 önde girdi.

Maçtaki sertlik dozu son çeyrekte iyice yükseldi. Fenerbahçe Beko, Guduric ve Datome’nin basketleriyle bitime dört dakika 20 saniye kala 54-48’lik üstünlük yakaladı. Zalgiris farkı bire indirse de Melli’nin üçlüğü ile son üç dakikaya 57-53 Fenerbahçe, önde girdi.

Bitime 41 saniye kala Melih’in kritik dış atışıyla farkı altı sayıya çıkaran Fenerbahçe, karşılaşmayı 66-57 kazandı.

“Savunmamızla kazandık”

Fenerbahçe Beko Erkek Basketbol Takımı Başantrenörü Zeljko Obradovic, Zalgiris Kaunas maçı sonrası Fenerbahçe TV’ye yaptığı açıklamada, “Bu kesinlikle kolay değil. İstanbul’da yapılan maça göre farklı şeyler yapmaya çalıştık.

Özellikle çok kolay sayı bulmalarını sağlamıştık ikilikler ve smaçlar açısından. İki maçın arasındaki fark; ikilik ve üçlük açısından aynı attılar aslında ama İstanbul’da ikiliklerde yüzde 70’ti. Biz de EuroeLeague’de ikilik ve üçlüklerin yüzdesinde lideriz. İlk yarıda ve maçın büyük bir bölümünde çok kötü atışlar kullandık.

Maçı kazanmanın bir yolunu bulmamız gerekiyordu ve biz de savunmamızla kazandık. Reaksiyon göstermeyi ve savaşarak maçı kazanmayı bilen bir takım. Çok zor bir takıma karşı oynuyoruz, çok agresifler. Oyuncuları yaptıkları güzel işler için bir kere daha tebrik ediyorum” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Erzurum’da Mutlaka Uğrmanız Gereken “Müzeler”

Tarih boyunca İpek yolu üzerinde bulunan Erzurum her zaman göz önünde olmuş, Medler, Urartular, Persler, Bizanslılar, Müslümanlar, Selçuklu Türkleri ve Osmanlı Türkleri bu bölgeyi ellerinde tutmuşlardır.

Bu dönemlerden kalma eserler, Erzurum Arkeoloji Müzesi , Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi (Yakutiye Medresesi) ,  Atatürk Evi Müzesi ve 23 Temmuz Erzurum Kongre Binası Resim Heykel Müzesi ve Galerisi’nde sergilenmektedir.

Erzurum Arkeoloji Müzesi

Yakutiye İlçesi, Muratpaşa Mahallesi  sınırları içerisinde bulunan Erzurum Arkeoloji Müzesi, 1968 yılında ziyarete açılmıştır. Tarihi özelliği olmayan müze binasının yapımında, bölgenin iklimi de  göz önüne alınarak kesme taş kullanılmıştır. Toplam 20.000 kayıtlı eser bulunan müzede, bölgemizde yaşamış kültürlerin gelişimi, üretimi, yaşam tarzı, sanatı, dini inanışları ve gelenekleri gibi bir çok konuda ziyaretçilere bilgi sunan eserler sergilenmektedir. 

Müzede 5 salon bulunmakta olup bunlar; Tabiat tarihi, Kazılar, Roma, Helenistik, Transkafkas Eserler, Urartu Eserleri ve yazıları salonu ile Ermeni Katliamı salonları bulunmaktadır.

Günümüz itibariyle Müze ziyarete kapalıdır. Yakutiye İlçesi, Rabiaana Mahallesi, Üç Kümbetler mevkiinde yeni ve modern Müze hizmet binasının yapımı devam etmekte olup, yapımı tamamlandıktan sonra Erzurum Arkeoloji Müzesi yeni hizmet binasında ziyaretçilerine açılacaktır.

Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi (Yakutiye Medresesi)

Yakutiye Medresesi, 1310 yılında İlhanlı hükümdarı Sultan Olcayto döneminde Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, Hoca Yakut Gazani tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’da bulunan kapalı avlulu medreselerin en büyüğüdür. Taç kapının yan yüzlerinde, silme kemerle çevrili nişler içinde pars ve kartal motifleri dikkat çekmektedir.

Ajurlu bir küreden çıkan hurma yaprakları, iki Anadolu parsı ve kartal figürlerinden oluşan hayat ağacı Orta Asya Türklerinin önemli simgelerini bir araya getirmektedir. Her odanın girişinde öğrenci ve hocaların sınıf ve derecelerine göre farklılık gösteren işlemeler bulunmaktadır.

Atatürk Evi Müzesi

19. yüzyılın sonlarına doğru Erzurumlu bir zengin tarafından yapılan konak, sonraları Millî Mücadele için Erzurum’a gelen Mustafa Kemal ve kongre heyetine ev sahipliği yapmıştır.

Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet, 9 Temmuz 1919’dan 29 Ağustos 1919’a kadar Erzurum Kongresi için yaptıkları çalışmaların önemli bir kısmını burada sürdürmüşlerdir. 1984 yılında Kültür Bakanlığına devredilen konak o tarihten sonra “Atatürk Evi Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.

23 Temmuz Erzurum Kongre Binası Resim Heykel Müzesi ve Galerisi

Erzurum Kongresinin toplandığı ilk bina 1864’de Mıgırdiç Sanasaryan tarafından yaptırılmış ve Sanasaryan Koleji – Ermeni Kız Yatılı Okulu- olarak eğitim vermiştir. Cumhuriyet öncesinde bina satın alınarakdevlete kazandırılmıştır.

Bina 1924 sonlarında esaslı bir yangın geçirmiş ve ahşap kısım tamamen yanmıştır. Yangından sonra onarılan bina, Gazi İlkokulu olarak 1926’da hizmete açılmış, zaman içerisinde Yapı Sanat, Güzel Sanatlar Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi olarak varlığını devam ettirmiştir.

Okulun bir salonu 1960’da Atatürk ve Erzurum Kongresi Müzesi olarak ziyarete açılmış, 2011-2013 yılları arasında TBMM tarafından yapılan yenileme çalışmaları sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir.

Günümüzde Kongre Binası, Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi Müdürlüğü olarak hizmet vermekte Kongre Binasında ayrıca küçük ölçekli bir de Sanat ve Edebiyat Kütüphanesi yer almaktadır.

Paylaşın

Ziyaretçilere Gök Kuşağı Ziyafeti Sunan “Tortum Şelalesi”

1987 yılına kadar Erzurum Tortum ilçesi sınırları içerisinde yer alan Tortum Şelalesi, bu tarihten itibaren Uzundere’nin Tortum’dan idari olarak ayrılmasıyla birlikte Uzundere ilçesine bağlanmıştır.

Şelalenin ve çevresinin deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık 1000 metredir. 1700’lü yıllarda Kemerlidağ’dan ayrılan büyük heyelan kütlesinin Tortum Çay’ının aktığı Tev Vadisini kapatmasıyla oluşmuştur.

Tortum Şelalesinin sularının düştüğü yerde dev bir kazan oluşturmuştur. Coşkun aktığı güneşli günlerde ise kendisini ziyarete gelenlere gök kuşağı ziyafeti sunar.

Günümüzde tüm su sporlarının yapılabileceği doğal bir ortam oluşmuş, seyir terasları ile turizme hizmet etmekte birlikte misafirlere görsel bir şölen sunmaktadır.

Erzurum Kısa Tarihi

Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’un MÖ 4900 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Erzurum’u da içine alan bölge tarih boyunca Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Parftlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar ve Safaviler gibi çok çeşitli kavim ve milletler tarafından idare edilmiştir.

1514 yılında şehir ve çevresini fetheden Osmanlılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir.Milli mücadele, milli birlik ve bağımsızlık hareketinin temelinin atıldığı Kongre 23 Temmuz 1919 da Erzurum’da toplamıştır.

Erzurum Coğrafya

Erzurum ili, Türkiye’nin orta ve batı kesimlerine göre, yükseltinin fazla olduğu illerinden biridir. Doğu Karadeniz Dağlarının doğu uzantıları olan Rize Dağları, ili kuzeyden çevreler ve Rize ile sınırını oluşturur.

Karadeniz’e paralel düzenli sıralar durumunda uzanan bu dağlar, geçit vermez ve yüksektir. En yüksek noktaları 3937m. yüksekliğindeki Kaçkar Tepesi ile Verçenik Tepesi’dir. Dumlu Dağından doğuya doğru uzandığında iki yüksek dağ sırasına ulaşılır.

Tortum’a doğru olanı Güvercin Dağıdır; Pasinler Ovası ile Gürcü Boğazı arasını doldurmuş olanı ise Karga Pazarı Dağlarıdır. Erzurum şehrini doğudan çevreleyerek Palandöken Dağlarına ulaşır.Erzurum şiddetli karasal Doğu Anadolu iklimi bölgesinde yer alır. İlin yıllık sıcaklık ortalaması 6.0 derece kadardır.

Erzurum Turizm

Palandöken Kayak MerkeziÜlkenin önemli Kayak Merkezlerinden olan Palandöken Erzurum ili sınırlarındadır.

Erzurum Tarihi Yerler

Erzurum İli’ne 79 km uzaklıktaki Horasan – Pasinler – Erzurum tarihi İpek Yolu üzerindedir. İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen Erzurum Kalesi’nin M.S. 5. yy ilk yarısında Bizanslılar tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İç kale mescidine minare olarak yaptırılan Saat Kulesi, Tepsi Minare ve Kule diye de adlandırılmaktadır. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesi’nin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan çok rahatlıkla görülebilmektedir.

1297-98 yıllarında İlhanlıların Veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırılmıştır. Aras nehri üzerinde 7 kemer gözlü olarak inşaa ettirilen önemli bir yapıttır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan iki katlı bina halen çarşı olarak kullanılmaktadır. Çarşıda daha ziyade oltu taşı satıcıları faaliyet göstermektedir.

Erzurum Medreseler

13’üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Mimari geleneğinde açık avlulu, iki katlı ve iki minareli eğitim kurumu, Anadolu’nun en büyük medresesidir. Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiştir.

İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir eserlerden birisidir. İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Erzurum Cami ve Kiliseler

İl merkezindeki Lalapaşa Cami, Üç Kümbetler ve Oşvank Kilisesi görülmeye değerdir. Üç kümbetlerden sekiz köşeli plan üzerine oturtulmuş olan Saltuklu Devleti’nin kurucusu Emir Saltuk’a ait olduğu sanılmaktadır. Tamimiyle kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin diğer ikisini kimlerin yaptığı bilinmemektedir.

Kümbetlerin genel olarak 13 üncü yüzyıl sonu ve 14 üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmektedir. Üç kümbetler Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.

Erzurum Mesire Yerleri

Tortum Gölü’nün son kısmında, Tortum Çayı’nın 48 m yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Erzurum’a 120 km mesafededir. Baharda suyun bol olduğu mevsimde tabii manzarası ve heybetiyle seyrine doyum olmaz. Pasinler Kaplıcası, Kuş Gözlem Alanı, Doğu Karadeniz Dağları Erzurum Ovası…

Erzurum Sportif Etkinlikler

Erzurum’un İspir ilçesi sınırlarından geçen Çoruh Nehri rafting yapmaya en elverişli akarsulardan birisidir. Derin kanyonları ile ilgi çeken Çoruh, her yıl turistlerin akımına uğrar. 1993 yılında Dünya Rafting Şampiyonası Çoruh Nehrinde yapılmıştır. Erzurum’un kuzeyinde yer alan Dumlu Dağları üzerinde yabancı turistler tarafından günü birlik doğa yürüyüşleri yapılmaktadır.

Bu yürüyüşe gidenler üç saatlik bir yürüyüşle Dumlu Baba diye adlandırılan ve Fırat Nehri’nin önemli kollarından biri olan Karasu’nun kaynağı durumundaki soğuk su gözesine varırlar, burada bir süre dinlenen ziyaretçiler dönüş yürüyüşüne Kırkgöze Köyü üzerinden yaparlar buna benzer dağ yürüyüşleri Erzurum’un güneyinde bulunan Palandöken Dağları üzerinde de yapılmaktadır.

Erzurum Mutfağı

Anadolu’nun her yöresinin kendine ait yöresel bir mutfağı vardır. Erzurum’da zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Bunlardan lor dolması, kadayıf dolması, özel yapılmış su böreği, ayran aşı ve cağ kebabı bu mutfağın baş yemekleridir. Erzurum’a yolu düşenlere bu yemekleri, özellikle meşhur Tortum Cağ kebabını tatmaları özellikle tavsiye edilir.

Paylaşın

Narman Peri Bacaları: Kırmızı Periler Diyarı

Erzurum, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… “Kırmızı Periler Diyarı” olarak bilinen Erzurum Narman ilçe sınırlarında yer alan Peri Bacaları temel olarak bölgeye has sıkışma tektoniğinin ürünüdür.

Yer aldığı bölgeyi bir açık hava müzesi haline getiren Narman Peri Bacaları jeolojik bakımdan, oluşumu Pliyosen çağ’a kadar dayanan bir geçmişe sahiptir.

Başlıca kırmızı kum taşları ve benzer renkteki çakıl taşlarından kaynaşarak oluşan bir yapıya sahip olup; yapılan incelemeler neticesinde çağlar boyunca olagelen karasal fasiyeler ve diğer atmosferik koşullar sonucunda oluşan aşınmalarla şekillendiği bilinmektedir.

Kırmızı Periler Diyarının bir benzeri halindeki Kapadokya’daki oluşumlardan ayıran en belirgin özelliği ise oluşumların tortul biçimlerden meydana gelişidir. Bilindiği üzere Kapadokya Peri Bacaları ve volkanik bir yapıya sahiptir. Oysa Narman Peri Bacaları sedimanter bir yapıya sahip olup; yer aldığı bölgede gözlenen Pliyo – Kuvaterner tortul kayaçlarda bulunan demir elementi dolayısıyla da hem daha dayanıklı bir yapıya hem de daha kırmızı bir renge sahiptir.

Hali hazırda 2012 yılında UNESCO Türkiye Milli Komitesi tarafından Dünya Geçici Miras listesine alınmış bulunan Narman Peri Bacaları Erzurum Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Atatürk Üniversitesi ilgili birimleri ve Kuzey Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı tarafından sürdürülen çalışmalar neticesinde turistik bir nitelik kazanmış, son iki yıldan bu yana yöreye gelen  yerli ve yabancı bir çok turist sayısında kayda değer bir artış gözlenmiştir.

Bugün itibarıyla UNESCO ve İTÜ tarafından yürütülen ortak çalışmayla yörede diğer yapılaşmanın önüne geçilmiş, toplam 62 km uzunluğunda üç vadiden oluşan alanın projelendirme çalışmaları ve günü birlik tesis kurma çalışmaları devam etmektedir.

Erzurum Kısa Tarihi

Doğu Anadolu’nun en büyük kenti olan Erzurum’un MÖ 4900 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Erzurum’u da içine alan bölge tarih boyunca Urartular, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler, Parftlar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Bizanslılar, Sasaniler, Moğollar, İlhanlılar ve Safaviler gibi çok çeşitli kavim ve milletler tarafından idare edilmiştir.

1514 yılında şehir ve çevresini fetheden Osmanlılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir.Milli mücadele, milli birlik ve bağımsızlık hareketinin temelinin atıldığı Kongre 23 Temmuz 1919 da Erzurum’da toplamıştır.

Erzurum Coğrafya

Erzurum ili, Türkiye’nin orta ve batı kesimlerine göre, yükseltinin fazla olduğu illerinden biridir. Doğu Karadeniz Dağlarının doğu uzantıları olan Rize Dağları, ili kuzeyden çevreler ve Rize ile sınırını oluşturur.

Karadeniz’e paralel düzenli sıralar durumunda uzanan bu dağlar, geçit vermez ve yüksektir. En yüksek noktaları 3937m. yüksekliğindeki Kaçkar Tepesi ile Verçenik Tepesi’dir. Dumlu Dağından doğuya doğru uzandığında iki yüksek dağ sırasına ulaşılır.

Tortum’a doğru olanı Güvercin Dağıdır; Pasinler Ovası ile Gürcü Boğazı arasını doldurmuş olanı ise Karga Pazarı Dağlarıdır. Erzurum şehrini doğudan çevreleyerek Palandöken Dağlarına ulaşır.Erzurum şiddetli karasal Doğu Anadolu iklimi bölgesinde yer alır. İlin yıllık sıcaklık ortalaması 6.0 derece kadardır.

Erzurum Turizm

Palandöken Kayak MerkeziÜlkenin önemli Kayak Merkezlerinden olan Palandöken Erzurum ili sınırlarındadır.

Erzurum Tarihi Yerler

Erzurum İli’ne 79 km uzaklıktaki Horasan – Pasinler – Erzurum tarihi İpek Yolu üzerindedir. İlk inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen Erzurum Kalesi’nin M.S. 5. yy ilk yarısında Bizanslılar tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İç kale mescidine minare olarak yaptırılan Saat Kulesi, Tepsi Minare ve Kule diye de adlandırılmaktadır. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesi’nin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan çok rahatlıkla görülebilmektedir.

1297-98 yıllarında İlhanlıların Veziri Emir Çoban Salduz tarafından yaptırılmıştır. Aras nehri üzerinde 7 kemer gözlü olarak inşaa ettirilen önemli bir yapıttır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan iki katlı bina halen çarşı olarak kullanılmaktadır. Çarşıda daha ziyade oltu taşı satıcıları faaliyet göstermektedir.

Erzurum Medreseler

13’üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Mimari geleneğinde açık avlulu, iki katlı ve iki minareli eğitim kurumu, Anadolu’nun en büyük medresesidir. Hoca Celaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiştir.

İlhanlı döneminden günümüze kalan nadir eserlerden birisidir. İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Erzurum Cami ve Kiliseler

İl merkezindeki Lalapaşa Cami, Üç Kümbetler ve Oşvank Kilisesi görülmeye değerdir. Üç kümbetlerden sekiz köşeli plan üzerine oturtulmuş olan Saltuklu Devleti’nin kurucusu Emir Saltuk’a ait olduğu sanılmaktadır. Tamimiyle kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin diğer ikisini kimlerin yaptığı bilinmemektedir.

Kümbetlerin genel olarak 13 üncü yüzyıl sonu ve 14 üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmektedir. Üç kümbetler Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.

Erzurum Mesire Yerleri

Tortum Gölü’nün son kısmında, Tortum Çayı’nın 48 m yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Erzurum’a 120 km mesafededir. Baharda suyun bol olduğu mevsimde tabii manzarası ve heybetiyle seyrine doyum olmaz. Pasinler Kaplıcası, Kuş Gözlem Alanı, Doğu Karadeniz Dağları Erzurum Ovası…

Erzurum Sportif Etkinlikler

Erzurum’un İspir ilçesi sınırlarından geçen Çoruh Nehri rafting yapmaya en elverişli akarsulardan birisidir. Derin kanyonları ile ilgi çeken Çoruh, her yıl turistlerin akımına uğrar. 1993 yılında Dünya Rafting Şampiyonası Çoruh Nehrinde yapılmıştır. Erzurum’un kuzeyinde yer alan Dumlu Dağları üzerinde yabancı turistler tarafından günü birlik doğa yürüyüşleri yapılmaktadır.

Bu yürüyüşe gidenler üç saatlik bir yürüyüşle Dumlu Baba diye adlandırılan ve Fırat Nehri’nin önemli kollarından biri olan Karasu’nun kaynağı durumundaki soğuk su gözesine varırlar, burada bir süre dinlenen ziyaretçiler dönüş yürüyüşüne Kırkgöze Köyü üzerinden yaparlar buna benzer dağ yürüyüşleri Erzurum’un güneyinde bulunan Palandöken Dağları üzerinde de yapılmaktadır.

Erzurum Mutfağı

Anadolu’nun her yöresinin kendine ait yöresel bir mutfağı vardır. Erzurum’da zengin bir mutfak kültürüne sahiptir. Bunlardan lor dolması, kadayıf dolması, özel yapılmış su böreği, ayran aşı ve cağ kebabı bu mutfağın baş yemekleridir. Erzurum’a yolu düşenlere bu yemekleri, özellikle meşhur Tortum Cağ kebabını tatmaları özellikle tavsiye edilir.

Paylaşın

Astrofizikte Çığır Açacak Buluş: Kara Deliğin İlk Kez Fotoğrafı Çekildi

Bilim insanlarından günlerdir beklenen açıklama geldi. Uzak bir galaksinin merkezinde yer alan süper kütleli bir kara deliğin ilk kez fotoğrafını çekildi.

Fotoğrafı çekilen Kara Deliğin, Dünya’dan 53 milyon ışık yılı mesafedeki Başak (Virgo) Takımyıldızındaki M87 Galaksisi’nin merkezindeki süper masif kara deliği olduğu açıklandı.

40 milyar km çapıyla Dünya’dan üç milyon kat daha büyük olan dev kara deliği bilim insanları “canavar” olarak tanımladı.

Dünya’dan 500 milyon trilyon km (500 kentilyon km, yaklaşık 53 milyon ışık yılı) uzaktaki kara deliğin fotoğrafını çekmek için dünyanın farklı bölgelerinde yer alan 13 teleskop kullanıldı.

Dev kara deliğin fotoğrafını çekme önerisini Hollanda’daki Radboud Üniversitesi’nden Profesör Heino Falcke getirmişti.

Fotoğrafta, yoğun bir parlaklığa sahip “ateş çemberi”nin çevrelediği tam yuvarlak bir kara delik görülüyor. Bu parlaklığa, kızgın gazların deliğe düşmesi neden oluyor.

Ortaya çıkan ışık, galaksideki milyarlarca yıldızın yaydığı toplam ışıktan daha fazla olduğu için Dünya’dan da görülebiliyor.

Işık, çember şeklinde görülen noktadan kara deliğe giriyor. Kara deliklerin çekim gücü öylesine fazla ki ışığı bile çekip yutuyor. İşte burası tüm fizik kurallarının devreden çıktığı nokta olarak görülüyor.

Eintein’ın İzafiyet Teorisi’ni destekliyor

Bilim insanları fotoğrafın ilk kez Albert Enstein’ın yirmi yüzyılın başında Genel Görelilik Kuramı (İzafiyet Teorisi) bağlamında var olduğunu öne sürdüğü kara delikler konusunda yapılan ilk doğrudan gözlem olduğunu kaydetti.

Uzaydaki cisimlerin yer çekim kuvvetinin kütlelerinin büyüklükleriyle doğru orantılı olduğunu öngören Einstein’ın teorisine göre kara delik gibi büyük kütleli cisimlerin zaman çekim kuvveti ve zamanı bükebilme yeteneği bulunuyor.

Einstein’ın Şubat 2016’ya kadar hiçbir şekilde tespit edilemeyen yer çekimi kuvvetinin dalgalar halinde yayıldığına ilişkin teorisi 100 yıl sonra şubat ayında yapılan gözlemde doğrulanmıştı.

Kara deliklerin çevresi evrendeki en vahşi yerlerden biri olarak gösteriliyor ve kendisine yaklaşan yıldızları, gezegenleri, gazı, tozu ve her çeşit elektromanyetik radyasyonu geri döndürülemez şekilde yutuyor.

Paylaşın