Yeni Solun Emperyalizm Açmazı: İnkar, Yanılgı Ve Dönüşüm
Günümüz solunun önündeki asıl mesele, emperyalizmi yeniden düşünmek değil; onu yeniden görmek. Çünkü kavramı kaybeden, sadece teoriyi değil siyaseti de kaybediyor.
Haber Merkezi / Son yıllarda dünya siyasetinde yaşanan kırılmalar, sadece devletleri ve hükümetleri değil, siyasal düşünce akımlarının da reflekslerini yeniden sorguluyor.
Bu sorgulamanın belki de en sancılı olduğu alan, modern solun emperyalizm karşısındaki tutumu. Solun en temel kavramlarından biri olan “emperyalizm”, bugün birçok sol çevrede ya tartışmanın kıyısında tutuluyor ya da tamamen yeniden tanımlanıyor. Bu dönüşüm, hem politik pratiklerde hem de teoride belirgin bir kırılmaya işaret ediyor.
Yeni solun bazı çevrelerinde öne çıkan ilk eğilim, emperyalizmin günümüz dünyasında değiştiği, dolayısıyla klasik anlamıyla artık “geçerli olmadığı” görüşü. Küreselleşmenin yarattığı yeni ekonomik ilişkilere işaret eden bu yaklaşım, emperyalizmi yalnızca 20. yüzyılın sömürgecilik dönemine ait tarihsel bir kavram gibi ele alıyor.
Bu bakış açısına göre artık dünya “büyük güçler ve onların çevre ülkeleri” şeklinde net bir hiyerarşi içinde değil; küresel kapitalizm herkesi bir şekilde aynı sistemin parçası haline getirmiş durumda. Böyle olunca, emperyalizm eleştirisi de “gerici” ya da “soğuk savaş kalıntısı” bir refleks olarak görülmeye başlıyor. Özellikle Batı merkezli müdahaleler, “insani yardım”, “demokratikleşme” veya “insan haklarını koruma” gibi evrensel değerlerle paketlendiğinde, solda dahi bu müdahalelere karşı çıkmak giderek zorlaşıyor.
Yeni solun ikinci açmazı, çok kutuplu dünya tartışmalarının yarattığı teorik kafa karışıklığı. ABD hegemonyasının zayıfladığı, Çin ve Rusya gibi ülkelerin küresel sahnede daha baskın aktörlere dönüştüğü bir dönemde, bazı sol çevreler bu gelişmeyi “emperyalizmin sonu” ya da “Batı dışı güçlerin doğal dengeleyici rolü” olarak okuyor.
Oysa çok kutupluluk, emperyalizmin sona erdiği değil; farklı aktörlerin benzer güç araçlarını kullandığı bir döneme işaret ediyor. Ekonomik nüfuz, enerji bağımlılığı, askeri yayılma ve bölgesel müdahaleler artık tek bir devletin tekelinde değil. Buna rağmen, bazı sol çevreler “kimin emperyalist olduğu” sorusunu kültürel veya jeopolitik aidiyet üzerinden kurarak, örneğin Batı dışı güçlerin benzer politikalarını görmezden gelebiliyor. Bu, teorik körlüğün ötesinde, politik bir tutarsızlık yaratıyor.
Bugün solun önünde iki yol bulunuyor: Ya emperyalizmi sadece tarihsel bir olgu olarak ele alıp analiz dışına itmek; ya da günümüz dünyasının karmaşıklığı içinden kavramı yeniden tanımlayarak politik bir çerçeve oluşturmak.
Dönüşüm ihtiyacı tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Dijital ekonomiden enerji politikalarına, kültürel hegemoniden veri sömürgeciliğine kadar uzayan yeni güç alanları, emperyalizmin biçim değiştirerek varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Klasik modellerin artık tüm detayları açıklayamadığı doğru; ancak bu, emperyalizmin ortadan kalktığı değil, aksine daha görünmez biçimlere kavuştuğu anlamına geliyor.
Bu nedenle solun, hem jeopolitik rekabeti hem de küresel kapitalizmin eşitsiz yapısını aynı anda ele alan bütünlüklü bir yaklaşım geliştirmesi gerekiyor. Sınıf meselesini yalnızca ekonomik değil, uluslararası düzeyde de yeniden düşünmek; müdahalelerin “insani” söylemlerini sorgulamak; güç ilişkilerini romantikleştirmeden analiz etmek, bu dönüşümün temel adımları.
Kavramı kaybeden, siyaseti de kaybeder
Emperyalizm tartışması bugün solun en temel kırılma noktalarından biri. Kavramı görmezden gelen bir sol, hem uluslararası siyasetin gerçekliğini anlamakta zorlanıyor hem de politik olarak etkisizleşiyor. Öte yandan her küresel gerilimi “Batı karşıtlığı”na indirgemek de başka bir çıkmaz yaratıyor.
Solun önündeki asıl mesele, emperyalizmi yeniden düşünmek değil; onu yeniden görmek. Çünkü kavramı kaybeden, sadece teoriyi değil siyaseti de kaybediyor.






























