James Webb’den Göz Kamaştıran Satürn Fotoğrafları

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu’nun Satürn’ü ve halkalarını yakaladığı görüntüler gözleri kamaştırdı. 

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor.

Fotoğraflar, teleskobun bütün verilerini halka açık hale getirmeyi amaçlayan James Webb Space Telescope Feed adlı internet sitesinde iki gün önce paylaşıldı.

Görüntüler, teleskoptaki Yakın Kızılötesi Spektrograf (Near Infrared Spectrograph/NIRSpec) adlı cihazla yakalandı. Bilim haberleri sitesi ScienceAlert, görüntülerin ham olduğuna dikkat çekti. Bu, görüntülerin renklendirileceği ve parazitlerin temizleneceği anlamına geliyor.

Satürn, ilk fotoğrafta kullanılan filtreler sebebiyle siyah görünüyor. Satürn ve halkaları farklı dalga boyu aralıklarında parlıyor. Satürn’ün halkası güneş ışığını 2 mikronda yansıtsa da 3 ve 5 mikronda bunu yapamıyor. Satürn’ün yüksek irtifadaki pus katmanı, güneş ışığını hem 2 hem de 3 mikronda yanıstıyor.

Diğer görüntüdeyse gezegenin bulut bantları dikkat çekiyor. Kısa dalga boyu filtresi kullanılan fotoğraflarda halka bir florasan gibi parlıyor.

Gözlemler, Birleşik Krallık’taki Leicester Üniversitesi’nde görev yapan gezegenbilimci Leigh Fletcher liderliğindeki bir ekibin isteğiyle yapıldı. Araştırmacılar, Satürn’ün uyduları ve halkaları hakkında daha fazla bilgi elde edebilmek için NIRSpec verilerini kullanmayı planlıyor.

Araştırma ekibi, NIRSPec’in gezegenin etrafındaki yeni ayları keşfedebileceğini söyledi.

James Webb, 1990’dan beri uzayın derinliklerini gözlemleyen Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alması için tasarlandı.

Dünya’dan 1,5 milyon kilometre uzaktaki L2 noktasına konuşlandırılan yenilikçi teleskobun üretim sürecinde 10 binden fazla kişi çalışmış ve bütçe yaklaşık 10 milyar dolara ulaşmıştı.

Teleskop, “Dünya benzersiz mi?”, “Ona benzer başka gezegen sistemleri var mı?” ve “Evrende yalnız mıyız?” gibi çok temel sayılan ama henüz tam olarak yanıtlanamamış soruların peşinden gidiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA, Uzayda Yaşamın Yapıtaşlarından Birini İlk Kez Tespit Etti

Yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülü uzayda ilk kez keşfedildi. Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur. Uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) James Webb Uzay Teleskobu, yaşamın en önemli yapıtaşlarından karbon molekülünün uzayda ilk kez keşfedilmesini sağladı.

NASA’nın ABD’deki Goddard Uzay Merkezi’den bilim insanları dahil araştırmacılar, metil katyonun (CH3+) keşfinin, yaşam için kilit öneme sahip karbon bazlı daha karmaşık moleküllerin oluşumuna katkı sunması sebebiyle önem taşıdığını belirtiyor.

Metil katyon Orion Nebulası’nda, Dünya’dan yaklaşık 1350 ışık yılı uzaklıktaki d203-506 adlı, etrafında gaz diski bulunan genç bir yıldız sisteminde tespit edildi.

Karbon bileşikleri bilinen tüm yaşam formlarının temelini oluşturur ve uzaylı yaşamın izini arayan biyologlar evrenin diğer bölgelerinde bu türden molekülleri tespit etme yollarını araştırıyor.

Bilim insanları, olağanüstü çözünürlüğü ve hassasiyetinin, evrende karbon bazlı molekül aramak için Webb teleskobunu ideal bir gözlemevi kıldığını belirtiyor.

Araştırmacılar, özellikle metil katyon kaynaklı bir dizi ana salım çizgisi tespitinin, pazartesi günü Nature adlı bilimsel dergide yayımlanan son keşfi pekiştirdiğini söylüyor.

Paris-Saclay Üniversitesi’nden çalışmanın ortak yazarı Marie-Aline Martin-Drumel, “Bu tespit yalnızca Webb’in inanılmaz hassasiyetini doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda CH3+’ün yıldızlararası kimyada kabul gören merkezi önemini de teyit ediyor” diyor.

Araştırmacılar bu kozmik sistemin ayrıca yakındaki sıcak, genç ve devasa yıldızlardan gelen güçlü morötesi (UV) ışık bombardımanına maruz kaldığını da gözlemledi.

Gezegen oluşturan gaz disklerinin çoğu bu gibi yoğun UV radyasyonu döneminden geçtiği için bunun genelde karmaşık organik molekülleri yok etmesi beklenir. Dolayısıyla metil katyon keşfi bir sürpriz gibi görünebilir.

Ancak bilim insanları UV radyasyonunun esasen en başta CH3+ oluşumu için gerekli enerji kaynağını sağlıyor olabileceğini söylüyor.

Araştırmacılar, CH3+ oluştuktan sonra yaşamın yapıtaşları olan daha karmaşık organik molekülleri inşa edebilmek için gereken ilave kimyasal reaksiyonları tetikleyebileceğini belirtiyor.

Herhangi bir su belirtisi tespit edilememiş olsa da bilim insanları, d203-506’da bulunan moleküllerin tipik ön gezegen disklerinden epey farklı olduğunu ifade ediyor.

Toulouse’taki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden, çalışmanın baş yazarı Olivier Berné, “Bu, ultraviyole radyasyonun ön gezegen diskinin kimyasını tamamen değiştirebileceğini açıkça gösteriyor. Yaşamın kökeninin başlangıcındaki kimyasal dönemlerinde gerçekten de kritik bir rol oynayabilir” diyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Curiosity, Mars’ın Gözalıcı Bir Görüntüsünü Yakaladı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın uzay aracı Curiosity, Mars’ın gözalıcı bir görüntüsünü yakaladı. Uzay ajansı bu nefes kesen panoramayı 13 Haziran’da paylaştı.

Curiosity 2014’ten bu yana Gale Krateri’nin merkezindeki 5 kilometrelik Sarp Dağ’a ya da resmi ismiyle Aeolis Mons dağına tırmanıyor.

Uzay ajansının 2011’de Mars’a varmak üzere fırlattığı Curiosity, Kızıl Gezegen’in yaşanabilirlik potansiyelini ortaya çıkarmayı hedefliyor.

Curiosity, iki fotoğrafı 8 Nisan’da Marker Band Vadisi’nde siyah beyaz navigasyon kameralarıyla çekti. Panoramalardan biri sabah, diğeri öğleden sonra yakalandı.

NASA görevlileri, kaya oluşumlarına ve sabahla öğleden sonra gökyüzünün farkına dikkat çekmek için renk ekledi.

Panoramadaki mavi ışık sabahı, sarı şık öğleden sonrayı gösteriyor.

Fotoğrafta Curiosity’nin yeryüzünde bıraktığı izlerin yanı sıra eski bir gölün kanıtlarının keşfedildiği Markez Band Vadisi görülüyor. Şubat 2023’te Curiosity’nin Kızıl Gezegen’de milyonlarca yıl önce var olmuş gölün oluşturduğu ve dalgaların kaya yüzeylerinde bıraktığı izleri anımsatan kanıtlar gönderdiği duyurulmuştu.

Görüntüde, gezginin izlerinin ötesinde, robot kaşifin beklenmedik bir şekilde eski bir gölün kanıtlarını keşfettiği Marker Band Vadisi görülebiliyor.

NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’ndaki Curiosity mühendisi Doug Ellison, “Bir milli parka gitmiş olan herkes, sabahları manzaranın öğleden sonrakinden farklı göründüğünü bilir” dedi:

“Günün iki farklı zamanını yakalamak karanlık gölgeler sağlıyor çünkü ışık tıpkı bir sahnede olduğu gibi sağdan ve soldan geliyor. Fakat burada sahne ışıkları yerine Güneş var.”

Gale Krateri’nde havadaki tozun yüzeye daha yakın olduğu kış aylarında çekildiği için görüntülerde gölgeler daha belirgin. Ellison, “Mars’taki gölgeler toz az olduğunda daha keskin ve derin, toz çok olduğundaysa daha yumuşak oluyor” diye konuştu.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

“Uzay Canavarlarına” Dair İlk Kanıt Bulundu

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), “uzay canavarlarına” dair kanıt buldu. 

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu, evrende Güneş kütlesinin 10 bin katına çıkan milyonlarca süper kütleli yıldız olabileceğine dair ilk kanıtı keşfetti.

Bu tür yıldızların evreni meydana getirdiği varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 440 milyon yıl sonra doğduğu düşünülüyor. Bu yüzden bunların varlığını kanıtlamak, bilim insanlarının evrene dair öngörülerini doğrulayabilir ve yeni tahminler geliştirilmesini sağlayabilir.

İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden astronomi profesörü Corinne Charbonnel, “Bugün, James Webb Uzay Teleskobu tarafından toplanan veriler sayesinde, bu olağanüstü yıldızların varlığına dair ilk ipucunu bulduğumuza inanıyoruz” dedi.

James Webb, bu kanıtı bulmadan sayıları milyonlara varan yıldızların sıkıca bir arada durduğu yıldız kümelerini gözlemledi. “Küresel kümeler” adı verilen bu yapılar içinde devasa yıldızların kimyasal izleri bulundu.

Bilim insanları bu kümelerdeki bazı yıldızların, kabaca aynı zamanda (13,4 milyar yıl önce) aynı gaz ve toz bulutlarından oluştuğunu ama farklı element oranlarına (oksijen, nitrojen, sodyum ve alüminyum) sahip olduğunu belirtiyor.

Bu farklılığın en olası açıklaması da süper kütleli yıldızların varlığı. Zira bu yıldızların çok daha yüksek sıcaklıklara ulaşarak daha ağır elementler üretmesi bekleniyor.

Ancak bu tür yıldızların var olduğunu kanıtlamak son derece zor. Çünkü daha büyük, daha parlak ve daha sıcak yıldızlar en hızlı şekilde yok oluyor.

Hakemli bilimsel dergi Astronomy and Astrophysics’te yayımlanan yeni araştırmanın ortak yazarı Prof. Mark Gieles, “Küresel kümeler 10 ila 13 milyar yıl yaşındadır. Süper yıldızların maksimum ömrü ise 2 milyon yıl” diye konuştu:

Bu nedenle söz konusu yıldızlar, bugün James Webb gibi güçlü teleskopların gözlemleyebildiği küresel kümelerden kayboldu. Geriye yalnızca dolaylı izleri kaldı.

James Webb, bu yıldızların varlığını kanıtlama amacıyla Dünya’dan 13,3 milyar ışıkyılı uzaklıktaki GN-z11’de yer alan küresel kümelerden gelen ışığı yakaladı.

İncelemeler, kümelerdeki yıldızların yüksek düzeyde azotla çevrili olduklarını ortaya koydu.

Charbonnel, “Azotun yüksek düzeyde var olması, yalnızca hidrojenin sadece süper kütleli yıldızların çekirdeğinin ulaşabileceği aşırı yüksek sıcaklıklarda yanmasıyla açıklanabilir” ifadelerini kullandı.

Uzay canavarlarıyla ilgili ilk ipuçlarını bulan araştırmacılar, keşiflerinin başka yerlerde geçerli olup olmadığını görmek için diğer galaksilerdeki küresel kümelere bakacak.

Güneş Sistemi’ne ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nde yaklaşık 180 küresel kümenin mevcut olduğu biliniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb Uzay Teleskobu Cehennem Gibi Bir Gezegen Keşfetti

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), ilk kez Güneş Sistemi’nin dışında bir toz fırtınası gözlemledi.

İlk olarak 2015’te Şili’deki Vista teleskobu tarafından tespit edilen VHS 1256 b adlı gezegendeki sıcaklık 815 derece ve atmosfer sıcak kum bulutlarından oluşuyor.

Fırtınanın Dünya’dan yaklaşık 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir ötegezegende gözlemlendiği ifade edildi. Gezegenin kütlesi Güneş Sistemi’nin gaz devi olan Jüpiter’in 12 ila 18 katı. VHS 1256 b, bu yüzden “süper Jüpiter” diye adlandırılıyor.

Bu arada James Webb Teleskobu, gezegen atmosferinin silikat parçalarından oluştuğunu da belirledi. Silikat, insanların genellikle yapı bileşenleri olarak kullandığı, cam, çimento, tuğla gibi maddelerde yer alan bir çeşit tuz.

VHS 1256 b’nin atmosferindeki silikat parçacıklarının küçük tanecikler veya ince beneklerden oluştuğu bildirildi.

Araştırmacılar, bulutların içinde dönüş halinde olan silikat parçacıklarının belirli zamanlarda çok ağırlaştığını ve yağmur yağdırdığını tahmin ediyor.

Teleskobun gözlemleri ayrıca su, metan ve karbon monoksitin izlerini de ortaya çıkardı. Araştırmacılara göre bu, gezegende karbondioksit olduğuna dair kanıt niteliğinde.

Bulguları özetleyen bir makale, kısa süre içinde hakemli bilimsel dergi The Astrophysical Journal Letters’da yayımlanacak.

Makalenin yazarlarından, Kaliforniya Santa Cruz Üniversitesi’nden Andrew Skemer, James Webb Teleskobu’nun büyük bir başarıya imza attığını söylüyor:

Başka hiçbir teleskop, tek bir hedefte aynı anda bu kadar çok özelliği belirleyemedi.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

James Webb’den Yıldızların Ve Galaksilerin Başlangıcına Eşsiz Bakış

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) gökbilimcilere yıldızların ve galaksilerin başlangıcına eşsiz bir bakış sundu.

James Webb Uzay Teleskobu tarafından yakalanan yeni görüntüler yakındaki uçsuz bucaksız galaksilerin karmaşık yapısını gösteriyor. Uzay teleskobundan gelen bir başka muhteşem görüntü olmasının yanı sıra, bu fotoğraf bilim insanlarının yeni yıldızların nasıl oluştuğunu ve içine doğdukları galaksileri nasıl etkilediklerini anlamalarını sağlayabilir.

Yeni görüntüler, yakın galaksilerdeki bu süreçleri kızılötesi dalga boylarında ilk kez bu kadar detaylı gösterdi.

Bilim insanları, yıldızların başlangıcından geniş galaksilere her şeyi ele alarak çok küçükten çok büyüğe evrenimizin süreçlerine ışık tutan 21 araştırma makalesinde bu yeni verileri halihazırda kullandı.

Çalışma, dünyanın dört bir yanından 100’den fazla araştırmacının yer aldığı Yakın Galaksilerde Yüksek Açısal Çözünürlükte Fizik (PHANGS) işbirliği tarafından yürütülüyor. Bu araştırmacılar Webb’i, yakındaki 19 galaksiye yönelik devasa araştırmanın bir parçası olarak kullanıyor.

Şimdiye kadar gökbilimciler bu hedeflerden 5’ini, M74, NGC 7496, IC 5332, NGC 1365 ve NGC 1433 olarak bilinen galaksileri gözlemleyebildi.

ABD’nin Maryland eyaletinin Baltimore şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi’nden, araştırma ekibinin üyesi David Thilker, “İncelikli yapıyı gördüğümüz netlik bizi kesinlikle şaşırttı” diyor.

Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden araştırma ekibinin üyesi Erik Rosolowsky ise şu ifadeleri kullanıyor: Genç yıldızların oluşumundan gelen enerjinin çevrelerindeki gazı nasıl etkilediğini doğrudan görüyoruz ve bu kesinlikle olağanüstü.

James Webb Uzay Teleskobu’nun incelikli detayı, daha önce karanlık olan alanların şimdi aydınlatıldığı ve bilim insanlarının bir zamanlar görünmez olan bölgeleri inceleyebileceği anlamına geliyor. Araştırmacılar artık yıldızlar arasındaki tozun ışığı nasıl emdiğini ve kızılötesi olarak nasıl geri gönderdiğini inceleyebiliyor ki bu da girdaplı gaz ve toz ağlarını aydınlatıyor.

Ulusal Bilim Vakfı’nın NOIRLab’ına bağlı Gemini Gözlemevi’nin baş bilim insanı ve Tucson’daki Arziona Üniversitesi’nde üye gökbilimci olan, çalışmayı yürüten Janice Lee “Teleskobun çözünürlüğü sayesinde, ilk kez yıldız oluşumunun tam bir sayımını yapabilir ve Yerel Grubun ötesinde yakındaki galaksilerdeki yıldızlararası orta kabarcık yapılarının envanterlerini çıkarabiliriz” diyor.

Bu sayım, yıldız oluşumunun ve geri beslemesinin kendilerini yıldızlararası ortama nasıl işlediğini, daha sonra yeni nesil yıldızları nasıl meydana getirdiğini ya da yeni nesil yıldızların oluşumuna aslında nasıl ket vurduğunu anlamamıza yardımcı olacak.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

‘Pırlanta’ Gibi Parlayan Yeni Bir Galaksi Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan James Webb, uzayda daha önce hiç görülmemiş bir galaksiyi görüntüledi. Görüntüye ilişkin araştırma, 14 Aralık’ta The Astronomical Journal adlı akademik dergide yayımlandı.

Teleskobun yeni görüntüsü, Yeniden İyonlaşma ve Mercekleme Bilimi için Samanyolu Dışı Alanlar (PEARLS) adlı gözlem programının bir parçası olarak çekildi.

PEARLS kapsamında James Webb’den çekilen fotoğrafla, ‘pırlanta’ gibi parlayan yeni bir galaksi görüntülendi.
Fotoğrafın, evrenin ilk ‘görülebilen en sönük gök cisminin’ ve ‘en geniş alanının’ yakalandığı görüntülerinden biri olduğu belirtildi.

Uzayın Kuzey Ekliptik Kutbu isimli bir kısmına odaklanan James Webb teleskobu, çıplak gözle görülebilenden 1 milyar kat daha sönük olan gök cisimlerini görüntülemek için sekiz farklı yakın kızılötesi ışık rengi kullandı.
Araştırmacılar, görüntüyü netleştirmek için James Webb verilerini Hubble Uzay Teleskobu tarafından yakalanan üç renk ultraviyole ve görünür ışıkla birleştirdi.

Görüntünün, program tamamlandığında, halihazırda çekilen kısmına göre 4 kat daha büyük olması bekleniyor.
PEARLS programının baş araştırmacısı ve çalışmanın yazarı Rogier Windhorst, açıklamasında, “Keşfedilen alan James Webb ile yılda 365 gün gözlemlenebilir olacak şekilde tasarlandı, bu nedenle zaman alanı, kapsanan bölge ve ulaşılan derinlik ancak zamanla daha iyi hale gelecektir” ifadesini kullandı.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor. James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor. Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı. Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın