Bakırhan’dan Bahçeli’ye: Neden Cumhurbaşkanı Da Kürt Olmasın?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “İki cumhurbaşkanı yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olması” önerisine ilişkin, “Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın? Biz yönetmeye adayız” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Parti Meclisi (PM) toplantısı öncesi açıklamalarda bulundu.

Bakırhan, açıklamasında savcılardan birinin makamındaki beyaz Toros maketine tepki göstererek, “Bir savcı tam da sayın Erdoğan’ın beyaz Torosları eleştirdiği gün masasına beyaz Toros koyarak mesaj veriyorsa biz bunlara eyvallah etmeyiz” ifadelerini kullandı. Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin şunları söyledi:

“Tarihi anların yaşandığı ve karanlıkların teyit edildiği bir dönemde teslim olun bildirileri atılıp hâlâ operasyon görüntüleri geliyorsa; Suriye’deki Kürtlerle ilgisi olmayan hareketlilikte bile ‘aman Kürt nefes’ almasın düşüncesine kapılanlar oluyorsa; dil, kültür, kimlik için çözümü konuştuğumuz bu günlerde Kürtçe müzik dinlediği bir kadın karnındaki bebekle tekmeleniyorsa; bir savcı tam da sayın Erdoğan’ın beyaz Torosları eleştirdiği gün masasına beyaz Toros koyarak mesaj veriyorsa; yargı sopasıyla muhalifler, seçilmişler susturuluyorsa; sandıktan çıkan irade eziliyorsa; DEM Parti’ye dönük yapay gündemler ve karalama çabaları her gün geliştiriliyorsa; medyada iktidarın sözcüsü kabul edilen kalemlerden barış yerine fitne, fesat yayma ateşi çıkıyorsa; Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararlar uygulandığında bundan faydalanan Kürt halkına ‘terörist’ diye manşet atan savaşın ve inkarın sözcüleri halkları birbirine düşürmek istiyorsa kimse kusura bakmasın, biz bunlara eyvallah etmeyiz, sesimizi de, sözümüzü de yükselterek doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam ederiz.”

“Diyoruz ki yargı, beyaz Toroslardan inmelidir” diyen Bakırhan, “Hukuk, Kürtçe düşmanlığını mahkum etmelidir. Ana dilimize tekme atma artık son bulmalıdır. Cübbeler, siyasetin ellerinde olmaktan çıkmalıdır. Savaşı değil, barışı büyüten manşetler atılmalıdır. Siyaset iftirayla değil, fikirlerle yapılmalıdır. Biz şu anda barışı inşa etmeye çalışıyor. Kimseye insan ve söz beğendirme derdimiz yok. Böyle bir amacımız da yok” ifadelerini kullandı.

Bakırhan, açıklamasında, “Türkiye’nin 100 yıllık yapısal sorunlar ile günümüzün siyasi krizleri iç içe geçmiş durumda ve birbirini besliyor. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, bu iki gündemi birbirinden ayırmak değil, aralarındaki bağı anlamaktan, görmekten geçiyor” diye konuştu.

CHP’ye çağrıda bulunan Bakırhan, şunları söyledi: “Çok içten ve inanarak söylüyorum, özellikle Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda kurucu parti kimliği ve tarihsel değerleriyle toplumun Cumhuriyet Halk Partisi’nden beklentisi çok yüksek. Çünkü bu mesele Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve toplumsal barışın en temel unsurudur. Bu tarihi sorumluluğu üstlenerek çözüm çabasında yer almanın hepimiz ve ülkemizin geleceği için atılacak en doğru adım olacağı inancındayız. Tüm toplumun da siyaset kurumundan, siyasi partilerden beklentisi yöndedir. Umarım siyaset kurumu da bu pratiği ve çalışma tarzını ortaya koyar.”

“Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın?”

Bakırhan’a, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “İki cumhurbaşkanı yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olması” önerisine ilişkin “Neden Cumhurbaşkanı da Kürt olmasın? Biz yönetmeye adayız” dedi ve ekledi: “Önümüzdeki dönem siyasal denklem, zemin neye müsait olur onu çok bilmem ama tabii ki ülkemizde bulunan bütün renklerin, farklılıkların yönetimde yer alması, temsil edilmesi kıymetlidir, değerlidir.”

Halk TV yazarı İsmail Saymaz, Devlet Bahçeli’nin birkaç ay önce MHP milletvekilleriyle yaptığı toplantıda, “Cumhurbaşkanı’nın iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” dediğini aktarmıştı.

Bahçeli de dün yaptığı yazılı açıklamada, “Türkiye’mizi yoran, yıpratan, enerjisini çalan, fahiş mahiyetli sosyal ve ekonomik maliyetlere neden olan etnik ve mezhep temelli dayatmalara karşı Terörsüz Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir” diyerek bu kulisi doğrulamıştı.

Ancak önerinin çarpıtıldığını belirten Bahçeli, “Bu fikri ve siyasi teklifi Lübnan’la ilişkilendirmek bir defa çarpıtma ve samimi bir düşünceyi kasten saptırmadır. Türkiye’yi, Lübnan veya benzeri bir başka ülkenin karmaşık ve kaotik istikrarsız yapısına çevirmeye gücü yetecek, buna cesaret ve teşebbüs edecek hiç kimse olamaz, olamayacaktır” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Demokratik Bir Yaşamı İnşa Etmeliyiz

“Barış ve Demokrasi İçin Ortak Mücadele” programında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Bize düşen, geçmişte Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin, Mazlumların bıraktığı savaşsız, sömürüsüz, demokratik bir yaşamı inşa etmektir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu kriz, kaos ve çatışma zeminini üreten, çoğaltan bu sisteme karşı barışı savunarak, onurlu barışı savunarak, halkların acı çekmesini engelleyerek, halkların farklılıklarıyla, bütün kimlikleriyle, renkleriyle bir arada yaşadıkları demokratik ulus ve demokratik bir zemin yaratma gibi bir görev ve sorumluluğumuz vardır.”

Yeşil Sol Parti’nin (YSP), “Barış ve Demokrasi İçin Ortak Mücadele” şiarıyla Ankara’da iki gün sürecek konferans ve kongresi Maltepe Yılmaz Güney Sahnesi’nde başladı.

Kongreye, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Halkların Demokratik Kongresi (HDK), siyasi parti temsilcileri ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. Kongre’nin yapıldığı salonda 3 Mayıs’ta hayatını kaybeden DEM Parti İmralı Heyeti Üyesi Sırrı Süreyya Önder’in fotoğraflarının asıldı.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni sürece dair mesajlar verdi. Sözlerine kongreyi selamlayarak başlayan Bakırhan, “Bugün burada Fikri Sönmez’in yol arkadaşlarıyla, dostlarımızla aynı çatı altında buluşmak bizler için büyük bir onur. Sinevizyonda da ekolojiden kadın mücadelesine, inançlardan halklara, emeğin hakkından KHK’lilere kadar bu ülkenin dört bir yanında mücadele eden dostlarımızla omuz omuza yürümekten gurur duyuyoruz. 13 yıldır bu çatı altında birlikteyiz. Zorbalığa, tekçiliğe karşı farklılıklarımızla bir arada direndik. Bu birliktelik kıymetlidir, anlamlıdır” mesajını ileti.

Bakırhan’ın konuşmasında öncelikle Ortadoğu yaşanan yeni siyasi ve toplumsal gelişmelere değindi: “Ortadoğu ve dünyada yeni bir tarihi süreç yaşıyoruz. Neoliberal politikaların artık iflas ettiği, çatırdadığı, krizlerin ve kaosların dünyanın her yerinde baş gösterdiği bir süreci yaşıyoruz.  Neoliberal sistemin yürütücüleri yeni bir çıkış arıyorlar. Onların aradıkları çıkış ise savaş ve çatışmadır. Bunun en bariz örneği, Ortadoğu’daki gelişmelerdir; hepimiz bunları yakından takip ediyoruz. Kriz, savaş ve şiddeti yaymayı bir çare olarak görüyorlar. Savaşın ağırlık merkezi de Ortadoğu’dadır. Neredeyse çatışmanın, gerginliğin, kriz ve kaosun, kan ve gözyaşının olmadığı Ortadoğu’da tek bir ülke bile yok.

“Demokratik bir yaşamı inşa etmeliyiz”

Ortadoğu hem zenginlikleriyle hem de stratejik konumu itibarıyla onların iştahlarını kabartıyor. Bize düşen, geçmişte Mahirlerin, İbrahimlerin, Denizlerin, Mazlumların bıraktığı savaşsız, sömürüsüz, demokratik bir yaşamı inşa etmektir. Bu kriz, kaos ve çatışma zeminini üreten, çoğaltan bu sisteme karşı barışı savunarak, onurlu barışı savunarak, halkların acı çekmesini engelleyerek, halkların farklılıklarıyla, bütün kimlikleriyle, renkleriyle bir arada yaşadıkları demokratik ulus ve demokratik bir zemin yaratma gibi bir görev ve sorumluluğumuz vardır.

Sayın Öcalan son görüşmesinde ‘Demokratik toplumcu sosyalizm’ dedi. Güncelleyeceğiz, yenileneceğiz. Bu acımasız ve zalim sisteme karşı biz de sözümüzle, argümanlarımızla, pratiğimizle halkların, emekçilerin, ezilenlerin tekrar en önemli mevzisi, merkezi ve zemini haline getireceğiz. Önümüzdeki dönem demokratik toplumcu sosyalizmle birlikte hem sistem karşıtı mücadelemizi büyüteceğiz hem de gerçekten alternatif arayan halklarımıza, emekçilerimize güçlü bir alternatif olacağımızı belirtmek istiyorum.”

Türkiye’de anlamlı yeni bir süreç olduğunu söyleyen Bakırhan,  “Türkiye halkları yüzyıllık Kürt meselesinin, son 50 yıllık çatışmalı sürecinin sona ermesini sağlayacak bir aralıktan geçti. Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı ile birlikte Türkiye’de savaşsız, çatışmasız, sömürüsüz, Kürtlerin kendi kimlikleriyle, Alevilerin eşit yurttaşlık haklarıyla, doğanın, çevrenin, bütün canlıların özgürce yaşadığı, doğanın ranta peşkeş çekilmediği, hepimizin demokratik bir zeminde yaşayacağı ve mücadele edeceği bir kapı aralandı. Bu kapıya soru işaretleriyle bakanlar olabilir” sözleriyle sürece dair eleştirilere dikkat çekti.

Bakırhan ardından şöyle devam etti: “İktidar karşıtı mücadelede Türkiye’de örnek bir mücadele ortaya koyduk. Bunu uzatıp büyütmeye gerek yok; cezaevlerindeki siyasi tutsaklara bakılırsa, hangi zeminin bu iktidar karşısında, bu zulüm ve çatışma isteyen anlayışın karşısında direndiğini, mücadele ettiğini, onuruyla hâlâ bunu devam ettirdiğini görürüz. Kimse kaygılanmasın. Ortadoğu’da kimliksiz bir halkı bugün dünyanın en demokratik zemini haline getiren bir anlayış bu işin içindedir. Kimliksiz olan Ortadoğu’daki Kürtleri, diğer halklar ve inançlarla birlikte dünyada örnek olacak bir yönetim biçimiyle 13 yıldır devam ettiren bir anlayış var.

Kimse halkların, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların çıkarlarını kimsenin bireysel ikbaline peşkeş çekmez. Bunu Kürtler hiç yapmaz, bunu Yeşil Sol hiç yapmaz, bunu DEM Parti ve paradigması hiç yapmaz. Bundan emin olabilirsiniz. Amacımız demokratik, eşitlikçi, adil bir düzen inşa etmektir. Siz örgütlüyseniz, güçlüyseniz, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin, Mazlumların, Sakinelerin o onurlu mücadelelerinin takipçileriyseniz, siz dönüştürürsünüz, siz değiştirirsiniz. Türkiye’deki bütün farklılıkları temsil eden zemin olarak kazanacağız; halklarımız kazanacak, emeğin hakkı kazanacak, doğa kazanacak, kadınlar kazanacak. Yeter ki buna güç ve destek verelim.

“Barış için ittifaklarımızı büyüteceğiz”

Başlayan süreci sahiplenmek hepimizin görev ve sorumluluğudur. Çünkü bu süreç sadece Kürtlerin barışı değil, bu süreç 85 milyon için hakların elde edileceği, demokratik değerlerin kabul ettirilmesinin mücadelesidir. Barış için ittifaklarımızı büyüteceğiz. Demokrasi için daha güçlü mücadele yürüteceğiz. Barış ve demokrasiyi de bu topraklara hep birlikte hediye edeceğiz. Şimdi tartışmalar yapma zamanı değil, safları sıklaştırma ve ortak mücadeleyi büyütme zamanıdır. Şimdi egemenlerin değil ezilenlerin demokratik haklarını kazanmanın zamanıdır.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “PKK” Açıklaması: Umarım Bu Süreci Barışla Taçlandırırız

PKK’nın Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda kendini feshetme ve silah bırakma kararı almasıyla ilgili açıklamalarda bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Umarım bu süreci barışla taçlandırırız” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı öncesi, PKK’nın Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda kendini feshetme ve silah bırakma kararı almasıyla ilgili açıklamalarda bulundu.

Sürecin barışla taçlandırılması temennisinde bulunan Bakırkan, “Kongre Türkiye’ye hayırlı olsun. Artık demokratik Türkiye’yi inşa etmemek için herhangi bir gerekçe kalmadı” ifadelerini kullandı.

PKK silah bırakma kararını açıkladı

PKK (Kürdistan İşçi Partisi), Öcalan’ın çağrısının ardından düzenlediği olağanüstü kongresinde fesih ve silah bırakma kararı aldığını duyurdu.

PKK açıklamasında, “PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder APO tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” denildi.

Açıklamada, Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına atıfta bulunularak soykırım kelimesine yer verilmesi dikkat çekti. “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” denilen metinde, “PKK katı Kürt inkârının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi” ifadesine yer verildi.

Bu kararın “kalıcı barışa ve demokratik çözüme güçlü bir zemin sunduğunu” belirten PKK, “Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır. Aynı şekilde hükümet ve ana muhalefet partisi başta olmak üzere mecliste temsili bulunan tüm siyasi partileri, sivil toplum örgütlerini, din ve inanç topluluklarını, demokratik basın kuruluşlarını, kanaat önderlerini, aydınları, akademisyenleri, sanatçıları, işçi-emekçi sendikalarını, kadın-gençlik örgütlerini, ekolojist hareketleri sorumluluk altına girerek barış ve demokratik toplum sürecine katılmaya çağırıyoruz” açıklamasında bulundu.

Aldığı kararı Kürt halkının “herkesten daha iyi anlayacağına, demokratik toplum inşası temelinde demokratik mücadele döneminin görevlerine sahip çıkacağına inancının tam” olduğunu ifade eden PKK, “Halkımızın kadınlar ve gençler öncülüğünde, yaşamın her alanında öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi, saldırılar karşısında kendini savunur hale gelmesi ve seferberlik ruhuyla komünal demokratik toplumu inşa etmesi hayati önemdedir” dedi.

Örgüt, “Bu temelde Kürt siyasi partilerinin, demokratik örgütlerinin, kanaat önderlerinin Kürt demokrasisini geliştirme ve Kürt demokratik uluslaşmasını sağlama yönündeki sorumluluklarını yerine getireceklerine inanıyoruz” diye ekledi.

Bu noktaya nasıl gelindi?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024’te PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” çağrısında bulundu.

Umut hakkı, ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve koşullu salıverme imkanından yararlanamayan mahkumların durumuyla ilgili bir düzenleme.

23 Ekim 2024’te DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan’a amcası Abdullah Öcalan’la görüşme izni verildi. Böylece Öcalan’a 43 ay sonra ilk kez bir ziyaret gerçekleştirildi.

Aynı gün, PKK’nın, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.’ye ait (TUSAŞ) Kahramankazan’daki tesislere düzenlediği saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi.

DEM Partili bir heyet, 28 Aralık 2024’te ve 22 Ocak’ta İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüştü ve Öcalan’ın mesajlarını kamuoyuna iletti.

Heyette DEM Parti milletvekilleri Sırı Süreyya Önder ve Pervin Buldan vardı.

PKK lideri Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta kamuoyuyla paylaşılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nda tüm gruplara silah bırakma ve PKK’ya kendini feshetme çağrısında bulundu.

PKK, bu doğrultuda 1 Mart’tan itibaren ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

İmralı heyeti siyasi partileri ziyaret etti, 10 Nisan’da Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü.

İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder, 3 Mayıs’ta hayatını kaybetti.

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 5 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi sürecinin somutlaşmasını “günler içinde” beklediklerini söyledi.

Paylaşın

Bakırhan’dan İktidara “Demokrasiden Korkmayın” Çağrısı

İktidara “demokrasiden korkmayın” çağrısında bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti, ortak kader ve tarihe sahip olduğumuz Ortadoğu halklarına güçlü bir nefes vermek anlamına gelecektir” dedi ve ekledi:

“Türkiye’de bireylerin hak ve özgürlükleri, kati güçler ayrımını, inanç özgürlüğü ve eşit yurttaşlığı temel alan özgürlükçü laikliği, farklılıkları tanıyarak üniterliği tesis etmek demokratik siyasi düzenin formülüdür. Bu düzenin filizlenmesi için herkesin ön yargılarını aşması, sorumluluk alması, demokratik siyasi bir kararlılık göstermesi kritik önemdedir”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Kürt sorununun çözümü ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısına ilişkin Yeni Yaşam Gazetesi’nde bir yazı yazdı. Bakırhan’ın yazısında şu ifadelere yer verdi:

“Küresel ve bölgesel gelişmeler açısından Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biri Türkiye, en örgütlü halklarından biri ise Kürt halkıdır. Küresel düzen ve bölgesel dinamikler büyük bir kasırga altında değişirken, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve demokratik dönüşüm muazzam sonuçlar üretecektir. Bu sürecin doğru yönetilmesi, sadece Türkiye için değil tüm bölge için de köklü ve demokratik değişimlerinin önünü açabilir. Bu yeni dönemde daha güçlü bir pozisyon almak için barışa ve demokratik dönüşüme hizmet edecek kapsayıcı ve cesur bir perspektife ihtiyacımız var.

Türkiye’nin yüz yıllık devlet politikasının özü inkar, isyan ve bastırma ekseninde şekillendi. Tüm ülkeye kaybettiren bu yanlış politika, toplumsal barış ve demokratik dönüşüm talebini ertelemekten öteye geçmemiş, aksine büyüterek bugüne taşımıştır. Bugün artık demokratikleşme olmadan kalıcı bir barışın inşa edilemeyeceği açıktır.

Tarihsel fay hatlarını revizyonlarla ayakta tutmaya çalışmak, konjonktürel gerilimleri geçici hamlelerle gidermek mümkün değildir. Türkiye’nin toplumsal, kültürel, etnik ve inanç temelli fay hatları, mevcut gerilim siyasetiyle sürdürülemez hale gelmiştir. Bu politikalarda ısrar sadece bugünü değil, geleceği de ipotek altına alarak tehlikeye atmaktadır.

Türkiye kritik bir kavşaktadır. Önümüzde iki yol var: Biri, sorunları halının altına süpürüp geçici çözümlerle günü kurtarmak ama sorunları daha fazla derinleştirmektir. Diğeri ise sorunlarımızla cesaretle yüzleşip kalıcı bir çözüm üretmektir. İlk yol, yıllardır kanayan yarayı daha da derinleştirir, kaosu büyütür ve sonunda hepimize zarar verir.

Bölgesel kaosun etrafa saçtığı tehlikeler, bu yüz yıllık yarayı daha da enfekte ederek tüm bünyeyi sarsabilir. İkinci yol ise, bu yarayı gerçekten sahici yöntemlerle iyileştirerek hep birlikte güçlenmemizi sağlar. Artık geçici bir pansuman değil, köklü bir tedavi gerekiyor. Çözüm de çok açık: Demokratik toplum ve barış.

Mezarlık etrafında ıslık çalarak korkuyu bastırmak yerine, o korkunun kaynağıyla yüzleşip çözüm üretecek bir akla ihtiyaç var. Sorunları görmezden gelerek değil, cesaretle üzerine giderek çözebiliriz. Artık topu taca atma zamanı değil, köklü ve sahici çözümler üretme zamanı.

Demokratik uzlaşma temel yöntemdir

Küresel ve bölgesel dinamikler, toplumsal ve siyasi destek göz önüne alındığında, barış ve demokratik dönüşüm maksimum potansiyele ulaşmıştır. Bu potansiyeli gerçeğe dönüştürmek maalesef sadece iyi dilek ve temennilerle olmuyor. Barış ve demokratik dönüşüm potansiyeline yönelik en büyük zararı diyalog sürecinin etrafında dolaşmak, seçime endeksli kısa vadeli dar çıkarları esas alan siyasi manevralar verecektir.

Gerçekler, zaman ve mekandan bağımsız olarak hep gerçek olarak kalır. Bugün artık on yılların neden elden kayıp gittiğini çok gerçekçi ve cesur şekilde tartışmalıyız. Toplumsal barışın güçlenmesi, ülkenin çok boyutlu meselelerini sahici bir diyalog zemininde ele almayı zorunlu kılar. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan tarafından yapılan Asrın Çağrısı’nda belirtildiği üzere ‘Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.’

Demokratik uzlaşma temel alınarak demokratik reformların bir sureti barışa, diğer sureti ise demokratik dönüşüme bakmalıdır. Milyonların buluştuğu Newroz meydanları devlete demokratik uzlaşı yöntemini önermiştir. Demokratik toplum ve barış çağrısına imzasını Sayın Öcalan, mührünü ise Newroz meydanındaki milyonlar vurmuştur.

Barış ve demokratikleşme için güçlü bir toplumsal irade açığa çıktı. Şimdi buna denk bir siyasi iradenin tecelli ve tecessüm etme zamanıdır. Ancak güçlü bir siyasi irade, demokratik meşruluk, toplumsal destek geleceğin istikrarlı inşasını sağlayabilir. Bu inşanın temel ilkeleri demokratik uzlaşı, toplumsal ortaklaşma ve anayasal eşit yurttaşlıktır.

Türkiye halklarının barışa ve demokratik dönüşüme dayanan gerçek potansiyelini açığa çıkarmak için demokratik katılım ve eşit yurttaşlık ilkelerine dayanan bir toplumsal mutabakata ihtiyaç vardır. Yeni, demokratik bir anayasanın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Bu mutabakat sadece hukuki normları belirlemekle kalmayacak; aynı zamanda Türkiye toplumunun çoğulcu, özgürlükçü ve adalet temelli ortak yaşam ilkelerini de güvence altına alacaktır.

Küresel düzen ve bölgesel dinamiklerde çatırdamalar yaşanırken Türkiye’de yükselen barış umudu, sadece bir etnik kimlik veya teritoryanın meselesi değildir. Barış ve demokrasinin ayrılamaz birlikteliğiyle, demokratikleşmenin derinleşmesi ülkenin her köşesine ve siyasi, toplumsal, iktisadi alanlara olumlu yansıyacak gelişmelerin temel anahtarıdır.

Bu anahtarla barışın kapısı açıldığında demokratik bir yeniden inşa süreci kaçınılmaz olacaktır. Bu yönüyle demokrasinin ve barışın inşası eşzamanlı ilerleme yöntemini esas alarak yürütülmelidir. Bu kapsamda TBMM sürecin asli rollerinden birini oynayarak ‘Güven ve Demokrasi Paketi’yle Nisan ayına girebilir.

Eşyanın tabiatının gereği olarak güven arttırıcı adımlar atılmalı ve iktidarın meşruiyetini sorgulatacak, demokratik gerilemeyi arttıracak politika ve uygulamalardan uzak durulmalıdır. Bir yandan yerel yönetimlere ve seçilmişlere müdahale ederek demokratik gerilemeye ivme kazandırmak diğer yandan ise barışla ilgili iyi dileklerde bulunmak uzlaşmaz bir ikilem oluşturmaktadır.

Kuşkusuz ki, yerel demokrasi, demokrasinin kök hücresidir. Halkın iradesine en doğrudan şekilde sahip olmasıdır. Bu kapsamda, ifade özgürlüğünün, seçimle gelen iradeye saygının ve çoğulcu katılımın tıkanması, kutuplaşmayı derinleştirdiği gibi barışçıl çözüm önerilerini de zayıflatır. Demokratik, barışçıl ve adil bir geleceğin inşasında kararlı olanlar için önemli olan, kendi politik çıkarlarını öncelemek değil, ortak aklın yaratacağı enerjiyi açığa çıkarmaktır.

Barış ve demokratik çözüm iradesi gösteremeyenler, tarihe de topluma da verecek bir tarihi hesapla karşı karşıya kalacaklardır. Siyasal aktörlerin, geçmişin acı tecrübelerinden ders çıkararak somut ve kalıcı bir çözüm yolunu açmaları zaruridir.

Demokratik dönüşüm ancak kapsayıcı bir politika, kişilerin değil 85 milyonun faydasını esas alan bir etik çerçeve ve herkesin kendini içinde bulabileceği ortak bir gelecek tasavvuru ile mümkün olabilir. Demokratik dönüşümü zemin haline getiren bir barış, herkesin hayrına olacaktır!

Barışa hazırız, demokrasiden korkmayın!

Barışa ve Demokratik Dönüşüme Çağrımız, onurlu barışa hazır olduğumuzun kanıtı, iktidara yönelik ‘demokrasiden korkmayın’ çağrısıdır.

DEM Parti olarak, halkların ortak yaşamı ve demokratik çözüm perspektifimizi en yalın haliyle ifade etmek isteriz. Bizim için barış, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu, özgürce yaşayabildiği, farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği Demokratik Türkiye Cumhuriyeti demektir. Demokratik Türkiye Cumhuriyeti, ortak kader ve tarihe sahip olduğumuz Ortadoğu halklarına güçlü bir nefes vermek anlamına gelecektir.

Türkiye’de bireylerin hak ve özgürlükleri, kati güçler ayrımını, inanç özgürlüğü ve eşit yurttaşlığı temel alan özgürlükçü laikliği, farklılıkları tanıyarak üniterliği tesis etmek demokratik siyasi düzenin formülüdür.

Bu düzenin filizlenmesi için herkesin ön yargılarını aşması, sorumluluk alması, demokratik siyasi bir kararlılık göstermesi kritik önemdedir. Hem ülkemizin hem de gelecek nesillerimizin hak ettiği barış, demokrasi ve refah düzeyine ulaşmak mümkündür. Barış, demokrasi ve refahı gerçekleştirmek ise tarihsel sorumluluğumuzdur! Biz barışa hazırız. Kimse demokrasiden, eşitlikten ve özgürlükten korkmamalıdır!”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Yargı “İktidarın Sopası” Haline Geldi

DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, “Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması hukukun zedelendiğinin hatta ortadan kaldırıldığının çok somut bir örneğidir. 16 milyonluk bir kentin belediye başkanı hukuk sopası ise terbiye edilmek isteniyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kürtlerin kazandığı belediyelere kayyım atanıyor. Dışarıdan gelen bir memur belediyeyi gasp ederek, sosyal kültürel kurumların kapılarına kilit vuruyorlar. Bunun dışında Türkiye’de yaygın bir sansür var. Yandaş medyanın önü açılmış, muhalif medyaya dönük bir ciddi bir baskı var. Bugün yüzlerce kişi sanal medya paylaşımları sebebiyle gözaltına alınıyor. Sanal medya hesapları, haber siteleri kapatılıyor. Herkesi hizaya çekmek isteyen bir anlayış var.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve beraberindeki heyetin Avrupa temasları sürüyor. Tuncer Bakırhan, 19. Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler başlıklı konferansa katıldı. Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan Avrupa Parlamentosu’nda ikinci gününde devam eden konferansta konuşan Bakırhan, İmralı’da yaptıkları görüşmenin detaylarını, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını anlattı.

Kürt sorununun çözümsüzlüğünün maliyetinin büyük olduğunu belirten Bakırhan, “Yaşanan bu savaş ile birlikte toplumda çok ciddi bir kutuplaşma yaşandı. Hukuk araçsallaştı ve iktidarın elindeki bir sopa haline geldi. Ekonomi ciddi bir krize girdi. Partimize dönük baskılar arttı. Barış umutları da neredeyse yok edildi. Bu süreçte tüm toplumsal kesimler arasında fay hatları oluştu ve 10 yıllık süreç içinde bu kutuplaşma çok ciddi bir artış gösterdi. Fakat Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısı çok önemli. Bu 10 yıl çok önemli tecrübeler yarattı” dedi.

Kürt sorunun küresel bir sorun haline geldiğinin altını çizen Bakırhan, “Kürt meselesi artık bölgesel ve küresel boyuta ulaşmış durumda. Sadece Kürtlerin değil diğer toplumsal yapıların da sorunları görünür hale geldi. Türkiye’nin demokratikleşmesi, ekonomik bağımsızlığı Kürt meselesinin çözümüne bağlı. Bunu bir siyasi tercih olarak değil, varoluşsal bir zorunluluk olarak görüyoruz. Geçmişten çıkarılacak dersler var. Önceki çözüm sürecini enine boyuna tartışıyoruz. Bu konuda eksik kaldığımız konulara ilişkin özeleştiri veren bir partiyiz. Tüm eksiklerine rağmen önceki çözüm süreci toplumsal güvenin, demokrasinin inşa edildiği bir süreç oldu. Ekonomik refah çok ciddi bir artış sağladı. Barış sürecinin ülkenin önünü açtığını görmüş olduk. Kürt sorununun çözümü birçok fırsatı beraberinde getiriyor” dedi.

“Türkiye’de bir de anayasa problemi var”

Kayyım politikaları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan operasyona da değinen Bakırhan, şu ifadeleri kullandı: “Fakat bu meselenin önünde iç ve dış dengeler var. Son dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması hukukun zedelendiğinin hatta ortadan kaldırıldığının çok somut bir örneğidir. 16 milyonluk bir kentin belediye başkanı hukuk sopası ise terbiye edilmek isteniyor. Bildiğiniz gibi Kürtlerin kazandığı belediyelere kayyım atanıyor. Dışarıdan gelen bir memur belediyeyi gasp ederek, sosyal kültürel kurumların kapılarına kilit vuruyorlar.

Bunun dışında Türkiye’de yaygın bir sansür var. Yandaş medyanın önü açılmış, muhalif medyaya dönük bir ciddi bir baskı var. Bugün yüzlerce kişi sanal medya paylaşımları sebebiyle gözaltına alınıyor. Sanal medya hesapları, haber siteleri kapatılıyor. Herkesi hizaya çekmek isteyen bir anlayış var. Bunlarla birlikte Türkiye’de bir de anayasa problemi var. Anayasa ortak ve toplumsal değerleri esas almıyor. Merkeziyetçi anayasa gençleri, kadınları, ötekileri kapsayan bir anayasa değil.

Bu sürecin önünde engel olarak duran dış etkenler de var. Öngörülemez bir uluslararası ilişkiler sürecinden geçiyoruz. Anlık değişen kararlar, ilkesiz dış siyaset ülkeye çok ciddi etki ediyor. Bu sorun Avrupa’yı da doğrudan etkiliyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek aynı zamanda Avrupa’yı da etkileyecektir. Ortadoğu’da Kürtlerin öncülüğünde yürütülen siyaset oldukça demokratik ve takdire şayandır. Yine işçi ve emekçiler, kadınlar, gençler, ötekilerin faydasına bir siyaset yürütüyoruz. Demokrasi ve insan hakları alanındaki duruşumuz Avrupa için de büyük bir fırsat sunuyor. Suriye’ye bakıldığında bu daha rahat görülüyor.

Orada Ezidilerin, Türkmenlerin, Kürtlerin, Arapların, kadınların, gençlerin bir arada yaşadığı bir sistem kuruldu. Demokratik bir anlayış, demokratik bir yönetim uygulanıyor. AB-Türkiye ilişkileri de çalkantılı bir süreçten geçiyor. Bölgede istikrarlı bir Türkiye, Avrupa için de önemli ve faydalı olacaktır. Türkiye’nin iç barışı doğrudan Suriye’deki gelişmeleri, Irak’taki gelişmeleri etkileyecektir. Bu da doğrudan Avrupa’ya doğru göçü azaltacaktır. Barış ve demokrasi tarihi bir kazanım olacaktır, bunun için çalışıyoruz.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Ekrem İmamoğlu” Tepkisi: Bu Bir Darbedir

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına ilişin yaptığı açıklamada, “Bu darbeleri iyi biliriz, iyi tanırız, bu darbelerin sonuç almayacağını, halkın gücüne çarparak paramparça olacağını biliyoruz. Bu bir darbedir. Yargı eliyle demokratik siyaseti dizayn etme, diz çökertme girişimidir” dedi.

Haber Merkezi / DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da, “Sayın Ekrem İmamoğlu ve beraberinde gözaltına alınan çok sayıda kişi tutuklandı. Bu haksız ve hukuksuz tutuklamayı bir kez daha sizlerin huzurunda kınıyorum. Asla kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Saraçhane’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile görüştü. Bakırhan, Özel ile yapılan ortak basın açıklamasında şunları söyledi:

“Bu darbeleri çok iyi bilen bir siyasi gelenekten geliyoruz. Bu darbelerin sonucunda milletvekillerimiz, eş genel başkanlarımız ve belediye başkanlarımız içeride ve yargılanıyorlar. Bu darbeleri iyi biliriz, iyi tanırız, bu darbelerin sonuç almayacağını, halkın gücüne çarparak paramparça olacağını biliyoruz. Bu bir darbedir. Yargı eliyle demokratik siyaseti dizayn etme, diz çökertme girişimidir.

Ama bu topraklarda çok önemli bir demokrasi ve direniş geleneği var. İradesine sahip çıkma geleneği var. Bu bugün de yarın da böyle olacak. Bundan ders çıkarması gerekenler yargı sopasıyla siyaseti dizayn ediyor. Sadece bir büyükşehirden bahsetmiyoruz. Dünyanın en büyük kentlerinden birinden bahsediyoruz. Dünyada tanınan bir kentin belediye başkanı yok sebeplerle gözaltına alındı, tutuklandı. Yine Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan, Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ın alındığını hatırlıyoruz.

Bir an önce bu darbelerden vazgeçilmelidir. Barışın konuşulduğu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin konuşulduğu bir süreçte İstanbul’da yaşananlar bu barış ruhunu zedeliyor, zarar veriyor. Bu ülke artık siyasi ve askeri darbelerden kurtulmalıdır. Askeri darbeler durmuş, şimdi de siyasi darbelerle ne zaman karşılacağımız belli değil. Biz DEM Parti olarak hukuk dışı yollarla, siyasi darbelerle halkın iradesinin gasp edilmesinin karşısındayız.

Yerimiz bellidir, tavrımız nettir. Nerede haksızlık ve hukuksuzluk varsa, nerede bir emekçinin, ezilenin, kadının, Kürdün, Türkün hakkı gasp ediliyorsa biz oradayız dayanışma içindeyiz. Hakkari’den Van’a kadar, Van’dan İstanbul’a kadar halkın mücadelesini sahipleneceğimizi, dayanışacağımızı belirtiyorum. Her zaman bu haksızlığın karşısında duracağız.”

Bir soru üzerine de Bakırhan iktidara “halkın sesine kulak verin, hukuksuzluktan vazgeçin” diye seslendi ve “bu operasyonun kime yararı var” sorusunu yöneltti.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, konuya ilişkin İstanbul Newroz kutlamalarında ise şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye bir operasyonlar ülkesi olmaktan artık çıkmalıdır. Hiç kimse yargıyı siyasi hesaplaşmada bir araç olarak kullanmamalıdır. Sayın İmamoğlu tutuklandı, hep birilkte izliyoruz. Sayın İmamoğlu ve onunla birlikte tutuklanan bütün arkadaşların yanındayız. Kumpaslarla, yargı darbeleriyle kimse halkın oyuyla seçilmiş iradeyi hapsedemez. Hapsetmemelidir. Sivil darbelerden en çok biz çektik.

Bu sivil darbelerin sonucunda Selahattinler, Figenler, Leylalar, Ayşe Gökkanlar cezaevinde bulunuyor. Bu sivil darbeyi en çok biz eleştiriyoruz. Bu sivil darbe karşısında en dik bizim duracağımızı bir kez daha söylemek istiyorum. Hukuksuzluğa çok uğradığını söylüyor AKP iktidarı. AKP vesayet diyerek iktidara geldi ama şimdi yargı vesayetiyle Kürdü, Aleviyi, muhalefeti susturmaya çalışıyor. Cezaevlerine göndermeye çalışıyor. Bu bir yol değil. Bu yol bir yere çıkmaz.

Yargı darbesiyle Türkiye yönetilemez. Manüpülasyonlarla gizli tanık beyanlarıyla 16 milyonun iradesi hapsedilemez. Onun için bir kez daha İstanbul meydanından bu yargı darbesini kınadığımızı eleştirdiğimizi en başta siyasi tutsaklar olmak üzere İmamoğlu ve arkadaşlarının da bir an önce serbest bırakılmasını dile getiriyoruz. Operasyonel siyaset ve siyaset mühendisliği bu ülkeye kaybettirdi.

Türkiye 3-5 günde yüzde 3 fakirleşti. Uluslararası kamuoyunda Türkiye antidemokratik bir ülkedir. Halkın iradesine kayyım atayan bir ülke olarak geçiyor. Türkiye’ye kötülük yapmaktan vazgeçin. Siyasi ikbaliniz için, halkın iradesiyle oynamaktan vazgeçin diyorum, bu yargı darbesini kınadığımızı da belirtmek istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı geçen gün İstanbul Türkiye’dir demişti. Evet Sayın Erdoğan İstanbul Türkiye’dir. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. İstanbul haksızlığa uğrarsa Türkiye haksızlığa uğrar. İstanbul’da hukuksuzluk olursa Türkiye yaralanır. İstanbul Türkiye ise İstanbul’un iradesine, Kürtlerin, Türklerin, emekçilerin iradesine bir an önce saygı gösterin, saygı duyun!”

“İmamoğlu’nun tutuklanmasını asla kabul etmiyoruz”

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise Adana Newroz kutlamalarında konuya ilişkin şunları söyledi: “Türkiye günlerdir ayakta. Sayın Ekrem İmamoğlu ile beraber yüze yakın insan gözaltına alındı. Bu gözaltından sonra Türkiye’nin dört bir yanında bu haksız ve hukuksuz uygulamalara, gözaltılara halkın tepkisi büyük.

Aynı zamanda halkın tepkisi seçilmiş olanlara kayyım atanmasınadır. Aynı zamanda halkın tepkisi Türkiye’yi otoriter bir rejime mahkum etmek isteyen bu rejime karşıdır. Bugün Sayın Ekrem İmamoğlu ve beraberinde gözaltına alınan çok sayıda kişi tutuklandı. Bu haksız ve hukuksuz tutuklamayı bir kez daha sizlerin huzurunda kınıyorum. Asla kabul etmiyoruz.”

Paylaşın

Diyarbakır Newrozu’nda Konuşan Bakırhan’dan “Üçüncü Yol” Vurgusu

Diyarbakır Newrozu’nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, “Biz siyasette ne onun ne bunun yanındayız. Demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük değerlerinin yanındayız. Bizim yolumuz yanlış rotalara değil, demokratik, eşit, özgür bir yaşama çıkan Üçüncü Yol’dur” dedi.

Haber Merkezi / Bu yıl “Özgürlük İçin Demokratik Toplum” şiarıyla startı verilen Newroz Bayramı kutlamalarının finali Diyarbakır’da yapıldı. Newroz Parkı’nda düzenlenen kutlamaya yüz binlerce kişi katıldı. Renkli flamalarla kaplı olan Newroz alanına, yağmura ve çamura rağmen insanlar fistan ve yöresel kıyafetler giyerek geldi.

Coşkulu kutlamaya Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanları, DTK ve HDK Eşsözcüleri ile çok sayıda yerli ve yabancı delegasyon katıldı. Tuncer Bakırhan, burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar, çok kıymetli misafirlerimiz, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun dört bir yanında Amed Newrozuna katılarak bizi onurlandıran değerli misafirlerimiz hoş geldiniz. Hepinizin Newroz Bayramını kutluyorum.

Ortadoğu’nun nabzı bugün Amed Newrozunda atıyor. Bugün sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın her tarafında gözler Amed meydanındadır, Newroz meydanındadır. Çünkü Amed Newrozdur, Newroz Amed’dir. Siz Newrozsunuz. Kürt halkını Newroz halkı haline getiren Sayın Öcalan’ın Newroz Bayramını kutluyoruz. Newroza te pîroz be Birêz Ocalan. Newroz Pîroz Be!

Değerli halklarımız; Sayın Öcalan, 1993’te başladığı demokratik çözüm yürüyüşünde en tarihi adımı 27 Şubat’taki Asrın Çağrısıyla attı. Bu çağrı yüzyıllardır direnen, on yıllardır demokratik çözüm mücadelesi veren bir halk gerçekliğinin dile gelişidir. Bu çağrı, Mezopotamya ve Anadolu’da düğümleri çözüp tarihi yeniden başlatma çağrısıdır; Mezopotamya ve Anadolu halklarının birlikte yaşam manifestosudur. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının özü demokratik uzlaşmadır.

Bu çağrı bir milattır ve bu çağrının sahibi de Amed Meydanındaki siz onurlu halkımızsınız. Sizler, nice büyük bedeller ödeyerek bizi muhteşem bir zaferin eşiğine getirdiniz. Tarihsel bir sorundan, tarihsel bir barışa ve çözüme doğru yol alıyoruz. Tarih boyunca Türkler ve Kürtler, birlikte yaşamın kapılarını birbirine açtı, kaderlerini ortak kıldı. Ancak son yüzyılda bu kardeşlik duvarlarla ve ayrımcılıkla sınanmaya çalışıldı. Bin yıl önce Anadolu’nun kapılarını açan halk, 100 yıldır kapının berisine konuldu. Artık bu ayrıştırıcı tarihe son vermenin zamanı geldi.

Sayın Öcalan’ın 27 Şubat Çağrısı bu topraklarda hiçbir halkın dışlanmadığı, herkesin eşit ve özgür olduğu bir Türkiye içindir. Barışı gerçekleştirmek için elini uzatana elimizi, omzunu yaslayana omzumuzu verdik, vermeye de devam edeceğiz. Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel birikimi ve ortak aklı hepimize daha demokratik bir geleceğin yolunu gösterebilir. Çözümü dışarıda değil, Türkler ile Kürtlerin ortak geçmişinde ve geleceği birlikte inşa etme kararlılığında arıyoruz.

Geçmişin yaralarını birlikte sararak geleceği el birliğiyle inşa edebiliriz. Gelin, bu yolu birlikte yürüyelim. Bizim kararımız, tutumumuz, tavrımız nettir. Biz milyonlar olarak barış istiyoruz, eşitlik istiyoruz, demokratik bir toplum istiyoruz. Bakın, Amed Newroz Meydanında milyonlar barışı ve demokratik çözümü istiyor. Herkes Newroz meydanlarının mesajını iyi okusun. Newroz meydanları yüzyılın barış mutabakatına davettir.

Milyonların huzurunda ifade ediyorum: Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtler, Araplar ve Türkmenler sadece komşularımız değil, soydaşlarımızdır, akrabalarımızdır. Bu halklarla kuracağımız sağlam ilişkiler sadece Türkiye’nin barışı için değil, tüm Ortadoğu’nun huzuru için de hayati öneme sahiptir. Türkiye, sınırları dışında yaşayan Kürtlerle hasımlık değil hısımlık yapmalıdır. Karşıtlık Türkiye’ye kazandırmaz.

Kardeşlik ve diyalog ise Türkiye için büyük kazanımlar sağlar. Özellikle Suriye’deki siyasal denklemin yeniden şekilleneceği bir dönemde, Kürtlerle diyalog kurmak Türkiye’ye uzun vadede büyük faydalar sağlar. Unutmayalım; Türkiye’nin sınırları dışındaki Kürtler bir tehdit değildir, bir barış fırsatıdır. Bu fırsatı doğru değerlendirmek de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sorumluluğudur.

Değerli Türkiye halkları, demokrasi, hukuk ve barış bir şart değildir; birlikte yaşamanın zorunlu çıkış yoludur. Nefes almak ne anlama geliyorsa, siyasi ve hukuki zeminin oluşması da bu süreç için hayati önemdedir. Adımlar karşılıklı atılırsa toplum sürece güven duyar. Güven birlikte yaşamanın mayasıdır. Bu sürecin başarısı, Kürt-Türk ilişkilerinin 100 yıl sonra bu defa eşitlikçi ve demokratik temelde güncellenmesiyle olacaktır.

Biz süreçle ilgili ısrarla bardağın dolu tarafına bakıyoruz, iktidar ve devleti de bardağın boş tarafını doldurmaya davet ediyoruz. Barış bir yenme-yenilme meselesi değildir. Barış herkesin kazandığı en güzel bahardır. Newroz Meydanındaki gibi, gelin bu baharın bir daha kışa dönmesine izin vermeyelim, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına 85 milyon olarak sahip çıkalım.

Ortadoğu sert bir türbülansa girdi, fırtına herkesi etkiliyor. Bizim derdimiz, bu türbülanstan nasıl sağ salim çıkacağımızdır. Ama iktidar, hepimizin içinde olduğu uçağı kayyımlarla ve baskılarla, muhalefeti susturarak daha şiddetli türbülanslara sürüklüyor. 27 Şubat rotasından çıkaracak adımlar atılıyor. Bu yanlıştan iktidarı vazgeçmeye çağırıyoruz. Barış ve demokratik toplum, halkları ayrıştırarak olmaz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını gözaltına alarak, Kent Uzlaşısını kriminalize ederek, kayyım atayarak, Rojava’ya saldırarak barışı ve demokratik toplumu oluşturamayız.

Değerli Türkiye halkları, Kürt sorununda inkar, tekçi ve anti-demokratik yaklaşım Türkiye’nin 100 yılına mal oldu; Türkiye halklarına yoksulluk ve açlık getirdi. Ama Asrın Çağrısıyla birlikte biz artık yüzümüzü geleceğe, saatlerimizi barışa kurmak istiyoruz. Barışın kapısını açacak kilit artık Kürt sorununda çözümdür, demokratik bir Türkiye’dir. Kürt sorununda çözümün rotası da ruhu da 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yapmış olduğu Asrın Çağrısındadır.

Bu sorunun çözümü artık ertelenemez, kulak ardı edilemez; çözümün entübe olmasına izin verilemez. Çünkü bölgede bir kıyamet senaryosunun içerisindeyiz. Bu kıyametten kurtulmanın yolu tarihi Kürt-Türk ittifakını demokratik ve eşitlikçi temelde kurmaktan geçer. Bundan ötürü altını çizerek ifade ediyoruz: Suyun akışına karşı yüzülmez, yanlış siyaset doğru yere götürmez.

“Bizim yolumuz demokratik, eşit, özgür bir yaşama çıkan Üçüncü Yol’dur”

Nereye gideceğini bilene bütün yollar açıktır. Biz yolumuzu biliyoruz. Bizim yolumuzu, değerlerimiz ve barış sevdamız belirledi. Bizim yolumuzun rotası Demokratik Cumhuriyete çıkar. Bizim yolumuzun özü de biçimi de 27 Şubat Çağrısıyla kendisini ifade etmiştir. Biz siyasette ne onun ne bunun yanındayız. Demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük değerlerinin yanındayız.

Bizim yolumuz yanlış rotalara değil, demokratik, eşit, özgür bir yaşama çıkan Üçüncü Yol’dur. Biz Üçüncü Yol’da yürümeye devam edeceğiz. Newrozun ruhuyla, Kawa’nın inancıyla, Mazlum’un cesaretiyle yürüyeceğiz. Bu yolun sonu barıştır, bu yolun sonu demokrasi ve özgürlüktür. 100 yıldır bu topraklar barışa hasret kaldı. Şimdi, o barışın sesini duymanın, daha güçlü duyurmanın tam zamanıdır. Ufukta beliren barışı bu topraklara indirme zamanıdır. Newroz Pîroz Be!”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: “Çağrı” İle Demokratik Mücadelenin Startı Verildi

Diyarbakır’daki Nevruz deklarasyonunda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısına dikkat çekerek, “50 yıldır devam eden çatışma ve şiddet ortamını sonlandırıp yerine demokratik zeminde hak ve hukuk arama mücadelesinin startı verildi” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Diyarbakır’da 2025 Newroz Deklarasyonu açıklama programına katıldı. Açıklama programına Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, DTK Eş Sözcüsü Berdan Öztürk, TJA Aktivisti Hülya Alökmen ile Partiya Azadî, PİA, KKP, DDKP gibi parti ve çok sayıda kurumun temsilcileri katıldı.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan burada yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Güzel bir Mart gününde, tarihi surların önünde Amed’de sizlerle birlikte olmaktan, “Özgürlük Newrozu” sloganıyla kutlayacağımız Newroz Deklarasyonunda burada bulunmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Son birkaç gündür Türkiye çok tarihi ve çok önemli bir süreç içerisinde. Çok tarihi bir açıklama yapıldı, bir çağrı yapıldı. 50 yıldır devam eden çatışma ve şiddet ortamını sonlandırıp yerine demokratik zeminde hak ve hukuk arama mücadelesinin startı verildi.

İşte tam da bu tarihi çağrının yapıldığı, tarihi startın verildiği bir süreçte Amed’de Newroz Deklarasyonunu okumak da en az o kadar önemlidir. Bizler bu tarihi çağrıyı eğer Newrozda güçlü bir şekilde sahiplenip Kürtlerin, Türklerin, Alevilerin, ezilenlerin barış, demokrasi ve özgürlük sesini buradan İmralı’ya güçlü bir şekilde ulaştırabilirsek emin olun ki en büyük görev ve sorumluluklarımızdan birisini yerine getirmiş olacağız.

Bu çağrı aynı zamanda Newroza yapılan bir çağrıdır. Bu çağrı, aynı zamanda dün zalime karşı özgürlük arayışı içerisinde olan ve büyük bedeller ödeyen halkımıza, bugün de Newroz’u barışın ve demokrasinin güçlü bir şekilde sahiplenildiği bir mücadeleye dönüştürme çağrısıdır. Bu Newroz’un önemine layık bir şekilde katılmalıyız, güçlü katılmalıyız. Newroz’u en güzel şekilde örgütlemeliyiz. Bir bütün olarak Kürtlerin, emekçilerin, ezilenlerin ne istediklerini, bu tarihi çağrıya ne kadar sahip çıktıklarını Türkiye kamuoyuna aynı zamanda duyurmak gibi bir sorumluluğumuz var.

Yine dün, siz de takip ettiniz, bir çağrı da Suriye’den geldi. O da çok önemliydi. O da yine halkların baharı olan, direnişin bayramı olan Newroz haftasına denk geldi. Orada yapılan mutabakat çok net. Sayın Öcalan’ın çağrısına uygun, tekçilikten ve mezhepçilikten uzak bir mutabakatın; Kürt, Alevi, Arap, Dürzi, Hıristiyan, Ermeni tüm halkların ve inançların demokratik bir zeminde kendi kimlikleriyle yaşayabilecekleri bir mutabakatın altına imza atıldı. Bu Newroz niye önemlidir? Hem Suriye’deki mutabakata, hem Sayın Öcalan’ın çatışma ve şiddet yerine barışçıl ve demokratik zeminde daha güçlü bir mücadele yürütme çağrısına bir cevap olacaktır.

“Eşit ve demokratik şekilde…”

Onun için bu her iki gelişme Newrozda taçlandırılacak. Newrozda bu her iki gelişmeye nasıl baktığımızı, nasıl cevap verdiğimizi hep birlikte ortaya koyacağız. 2025 Newrozu tarihi bir Newroz olacak. Rahşanlarla ve Zekiyelerle başlayan, Mazlum’un 3 kibrit çöpüyle başlayan Newroz, barışı Türkiye’de konuşmayı mümkün getirdi. Eşit ve demokratik şekilde Kürtlerin kimlikleri ve statüleriyle yaşayacakları bir Suriye’yi mümkün hale getirdi. Bunun için emek veren, bedel ödeyen, yasak ve baskılara rağmen durmayan, bu surların etrafında ve üzerinde halkların özgürlük bayramını kutlayan sizlere, halkımıza ne kadar saygı duysak, sizleri ne kadar kutlasak azdır.

Evet, çok mücadele ettik, çok büyük bedeller ödedik. Artık geldiğimiz noktada barışı taçlandırmaya, Sayın Öcalan’ı özgürlüğüne kavuşturmaya, Ortadoğu’daki tekçi sistemler yerine bütün farklılıkların kendi kimlikleriyle yaşayacağı bir zemine doğru geldik. Sayın Öcalan’ın paradigması bugün Suriye’dedir. Suriye’de tekçiliği örmeye çalışanlar, Suriye’yi bir milliyete hapsetmeye çalışanlar öyle olmadığını çok iyi anladı. Evet, çok büyük mücadeleler verdiniz, bedeller ödediniz, geldiğimiz noktada emeğiniz büyük. Şimdi de milyonlarla birlikte en güzel giysilerimizle, en iyi türkülerimizle, en iyi duygularımızla bu Newrozu kutlayarak Türkiye halklarına, Kürtlere, emekçilere, ezilenlere yeni bir başlangıcın nasıl bir coşkuyla yapılacağını göstereceğiz.

Son bir şey belirtmek istiyorum. Suriye’de Alevi yurttaşlarımıza dönük yapılan katliamı hep birlikte izledik, gördük. Bunu kınadık. Ama sizin aracılığınızla şunu da söylemek istiyorum. Aslında Suriye’deki mutabakat metni aynı zamanda Alevileri de kapsayan, dışlamayan bir metindir. O metinde ateşkes var. Alevileri katletmeme çağrısı var. Alevilere eşit yurttaşlık hakkı ver çağrısı var. Dolayısıyla Alevi yurttaşlar, katliamdan hemen sonra gelmesinden dolayı bu mutabakat metnine biraz kaygılı yaklaşıyor olabilirler ama o metinde ne kadar Kürt varsa, o kadar da Alevi var. Ne kadar Alevi varsa, o kadar Hıristiyan var. Ne kadar Hıristiyan varsa, o kadar Arap var, Suriye’nin bütün renkleri var.

Bu Newroz bizim için çok önemlidir, birlikte sahiplenelim, hep birlikte katılalım. Özgürlük ve barış türkülerimizi buradan Sayın Öcalan’a ve cezaevindeki binlerce yoldaşımıza iletmek için güçlü bir Newroz kutlayalım.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Barışa Ve Kardeşliğe Giden Yol Kürtlerin Ulusal Birliğinden Geçiyor

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, DEM Parti İmralı Heyeti’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yaptığı ziyaretlere değinerek, “Barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Meclis’te partisinin grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Merheba we hemûyan silav dikim, li ser seran li ser çavan hatin. Değerli arkadaşlar, hepiniz hoş geldiniz. Bu grup toplantımızda özellikle son dönem tartışmalarına dönük bir çerçeve ortaya koymaya çalışacağız. Buraya her çıktığımızda iyi temennilerle ve güzel sözlerle başlamak istiyoruz ama maalesef gaspçılar mükerrer suç işlemeye devam ediyor. İnfaz yakılıyor, daha yüksek cezalar veriyorlar ama bu kayyım meselesinde mükerrer suç işlemeye devam ediyorlar. Bıkmadılar, yorulmadılar.

Türkiye’nin gündemi başka, dünyanın ve Ortadoğu’nun gündemi başka. Bizler başka çalışmalar yapıyoruz. Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında barışı nasıl sağlarız, barışa nasıl ulaşırız diyoruz. Onlar ise dur durak bilmeden kayyım atamaya devam ediyorlar. Bakalım bu gaspçı ve inkarcı anlayış nereye kadar bunu devam ettirecek. Kars’ı bilirsiniz, Türkiye’nin en renkli kentlerinden biridir. 10-12 inanç grubu bir arada yaşıyor.

Bu sistemin ötekileştirme politikalarına rağmen Kars’ın Azerisi, Terekemesi, yerlisi, Malakanı, Ermenisi, Çerkesi, Türkmeni, Zazası, Türkü Kürdü asla karşı karşıya gelmedi. Bir arada yaşamın en örnek kentidir Kars. Kağızman da öyledir, renklidir. İnsanlar bir arada yaşıyor, sandık sonuçlarına saygı gösteriyor. Orada seçilen yerel yönetimlerimiz de kapsayıcı bir tutum sergiliyor. Ancak Kars gibi mozaik bir kentin en güzel ilçelerinden biri olan Kağızman’ı gasp ettiler, kayyım atadılar.

Belki bilmezseniz, hep Malazgirt falan diye başlanır ama Türklerin Anadolu’ya ilk girdiği yerlerden biri Kars’tır. Malazgirt’ten çok öncedir. Kağızman’dır. Kars’ta tam da o mozaiğe ve renkliliğe uygun bir söz vardır: ‘Ekmek yediğin sofraya bıçağını saplamayacaksın. Yoksa sana namert derler’. Bu söz sadece bir söz değildir. Halkların birlikte yaşamasından, o tarihsel ilişkilerden süzülerek gelen bir sözdür. Yediğin sofraya ihanet etme, bıçak saplama diyor Kars’ın Terekemesi, Azerisi, Kürdü, Ermenisi, Malakanı. Bugün o kapıları çalarak da girebilirlerdi ama kırarak giriyorlar. Bu kapıları kıran ve Kağızman’ın iradesini gasp eden anlayışı kınıyorum.

Bu yol, yol değildir. Yanlış bir yoldan gidiyorsunuz ve defalarca haykırıyorsunuz. İnsan biraz çekinir ya! Bu kumpasçı akıldan inşallah bir gün kurtulacağız. Biz, barış adına bütün arkadaşlarımızla birlikte önemli bir çabanın haysiyetiyle yaşıyoruz. Haysiyet! Peki, bu kayyım atayanlar ne için yaşıyor Allah aşkına? Biz haysiyet derken onlar gaspçılıkla, kumpasçılıkla ve sandık sonuçlarını yok sayarak tam olarak ne yapıyor, ne yapmak istiyor? Herkesi haysiyete çağırıyoruz. Bu yoldan vazgeçin, kayyımlarınızı geri çekin. Halkın iradesi tekrar Kağızman başta olmak üzere kayyım atanan belediyeleri yönetsin.

Evet bir dönüm noktasındayız. Biz öyle değerlendiriyoruz. Gerçekten bir dönüm noktasındayız. Türkiye ve Ortadoğu halklarının kaderini değiştirecek yeni bir başlangıcın eşiğindeyiz. Hepimizin on yıllarını etkileyecek bir dönüm noktasındayız. 100 yıl önce kurulan modern ulus-devlet kurtuluş ruhuna ters düştü ve devlet ile halk arasına derin bir uçurum koydu. Halk kendi devletine yabancılaştı, aidiyet duygusunu yitirdi. Sistemin ötekileştiren, reddeden, inkarcı, baskıcı tunç elinden dolayı halk yabancılaştı.

Devlet her fırsatta demokrasiden, haktan, hukuktan ve özgürlüklerden kaçtı. 100 yıldır halkı tek tipleştirmeye çalıştı. Ancak Kağızman’da olduğu gibi bir türlü bunu başaramadı, başaramayacak da. Türkiye halkları, Kürtler başta olmak üzere, 100 yıldır mücadelesiyle bu tek tipleştirmeye ve tek kimliğe sığmadı; hep kendi rengi ve kimliğiyle var oldu. Bütün farklılıklara rağmen bir arada yaşamın iyi bir örneğini veren kentlerimiz de var Kars gibi. İşte tam da bu renkli mozaiğin yaşaması için bir arada insanca ve kardeşçe yaşamanın, birbirine saygı göstermenin mücadelesini veriyoruz.

Bu dönüm noktasının heyecanını yaşıyoruz. Tam umutlanıyoruz ama beyefendiler başka başka şeyler yapmaya devam ediyor. Yaşar Kemal’in dediği gibi, ‘Demir olsaydık çürürdük, toprak olduk da dayandık’. Bu zulme, emin olun, çelik bile dayanmazdı. Bu zulmün karşısında duran ve kendi kimliğini yaşatan Kürtlere, Alevilere, devrimcilere, tüm ötekilere bin selam olsun! Ayakta durdular, dayanarak bugünlere geldiler.

Gördük ki aslında o reddedilen kimlikler bir arada yaşayabiliyor, bir arada yaşamın en güzel örneğini ortaya koyuyorlar. Kars’ta en yoksul, en emekçi insanın düğününe gittiğinizde görürsünüz ki sadece kendi dili ve kültüründen müzik çalmaz. Kürt ise Kürtçeyle başlar, Azericeyle devam eder ve Terekemeceyle bitirir. Terekeme ise oraya konuk olarak gelen Kürtlerin de şarkılarını çalar. Retçi ve inkarcı akıl Karsa baksaydı, Kars ruhunu uygulayabilseydi bugün başka yerlerde olabilirdik.

Biz her yerde diyoruz ki farklılıklar zenginliktir, farklılıklarımız birliğimizin güvencesidir. Hem “bir arada, bir olalım, birlikte olalım, güçlü olalım” diyorsunuz hem de o birliği oluşturan kimi etnik ve inanç gruplarının kimliğini tanımıyor, yok sayıyorsunuz. Peki, yok saydığınız insanlarla nasıl bir olacaksınız, nasıl birlikte olacaksınız? Nasıl güçlü olacaksınız? Değişen Ortadoğu ve dünyada bir yer nasıl tutacaksınız? Bu soruların cevabını istiyoruz. Kimliği, inancı ve dili ne olursa olsun herkesin acı çektiği bir asrı geride bırakabiliriz.

Saydığım bütün olumsuzlukları, günlere sığmayacak uzunluktaki bu anlatımı artık geride bırakabiliriz. O yok sayan aklın yerine, herkesin rengiyle ve kimliğiyle var olduğu bir sürecin kapısını aralayabiliriz. Türkiye’deki zemin bugün buna müsait. Bunu tartışıyoruz. Baskılara, zorluklara, tutuklamalara, kayyımlara rağmen umudu büyüttük, direndik, barışı mümkün hale getirdik. Yok sayanlara karşı barışı mümkün hale getirmek büyük bir başarıdır. Barışı mümkün hale getirenlere bin selam olsun! Barışı tartışanlara bin selam olsun!

Artık demokratik ve müreffeh bir Türkiye’de yeni bir asra yelken açabiliriz. Bunun koşulları var. Biraz samimi olsalar, emin olun ki önümüzdeki günlerde bu dediğimiz konular Türkiye’nin temel gündemi olacak. Bu gülünç ve kötücül aklın ortaya koyduğu pratikleri belki buralarda tartışmayacağız. İsimlerimiz farklı olabilir, dillerimiz farklı olabilir, bulunduğumuz odalar farklı olabilir ama çektiğimiz acının yükü hepimiz için aynıdır, döktüğümüz gözyaşlarının rengi aynıdır.

Hakkari’deki Kürt genci toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşı ile Edirneli genç toprağa düştüğünde annesinin döktüğü gözyaşını kim ayırabilir? O duyguyu birbirinden kim ayrıştırabilir? Şimdi modern Türkiye tarihinin en acı dolu sayfasını kapatabiliriz. Acıyı anlatmayacağım. Yaşadınız, biliyorsunuz. Dedeleriniz anlatıyor, resmi olmayan tarihi anlatıyor. Uygulamaları ve pratikleri zaten o acılı tarihi anlatıyor.

Bembeyaz bir sayfa açabiliriz. Bu sayfayı demokrasi, eşitlik ve özgürlükle ilmek ilmek dokumak bizim elimizdedir. Bu renkleri bir esere dönüştürmek kadar güzel bir şey olabilir mi? Bir kilim düşünün ki Hakkari’nin motifi olmayacak, Karadenizlinin rengi olmayacak, İç Anadolu’nun renkleri olmayacak, Alevinin rengi olmayacak. Tek renge bürünmüş şey çekici ve demokratik olmaz ve hiçbir zaman insana güzel bir duygu vermez.

İşte bütün renklerin içerisinde olduğu bir Türkiye’yi ilmek ilmek hep birlikte dokumak bizim elimizde. Biz buna varız, yıllardır bunun için mücadele ediyoruz. Sadece kendi renklerimizi nakşedelim demiyoruz, hep birlikte nakşedelim. Ehmedê Xanî’yi de nakşedelim, Aşık Veysel’i de nakşedelim. Çobanoğlu’nu da Mahsuni’yi de nakşedelim. Ama onlar tek bir şeyi nakşetmeye çalışıyorlar.

Bunun da Türkiye’yi getirdiği noktayı hep birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşamak, birlikte kazanmak demektir. Evet, bu ülkenin kaybettiği çok şey var. Ekonomisini, itibarını, mutluluğunu kaybetti. Trafikte korna yüzünden insanlar birbirini katlediyor, linç ediyor. Anneleriyle telefonda Kürtçe konuşan insanlar linç ediliyor. Kürtçe müzik çaldıkları için insanlar evlerinden atılıyor, kira sözleşmeleri iptal ediliyor. Dolayısıyla birlikte kazanmak istiyorsak renklerimizle beraber olacağız, birlikte olacağız. Birbirimizin rengine, kimliğine, diline ve kültürüne saygı duyacağız.

Alın size birlikte güçlü demokratik bir Türkiye! Bu Türkiye’yi biz istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Siyasetçilerin idam edildiği, insanların darbe mahkemelerinde yargılandığı, KHK’li olduğu, işinden ve aşından olduğu bir dönemi geride bırakabiliriz. 100 yıldır üzerimizde dolaşan vesayet ve darbe kara bulutlarını dağıtabiliriz. Hukuktan uzak ve halktan kopuk düzen yerine demokratik bir ülke inşa edebiliriz. İşte tam da bu noktada, Yaşar Kemal’in İnce Memedleri olarak, bizler hayal ettiğimiz Türkiye’yi birlikte kurabiliriz.

Öyle bir dönemdeyiz ki atacağımız her adım, alacağımız her karar hepimizin geleceğini belirleyecek. Alacağımız karar ve atacağımız adımlar, sadece 85 milyonun geleceğini belirlemeyecek; daha doğmamış, on yıllar sonra doğacak çocukların da geleceğini etkileyecek. Tarihi bir kavşakta olduğumuzu biliyoruz ve her adımımızı buna göre atıyoruz. Toplumsal uzlaşının ve onurlu bir çözümün kapısını aralamak için büyük bir emek ve çaba sarf ediyoruz.

Herkesin gözü Sayın Öcalan’ın yapacağı çağrıya çevrilmiş durumda. Dünyanın dört bir yanından bize mesajlar ve sorular geliyor. Büyük bir merak ve heyecan var. Milyonlarca insan bu sefer çözüm olsun diye dua ediyor. Emin olun ki Türk, Kürt, Azeri, Terekeme fark etmiyor, çünkü bu halk artık barış istiyor, artık yoruldu. Bu halk adalet ve özgürlük istiyor, kavga etmeden birlikte yaşamak istiyor.

“Barışa ve kardeşliğe giden yol Kürtlerin ulusal birliğinden geçer”

İmralı Heyetimiz yakın zamanda Kürdistan Bölgesel Yönetimine bir ziyaret gerçekleştirdi. Çok verimli geçtiğini zaten heyetimiz paylaşmıştı. Sayın Mesut Barzani, Sayın Bafil Talabani, Sayın Kubat Talabani, Sayın Neçirvan Barzani, Sayın Mesrur Barzani ve YNK Başkanlık Divanlık Divanı Üyesi Şeyhnaz İbrahim Ahmed ile çok önemli görüşmeler yaptı heyetimiz. Ulusal birlik adına tarihi adımlar atıldı.

En önemlisi de Kürt halkının önemli liderlerinden Sayın Mesut Barzani, görüşmede Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifine güçlü bir destek sunduğunu açıkça ifade etti. Bu, tarihi bir duruştur; Kürtler bir arada ve birliktedir. Kürt siyasetini ayrıştırma politikalarınıza rağmen, Sayın Mesut Barzani ve Federe Kürdistan Bölgesindeki bütün siyasetçiler barıştan yana olduklarını ve Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm perspektifini desteklediklerini söyledi. Bu tarihi duruşa kıymet verin.

Yine Sayın Bafil Talabani de babası Mam Celal gibi bu süreci destekleğini, üzerine düşen her sorumluluğu yerine getireceğini belirtti. Bu sahiplenme, barış ve birlik yolunda büyük bir adımdır. Bu destekler tarihidir, çok kıymetlidir. Çünkü biliyoruz ki barışa ve kardeşliğe giden yol ancak Kürtlerin ulusal birliğinden geçer. Hewlêr’den Amed’e, Mardin’den Kobanî’ye ve Kirmanşah’a kadar bütün Kürtler, “Biz barışa hazırız” diyor. Ne güzel bir tablo!

Türkiye’nin dört bir yanındaki bütün halklar barış olsun istiyor. Herkes barışa ulaşmayı sabırsızlıkla bekliyor. Sokak hazır, toplum hazır. Her gün çeşitli kentlerde toplantılar yapıyoruz. Siyaset büyük oranda hazır. Dünyanın dört bir yanında insanlar bu çözüme destek veriyor. Peki, iktidar da barışa hazır mı? İktidar da barışa hazırsa, halkların demokratik geleceğini birlikte inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti birlikte inşa edebiliriz. Unutmayalım ki hukuk ve özgürlükten yoksun bir yerde ne devlet ne de insan mutlu olur.

Yıllardır hukukun ve adaletin olmadığı bu ülkede ne toprak ne taş ne ova ne ağaç ne de insan mutlu oldu. Toprağın ve insanın mutluluğu demokrasiden geçiyor. Biz inançlıyız, değerli arkadaşlar. Yaptığımız çalışmalardan, ortaya koyduğumuz iradeden, sorumluluğumuzu bilen söz ve pratiklerimizden dolayı siz de biliyorsunuz ki kararlıyız. 100 yıllık acılı defteri kapatıp Türkiye’yi barışa ulaştıracak iradeyi ortaya koymaya hazır olduğumuzu bir kez daha belirtmek istiyorum.

Türkiye tarihine damgasını vuran iki önemli günün haftasındayız. 28 Şubat Darbe Girişimi ve 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatının yıldönümünün olduğu haftadayız. 28 Şubat hem demokrasinin kesintiye uğradığı bir darbenin tarihini hem de Kürt sorununda barış umudunun yeşerdiği Dolmabahçe ruhunu hatırlatıyor. Türkiye 1997’deki gibi darbe kıskacı ile 2015’teki demokrasi ve barış umudu arasında bir tarih yaşadı.

Bizim tutumumuz nettir: 97’de yapılan darbeye karşıyız, 2015’teki demokratik çözüm umudunun da yanındayız. Türkiye’yi darbe-demokrasi sarkacından kurtarmaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum. Demokrasi-darbe mekaniğinden kurtulalım artık. Sayın Erdoğan dünkü kongrede darbe mekaniğinden bahsetti. Darbe mekaniğinin panzehiri demokrasidir, özgürlüklerdir. Darbe mekaniği varsa, darbe mekaniğinin işlediğini düşünüyorsanız, bunun karşısında durmanın en iyi yolu demokrasi ve özgürlükleri büyütmektir Sayın Erdoğan. 2025 yılının bu kritik haftasında, Dolmabahçe’nin demokratik çözüm ruhunu destekliyoruz.

Aynı şekilde 28 Şubat’ın darbe izlerini hem sorguluyor hem lanetliyoruz. ‘Ya silah ya siyaset’ diyenleri Dolmabahçe Mutabakatının ruhuna bakmaya davet ediyoruz. O ruh, Sayın Öcalan’ın dediği gibi, silahların susması ve siyasetin konuşmasıdır. Gelin Sayın Öcalan’ın kalıcı çözüm çabasını barışla taçlandıralım. Çatışma döngüsünü kırmanın bir fırsatı olarak görelim bu çağrıyı. Gelin, çatışmanın değil çözümün, korkunun değil huzurun Türkiye’sini hep birlikte inşa edelim.

Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi acı deneyimlerle ve aynı zamanda olumlu referanslarla doludur. Bu kürsüde birçok defa bu olumlu referansları dile getirdik. Şimdi size başka bir örnekle bu tarihin olumlu referanslarından birisini anlatacağım. Tarihin ışığını 1530’lu yıllara çevirelim. Kürt-Türk ilişkilerinde çok önemli bir tarihtir 1530. Birileri unutmuş olabilir, birileri bunu tarihin tozlu raflarında gizlemiş olabilir ama tarih unutmaz, biz unutmayız. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kürtler ile yapılan bir anlaşma var. Bir kanunname hazırlanıyor.

Bu kanunname Türk-Kürt ilişkilerine hukuki bir çerçeve koyuyor. Bunu yazılı bir hale getiriyor. Bazı kaynaklarda “Diyarbakır Eyaleti Kanunnamesi”, bazılarında ‘Kürdistan Kanunnamesi’ olarak geçiyor. Bu kanunname devlet arşivlerinde var. Kanuni Sultan Süleyman bu anlaşma için diyor ki ‘Yüce Allah’ın birliğine yemin ederim ki Kürdistan beyleri ile aktettiğim bu anlaşmayı hiçbir şekilde ihlal etmeyeceğim.’ Devamında da diyor ki, ‘Kim bu anlaşmayı bozarsa Allah onu kıyamet günü zalimler, günahkarlar ve suçlular arasında yargılasın’. Öyle bir anlaşma yapıyor ki Kürtlerle, o kadar güveniyor ve inanıyor ki bu sözleri sarf ediyor. Bu kadar net. Ama ne oldu?

Bu sözleşme ilerleyen süreçlerde kesintiye uğradı, yok sayıldı. Biz bu tarihsel ortaklıkların kıymetini çok iyi biliyoruz ve bu referansları önemsiyoruz. O yüzden diyoruz ki duayla başlayan süreç bedduayla bitmemeli. Bugün ‘Osmanlının torunuyum’ diyenler, bu tarihsel anlaşmanın ruhuna niye sahip çıkmıyor? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Kanuni Sultan Süleyman derler, diziler yaparlar, kitaplar yazarlar, resimlerini odalarına asarlar ama bu tarihsel anlaşmayı asla dile getirmezler. Bu ruha ters düşenler aslında Kanuni’nin bedduasını alacaklar. Bunu iyi bilsinler.

Sayın Erdoğan kongresinde, ‘Köküne küs ağaç yeşermez’ diyordu. Buyurun, bu ülkeyi yeniden hep birlikte yeşertmek için önce tarihimizle yüzleşelim, barışalım. Ortak paydalarda buluşalım. Em dibêjin her dar li ser koka xwe şîn dibe. Em dibêjin her ax her çand pîroz e, biqîmet e. Werin koka darê em bi hev re şîn bikin. Unutmayalım ki tarih sadece geçmişin değil bugünün de aynasıdır. Kürt sorununun çözümü aynaya bakmaktan geçer, aynayı kırmaktan geçmez. Gelin bir de tarihin projeksiyonunu bu kez 104 yıl öncesine çevirelim ve 1921 Anayasasına bakalım.

1921 Anayasasının birçok eksiği var. Bunu biz de biliyoruz. Ama Türkiye tarihinde yerinden yönetimi esas alan tek anayasadır. Özellikle Kürtlerin ve diğer halkların, kimliklerin dillerine ve yerel yönetimlerine saygı gösteren bir anlayış var. Bugün yerele saygı göstermeyenler, iradenin yerine kayyım atayanlar gibi değildi. Fakat ne oldu? 1924’te bu anlayış ortadan kaldırıldı. 1530’larda olduğu gibi.

Kürt sorununda bastırma-direniş ikileminin kapısı açıldı. Ne olduysa 24’ten sonra oldu. Kimliğini reddettiği insan, inancını reddettiği insan direndi, o da bastırdı. O varım dedi, diğeri yoksun dedi. O direndikçe, diğeri de ülkenin bütün ekonomisini ve enerjisini çarçur etti, ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Aşırı merkeziyetçi anlayışla demokrasi darbe mekaniğinin tornasına yerleştirildi. İşte darbe mekaniğini de 1924’ten sonra başlayan inkarcı politikalar oluşturdu.

Cumhuriyetin kurucu iradesinin mirasına sahip çıkanlara da soruyoruz: Madem kuruluş sürecinin iradesine sahip çıkıyorsunuz, o halde neden 1921 Anayasasını görmezden geliyorsunuz? Oy alırken o tarihi mirasa sahip çıktıklarını söylüyorlar ama halkları tanıyan, yerel yönetimlerin özgünlüğünü tanıyan 21 ruhunu asla dile getirmiyorlar. Neden Türk-Kürt ilişkilerini içeren 1920 ruhunu hiçe sayıyorsunuz? Neden 1920 ruhuna uygun güncellenmiş bir dil pratik ve yol haritası ortaya koymuyorsunuz? Bu soruları soruyoruz.

Osmanlı’dan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar bu ortak yaşam adımlarını hatırlamalıyız, tarihsel karşılaşmaları doğru okumalıyız. Demokratik cumhuriyet çatısı altında bütün halklar ve inançlar özgür ve mutlu yaşasın. Sayın Öcalan’ın önümüzdeki günlerde yapacağı çağrı tarihin barışa dönük yüzünü canlandıracak önemli bir adım olacaktır. Bu tarihi çağrı hepimize büyük bir sorumluluk yüklüyor.

Biz bu sorumluluğu sırtımızda, omuzlarımızda, başımızda taşımaya hazırız. Dünya değişiyor, Ortadoğu değişiyor, yaşam değişiyor. Gelin, hep birlikte biz de değişelim; rotamız demokrasi, rehberimiz barış olsun diyoruz. Gotineke me heye dibêje dema mirov got heq çem disekine av dimiçiqe. Em jî dibêjin aştî heq e, edalet heq e, çareserî, maf heq e. Werin heqê gelan nas bikin.

Bugün böyle daha çok bu sürece değindik. Genel memleket meselelerini bu grup toplantımızda dile getirmedik. Gerçekten tarihi bir eşikteyiz. Bu tarihi kapıları barışa, kardeşliğe ve özgürlüğe açmaya çalışan Kürtler kadar, umarım ki bu ülkeyi yönetenler de samimi olur. Ramazan ayına gireceğiz. Ramazan ayının ülkemize, ülkemizde yaşayan inançlı insanlarımıza, Müslüman alemine barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini diliyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

“Çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun”

Partisinin grup toplantısının ardından, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “Görüntülü mesaj için mevzuat yok” açıklamasına dair soruyu yanıtlayan Bakırhan, “Birçok konuda mevzuat yarılıyor. Başka yaklaşımlar da ortaya konuluyor. Böylesi tarihi bir meselede yapılacak çağrının ciddiyetine uygun bir formül bulunsun diyoruz. Bulunacağına da inanıyorum” dedi.

Bakırhan, Abdullah Öcalan’dan ne zaman çağrı yapılacağına dair soruya şu yanıtı verdi: “Bir çağrı olacak ve bu yakın zamanda olacak. Tarihi hakkında şu anda bir şey söyleyemiyorum” diye kaydetti. Bakırhan, görüşme için başvuru yapılıp yapılmadığına dair soruya ise, “Bunlar teknik meseleler. Başvuru yapılmıştır. Onlar adına bir şey demeyeyim” diye kaydetti.

Bakırhan’ın bu sözleri sonrası 3’üncü görüşme için başvurunun yapıldığına dair haberler geçildi. DEM Parti Basın Bürosu, bilgilendirme notu paylaşarak, başvurunun yapılmadığına işaret ederek, Eş Genel Başkan Bakırhan’ın söz konusu durumu “bir ihtimal” şeklinde dile getirdiğini paylaştı. Açıklamada, başvuruya dair hazırlıkların devam ettiği ifade edildi.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Yargı” Çıkışı: Tarafsız Ve Bağımsız Olmalı

Partisinin İstanbul kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Örgütü, 3’üncü Olağan Kongresi’ni Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştiriyor.

DEM Parti bayraklarıyla donatılan kongre salonuna,  “Savaşta barışta gençlik ön saflarda”, “Kayyımlar gidecek biz kalacağız”, “Büyük direneceğiz büyük kazanacağız”, “2025 yılını özgürlük yılı yapacağız”, “Genç başladık genç başaracağız”, “Örgütlü direneceğiz emek sömürüsüne son vereceğiz”,”Jin Jiyan Azadî”, “Demokratik yaşam için eşitlik adalet özgürlük” pankartları asıldı.

Kongreye, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra siyasi parti temsilcileri, sivil toplum ve kadın örgütleri temsilcileri ile binlerce yurttaş katıldı. Kongrede konuşan Bakırhan, şunları söyledi.

“Cemal Kavak yoldaş şahsında bugüne kadar emek veren değer katan, bedel ödeyen ama aramızda olmayan bütün yoldaşlarımızı sevgi ve saygıyla anıyor, onları mücadelemizde ve yüreğimizin en baş köşesinde taşıyoruz. Hem dünya hem Ortadoğu hem de Türkiye tarihsel bir süreçten geçiyor. Bu tarihsel süreçte bütün ülkeler, bütün yönetimler bugüne kadar yapmış oldukları politikaları gözden geçirerek, kendisini yeni döneme ve gelişmelere göre şekillendirmeye çalıştığı bu süreçte maalesef Türkiye, AKP ve MHP iktidarı yine yanlış rotada ve yolda yol almaya devam ediyor.

Dünya, Ortadoğu yeniden şekillenirken bizimkiler hala 100 yıllık ret ve inkar politikalarını hayata geçiyorlar. Hakkari’den başlayarak Türkiye’nin dört bir yanına kayyım atamaya devam ediyorlar. Yine alnının terinin karşılığını almak isteyen bunun için direnen greve giden insanca yaşam mücadelesi veren emekçiler darp ediliyor, öncüler tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Bu yetmiyor.

Belediye eşbaşkanları hakkında soruşturmalar başlıyor. Yargı muhalifler üzerinden bir sopa olarak kullanılmaya devam ediyor. Yetmedi. Her gün kadınlar katlediliyor. Kadın katliamlarını önlemek için yasalar çıkarması gerekenler İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırarak, bir nevi kadın kırımını meşrulaştıran bir anlayışla hareket ediyor.

HDK, 14 yıldır ezilen ve yok sayılan tüm halklar için mücadele yürütüyor. HDK’de onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, 30 arkadaşımız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Neymiş? HDK terör örgütü imiş. Arkadaşlar 14 yıldır İstanbul’un merkezinde binası, tabelası asılı bulunan 14 yıl içinde Türkiye’de siyasetçilerin, akademisyenlerin katıldığı çalışmalara imza atan çok değerli çalışmalar yapan, barış ve çözüm konusunda onlarca çalıştay yapan HDK’nin terör örgütü olduğu bugün mü aklınıza geldi sizin.

HDK, 14 yıldır İstanbul’un merkezinde tabelasıyla, binasıyla, çalışmalarıyla Türkiye demokrasisinin çalışmalarına katkı sunan bir kurumdur. HDK, terör örgütü değil, ezilen Kürt kadınıdır, Alevidir, gençtir, direnen işçidir, 16 milyon emeklidir. HDK Kürt’tür, Türk’tür, Arap’tır, ezilenler ve emekçilerdir. Onun için HDK’nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız Esenyurt’taki emekçilere, ezilenlere sorun, Çorlu’da, Tekirdağ’da direnen işçilere sorun. 14 bin lira ile geçinmek zorunda kalan emeklilere sorun, kadınlara sorun, umudunu çaldığınız gençlere sorun. O zaman HDK’nin ne olduğunu kim olduğunu çok iyi görürsünüz.

Ne yapmış HDK? Kürt ve Türk ittifakı için Kent Uzlaşısı yapmış büyük suçu buymuş. Türkiye’nin Kürtlerin bütün halkların ve inançların bir arada yaşaması için çalışma yapmışsa dava açmak değil önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Yüzyıldır bu topraklarda Kürdü, Alevi’’yi diğer farklı inanç ve gruplarını ayrıştırdınız. Yok saydınız yok etmeye çalıştığınız. HDK, yok etmeye çalıştığınız, soy saydığınız halkların ve inançların bahçesidir. HDK, Türkiye’dir, 85 milyon insandır. Türk ve Kürt ittifakı için çalışmak ne zamandan beri suç olmuş.

Türk ve Kürt ittifakını savunmak suçsa 1920 öncesi Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlere giden Mustafa Kemal’e ne yapacaksınız? Kurucu meclise ne diyeceksiniz. Lazistan mebusuna, Kürdistan mebusuna ne diyeceksiniz. Kürt ve Türk ittifakı bu toprakların olmazsa olmazı ve en önemli meselesidir. HDK, bu ittifakı sağlamak için kavgasız, savaşsız, çatışmasız demokratik bir Türkiye zemini için mücadele etmiştir ve etmeye devam edecektir. Bu soruşturmalar bu tutuklamalar, bu yargı sopası ile ülkenin en devrimci, en demokratik kurumunu kriminalize etmek doğru değil, buna izin vermeyiz. Ben HDK’liyim biz HDK’liyiz. Hepimiz HDK’liyiz olmaya devam edeceğiz.

‘Kent Uzlaşısı’ suç unsuru yapılıyor. Kürtler ve Türkiyeli emekçiler, ittifak yapamaz, uzlaşamaz. Yerel yönetimlerde iktidar olamaz. Bu bir savcının işi midir? Bir savcı mı karar verecek kiminle yürüyeceğimize. Kiminle ittifak yapacağımızı, kiminle Esenyurt’tu yöneteceğimizi savcı beyefendiye mi soracağız. Gücü yetiyorsa o savcı, buyursun Esenyurt’ta karşımıza aday olsun iktidarı da yanına alsın gelsin yarışalım.

Savcı efendi ne diyor biliyor musunuz? Vanlılar Van’ı da yönetemez Esenyurt’tu da yönetemez. Biz de diyoruz ki; Vanlılar Van’ı da, Esenyurt’tu da yönetmeye devam edecek. Van direnişi ve duruşuyla 14’te 14 yaparak sizlere en büyük mesajı vermiştir. İki dönem kayyım atadınız Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkımız sizlere sandıkta dersinizi verdi. Yetmedi 3’üncü dönem tekrar kayyım atamak neyin nesidir. Bu halkın iradesine kayyım atamaktan, bu halkın kimliğini onurunu yok saymaktan vazgeçin. Bu halk kendisini yönetecek, ittifak yapacak ve dün olduğu gibi bugün de yarın da daha güçlü bir şekilde İstanbul’u da Ankara’yı da Türkiye’deki bir çok kenti birlikte yönetecek.

“Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı”

Kadın, ‘İstanbul Sözleşmesi’ deyince işkence görüyor. TÜSİAD, işverenler kurulu ‘hukuk yok’ deyince yargı hemen göreve koşuyor. Van’da Rojin Kabaiş katledildi, bütün delilleriyle olay ortada dururken yargı yok ama TÜSİAD ‘hukuk’ deyince bir gün sonra yargı koşarak göreve geliyor. Rojin Kabaiş’i görmeyen yargı, TÜSİAD’ın ‘hukuk yok’ demesine ‘kayyım atamalarının anti demokratik olduğunu’ söylemesine yargı hemen koşuyor.

İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler. Halkların birbiriyle bu aidiyet bağını zedeler. Yargıya, işini yapmasını, olumsuzlukları, katliamları kayyım gaspını, kayyım hırsızlığını soruşturması için çağrı yapıyoruz. Yargının işi DEM Parti’nin kiminle ittifak yapacağı değil, olmamalıdır, olamaz da.

Değerli halklar, tüm bunların yanında Sayın Erdoğan geçen gün ‘sandığın itibarına gölge düşürülmesine izin vermeyeceğiz’ diyor. Allah aşkına sandık mı kaldı? Sandığın onuru mu kaldı? Sandığı yere gömdünüz, yok saydınız. Hakkari’nin iradesini gasp ettiniz, sandığın itibarını mı bıraktınız ki sandığın itibarına gölge düşürmeyeceğiz diyorsunuz? Kimi kandırıyorsunuz? Burada oturan halklarımız emekçilerimiz sizin sandığa nasıl yaklaştığınızı çok iyi biliyor. Lütfen eğer haberiniz yoksa Van’a bakın, Mardin’e bakın, Akdeniz’e, Esenyurt’ta bakın.

Oralarda sandığın itibarı yerle bir edildi. Oralarda halkın iradesi gasp edildi, çalındı. Sayın Erdoğan, haberiniz yoksa şimdi söylüyorum, duyun o zaman. Biz Türkiye’nin en büyük 3’üncü zeminiyiz. Siyasette bütün hesaplar yapılırken biz olmadan hiç bir hesap doğru sonuç vermiyor. Bu engeller Türk ve Kürt kardeşliği önünde engel olamayacak. Bu engeller bizi durduramayacaktır. Bu engeller olsa dahi Munzur gibi akar, yolumuzu bulur demokrasi, özgürlük eşit yurttaşlık mücadelesini devam ettiririz. Bıkmayacağız, yorulmayacağız. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz.

Bütün bu saldırılara rağmen engellemelere rağmen bütün inkar ve yok saymalara rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim vazgeçilmez temel görevlerimizden biridir. Suriye ‘de yeniden ittifaklar oluşuyor. Her ülke yeniden bir konum almak zorunda kalıyor ama bizim o yüzyıllık inkarcı akıl Suriye‘ye de rahat vermiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin statü elde etmemesi için elinden bütün çabayı ortaya koyuyor.

Yahu Van’da Hakkari’de Kürdün iradesini kabul etmiyorsun, Kuzey ve Doğu Suriye’den ne istiyorsunuz? Ne istiyorsunuz oradaki Kürt’ten, Alevi’den, Çerkes’den Ermeni’den, Ezidî’den. İnsanlar orada demokratik bir zeminde bir arada yaşamaya çalışıyor. Bu düşmanlıktan vazgeçin. Bırakın Suriye’nin geleceğini Suriye halkları karar versin. Bırakın Kuzey ve Doğu Suriye’nin gerçeğine orada yaşayan halklar karar versin.

Size mi kalmış SMO çeteleriyle birlikte Tişrîn Barajı’na saldırmak. Kürt statü elde etmesin diye Suriye rejimiyle ilişkiye geçmek. Size düşen Kürdün statüsünü kabul etmektir. Suriye rejimi üzerinde bir etkiniz varsa Kürt ile barışını sağlayın. İstanbul’da yüksek sesle haykırıyorum. Barışa var mısınız? Hem Türkiye’de hem Suriye’de hem de Ortadoğu’da. Biz varız, Sayın Öcalan var, DEM Parti var, HDK var, Kürt, Alevi, Emekçi var. Sağdan sola kadar Türkiye’de hatırı sayılır bir zemin çözüm diyor, barış diyor ama beyefendilerin aklı başka çalışıyor.

Türkiye’de siyasal anlamda tarihi bir süreç, tarihi bir tartışma günlerini yaşıyoruz. Sayın Öcalan, İmralı Cezaevi’nden bir tarihi çağrı da yapacak. O tarihi çağrıda ekonomide adalet demokratik ve bağımsız yargı. Kürtlerin anadilini, özgürce konuştuğu iradelerinin gasp edilmediği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu gençlerin ve kadınların katledilmediği, umutlarının çalınmadığı bir demokratik Türkiye düşüncesi ortaya konulacaktır. Bir yol haritası ortaya konulacaktır. Biz de bu tarihi çağrıyı önemsiyoruz.

DEM Parti olarak ilk günden beri Sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı bu tarihi çağrının arkasında olduğumuzu desteklediğimizi ve savunacağımızı belirtmiştik. Bir tarihi çağrı var ama bazıları memnun değil. Kimileri diyor ki Kürtleri kandıracaklar, Kürtler nasıl kanacaksa? 100 yıldır, 30 defa yok sayılan katledilen, hapsedilen sürgün edilen, açlıkla terbiye edilen bu halk kandırılmadı bugünlere geldi. Türkiye’nin en büyük 3’üncü zemini oldu. Siz merak etmeyin biz kandırılmayız. Bu kaygı ile gecenizi gündüzünüzü geçirmeyin.

Bununla kaygılanacağınıza bu sürece destek verin. Biz kanacak bir halk değiliz biz kanacak bir parti değiliz. Biz kanacak halklar zemini değiliz. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla birlikte bu beka, güvenlik dedikleri sığındıkları o liman da ortadan kalkacak. Sayın Öcalan çağrı yaptıktan sonra artık Türkiye’de demokrasi konuşulacak.

Özgürlükler konuşulacak. Kimin yanında olduğu, kimin karşısında olduğu açığa çıkacak. Kimin yalan söylediği, kimin gerçekten inandığı ortaya çıkacak. Yapılacak tek şey var. Demokrasiyi de ekonomiyi de rayına sokacak Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bundan kaçan kaybeder.”

Konuşmaların ardından faaliyet raporu okundu. Ardından tek liste ile gidilen seçimlerde Arife Çınar ile Çınar Altan, yeni eşbaşkanlar oldu.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın