Tarım Sektöründe Son 10 Yılda 1803 İşçi İş kazalarında Hayatını Kaybetti

İSİG Meclisi’ne göre, 2013 yılından bugüne en az 1803 tarım işçisi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti: 2013 yılında 122, 2014 yılında 140, 2015 yılında 202, 2016 yılında 177, 2017 yılında 154, 2018 yılında 184, 2019 yılında 190, 2020 yılında 215, 2021 yılında 149, 2022 yılında 180 ve 2023 yılının ilk sekiz ayında 90 işçi.

Haber Merkezi / Tarım işkolunda yaşanan iş cinayetlerinin mesleklere göre dağılımı ise, “847 mevsimlik tarım/tarla işçisi, 451 çoban/hayvan çiftliği işçisi, 416 orman işçisi ve 89 ücretli çalışan balıkçı” şeklinde oldu.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi), 2013 ile 2023 yılları arasında tarım işkolunda iş kazaları sonucu hayatını kaybedenlere ilişkin bir rapor yayınladı.

İzmir Bergama’da “Avrupa’nın tek merkezden jeotermal enerji ile ısınan en büyük serası” diye reklamı yapılan Agrobay’da Tarım-Sen’e üye oldukları için işten atılan işçilerin direnişi selamlayan İSİG Meclisi tarım işkolunda son on yılda en az 1803 işçinin çalışırken hayatını kaybettiğini duyurdu:

“2013 yılında 122 işçi, 2014 yılında 140 işçi, 2015 yılında 202 işçi, 2016 yılında 177 işçi, 2017 yılında 154 işçi, 2018 yılında 184 işçi, 2019 yılında 190 işçi, 2020 yılında 215 işçi, 2021 yılında 149 işçi, 2022 yılında 180 işçi ve 2023 yılının ilk sekiz ayında 90 işçi”

Rapora göre, tarım işkolunda yaşanan iş cinayetlerinin mesleklere göre dağılımı ise, “847 mevsimlik tarım/tarla işçisi, 451 çoban/hayvan çiftliği işçisi, 416 orman işçisi ve 89 ücretli çalışan balıkçı” şeklinde oldu.

Raporda, tarım işkolunda yaşanan iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı şöyle sıralandı: Trafik, Servis Kazası nedeniyle 596 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 344 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 245 işçi; Şiddet nedeniyle 128 işçi; Yıldırım düşmesi nedeniyle 107 işçi; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 101 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 78 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 54 işçi; Kesilme, Kopma nedeniyle 24 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 23 işçi; İntihar nedeniyle 20 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 18 işçi; diğer nedenlerden dolayı 65 işçi hayatını kaybetti…

Tarım işkolunda 346 kadın ve 1457 erkek işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği belirtilen raporda, sektörde çocuk işçilerin ölüm oranının tüm iş cinayetleri ortalamasının yaklaşık üç katı olduğuna dikkat çekildi. Raporda tarım işkolunda iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı şöyle belirtildi:

“14 yaş ve altı 101 çocuk işçi,
15-17 yaş arası 134 çocuk/genç işçi,
18-24 yaş arası 252 işçi,
25-34 yaş arası 218 işçi,
35-49 yaş arası 446 işçi,
50-64 yaş arası 363 işçi,
65 yaş ve üstü 104 işçi,
Yaşını bilmediğimiz 185 işçi hayatını kaybetti…”

Tarım işkolunda iş cinayetlerinde ölen göçmen/mülteci işçilerin geldikleri ülkelere göre dağılımda rapora yansıdı: 130 işçi Suriye, 84 işçi Afganistan, 10 işçi Gürcistan, 10 işçi Türkmenistan, 7 işçi Rusya, 6 işçi İran, 2 işçi Azerbaycan, 2 işçi Özbekistan, 2 işçi Ukrayna ve 1 işçi Tacikistan.

İSİG Meclisi, tarım işkolunda çalışanlara yönelik talepleri de sıraladı:

1- Köylüleri “mevsimlik” ve “gezici” işçiliğe zorlayan koşulların ortadan kaldırılması hedeflenmelidir. Bu noktada tarımda neo-liberal politikaların uygulanmasına son verilmelidir. Köyler yerleşime ve üretime uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Ekolojiye ve gıda güvenliğine öncelik veren köklü bir Tarım Reformu yapılmalıdır.

2- Mevsimlik tarım işçilerinin temel haklardan (ücret, çalışma saati, sosyal güvence, sendikal örgütlenme) yararlanmalarını sağlayacak kapsamlı bir yasal düzenleme yapılmalı, dayıbaşılık kaldırılmalı ve halihazırda çıkarılmış yönetmeliklerin hayata geçirilmesi sağlanmalıdır.

3- Mevsimlik tarım işçilerine yönelik izole etme, aşağılama (örneğin fişleme) ve şiddet politikalarının önüne geçecek idari ve toplumsal tedbirler alınmalıdır.

4- Tarım işçilerinin çalıştıkları yerlerde başta sağlık ve eğitim olmak üzere hizmetlere ulaşımı için tedbirler alınmalıdır.

5- Çocukların eğitime ulaşmaları, sağlıklarının korunması en başta gelen sorundur. Kamusal bir politika oluşturulmalıdır. Periyodik olarak genel sağlık taramaları yapılmalı ve sağlık hizmetlerinden yararlanmaları ücretsiz olmalıdır.

6- Kadınların çalışma dışında üzerlerinde olan çocuk bakımı ve ev işleri için yerleşim alanlarında kreş, ortak mutfaklar ve çamaşırhaneler oluşturulmalıdır. Kadın sağlığına dönük çalışmalar yapılmalıdır.

7- Tarım işçileri için sağlıklı (temiz su, banyo ve lavabo vb.) ve sosyalleşme imkanı sağlayan barınma alanları oluşturulmalıdır.

8- Tarım işçilerinin çalıştıkları alanlara ulaşımı, uygun araçlarla ve güvenli bir şekilde yapılmalıdır.

NOT: İSİG Meclisi, iş kazalarını “iş cinayetleri” olarak tanımlıyor.

Paylaşın

Tarım Ve Hayvancılıkta İzinsiz Üretim Dönemi Sona Erdi

Bitkisel üretim, hayvancılık ve su ürünlerinde izinsiz üretim dönemi sona erdi. Bu üç alanda da üretim için izin alınması zorunlu hale getirilirken, izin alınmadan yapılacak üretime ceza uygulanacak.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 23 Mart 2023 tarihinde kabul edilen ve 5 Nisan 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 422 Sayılı Kanun”a dayanarak hazırlanan yönetmelik taslağı 8 sayfadan oluşuyor.

Ekonomim gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın aktardığına göre tarıma getirilecek yenilikler şöyle:

Yasa ve yönetmelik taslağına göre, bitkisel üretim, hayvancılık ve su ürünlerinde izinsiz üretim dönemi sona erecek. Bu üç alanda da üretim için izin alınması zorunlu hale geldi.

Tarım ve Orman İl ve İlçe Müdürlükleri, üretim planlamasına esas olmak üzere belirlenen takvim doğrultusunda çiftçi başvurularını alır.

Üretim izni başvurularını başvuru tarihinden itibaren 15 gün içerisinde değerlendirir ve sonucu çiftçiye bildirir.

Bitkisel üretim izni nasıl verilecek?

Yönetmelik taslağına göre; bitkisel üretimin planlanması; kalkınma planları, orta vadeli programları, Bakanlık stratejik planları ve kuraklık yönetim planlarını dikkate alarak, sulama durumu, arz ve talep dengesi, yeterlilik oranı, ekim veya dikim alanı, üretim, fiyat, ihracat, ithalat ve tüketim değişkenleri için geçmiş dönemleri kapsayan istatistiki verilerin değerlendirilmesi suretiyle yapılır.

Yönetmelik taslağının 12.Maddesine göre bitkisel üretim yapmak isteyen çiftçiler üretim izni almaları gerekiyor. İzin ile ilgili kriterler şöyle:

Cumhurbaşkanı Kararı ile ilan edilen tarım havzaları ve bu havzalarda ki ürün deseni dikkate alınarak, tarım havzası veya işletme bazında üretim izinleri verilir.

Üretimine izin verilen ürün ve ürün gruplarının azami ve asgari ürün miktarları Tarımsal Üretimin Planlanması Kurul’u tarafından belirlenir ve üretim yılı öncesinde Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından Tarım ve Orman İl Müdürlüklerine bildirilir. Ayrıca kurumsal internet siteleri ve mahalli iletişim araçlarını kullanmak sureti ile il müdürlükleri tarafından ilan edilir.

Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce İl/ilçe müdürlüklerinden izin alınır.

Meyve üretimine sınırlama gelecek

Ormandan tahsis edilen ağaçlandırma alanları hariç olmak üzere eğimi yüzde 6’nın altında olan arazilerde yeni meyve bahçesi tesisine izin verilmez.

Yeni bahçe tesisi kurma koşullarına haiz olması halinde, Türkiye İstatistik Kurumu kayıtlarında yeterlilik oranı yüzde 150 ve üzeri olan ürünler için Kurul’un aksine bir kararı olmadığı müddetçe bahçe tesisine izin verilmez.

Mevcut bağ ve bahçenin sökülerek yenilenmesi, çeşit değiştirilmesi veya ekonomik ömrünün tamamlanması halinde aynı türe ait farklı çeşitlerin tesis edilmesine yönelik başvurular, tarım ve Orman İl Müdürlüğünün gerekçeli raporu değerlendirilerek Kurul tarafından karara bağlanır.

Özel kanunlarla belirlenmiş ruhsata veya izne tabi ürünler ile tahkim komisyonları tarafından miktarı belirlenen zati ihtiyaçlar için yapılan üretimler ve bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden önce tesis edildiği tespit edilen dikili alanlardaki çok yıllık bitkiler için bu madde hükümleri uygulanmaz.

Damızlık parseller dâhil olmak üzere sertifikalı tohumluk üretimi yapılan alanlarda bu Yönetmelik hükümleri saklı kalmak kaydıyla tohumculuk mevzuatı çerçevesinde izinlendirme yapılır.

Sulu tarım yapılan araziler için ihtiyaç halinde üretimde kullanılan suyun tahsisinde yetkili kurum veya kuruluşlardan bilgi, belge veya onay istenebilir.

Kamu kurum ve kuruluşları ile ortakları, belediyeler, il özel idareleri vb. kamu tüzel kişilikleri, bitkisel üretime yönelik proje veya uygulamalarında bu Yönetmelik hükümlerine tabidir.

Bitkisel üretim izninde öncelikler:

Sözleşmeli üretim, organik tarım ve iyi tarım uygulamaları yapılan alanlar,
Hayvancılık işletmelerinin kendi ihtiyaçlarına yönelik yem üretimleri,
Tarla içi modern sulama sistemleri kullanılarak yapılan üretimler,
Özel mevzuatı çerçevesinde münavebe zorunluluğu olan ürünler,
Çiftçi örgütleri tarafından ortak üretim alanlarında yapılan üretimler.

İzinsiz üretime ceza kesilecek

Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 422 Sayılı Kanun”a göre, Bakanlığın belirlediği ürün ve ürün gruplarında izin almadan ekim yapanlara tarımsal desteklemelerden 5 yıl men cezası ve ayrıca idari para cezası verilecek.

Paylaşın

Türkiye Genelinde Yağışlar Yüzde 38 Azaldı; Kuraklık Gıda Fiyatlarını Artıracak

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı resmi verilere göre Türkiye’de gıda enflasyonu Aralık 2022 itibariyle yüzde 77,87 seviyesinde bulunuyor. Türkiye, bu oranla Dünya Bankası’nın 17 Ocak’ta açıkladığı Gıda Güvenliği Raporu’na göre gıda enflasyonunda Zimbabve, Lübnan, Venezüella ve Arjantin’den sonra dünyada beşinci sırada bulunuyor.

Dünya Bankası’na göre tarımsal fiyatların pandemi öncesi seviyelerin üzerinde kalması beklenirken bu da gıda güvenliği ile ilgili zorlukları artırıyor.

Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından Aralık 2022’de yayınlanan rapora göre de küresel gıda fiyatlarının merkez bankalarının uyguladığı faiz artışlarına rağmen savaş, enerji maliyetleri ve hava olayları nedeniyle yüksek kalmaya devam etmesi bekleniyor.

Küresel iklim değişikliğinin özellikle Akdeniz havzasında beklenen etkilerinden bir tanesi, hava sıcaklıklarının artması. Yazların kurak geçtiği ve yağışların ise değişken olduğu Akdeniz iklim bölgesinde bulunan Türkiye de iklim değişikliğinin etkilerini şiddetli şekilde hissediyor. Sıcaklıklar yükselirken yağış buharlaşma rejimi değişiyor.

Sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşmesi nedeniyle 2022 yılının Aralık ayı, son 52 yılın “en sıcak aralık ayı” olarak kaydedildi.

Meteoroloji Genel Müdürlüğünün (MGM) 1 Ekim 2022-31 Aralık 2022 dönemini kapsayan üç aylık alansal kümülatif yağış raporuna göre Türkiye geneline yağışlarda normaline göre yüzde 38, geçen yıl aynı dönem yağışlarına göre yüzde 29 azalma gerçekleşti. Yağışlar normaline göre Marmara’da yüzde 53, Ege ve Akdeniz’de yüzde 42, İç Anadolu’da yüzde 45, Karadeniz’de yüzde 25, Doğu Anadolu’da yüzde 40, Güneydoğu Anadolu’da yüzde 26 azaldı.

Ocak ayında da birçok ilde sıcaklıklar mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor. Bu durum beklenen yağışların oluşmasını engelleyerek kuraklığa neden oluyor.

Yağışların mevsim normallerinin çok altında, sıcaklığın ise mevsim normallerinin çok üstünde olması nedeniyle yaşanan kuraklık en çok tarım sektörünü etkileyecek.

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) özellikle kışlık ekimleri yapılan buğday ve arpa gibi hububat ve mercimek gibi bakliyat ürünlerinde verim kaybı ve rekolte azalmasına işaret ediyor. Oda’ya göre kış aylarında yaşanabilecek don ya da seller de üretimi olumsuz etkileyebilir.

Toprak Mahsulleri Ofisi’ne göre İç Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin buğday ekilişinin yüzde 37’sini, Marmara Bölgesi yüzde 11, Karadeniz yüzde 10, Akdeniz ve Doğu Anadolu yüzde 9, Ege Bölgesi yüzde 8’ini karşılarken, Güneydoğu Anadolu buğday ekilişinin yüzde 15’ini, kırmızı mercimek ekilişinin yüzde 90’ını karşılıyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan ZMO Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez, bu yılın başında kuru tarım yapılan alanlarda bazı bölgelerde bitki çıkışlarında düzensizlik görüldüğüne dikkat çekiyor. Suiçmez, “Ya tohum çimlenmedi ya da çimlenen alanların bir bölümünde sıcaklık nedeniyle filizlenen buğday ve arpanın bir kısmı yandı. Sulama olanağı olan yerlerde ocak ayında buğdayda sulama yapılması, sulama maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle yaşanan sorunun çözümü için yetersiz kalıyor” diyor.

Gıda ithalatı gündeme gelebilir

Suiçmez’e göre, ilkbahar yağışlarının normale dönmemesi halinde sadece kuru tarım alanlarında değil sulu tarım alanlarında sulama yapılacak mısır, şeker pancarı, yonca, sebzeler de dahil birçok üründe verim düşüklüğü ve rekolte azlığı yaşanabilir.

ZMO Başkanı, kış ve ilkbahar aylarında kar ve yağmur olarak yeterli ve dengeli yağışların olmaması durumunda ürünlerde oluşacak ciddi verim düşüklüğü ve üretim miktarı azalmasını, çiftçinin üretimden çekilmesinin takip edeceğini vurguluyor. Gıda arz açığını kapatmak üzere daha yüksek fiyatlarla dışalım yapılmasının söz konusu olabileceğine işaret eden Suiçmez, “Dışalım bağımlılığının artması, tüketicilerin daha yüksek fiyata gıdaya erişimi yani yüksek gıda enflasyonu bizleri yakın dönemde bekleyen sorun alanları” uyarısı yapıyor.

Türkiye gıda enflasyonunda dünya beşincisi

Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı resmi verilere göre Türkiye’de gıda enflasyonu Aralık 2022 itibariyle yüzde 77,87 seviyesinde bulunuyor. Türkiye, bu oranla Dünya Bankası’nın 17 Ocak’ta açıkladığı Gıda Güvenliği Raporu’na göre gıda enflasyonunda Zimbabve, Lübnan, Venezüella ve Arjantin’den sonra dünyada beşinci sırada bulunuyor.

Dünya Bankası’na göre tarımsal fiyatların pandemi öncesi seviyelerin üzerinde kalması beklenirken bu da gıda güvenliği ile ilgili zorlukları artırıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından Aralık 2022’de yayınlanan rapora göre de küresel gıda fiyatlarının merkez bankalarının uyguladığı faiz artışlarına rağmen savaş, enerji maliyetleri ve hava olayları nedeniyle yüksek kalmaya devam etmesi bekleniyor.

Türkiye’de de arzdan kaynaklı nedenlerin yanı sıra mazot, gübre, ilaç, tohum, yem gibi tarımsal girdilerin ithalatla sağlanması, dövizdeki artışa bağlı olarak fiyatların sürekli yükselmesine neden oluyor. Aynı zamanda elektrik ve sulama maliyetleri de artıyor.

“Gıda enflasyonu yüksekliğini sadece kuraklığa bağlamak kolaycılıktır ve asıl sorunların çözümünü ötelemektir” diyen Baki Remzi Suiçmez, tarımsal girdi fiyat endeksinin Kasım 2022’de yüzde 121, tarım ürünleri üretici fiyat endeksinin de yüzde 151 olduğuna işaret ediyor.

“Üretim maliyetleri düşürülmeli”

Suiçmez, “Böyle bir ortamda girdilerde somut indirim yaparak üretim maliyetlerini düşürmek, toplam destek bütçesini artırmak, destekleri önceden vermek, ürün maliyeti üzerinden alım fiyatı açıklamak ve yeterli miktarda alım yapmak gibi ekonomik çözümler öncelikle atılması gereken adımlardır” diye konuşuyor.

Tarımın, doğa koşullarına bağlı, mutlaka korunması gereken ve uzun vadeli planlanması gereken bir sektör olduğunu vurgulayan Suiçmez, iklim değişikliğinin kısa ve uzun vadeli senaryoları dikkate alınarak su kaynaklarına yönelik uzun vadeli planlamalar yapılması ve “Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı”nın somut adımlarla hedefleri gerçekleşecek şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekiyor.

Yeraltı suları tarıma çekiliyor”

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu da iklim değişikliğine uyum için su havzalarının korunması gerektiğini vurguluyor. Türkiye’de suyun yüzde 75 kadarının tarımsal sulamada kullanıldığına, yeraltı su kaynaklarının da özellikle bu alanlara çekildiğine işaret eden Bozoğlu, “Kaçak kuyu miktarı çok fazla. Özellikle Konya bölgesinde 500 bine yakın kaçak kuyu, izinsiz kuyu olduğu biliniyor yıllardır. Ama bu konuda da bunları engelleyen adımlar atılmadığını görüyoruz” diye konuşuyor.

Bozoğlu, Tuz Gölü gibi suyun çok az olduğu bir bölgede bile damla sulamadan ziyade vahşi sulama yöntemlerinin uygulandığını, Tarım Bakanlığı’na bağlı ekiplerin, ilçe tarım müdürlüklerinin ve il tarım müdürlüklerinin sahada bunların denetimini yapmadıklarını ifade ediyor.

Tarımsal sulamanın kontrol altına alınmasının yanı sıra tarımda arıtılmış suların tekrar kullanımı konusuna da odaklanılması gerektiğine vurgu yapan Bozoğlu, “Mevzuat değişikleri yapıldı ama uygulamaya geldiğimizde Türkiye’deki arıtılmış suların yüzde 5 ila 7 arasında tekrar kullanıldığını biliyoruz. Bu oranların bir an önce artırılması gerekiyor. Özellikle sulamada, peyzaj sulaması ve sanayide arıtım suyunun tekrar kullanımının sağlanmasına ihtiyacımız var. Bu da bizi iklim krizine karşı dirençli hale getirip uyumu sağlamamızın önünü açacaktır” diye konuşuyor.

“Bütüncül olarak değerlendirmeli”

Sulama yatırımlarının artırılması, su havzaları ve su kaynaklarının korunarak yasal olmayan yeraltı suyu kullanımının engellenmesi gerektiğine işaret eden Suiçmez’e göre de Türkiye’nin su ve toprak kaynakları bütüncül olarak değerlendirilmeli. Toprakta su muhafazasını sağlayan arazi kullanım yönetimine yönelik araştırma geliştirme ve eğitim çalışmaları da önem taşıyor.

Bilinçsiz su tüketiminin önüne geçilmesi ve atık suların arıtılarak yeniden kullanılabilir hale getirilmesinin önemine dikkat çeken Suiçmez, doğal yaşamı tehdit eden HES’lerin ise durdurulması gerektiğine vurgu yapıyor.

Suiçmez, “Su tahsisinde en fazla payı olan tarım sektöründe, mevcut salma sulama yerine su tasarrufu sağlayan basınçlı/kontrollü sulama yöntemleri uygulanmalı, suyun kıtlığında kısıtlı sulama yapılmalı ve su ölçülü olarak üreticilere verilmeli, su iletim ve dağıtım sistemlerinde su kayıplarını en aza indiren önlemler ivedilikle uygulanmalı” diye konuşuyor.

Salma sulama yönteminde kaynağından tarla başına kadar getirilen su, serbest bir şekilde araziye salınıyor. Bu da suyun daha fazla kullanımına neden oluyor.

“Havzalarda denetimler artırılmalı”

Baran Bozoğlu da Türkiye’de su havzalarının korunması için yapılan su havzaları özel hüküm belirleme çalışmalarına dikkat çekerek bu çalışmaların artırılarak devam etmesi, su havzalarına kısa ve orta mesafede olan alanlarda bu çalışmalarda tanımlanan kriterlere uygun şekilde yapılanma olması gerektiğini vurguluyor.

Bozoğlu, “Örneğin kısa mesafe alanlarda tarım uygulamalarından vazgeçilmesi gibi, sanayi yatırımlarının yapılmaması, buraların imara açılmaması gibi kararlar verilmesi lazım ve bunların mutlaka büyükşehir belediyeleri ve devletin kurumları tarafından denetlenmesi gerekiyor. Denetimin artırılması lazım. İkinci konu ise kirlenmesini engellemek. Üçüncü mesele ki bence oldukça kritik bir konu bu. Su kayıp kaçağını önlemek” diyor.

Ülke düzeyinde kuraklık erken uyarı ve izleme altyapısı ve yönetim sistemi kurulmasının önemine işaret eden Suiçmez de “şu an işlevsiz ve dağınık olan” kamu yönetimi yerine tarım, toprak ve su yönetiminde etkin bir kamu yönetimi kurulmasının önemine işaret ediyor. Suiçmez’e göre Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü güçlendirilerek sulama bütçesi artırılmalı, en ücra noktalara hizmet verecek şekilde Toprak Su Genel Müdürlüğü yeniden kurulmalı.

Paylaşın

Tarımda Kayıp Geçen Yıla Göre Arttı

İktidarın tarım politikaları, üreticiyi batağa sürükleyen uygulamaları beraberinde getirirken çiftçi borç batağına saplandı. Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) verileri ise tarımsal üretimde yaşanan çöküşü ortaya koydu.

TMO’nun 84’üncü hesap dönemine yönelik raporunda, 2021 ve önceki yıllarla ilgili tarımsal üretim verilerine yer verildi. Verilere göre, buğday ve arpayı da kapsayan beş önemli kalemde tarımsal üretim, bir yıl içinde yüzde 19 eridi.

Üretim azalıyor

Ülkede geçen yıl toplam 17,65 milyon ton buğday üretildi. 2020’de buğday üretiminin 20,5 milyon ton olduğu öğrenilirken buğdayda bir yılda yaşanan üretim kaybı yüzde 14 oldu. Çavdarda ise rekor üretim kaybına imza atıldı. Buna göre, 2020’de üretilen 295 bin 981 ton çavdara karşın 2021 yılında yüzde 32,4’lük kayıpla yalnızca 200 bin ton çavdar üretilebildi.

BirGün Mustafa Bildircin’in haberine göre; bbenzer bir kayıp, arpa, yulaf ve tritikale üretiminde de yaşandı. 2020’de 8,3 milyon ton olan arpa üretimi yüzde 30,7’lik azalışla 5,75 milyon ton oldu. 314 bin 528 ton olan yulaf üretimi ise yüzde 12,2 azalışla 276 bin tona geriledi. 276 bin 212 ton olan tritikale (buğday ve çavdar melezi) üretimi de yüzde 17,5 azalışla 228 bin ton olarak gerçekleşti.

Tarım arazisi bırakmadılar

2001 yılında 26 milyon 350 bin hektar olan tarım alanı, geçen yıl 23 milyon 137 bin hektara kadar geriledi. Tarım alanlarında 20 yılda yaşanan kayıp yüzde 12 olarak kaydedildi. Ülke, 20 yılda 15 Hatay büyüklüğündeki tarım arazisini yitirdi.

Paylaşın

Borç Altındaki Çiftçi Üretimden Çekiliyor

Çiftçi zor bir dönemden geçiyor. Zam üste zam gelen mazot ve gübre fiyatlarına rağmen çiftçi ürettiğini değerinde satamıyor. Birçok çiftçi borç altında ya traktörü hacizli ya arazisi ipotekli. Ziraat Mühendisleri Odası’ndan (ZMO) alınan bilgiye göre, son 10 yılda çiftçinin ekmekten vazgeçtiği alan miktarı 4,2 milyon hektara ulaştı.

Çekilen çiftçi bir daha geri dönmüyor. Çiftçilerin bankalara 192, tarım kredi kooperatiflerine 13, tüccar başta olmak üzere özel sektöre de 50 milyar TL olmak üzeri toplam 255 milyar TL borcu var. Ayrıca son bir yılda kısa vadeli borçlar yüzde 58 arttı. Bu da çiftçinin borcunu ancak yeni borçla kapattığını gösteriyor.

Bugün Dünya Çiftçiler günü. Peki Türkiye’de çiftçiler ne durumda. Cumhuriyet’te yer alan habere göre güvenceli çiftçi sayısı bir yılda yüzde 13,2 azaldı. Türkiye’deki toplam çiftçi sayısında da belirsizlik var. Ziraat odalarına kayıtlı 4,5-5 milyon civarında çiftçi bulunuyor. Bunun sadece 495 bini primini ödeyebiliyor. Desteklerden yararlanabilmek için çiftçi kayıt sisteminde olmak gerekiyor. Yararlanabilen çiftçi sayısı ise 2 milyon civarında.

Bu da geriye kalan 2,5 milyon çiftçinin destek alamadığını ortaya koyuyor. Köyler büyükşehir yasası ile mahalleye dönüştürüldü. Buralarda ne kadar çiftçi olduğu bile tam olarak bilinmiyor. En fazla kadın istihdamı tarımda. Ancak onlar da büyük oranda ücretsiz işçi olarak çalıştırılıyor. Kayıt dışı istihdam çok yaygın. Kadın ve çocuk emeği sömürülüyor. Mevsimlik tarım işçileri çok zor şartlar altında, düşük ücretlerle çalıştırılıyor.

Çiftçi taban fiyatların gerçek maliyetler üzerine yüzde 20 kâr payı ile açıklanmasını istiyor. Ancak bu hiç gerçekleşmiyor. Örneğin ekmeklik buğdayda alım fiyatı ton başına 2 bin 250 TL olarak açıklandı. Oysa şu anda yurtdışından 6 bin 300 liraya buğday alınıyor. Çiftçi alım garantisi de talep ediyor. Tarım Yasası’na göre tarımsal destekleme için bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi milli hasılanın en az yüzde 1’i düzeyinde olması gerekiyor. Ancak bu da hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Çiftçinin araçları, ödenemeyen borçları yüzünden haczediliyor. Gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık fiyat artışı TÜİK verilerine göre yüzde 153,34, enerji fiyatlarında yüzde 101,14 oldu. Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin verilerine göre, tarımsal üretim fiyatları (Tarımsal ÜFE) yıllık bazda lifli bitkilerde yüzde 196,22, sebze meyvede yüzde 112,15, tahıllar, baklagiller ve yağlı tohumlarda yüzde 92 oranında arttı. Buna karşın çiftçinin eline geçen para ise düştü. Geçen yıl bir dekar buğdayın maliyeti 867 TL iken bugün bu rakam 2 bin 382 TL’ye çıktı.

‘2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu’

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Önceki yıllarda çiftçiler bu özel günlerini buruk kutluyor demiştik. Ancak şimdi ekonomik kriz, yükselen fiyatlar, girdi maliyetleri, savaşın etkisi, taban fiyat açıklanmaması gibi nedenlerle çiftçi önünü göremiyor. Artık buruk kutlama değil de çiftçi ne olacağını endişe ile bekler halde” dedi.

Suiçmez, desteklerin yetersiz kaldığını, sonradan ödendiğini, tarımsal girdi maliyetlerinin de yüksek olduğunu söyledi. Suiçmez, çiftçinin borcunu borçla döndürdüğüne dikkat çekerek “2021, çiftçi intiharlarının yaşandığı bir yıl oldu. Çiftçinin kâr ederek üretmesi sağlanmalı” diye konuştu.

Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, bir zamanlar kendine yeterli olmakla övünen Türkiye’nin artık birkaç ürün dışında tüm ürünlerde ithalata bağımlı olduğunu belirtti. Demirtaş, “Çiftçiyi ‘asalak’ olarak gören, devletin yıllar boyu geliştirdiği tarımsal işletmeleri yok pahasına satan neo-liberal siyasetçiler ve ‘ekonomist’ geçinen akıl hocaları gelinen noktada seslerini kesmek zorunda kaldılar. Ancak 1980’li yıllardan bu yana verdikleri zararı telafi etmek artık çok zor” dedi.

‘Üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor’

Eski Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve CHP Parti Meclisi üyesi Gökhan Günaydın, “Tarımın başladığı topraklarda üretici iflas ediyor, tüketici gıdaya ulaşamıyor” dedi. Günaydın, tarımda işlenen alan miktarının son çeyrek yüzyılda 37 milyon dönüm azalmasının ve 700 bin çiftçinin çiftçi kayıt sisteminden çıkarak tarımı terk etmesinin, tarımdaki kötü gidişin sonuçları olduğunu vurguladı. Köylerin boşaldığını, ortalama çiftçi yaşının 58’e çıktığını belirten Günaydın, nüfusun önümüzdeki dönemde daha da artacağını bildirdi. Günaydın, “86 milyonun gereksinimi için yılda 4 milyar dolar açık veren ülkenin, 120 milyon nüfus için ödemesi gereken ithalat faturasının boyutu ne olacaktır?” diye sordu.

Paylaşın

Belirsizlik Gıda Güvenliğini Riske Atıyor

Tüm dünyada gıda güvenliği daha yüksek sesle konuşulmaya devam ederken Türkiye’den sektör temsilcileri üretim konusunda uyarılarda bulunuyor. Tarımda günübirlik politikalar yerine uzun dönemli ve üreticiyi merkeze alan planlar talep eden sektör temsilcilerine göre bu şartlar sağlanmazsa önümüzdeki süreçte gıda arzında ve fiyatlardaki sorun artarak devam edecek. Buna göre bu süreçte belirsizlik üreticinin topraktan uzaklaşmasına neden oluyor.

Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), gıda güvenliği konusunda acil eylem çağrısında bulundu. Yapılan çağrıda savaş, bölgesel çatışmalar, iklim değişikliği ve yakın dönemde tüm dünyayı etkileyen pandeminin gıda güvenliğini tehlikeye attığı vurgulandı. Ayrıca gelinen noktada temel gıda arzındaki soruna dikkat çekilirken fiyat artışlarının tüm dünyayı etkilediği belirtildi. Bu nedenle ülkelerden de gübre ve gıda ürünlerin ihracatında kısıtlamalardan kaçınmaları istendi.

Peki Türkiye’de durum ne? DW Türkçe’ye değerlendirmelerde bulunan uzmanlara göre sorunun kaynağı üretimde başlıyor. Türkiye’nin uzun yıllardır üretimde doğru ve sürdürülebilir bir sistemi oturtamadığını belirten uzmanlara göre bu durum önümüzdeki yıllar için büyük bir tehlikeyi de beraberinde getiriyor.

Tüm dünyanın gıda üretiminde ve tedarikinde yeni sorunlarla karşılaşmaya devam ettiğini söyleyen Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı Hüseyin Demirtaş, “Yaşanan sıkıntılar ülkeleri kendi önlemlerini almaya zorluyor. Bunun ilk adımı da ihracat kısıtlamaları olabiliyor. Böylece kendi iç piyasalarını dengede tutmaya çalışıyorlar. Ancak bir ülkede belli bir ürünün ihracatına ve ithalatına kısıtlama getirilmesi diğer ülkelerde yeni sorunlar oluşturabiliyor. Yakın dönemde savaş yüzünden buğday ve yağ fiyatlarında yaşananları gördük” diyor.

Sektör temsilcileri burada temel ürünlerdeki yerli üretim oranına dikkat çekiyor. Demirtaş, buğday gibi temel bir üründe bile kuraklık etkisiyle yeterlilik oranının düştüğünü belirtiyor. Buna göre iç piyasada düşen fiyat, ithalata yönelimi arttırıyor. İhracatçı ülkeye aniden gelen talep artışı ise o ürünün hem fiyatını arttırıyor hem de bulunabilirliğini azaltıyor.

Özel sektörün kontrolünde

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Baki Remzi Suiçmez ise gıda güvenliğini sağlamanın en önemli yolunun uzun yıllara dayanan sürdürülebilir tarım politikaları olduğunu belirtiyor. Türkiye’nin bugün, yıllar önce uygulamaya başladığı yanlış politikaların sonucunu yaşadığını anlatan Suiçmez, “Her ülke kendi tarım politikası doğrultusunda dönem dönem ithalatta ve ihracatta kısıtlamalara gidebilir. Bu yanlış bir adım değil. Sadece artık tehlikenin ne kadar büyüdüğünün çok önemli bir işareti. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı ve Dünya Ticaret Örgütü’nün bu çağrısı yeni değil. Hatta Türkiye’nin bugün yaşadığı sorunların merkezinde de bu uluslararası örgütlerin planlı önerileri var. Türkiye, yıllar önce bu örgütlerin tavsiyeleri doğrultusunda tarım politikalarını şekillendirdi. İç piyasayı kontrol eden kamu iktisadi teşebbüslerinin etkinliğini azalttı ve üretimi tamamen özel sektörün kontrolüne bıraktı. Şimdi bu kurumların yokluğunun eksikliğini çekiyor. Her fiyat artışından etkileniyor” ifadelerini kullandı.

Kamu artık güçlü değil

Uluslararası kuruluşlar özellikle gübre ihracatındaki kısıtlamaların gıda güvenliği için çok önemli riskleri de beraberinde getirdiğini açıkladı. Gübrenin her ürünün üretiminde çok stratejik bir rolü olduğunu anlatan Baki Remzi Suiçmez, şöyle devam etti: “Türkiye’nin gübrede kendine yeterlilik oranı yüzde 80 seviyesinde. Oysa geçmiş dönemde Türkiye kamu girişimleri ile gübre piyasasını kontrol edebiliyordu. Şu an öyle bir imkân yok. Küresel düzeydeki doğalgaz zamları amonyak fiyatlarını, o da azotlu gübre fiyatlarını arttırıyor. Geçen yıla göre gübrede yüzde 300 ila 600 arasında bir zam var. Bu şartlarda bizim iç üretimimizi devam ettirmemiz zorlaşıyor. Oysa bu alanda kamu güçlü olsaydı ve çiftçi kamu aracılığıyla henüz üretime başlanmadan desteklenseydi bu alandaki artıştan kısmen daha az etkilenecekti. Şimdi gübre ithalatı yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Türkiye kısır döngüde

“Gelinen noktada bir kriz anında artık paranız olsa da bir ürünü alamıyorsunuz” diyen Hüseyin Demirtaş, gıda güvenliğini sağlamanın tek yolunun doğru tarım politikaları olduğunu söylüyor. Küresel olarak yaşanan kısıtlamalardan hem üreticinin hem de tüketicinin etkilenmemesi için acil olarak tarıma ve çiftçiye doğru destek verilmesi gerektiğini anlatan Demirtaş’a göre bu alandaki destekler yanlış veriliyor. Buna göre Türkiye, bitmiş ürüne destek vererek fiyatları kontrol altında tutmaya çalışıyor. Bu durumun bir kısır döngü yarattığını ifade eden Demirtaş, “Siz çiftçiye önünü görebileceği bir ortam sunmuyorsunuz. Üretim aşamasında destek vermeyip raftaki ürünü sübvanse etmeye kalkıyorsunuz. Bunun başarılı olma şansı yok” diyor.

Demirtaş, önce girdi maliyetlerinin sabitlenmesini, motorin, gübre ve elektrik girdilerine destek verilmesini ve uzun süreli desteklerin önceden açıklanmasını talep ediyor.

Baki Remzi Suiçmez de bu alanda yapılan en büyük yanlışlardan birinin desteklerinin yetersizliği ve yanlış zamanda verilmesi olduğunu dile getiriyor. Çiftçinin üretimi tamamladıktan bir yıl sonra desteğe ulaşabildiğinden bahseden Suiçmez, bu durumun çiftçiye bir yarar sağlamadığını ve üreticiyi küstürdüğünün altını çiziyor. Desteklerin ekim sürecinden önce başlaması gerektiğini anlatan Suiçmez, “Hollanda’da şu anda çiftçiler önümüzdeki 7 yıl ne olacağını biliyor. Ürünün maliyetini hesaplayabiliyor. Alacağı destek belli. Ancak bizde böyle bir durum yok. Bazı seneler ürünler boşa gidiyor. Çiftçi küsüyor. Üretimi bırakıyor. Gıda güvenliği için en büyük tehlike budur. Bizim her maddesi düşünülmüş en az 3-5 yıllık üretim planlarına ihtiyacımız var” diye konuştu.

Gıda güvenliği noktasında buğday, ayçiçeği, arpa ve diğer yem bitkilerinde üretimin hızla desteklemesi gerektiğini aktaran Suiçmez, bu ürünlerdeki eksikliğin fiyat artışlarına neden olduğunu belirtiyor. Suiçmez, dengeli ve sürdürülebilir bir üretim eksikliğinin altını çiziyor.

Tüketim sürekli artıyor

Artan gıda fiyatlarının önüne sadece üretimle geçileceğini söyleyen Hüseyin Demirtaş ise, “Halkın alım gücü düşüyor. Küresel bir sorun var. İkisi birleşince gıdaya ulaşım daha da zorlaşacak. Bunun tek çaresi üretim kapasitemizi doğru kullanmak. Türkiye, kendisi gibi iki ülkeye yetecek üretim kapasitesine sahip. Tüketimimiz sürekli artıyor. Bu tehlikeyi görmemiz lazım” diyor.

Paylaşın

Uzmanı Açıkladı: Gıda Fiyatları Daha Da Zamlanacak

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarım üreticisinin maliyetlerindeki artışa ilişkin Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE) verilerini paylaştı. Buna göre gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık artış yüzde 153,34 olurken enerjide de bu oran yüzde 101,14 olarak gerçekleşti.

Ocak ayında yaşanan artış bir önceki aya göre yüzde 10,12, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 57,26 oldu. Ekonomist Oğuz Demir, tarımda uzun vadeli politikalar izlenmesi gerektiğini söylerken, Ekonomist Veysel Ulusoy ise tarım alanlarının daralmasına dikkat çekti.

BirGün’de yer alan habere göre; Veysel Ulusoy çiftçiye verilen devlet desteğin tek başına yeterli olamayacağını aktardı. Ulusoy şöyle konuştu:

“Yanlış tarım politikaları, ekilebilir alanların daralması sonucunda ürün yelpazesinde meydana gelen darlık bu artışı etkiledi. Elinizde potansiyel olarak çitçi varsa 6 ayda endüstriyel tarımsal ürünleri elde edebilirsiniz ama çiftçi potansiyeli ve sayısı azaldığı için bu sorunu hemen düğmeye basarak gideremezsiniz. Çiftçi kayboldu, genetik yapısıyla oynadılar, siyasi oy uğruna köyleri mahalle haline çevirdiler. Türkiye gibi ülkelerde devlet desteği hiçbir işe yaramaz, çünkü enflasyonist bir ülke gelecek herhangi bir zamla etkilenir. Ancak dünya fiyatı üzerinde bir destek verilmesi gerekiyor.”

İlerleyen günlerde tarımsal ürünlere zam geleceğini ifade eden Oğuz Demir ise şunları söyledi: “Kurdaki yükselme buna da etki etti, bizden önce çiftçiler söylüyordu zaten, bunu da verilerde gördük. Çiftçileri zor dönemler bekliyor. Tarımsal ürünlerin fiyatları daha da artacak, ekim dönemlerinde bunun acısını göreceğiz.”

Tarımda uzun vadeli politikaların uygulanması gerektiğini kaydeden Demir, “Sadece destekle sınırlı olmaması gerekli. Tarımsal hayvancılığı stratejik bir alan olarak görmek gerekiyor. Büyük ölçekte yönlendirici küçük ölçekte destekleyici iki çizgiye oturtulması gerekiyor. Ancak hükümetin önceliği bu değil, tarımda kısa vadeli politikalar yapılmaz, sorun yaratır. Uzun vadeli politikalar uygulanması gerekiyor devlet tarafından verilecek salt destek politikasına indirgenmemeli.”

Paylaşın

Küresel Gıda Fiyatlarındaki Artışın Ana Nedeni: İklim Krizi

Yüksek enflasyon ve özellikle gıda fiyatlarındaki artış, Türkiye’de tüm kesimleri etkileyen bir konu. Öte yandan 2021 yılı, tüm dünyada gıdadan başlayarak tüm fiyat endekslerinde bir artışı ve dünya genelinde yayılan bir enflasyon dalgasını da tetikledi. 

Türkiye’de enflasyon oranı kur oynaklığı nedeniyle çok yüksek düzeyde gerçekleşmiş olsa da, tüm ülkeler uzun zamandır görülmemiş enflasyon rakamlarıyla karşı karşıya ve küresel gıda fiyatlarındaki artış, bunun başlıca nedenleri arasında gösteriliyor.

Bianet’te yer alan habere göre; Konuya ilişkin açıklama yapan Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) Genel Sekreteri Mete İmer, dünya genelinde artış gösteren gıda fiyatlarının arkasında gizlenen daha büyük bir tehdide dikkat çekiyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi’nin 2021 yılının tamamında, bütün dünyada bir önceki yıla göre yüzde 28,1 artış kaydettiğini ve ortalama 125,7 puanla son 10 yılın en yüksek seviyesine eriştiğini belirten Mete İmer, “FAO yetkililerine göre normalde yüksek fiyatların üretimi arttırması beklenirken, girdi maliyetlerinin yüksekliği, devam etmekte olan küresel virüs salgını ve giderek belirsizleşen iklim koşulları 2022 yılı için de iyimserliğe yer bırakmamaktadır” diyor.

İklim krizi en büyük kronik tehdit

Dünyanın karşı karşıya olduğu asıl büyük tehdit olan iklim krizinin, tarımsal verimlilik üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle gıda fiyatlarındaki küresel artışın temel nedenleri arasında olduğunu ifade eden Mete İmer’in açıklamaları şöyle:

“Gıda fiyatlarındaki artış, tüm ülkeleri farklı derecede etkiliyor ve tüm ülkelerin kendi ekonomilerinde farklı dinamik söz konusu. Önce küresel sağlık krizi ve pandemi, sonrasında da gıda krizi ve gıda fiyatlarındaki artış gibi ani ortaya çıkan risklerin yanı sıra, dünya ve insan açısından kronik risk oluşturan başka önemli riskleri de göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu risklerden en önemlisi iklim krizidir.

“İklim krizi, gelecekte bizi bekleyen bir risk değil, hali hazırda içerisinde yaşadığımız ve dünya üzerindeki hayatı etkilen bir süreç. Kronik bir tehdit olan iklim krizi ile savaşımda bireylere, kamu otoritelerine, sanayi ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.”

BM verileri krizi doğruluyor

Birleşmiş Milletler verilerinin de iklim krizinin gıda sisteminde neden olduğu sorunları açıkça ortaya koyduğunu söyleyen İmer, sözlerine şöyle devam ediyor:

“İklim değişikliği, açlığın önemli bir nedenidir. Kara, toprak, su ve enerjinin gıda için sürdürülemez şekilde kullanımı sıcaklıkların yükselmesine yol açan sera gazı salımlarını arttırmakta; yüksek sıcaklıklar gıda üretmek için gerekli kaynakları olumsuz etkilemektedir.  2020 yılında 811 milyona yakın insan açlıkla karşılaşmış olup bu rakam 2019 yılından 161 milyon kişi daha fazladır.”

İklim, gıdayı nasıl etkiliyor?

Mete İmer, iklim değişikliğinin gıda sistemi üzerindeki etkileri üzerine de şunları söylüyor:

“Yüksek sıcaklıklarda rekolte ve verim düşmekte; atık artmaktadır. Okyanuslar iklim sisteminde oluşan aşırı ısının yüzde doksanını emmişler, bu nedenle daha asidik hale gelmişlerdir. Aşırı avlanma ve okyanusların daha asidik hale gelmesi 3,2 milyar insanı besleyen deniz kaynaklarını tehdit etmektedir.

“Kutup bölgelerinde kar örtüsünde, göl ve ırmaklardaki buzlarda ve donmuş topraklarda meydana gelen değişiklikler otlatma, avlanma, balıkçılık ve toplama faaliyetleri ile elde edilen gıdaları verimsizleştirmiş, kutuplarda oturanların geçim kaynaklarına ve kültürel kimliklerine zarar vermiştir.

Çözüm var mı?

“Pek çok ülkede pilot ölçekte geliştirilen iklime duyarlı akıllı tarım inisiyatifleri verimliliği yükseltmiş, salımları azaltmış, su verimliliğini ve toprak kalitesini iyileştirmiş, gelirleri ve iklime dayanıklılığı arttırmıştır.  Sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların azaltılması, düşük enerji kullanımı ve kara hayvanlarından elde edilen gıdaların azaltılması da dahil olmak üzere önemli fırsatlar sunmaktadır.

“Ülkemiz için de iklim krizinin gıda sistemi üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi ve uygulamaya konulması kritik önemdedir.  Ne yazık ki, bu günkü koşullarda, dünyada ve ülkemizde gıda fiyatlarının kısa sürede düşmesi pek olası gözükmüyor.”

Çevre sürdürülebilirliği nasıl mümkün?

Çevre sürdürülebilirliği için ÇEVKO Vakfı şu maddeleri sıralıyor:

  • Sorumlu kaynak kullanımı
  • Çevre dostu üretim süreçleri ve ambalajlar
  • Daha verimli atık yönetimi ve döngüsel ekonomiye geçiş

İklim krizinin gıda sistemi üzerinde yarattığı sorunları çözmek ya da başka bir deyişle gıda sistemlerinin iklim değişikliğine uyum sağlaması için dünya genelinde geliştirilen bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor:

  • Erozyon kontrolü
  • Meraların yönetimi
  • Kuraklık ve sıcağa dayanıklı genetik iyileştirmeler
  • Heterojen beslenme biçimi
  • Azaltılmış gıda kaybı ve atığı

Gıda üretim faaliyetleri ve çevre

Gıdayı üretmek, ambalajlamak ve dağıtmak için kullanılan sistemler sera gazı salımlarının üçte birini oluşturuyor ve biyoçeşitlilik kaybının yüzde 80’ine neden oluyor. Eğer müdahale edilmezse, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların 2050’ye kadar yüzde 40 artması bekleniyor.

Gıda sistemi günümüzde dünyanın toplam enerji tüketiminin yüzde 30’nu oluşturuyor ve bu enerjinin büyük bölümü salımlara neden olan fosil yakıtlardan üretiliyor.

Gıdanın yüzde 17’si atık oluyor ve dünyadaki sera gazı salımlarının yüzde 10’u tüketilmemiş gıdadan kaynaklanıyor.

2021’de bütün dünyada gıdadaki fiyat artışlarının ayrıntıları: 

  • FAO Tahıl Fiyat Endeksi 2012’den beri en yüksek düzeye ulaşarak 2020’ye göre yüzde 27,2’lik artış kaydetti; tahıl grubu içinde mısırda yüzde 44,1, buğdayda yüzde 31,3 artış yaşanırken pirinçte yüzde 4’lük düşüş gerçekleşti.
  • FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi zamanların en yüksek artışıyla 2020’ye göre yüzde 65,8’e yükseldi.
  • FAO Şeker Fiyat Endeksi 2016’dan beri en yüksek değere ulaşarak 2020’ye göre yüzde 29,8 arttı.
  • FAO Et Fiyat Endeksi 2020’ye göre yüzde 12,7; FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi ise yüzde 16,9 artış kaydetti.
Paylaşın