Karayalçın’dan CHP’ye: Örgütü Çalıştıramadığımız İçin Kazanamadık

Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP), 14 ve 28 Mayıs seçimleri sonrası başlayan “değişim” tartışmaları devam ediyor. Eski Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) Genel Başkanı Murat Karayalçın, yaklaşan CHP kurultayı öncesi partililere yönelik 24 sayfalık mektup kaleme aldı.

Karayalçın, “Neden yüzde 40’larda değiliz de yüzde 20’lerdeyiz? Oy oranımız, yaklaşık olarak 2011 Haziran seçiminde de yüzde 25, 2023 Mayıs seçiminde de yüzde 25. Hatta son seçimde alınan oy içinde, ne kadar olduğunu kestiremediğimiz; Deva, Gelecek ve Saadet Partileri ve Demokrat Partinin de oyları var. Bu durumun nedeninin örgüt kapasitesi olduğunu iddia ediyorum. Örgüt kapasitesi tam kullanıldığında Parti yüzde 40’lara çıkabilmekte, kapasite kullanımı düzeyine göre sıfıra da inebilmekte ya da çoğu kez yaşandığı gibi yüzde 20’lerde yatay da seyredebilmektedir” dedi.

“Beyaz atlı prens-prenses beklemeyelim, sağdan oy almak için transfer yapmak yönteminden vazgeçelim” diyen Karayalçın, tüm CHP üyelerinin dört ayrı kritere göre puanlanmasını, yetkili makamlara üyelerin alacakları puanlara göre getirilmesini önerdi. Konuların ve puanların ağırlıklarının ise şu şekilde olması gerektiğini söyledi: “Eğitim 40 puan, parti görevleri 30 puan, aidat 20 puan, kıdem 10 puan.”

Karayalçın ayrıca partideki yönetim yapılanmasına ilişkin Genel Başkanlık için süre sınırlaması önermediğini söyledi, “Bu, genel başkanların anlayışına, tercihine kalmış bir şeydir” dedi. Parti meclisinin 60 olan üye sayısının 200 olmasını önerdi.

Geçen haftalarda partinin üst düzey isimleriyle gerçekleştirdiği Zoom toplantısıyla gündeme gelen Ekrem İmamoğlu, CHP’nin eski genel başkanları Altan Öymen ile Hikmet Çetin ve Murat Karayalçın’la bir araya gelmişti.

Karayalçın, “Mektup” başlıklı 24 sayfalık yazısında şunları belirtti: “Sevgili partili kardeşim, bu metni, kıdemli bir partili olarak, 2023 Mayıs seçimlerinin sonuçlarını yorumlamak ve bundan sonrası için ne yapmamız gerektiğine ilişkin düşüncelerimi açıklamak için hazırladım. Seçim gecesi geç saatlerde ya da ertesi sabah, karşı karşıya olduğumuz durumu nitelemek için kullandığımız sözcüklerin aramızda duyarlılık yarattığını, hatta tartışmalara neden olduğunu gördüm.

O nedenle 2023 Mayıs’ında yapılan cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri için, ‘kazanamadık’ demekle yetiniyorum. Bu seçimlerde her şeyi doğru yaptık, her kapasiteyi sonuna kadar kullandık, her şeyi doğru söyledik diyemeyiz… Her şeyi yaptık, ama buraya kadarmış dersek bir sonraki seçimde seçmenlerden nasıl oy isteyebiliriz? 2023 Mayıs seçimlerini tüm yönleriyle de tartışmamız gerekiyor; eleştiri, özeleştiri yapmamız gerekiyor.

Bana göre sorun kişisel değil, yapısaldır. Partimizin örgüt yapısı, yerelden merkeze, yeniden yapılandırılmalıdır… 2023 Mayıs seçimlerini örgütümüzü tam kapasitede çalıştıramadığımız için kazanamadığımızı iddia ediyorum. Ayrıca bu durum yeni de değil. CHP örgütü çok uzunca bir süredir kapasitesinin altında çalıştırılmaktadır.

Yine burada, mektupta, açıklamaya çalıştığım önerilerden çok temel olan iki tanesini özetle belirteyim: Birincisi yerelde güçlü nitelikli bir örgüt yapısı ve ona dayalı bir ön seçim; ikincisi de, genel merkez ve yerel örgütler arasında, parti oligarşisini önleyen, parti kapasitesini artıran yeni bir yetki paylaşım modeli… Partimizde yapısal dönüşümü sağladığımızda efsane geri dönecektir.

Biz yaklaşık olarak bir milyon üç yüz bin kişiyiz. Her birimiz bu tartışmaya katılmalıyız. Ancak tartışmalarımızda şu dört ilkeyi de önemle gözetmeliyiz. Birinci ilkemiz, Partimizin bütünlüğüdür. Buna halel veremeyiz. CHP’nin örgütsel bütünlüğü hepimizin kırmızı çizgisi olmalıdır.

İkinci olarak başta Sayın Genel Başkan olmak üzere birbirimizin saygınlığına özen göstermeliyiz. Üçüncü ilke açıklık olmalıdır. Kimi eleştirdiğimizi, neyi eleştirdiğimizi, ne istediğimizi çok açık bir biçimde ortaya koymalıyız. Son olarak da parti hukukuna uygun davranmak zorunda olduğumuzu aklımızda tutmalıyız.

Direnme gücü olmayan yaşayamaz

Partimizin on iki yıl kapalı kalmasına, mallarına devletçe iki kez el konulmasına ve bir kez de baraj altına inmesine karşın ayakta kalabilmesi, örgütümüzün direncini, gücünü göstermektedir. CHP örgütü hem yaşama gücüne, hem de direnme gücüne sahip.

Her ikisi de iç içe geçerek birbirini besliyor. Direnme gücü olmayan bir örgütün zaten yaşama gücü de olamaz. Örgüt kapasitesi tam kullanıldığında Parti yüzde 40’lara çıkabilmekte, kapasite kullanımı düzeyine göre sıfıra da inebilmekte ya da çoğu kez yaşandığı gibi yüzde 20’lerde yatay da seyredebilmektedir.

‘Örgüt kapasitesi’ ifadesi ile neyi anlatmak istediğimi açıklayacağım ama önce örgütümüzün uzun süre kapasitesinin altında tutulmasının bizde ‘siyasi tembelliğe’ yol açtığından söz etmek istiyorum. İki örnek vereyim. Siyasi olarak tembelleşmemizin ilk örneği bir kurtarıcı beklentisidir. Çok iyi konuşan, çok yoğun çalışan, yumruğunu sık sık masaya vuran birisi gelecek ve bizi iktidara taşıyacak. Buna beyaz atlı prens- prenses beklentisi diyorum.

Oysa böyle bir şey yok. Bizi iktidara taşıyacak olan güç, prensler- prensesler değil, örgütümüzdür. Bir başka tembellik örneği de ‘sağdan oy alamıyoruz, bari siyasetçi alalım, onlar da sağ seçmeni getirir’ anlayışıdır. Tabii ki partimize sağdan siyasetçi de seçmen de gelecektir, gelmelidir. Partimiz böyle büyüyecektir. Ayrıca bu arkadaşlarımız Partimize girdikleri andan itibaren de Partimizin herhangi bir üyesi kadar CHP’li olacaklardır. O nedenle benim eleştirim bu katılımlara asla değil, bu anlayışla yapılan transferlerdir.

Oligarşik Yapı

Bana göre Cumhuriyet Halk Partisi örgütünün yüksek kapasite ile çalışması dört şeyin eş zamanlı ve eş değerli olarak sağlanmasına bağlıdır:

Örgütlenme etkenliği,
Örgütün adayları seçmesi,
Örgütün siyaseti belirlemesi,
Örgütün olağan işlevi,

Partimizin Türkiye coğrafyasındaki örgütlenmesi hemen hemen yalnızca Siyasi Partiler Yasasının getirdiği örgütlenme kalıbı ile sınırlıdır. Siyasetin belirlenmesi ve adayların seçilmesi ise hemen hemen yalnızca genel merkez tarafından üstlenilmiştir. Örgütlerimiz yalnızca örgütün olağan işleri diye adlandırabileceğimiz ‘broşür- afiş- pankart’ işleri ile seçim işleri ile sandık güvenliği işleri ile sınırlı bir hizmet üretmektedir. Bu nedenle örgütümüz kapasitesinin altında çalışmak durumunda kalmaktadır.

Bu durum Cumhuriyet Halk Partisi’nde ‘oligarşik’ bir yönetimin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Partinin izleyeceği siyaset, Genel Başkan ve merkez yöneticileri ile danışmanlar, uzmanlar tarafından belirlenmekte, hazırlanan siyaset metinleri daha sonra örgüte kullanması, seçmenlere dağıtılması için gönderilmektedir. Kimi durumlarda da örgüt, o konuda öyle bir siyaset izleneceğini gönderilen metinlerden değil, yöneticilerin açıklanmalarından öğrenmektedir. Aynı şekilde partinin milletvekili ve belediye başkan adayları ile yerel meclis üye adayları da merkez kadroları tarafından seçilmektedir. Parti kapasitesini tanımlayan bu temel işlerde üyeler ve yerel örgütler değil genel merkez devrede. Oligarşik yönetim dediğim budur. Buna oligarşinin ‘Tunç Yasası’ da deniliyor. Oligarşinin Tunç Yasası, “seçilenlerin seçenler, vekillerin vekâlet verenler, temsilcilerin temsil edilenler üzerindeki egemenliğini” açıklayan bir kavram.

Son yıllarda yapılan sohbetlerde, ‘yerel örgütler olmasa da olur, hatta olmasa daha iyi olur’ gibi ifadelere tanık olunabiliyor. Çok yaygın olarak dile getirilmese de bu anlayış şöyle bir değerlendirmeye dayanıyor:

Karayalçın’ın tüzük önerileri

Parti olarak bu güne kadar Siyasi Partiler Yasası’nın getirdiği zorunlu örgütlenme biçiminin dışına pek çıkmadık. İllerimizde, ilçelerimizde var olan toplum kesimleri içinde, ayrıca üretim alanlarında, proje odaklarında örgütlenebiliriz; üyesi olan, üyelerinin seçilme yöntemleri, görevleri, yetkileri tüzükte belirtilen platformlar yaratabiliriz. Bunları Kurul diye adlandırabiliriz, ya da tüzükte bu kurulların ‘meclis’ olarak da adlandırılacağını söyleyebiliriz.

Örneğin; Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Örgütü İşçi Kurulu ya da İstanbul İl Örgütü İşçi Meclisi gibi. İster kurul, ister meclis olsun, bu platformların işlevsel kılınabilmesi, etken olabilmesi için, birkaç sayfalık bir metin yazmaları yerine, önerilerini bulundukları konuma göre ilçe, il kongrelerine doğrudan sunmalarına olanak sağlanmalıdır… Her anlamlı proje alanı, bizim için potansiyel örgütlenme hedefi olmalıdır.

Partimizin milletvekili, belediye başkanı, belediye meclisi üyesi, il genel meclisi üye adayları, yerel örgütler tarafından seçilmelidir. Kontenjan adayları merkez örgütü tarafından atanmalıdır. Seçimlere başka partilerle ittifak yapılarak girilmesinde de çok özel durumlar dışında, bu yöntem uygulanmalıdır. Yani partimizin adayları, asıl olarak, örgüt tarafından, ön seçim yoluyla seçilmelidir.

Ülkemizin yönetimine ve ülkemizdeki yerel yönetimlerin yönetimine talibiz, o nedenle de nitelikli, liyakatli kadrolar yetiştirmeliyiz. Bunun sağlanabilmesi, aynı zamanda, ön seçimlerle ilgili olarak dile getirilmekte olan olumsuzlukların da giderilmesine bağlıdır.

Önerim şöyledir: Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm üyeleri, illerinde, dört alanda değerlendirmeye tabi tutulacak ve bunlardan puan toplayacaklardır. Konular ve puanlar (ağırlıkları) şöyledir:

Eğitim 40 Puan
Parti Görevleri 30 Puan
Aidat 20 Puan
Kıdem 10 Puan

Partilerin puanları ilçelerinde tutulacak ve bilgisayara yüklenecektir. Bu işlem, bir anlamda partililerin, başarımlarının (performanslarının) kayıt altına alınmasıdır. Kayıtlar açık olmalıdır. Her partili kendi puanlarını görebilmelidir. İtirazlar il örgütünde yapılmalıdır. Önerim biraz KPSS sistemini andırıyor. Her partili puan toplayacaktır.

Parti içi seçimlerde, o arada ön seçimde de oy kullanabilmek için, yani seçme hakkını kullanabilmek için, belli sayıda puanın toplanması; en yüksekten başlayarak sırasıyla milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyesi adayı olabilmek için de o sayıdan daha yüksek sayıda puanın toplaması gerekecektir. Seçme puanları ile seçilme puanlarının ne olacağı PM tarafından belirlenecektir. Mahalle temsilciliğinden başlayarak PM üyeliğine kadar giden, parti içi görevler için yapılacak seçimlerde de benzer bir puanlama sistemi işletilmelidir.

Partinin patronu, partinin gerçek egemeni olan partilidir… İlçe ve il kongrelerinde, delegelere hangi yöntemi tercih edersiniz diye sormadan, doğrudan çarşaf liste uygulamasına gidilerek her partiliye yönetimde ve üst kurullar için temsilde yer alabilme fırsatı sağlanmalıdır. Aynı şekilde genel başkanların kurultaylarda liste hazırlamaları ya da örtülü bir yolla anahtar liste dağıtmaları önlenmelidir. Genel başkanlar; Siyasi Partiler Yasasının 37. maddesinin milletvekilliği için öngördüğü yüzde 5’lik kontenjanı, PM için de kullanabilirler. O arada genel başkanların gerekli gördükleri illere, kongre öncesinde il başkanı seçilmesini istediği isimleri fısıldamaları da önlenmelidir. Her partiliye ilçelerde, illerde ve genel merkezde yönetimlerde yer alabilme hakkı tam anlamıyla sağlanmalıdır.

Parti meclisinin bugünkü üye sayısı 60 kişidir. Parti meclisinin üye sayısının 200 olmasını öneriyorum. Her ilimiz Parti Meclisinde bir üye ile temsil edilecektir. Geri kalan 119 üye, illerin son seçimlerde elde ettikleri başarı düzeyi bir ağırlık olarak kullanılıp, Kurultay tarafından seçilecektir. Parti Meclisine, iki ya da üç başkan vekili ve gerekli görülen sayıda yazmandan oluşan bir Başkanlık Divanı öneriyorum. Parti Meclisinin gündemi başkanlık divanı tarafından hazırlanıp, Genel başkanın onayından sonra üyelere sunulmalıdır. Kurulacak başkanlık divanı ayrıca Parti Meclisinin genel kurul ve komisyonlar şeklindeki çalışmalarını planlayacaklar, partinin öteki birimleriyle ilişkilerini düzenleyecekler, PM üyelerinin çalışmalarının, etkinliklerinin eşgüdümünü sağlayacaklardır.

Parti Meclisi çalışmasını komisyonlar ve genel kurul olarak yürütmelidir. Kurulacak komisyonların sayısını belirlemede TBMM’deki komisyonların sayıları ve alanları esas alınmalıdır. Komisyonların çalışma sonuçları ya da Partinin, hangi birimde hazırlanmış olursa olsun, ideolojik ve siyasi duruşunu belirleyecek olan tüm çalışmalar, karara bağlanmak üzere PM Genel Kuruluna sunulmalıdır. PM Genel Kurulu, CHP’nin en büyük buluşma platformu olacaktır. TBMM grup başkan vekilleri ve grup yönetim kurulu üyeleri, kadın kolları genel başkanı ve gençlik kolları genel başkanı PM’de yer almaktadır. Genel başkan yardımcıları ve genel sekreter zaten PM üyeleridir. Genel başkan ise disiplin kurulunun dışında bütün Parti örgütünün başkanıdır. Bu nedenle partinin değişik alanlardaki politika ve stratejisinin, TBMM’ye sunulan yasa, tasarı ve teklifleri de içinde olmak üzere PM’de karara bağlanması doğaldır.

Partimizde, ‘Örgütlenmenin Etkenliği’, ‘Adayların Seçilmesi’, ‘Siyasetin Belirlenmesi’ başlıklarının dışında kalan işlerin tümünü ‘Olağan İşler’ başlığı altında topluyorum. İl ve ilçelerimizdeki üye yapısının, oralardaki toplumsal doku ile uyumlu olmasını bir örgütlenme ilkesi olarak benimsemeliyiz. Partimizde olası tüzük ve program ihlallerini önlemek için mevcut disiplin kurulu, etik kurul gibi yapıların yeterli olmadığı kanısındayım.

Tüzük ve Program ihlali iddiaları için pratik işleyişi olan bir kuruma ihtiyacımız var. Bunu Parti Ombudsmanlığı ya da Parti Hakemliği diye adlandırabiliriz.

Bir başka önerim, sol bir parti kimliğimizle yapay zekâ konusunu önemle ele almamız gerektiği şeklindedir. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Kongreler sürecinde bu önerilerimi değerlendirmenizi istiyorum. Kuşkusuz başka öneriler de olacaktır, onları da değerlendirmelisiniz. 2023 Mayıs seçimleri sürecinde katıldığım her toplantıda partililerimizin tempolu bir biçimde ‘iktidar, iktidar’ diye haykırışlarına tanık oldum. Daha önceki seçimlerde böyle bir seslenişi anımsamıyorum. Ayrıca bu haykırışı bir dilek olarak değil, bir iddia olarak alıyorum. Evet, bunu yapabiliriz, iktidara gelebiliriz! Ama önce örgütümüzün kapasitesini yükseltmeliyiz. Gelin hep birlikte efsaneyi geri getirelim.”

Paylaşın

CHP’li Karayalçın: Yüzde 48 Bizim Oyumuz Değil, Biz Yüzde 25 Oy Aldık

CHP’de yaşanan “Değişim” tartışmalarına değinen Murat Karayalçın, “Biz sosyal demokratız, solcuyuz. Özeleştiri solun temel kurumlarından birisidir. Yani özeleştiri seansları yapılır, hatta özeleştiride bulunanın konuşması yeterli görülmeyince “Biraz daha özeleştiri yap” denir. Kemal Bey gerçekten çok ciddi, yoğun ve bence başarılı bir çalışma yaptı. Ama bu yanlış yorumlanıyor” dedi ve ekledi:

“Bazıları Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48 oy almasını başarı olarak yorumlayabiliyor. O yüzde 48 bizim oyumuz değil. O yüzde 48’in yüzde 25’i bizim oyumuz. Geri kalanı “Tayyip Erdoğan Gitsin Partisi”nin mensuplarının oyları. Bu bir başarısızlık bizim için. Bunu geçiştirmememiz gerekiyor. Çıkış yolu budur diye düşünüyorum, tartışacağız, eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız.”

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kıdemli isimlerinden eski Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, partinin içinden geçtiği sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Gazete Duvar‘a röportaj veren Karayalçın, sorulara yanıtları şöyle:

CHP’de seçim sonrasında değişim tartışmaları var. Sizce CHP’de ne değişmeli ve nasıl değişmeli?

Seçim sonrasında tartışmaların yapılmasını çok değerli buluyorum. Hepimizin ne düşündüğümüzü, ne önerdiğimizi, ne istediğimizi çok açık bir biçimde ortaya koymamız gerekiyor. Neyi istediğimizi tam olarak ortaya koyamazsak istediğimiz sonuçları da alamayız. Ben kendi adıma bir dönüşüm talebinde bulunuyorum. Dönüşmesini istediğim şey de Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgüt yapısıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nde yeni bir siyasi mimariye gereksinim olduğu iddiasındayım. Aslında bunu çok uzunca yıllardır söyleyegeldim, yeni ortaya çıkmış bir şey değil. “Daha önceki yıllarda yapılmayanı acaba şimdi yapabilir miyiz, yapılmasına ben katkıda bulunabilir miyim?” diye düşünerek bunları seslendiriyorum.

Nasıl bir dönüşümden bahsediyorsunuz?

Uzunca yıllardır Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgüt kapasitesi kullanılamadı. CHP örgütü yıllardır ve bu seçimde de düşük kapasiteyle çalıştı. Bunun nedeni bir siyasi parti örgütünün sahip olması gereken üç işlevin eş zamanlı ve eşdeğerli olarak örgüt tarafından üstlenilememesi. Bu üç işlevin birincisi örgütün siyaseti belirlemesidir. Ama uzun yıllardır Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyaseti örgüt değil oligarşik bir yapı belirliyor. Bu oligarşik yapı; genel merkezde, genel merkez yöneticilerinin, danışmanların oluşturdukları bir yapı. Örgüt bu sürecin içinde maalesef yer alamıyor. Dolayısıyla örgüt tepeden belirlenmiş parti siyasetini içselleştiremiyor, yurttaşlarımıza taşıyamıyor.

İkinci temel işlev örgütün partinin milletvekili adaylarını, belediye başkan adaylarını, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi adaylarını belirleyebilmesidir. O da olmuyor. O oligarşi adayları da belirliyor.

Üçüncü işlev, ‘olağan işler’ diyeceğim broşür, pankart, afiş, seçim güvenliği gibi işlerdir. CHP örgütü çok uzun yıllardan bu yana yalnızca bu işlerle sınırlı tutuluyor.

Şimdi bu üç temel işlevden yalnızca birisi olursa örgüt kapasitesini kullanamamış olursunuz. Bu seçimde de CHP’nin örgütünün kullanılamadığını üzüntüyle görüyorum. Bu yapı bizi tembelleştirdi. Bir siyasi tembellik yaşadık, hala yaşıyoruz. Yani örgüt işlevini tam olarak yerine getiremeyince kolay yollara sapmaya başlandı. Örneğin dedik ki “Okkalı birisi gelsin, çok iyi hitabeti olsun. Çok çalışsın. Masaya yumruğunu vursun.” Bir “beyaz atlı prens ya da prenses bekleyişi” diyorum buna. “Birisi gelsin ve bunları yapsın.” Madem ki örgüt tam kapasiteyle çalışamıyor, böyle olsun. Ya da “Madem ki sahadan oy alamıyoruz, bari sağdan transfer yapalım” anlayışı var. Bu da siyasi tembelliğin bana göre başka bir örneği.

“Bir sabah uyanıyorsunuz parti yönetimi ‘Sol diye bir şey yok’ diyor”

Sorumlusu kim bu siyasi tembelliğin ve oligarşik yapının?

Hepimiziz. Tüzükler partilerin anayasalarıdır. Devletlerin de anayasası var. Devletlerin anayasalarının ihlal edilmesi durumunda ne yapılacağı bellidir. Anayasa Mahkemesi’ne gidersiniz. Ama mesela siz sol bir partiye üye olduğunuzu düşünüyorsunuz ama bir sabah uyanıyorsunuz parti yönetimi demiş ki “Sol düşünce arkaik bir düşüncedir. Zaten sağ – sol diye bir şey de kalmamıştır.” (Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2018’de muhafazakar aydınlarla buluşmasında söylediği belirtilen sözler) Birdenbire tercih etmediğiniz, istemediğiniz bir yapının içinde kalıyorsunuz. Yani programınız ihlal ediliyor. Devlet anayasaları ihlal edildiğinde gidilen bir yer var da partinin hukuku ihlal edildiğinde nereye gideceğiz, nereye başvuracağız? Bir bardak su mu içeceğiz? Bir başka düzene ihtiyacımız var. Partiyi yeniden yapılandırırken o yapı taşlarının arasına bir de bunu koyabilmeliyiz. Bunun için bir özel bir şeyi düşünmemiz gerekiyor.

“Sağ – sol diye bir şey kalmamıştır” sözlerinin parti hukukunun, programının ihlali olduğunu söylüyorsunuz. Genel merkez yönetiminin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti hukukunu ihlal ettiği sonucunu mu çıkarmalıyız? 

Genel olarak partimizde program ihlalleri, tüzük ihlalleri oluyor. “Sol diye bir düşünce kalmamıştır. Sağ – sol zaten aynıdır” ifadesi bir ihlaldir. Cumhuriyet Halk Partisi programında kendisini çok açık olarak solcu, Atatürkçü ve aydınlanmacı olarak tanımlıyor. Biz buyuz. Bu değiştirilemez.

Biraz önce bahsettiğiniz oligarşik yapıya karşı ne yapılması gerekiyor? Siyasi tembellik nasıl sonlanır?

Cumhuriyet Halk Partisi örgütü yeniden yapılandırılmalı, merkez örgütü, merkez yapısını değiştirmeliyiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin taşra örgütünün yapısı da değişmeli.

Yalnız şunu söyleyeyim tüzük konusuna yaklaşımımız bana göre çok doğru değil. Tüzük bir siyasi partinin toplumsal ve siyasal tasarımının maddeleştirilmiş şeklidir. Yani sizin önce bir tasarımınız olmalı parti olarak. Sonra o tasarım tartışılmalı ve sonra maddeleştirilmeli yani tüzük şekline getirilmeli. Böylelikle işin bütünselliğini sağlamış olursunuz. Parça parça tek tek maddelerle uğraşılmamalı.

Burada birkaç temel soru var tartışmamız gereken. Bir tanesi şu; siyasi partiler yasası askeri yönetim tarafından çıkarılmış ve Türkiye’nin bütün siyasi partilerine dikine hiyerarşik devlet tipi bir örgütlenmeyi zorunlu olarak getiriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet tüzel kişiliğinin yerel yönetimler üzerinde hangi yetkisi varsa, vesayet yetkisinden söz ediyorum, aynı yetkiyi siyasi parti genel merkezlerine veriyor. Bu yasaya uymak zorunluluk. Ama bu zorunluluğun dışında bizim kendimize göre, kendi tercihimizle farklı adlarla örgütlenebileceğimiz yerler olabilmeli. Ben büyük bölge projelerinde örgütlenmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Örneğin Konya Ovası sulama projesi. Orada örgütlenmeliyiz biz. Sosyal demokrasi dediğin de budur zaten.

İkincisi de şu; biz mahalleden başlayarak yetkilerimizi delege ederek gidiyoruz. Partiliden aldığımız bu egemenliği biz nasıl kullanacağız? Tartışmalar şu anda merkezde yoğunlaşıyor. “Güçlü Genel Sekreter olmalı” lafı var ortada. “Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin seçimle gelmesi düşünülmeli” lafı var ortada. Bu merkezde yoğunlaştırılmış yetkiyi dengelemek amacıyla düşünülen şeyler. Peki örgütler ne olacak? Yani yetkiyi tümüyle merkezde toplayıp, merkezde paylaştırmak mı doğru? Yoksa yetkiyi merkezle örgütler arasında paylaştırmak mı daha doğru?

Siz farklı bir şey mi öneriyorsunuz?

Evet, ben farklı bir şey öneriyorum. Bugün genel başkan Merkez Yönetim Kurulu üyelerini kendi kararıyla tayin ediyor, atıyor. Ve onlara hangi görevleri vereceğini de kendisi belirliyor. Biz yetkiyi merkezde yoğunlaştırmayı tercih etsek bile o yetkiyi nerede parçalamamız gerektiğini düşünebilmeliyiz. Ben şöyle düşünüyorum; Parti Meclisi olabildiğince bağımsız olarak seçilmeli, çarşaf listeyle seçilmeli. Genel başkan Parti Meclisinin seçimi için kurultaya liste sunmamalı. Kim o performansı, başarıyı gösteriyorsa gelmeli ve Parti Meclisi çok çoğulcu bir yapıda olmalı.

Bizim 60 tane Parti Meclisi üyemiz var ve bu 60 kişi iki ayda bir toplanıyor. Bunun içinde kadın ve gençler de var. Ama bu sistem hiçbir işe yaramıyor. Benim önerim Parti Meclisi üye sayısını 200’e çıkarmak. Bu 200’ün 81’i, 81 ili temsilen iller tarafından seçilmeli. Bunlar doğrudan Parti Meclisine girmeli.

Geriye kalanlar kurultay tarafından seçilmeli ve seçilirken bazı siyasi tartılar kullanılmalı. Yani seçimde başarı elde etmiş illere ve bölgelere puan verilmeli ki onlar daha fazla temsil edilebilsinler. Yani başarıyı özendiren bir şey.

Niye 200 kişi? TBMM’deki ihtisas komisyonları gibi komisyonlar kurulmalı. Sayısı artırılabilir. Bunlar sürekli komisyon olmalı. Başkanvekilleri, sekreteryaları olmalı. Burası bizim enderunumuz. Yani gençlerimizi ve kadınlarımızı yetiştireceğimiz yer burası. Bu çalışmalar yalnızca masa başı çalışmalar olmayacak. Mesela tarım komisyonu üyeleri İç Anadolu sulama projesine gidecek. Üreticiler CHP’li gençlerin, kadınların, komisyon üyelerinin geldiğini, proje üzerinde çalıştıklarını görecekler. Ne bileyim Dışişleri Komisyonu üyesi, gençlerimiz, kadınlarımız ve öteki partililerimiz Kosova’ya gidecekler, Balkanlar’da, Kafkaslarda, Kıbrıs’ta, Suriye’de çalışmalar yürütecekler.

Aday belirleme süreçleri için de öneriniz var mı?

Direkt ve sadece aday belirleme süreciyle ilgili değil ama süreci etkileyecek bir önerim var. Bütün partililerimiz için bir puantaj sistemi öneriyoruz. Dört yaşamsal parametre var. Birincisi eğitim. Bütün partililer o eğitimden geçecekler. Eğitimden geçmiş partililer 0,40 puan alacaklar. Bu eğitim “Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı” eğitimi değil. Nitelikle, katılacağı saatler belirli olacak. Dünya genelinde çıkan 4 önemli makalenin özeti istenecek mesela.

Bir diğer parametre parti görevlerinin yapılması. Ben bunu AKP’lilerden gördüm İstanbul’da. Mitinge gelen, karşılamaya giden puan alacak; 0,30 puan.

Üçüncüsü aidat. Mutlaka ama mutlaka olacak. Burada katı davranmalıyız. Bir lira olsa bile o aidiyetini ifade etmeli.

Dördüncüsü de kıdem. Kıdeme de 0,10 puan, en düşük puanı kıdeme veriyoruz.

Bu dört parametrede belirli bir puanı toplayanlar milletvekili adayı olacaklar, belediye başkanı adayı, meclis üyesi adayı olacaklar. “Şu kadar puanı toplayamazsan aday olamazsın” diyeceğiz. “Şu kadar puanı toplayanlar da adayları seçecek noktaya gelecekler” diyeceğiz.

Çok ana hatlarıyla bunlar olmalı. Yapısal dönüşümü ben böyle görüyorum. Bu yeterli olmayabilir, yanlış olabilir. Şimdi ben diyorum ki kıdemli partili kimliğimle, “Ey partili sen de görüşünü söyle. Sen de katkıda bulun.” Yani mesele Ahmet gitsin, Mehmet gelsin meselesi değil.

Güncelde devam eden tartışmalar da var. Kongreye giden süreçte isimler, değişim gerekliliği yüksek sesle ve biraz da sert bir şekilde tartışılıyor. Nasıl gözlemliyorsunuz bu tartışmaları?

O tartışma tabii ki yararlı. Yapanları da katiyen kınamıyorum, yapılsın. Benim bir tek kırmızı çizgim var; partinin bütünlüğü. Tartışalım ama partinin bütünlüğünü koruyalım.

Partinin bütünlüğünün bozulacağına, bölüneceğine dair endişeleriniz var mı?

Belki aşırı duyarlılık gösteriyor olabilirim ama dünya geneline bakıyorum, dünya genelindeki solun durumuna bakıyorum, Hindistan’a bakıyorum; Hindistan’ı kuran parti, kongre partisi solcu, cumhuriyetçi, laik bir partiydi. Şimdi Hindistan’da, Hindistan tarihinin en dinci yönetimi var. İsrail’e bakıyorum; İsrail İşçi Partisi İsrail’i kuran partidir, tıpkı CHP gibi onlar da solcu, laik kadrolar. Şimdi silindiler, İsrail tarihinin en dinci koalisyonu var. İtalya’da Mussolini çizgisindeki bir faşist kadın siyasetçi İtalya’nın başbakanı. Alman sosyal demokratları yüzde 15’e indi. İsveç’i sağcılar yönetiyor. Dünya solu böyle bir kırılganlık yaşıyor. Bu bana huzursuzluk veriyor. Yani ben bundan hareketle endişe ediyorum. Kırmızı çizgimiz ifadesini kullanmamın nedeni bu kaygım.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonra çok uzun süren bir sessizliği oldu ve sonrasında da yaptığı açıklamalarda özeleştirel bir tutum sergilememekle eleştirildi. Nasıl yorumlarsınız?

Biz sosyal demokratız, solcuyuz. Özeleştiri solun temel kurumlarından birisidir. Yani özeleştiri seansları yapılır, hatta özeleştiride bulunanın konuşması yeterli görülmeyince “Biraz daha özeleştiri yap” denir. Kemal Bey gerçekten çok ciddi, yoğun ve bence başarılı bir çalışma yaptı. Ama bu yanlış yorumlanıyor. Bazıları Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48 oy almasını başarı olarak yorumlayabiliyor. O yüzde 48 bizim oyumuz değil. O yüzde 48’in yüzde 25’i bizim oyumuz. Geri kalanı “Tayyip Erdoğan Gitsin Partisi”nin mensuplarının oyları. Bu bir başarısızlık bizim için. Bunu geçiştirmememiz gerekiyor. Çıkış yolu budur diye düşünüyorum, tartışacağız, eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız.

CHP Grup Başkanı Özgür Özel’le görüştünüz. Gündeminizde ne vardı?

Kutlamaya gittim. Grup Başkanlığı ile ilgili bizim yaşadığımız süreçleri konuştuk. Size anlattığım konuları, düşüncelerimi söyledim. Ama genel başkan adaylığı ile ilgili konulara girmedim. Ama adaylık gayet doğal hakkıdır.

Yerel seçimler yaklaşıyor. CHP’nin stratejisi ne olmalı?

Bu seçimlere yalnızca içimizdeki tartışmaları sonlandırarak, uygun olduğunu düşündüğümüz arkadaşlarımızı önererek hazırlanmamızı yeterli bulmuyorum. Türkiye’nin kentlerini nasıl yöneteceğimize ilişkin bir yerel yönetimler programımız olmalı. Türkiye’nin kentlerinde yaşanan can yakıcı sorunları nasıl çözeceğiz? Konut sorununu nasıl çözeceğiz? Bunu anlatmalıyız. Bir kurultay olmalı. Yalnızca yerel yönetimler için birkaç günlük bir kurultay yapabilmeliyiz. Kent hakkı gibi yeni kavramları tartışabilmeliyiz. Yurttaşlarımızı, kentlerde yaşayan seçmenleri heyecanlandırabilmemiz, onlara umut taşıyabilmemiz de buna bağlı.

Seçimin ikinci turunda daha sert, daha milliyetçi bir söylem inşa etti Kılıçdaroğlu. Vatan Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile de bir protokol imzalandı. 14-28 Mayıs arasında tercih edilen politik tutum yanlış mıydı?

Sayın Ümit Özdağ’la Genel Başkanımızın imzaladığı protokolü doğru bulmuyorum. “Anayasanın ilk 4 maddesini kabul ediyorum” diye bir metni bize kimse imzalatamaz. Çünkü o zaten bizim. Bizim maddelerimiz. Onu biz getirdik. Kim, kim oluyor da bize “Şunu da hele bir protokole bağlayalım” diyor. Öyle şey olur mu? Ya da kayyum konusundaki uygulamalar kabul edilebilir mi? Yerel iradeyi hiçe sayan bir şey olabilir mi? Belediye başkanının hüküm giymesi söz konusuysa onun yerine devlet memuru niye geliyor? Belediye meclisinden seçsene.

Paylaşın