DEM Partili Temelli: Dezenflasyon Programı Başarısız

İktidarın ekonomi politikalarına ilişkin sert eleştirilerde bulunan DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, 30 aylık dezenflasyon programının başarısız olduğunu söyledi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği uzun açıklamada 1 Ekim’de başlayacak yeni yasama döneminin niteliğinin geçmiş dönemlerden farklı olması gerektiğini vurguladı.

Basın toplantısında konuşmasının büyük bölümünü Meclis’in sorumluluklarına, Kürt meselesinin demokratik çözümüne, yargı ve infaz düzenlemelerine, bütçe önceliklerine ve dış politika yaklaşımına ayıran Temelli, DEM Parti’nin bu süreçte nasıl bir rol üstleneceğini ayrıntılarıyla anlattı.

Konuşmasına Prof. Dr. İsmail Beşikçi’ye geçmiş olsun dilekleriyle başlayan Temelli, Beşikçi’nin Türkiye bilim ve sosyolojisi açısından önemine ve 1990’ların karanlığına karşı direnişine dikkat çekti. “Kürt halkının çok önemli bir dostu” olarak tanımladığı Beşikçi’nin sağlık durumunun olumlu seyrettiğini söyleyerek, “bir an önce aramıza dönmesini diliyoruz” ifadelerini kullandı. Bu giriş, konuşmanın tonu ve yönü açısından Temelli’nin tarihsel hafıza, hak arama ve bilimsel miras vurgusunu öne çıkardı.

Temelli, geçen yıl 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin uzattığı elin ardından başlayan siyasi atmosferi hatırlatarak, bu yıl Meclis’in “başka bir yasama yılı” olması gerektiğini savundu. “Geçmişte gerilimden ve çatışmadan beslenen bir siyasetin artık son bulması gerektiğine inanarak o eli kabul ettik” diyen Temelli, yeni dönemde Meclis’in demokratik teamülleri içselleştiren, kuvvetler ayrılığını koruyan, denge-denetleme mekanizmalarını etkinleştiren bir yapıya dönüşmesi gerektiğini yineledi.

Temelli, 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’ın yayımladığı Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu, PKK’nin kongre süreci ve 11 Temmuz’daki silah yakma töreninin tarihi önemini vurguladı. Bu üç gelişmeyi “tarihin yörüngesini değiştiren” adımlar olarak niteleyen Temelli, manifestonun ve kongrenin ortaya koyduğu iradenin Meclis tarafından dikkate alınması gerektiğini söyledi: “Kürt meselesi demokratik yöntemle çözülmelidir.”

Komisyon çalışmalarına ilişkin değerlendirmesinde Temelli, dinleme süreçlerinin kapsamlı olduğunu ancak yöntem ve uygulamada eksiklikler bulunduğunu belirtti. “Komisyona gelen tüm kesimler farklı görüşlere sahip olsalar da ortak bir yerde buluştular; bir mutabakat ortaya çıktı: Kürt meselesi demokratik yöntemle çözülmeli” diyerek, çıkan tespitlerin raporlaşmasının önemli bir adım olduğunu, ancak bunun Meclis’in yasama gündeminde somutlaşması gerektiğini söyledi.

Temelli, yeni dönemin önceliklerinden birinin “Demokratik Entegrasyon Yasaları” olduğunu söyledi. İsimlendirmede farklı tercihler olabileceğini kabul eden Temelli, “Çözüm Yasası”, “Geçiş Süreci Yasası” gibi adlandırmalar tartışılsa da, içerik ve amaç ne olursa olsun bu tür düzenlemelerin gecikmeksizin çıkarılması gerektiğini vurguladı.

Yargıya dair taleplerini de detaylandıran Temelli, şu noktaları öne çıkardı:

İnfaz Kanunu, TCK ve TMK’da yapılacak düzenlemeler ile cezaevlerindeki adaletsizliklerin giderilmesi;
Siyasi tutsakların, hasta tutukluların serbest bırakılması;
Eş Genel Başkanlar dahil olmak üzere siyasi mahpusların durumunun bir an önce çözüme kavuşturulması.

“Bu konuda gecikmeye mahal yok” mesajını veren Temelli, toplumun beklentisinin büyük olduğunu; milyonlarca insanın mağduriyetine son vermek için yargı paketlerinin peşi sıra Meclis gündemine gelmesi gerektiğini söyledi.

Temelli, sürecin merkezinde İmralı’nın bulunduğunu vurguladı: “Meclis bir an önce Başmüzakereci Öcalan ile görüşme zeminini yaratmalıdır.” Temelli, bu muhataplığın sürecin hızlanması ve güvence altına alınması bakımından belirleyici olduğunu savundu ve komisyondan bu konunun gündeme alınmasını ısrarla talep ettiklerini belirtti. Ayrıca Meclis’in vesayetçi, güvenlikçi zihniyetten arındırılması çağrısında bulundu.

Temelli, yaklaşan bütçe tartışmalarına dair somut taleplerini yineledi: “Yoksullukla mücadele eden, halka kaynak ayıran bir bütçe istiyoruz.” Mevcut bütçe anlayışını eleştirerek, kaynakların savaş sanayisine, sermayeye rant sağlayan projelere ayrılmasını sert biçimde eleştirdi. Eğitim, sağlık, yurt sorunu ve üniversite öğrencilerinin barınma gibi alanlarda yaşanan sorunlara dikkat çekti; “Barışın bütçesini var etmek demek yoksullukla mücadele etmektir” ifadelerini kullandı. Temelli, “Bu dönemin bütçesi artık bu olmalıdır” diyerek iktidarı ve Meclis çoğunluğunu halk öncelikli bir bütçe tasarısı hazırlamaya davet etti.

“Dezenflasyon Programı başarısız”

Ekonomik politikalara ilişkin sert eleştirilerde bulunan Temelli, 30 aylık Dezenflasyon Programı’nın başarısız olduğunu savundu. Programın esasen emekçileri ve emeklileri hedef aldığı, enflasyon ve geçim sıkıntısının sürdüğü görüşünü dile getirdi. TÜİK verilerine yönelik eleştirilerini yinelerken, hayat pahalılığına karşı “halk için barış bütçesi”nin çözüm olacağını belirtti.

Temelli, Gazze’deki insani krize ilişkin acil taleplerini tekrar etti: “Derhal silahların susması, insani yardımın ulaştırılması ve Filistin halkının korunması” önceliğidir. Barış planlarının ve anlaşmaların mükemmel olmadığını kabul eden Temelli, kalıcı çözümler için Filistin halkının gerçek muhatap alınmasının şart olduğunu söyledi. Suriye politikalarında da demokratik çözümün önemini vurgulayan Temelli, Türkiye’nin Ortadoğu’ya adil, bölge halklarının çıkarını gözeten bir pencereden bakması gerektiğini kaydetti.

Konuşmasını bitirirken Temelli, Meclis’e yönelik şu çağrıyı yineledi: “Muhalefetiyle ve iktidarıyla birbirini anlayan, müzakere edebilen; toplumun beklentilerini karşılayan bir yasama yılı hepimizin ortak talebidir. Bunun yolu kavga değil, ortak iradeden geçer.” Temelli, DEM Parti’nin Meclis’te bu hedefler doğrultusunda yerini alacağını ve müzakereden vazgeçmeyeceklerini bildirdi.

Paylaşın

Beyin Şekeri Metabolizması Alzheimer’ın Anahtarı Olabilir Mi?

Alzheimer, ilerleyici bir nörodejeneratif bozukluk olup, genellikle yaşlılarda görülen en yaygın demans türüdür. Alzheimer, beyinde beta – amiloid plakları ve tau protein yumaklarının birikmesiyle karakterizedir. Bu, nöron kaybına ve sinaptik bağlantıların bozulmasına yol açar.

Haber Merkezi / Alzheimer’ın başlıca belirtileri hafıza kaybı, bilişsel gerileme, dil ve problem çözme becerilerinde zorluk, davranış değişiklikleridir. Hastalık ilerledikçe günlük yaşam aktivitelerini bağımsız sürdürme yeteneği kaybolur. Alzheimer’ın kesin tedavisi yoktur, ancak bazı ilaçlar ve yaşam tarzı değişiklikleri semptomları hafifletebilir veya ilerlemeyi yavaşlatabilir.

Beyin şekeri metabolizmasının Alzheimer hastalığında önemli bir rol oynayabileceği hipotezi, son yıllarda bilimsel araştırmalarda dikkat çeken bir konudur. Alzheimer, beyinde beta – amiloid plakları ve tau protein yumakları birikimiyle karakterize edilirken, enerji metabolizmasındaki bozuklukların da hastalığın gelişiminde kritik olabileceği düşünülüyor. Özellikle glikoz metabolizması, beynin enerji ihtiyacını karşılamada temel bir rol oynar ve bu süreçteki aksaklıklar, nöronal işlev kaybına katkıda bulunabilir.

Beyin, enerji ihtiyacının büyük kısmını glikozdan sağlar. Alzheimer hastalarında, beyin bölgelerinde (özellikle hipokampus ve kortekste) glikoz kullanımında azalma gözlemlenmektedir. Bu durum, “beyin hipometabolizması” olarak adlandırılıyor ve hastalığın erken evrelerinde bile tespit edilebiliyor (örneğin, PET taramalarıyla). Bu metabolik bozukluk, beta – amiloid birikiminden önce ortaya çıkabiliyor, bu da glikoz metabolizmasının hastalığın bir sonucu değil, potansiyel bir nedeni olabileceğini düşündürüyor.

Alzheimer bazen “Tip 3 diyabet” olarak adlandırılıyor çünkü beyindeki insülin direnci, glikoz kullanımını bozarak nörodejenerasyona katkıda bulunabilir. İnsülin sinyal yolaklarındaki bozukluklar, beta – amiloid ve tau patolojilerini artırabilir. Diyabet hastalarında Alzheimer riskinin daha yüksek olması, bu bağlantıyı destekliyor.

Glikoz metabolizması, mitokondrilerde enerji üretimine (ATP) bağlıdır. Alzheimer hastalarında mitokondriyel disfonksiyon, oksidatif stres ve enerji eksikliği, nöronal hasarı hızlandırabilir. Bu durum, beyin hücrelerinin enerji açlığına yol açarak sinaptik işlev kaybına ve bilişsel gerilemeye katkıda bulunabilir.

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Süreç” İçin Komisyon Çağrısı

DEM Partili Sezai Temelli, PKK’nın silah bırakma ve fesih kararı sonrası gelişen sürece ilişkin, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a Meclis’te komisyon kurulması için harekete geçme çağrısı yaptı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Meclis Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te güncel gelişmelere ilişkin basın toplantısı düzenledi.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a seslenen Temelli, “Türkiye’de sağlanacak olan Kürt barışının bölgeye olacak etkilerini uzun zamandır dile getiriyoruz. Kürt meselesi demokratik bir çözüme kavuşursa bu anlamda kalıcı bir barış inşa edilebilirse bölge halklarının kurtuluşu da buradan geçer. Filistin halkının da bölgedeki tüm halkların da kurtuluşu buradan geçiyor. Yoksa İran ve İrail gibi rejimilerden geçmiyor. Bugün için Türkiye için çok riskler birikmiş durumda. Bu risklere karşı yegane gücümüz barıştır. Bu vesileyle çağrımızı yineliyoruz; gelin demokratik toplum çağrısına, kalıcı barış mücadelesine destek verin. Bu anlamıyla üzerimize düşen sorumluluklar var. Diplomasi alanında yapılacaklar var ama Meclisin de yapması gerekenler var. Meclis torba yasaların içinde boğulmaya devam ediyor. Oysa Meclis demokratik toplum ve barış konusunda inisiyatif alma günlerini yaşıyor.” dedi.

“Meseleye özgü Meclis komisyonu kurulmalı”

İnisiyatif alınması ve adım atılmasını isteyen Temelli komsiyonun yapısına dair ise şunları söyledi: “Meseleri birbirine karıştırmamız gerekiyor. Bu konuda çalışacak komisyon kendisini bu konuda yetkinleştirmeli ve etkili bir çalışmayı ortaya koymalıdır. Yok anayasa yok başka meselelermiş, her şeyi birbirine karıştırıp hareketsiz hale gelmememiz lazım. Anayasa çalışmaları da muhakkak yapılabilir diğer çalışmalar da yapılabilir ama bu meseleye özgü bir çalışma için Meclis komisyonu önemlidir.”

Hasta tutukluların durumuna değinen Temelli yargı paketindeki eksiklikleri eleştirdi, “Nihat Genç 30 yılı doldurmasına rağmen iyi halli olmadığı gerekçesiyle bırakılmadı. İnsanlara ‘pişman mısınız’ diyerek kimliğini değiştiremezsiniz..” diye konuştu.

Gazetecilerin İmralı görüşmesinin ne zaman gerçekleşeceği sorusu üzerine “Başvuruyu yaptık cevap bekliyoruz.” diye yanıt verdi.

(Kaynak: MA)

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Yeni Anayasa” Açıklaması: Mutabakat Sağlanmalı

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Yeni Anayasa” tartışmalarına ilişkin, “Askerlerin, darbecilerin yaptığı anayasaların yerine; halkın, toplumun beklentilerini karşılayacak sivil bir anayasa yapalım dedik. Ama nasıl yapılır, kim yapar, hangi yöntemle yapar; bu konularda mutabakat sağlanmalı” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları ve Grup Başkanvekillerinden oluşan heyet, dün (28 Mayıs) AK Parti heyetiyle Meclis’te görüştü.

Yaklaşık 2 saat 15 dakika süren görüşmenin ardından açıklama yapan DEM Parti, görüşmede Türkiye ve bölgedeki gelişmelere dair kapsamlı bir fikir alışverişinde bulunulduğunu ifade etti. Açıklamada, Meclis’e sunulması beklenen İnfaz Paketi’nin de görüşmede gündeme geldiği belirtilerek, görüşmenin ayrıntılarına ilişkin kapsamlı açıklamanın ilerleyen günlerde yapılacağı belirtildi.

Görüşmeye ilişkin AK Partili Efkan Âlâ ve Abdullah Güler de kısa açıklamalarda bulundu; ancak içerikle ilgili ayrıntı paylaşmadılar.

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, görüşmenin içeriği, İnfaz Yasası’nda yapılacak düzenlemelerin kapsamı ve anayasa tartışmalarına ilişkin bianet’ten Tuğçe Yılmaz‘ın sorularını yanıtladı.

AKP ile dün iki saati aşan görüşmenizden sonra “Beklenen infaz düzenlenmesini henüz göremeyeceğiz” dediniz. İktidar neden beklenen adımı atmadı?

Bu konuda uzun süredir yoğun bir çaba içindeyiz. Toplumun 10. Yargı Paketi’yle ilgili ciddi beklentileri vardı. Görüşmede bu beklentileri ve önerilerimizi aktardık. Aynı zamanda siyasetin önünü açacak bir adım olarak bu paketin önemini vurguladık. Ancak geldiğimiz noktada, İnfaz Yasası’yla ilgili beklenen kapsamlı düzenlemenin pakette yer almadığını gördük. Sadece hasta tutuklular, hamile kadınlar ve çocuklu anneleri kapsayan çok bir düzenleme söz konusu. Bu, infazın çok sınırlı bir alanda ele alındığını ve beklediğimiz genişlikte bir düzenleme olmadığını gösteriyor.

Kapsamlı bir düzenleme yapılmamasına dair açıklamaları ne oldu?

Konuyu çok yönlü değerlendirdiklerini, heyetlerinin bu konuda çalışmalar yürüttüğünü ve ciddi risklerin söz konusu olabileceğini belirttiler. Toplumun hassasiyetlerine; özellikle kadın cinayetlerine, kadınlara yönelik nitelikli cinsel saldırı gibi meselelere dikkat çektiler. Ve Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarının da dikkate alınması gerektiğini ifade ettiler.

Tüm bunların ışığında, daha fazla ve etraflıca çalışmaları gerektiğini; ancak infaz düzenlemelerini ilerleyen paketlerde mutlaka hayata geçireceklerini belirttiler. Ancak kaçınılmaz olarak bu, bir gecikme anlamına geliyor. Bu yüzden kapsamlı düzenlemeler için Meclis’in yeniden açılacağı sonbahar ayları işaret ediliyor. Yani düzenlemenin dört ay daha beklemesi söz konusu. Bu durum da elbette toplumda bir hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü özellikle cezaevlerinde on binlerce mahpus umutla bu düzenlemeyi bekliyor.

Bu süreçte size herhangi bir taahhütte bulunuldu mu?

Siyasette ve diplomaside kesin taahhütlerden söz etmek mümkün değil. Görüşmelerde sadece fikirler ve beklentiler ifade edilir. Şimdilik bu düzenlemelerin sonbaharda geleceği yönünde bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu adımı atarlar mı, atmazlar mı bilemeyiz. Daha önce de adım atılacağı söylenmişti; ama atılmadı. Bu nedenle toplum olarak da bu konudaki mücadeleyi sürdürmemiz elzem.

İnfaz Yasası’nın düzenlemesinin ertelenmesi, yürüttüğünüz barış ve demokratikleşme sürecini etkiler mi?

Barış ve demokratik toplum süreci, çok boyutlu bir mücadele alanı. İnfaz Yasası gibi düzenlemeler sürece olumlu katkı sunabilir, toplumsal anlamda güveni artırır, siyasal sürecin önünü açar. Bugün oluşan bu belirsizlik toplumsal barış konusunda ciddi bir güvensizlik yaratıyor ve söz konusu gecikmelerin telafisi için güçlü adımlar atılması gerekiyor.

Ancak Yargı Paketi ile ilgili vaatlerin çoğu, barış ve demokratik toplum süreciyle doğrudan ilişkili değil; adli suçluları ilgilendiren düzenlemeler ağırlıktaydı. Bizim yaklaşımımız elbette ki şu: Toplumun farklı kesimlerinin güven duymasını sağlamak, siyasetin temel sorumluluğudur. Hele ki böyle kritik dönemlerde bu sorumluluk daha da büyüyor. Görüşmelerde de bunu açıkça ifade ettik. “Atılacak güçlü bir adım, sürecin diğer aşamalarına da pozitif katkı sağlar,” dedik. Ama elbette ki süreç, kendi güzergâhında ilerlemeye devam edecek. Umudumuz bu yönde.

Anladığımız kadarıyla bir tür “gedik açmaya” çalıştınız; ama size bunun için erken olduğu mu söylendi?

Biz buna gedik açmak demiyoruz. Toplumda güveni ve umudu büyütecek adımlar atmak diyoruz. Süreci desteklemek diyoruz.

Yargı Paketi’ne dair en önemli talebiniz neydi?

Kapsamlı bir çalışma yaptık ve talepleri öncelik sırasına koymadık. Ama elbette ki vicdani açıdan hasta tutuklular meselesi başta geliyor. İnfaz düzenlemeleri konusunda ciddi bir dosya hazırladık ve bunu Adalet Bakanlığı’na ileterek “İnfaz Kanunu’nda, Türk Ceza Kanunu’nda, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılması gereken çok sayıda düzenleme var. Bunlara bir yerden başlamak gerek,” dedik. Onlar da bize “Haklısınız; ama hepsini bir anda yapmak mümkün değil, aşama aşama ilerleyeceğiz,” dediler. Öncelikle pandemi döneminden kalan mağduriyetlerin giderileceğini söylediler; ama bu adımı da atmadılar.

Tartışmaların bir ayağı da anayasa. Buradaki talebiniz nedir?

Biz 2020 yılında da anayasa tartışmalarına dair bir strateji geliştirdik. Maddelere değil, sürece odaklandık. “Anayasa nasıl yapılmalı?” sorusunu merkeze aldık. Askerlerin, darbecilerin yaptığı anayasaların yerine; halkın, toplumun beklentilerini karşılayacak sivil bir anayasa yapalım dedik. Ama nasıl yapılır, kim yapar, hangi yöntemle yapar; bu konularda mutabakat sağlanmalı. Yargı paketleri de bu yönde bir “yol temizliği” görevi görebilir.

Bu tartışmada hem partiniz hem de Abdullah Öcalan, özellikle 1921 Anayasası’nı işaret ediyor. Bunun nedeni nedir?

1921 Anayasası, tıpkı Türkiye gibi, çoğulcu bir anayasa. Bu gerçek, yasalarımıza ve anayasamıza mutlaka yansıtılmalı. Toplumsal mutabakat, sağlıklı bir toplum yapısı ve barış ancak buna uygun bir anayasa ile sağlanabilir. 1921 Anayasası, bu yönüyle önemli bir örnek. O dönemin Meclis’i de, Büyük Savaş sonrası toplanan kongreler de çoğulcu karakteriyle öne çıkar. Tarihe dönüp baktığımızda, bugün yaşadığımız siyasi krizlerin çoğunun o çoğulcu çizgiden sapılmış olmasından kaynaklandığını görürüz.

Sayın Öcalan’ın yaptığı vurgu, tam da bu çoğulcu yapıyı işaret etmesi bakımından kıymetlidir. Türkiye bu eksende bir anayasa tartışması yürütmelidir.

Paylaşın

DEM Parti, Abdullah Öcalan’ın Koşullarını Adalet Bakanı İle Görüştü

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüşen DEM Parti heyeti adına konuşan Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Sayın Bakan’a, tecrit koşullarında Sayın Öcalan’ın bu sürece katkı sunamayacağını, sürecin ilerletilmesi için Sayın Öcalan’ın koşullarının en önemli başlık olduğunu ve bir an önce bu koşulların amasız fakatsız düzeltilmesi gerektiğini ifade ettik” dedi.

Haber Merkezi / Gülistan Kılıç Koçyiğit, “En büyük sorunlardan biri de cezaevindeki mahpusların, cezalarını yatmış olmalarına rağmen idare gözlem kararlarıyla, tamamen subjektif gerekçelerle cezaevinde tutulmalarıdır… Ayrıca mahpusun cezaevi koşullarının düzeltilmesi için yaptığı eylemlerin bile bir disiplin suçu kapsamına alınmasının kabul edilemez olduğunu kendilerine ifade ettik” diyerek yasal düzenleme beklediklerini ifade etti.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli ile DEM Parti Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan’dan oluşan heyet Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüştü.

Yaklaşık 1 saat 45 dakika süren görüşme sonrası DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit şunları söyledi:

“Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli ve Eş Genel Başkan Yardımcımız Öztürk Türkdoğan ile birlikte Sayın Adalet Bakanıyla bir görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşme aslında İmralı Heyetimizin Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeden sonra planlanmıştı.

Ama ne yazık ki İmralı Heyeti Üyemiz ve Meclis Başkanvekilimiz Sayın Sırrı Süreyya Önder’in hastalığı nedeniyle erteledik. Bugün de onlar olmadan bu görüşmeyi gerçekleştirdik. Bu vesileyle, umutlu bekleyişimizi sürdürdüğümüzü belirtmek istiyoruz. Yatağında hastalığına direnen Sırrı Süreyya Önder arkadaşımıza geçmiş olsun dileklerimizi buradan bir kez daha iletiyoruz.

Sayın Adalet Bakanı ile 1 Ekim’den beri başlayan tartışmalar ve sürece yapılacak katkıları, yasal düzenlemeleri geniş bir zeminde konuşma fırsatı bulduk. Öncelikli konuşma başlığımızın, 27 Şubat’taki çağrısıyla yeni bir dönemin kapısını aralayan ve Kürt sorununun demokratik çözümünde yeni bir eşik atlamamızı sağlayan Sayın Öcalan’ın çalışma ve sağlık koşulları olduğunu ifade etmek isterim.

Sayın Bakana, tecrit koşullarında Sayın Öcalan’ın bu sürece katkı sunamayacağını, sürecin ilerletilmesi için Sayın Öcalan’ın koşullarının en önemli başlık olduğunu ve bir an önce bu koşulların amasız fakatsız düzeltilmesi gerektiğini ifade ettik.

Sanırım önümüzdeki günlerde bu konuda bazı gelişmeler görme şansımız olacak. Özellikle İmralı Heyeti dışındaki farklı heyetlerin, farklı milletvekillerinin ve siyasi partilerin, aydınların ve yazarların oraya gitmesinin; Sayın Öcalan’ın görüşmek istediği bazı aydınların, yazarların ve gazetecilerin adaya gitmesinin ve onunla temas kurmasının çok önemli olduğunun altını çizdik. Bakanlığın bu konuda hızla adım atması gerektiğini ifade ettik.

Bunun dışında Türkiye’de adalet sistemiyle ilgili çok büyük sorunlar var. Bunları da kapsamlı şekilde ele alma şansımız oldu. Bizim için en önemli başlıklardan biri de halihazırda cezaevlerinde bulunan hasta mahpuslar. Bunun ne insani ne vicdani ne de hukuki olmadığını her birimiz biliyoruz. Hasta mahpuslar açısından hızla bir düzenleme yapılması, adli tıp raporu alanların hızla cezaevinden salıverilmesi konusunda da görüş ve düşüncelerimizi kendilerine ifade ettik.

Bu konudaki taleplerimizi kendilerine ilettik. Yine kamuoyunda ‘COVID yasası’ olarak bilinen ve pandemi döneminde cezaevinden şartlı salıverilme koşullarını düzenleyen ama örgütlü suçları istisna tutan yasal düzenleme var biliyorsunuz. Bir infaz paketi düzenlemesiydi. Örgütlü suçları istisna tutan meselenin ortadan kaldırılması ve gerçek anlamda herkesi kapsayan eşitlikçi bir yaklaşımın gözetilmesi gerektiğini de kendilerine ifade ettik.

Önümüze gelecek olan infaz paketinde, AYM’nin daha önce de iptal ettiği ‘örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek’ maddesi vardı. AYM bunu iade etmişti ama ne yazık ki Meclis’ten aynı şekilde geçti. Şimdi yeniden pakete konulacağına dair bazı bilgiler aldık. Bunun mutlaka amasız fakatsız ortadan kaldırılması gerektiğini ve AYM kararına uygun bir düzenleme beklentimizi yine kendilerine ifade etmiş olduk.

En büyük sorunlardan biri de cezaevindeki mahpusların, cezalarını yatmış olmalarına rağmen idare gözlem kararlarıyla, tamamen subjektif gerekçelerle cezaevinde tutulmalarıdır. İnsanların cezaevinde kalmalarını sağlayan bu idare gözlem kurullarının reforme edilmesi, gözden geçirilmesi, demokratikleştirilmesi ve bütün gözlem kurulu kararlarına objektif kriterlere göre karar verilmesi gerektiğini kendilerine ifade ettik.

İkinci bir cezalandırma kurulu olan bu kurulun yapısının demokratikleşmesine ve kararlarını da objektif kriterlere göre almasına dair bir düzenlemenin gelecek ilk yasa paketine konulması gerektiğini ifade etmiş olalım. Ayrıca mahpusların hak aramak ve cezaevindeki koşulların düzeltilmesi için yaptıkları eylem ve etkinlikler nedeniyle aldıkları disiplin cezalarının da yine iyi halli olma meselesinde bir kriter olduğunu görüyoruz. Bu disiplin cezalarının yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade ettik.

Mahpusun cezaevi koşullarının düzeltilmesi için yaptığı eylemlerin bile bir disiplin suçu kapsamına alınmasının, hele de bunun şartlı tahliyeyi engellemek için esas alınmasının kabul edilemez olduğunu kendilerine ifade ettik. Bu başlıklarda genel bir tartışma yürüttük. Taleplerimizi, kamuoyunun ve halkımızın beklentisini ilk elden kendilerine ifade etme ve anlatma imkanı bulduk. Bize bu fırsatı verdikleri için Sayın Bakana ve heyetine teşekkür ediyoruz.”

Soru / Cevap

Soru: Peki, yanıt ne oldu? Özellikle Öcalan’ın tecridi konusunda ve İnfaz Yasasında istediğiniz düzenlemelere ilişkin yanıt ne oldu?

Bütün bunları karşılıklı konuşma fırsatı bulduk. Sayın Bakan da dikkatle bunları not etti. Bazı yasal düzenlemelerin aslında hepimiz açısından gerekli olduğu yönünde ortak belirlemelerimiz var. Birçok hakkaniyetsiz, haksız ve eşitliğe aykırı yasal düzenleme olduğunu herkes çok iyi biliyor.

Örneğin COVID yasası çıktığı zaman, pandemi sadece normal adli mahpusları kapsayan bir durum değildi, herkes açısından riskti ama orada örgütlü suçlar istisna tutulmuştu. Örneğin bunun hakkaniyetsizliğini, kabul edilemezliğini ifade ettik. Kendileri de bu konuda çalışacaklarını ifade ettiler. Söylediğimiz her başlığı dikkatle not ettiler. Bu konuda çalışacaklarını, önümüzdeki dönemde de karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağımızı teyit etmiş olduk.

Soru: Öcalan’a umut hakkı tanınacak mı?

Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarını, sağlık ve güvenlik koşullarını kapsamlı bir şekilde değerlendirdik.

Soru: Örgütün kendisini feshetmesi ve silah bırakmasına karşılık örgüt üyelerine ilişkin bir yasal düzenleme gündeme geldi mi?

Soru: Selahattin Demirtaş’ın durumu gündeme geldi mi?

Çok kapsamlı olarak bu konuda da Kobanî Davası ve diğer başlıklarda da değerlendirmeler yaptık.

Soru: Mazlum Abdi, “Ulusal Kongre toplanacak” dedi. Siz bununla ilgili bir davet aldınız mı?

Ona Dış İlişkiler Komisyonumuz yanıt versin. Şu an için teyit edebilecek durumda değilim.

Soru: Yeni bir görüşme olacak mı?

İhtiyaç olduğunda her zaman görüş alışverişinde bulunmak için bir araya gelme konusunda sözleştik.

Soru: İmralı’ya tekrar ziyaret olacak mı görüşmeden sonra?

Şu anda bir görüşme yapıldı. Sayın Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumu nedeniyle İmralı Heyeti Üyemiz Pervin Buldan ve Avukat Özgür Erol bir ziyaret gerçekleştirdi. Bundan sonra da bu ziyaretlerin ihtiyaç duyulduğunda ve daha önce söylediğim kapsamda devam etmesi, sadece heyetimizin değil farklı heyetlerin ve kişilerin de gitmesi yönünde düşüncemizi ifade ettik. Sanırım bu konuda da bazı gelişmeler olacak. Bunu yakında hep beraber göreceğiz.

Soru: Meclis Başkanı ve diğer siyasi partiler ne zaman ziyaret edilecek?

Bunun takvimini MYK’miz ortaya koyacak. Ondan sonra sizlere duyuracağız.

Paylaşın

DEM Partili Temelli: Anadil Bir Haktır Yasaklanamaz

21 Şubat Uluslararası Anadili Günü’ne ilişkin konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Bu ülkede 25 milyondan fazla Kürt vatandaşımız yaşamaktadır… O halka kendi anadilimizde seslenmek kadar doğal bir hak söz konusu olamaz. Anadil bir haktır, tartışma mevzusu yapılamaz, yasaklanamaz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Sezai Temelli, 21 Şubat Uluslararası Anadili Günü’ne ilişkin olarak Türkiye’de de birçok dilin baskı altında olduğunu söyleyen Temelli, birçok dilin yok olmak üzere olduğunu kaydetti.

Temelli devamla şunları söyledi: “Baskı altında deyince en çok baskı altında olan dil Kürtçe. Kürtçe dışındaki dillere yaklaşımı devletin kısmen de olsa daha olumlu. Çünkü Türkiye’de her anadilinde de eğitim hakkı aslında var. Mevzuatta olmasa da fiili olarak var. Dolayısıyla herhangi bir azınlık çocuğu, kendi anadilinde eğitim almasını sağlayabiliyor.

Fakat Kürtçe bir azınlık dili olmamasına rağmen Kürtçenin anadilinde eğitim hakkı yok. Bırakın anadilinde eğitim hakkını, Kürtçenin kamusal alanda kullanımı da yasaklanmış, baskı altında. Her ne kadar iktidar ‘Biz Kürtçenin önünü açtık, televizyon kanalı açtık, Kürtçe kamusal alanda kullanılıyor’ dese de aslında bunun bir gerçekliği ifade etmediğini biliyoruz.

Evet, göstermelik bir televizyon kanalı var; TRT’nin, tırnak içinde, disiplini altında. Ama onun dışında Kürtçe’nin kullanım olanakları her geçen gün daraltılıyor, tiyatrolar yasaklanıyor. Belediyelerin Kürtçe hizmet vermesi yasaklanıyor. Yargıda Kürtçe yargılanma hakları gasp ediliyor, anadilinde eğitim hakkı zaten söz konusu değil.

Ama çok daha büyük bir utancımız var: Mecliste hâlâ kısa bir Kürtçe selamlama bile yasaklanıyor. Hem de hangi mikrofon? Meclis kürsüsünün mikrofonu! Kaldı ki meclis kürsüsü, bu ülkede aslında anayasal güvenceyle korunan bir dokunulmazlık kürsüsüdür. Orada kullanılan söze müdahaleyi kimse yapamaz. Söz konusu Kürtçe olduğunda ise orada bir müdahale ile karşılaşıyoruz. Bunun böyle devam etmesine rızamız yoktur.

“Anadil bir haktır, yasaklanamaz”

Bu ülkede 25 milyondan fazla Kürt vatandaşımız yaşamaktadır. Biz anadilimizde gerektiğinde bir selamlama, bir cümle meclis kürsüsünde dile getirebiliriz. Bunun yasaklanmasını kabul etmiyoruz. Kaldı ki bu konuda ne zaman böyle bir sahne yaşansa, genel kurulda meclisi yöneten Meclis başkanvekili bize bu ülkenin resmi dilinin Türkçe olduğunu hatırlatıyor. Tamam, Türkiye’nin resmi dili Türkçe, Anayasa da böyle diyor. Ama biz halkın temsilcileriyiz. Biz orada bir devlet memuru değiliz ki bize sürekli resmi dili hatırlatıyorsunuz. O halka kendi anadilimizde seslenmek kadar doğal bir hak söz konusu olamaz. Anadil bir haktır, tartışma mevzusu yapılamaz, yasaklanamaz.

Meclis bugün çalışmıyor. Gerçi çalışsa ne olur. Gerçi çalışsa ne oluyor, bu çalışma sonucunda bu ülkede yaşayan herhangi bir vatandaşın, halklarımızın herhangi bir sorunun çözüm üretilmiş midir dönüp bakın, herhangi bir çözüm söz konusu değil. Toplumun halkın vatandaşın inanılmaz sıkıntıları var. Ekonomik sıkıntıları var ama meclis sadece ve sadece ne yapıyor biliyor musunuz? Anayasa mahkemesinin iptal ettiği yasaları yeniden yasalaştırıyor.

Hem de Anayasa Mahkemesi’ni iptal gerekçelerini dikkate almadan yasalaştırıyor. Bir kez daha o yasalar AYM’ye gidecek bir kez daha iptal edilecek. Toplumun meclisten beklentileri bir türlü karşılanmamaktadır. Toplumun çeşitli kesimlerinden işçi, esnaf, çiftçi inanın sürekli olarak grubumuzu ziyaret ediyorlar, sorunlarını anlatıyorlar. Meclis’ten hala beklentileri var fakat Meclis bu beklentileri karşılamıyor.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Partili Temelli: Demokratikleşmeden Barış Gelmez

DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin yaptığı açıklamada, “Bunca mücadeleden çıkardığımız en önemli sonuç şu ki bu ülke demokratikleşmeden barış gelmez, bu ülkeye barış gelmeden de bu ülke demokratikleşmez” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), ‘Toplumsal barış ve özgürlük buluşmaları’ kapsamında Hatay’ın Dörtyol ilçesinde halk buluşması gerçekleştirdi. DEM Parti Dörtyol İlçe Örgütü’nde yapılan buluşmaya DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli ile DEM Parti Milletvekili Sümeyye Boz’un yanı sıra çok sayıda kişi katıldı. Toplantı da DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli konuşma yaptı.

Yeni süreci değerlendiren Temelli’nin konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle: “Biz yola çıktığımız günden bugüne kendimizden önceki mücadelenin mirasını devralarak dedik ki bu ülkeye onurlu bir barışı ve demokrasiyi getirmek bizim öncelikli görevimizdir, sorumluluğumuzdur, vazifemizdir. Biz bunun mücadelesini vereceğiz ve öyle de oldu. Onun mücadelesini vererek bugünlere kadar geldik. Bugünden sonra da yine barış ve özgürlük için, barış ve demokrasi için bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Bundan kimsenin zaten kuşkusu da yok, kaygısı da yok. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun asla bu konuda geri adım atmadık. Bu mücadelelerde vazgeçmedik.

Bunca mücadeleden çıkardığımız en önemli sonuç şu ki bu ülke demokratikleşmeden barış gelmez, bu ülkeye barış gelmeden de bu ülke demokratikleşmez. Bu ülkeye mi? Hayır. Bütün coğrafyanın bugün ızdırabını çektiği şey savaştır, şiddettir. Ama bütün coğrafyanın hasret duyduğu şey de Ortadoğu’suyla, Türkiye’siyle barıştır. Bu hasrete son vermenin yolu mücadeleyi büyütmektir.

Kürt meselesi artık küresel bir meseledir. Demokratik barışçıl bir zeminde çözüme kavuşmadığı sürece aslında ne bölgeye huzur vardır, ne de geleceğe umutla bakabilecek bir anlayış hakim olabilir. O zaman Kürt meselesinin demokratik barışçıl bir çözüme kavuşması siyasi zeminde bir çözüme kavuşması olmazsa olmazdır. Bugün bölge ülkelerine baktığınızda, bölgedeki bütün siyasi yapılara baktığınızda bu meseleye dair elinde bir çözümü olan var mı? Yok. Ellerinde İHA’lar var, SİHA’lar var, tanklar var, toplar var, savaş senaryoları var, paylaşım senaryoları var. Ama ellerinde olmayan tek şey bu nasıl çözüleceğine dair bir siyaset.

“Çözümü savunacağız, çözümün gereği neyse hayata geçireceğiz”

Evet. Bu mesele çözülmeden barış olmayacaksa, bu mesele çözülmeden demokrasi gelmeyecekse o zaman bu çözüme sımsıkı sarılmalıyız. Nedir bu çözecek? Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü siyasi zemininde çözümü nedir diye baktığınızda bakmanız gereken yer İmralı’dır. Dinlemeniz gereken Sayın Abdullah Öcalan’dır. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Artık herkes söylüyor. Çünkü geçmişten bugüne baktığımızda Türk meselesinin demokratik çözümü konusunda kimsenin yol kat edemediği, kimsenin bu meseleyi görmezden geldiği zamanlardan bugüne onlarca yıldır bunun nasıl çözeceğine dair ortaya bir söz koymuştur, bir siyaset koymuştur, bir mücadele koymuştur. Velhasıl bir paradigma koymuştur. Biz DEM Parti olarak işte buna sahip çıkıyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Bunun gereklerini yapmak için zaten varız. Diyoruz ki evet bir çözüm var. Biz bu çözümü savunacağız. Bu çözümün gereği neyse bunu hayata geçireceğiz.

Bizler bir diyalog kanalının açılmasına vesile olan heyetimizle beraber aslında iki İmralı ziyareti gerçekleşti. Heyetimiz gitti. Sayın Abdullah Öcalan’la görüştü. İlk görüşme sonrasında yedi maddelik kamuoyuyla bir paylaşım söz konusu oldu. O yedi maddeye dönüp baktığımızda aslında bugünden yarına nasıl bir adımın atılması gerektirdiği konusunda önemli başlıklar var. Bütün toplumun, bütün siyasetin herkesi aslında bir diyalog zeminine, bir müzakere zeminine, bir sürecin arkasına davet ediyor. Herkese sorumluluk yüklüyor. Tabii en başta sorumluluğu da bizlere yüklüyor. Bizlerin bu konuda atacağı adımları yüklüyor.

Evet bizler bu diyalog zeminini büyük umutlar yaratan bu diyalog zeminini bir müzakereye çevirmek, buradan yeniden herkesin beklentisine gelecek bir çözümün kapısını aralamakla mükellefiz. Bunun kapısını açmak zorundayız. Bunun mücadelesini vermek zorundayız. Tabii ikinci görüşmede de yine belirttiğim gibi çalışmalarını devam ettirdiğini, yoğunlaştığını, kamuoyuyla yakında bir paylaşım yapacağını ve bir yeni döneme herkesin hazırlıklı olmasının gerektiğini söyledi. Evet, büyük bir demokratik dönüşüm dönemine hazırlanıyor. Bunun gerçekleşmesi için de işte bizler de burada birlikte bu çabayı veriyoruz.

Bir müzakere zemini nasıl yaratılabilecekse onu yaratmak için varız. Ve bir çözüm süreci olacaksa Kürt meselesi demokratik bir zeminde çözüme kavuşacaksa onun mücadelesini vermek için buradayız. Bunu kimseye havale edip kenarda oturmuyoruz. Tam tersine. Biz mücadeleyi veriyoruz. Herkesi buna davet ediyoruz ve herkesin de bunun bir parçası olmasını istiyoruz. Hiçbir hesaba indirgenmeden herhangi bir partinin kendi hesabıyla yol alabileceği bir şey değil, topyekûn herkesin içinde olacağı bir adımın atılmasını istiyoruz. Umutluyuz. Sayın Öcalan’ı arkasındayız. O hepimiz için baş müzakerecidir. Onun açacağı yolu tüm halklar için başta da halkımız için aslında çok çok önemli gelişmelere neden olacağını çok iyi biliyoruz. Mesele onun atacağı adımlarla ilgili değil. Ondan eminiz zaten. O konuda bir şüphemiz yok.

Mesele biz ne yapacağız? Mesele muhalefet ne yapacak? Mesele iktidar ne yapacak? Mesele dünya ne yapacak? İşte çözümde buluşmalarını sağlayabilmek adına bize sorumluluk düşüyor. Herkes ateşkes olsun istiyor. Bu ancak ve ancak bizim mücadelemizle mümkün. Demokrasi mücadelemizle mümkün. Barış mücadelemizle mümkün. Yoksa kimse biz evimizde oturduk diye kapımızı çalıp bize barışı getirmez. Kapımızı çalıp bize demokrasiyi getirmez. Bir yerde barış, demokrasi umudu varsa onu gidip büyütüp hayata katmak ancak bizim mücadelemizde olur. İşte o yüzden bu toplantıları yapıyoruz. Ve bunu yapmanın yolu da örgütlenmek.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Partili Temelli’den “Suriyeliler” Açıklaması: Büyük Kısmı Dönmeyecek

Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan DEM Partili Sezai Temelli, “Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor yeni bir mülteci krizi kapıda. Eğer çatışma devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, cihatçı politikalara destek veriyorsanız hiç şüpheniz olmasın mülteci krizi kapınızdadır. Buradaki mültecilerin çok büyük bir kısmı gitmeyecek” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM Genel Kurulunun 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu kapanış oturumunda konuşma yaptı. Temelli, şunları söyledi:

“Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye halklarını, kadınları, emekçileri, gençleri ve çocukları selamlıyorum. Onların barış içinde yaşayacakları bir ülke için bugün cezaevinde bedel ödeyen siyasi tutsak yoldaşlarımı, sürgündeki arkadaşlarımı selamlıyorum. Maalesef iki gazeteci katledildi. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin. Kınıyorum, lanetliyorum. Artık bunlara bir son verin. Bu savaşa, bu katliama bir son verin. Bu SİHA’ları, İHA’ları durdurun. Yine bugün Êzidilerin Ezi Bayramı. Bayramlarını kutluyorum. Bu vesileyle Şengal’de katledilen ve soykırıma uğrayan Êzidi halkına da selam ve saygılarımı iletiyorum.

Bütçe süreci çok yoğun bir süreç. Birçok arkadaşımızın emeği var. En çok da idari personelin var. Burada sabahtan akşama kadar, bazen günde 15 saate kadar çıkan mesaiyle emeklerini esirgemeyen bütün emekçilere teşekkürü borç biliyorum. Bütçe deyince bütçe hakkı, bütçe hakkı deyince de aklımıza gelen ilk şey Magna Carta. Tam 913 yıl olmuş. 913 yıl önce saraya ve krala karşı verilen mücadele sonucunda bütçe hakkı elde edilmiştir. Burada bütçe tarihi anlatmayacağım ama size ironik bir şey söyleyeceğim. Bu bütçe hakkını tekrardan saraya kaptırdık. Ama herkes emin olsun ki o hakkı yeniden alacağız.

Bütçe hakkı önemli. Çünkü birçok eşiğin temelini oluşturuyor. Bütçenin öyle bir gücü var. Bu gücün farkında olmak lazım. Sayın Erdoğan bunun farkında. O gücü kapmış, kendi lehine ve yandaşlarına çok güzel kullanıyor. Ama o güç halkın çıkarlarına ve yararlarına kullanılmalıdır. Nedir her şeyden önce bütçe hakkı? Bütçe, telafi edici bir güce sahiptir. Toplumdaki eşitsizliklerin, toplumda yaşanan sorunların ve krizlerin ortadan kaldırılması için bütçe işte tam da orada gücünü gösterir. Ekonomik istikrar için bütçe. Evet, gerçekten böyle bir gücü vardır bütçenin. Ekonomik büyüme yolculuğunu belirleyen bir güce sahiptir bütçe. Eşitlikçi bir toplum yaratma gücüne sahiptir.

Makro bir şeydir ama tüm mikro yaşamlara değen bir güçtür. Demokrasiyi bütçesiz düşünmemiz mümkün değildir. Bir ülkenin demokratikleşmede kat ettiği yol da onun bütçe yapım süreçlerinde aslında ortaya çıkar. Oraya baktığınızda anlarsınız bu ülke ne kadar demokratikleşmiş, ne kadar demokratikleşmemiş? Nasıl bütçe yapıyorsak o kadar demokratikleşmişizdir. O zaman bugün buraya bakıp demokratik bir ülkeden söz edebilir misiniz? Salt şekil sathını sağlayan bir bütçe maratonuna bakıp bütçe yaptığınızı söyleyebilir misiniz? Bütçeyi yaptılar, getirdiler, şeklini tamamladılar ve şimdi alıp götürecekler. Dolayısıyla demokrasi ve bütçe ilişkisine baktığımızda hiç de umut vadeden bir durum göremiyoruz.

Hukuk devleti ve adalet mekanizması da bütçeyle ilişkilidir. Bu bütçeye baktığınızda adalet adına ne görüyorsunuz? Adalet Bakanlığının cezaevleri yatırımlarını görüyorsunuz. Yani bir toplumu nasıl topyekün tutsak edeceğini düşünen anlayışı görüyorsunuz. O tecrit anlayışı şimdi cezaevi cezaevi tüm topluma yayılıyor. Oysa bir bütçe gerçek anlamda olsaydı, bütçenin gücünü gerçekten bütçeye yansıtabilseydik, o zaman cezaevi yatırımlarını değil toplumsal suçla mücadelenin nasıl sağlanacağını konuşurduk. Ama biz bunu konuştuk mu? Yok. Anayasal güvence, anayasal bütçe. Bu anlamda da bütçe önemli. Anayasası olmayan devletler var. Evet, anayasa şart değil. Bazen bir cümle olabilir, bazen hiç olmayabilir. Önemli olan toplumsal mutabakatı nasıl sağladığınızdır.

Ama bütçesiz devlet olmaz, bütçesiz toplum olmaz. Bütçe yoksa toplum yoktur zaten. Bütçe bu denli önemli bir şey, önemli bir güç. Peki, 2025 Bütçesi nasıl bir bütçe? Her şeyden önce istikrarlı bir bütçe. Neyin istikrarı? 23 yıldır aynı bütçeleri yapma istikrarı. Bu konuda inanılmaz istikrarlısınız. Ekonomide istikrar yok, hiçbir yerde istikrar yok ama sizin bütçe yapım süreciniz istikrarlı. Neoliberal akla, muhafazakar akla sımsıkı bağlısınız ve en sonunda neofaşist bir yere kadar geldiniz. Dolaysıyla faşizmin ekonomisi, faşizmin bütçesi için bundan dahi iyi bir örnek görmeniz mümkün değil.

Nasıl bir bütçe? Militer bir bütçe. AKP döneminde, en iyi hesaplara göre 1 trilyon dolar, yanlış duymadınız, 1 trilyon dolar bu güvenlikçi anlayışa ve savaş sanayisine ayrıldı. Yine 40 yılı aşkın süredir Türkiye ekonomisinden 4 trilyon dolar üzerinde bir kaynağın buraya ayrıldığını biliyoruz. Bu sene de 47 milyar dolar ayırdınız sadece bütçeden. Bütçe dışı fonları da kattığınızda bu rakam 60 milyar dolara çıkıyor.

Nasıl bir bütçeniz var? Miyop. Evet, bütçeniz miyop. Ne uzağı görebiliyor ne de zamanında ileriye bakabiliyor. Sadece kendi durduğu yere bakıyor ve bütün yaşamın orada şekillendiğini kabul ediyor. Kalkınma planı yapıyorsunuz, kalkınma planına uymayan bütçeler yapıyorsunuz. Sayın Cevdet Yılmaz bu anlamda çok yoruluyor. Hem kalkınma planı hem orta vadeli program hem bütçe yapıyor. Fakat bir sorun var ki bunlar birbirine uymuyor. Sanırsınız ki üç Cevdet Yılmaz var, üç farklı iş yapıyor. Bari bunları uyumlu hale getirin. Destek istiyorsanız hazırız.

Peki, nasıl bir bütçe? Şirket bütçesi. Şirket aklıyla yapıyorsunuz. Oysa sosyal devlet dediğinizde bütçeye bakarsınız. Orada sosyal çıkmış yerine şirket girmiş. Daha önce Cumhurbaşkanı da söylemişti. Devleti A.Ş. gibi yönetmek demişti ve sözünde duruyor. Dolayısıyla bir şirket bütçesi var ve içinde sosyal yok. Nasıl bir bütçenizin olduğunu çok iyi açıklıyor. Finansmanında da bunu görüyorsunuz. Örneğin Hazine ve Maliye Bakanı burada, ‘Cumhuriyet döneminin bütçelerinden ve ekonomisinden ayrıldık’ dedi. Ne yaptınız? Cumhuriyet dönemi boyunca cumhuriyet 4.5 büyümüş, şimdi 5.4 büyümüş. Devasa bir fark, 0,9 puan fark yaratmışsınız. Ne pahasına yaratmışsınız peki? Özelleştirme. Bu ülkenin varını yokunu sattınız. 75 milyarı sattınız. Devasa borçlandınız. Ne pahasına? Topladığınız acımasız vergiler pahasına. Bütün bu bedellere karşılık 0,9 fark yaratmışsınız, bununla da övünüyorsunuz. Bu farkı da nasıl yarattığınıza dönüp baktığımızda hep Allah’ın lütfuyla yarattınız. Orada da acı bir tarih ve hikaye var.

Bugün kur-faiz sarmalından kurtulamamış bir ekonomi var. Cari açık var, bütçe açığı var, tasarruf açığı var. Önce kur korumalı mevduatla yama yapmayı denediniz, tutmadı. Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdiğiniz. Şimdi Carry Trade ile yama yapacaksınız. Size üzücü haberi vereyim, o da olmayacak. Taşıma suyla değirmen dönmez. Dönse de bir süre döner sonra aslında daha büyük felaketlerin, daha büyük krizlerin oluşumuna neden olur.

Evet, Türkiye’nin borcu çok az. Bununla övündü Hazine ve Maliye Bakanı. “Bazı ülkelerin borçluluk oranı yüzde 245. Biz de çok düşük” dedi. Bu övünülecek bir şey olsa övünelim. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde enflasyon yüzde 5’in altında. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde işsizlik yüzde 5’in altında, yaşam standardı bize tur bindirir. Ama siz diyorsunuz ki bizim borcumuz az. Neden borcunuz az biliyor musunuz? Sermayeyi fonladığınız için borcunuz az, halkın yararını düşündüğünüz için değil. Valla biz o kadar borca razıyız, yeter ki bu kadar enflasyon olmasın, bu kadar borçlanma olmasın, bu krizler olmasın. Dolayısıyla işlediğiniz suçları bir de marifetmiş gibi gelip burada anlatmanız kabul edilebilir değil.

Bu sabah Merkez Bankası bir kez daha enflasyon tahminini değiştirdi. Yukarıya doğru. Politika iflas etmiş ama öngörü yok, tahmin yok, hesap yok! Yine yükseliyor enflasyon. Asgari ücret görüşmeleri ya da kamu emekçilerinin zamlarının belirleneceği veya emeklilere verilecek maaşların belirleneceği sırada TÜİK eliyle enflasyonu düşürmeyi başarıyordunuz. Ama bu kez onu da yapamıyorsunuz. Yani durum felaket. Bu 22 yılda, temenni metnini geçmeyen ama bir türlü de bu temennilerin hayata geçmediği 23 bütçe geride bıraktık.

Dolayısıyla 2025 yılında bizi bekleyen şey yine krizdir. Ama bu kriz sadece ekonomiden kaynaklanmıyor, ciddi bir öngörü sorunundan kaynaklanıyor. Hem ekonomide hem siyasette bunu çok net görmemiz mümkün. ‘Türkiye Yüzyılı” denen bir kavram var, çok kullanıyorsunuz, çok seviyorsunuz. Bu kavramı ne zaman ilk defa kullandınız hatırlıyor musunuz? Çözüm Sürecinde. O yıllarda Türkiye’nin 2. yüzyılının projeksiyonunu yapıyordunuz. Barış umudu yükselmişti, müzakere vardı, İmralı’nın kapıları açıktı ama tecrit devam ediyordu, bunun da altını çizelim.

O yıllarda Türkiye Yüzyılı nasıl olacak diye konuşurken, kişi başına gelirin 25 bin dolar olacağını söylüyordunuz. ‘Gayri Safi Yurtiçi Hasılamız böyle olacak’, ‘enflasyon böyle olacak’. İnanılmaz bir fotoğraf ortaya koyuyordunuz. Masayı devirdiniz, şimdi geldiğiniz noktada 12 bin 500 dolar seviyesinde kişi başına gelir. Aslında baskıladığınız dövizden dolayı orada. Dövizi baskılamasanız şu anda kişi başı gelir 9 bin dolardır. Evet, 9 bin dolar. Dolayısıyla sadece temenni metni değil mesele, aslında çarpık bir öngörü ve bir hesapsızlık burada kendini gösteriyor.

“Yapısal sorunları çözmek zorundasınız”

Sadece ekonomiden kaynaklanmıyor bu, ortada bir siyasi kriz var. Siyasi kriz ile ekonomik krizin birbiri üzerindeki etkisi bunu bu hale getiriyor. Siyasi krizin temelinde bulunan birçok sorun dile getirilebilir, ancak en belirginlerinden bir tanesi de yönetim krizi. Bir yönetememe haliyle karşı karşıyayız. Ciddi yapısal sorunları var ülkenin. Geçen yüzyıla ‘Türkiye Yüzyılı’ diyemememizin nedeni, o yapısal sorunları çözememiş olmamızdır. Yani geride bırakılan yüzyıl Türkiye Yüzyılı olamamıştır. Yeni yüzyıla bir umut yüklüyorsunuz, Türkiye Yüzyılı olsun diyorsunuz, olsun. Ancak olması için yapısal sorunları çözmek zorundasınız. Nedir o? Kürt meselesidir. Nedir o?

Cumhuriyetin demokratikleşmesidir. Nedir o? Yoksulluğun yeniden üretimine son verilmesidir. Yani yoksullukla mücadeledir. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Oligarşinin tunç yasasını çalıştırmaya devam ediyorsunuz. Bürokratik, siyasi ve iktisadi oligarşi ayakta. Bütün yaşamı bu oligarşik akıl belirlemeye devam ediyor. Burada bir ittifak var. Bu bir suni ittifak. Bu suni ittifak, bu yapay ittifak -ki yapay zekaya da sorabilirsiniz- dağılmaya mahkum. Bu yapay ittifak dağılmadığı sürece de bu yapısal sorunları çözme şansınız yok. Bütçe yaparak, plan yaparak çözemezsiniz. Siyasete bu müdahale yapılmadığı sürece, bu krizleri çözmemiz mümkün değil. Kim yapacak bu müdahaleyi? Tabii ki halk yapacak. Yani bu oligarşik akılla ittifak yapanlar ve oligarşik aklın içine kendini yerleştirenler bu çözümü üretemezler.

Bugün Türkiye’de artı değer üzerinden baktığımızda aşırı bir sömürü var ve bir sömürgeci akıl var. Dolayısıyla hem Kürt meselesinin çözümsüzlüğü hem Cumhuriyetin demokratikleşememesi hem yoksullukla mücadele edemememizin nedeni işte bu sömürü ve sömürge aklıdır. Bu çoklu kriz ortamından çıkmanın yolu da her şeyden önce bu yapısal meselelere gerçekten çözüm üretmekten geçiyor. Kamusal tercihleri dikkate alan ve bunları bütçelere yansıtan bir yaklaşımdan bakmalıyız. Toplumsal barışın sağlanmasında kilit rolün burada olduğuna inanıyoruz.

Hep toplumsal barıştan bahsederken, sanki Kürt halkı ile Türk halkı kavgaya tutuşmuş gibi bir mesele anlatılıyor. Hayır! Türkiye’de Kürt halkı ile Türk halkı arasında bir kavga yok. Suriye’de de yok, Irak’ta da yok. Dünyanın hiçbir yerinde yok. Ama iktidarların toplumla kavgası var. Kendi kavgalarını işte bu toplumsal barışı dinamitleyerek saklamaya çalışıyorlar. Çünkü iktidarlar halklara yabancı. Kürt halkı ile Türk halkının ortak vatanda ortak kaderinde, ortak geleceğinde bir sorun yok ama sizin zihinlerinizde ciddi bir sorun var. Bu sorunu mutlaka aşacağız, bundan da kuşkunuz olmasın.

Sayın Cevdet Yılmaz, konuşmanızı dikkatle dinledim. Meclis’te bir bütçe sunumu yapıyordunuz ve verdiğiniz ilk müjde neydi? “Kırmızı Kitap’ı yeniliyoruz”. Yahu Kırmızı Kitap bir MGK aklı, bir darbe aklıdır! 60 darbesini yapanların aklıdır. 12 Mart muhtırasının aklıdır. 12 Eylül’ün aklıdır. Neden bunu yeniliyorsunuz? Bunu kaldırıp atın ki toplum kendi mutabakatı üzerinden anayasasını ve bütçesini yapabilsin. Kırmızı Kitap’ı salladığınız sürece tahditli demokrasinin, kusurlu demokrasinin ötesine geçemezsiniz. Zaten geçmek de istemiyorsunuz.

Seçim Kanunundan yakındınız. Daraltılmış bölgeyi istiyorsunuz. Yani buradaki temsiliyet sizi rahatsız ediyor. Daraltmak istiyorsunuz temsiliyeti. Kenan Evren, ‘İki buçuk parti yeter’ diyordu. Siz ‘iki parti yeter’ demeye kadar gideceksiniz. Bu temsiliyet krizini, temsiliyet alanları açarak aşmak yerine temsiliyeti daraltarak açmak istiyorsunuz. Siyasi Partiler Kanunu. Demokratikleşmiş, kendi iç yapısını demokratikleştirmiş bir siyasi partiye tahammülüz yok. Eş başkanlığa tahammülünüz yok. Belediye eş başkanlarımızı suçlamanızın nedeni bu. Yani kadın temsiliyetinin eşit şekilde sağlandığı yapılara bile tahammülünüz yok. Aslında yaşama tahammülünüz yok. Anayasadan, anayasa yapmaktan bahsediyorsunuz. Yolu böyle temizlerseniz, o yolun sonunda anayasa yapmazsınız, yapamazsınız. O yolun sonunda başka bir yere gidersiniz ki dilim el vermiyor söylemeye.

Neden böyle oluyor? Evet, oligarşi böyle çalışıyor. Ama küresel ekonomi-politiğe baktığınızda bunun nedenlerini de anlamak mümkün. Üçüncü Dünya Savaşından bahsediyoruz. Çok önceden bu konu dile getirilmişti ki hatta 99 yılında Sayın Öcalan bunu dile getirmişti. ‘Üçüncü Dünya Savaşı kapımızda, büyük risk var’ demişti. Bütün Ortadoğu halkları için ve özellikle Türkiye için ne kadar önemli riskler barındırdığını dile getirmişti. İki kutuplu dünyadan çıktığımız andan itibaren aslında yeni bir dünyanın kendi savaş algoritması oluşmaya başlamıştı. Kutupsuz dünyanın ızdırabıdır bu.

Kutupsuz dünyanın ızdırabında emperyal ilişkiler, yeni dünya düzenini belirlerken kutupsuz kaldı. Kutup lazımdı, bir kutup buldular. O uluslararası kurumlar, uluslararası bürokrasi bir kutup buldu: Terör. Kavram setine terörü yerleştirdiler ve ABD, özellikle Afganistan’dan başlayıp Suriye’ye kadar NATO’yla bütün ülkelerin jandarması oldu. Çünkü bir düşman lazım, çatışma lazım. Kavram setinin içine geldiler terörü yerleştirdiler ve dünya bu kavramı kullanarak aslında geride bıraktığımız onlarca yılı heba etti.

Bunun bedeline en çok da Ortadoğu halkları ödedi. Çünkü Ortadoğu halklarının hepsi terörist ilan edildi. Yoksulların dillerinin ve dinlerinin buluştuğu Ortadoğu coğrafyası adeta ‘Teröristan’a döndü. İnsan bu sözü Ortadoğu’ya söyleyebilir mi? Bütün bu kutsallığın topraklarına dönüp ‘Teröristan’ diyebilir misiniz hiç? Dememeniz lazım. Çünkü siz daldınız o kavram setinin içine, aynı terör kavramını yerleştirdiniz. Terör aşağı, terör yukarı… Sonra da stratejik özerklikten bahsediyorsunuz. Sizinki stratejik özerklik olmaz, sizinki savrulma olur. Bir gün NATO’da, bir gün G7’de, bir gün G20’de, bir gün G8’desiniz. Bir gün Dünya Bankası, bir gün IMF habire dolaşıyorsunuz.

Dolaştığınız bütün bu mekanların kodları değişse de hepsi kapitalist modernitenin bürokrasisidir. O bürokrasinin Ortadoğu’ya biçtiği rol bellidir. Ortadoğu’ya biçilen o rolün içinde mi olacaksınız, yoksa Ortadoğu halklarının yanında mı olacaksınız? Türkiye’nin geleceği mi sizin için önemli, yoksa emperyalistlerin geleceği mi? Türkiye’nin ve Ortadoğu halklarının geleceği mi önemli, yoksa bugün stratejik özerklik olarak önümüze gelen ama aslında IMEC Projesinin hayata geçmesi için araçsallaştırılmış bir dış politika mı önemli? Dış politika deyince bu güncelleme aklımıza geliyor.

Son günlerin moda deyimi, İngilizcesini de söyleyeyim kayda geçsin. Çünkü burada İngilizce söylendi ve söylendiğinde de nedense mikrofon kesilmedi. Update, yani güncelleme. Güncelleme mi istiyorsunuz, tamam güncelleyelim. İç ve dış politikayı güncelleyelim. O zaman dönüp bölgeye bir daha bakalım. Nasıl güncelleyeceğiz? Kavram setimizden bu terörü çıkaralım bir kere. Rojava gerçekliğine dönüp bakalım. Rojava halklarının oradaki seküler yaşamının, oradaki var ettiği demokrasinin sadece bizim için değil bütün Ortadoğu için ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya çalışalım. Buradan başlayalım. Bu yeni kavram setidir, yeni bir politik hattır.

Bu hepimiz için iyi olandır. Çünkü hiç kimse bizim için iyi olanı ajandasına yapıp da kalkıp Ortadoğu’ya gelmez. Geliyorsa bilin ki orada hepimiz için bir kötülük vardır. Şimdi bu kötülüğü sonlandırmanın zamanıdır. Samimiyseniz, o zaman doğru yerden başlamanız lazım. Bugün doğru yer Rojava’dır. Rojava’ya kalkıp onların ajandasından bakarsanız, ‘IMEC’i kaçırdık bari inşaat sektörüyle gidelim Suriye’yi yeniden yapılandıralım’ derseniz, o tuzağa düşersiniz. O tuzağa düştüğünüz yerde de aslında sizi büyük riskler bekliyor. Kapınızdaki bu büyük riskler nedir? Savaştır. Savaş kaçınılmazdır.

“Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz”

Afganistan’da savaş çıktığında, Ruslar Afganistan’ı işgal ettiğinde yazılan makalelere bakın. Daha o gün Suriye yazılıyordu. Kimse tınlamadı. Daha ilk Afganistan işgali sırasında Suriye üzerine makaleler yazılmaya başlanmıştı. Yahu bunları izleyin ya da izleyemiyorsanız bizi dinleyin. En azından bir olumlu adım atarsınız. Çünkü biz izliyoruz. Çünkü biz Ortadoğu halkıyız, biz Ortadoğu partisiyiz. Biz öyle zihnini batıya teslim etmiş bir parti değiliz. O yüzden izlemek, müdahale etmek zorundayız. Bütün bunların gelip yansıdığı yer tabii ki Türkiye. Gabrial Garci Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanı meşhurdur. Bizim için bir roman yazılsaydı, adı ‘Yüzyıllık Yıpranmışlık’ olurdu.

Çok yıprandık, her yapımızla yıprandık. Bütün bu yıpranmışlıktan çıkmanın yolu, bu risklere karşı ortak bir siyaseti var etmektir. Savaşa karşı barış siyasetini var etmeliyiz. Mutlaka barış siyasetinin gereği neyse bunu hayata geçirmeliyiz. Yeni mülteci riski kapımızda. Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor, hayır, yeni mülteciler gelecek. Eğer çatışmalı ortam devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, orada selefi-cihatçı anlayışı hakim kılacak politikaya destek veriyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın ki yeni bir mülteci krizi kapınızda. Buradaki mültecilerin de çok büyük bir kısmı geri gitmeyecek. Kim gider böyle bir çatışmanın içine, bu riskler varken.

Bir başka risk de ekonomi üzerinde. Ekonomide yaptığınız hiçbir planlamanın tutması mümkün değil. Türkiye kırılgan ekonomiler listesinden hiç çıkmıyor, neden düşündünüz mü? Bu kadar fedakarlık, kemer sıkma, yaptırımlar ama ilk 5’te yerimizi kimseye kaptırmadan durmaya devam ediyoruz. Enflasyon, sefalet endeksi, işsizlik ne sayarsanız sayın ilk 5’teyiz, kırılganız. Çünkü bu kırılganlığı aslında kendimiz yaratıyoruz. Çözüm basit. Çok farklı yerlerde bunları aramaya gerek yok. Demokratikleşme. Her şeyin anahtarı bu. Bir demokratik ülkelere bakın, bir de otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere bakın, fark kendisini ortaya koyuyor. Bunun için söze gerek yok. Demokratik ülkelere öykünüyorsanız gereğini yapın ama yapmıyorsunuz. Otoriter rejimle demokrasicilik oynamaya çalışıyorsunuz. Bu da sadece krizleri büyütüyor.

Kürt meselesini çözeceğiz, çözmezsek bu yapısal sorunları çözemeyiz diyoruz ama siz kayyım atıyorsunuz. Kayyım atadığınız bir yerde nasıl bir demokrasi programınız olabilir. Bu arada en son kayyım atadığınız Van Bahçesaray. 8 ay kimse gidemiyor Bahçesaray’a. Yol yapacağınıza kayyım atıyorsunuz. İşte sizin haliniz bu. Kayyım da gidemeyecek. O kayyım da 8 ay gidemeyecek, gitse de zaten gelemeyecek.

Peki, ne yapmalı? Her şeyden önce bütçe yapmalı. Bütçe yapacak iradeyi ortaya koymalı. Bütçenin demokratikleşmesi önemli bir role sahip. Bütçe yapabilmeyi başarırsak, bu sorunların birçoğunu aşabiliriz. Siyasi krizi aşabiliriz, kayyımlarla yönetilen bir ülke ayıbından kurtulabiliriz. Özgürlükleri var edebilir, vesayetten kurtulabiliriz. Vesayeti biz 2 saat önce Meclis’in kapısında yaşadık. Basın açıklaması yapacaktık. Yollara düşüp gelen arkadaşlarımızın çözüme dair yapacağı basın açıklaması, Meclis’in kapısında yapılmadı. Neden? Orada Meclis Başkanının ricasına bile saygı göstermeyen bir vesayet aklı vardı. Sayın Başkan, biz sizin hakkınızı orada savunduk. AKP’li bakanlığın yapamadığını biz orada yaptık. Savunmaya da devam edeceğiz. Neden biliyor musunuz? Çünkü seçilmişsiniz. İşte demokrasi burada. Eğer bu hakları birlikte savunacaksak var edebiliriz. Yoksa çözemeyiz.

Yoksullukla mücadele için de bütçe yapmalıyız. Bütçenin demokratikleşmesi bu ayaklar üzerinde olabilir. Bunun için yol gösterici bir program var: Radikal demokrasi, halk için bütçe, ekmek ve adalet için bütçe. Yapıyoruz. Diyeceksiniz ki bu kadar bütçe olur mu? Burada hakikatin sadeliğini görüyorsunuz. Buraya ciltler getiriyorsunuz, işe yaramıyor. Ben geçen sene Hazine ve Maliye Bakanına yaptığımız bütçeyi verdim. Tenezzül edip okusaydı, bu sene bütçe bu kadar kötü olmazdı.

Dolayısıyla hakikate kulak verin. Radikal demokrasi aslında günümüz demokrasisinin önünü açan bir anlayıştır. Katılımcı bütçe yapmalıyız, dolayısıyla demokrasiyi toplumun tüm yapılarında hayata geçirmeliyiz. O yüzden de bütçe dediğiniz şey sadece burada yapılan bir şey olmamalı. Tüm yerellerde yapılabilmeli. Yapılmış yerel bütçeler mutlaka desteklenmeli. O yüzden yerel yönetimler ve yerel demokrasi, demokrasimizin baş köşesine oturmalı. Siz baş aşağı ediyorsunuz, onu en alta alıyorsunuz. O da yetmiyor, Kürt illeri söz konusu oldu mu üzerinde tepinip bir de kayyım atıyorsunuz.

Böyle bir bütçe her şeyden önce sadece Kürt sorununu çözmekle kalmaz ekonominin de sorunlarını çözer. Hem Kürt sorunu hem ekonominin sorunları, demokratikleşme meselesinde zaten bağdaşan meselelerdir. İşsizlik sorunu dediğinizde, orada karşınıza Kürt sorunu çıkar. İşsizlik haritasına baktığınızda Kürt illeri işsizlikte ilk onda. Kürt illeri yoksullukta ilk onda. Göç vermede ilk 10’da. Neden? Çünkü Kürt sorununu çözemediniz. Çözemediğiniz için doğru ekonomik kararlar da alamıyorsunuz. Böylece de bölgesel eşitsizlik, yerinden edilmeler ortaya çıkıyor.

Kolayını bulmuşsunuz, terör! Kavram setiniz değişmiyor, kitlendiniz bir kere. Ancak buradan çıkmanın yolu barış siyasetidir. İşte o barış siyaseti, barışın ekonomisidir aynı zamanda. Bakın öyle kitlenmişsiniz ki bir örnek daha vereceğim. Van’dan bir örnek vereceğim. Bizim Muş, Van, Ağrı oralar nedense bu külfetin en çok çekildiği yerler. Burada Hakkarili arkadaşlarım da diyor ki Hakkari’yi de söyle. Evet, topyekün hepimiz. Kürt illeri söz konusu oldu mu bir farkımız yok. Tatvan’dan Van’a giderken bir tünel var.

Sayın Cevdet Yılmaz siz genelde Bingöl’den öteye geçmiyorsunuz. Bingöl Havaalanı ile Bingöl merkez arasındaki 25 -30 km yol şahane, Cumhurbaşkanı Yardımcımızın orada seyahat ederken rahatsız olmaması için. Fakat Tatvan-Van arasındaki tünelden hiç geçtiniz mi? Marmara otoyolunda dört gidiş dört dönüş tünel var. Tatvan’dan Van’a giderken 2. tüpü bile yapmamışlar. Biri gidişe biri gelişe düşüyor. Bu kadar mı ayrımcılık içinize sinmiş? Bu kadar mı Kürt düşmanısınız? Yahu yola bir tünel daha açacaksınız! Bu kadar olur! O yoldan geçtiğiniz gün ayrımcılık yaptığınızı anlayacaksınız. Bir özür borcunuz olduğunu söyleyeceksiniz.

Borçlanma, enflasyon, vergi yükü, bütün bunlara baktığınızda hepsi yoksulların üzerinde. İnsanlar borçlu ve borçlarını ödeyemiyor. Bölgeye gittiğinizde ise o insanlar 2 kat borçlu. Çünkü borcunu bir nebze ödeyecek ekonomik kaynaklardan da yoksun. Merası yok, tarlası yok, olan tarlasını ekecek parası yok; gübreyi alamıyor, elektrik faturasını ödeyemiyor. Biz bunları burada anlattıkça siz gülüyorsunuz. Gülmeyin. Ciddi şeylerden bahsediyoruz. Sorunu çözecekseniz ciddiyetle ele alın.

Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Ben vergiyi tabana yayacağım’ dedi. Tabana yaydınız da yükü de tabana yaydınız. Biraz da tavana yayın vergiyi. Bugün gelir vergisinin yüzde 93’ü stopaj. Yüzde 7 beyana dayalı. Bu mu tabana yaymak? Bu nasıl bir anlayış? Bu vergi yükü yoksulluğun bir diğer nedeni. Enflasyon hiçbir hedefi tutmadı. Şimdi asgari ücreti konuşuyoruz. Asgari ücrete ne kadar zam yapmayı düşünüyorsunuz? Ben size söyleyeyim. En az yüzde 44 yapmalısınız ki tutarlı olasınız. Neden? Çünkü yeniden değerleme oranınız yüzde 44. Bütün vergileri yüzde 44 artırmıyor musunuz? Evet. O zaman maaşları ve ücretleri de artırın, çünkü vergi ödeyeceğiz. Bu mantık zincirini bile kuramıyorsak vay halimize! Dediğimiz gibi, bunu çözmenin yolu bütçeyi demokratikleştirmektir, bütçeyi kapsayıcı kılmaktır.

Yani bütçede engelliler olmalı. Bu bütçede engelliler yok. Bütçede sosyal yardıma muhtaç olanlara verdiğiniz rakam aylık 7 bin 500 lira. 2025 yılında sosyal yardımınız 7 bin 500 lira. Ayıptır! Utanmanız lazım. Bu ülkede sosyal yardıma o kadar çok insan var ki! Rakamını bakanlık açıkladı, 19 milyon insan sosyal yardımla yaşıyor. Yani 4 milyondan fazla aileden bahsediyoruz. Bütçeyi kadınlaştırmak gerekiyor. Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yapmak zorundasınız, yaşamın yarısı kadın. Yaşamın özgürleşmesi için bütçeyi kadınlaştırmalısınız. Bütçeyi doğallaştırmanız lazım, ekolojik gelişmeye saygı göstermeniz lazım. Doğaya saygı göstermeniz lazım. Orada burada ağaç kesip yerine ağaç dikerek ekoloji olmaz. Doğaya saygı göstermeniz lazım.

Bütçeyi emekçilerin bütçesi haline getirmek lazım. Eşit yurttaşlık temelinde bir bütçe yapmak için her şeyden önce emeğin bütçesini yapmak lazım. Dışlanmış, ötekileştirilmiş, yok sayılmış kim varsa mutlaka bütçede olmalı, temsil edilmeli. Peki, bütçede nasıl temsil edilecek? Burada temsil edilirse edilecek. Seçkinlerin, erkeklerin, sağlamların, sermayenin bütçesini değil halkın bütçesini yaptığınız zaman, işte o zaman bütçe demokratikleşir, ülke demokratikleşir.

Peki, nereden başlamalı? Ne yapılması gerektiğini konuştuk ama ‘Nereden başlamalı?’ sorusuna da bir yanıt vermemiz gerekiyor. İmralı’dan başlamalı. Bu kadar net. Bütün bu hikaye, oradan başlanırsa ancak halkın ve toplumun beklentilerine yanıt verilebilir. Dolayısıyla biliyorum ki şu anda Sayın Öcalan bizi seyrediyor. Ben buradan diyorum ki Sayın Öcalan biz hazırız. Yine bütün parlamentoya ve partilere sesleniyorum: Sizler de bir an önce lütfen hazırlanın.”

Paylaşın

DEM Parti: Barışın Yolu Kayyımdan Geçmez

İçişleri Bakanlığı önünde açıklama yapan DEM Parti Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Kayyum gasptır, talandır, iradeyi yok saymaktır, kadın özgürlük mücadelesini yok saymaktır, demokrasi adına kalan bütün kırıntıları yok sayan yeni bir rejimin adıdır” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bir taraftan barış diyorlar. Bir taraftan kayyum atıyorlar. Barışın yolu, kayyumdan geçmez. Barışın yolu asla ve asla darbelerden geçmez. Bugün barış ortamını zehirleyen bir kayyum rejimi var. Bütün Türkiye Halkları bilsin, bizler yan yana gelirsek, omuz omuza mücadele edersek, Esenyurt’tan Hakkari’ye kardeşlik ve demokrasi köprüleri kurarsak, işte o zaman bu iktidarı yeneriz. Barışı da, demokratik rejimi de AKP’ye rağmen inşa ederiz. Bunun koşulları her zamankinden fazla vardır. Bunun koşulları olgunlaşmıştır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli’nin de aralarında olduğu DEM Parti heyeti, kayyumları protesto için TBMM’den İçişleri Bakanlığı önüne yürüdü ve basın açıklaması yaptı.

Sandığa saygı duymayan bir iktidarla karşı karşıyayız”

Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Bugün İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Neden buradayız? Çünkü bu bakanlık, 8 yılı aşkın bir süredir halk iradesine darbe yapan, kayyım atayarak halk iradesine el koyan, sandık demokrasisini yok sayan AKP iktidarının bir kayyım aparatına dönüşmüştür. İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Çünkü bu ülkede, 2015’te başlayan ve sistematik olarak devam ettirilen, halk iradesini yok sayan bir anlayış tahkim edilmek isteniyor.

AKP iktidarı, 2016’daki darbe girişiminden sonra ilan ettiği OHAL ile hayata geçirdiği KHK’ları daha sonra yasallaştırdı. OHAL’den beslenen, o cunta aklından beslenen KHK’larla her gün demokrasiye, sandığa, halk iradesine darbe üstüne darbe yapıyor. Sandığa saygı duymayan, halka saygı duymayan, seçme ve seçilme hakkını her gün ama her gün yok sayan bir iktidar aklıyla karşı karşıyayız.

Bu iktidar 31 Mart Yerel Seçimlerinde yenildi. Halkın büyük çoğunluğu AKP iktidarına kırmızı kart gösterdi. Büyük kentler dahil, ülkenin nüfusunun yüzde 70’inden fazlası AKP iktidarını yerel yönetimlerde iktidardan düşürdü ve “Aklınızı başınıza alın, demokrasiye dönün, hukuka dönün, halkın iradesine saygı duyun” diye açık bir çağrı yaptı. Tıpkı 2015’te yaptığı gibi. AKP de “Mesajı aldık” dedi. Biz de herhalde demokrasiye dönecekler, hukukun üstünlüğünü kabul edecekler, kendilerinin de Anayasayla bağlı olduğunu hatırlayacaklar, sandığa ve seçmen iradesine saygı duyacaklar, sandıkla gelenin sandıkla gideceği bir döneme adım atacaklar diye düşündük.

Türkiye halklarında böyle bir beklenti oluştu. Ancak sürekli olarak meşruiyetini yitiren, anketlerde eriyen, teşkilatları çözülen, koltuğunu kaybedeceğini anlayan AKP çok kısa bir süre sonra yine bildik yöntemlere tevessül etti, yine halkın iradesine darbe yaptı. 3 Haziran’da Hakkari’de başlayan kayyım süreci, 31 Ekim’de Esenyurt’a uzandı. En son da 4 Kasım’da, yani HDP’ye ve demokratik siyasete darbe yapılan tarihin yıldönümünde yine yeni bir darbeyle uyandık. Türkiye halklarına yeni bir darbe yaptılar.

2016’da kayyım atandığı zaman, “Bugün Hakkari’ye, Van’a, Mardin’e, Diyarbakır’a kayyım atanması yarın İzmir’e, Adana’ya, Mersin’e, İstanbul’a kayyım atanacağının habercisidir. Bu ülkede hukuksuzluk önce Kürt coğrafyasında sınanıyor. Bütün hukuksuzluklar önce Kürt halkına yapılıyor. Ama bilin ki Kürt halkına yapılan hiçbir hukuksuzluk asla ama asla orayla sınırlı kalmıyor. Oradan Türkiye’ye yayılıyor” demiştik ve ne yazık ki haklı çıktık.

O gün Türkiye demokrasi güçleriyle ve parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerle yeterince yan yana gelmediğimiz için, bu kayyım hukuksuzluğuna yeterince ses çıkarılmadığı için, Türkiye’nin dört bir yanında kayyıma karşı sokaklara çıkılmadığı için bugün Esenyurt’a, yani kent uzlaşısıyla kazanılmış bir CHP belediyesine de kayyım atanmış oldu. O nedenle çağrımız açık ve net: Bu hukuksuzluk bütün Türkiye halklarına yapılıyor.

Bu darbe bütün Türkiye demokrasisine yapılıyor. Bu hepimize yönelik bir tehdittir. Hepimizin seçme ve seçilme hakkını yok sayan, yurttaşlık hakkını yok sayan, sandık demokrasisini yok sayan yeni bir süreci başlatmak istiyorlar. Bu çok açık ve nettir. Yeni yol yürüyüşlerini Türkiye’nin dört bir yanını cehenneme çevirerek, hukuksuzlukları yayarak, darbeyi genişleterek, darbeyi genelleyerek yapmak istiyorlar. İşte buna karşı bizim de yan yana gelmemiz lazım.

Çünkü biliyoruz ki kayyım gasptır, talandır, iradeyi yok saymaktır; kayyım, kadın özgürlük mücadelesini yok saymaktır, ket vurmaktır. Kayyım, Türkiye’de demokrasi adına kalan bütün kırıntıları yok sayan yeni rejimin adıdır, AKP iktidarının en temel niteliğidir. Kendini demokrasiye bağlı hissetmeyen, sandıktan kendi çıktığı sürece o sandığa saygı duyan ama halkın başka tercihleri olduğunda bütün bu tercihleri yok sayan bu iktidara karşı bugün yan yana gelmemiz, birleşmemiz ve hep beraber demokrasiyi savunmamız gerekiyor.

Bir taraftan barış diyorlar, bir taraftan kayyım atıyorlar. Barışın yolu kayyımdan geçmez, darbelerden asla geçmez. Bugün barış ortamını zehirleyen bir kayyım rejimi vardır. Bütün demokratik muhalefet, mücadelenin paydaşları, bizler yana yana gelip omuz omuza mücadele edersek, Esenyurt’tan Hakkari’ye kardeşlik ve demokrasi köprüleri kurarsak işte o zaman bu iktidarı yeneriz, bu faşizmi yeneriz. Bu ülkede demokratik cumhuriyeti de barışı da AKP’ye rağmen inşa ederiz. Bunun koşulları her zamankinden fazla vardı. Bunun koşulları olgunlaşmıştır.

Bizler kayyım değil demokrasi diyoruz. Esenyurt’ta da Hakkari’de de Halfeti’de de Mardin’de de Batman’da da kayyıma karşı direnmeye ve anayasal, demokratik, barışçıl protesto hakkımızı kullanmaya sonuna kadar devam edeceğiz. Hiç kimse halkımızın iradesini yok sayan bu ceberut rejime, bu faşist akla diz çökeceğimizi, teslim olacağımızı sanmasın. Bütün tarihimiz bu hukuksuzluklara karşı direniş ve mücadeleyle doludur. 2016’da nasıl mücadele ettiysek, 2019’da nasıl mücadele ettiysek, bugün de çok daha güçlü, çok daha geniş bir zeminde bu hukuksuzluklara karşı mücadele edeceğiz.

Kadınlardan gençlere, işçilerden emekçilere, siyasi partilerden demokratik kitle örgütlerine kadar hiçbirimiz kafamızı kuma gömemeyiz. Bu böyle bir dönem değildir. Kral çıplak. Karşımızda zorbalık, zalimlik, hukuksuzluk ve demokrasi düşmanlığı yapan bir iktidar var. Çok açık ve net barışı zehirleyen bir iktidar var. Barışımızı çalan bir iktidar var. İşte zorbalığa karşı direnmek haktır, meşrudur. Hukuku, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri savunmak bizler için tarihi bir görevdir, sorumluluktur.

İşte bu sorumluluk bilinciyle ve bu tarihi görevin bize yüklediği misyonla bugünden yarına mücadelemizi büyüteceğimizi ve bu faşizme karşı tereddüt etmeden nerede olursak olalım dik duracağımızı, sözümüzü söyleyeceğimizi bütün Türkiye halkları bilmelidir. Yan yana duralım, el ele duralım, omuz omuza duralım ve bu faşizmi yerle yeksan edelim. Demokratik cumhuriyeti inşa edelim. Türkiye halklarının özlediği o barışı kuralım. Hep beraber eşit, özgür ve demokratik bir ülkede yaşamanın yolunu hep beraber bulalım.

“Türkiye’nin barış ve demokrasi umutlarını ortadan kaldırıyorlar”

Açıklamada söz alan Sezai Temelli ise şunları söyledi: “Bugün özellikle buraya geldik. Bakın arkamızda İçişleri Bakanlığı, önümüzde de Türkiye Büyük Millet Meclisi var. Yani atanmış ve seçilmişlerin karşı karşıya geldiği bir noktada duruyoruz. Atanmış bir içişleri bakanı Hakkari’de seçilmiş belediye eş başkanına karşı; atanmış bir içişleri bakanı Halfeti’de, Batman’da, Mardin’de, Esenyurt’ta seçilmişlere karşı. Aslında sistemin ne denli çarpık ve antidemokratik olduğunu, ne denli hukuk tanımaz olduğunu resmeden bir yerde duruyoruz.

Bir tek oy bile almamış ama halkın oyuyla seçilmişlere karşı bu icraatları hayata geçiriyor. Aslında Türkiye’nin demokrasi ve barış umutlarını da ortadan kaldırıyorlar. Toplumsal barış için ortaya çıkmış olan beklentileri ve umutları adeta dinamitliyorlar. Barışı yok sayan bir anlayışla bu zihniyet ayakta duramaz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi aslında bir kayyım sistemidir, bundan da öteye gidemiyor. Dönüyor dolaşıyor aynı yere geliyor.

Bakana, içişleri bakanı olmadan önce sorduk nasıl bir bakan olacağını. “Ben benden öncekilere benzemem. Ben hukukun dediği neyse onu yaparım, benim icraatım böyle olacak” demişti. Bu tutanaklarda var. Meğerse zihniyet hiç değişmemiş, sadece ambalaj farklıymış. Dolayısıyla kendinden önceki içişleri bakanının yapmış olduğu icraatları yine hukuk tanımaz bir şekilde Anayasayı ihlal ederek sürdürmeye devam ediyor.

OHAL döneminde çıkarılmış olan bir kanun hükmünde kararnameye sığınarak bugünkü hukuk sistemini yok saymayı, ona karşı darbeci bir akılla hareket etmeyi içine sindirebiliyor. Kendinden önceki içişleri bakanı da bunu yapıyordu. Cumhurbaşkanının yanına çıkıp bu kayyım tezgahını örgütleyen anlayışı aynen devam ettiren bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bunu kabul etmiyoruz. Kimse kabul etmiyor.

Böyle bir vesayetçi anlayışı hiçbir seçilmiş kabul edemez. Tek bir oy bile almamış bir zihniyet gelip halkın, milyonların oyuyla seçilmişlere bu vesayeti dayatacak. Bunu kabul etmiyoruz. Kabul etmediğimiz için de alanlardayız, sokaklardayız, mücadele ediyoruz. Halk sokaklarda protestolarını gerçekleştiriyor. Buna karşı yaptıkları ise daha beter. Sokakta protesto hakkını kullanan halka, gençlere, kadınlara gözaltında sürecindeki işkenceleri, hukuk tanımazlığı sokaklara kadar yayabiliyorlar.

Bu işkencelere, hukuk tanımazlığa, saldırılara karşı direnmeye devam edeceğiz. Çünkü biz hukuku savunuyoruz; hukuk devletini, demokrasiyi, barışı savunuyoruz. Biz meşruyuz ama bize saldıranlar meşruiyetini yitirmiştir. Toplumda, halkta meşru bir karşılıkları söz konusu değildir. Kayyımın savunulması kabul edilebilir değildir. Zaten savunamadıkları için işkence yapıyorlar, hukuku yok sayıyorlar.

Savunulacak bir tarafı olmadığı için her türlü yalan ve iftirayla günlerini kurtarmaya çalışıyorlar. Kayyım geleli daha 10 gün olmasına rağmen, her kayyım 10 tane suç işlemiştir en az. Çünkü 2016’dan 2024’e kadar geçen 8 senede kayyımların yaptıkları bir suç icraatıdır. Dosyalar ortadadır. Yaptıkları yolsuzluklar, gasplar ve hukuk dışı bütün icraatları ortadadır. Biz beklerdik ki toplumsal barışa dair adım atılması umudunun yükseldiği bu dönemde, İçişleri Bakanı çıksın geçmiş kayyım döneminin icraatlarına yönelik soruşturmalar başlatsın.

Çünkü kendi personeli, kendi valisi, kendi kaymakamıdır. Bu yolsuzluklarla, bu irade ve hak gaspıyla ilgili soruşturmalar başlatmasını beklerdik kendisinden. Bırakın bunu yapmayı, bunların üstünü örten, yine kayyımla yoluna devam etmek isteyen bir iktidar anlayışını sergilediler. Bunu kabul etmiyoruz ve buna karşı mücadelemizi vereceğiz. DEM Parti bugün bu mücadelenin en önünde yer almaktadır.

Buradan ben de bir kez daha çağrı yapmak istiyorum: Eğer demokratik bir ülkede yaşamak istiyorsanız, eğer hukuk devletinin hakim olduğu bir ülkede yaşamak istiyorsanız, eğer barışınızı arıyorsanız mutlaka kayyıma karşı çıkmalısınız. Hukuk devletini dinamitleyen tecrit anlayışı 25 yıldır bu ülkede her yeri çürüttü, çürütmeye de devam ediyor. Çöktürme Planını yapanlar, o planın altında kaldılar.

O zaman şimdi hukuka, demokrasiye ve barışa hep birlikte sahip çıkma zamanıdır. Tecride karşı, siyasi tutsaklığa karşı, hukuk dışı olan her şeye karşı, başta da kayyımlara karşı yan gelmeliyiz. Biz buradan bir kez daha demokrasiden yana olanları, kadınları, emekçileri, bu halkın mağdur edilmiş ve sömürülmüş tüm insanlarını bu mücadelede yan yana olmaya davet ediyoruz.”

Paylaşın

DEM Partili Sezai Temelli: Kayyım Bir Darbedir

Kayyım uygulamalarına tepki gösteren DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Barışa karşı demokrasiye karşı kayyım bir darbedir. Bir darbe pratiğidir” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmelere dair değerlendirmelerde bulundu.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; DEM Parti’nin gerçekleştirdiği son Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına dikkat çeken Temelli, aldıkları karar ve çağrılara işaret etti. Temelli, yaptıkları açıklamada yer alan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride işaret ederek “İmralı tecridinin kalkması Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanması önemli bir öncelik olarak karşımızda duruyor” dedi.

DEM Parti olarak “çözüme” hazır olduklarının altını çizen Temelli, “Defalarca bunu söylememize rağmen Kürt meselesinin demokratik barışçıl çözümü konusunda Türkiye’nin bütün sorunlarının demokrasi içinde çözülmesi için hazır olduğumuzu meclisin bu konuda önemli bir adres olduğunu, meclisteki bütün partilerin müzakere zemininde buluşması gerekliliğine bir kez daha vurgu yaptık. Tabi bu sadece Meclis’le sınırlı bir mesel değil” diye konuştu.

Kayyım uygulamalarına tepki gösteren Temelli, “Kayyım meselesiyle toplumda yükselen umut ve beklentiler zehirlendi. Demokratik siyaset bir kez zehirlendi. Bu toksik siyaset ve anlayış Türkiye’nin sadece umutlarını kırmakla kalmıyor, Türkiye’yi siyasi ve iktisadi krizlerin içinde sıkışıp kalmasına çökmesine neden olmaya devam ediyor.

Türkiye için riskler çok yüksektir ve riskler her geçen gün artmaktadır. Ortadoğu’daki riskler ortadadır, Türkiye’nin içindeki toplumsal barışın çöküşü ortadadır. Bütün bu çöküşlerden çıkmanın krizlerle baş etmenin yolu toplumsal barıştan geçiyor. Öyle iç cepheymiş militarist akılmış. Bunlardan değil. Gerçek anlamda sahici bir barışı var etmekten geçiyor. Barışa karşı demokrasiye karşı kayyım bir darbedir. Bir darbe pratiğidir” diye konuştu.

Paylaşın