Oluç’tan ’50+1′ Açıklaması: Seçim Sistemiyle Oynamak İktidarı Kurtarmaz

HDP’li Saruhan Oluç, gündemdeki ’50+1′ tartışmalarına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Seçim sistemiyle, ister Parlamento ister Cumhurbaşkanlığı seçimi olsun, seçim sistemiyle oynamak, iktidarı kurtaramaz. Bunun daha önce de örnekleri oldu, halk bunu affetmez. Sandık geldiği zaman halk asla bu tür oyunları affetmemiştir ve yine affetmeyecektir. Maç oynanırken kural değiştirmeye çalışıyorsunuz, öyle olmaz” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun helallik çıkışını da değerlendiren Oluç, “Elbette önemlidir, helallik meselesi. Geçmişte yapılmış ya da yaşanmış yanlışların bir özeleştirisi anlamına gelir. Önemli bir tespitte bulunmuştur. İçeriğini tam olarak bilmediğim için kapsamlı bir değerlendirme yapamayacağım. Ama siyasilerin geçmişe dönük özeleştirel yaklaşımları, helallik arayışları önemlidir. Sadece CHP lideri açısından söylemiyorum. Keşke Türkiye’deki siyaset kültürü demokratik olsa, geçmişe dair her zaman özeleştirel bakışımızı korusak, özeleştiri yapmaktan çekinmesek. Bu Türkiye siyaseti açısından çok olumlu olurdu” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç’un açıklamaları şöyle:

“Birinci konumuz “ekonominin kitabı” meselesi. Erdoğan, “biz ekonominin kitabını yazdık” dedi. 19 yılda AKP’nin baş yazarının yazdığı kitabın adı olsa olsa “Bir ekonominin batış, bir iktidarın bitiş hikayesi”dir. Kitaptaki bazı ara başlıkları da söyleyelim: Beşli çeteyi nasıl zenginleştirip ihya ettik; vergi kaçakçılarını nasıl ülke dışına yönlendirdik; 3-5 maaş alan bürokrat kadrosunu nasıl yarattık; kendi bakanlıklarını dolandıran bakanları nasıl koruduk; TL’yi nasıl değersiz pula dönüştürdük; işçiyi, emekçiyi, emekliyi, esnafı, çiftçiyi, köylüyü nasıl ezdik; yoksulluğu nasıl sürdürebilir hale getirdik; yalanları nasıl yutturduk… Ara başlıkları bunlardır bu kitabın. Çok sayıda yazarı var, ama başyazar AKP Genel Başkanı Erdoğan’dır. ‘Ekonominin kitabını yazdık’ yerine yolsuzluğun, usulsüzlüğün, hukuksuzluğun, talanın kitabını yazdık dese, daha iyi olacak.

“Titanik batarken Saray ahalisi dansına devam ediyor”

Ekonomideki batışı, krizi artık saklayamıyorlar. Kendi vekilleri bile bunu söylemekten kaçınamıyor artık. Geçen gün Kayseri milletvekili demiş ki, asgari ücret 4 bin TL olmalıdır. Niye bunu söylüyor. Çünkü artık halkın arasına çıkamıyorlar, çarşıya pazara çıkamıyorlar. İnsanların içine çıksalar, AKP milletvekiliyiz deseler, oradaki eleştiri ve protestoları kaldıracak durumda değiller. Bütün bu gerçeklere rağmen, Titanik batarken Saray ahalisi dansına devam ediyor, fonda da Ahmet Kaya’nın müziği ‘‘Olmasaydı sonumuz böyle.’’

Dolar rekor üstüne rekor kırıyor. Buraya gelmeden baktım, 10,03 olmuş. Muhtemelen daha da artacak. Çünkü Perşembe yaklaşıyor; Merkez Bankası toplanacak, ondan sonra doların halini göreceğiz. MB Başkanı, görevini ülke ekonomisinde istikrarı sağlamak yönünde değil, AKP Genel Başkanı’nın faiz direktiflerini yerine getirme doğrultusunda sürdürüyor. Merkez Bankası başkanı böyle olunca, TL’nin de değersiz pul haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Geçen gün demiş, ‘Cari açık ile mücadele ediyoruz.’ Hazine ve Maliye Bakanı da dedi ki, “Cari açık yapısal sorundur ve hükümetin sorumluluğundadır”. Yani MB Başkanına diyor ki, senin işin cari açıkla mücadele etmek değil, işini yap.

Duyduk ki, AKP Genel Başkanı Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi ile görüşecekmiş. Ne görüşeceksiniz? Ekonomideki krizden kurtulmak için bize biraz sıcak para verin mi diyeceksiniz? Yoksa 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu dediğiniz BAE’den hesap mı soracaksınız? Hangisi? Ne oldu da 15 Temmuz’un sorumlusu ve finansörü ilan ettiğiniz BAE ile görüşüyorsunuz?

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülkenin batışının nedenidir”

Bir kez daha hatırlatalım, bu hale gelinmesinin sebebini. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sebeptir, ülkenin batışı sonuçtur. Haberlere göre Erdoğan’ın önünde binlerce dosya imza bekliyor. Bir ülkeyi tek kişinin yönetimine bırakırsanız, ülke bu hale gelir. Bu tek kişi yönetimi bütün açılardan, ekonomi, hukuk, siyasal olarak batışın nedenidir. O nedenle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi mutlaka değiştirilmelidir.

Asgari ücret bu yılın başında dolar olarak 385 dolardı. Bugün 280 dolara inmiş. Yani 11 ay içinde asgari ücrette 100 dolarlık bir düşüş yaşanmış. 385 dolar da matah bir şey değil, ama 11 ayda 100 dolarlık düşüş yaşanmış. Refahı artırıyoruz dediğiniz bu mu? Milyonlarca insan asgari ücretle ailelerini yaşatmaya, geçindirmeye çalışıyor. Elektrikte son bir yılda yüzde 50’nin üzerinde, doğalgazda yüzde 120’nin üzerinde artış oldu. Hayat pahalılığı gerçekte yüzde 50’nin üzerinde. TÜİK’in sahte rakamları bile yüzde 20 diyor. Bir kez daha söyleyelim; asgari ücretten kesilen vergi kaldırılmalıdır, asgari ücret net 5 bin TL olmalıdır. İnsanların, insanca yaşam sınırına yaklaşmaları için böyle olmalıdır. 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı bugün 10 bin TL’dir.

“5’li çeteye dağıtılanlar EYT’lilere verilirse sorun çözülürdü”

EYT’liler meselesinden yaklaşık 5,5 milyon kişi etkileniyor. Bu hak tanınırsa, ilk etapta 1 milyon kişi emekli olacak. EYT’liler konusunda son günlerde yaşananlar ayıptır, günahtır,  insanların umutlarıyla oynuyorsunuz, umutlarını çökertiyorsunuz. Neden böyle söylüyorum?  Çalışma Bakanı demişti ki, EYT ile ilgili çalışma yapıyoruz. İki gün sonra Çalışma Bakanlığı açıklama yaptı ve ‘öncelikli çalışmalarımız arasındaki böyle bir şey yok’ dedi. Yetmedi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı da ‘yaş şartı yerine gelmeden emeklilik olmaz’ dedi.

Hani emeklilikte yaşa takılanlara ilişkin bir düzenleme yapılacaktı? Yok, neden yok? Çünkü kasada para kalmamış? Kasadaki parayı siz yandaş sermayeye, 5’li çeteye dağıttınız. Son 10  yılda Cengiz, Kolin, Makyol, Kalyon, Limak’a 128 kere vergi resim ve harç istisnası belgesi düzenlenmiş. Milyarlarca TL’den söz ediyoruz. Yani 5’li çeteye milyarca liralık vergi istisnası tanınmış. Bu kaynakları EYT’lilere verseydiniz, bu sorun çoktan çözülürdü. Bu konuda önerge verdik, kimin oylarıyla reddedildi? AKP-MHP oylarıyla reddedildi.

Asgari ücretten vergi kaldırılsın ve net 5 bin TL olsun; en düşük emekli maaşı 4 bin TL olsun; ev içi emek veren kadınların sağlık ve emeklilik primleri için bütçeden kaynak ayrılsın; ev eksenli çalışan kadınların sağlık sigortaları için bütçeden kaynak ayrılsın; engelli istihdam kotası yüzde 10’a çıkarılsın; 50 bin TL’ye kadar olan çiftçi borçları silinsin önergelerini Plan Bütçe Komisyonu’nda verdik, hepsi reddedildi. Kimin oylarıyla? AKP-MHP oylarıyla.

Daha örnekleri artırmak mümkün. Bu önergelerin hepsi Plan Bütçe Komisyonunda AKP-MHP oylarıyla reddedildi. İktidarda Cumhur İttifakı bloğu var. MHP’nin kimi sözcülerinin, ‘‘biz iktidarda değil, muhalefetteyiz; hükümet ortağı değiliz’’ sözleri doğru değil. Hepiniz oradasınız, o kaptan köşkündesiniz. Bu ülkenin toplumuna, halklarına büyük zararlar veren ekonomik ve sosyal kararları birlikte alıyorsunuz. Bütün önerilerimizi ortaklaşa reddediyorsunuz. Kimse kendi seçmenini aptal yerine koymasın. Hepiniz krizin ortağısınız, birlikte yarattınız ve bu kriz sizi birlikte götürecek.

“Seçim sistemiyle oynamak, iktidarı kurtaramaz”

50 artı 1 meselesi var bir de. AKP Genel Başkanı Erdoğan, Temel Karamollaoğlu ile yaptığı görüşmede mealen ‘‘Büyük bir yanlışımız oldu, 50 artı 1’’ demiş. Kaybedişinizin itirafını yapıyorsunuz. Tutturamıyorsunuz 50 artı 1’i. İktidar, kurduğu tuzağa yakalandı. Şimdi iktidarı nasıl kurtarabiliriz, yeniden nasıl seçilebiliriz arayışı içindeler. 50 artı 1 bunun için büyük sorun. Seçim sistemiyle, ister Parlamento ister Cumhurbaşkanlığı seçimi olsun, seçim sistemiyle oynamak, iktidarı kurtaramaz. Bunun daha önce de örnekleri oldu, halk bunu affetmez. Sandık geldiği zaman halk asla bu tür oyunları affetmemiştir ve yine affetmeyecektir. Maç oynanırken kural değiştirmeye çalışıyorsunuz, öyle olmaz. Göreceksiniz, sokağın matematiği sizinkinden iyi ve farklıdır.

“Savcılar terfi almak için HDP’li vekillere fezleke düzenliyorlar”

İşsiz savcılar var, yapmaları gereken işleri yapmayan, ama terfi bekleyen savcılar var. Ne yapıyor bunlar? HDP’li vekiller hakkında fezleke düzenliyorlar. Yine 16 vekilimize 19 fezleke gönderilmiş. Fezleke gönderilmezse haber olacak artık, gönderilmesi değil. Savcılar terfi almak için HDP’li vekillere fezleke düzenliyorlar. Sedat Peker ve Mehmet Eymür itiraflarda bulundu neden işlem yapmıyorsunuz? Hiç bir savcı duymuyor bunları.

Ama Bismil’de İlçe Eşbaşkanımız, Demirtaş ve diğer seçilmişlerimiz hakkında ‘siyasi rehine’ lafını kullandı diye gözaltına alınmış. Gözaltında ‘hangi devletin kimliğine sahipsiniz?’ diye sormuşlar. Soruya bakın. Bu bir cüret mi yoksa salaklık mı? Halktan özür dileyerek bu lafı kullanıyorum. Biz size soralım. ‘Siz devletin hangi karanlık odağı adına çalışıyorsunuz?’  Bismil İlçe Eşbaşkanına, bu ülkenin onurlu vatandaşına, ‘hangi devletin kimliğine sahipsiniz’  sorusunu sorma hakkınız yok.

Siz devletin hangi karanlık odağı adına çalışıyorsunuz, önce bunu yanıtlayın. Bismil İlçe Eşbaşkanımıza demişler, ‘rehine nasıl dersin?’ Öyle değil mi? Demirtaş ve geçmiş dönem vekillerimiz ve seçilmişlerimiz AİHM kararına rağmen siyasi rehine olarak içeride tutulmuyorlar mı? Demirtaş hakkında AİHM, 5 ayrı suçtan Türkiye hakkında mahkumiyet kararı vermesine rağmen, siyasi saiklerle HDP hakkında dava açıyorsunuz kararına rağmen, rehine olarak içeride tutulmuyor mu? Her bir üyemiz, milletvekilimiz, yöneticimiz ve seçmenlerimiz, arkadaşlarımızın içeride rehin olarak tutulduğunu biliyor.

“Urfa il binamıza saldırı oldu”

Dün Urfa il binamıza bir saldırı oldu. Kapımıza çarpı işareti koymuşlar, ülkü ocaklarının amblemini çizmişler. Bunlar kameralara yansımış, savcılık izni olmadığı gerekçesiyle görüntüler partililerimize verilmemiş. İl binamıza bir çay içmeye gelenlere GBT yapanlar, kapımıza çarpı işareti koyup, ırkçı hakaretleri yazanları nedense bulamıyor, gidip Bismil İlçe Eşbakanımızı buluyorlar. Yapmanız gereken, partimizin duvarlarına ırkçı söylemleri yazanları yakalamaktır, ama bunu yapmayacağınızı biliyoruz.

“Seyit Rıza ve Ahmet Kaya’nın özlemle ve minnetle anıyoruz

Toplantıyı sonlandırırken, iki tarihsel kişiye değinmek istiyorum. 15 Kasım, 1937 yılında Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve yol arkadaşlarının idamının 84’üncü yıldönümüdür. Saygıyla ve minnetle anıyoruz. Dersim halkının, Alevi ve Kürt halkının maruz kaldığı tarihsel katliama, baskı ve asimilasyon politikalarına karşı direnişin, umudun ve mücadele kararlılığının timsalidir Seyit Rıza ve arkadaşları. Ahmet Kaya’nın da yarın, 16 Kasım, ölümünün 21’inci yıldönümüdür. O dostumuzu, o kardeşimizi de çok özlediğimizi belirtiyoruz, sevgi ve hasretle kendisini anıyoruz. Sevgili Ahmet Kaya’nın mezar taşına bir ırkçı saldırı oldu. Çok sert biçimde bu insanlık dışı tutumu kınıyoruz. Ahmet Kaya’nın, Türkiye’de yaşayan halklar ve her bir yurttaş açısından baktığımızda, ne kadar önemli, birleştirici ve bütünleştirici, Kürt halkının haklarının gasp edilmesini protesto eden bir sanatçı olduğunu biliyoruz. Dostumuzu ve kardeşimizi çok özlediğimizi bir kez daha belirtiyoruz.”

“Helallik ve özeleştirel yaklaşımı önemsiyoruz

Soru: Kemal Kılıçdaroğlu’nun helallik ile ilgili bir çıkışı oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saruhan Oluç: Elbette önemlidir, helallik meselesi. Geçmişte yapılmış ya da yaşanmış yanlışların bir özeleştirisi anlamına gelir. Önemli bir tespitte bulunmuştur. İçeriğini tam olarak bilmediğim için kapsamlı bir değerlendirme yapamayacağım. Ama siyasilerin geçmişe dönük özeleştirel yaklaşımları, helallik arayışları önemlidir. Sadece CHP lideri açısından söylemiyorum. Keşke Türkiye’deki siyaset kültürü demokratik olsa, geçmişe dair her zaman özeleştirel bakışımızı korusak, özeleştiri yapmaktan çekinmesek. Bu Türkiye siyaseti açısından çok olumlu olurdu.”

Paylaşın

HDP’li Oluç’tan ‘Cumhurbaşkanı Adayı’ açıklaması

HDP’li Saruhan Oluç, Cumhurbaşkanı seçiminde partisinin izleyeceği yol üzerinde yaptığı değerlendirmede, “Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek” ifadelerini kullandı.

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ve ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ tartışmalarına da değinen HDP’li Oluç, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşma yapılması” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Politikyol’dan Mahmut Aydın’a gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamalar şöyle;

-CHP’nin Suriye-Irak tezkeresine hayır oyu vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok önemli bir tutum olduğunu düşünüyorum. Şu nedenle; bu mesele iktidarın oyuncağı haline gelmiş durumda, özellikle Suriye-Irak. Libya da var tabii. Bu tezkereler sayesinde iktidar iç politikada kendi durumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor ve bunları kullanıyor. Bu seferki üstelik 2 senelik bir tezkereydi. Her sene bir kere uzatılır. İki sene olması üstelik de 2023 Haziran’ında genel seçim olacaksa, onun bile ötesine geçen bir tezkere. Dolayısıyla yeni oluşacak meclisin de ipotek altına alınması anlamına geliyor. Ve niye iki sene? Bunun cevabı yok ortada. Genel kurulda da sorduk cevap veremediler.

Büyük ihtimalle gelecek ekim ayında artık Türkiye tamamen seçim ortamına gireceği için kendi milletvekillerini bile bu konuda toparlayamayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla böyle bir yola başvurdular. Bu bile şunu gösteriyor bize: Bu tezkere aslında tamamen bir seçim aracı olarak kullanılan bir şey. İkincisi, konuşmalarımızda da söyledik; bir komşumuzda iç savaş var 11 yıldır sürüyor ve iktidar bu iç savaşa sürekli benzin döküyor.

“Dış politika açısından da çok önemli”

Oyun kurucu değil, oyun bozucu oluyor ve Suriye rejiminin ortaya çıkmasını sağlayacak , diyalog ve müzakere kanallarını açacak, bu iç savaşın diyalog ve görüşmeler yoluyla, barışla sonuçlanmasını sağlayacak adımlar atmak yerine, orada vekalet savaşları sürdürüyor. Özgür Suriye Ordusu adı altında ya da El Nusra’dan HTŞ’ye kadar El Kaide türevi ne kadar yapı varsa onlarla ilişki kurarak, kendi bekasını sağlamak için manipülasyon yapıyor sürekli. Bütün bu açılardan baktığımızda; yani bu durumu CHP’nin de görmüş olması ve buna ilişkin tutum almış olması iç politika açısından da çok önemli, dış politika açısından da çok önemli.

Yani Türkiye Ortadoğu’da sürekli ateşe benzin döken bir iktidarla nereye kadar gidebilir? Bütün dış politikası yanlış olan bir iktidarla. Sadece Ortadoğu’da değil, Irak-Suriye’de değil, Doğu Akdeniz’de de yanlış yaptılar. Mısır’la ilişkilerde yanlış yaptılar. Ege’de yanlış yapıyorlar. ABD ve Rusya ile ilişkilerde yanlış yapıyorlar. Pinpon topu diplomasisi diyorum ben. Ana muhalefet partisi tarafından buna dur denmiş olması değerli bir adımdır. En azından toplumun aydınlatılması bakımımdan. Tezkere, yine çoğunluğa sahip oldukları için AKP ve MHP oylarıyla geçti. Ama toplumun önemli bir kesiminin aydınlatılması ve bu oyunun iktidarın kendi bekasını sürdürmek için planlandığının açığa çıkması açısından ben çok önemli bir adım olduğunu doğrusu düşünüyorum.

– 10 ülke büyükelçisi Osman Kavala için AİHM Kararının uygulanmasını isteyen bir bildiri yayınladı. Cumhurbaşkanı bu elçilerin istenmeyen kişi ilan edileceğini açıkladı. Sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında dış politika açısından baktığımızda büyük bir skandal aslında. Bir ülkenin cumhurbaşkanı akıl dışı bir söz kullanıyor ve 10 ülkenin büyükelçisini istenmeyen kişi ilan etmeye kalkışıyor. Yani savaş durumunda bile çok zor atılacak bir adım. “Öfke baldan tatlıdır” sözü var. Bunlar da öfkelenerek dış politika yapacaklarını zannediyorlar. Zaten Türkiye’de dış politikanın çökmüş olmasının nedeni budur. Birinci dereceden sorumlu Recep Tayyip Erdoğan’dır, AKP Genel Başkanı. İkinci dereceden sorumlu da Mevlüt Çavuşoğlu’dur.

Dış politikada, diplomasi arka plana itildi. Bütün dış politika kabadayılık, höt söt, askeri operasyonlar, askeri güç gösterme operasyonları… Böyle bir şey olur mu? Dış politika dediğiniz; güçlü diplomasi, güçlü diyalog, müzakere yoksa niye var? Erdoğan’ın uluslararası alanda herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Kalmamıştır doğal olarak. Büyükelçi meselesi de öyle bir skandal yani. Siz bakmayın o söylenenlere. Büyükelçilerin daha sonra açıkladıkları 41. Maddeye uyuyoruz dedikleri şey… Zaten uyduklarını söylüyorlar. Zaten buna uyarak çalışmamızı sürdürüyoruz diyorlar. Orada çeviri oyunu yaparak sanki büyükelçiler geri adım attı… Halbuki öyle değil. Aslında kuyuya düşmüş olan iktidara ip attılar gel seni çıkartalım buradan diye.

Yani iktidarın zafer çığlıkları ‘geri adım attırdık’ falan onların hepsi hikaye. Bütün dünya gerçeği gördü. İp attılar kuyudan alıp çıkardılar o iktidarı. Neyin karşılığında bunu yaptıklarını bilmiyoruz, onu göreceğiz önümüzdeki günlerde. Son nokta şu; büyükelçileri eleştirebilirsiniz bir şey demiyorum ama mesele büyükelçiler meselesi değil. AİHM’e Türkiye üyedir ve AİHM’in kararlarına uyacağının garantisini vermiştir. Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Türkiye tarafıdır. 46. Maddesine göre de AİHM kararları üye olanlar açısından bağlayıcıdır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yükümlülüğüdür bu kararları yerine getirmek. AİHM kararları böyle kararlardır. Doğrudan doğruya şikayet eden kişi AİHM’e giden kişi, kişisel başvurusunu devlet aleyhine yapar, devlete dava açar ‘ihlal ettiler benim hakkımı’ diye. Ve karar verildiği zaman da onun muhatabı devlettir.

Şimdi dolayısıyla AİHM Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını verdi. Bunun uygulanmasını sağlaması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yürütmesidir esas itibarıyla. Elçiler de bunu hatırlatıyorlar. Elçiler aslında yapmaları gerekeni yapıyorlar. Hadi diyelim ki bunu Türkiye’de Ankara’da yapmasalar da Strazburg’da ya da Brüksel’de yapsalardı aynı şey yine. Yani bunun arasında bir fark yok. Hatırlatıyorlar bunu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yılda 4 kere toplanıyor ve “Bu kararlar uygulansın” diye uyarı yaptılar. Şimdi tekrar toplanacaklar Kasım sonunda. Orada artık bir yaptırıma dönüşüp dönüşmeyeceği konuşulacak. Durum bu… İktidar ne anlatıyor kime anlatıyor? Yani AİHM kararlarını uygulaması gereken, Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakması gereken bu iktidardır. Yani kimseye söyleyecek en ufak bir lafları yoktur.

Hukuksuzluk yapıyorlar, uluslararası anlaşmayı imzalamış uymuyorlar. Anayasanın 90. Maddesini açıkça çiğniyorlar ve anayasa suçu işliyorlar. 90.madde ‘uluslararası anlaşmalar yerel hukukla çelişki haline düştüğü anda geçerli olan uluslararası anlaşmalardır amir hüküm budur’ der. Her gün 90. Maddesini de çiğniyorlar. Böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Onun için büyükelçiler meselesinden bir zafer çıkarmaya çalışmaları kesinlikle doğru olmayan bir şeydir. Bütün dünya gördü, biliyor. Tekrar söyleyeyim; kuyuya düştüler öfkeli çıkış yüzünden. İp attılar, Amerika ip attı onlara o ipe sarılıp kuyudan çıktılar durum budur. Maalesef Türkiye’yi bu iktidar bu hale düşürmüştür.

-Türkiye’nin OECD’nin “gri listesine” alındı. Neden bu listeye alındı Türkiye?

Bu, adım adım iktidarın Türkiye’yi getirdiği bir durumdur. Çünkü, bu FATF, OECD’nin bir kuruluşu. Türkiye’nin de tanıdığı ve BM’de de bağı olan bir kuruluş.  BM kararlarının da aynı zamanda uygulanmasını denetleyen bir kurum. O kadar göstere göstere geldi ki bu. Türkiye 2019’da FATF’ye sözler verdi. Kara para aklanması ve terörizmin finansmanı ile ilgili. 2019’da ‘ben şunları yapacağım’ diye madde madde sıraladı söz verdi. Çünkü uzun zamandır uyarı alıyorlardı. O söylediklerinin hiçbirini yapmadılar. Sonra geçtiğimiz yıl sonunda alelacele bir gün Hazine ve Maliye Bakanı meclise geldi bir kanun teklifiyle. ‘Bu FATF’nin istediği kanun teklifi’ diye getirdiler önümüze. Ve ‘30 Aralık 2020’den önce bunu çıkarmamız lazım’ diye getirdiler.

Biz o zaman baktık kanun teklifine; FATF uluslararası bir kuruluş tabii ki. BM kararlarının uygulanabilmesi için bir kanun teklifinin hazırlanması makul. Çıkarılması gerekir, geç kalınmış bir şey. Korkuyorlardı ‘gri listeye alınırız’ diye. Bu ne demek? Yabancı yatırım gelmemeye başlıyor. Biz o zaman dedik ki ‘getirdiğiniz bu kanun teklifi bu talepleri tam olarak karşılamıyor yeterli değil.’ İkincisi, bunlar çok yaratıcı ve cin fikirli ya… İçine Türkiye’deki STK’lara kayyum atayabilmek için ve onların çalışmalarını engelleyebilmek için bazı maddeler koydular. Sanki Türkiye’deki STK’lar, dernekler falan bir terör finansmanı yapıyormuş gibi maddeler koydular. Biz dedik ki ‘bu FATF’nin istediği kanunla bu maddelerin alakası yok’ itiraz ettik dinlemediler bizi.

“Türkiye’yi bu duruma bu iktidar getirmiştir”

Sonra şubat ayında FATF kanun teklifi çıktı kanunlaştı. FATF bir rapor gönderdi 9 sayfalık. Diyor ki ‘Siz bunu yaptınız ama işte burada bazı konular eksik kalmış, ihtiyaç olan bazı konular eksik kalmış. Bir de üstelik STK’lar hiç bizimle alakası olmayan bir konu…’ FATF’nin ilgilendiği konu şu: BM hangi örgütleri terör listesine aldıysa onların finansmanı ile ilgili bu işler yapılıyor ve diyor ki ‘STK’larla yaptığınız iş aslında bizim talep ettiğimiz bir şey değil yanlıştır.’ Ayrıca Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri bir mektup yazdı bu konuda . Sonunda adım adım gri listeye alınma noktasına geldiler. Bu iktidar getirmiştir Türkiye’yi bu duruma.

Bunun başka bir yerle alakası yoktur. Sonuçta şimdi ne oldu? Gri listedeyiz. Esas önemli olan şu FATF Başkanı bu gri liste kararını açıklarken Türkiye’nin listeye alınması konusunda bazı cümleler kuruyor. Diyor ki ‘siz IŞİD ve El Kaide’nin finansmanı ile ilgili bunu engellemek için gerekli adımları atmıyorsunuz.’ Aslında diplomatik bir dille ifade edilmiş diyor ki ‘siz IŞİD ve EL Kaide’nin finansmanını önlemiyorsunuz, buna göz yumuyorsunuz, yol veriyorsunuz…’ Bu kadar ağır bir suçlama ile Türkiye’yi gri listeye aldılar. Bunun sebebi iktidardır. Başka bir sebebi yok bunun ve Türkiye’yi bu hale getirdiler.

İşte biz Suriye-Irak tezkeresine ‘hayır’ derken bütün bunları da anlatarak hayır dedik. O tezkereler Türkiye’yi bu hale getirdi. O tezkereler, Türkiye’nin bütün oradaki El Kaide türevi ve artığı ne kadar örgüt varsa, El Nusra’dan HTŞ’ye kadar oradaki bütün örgütlerin insan hakları ihlalleri, savaş suçları gibi uluslararası alanda yargılama konusu olacak adımlarına niye destek veriyorsunuz diye soranlara, bu iktidarın vereceği hiç  bir cevap yok esas itibarıyla. Sorun buradan kaynaklanıyor.

-3. Yol adıyla yeni bir ittifak çıkışı yaptınız. Partiniz Anadolu’da çeşitli yerlerde görüşmelere başladı. Çalışmalar hangi aşamada? TİP ve TKP gibi sol partilerle görüşmeleriniz var mı?

Biz biliyorsunuz bir deklarasyon yayınladık geçtiğimiz ayın 27’sinde. Orada birçok şeyi anlattık. Parlamento seçimleriyle ilgili bizim herhangi bir kurulu ittifak arasında bir arayışımız olmadığını söyledik. Ama bizim uzun zamandır ‘demokrasi ittifakı’ adı altında bir çalışmamız olduğunu orada da ifade ettik ve bu demokrasi ittifakının gerçekleşmesi için de her türlü adımı atacağımızı söyledik. Bu şu anlama geliyor; var olan ittifaklar dışında bir parlamento seçimlerini hedefleyen bir ittifaktan söz ediyoruz. Ve bunu da sadece seçimlerle ilgili düşünmüyoruz yani çok önceden söylediğimiz bir konu.

Hem seçimlere kadar giden süreçte demokrasi mücadelesi açısından bunu önemsiyoruz hem de seçimlerden sonra bir iktidar değişikliği gündeme geldiğinde, yeni bir başlangıç yapılacaksa o zaman yeni başlangıcın yapılabilmesini sağlamak. Atılacak adımları denetlemek, teşvik etmek konularında güçlü bir demokrasi ittifakının çok önemli oluğunu düşünüyoruz. Türkiye’de seçimler oldu bitti her şey geçti diye bir durum yok. Çok önemli, seçimlerden sonra yaşanacak bir süreç karşımızda duruyor olacak.

Dolayısıyla bu demokrasi ittifakı uzun vadeli bir durumdur ve esas itibarıyla bizim 11 maddede sıraladığımız, deklarasyonumuzda sıraladığımız konuları da kapsayan bir mücadele ortaklığıdır. Onun çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz haftalarda ziyaretleri yaptık. Partilerle görüşmeleri yaptık, sürdürüyoruz. Belli bir aşamada kamu oyu ile paylaşılacaktır. Dediğim gibi, yani bu sadece seçimlerle ilgili bir konu değil. Daha geniş bir çerçevede ele aldığımız bir konudur esas itibarıyla.

Çünkü başka türlü Türkiye’de demokratik değişim ve dönüşüm yaşanacaksa, demokrasiyi hedefleyenler; bunun için mücadele edenlerin de ortaklığı sağlaması, hem seçim öncesi hem seçim sonrası çok önemlidir diye düşünüyoruz. Bu çerçevede hem parlamento dışı siyasi partiler, parlamento içi siyasi partiler, STK’lar, dernekler yani demokratik kitle örgütleri çok geniş bir yelpazeden meseleye bakıyoruz. Yurttaş girişimleri de var sadece bir kaç siyasi parti ile sınırlı değil.

-Cumhurbaşkanı adayınız var mı adı belirlediniz mi?

Hayır hayır… 27 Eylül’deki deklarasyonda zaten bunu söyledik. Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek.

-O zaman başka bir ittifaktaki bir aday sizin taleplerinizi ve demokratik ilkeleri karşılayacak ilkeler ortaya koyarsa o zaman destek çıkabilirsiniz?

Elbette ki bunların hepsi mümkün. Biz zaten dedik: Siyasi aktörlerle bu ilkeleri; bizim kendi ilkelerimiz diye ilan ettiğimiz ilkeleri, müzakere etmek istiyoruz. Yani bizim ilkelerimiz değişmezdir anlamında değil elbet. Burada eksikler varsa tamamlanması, yanlışlar varsa düzeltilmesi… Müzakere böyle bir şeydir zaten. Dolayısıyla biz siyasi aktörlerle bunu müzakere edeceğiz ‘ama yeni bir başlangıç için yapılması gereken işler bunlardır bizim şu aşamada gördüğümüz’ dedik.

-Türkiye ilk kez liderler bazlı değil ilkeler bazlı seçime mi gidecek?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşmak yapılması. Gerekenlerde anlaşmak ve bunun tabii değişime de açık olması…

Hani kapanmış bitmiş bir şey anlamında söylemiyorum bunu, o anlamda bunu önemsiyoruz doğrusu. Başka türlü bu geçiş süreci sağlıklı bir şekilde atlatılamaz. O zaman zihniyette bir farklılık yaratmış olmazsınız. Yani tek adam rejimi olmasın diyoruz o tek adam kötü bu tek adam iyi olmaz. Biz sistemin demokratik olmadığını ve değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesele kişilerle ilgili değildir. O yüzden de biz şu aşamada isim tartışmayı kesinlikle doğru bulmuyoruz ayrıca biliyorsunuz bu tür şeylerde ilk önce ortaya atılan isimler en çok yıpranan isimlerdir muhalefetin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini hep söylüyoruz.

-AKP kanadından yeni bir Kürt açılımı bekliyor musunuz? Özellikle iktidar tarafından böyle bir görüşme talebi gelirse hazır mısınız, bunun işaretini alıyor musunuz?

Bunun bir işareti yok öyle bir ihtimal de doğrusu biz görmüyoruz. Siz AKP kanadı diyorsunuz ama iktidarda Cumhur ittifakı var. Bu kanat iyi bu kanat kötü anlamında söylemiyorum  bir ittifak var. O ittifak iktidarı sürdürüyor ve iktidarın attığı adımlar var. Siz, bir taraftan demokratik siyaset alanında HDP’yi kapatmak yoluyla tasfiye etmeye çalışacaksınız, HDP’nin 450’den fazla çeşitli düzeylerde seçilmiş milletvekili, belediye eş başkanı, parti yöneticisi, parti meclisi ve MYK üyelerini siyasi yasaklı hale getirmeye çalışacaksınız, yani tam bir tasfiye operasyonu… Aslında demokratik siyaset alanına silmeye çalışacaksınız, iktidar yapıyor bunu. Kim açtı kapatma davasını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Kim direktif verdi, iktidarın bir ortağı, öbürü de sustu.

Şimdi bir taraftan bunu yapacaksınız, bir taraftan 6-8 Ekim Kobani davasını 6 sene sonra açacaksınız ve 6 senedir sokaklarda gezen, dolaşan, işinde gücünde olan insanları, 6 sene sonra tutuklu olarak yargılamaya başlayacaksınız. 6 senedir madem suçlulardı niye sokaklarda  dolaşıyorlardı? Onların da hepsini 37-38’er kere ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırmak isteyeceksiniz. Bütün bunları yapan bir iktidar var karşımızda. Üstelik de o iktidarın en tepesindeki yürütmenin başı da ‘Kürt sorunu yoktur’ diyecek. Onun için bu soru bizim için çok gerçekçi değil. Herhangi bir analizimiz de böyle bir ihtimal görmüyoruz doğrusu.

Biz ama Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü çok önemsiyoruz. Bu çözümün demokratik siyaset alanındaki sözcüsü, muhatabı olduğumuzu söylüyoruz. Demokratik çözümün gerçekleşmesinin yerinin Ankara ve meclis olduğunu, müzakere ve diyaloğun çok önemli olduğunu vurguluyoruz. Mecliste bu adımları hep birlikte atalım diyoruz. Bu konudaki tutumumuzu sürdüreceğiz. Dolayısıyla biz bir çözüm gücü, çözüm iradesi ve bunun peşinde ısrarla mücadele eden bir parti olma  durumumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen bu konudaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Çözümü de Türkiye’de, Ankara’da ve Mecliste gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı da yapacağız bu konudaki kararlılığımızdan en ufak bir geri adım yoktur.

Paylaşın

HDP’li Oluç: Çok Büyük Kaybettireceğiz

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, apatma kararı çıkarsa bağımsız aday olarak seçime girmeyeceklerine ilişkin yaptığı değerlendirmede, “O en uç nokta ama şu anda onu tartışmıyoruz bile. Sonuç olarak şu; demokratik siyaset alanını terk etmeyeceğiz ve bu durumda mutlaka bize kapatma ve siyasi yasak yoluyla bir şey kaybettireceğini düşünen anlayışın karşısında tutumumuzu net olarak ortaya koyacağız ve çok büyük kaybettireceğiz. Seçmeni de seçeneksiz bırakmayacağız ve kaybettireceğiz. Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip” ifadelerini kullandı.

HDP’li Oluç, parti kapatılırsa veya kapatılmazsa mevcut ittifakların neresinde olacaklarına dair yaptığı açıklamada ise “Cumhurbaşkanı adayı tartışmasına başlamadık. Genel olarak bunu konuşuyoruz ama “Biz aday çıkartır mıyız?” gibi bir konuyu kurullarımızda konuşmadık. Ama tartışacağız tabii” dedi.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası açtığı Halkların Demokratik Partisi (HDP), davanın kabulü sonrasında bir yandan ülke genelinde “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” adı altındaki ziyaretlerle seçmeninin nabzını tutarak yol haritası belirlemeye çalışırken bir yandan da savunmaya dönük hazırlıklarını sürdürüyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç; Artı Gerçek, BBC Türkçe, Gazete Duvar ve Mezopotamya Ajansı’ndan gazetecilerle bir araya gelerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. HDP’li Oluç’un BBC Türkçe’de yayınlanan Ayşe Sayın ile yaptığı röportajı ise şöyle:

Kapatma davasında gelinen aşama nedir, bir ek savunma süresi istediniz, verilmeyeceğini düşünüyor musunuz?

Başvuruyu yaptık ama henüz bir cevap almadık. Hazırlıklarımızın son aşamasına yaklaştık. Ön savunma bizim açımızdan önemliydi. İlkesel bazı konularda görüşlerimizi yoğunlaştırdığımız bir savunma oldu. Aslında bu iddianamenin bu haliyle kabul edilmemesi gerektiğini çok net verilere dayanarak hukuki açıdan ele aldık ve söyledik. Son hali verildikten sonra ön savunma göndereceğiz.

Usul açısından da yasa açıdan da verilmesi gerekir. Çünkü ek süre istememiz de gerçekten iddianamenin haliyle ilgili bir şey. O kadar karmaşık bir iddianame ki; siz sadece basına düşen 800 küsur sayfasını görüyorsunuz ama ekler var, yaklaşık 70 klasör flash diskle verilmiş belgeler var. Ve bunlar tasnif edilmeden verilmiş vaziyette, karma karışık, tam bir çorba vaziyetinde. Bunların tasnif edilmesi gerekli, ilgili kişilere iletilmesi gibi çok ciddi çalışma gerektiriyor. Aslında bu çalışmayı bizim değil, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yapması gerekiyordu. Ama her şeyi doldurmuş ve göndermiş bir şekilde. Normal olarak hem usul hem yasa açısından ek süre verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ama ne karar verirler o Anayasa Mahkemesi’nin takdiri.

Savunmanızın ana çerçevesi ne olacak?

Ön savunma ile esas savunma arasında fark olacak. Ön savunmada daha çok hukuki alanda değerlendirmeler yaptık. Hukuken bu iddianamenin neden kabul edilmemesi gerektiğini anlattık. Ama esas savunmada bu iddianamelerin hepsine tek tek cevap vereceğiz. Milletvekillerinin her biri kendi savunmalarını yapacak, yasak istenenler de kendi savunmalarını yapacaklar. Hepsine cevap vereceğiz, cevapsız hiçbir şey bırakmayacağız. Çünkü Türkiye’de hukuk işliyor olsa bu iddianamenin kabul edilmesi söz konusu olmazdı. Hukuk olsa; iddianame kabul edilse bile buna dayanarak parti kapatmak söz konusu olmazdı. Bunların hepsi politik olduğu için biz hukukla yetinemeyeceğimizi düşünüyoruz.

Epey kapsamlı bir çalışmamız var. Bu tarihe bir belgedir. Aynı zamanda çıkacak sonucun ne olduğunu şimdiden bilmiyoruz ama biz uluslararası alanda da hukuken de politik olarak da bu savunmaları oralara da ileteceğiz ve oralarda da gereken adımları atıyoruz. Ayrı bir büro kurduk, orada bir hukukçu ekibi çalışıyor zaten. Daha evvel İstanbul’da bir toplantı yapmıştık akademisyen ve hukukçularla birlikte. O önemli ve verimli bir toplantı olmuştu. Oralardan çok önemli öneriler gelmişti, onlara savunma yazarken de görüş soruldu, önerileri alındı, öyle bir organik ilişkiyi sürdürüyoruz.

“Kesinlikle alternatifsiz bırakmayacağız”

Bu süreçte çok fazla il ziyareti toplantısı yapıyorsunuz, orada bu konuları konuşuyorsunuz, siz ne diyorsunuz, seçmeniniz ne öneriyor?

Biz bu çalışmayı, “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” başlığıyla yaptık. Yapmamızın birinci amacı il ilçe örgütlerimizin olduğu her yerde eş genel başkanlar, parti yöneticileri ve milletvekillerimizle, halkla buluşmalar gerçekleştirdik. Gittiğimiz neredeyse her yerde müthiş bir sahiplenme olduğunu gördük. Bunu abartarak söylemiyorum, hem Batı’da hem Kürt coğrafyasında çok ciddi sahiplenme oldu. Halk çok farkında olan bitenin ve kesinlikle sizin yanınızdayız mesajını çok net olarak veriyorlar. Eleştirileri yok mu? Var, politik olarak zaman zaman dile getirenler oldu. Şunu daha iyi yapabilirdik, genel politik eleştiriler. Biz de bunları engellemedik tam tersine dinlemek istedik. Ama genel olarak baktığımızda müthiş bir sahiplenme gördük biz. Şu konuda herkesin kafası net: Diyorlar ki, parti ne derse onu yapacağız. Çünkü biz şunu söyledik, “en kötü ihtimal kapatılmak” ve yaklaşık 520 kişiye yakın siyasi yasak isteniyor. “Peki ne yapacaksınız?” dediler. Biz “demokratik siyasette kararlıyız, bir yol mutlaka bulacağız, mutlaka bir yol açacağız. Kesinlikle alternatifsiz bırakmayacağız” dedik.

“Siz ne istiyorsunuz?” diye de sorduk. Bir tane, “demokratik siyaseti bırakın” diyen olmadı. Tam tersine herkes çok kararlı bir şekilde, “parti ne diyecekse biz onu yapacağız” mesajını net olarak verdi.

Seçmeniniz seçeneksiz kalma kaygısı yaşıyor mu?

O vardı. Benim gördüğüm çeşitli yerlerde bu sorular samimi sorulardı. Acaba kapanacak, herkese siyasi yasak gelecek de çekilecek misiniz ortadan, gibi bir ruh hali kimilerinde var hakikaten. Ama sordular, biz açık yüreklilikle bunu anlatınca herkes çok rahatladı. Kimseden demokratik siyasetle niye uğraşıyoruz, buradan bir şey çıkmaz, gibi bir yaklaşım gelmedi. Tam tersine çok kararlı şekilde, parti ne diyorsa, ne öneriyorsa biz onun arkasındayız, birlikte hareket edeceğiz ve siyasi olarak mutlaka hesabını soracağız, ruh hali çok yaygın ve net.

Siz parti olarak ‘Biz aslında en kötü senaryo dahil yolumuzu belirledik’ diyecek noktada mısınız?

En kötüsüne göre de bir yol belirledik kendimize. En kötüsü olmaz ama başka türlü de olursa ona göre de yol haritası belirledik. Ama kesinlikle siyasi alanı boş bırakmayacağız. Bu konudaki tutumumuz çok net. Ve seçime gidiliyor, seçim öncesinde en kötü ihtimali harekete geçirebilirler seçime girmemizi engellemek için. Bunların hepsini aşacak bütün formülleri hazır.

“Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip”

Kapatma kararı çıkarsa bağımsız aday olarak seçime girme gibi gibi bir seçenek gündeme gelir mi?

O en uç nokta ama şu anda onu tartışmıyoruz bile. Sonuç olarak şu; demokratik siyaset alanını terk etmeyeceğiz ve bu durumda mutlaka bize kapatma ve siyasi yasak yoluyla bir şey kaybettireceğini düşünen anlayışın karşısında tutumumuzu net olarak ortaya koyacağız ve çok büyük kaybettireceğiz. Seçmeni de seçeneksiz bırakmayacağız ve kaybettireceğiz. Seçmenlerimiz bu konuda net bir fikre sahip.

Daha büyük nasıl kaybettireceksiniz?

Valla onların kaybı bizden fazla olacaktır. Kapatmanın yaratacağı sonuç bizim seçmende daha kararlı bir tutuma yol açacaktır. Ayrıca AKP’nin seçmeninde çok ciddi bir kırılma yaratacaktır. Yani AKP’nin Kürt seçmeni açısından söylüyorum, onlar ne yaparlar AKP’ye oy vermediklerinde, onu göreceğiz hep birlikte. Ama onların kayıplarının büyük olacağını net olarak söyleyebilirim. Kabul edilebilir bir şey değil bu.

Mesela geçmiş partilere baktığımızda tabii hepsinin kapatılması kötü bir şey, biz ilkesel olarak parti kapatmaya karşıyız; ama geçmiş partilere baktığımızda hiçbirisi HDP kadar demokratik siyaset içinde kurumsallaşmış bir parti olmadı. HDP demokratik siyaset alanında yer tuttu ve Türkiye’nin demokratik siyaseti açısından baktığımızda kalıcı bir pozisyonu oldu.

2014’ten bu yana bu kadar çok seçime girdi ve seçmen çok benimsedi partiyi. Daha önce diğerlerinde bu kadar büyük bir sahiplenme olmamıştı doğrusu. Dolayısıyla seçmenin tepkisi diğer partilerin kapatılmasından çok daha köklü bir tepki olacaktır. Hakikaten aidiyet hissediyor bizim seçmenimiz. Geçmişte de vardı elbette ama şimdi daha kalıcı ve güçlü bir bağ kurulmuş oldu. Dolayısıyla bunun faturası yasakçı zihniyetler açısından ağır olacaktır.

“Gençler arasında ciddi bir destek var”

Bazı anketlerde partiniz yüzde 10 barajının altında gibi görünüyor, kapatma davası oy düşüşüne yol açar mı?

Yaptırdığımız araştırmalarda ve ciddi bazı araştırmaları da görüyoruz, onlarda öyle bir sonuç ortaya çıkmıyor. Daha çok iktidara yakın şirketler manüplatif sonuçlar çıkarıyor. Ama onlarda bile kararsızlar dağıtıldıktan sonra barajın üstünde çıkıyor hepsi. Bizim yaptığımız araştırmalarda çok daha iyi sonuçlar çıkıyor. Yüzde 13’lerin üzerinde görünen araştırmalar var. Ama kapatma halinde sonuçların çok daha farklı olacağını görüyoruz. Özellikle Kürt coğrafyasında yaptırdığımız araştırmalarda sahiplenme ve artış güçlü bir şekilde görülüyor. Gençler arasında ciddi bir destek var. O nedenle kapatılmasının yaratacağı sonuçlar kapatma zihniyetine sahip olanlar açısından ağır olacaktır.

Dava kapatma ile sonuçlanırsa veya kapatılmazsa mevcut ittifakların neresinde yer alırsınız? Bağımsız bir cumhurbaşkanı adayı çıkarır mısınız?

Cumhurbaşkanı adayı tartışmasına başlamadık. Genel olarak bunu konuşuyoruz ama “Biz aday çıkartır mıyız?” gibi bir konuyu kurullarımızda konuşmadık. Ama tartışacağız tabii.

Eylül’ün ikinci yarısında bir deklarasyon yayımlayacağız. O deklarasyon için toplantılarımızı yapıyoruz. Saha çalışmalarını büyük ölçüde tamamladık. Bu çalışmalar ay sonunda tamamlanmış olacak. Bu hafta il eş başkanları toplantımızı yapıyoruz. Arkasından Parti Meclisi ve sonrasında milletvekili grubumuzu toplayacağız. Oralarda da bu konuları konuşacağız.

Deklarasyonun temel amacı şu: Bir cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olacak kişiden beklentiler nedir, bunu açıklayacağız. İkincisi; yerel demokrasisi güçlü bir parlamenter sistem diyoruz. Böyle bir parlamenter rejimde hangi konularda hangi adımlar atılması gerekir, onu biraz tarif edeceğiz. Geçiş sürecini tarif edeceğiz. Herhalde 15-20 madde arası bir deklarasyon olur.

Cumhurbaşkanı adayının hangi partiden olduğu önemli, nasıl olmalı? İlkesel olarak nasıl bir pozisyonu savunmalı ve bu geçiş sürecinde yapılması gerekenler nelerdir? Bunu anlatan bir deklarasyon olacak. Onun üzerine konuşmak hem bizim açımızdan hem de diğer partiler açısından daha rahat olacak. Bu deklarasyonu herkese açık yapacağız. Hem topluma hem de bütün siyasi partilere açık yapacağız.

İttifaklara dönük de bir mesaj mı?

Tabii. Herkes burada görmüş olacak. Herhalde bir pozisyon belirtirler, görüşlerini açıklarlar. Ama orada şu-bu ittifak diye bir şey olmayacak.

Partinizden ‘HDP kolay lokma olmayacak’ açıklamaları geldi. Herkese mesaj derken, kapınız herkese açık mı olacak?

Bizim genel yaklaşımımız şöyle: Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bazı demokratik değişim ve dönüşümler var. Herkese mesaj derken bu anlamda söylüyorum. Herkes buna nasıl baktığımızı bilmeli. Yargı, yerel yönetimler, idari sistemde neler yapılmalı. Bunun içinde bizim kendi sorunlarımıza dair konular da var. Yargı alanını tartışırken kapatma davası, çeşitli siyasi davalar, AİHM’de 18. Madde ihlali kararında olduğu gibi bize yönelik açılmış siyasi davalar var. Yargı alanında yapılacak demokratik değişim dönüşümler mutlaka bizi de kapsayacak bir şey olmalı.

AKP’ye de kapıları kapatan bir yaklaşım olmuyor sanki…

Şununla bununla pazarlık yapıyoruz diye bir şey yok. Türkiye’de demokratik değişim yapmak isteyenlerin atması gereken adımlar şunlardır diyerek fikirlerimizi ortaya koyuyoruz. Bunların içinde eleştirecek, yanlıştır diyecekler de olabilir ama bu fikirleri ortaya koyuyoruz. Bunları tartışmak istiyoruz. Ve seçmenlerimize demiş oluyoruz ki, bunları düşünen tartışan ve görüş bildiren kimler onlara bakın bakalım. Sonuçta bu bir seçim, insanlar gidip oy verecek. Partilerin kararları önemlidir ama seçmenler de içlerine sinen adımlar atmak isterler. Herkes bunu görmeli.

Bizim önemli konularımızdan biri Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün gerçekleşmesi için atılacak adımlar. Toplumda son dönemde yaşananlara bakılırsa alttan alta kaynayan bir ırkçılık var. Bu çok tehlikeli. O nedenle demokratik değişim ve dönüşümün hangi alanlarda nasıl yapılması gerektiği konusunda ilkesel duruşu bir kez daha ifade etmek ve diğer siyasi partilerin tutumlarını görmek, dinlemek bizim açımızdan önemli. Seçmen açısından da önemli.

“2022’de seçim olma ihtimali vardır, illa 2023 Haziran’ına kadar sürmez”

Erken seçim beklentiniz var mı?

Bütün kamuoyu yoklamaları şu anda milletvekillerine seçimlerine bakıyor herkes ama esas mesele yüzde 50 artı 1, cumhurbaşkanlığı seçimi… Bütün kamuoyu yoklamaları şu anda iktidarın kaybettiğini gösteriyor. Şu anda seçim olsa yüzde 50 artı 1’i tutturamıyorlar. Dolayısıyla böyle bir durumda iktidarın erken seçim kararı almasının ben kendi açısından intihar gibi olduğunu düşünenlerdenim. O nedenle ben beklemiyorum şu anda. Ama Türkiye’nin konjonktürü nereye doğru gelişir, ne olur, elbette onu bilemeyiz ama ben apar topar bir erken seçim beklemiyorum.
Bir de seçim yasasını bu haliyle koruyarak seçime gitmek istediklerinden de emin değilim. Yaptıkları çalışmalar basına zaman zaman yansıyor filan. Seçim yasasında değişiklik yapılırsa ancak bir yıl sonra uygulamaya alınabiliyor. Ama 2022’de seçim olma ihtimali vardır, illa 2023 Haziran’ına kadar sürmez. O da erken denilebilir ama ondan önce ben bir apar topar seçim beklemiyorum.

Paylaşın

Saruhan Oluç’tan ‘Açlık Grevi’ Ve ‘Ölüm Orucu’ Açıklaması

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TCMM) düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Saruhan Oluç, basın toplantısında, Soma’daki maden faciasının üzerinden 5 yıl geçtiğini ve hayatını kaybeden 301 madenciyi saygıyla andıklarını belirterek, maden sahibine ödül gibi bir ceza verildiğini söyledi.

HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 187 gündür açlık grevinde olduğunu ve cezaevlerinde de açlık grevlerinin devam ettiğini hatırlatan Oluç, cezaevlerinde 15’er kişilik iki grubun da ölüm orucuna başladığını ifade etti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim orada HDP’nin belediyesi filan kalmaz” dediğini savunan Oluç, “Bu ifadeniz bile hukuksuzluğun çok açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi dertlerinin olmadığını bu ülkedeki bütün aklı başında insanlar biliyorlar” diye konuştu.

Oluç, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul kararına ilişkin tartışmaların devam ettiğini anımsatarak, YSK’nin, Anayasa’nın 79. maddesine göre 7 asil, 4 yedek üyeden oluştuğunu ve işleyişinin yasalarla belirlendiğini kaydetti.

Ekonomik gelişmelere ve dolar kurunda yaşananlara değinen Oluç, palyatif  adımlarla Türk lirasının değerinin düşmesinin, doların ise yükselmesinin engellenemeyeceğini öne sürdü.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, basın açıklamasında şöyle konuştu:

Bugün Soma’da yaşanan maden faciasının, işçi katliamının 5. yıldönümü. 301 işçi, madenci  yaşamını yitirmişti. 301 madenciyi saygıyla anıyoruz, onları unutmuyoruz, ailelerine bir kez daha sabır diliyoruz.

Az maliyet-çok kar, az zamanda-çok çalıştırma anlayışı nedeniyle bu katliam yaşanmıştı. Madenlerde özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, sendikasızlaştırma ve kölelik koşullarında çalıştırma sistemi nedeniyle bu katliam yaşanmıştı.

Aradan 5 yıl geçti, peki bu konuda adalet sağlandı mı? sorusunun yanıtı tek kelime: Hayır. Ödül gibi bir ceza verildi maden sahibine. Bu yetmedi, ocağın işletilmesini yasaklayan yargı kararı kaldırıldı. Bütün bunların hepsi aslında Türkiye’deki çalışma yaşamına ve hukuka ilişkin eksikliklerin, yanlışların çok açık ifadesi.

Siyasi iktidar ve sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibidir. 2018 yılında en az 1923 işçi hayatını kaybetti. 2019 Ocak-Mart 3 aylık bilançosuna baktığımızda, en az 392 işçi hayatını kaybetti iş cinayetlerinde; hem madenlerde hem de genel olarak çalışma yaşamında. Bu sorunların çözümü çok açık.

Bir; denetimin ciddi olması, yaptırımların ciddi olması ve uygulanması. İki; çalışma yaşamında insanca çalışmayı sağlayacak yasal reformların ve yapısal düzenlemelerin gerçekleşmesi.

Her ikisi de savsaklanıyor. Hem siyasi iktidar hem sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibi olmaya devam ediyor. Bir kez daha Soma’da yitirdiğimiz 301 madenciyi saygı ile anıyoruz.

“Açlık grevlerinde son derece vahim bir tablo ile karşı karşıyayız”

Açlık grevleri sürüyor biliyorsunuz. Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 187. günü. Milletvekillerimiz Dersim Dağ 72. gününde, Tayip Temel ve Murat Sarısaç 67. gününde. Geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak 118’inci gününde. Dilek Öcalan’ın da içinde bulunduğu bir grup 148. gününde. Açlık grevleri devam ediyor ve cezaevlerinde 150. güne varıldı. Ve 15’er kişilik iki grup ölüm orucuna başladı. Birinci grup 14’ünci gününde, diğeri 4’üncü gününde. Yani açlık grevlerinin tablosu çok vahim, son derece vahim.

“Bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz?”

Önce yetkililere, Adalet Bakanlığı’na, bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz? Adaletin, hukukun uygulanması için, var olan yasaların, Anayasa’nın ve uluslararası demokratik sözleşmelerin uygulanması için ne bekliyorsunuz?

Bir kez 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitmesinin sorunu çözemediğini görüyorsunuz. Sorunun çözülmesi, gayri hukuki durumun sona ermesi için niye adım atmıyorsunuz? İnsan hakları hukukuna aykırı bu durumu düzeltmek için niye adım atmıyorsunuz?

Bu keyfi tutum gerçekten kabul edilemez. Bir kez daha Adalet Bakanlığı başta olmak üzere yetkililere sesleniyoruz. Bir an evvel hukukun uygulanmasını sağlayın, bir an evvel hükümlü haklarını İmralı’da bulunan hükümlüler için de kullanılabilir hale getirin.

“CHP ve İYİ Parti, MHP’nin söylediğini söyleyemeyecek mi?”

Muhalefet partilerine sormak istiyoruz; Meclis’te grubu bulunan İYİ Parti’ye, CHP’ye sormak istiyoruz: “Öcalan avukatlarıyla ve ailesi ile görüşebilmeli, hukuk uygulanmalı” cümlesini kurmak sizin açınızdan bu kadar zor mu? İnsani ve hukuki bir talebin yerine getirilmesini söylemek sizin için bu kadar zor mu?

MHP Genel Başkanı Bahçeli bile, ki pozisyonu bellidir, o bile avukat görüşünün yapılabilmesi konusundaki görüşünü beyan etti. Sizler muhalefet partisisiniz. Bu hukuk dışılığa itiraz etmeyecekseniz, neye itiraz edeceksiniz? Hukuk ve demokrasi konusundaki çifte standardınıza ne zaman son vereceksiniz? Bir kez daha insani ve hukuki açıdan bir an evvel adım atılması ve bu duruma son verilmesi gerekmektedir.

“İçişleri Bakanı hukuk dışı kararlar veriyor ve uygulatıyor”

Dün anneler günüydü ve yine cezaevleri önünde İstanbul Bakırköy’de, Diyarbakır, Van, Gebze ve diğer cezaevleri önünde anneler ağır baskı ile karşılaştı. Daha önce de söylemiştik. Bu tabloları yaratmayın. Bu tabloları insanlara yaşatmayın.

Annelere yönelik bu davranış hukuksuzdur. Bu davranışın kararını veren İçişleri Bakanlığı aslında hukuksuz bir adım atmaktadır. O kararı valiler ve kaymakamlara iletmektedir ve onlar da hukuksuz bir kararı yerine getirmektedirler.

Annelere yönelik saldırılar ve şiddet hukuksuzdur. Annelerin vicdani hakkıdır ses çıkarmak, çocuklarıyla dayanışma göstermek. Bu ayrı. Ama aynı zamanda anayasal haklarıdır. Gösteri hakkı anayasal haktır. Şiddet kullanmadan gösteri yapmak anayasal bir haktır. Bunun karşısında kullanılan şiddet ise hukuksuzluktur.

Tabii bu İçişleri Bakanlığı’nın ilk icraatı değil. İçişleri Bakanı şimdi de muhtarları görevden almaya ve kayyım atamaya başladı. 10 mahalle muhtarı Diyarbakır Lice ilçesinde görevden alındı.

Neden görevden alındılar belli değil. Haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Her biri yüzde 80-85 oy almış muhtarlar. Halkın teveccühüne sahip oldukları için görevden alındılar. Suçlu ilan ediliyorlar. Neye göre? Haklarında bir mahkeme kararı bulunmuyor. Anayasa’nın 132. Maddesi de, AİHS 6/2 Maddesi de der ki, “suçluluğu ispatlanıncaya hiç kimse suçlu ilan edilemez”. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi diye bir şey var, ama İçişleri Bakanı’nın umurunda değil bu.

“İçişleri Bakanı’nın hukuk gibi bir derdi yok”

Hangi anlayışla İçişleri Bakanı görevden alıyor? Geçen gün söyledi: “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim, böyle devam edersek 5 yıl sonra HDP belediyesi kalmaz”. 5 yıl sonrasını hep beraber görürüz, böyle davranmaya devam ederseniz. Ama kayyım atamaya devam etme yönündeki bu ifadeniz bile hukuksuzluğun açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. Niyetiniz belli. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, Anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi bir derdi olmadığını herkes biliyor.

“YSK yıllardır Anayasa’yı çiğniyor” 

Bir konuya daha değinmek istiyorum. YSK ile ilgili tartışmalar. Biliyorsunuz İstanbul kararı ile YSK’nin hukuka ve demokrasiye açık bir şekilde darbe yaptığını ifade ettik. Bugünlerde tartışılan bir diğer konu var.

YSK, oluşumuna baktığımızda anayasal bir kurumdur. 7 asil 4 yedek üyesi olan bir YSK vardır. İşleyişi yasalarla belirtilmiştir. Her anayasal kurum gibi asil üyelerle toplanır. Asil üyelerinin katılamaması durumunda yedek üyelerin devreye girmesi söz konusu olabilir.

Ama 8 senedir YSK bu şekilde çalışmıyor. Yani Anayasa ve yasaya aykırı bir şekilde çalışıyor. Asil üyelerle, yedek üyeler birlikte toplanıyor. 2014’ten bu yana da, 5 senedir de yedek üyelere oy kullandırarak çalışıyor.

Yani mesele sadece İstanbul kararı ile ilgili değil, yıllardır Anayasa çiğneniyor. 2014’ten bu yana verdiği tüm kararlarda; Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, bütün kararlarda meşruiyeti sorgulanan bir kurum haline gelmiştir. YSK’nin Anayasa’yı ve yasaları çiğneme hakkı yoktur.

“Kararlarına itiraz edilecek merci olmamasına güveniyorlar”

Şuna güveniyorlar belli ki; kendilerinden sonra bir üst mahkeme olmadığı için kararları bir üst mahkemeye taşınamadığı için böyle rahat davranıyorlar. Mesela KHK’li olanlardan mazbataları geri alıp seçilmemiş ikinci kişiye mazbatayı verme hukuksuzluğunu yapıyorlar. Kendilerini halk iradesinin yerine, Meclis iradesinin yerine ikame edebiliyorlar. Anayasa’yı ve yasaları çiğnemekten geri durmuyorlar. Günü geldiğinde bunların hepsinin hesabı hukuken sorulacaktır.

“Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor”

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta dolar 6.25’lere kadar yükseldi. Daha sonra yapılanlarla 5,98’e kadar geriledi. Buraya gelmeden önce baktım; şu anda yine 6’nın üzerinde. Neden böyle?

Çünkü gerçekler Hazine ve Maliye Bakanı’nın anlattığı gibi değil. Başarılı ekonomi yönetimi yüzünden dolar 6,25’ten 5,98’e inmedi. Hazine ve Maliye Bakanı çarpıtıyor.

Yükselme nedenleri: Birincisi, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasi açısından atılan bütün yanlış adımlardır. Yanlış adımların güvensizliği ekonomi çevrelerinde artırmasıdır. Güvensizlik arttığı için TL’nin değeri düşüyor. Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor. İkincisi; ekonomide doğru adım atılmadığını iş çevrelerinin görmesidir. İş çevreleri bunu gördüğü için TL değer kaybediyor.

“Palyatif tedbirlerle ve pembe tablolar çizerek krizi çözemezsiniz”

Peki doların düşüş nedenleri neydi? Bir tanesi, Merkez Bankası’nın örtülü faiz artırımıdır. Yani gecelik faiz oranı örtülü olarak yüzde 1,5 artırıldı. Birinci nedeni buydu, palyatif bir tedbir. İkincisi; kamu bankaları 4 buçuk milyar dolar satım yaptılar. Bu da palyatif bir tedbirdir.

Nitekim bu adımların sonuçları görüldü ve tekrar ibre tersine döndü. Palyatif adımlarla doların yükselmesini engelleyemezsiniz. Bunu defalarca söyledik bir kez daha söylüyoruz. Bu palyatif adımların ekonomik maliyeti son derece ağır olacaktır. Başarısız bir ekonomi yönetimi ve başarısız bir Hazine ve Maliye Bakanı vardır. Pembe tablolar çizerek ekonomiyi toplamanız mümkün olmayacaktır.

Soru: Muhalefet partilerinin Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi noktasında adım atmasından bahsettiniz. Bahçeli’nin açıklamasını örnek gösterdiniz. İktidara bir çağrınız yok mu? Bahçeli’nin açıklamasını samimi buluyor musunuz?

Biz bütün muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin Türkiye’deki hukuka, Anayasa’ya ve hükümlü haklarına, uluslararası demokratik sözleşmelere uygun davranması gerektiğini düşünüyoruz. Bahçeli’nin sözü buna işaret eden bir sözdür. Muhalefet partilerinin de hukuka sahip çıkma, hükümlü haklarına sahip çıkma konusunda aynı cesareti göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. İYİ Parti ve CHP’ye çağrımız bu açıdandır. Hukuk uygulansın sözünü açık şekilde ifade etmeleri gerekir ki, bütün partiler hukuk ve demokrasi konusunda hukukun üstünlüğü konusunda buluşabilmiş olsun.

Soru: Öcalan, avukatlarıyla 8 yıldır görüşmedi. Neden şimdi olduğu tartışılıyor. İstanbul seçimleri de bir tarafta. İktidara bir çağrınız yok mu?

Tabii ki iktidara çağrımız var. Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ülkeyi yönetenlere çağrımız çok açık. Açlık grevlerinin bir an evvel sonlandırılması, herhangi bir insanın yaşamına ve sağlığına zarar gelmemesi için 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitme uygulaması istikrarlı olarak devam etmelidir. Hukuka uygun davranılırsa ne açlık grevi kalır, ne ölüm orucu kalır. Onların da talebi hukukun uygulanması, hükümlü haklarının uygulanması talebidir. Bu talep doğrultusunda iktidarın adım atması, bir normalleşme yaşanması gerekir. Herkes biliyor ki, son 8 yıl içinde 810 kez avukat başvuru yapması ve bunların 809’unun reddedilmiş olması son derece keyfi ve hukuka uymayan bir tutumdur. Artık bunun değiştirilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Çağrımızı da yeniliyoruz.

Soru: İstanbul seçimlerine ilişkin HDP açıklama yapmasına rağmen tartışmalar devam ediyor. HDP’nin İmamoğlu’nu destekleyip desteklemeyeceği yönünde tartışmalar var. HDP nerede duruyor? 

31 Mart öncesinde de bunları yaşamıştık. Bakın HDP’nin kurulları var ve bu kurullar demokratik tartışma geleneğine sahip kurullardır. Bu kurullar toplanır, tartışır ve karar alır. Bunlardan biri MYK’dir. MYK toplanmış ve tartışmıştır. Belli bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Ama MYK tek kurul değildir; diğer taraftan Parti Meclisi var. PM de toplandı ve tartıştı. Bugün MYK ve Meclis Grubu birlikte toplantı halinde şu anda. Orada da tartışılacak. Son olarak da İstanbul’da il ve ilçe örgütü yöneticilerimizle ve seçim çalışması yürüten komisyonlarla birlikte bir toplantı olacaktır. Bütün bu tartışmalar bittikten sonra da HDP yetkili ağızlarından sonuçlar ve kararlar açık bir şekilde deklare edilecektir. Olağan bir süreç işlemektedir. Yavaş işliyor diyebilirsiniz, ama öyle değil, bir hafta içinde hepsi tamamlanmış olacaktır. Bugün yine dijital medyada gördüm. “Türk vekillerle Kürt vekiller anlaşamadı” diye bir haber vardı. Gülüp geçiyoruz bu haberlere. Türk ya da Kürt vekiller ayrımı yok kendi içimizde. Hepimiz HDP vekilleriyiz. Tutumumuz da bu hafta sonunda net bir şekilde kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Paylaşın

HDP Sözcüsü Oluç: Açlık Grevlerinde Vahim Bir Durum Yaşanıyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının devam ettiği saatlerde açlık grevleri ve başlayacak ölüm oruçlarına ilişkin basın açıklaması yaptı.

Parti Sözcüsü olarak son basın toplantısını yapacağını söyleyen Saruhan Oluç, “Açlık grevleri temel konumuzdu şu ana kadarki MYK görüşmeleri içinde. Açlık grevinin geldiği son durumu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. 8 Kasım’da açlık grevine başlayan Hakkari milletvekilimiz Leyla Güven 173’üncü gününe girdi bugün. Aralarında geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın da olduğu çok sayıda isim açlık grevinde. Selma Irmak ve Sebahat Tuncel açlık grevinin 104’üncü gününde. Önceki dönem milletvekilimiz Dilek Öcalan açlık grevinin 134’üncü gününde. Milletvekillerimiz Dersim Dağ açlık grevinin 57’inci, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 53üncü gününde” dedi.

“Son derece vahim bir gelişme bu sabah duyuruldu. 15 siyasi tutuklu; Bakırköy, Van, Gebze ve Diyarbakır’daki açlık grevi eylemcileri, eylemlerini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdular. Çok uzun süredir açlık grevini sürdürmekte olan tutukluların ölüm orucuna başlaması vahim bir durumdur. Bu konuyu MYK toplantımızda enine boyuna değerlendirdik, bir kez daha özellikle kamuoyunun ve bu ülkeyi yönetenlerin dikkatini bu konuya çekmek istiyoruz” diyen HDP Grup Başkanvekili Oluç, açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Bu konudaki talepler çok açık ve nettir. Talep, Türkiye’de var olan İnfaz Yasası’nın, TCK’nin, Anayasa’nın ve yönetmeliklerin uygulanması talebidir esas itibariyle. İnfaz Yasası’na, TCK’ye ve Anayasa’ya aykırı uygulamaların sona ermesi talebidir. Yeni bir yasa önerilmemektedir. Sadece var olanların uygulanması önerilmektedir. Türkiye’nin altında imzası olan uluslararası sözleşmelere uyumlu davranmasıdır istenen. Haberleşme özgürlüğü her hükümlü için temel haktır. Kişiye özel hak ihlaline son verilmesi talebidir açlık grevindekilerin talebi. Bir kez daha bunu hatırlatmak istiyoruz ve bu talebin yerine getirilmesinin önünde hiçbir hukuku ve siyasi engelin bulunmadığına işaret etmek istiyoruz.

Van Milletvekilimiz Tayip Temel bir röportajında çağrıda bulunmuştu Meclis Başkanı Sayın Şentop’a dönük olarak. Sayın Şentop da bu çağrıya cevap verdi. Biz Sayın Şentop’un söylediklerini çok iyi anladık. Ancak şuna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop, Leyla Güven de diğer vekillerimiz de Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da, kendileri için bir şey istemiyorlar. Kendileri için bu açlık grevlerini yapmıyorlar. Doğru tespit ediyorsunuz. Ülkede bir hukuksuzluk var, yasaların ve Anayasa’nın uygulanmadığı özel bir durum var. Bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için açlık grevi yapıyorlar. Dolayısıyla bir vekil olarak da bir görevlerini yerine getiriyorlar. Buna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop’un işaret ettiği mahkemeler 809 kez avukatların taleplerini mesnetsizce reddetmiştir

Sayın Şentop, diyorsunuz ki, bunların hepsi bir takım hukuki taleplerdir. Leyla Güven’in ortaya koyduğu iddialarla ilgili kararları savcılar, mahkemeler verir diyorsunuz. Herkesin bu konudaki gelişmeleri beklemesi gerektiğini söylüyorsunuz.

Doğru, bu konudaki iddialar savcılar ve mahkemelerin ukdesindedir. Bir kez daha şunu hatırlatmak istiyoruz. 809 kez avukatlar görüşme yapabilmek için başvuruda bulunmuşlar ve 809 kez avukatların bu talepleri mesnetsiz iddialarla reddedilmiştir. Şimdi bu bir hukuksuzluktur. Savcılar ve mahkemeler de bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak adımları atmamışlardır.

35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit

5 Nisan 2015’ten bugüne kadar, yani 4 yıl 25 gündür yaklaşık, ki bu 1485 gün eder, bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanmaktadır İmralı’da. Bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit vardır. 35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit ve 35 bin saat boyunca aile ile 20şer dakikalık 2 görüşme yapılabilmiştir.

Bu büyük bir hukuksuzluk değil midir? Var olan durum yasaların, uluslararası demokratik sözleşmelerin çiğnenmesi değil midir? İşte buna itiraz vardır. Bunların uygulanması için bu talep ortaya konmuştur. Biz de buna bir kez daha işaret ediyoruz.

Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz ve diyalog öneriyoruz

Sayın Şentop, dediğiniz gibi Türkiye’nin çok uzun bir parlamenter siyaset ve demokrasi tecrübesi vardır, bu çok önemlidir. Siz de buna işaret ediyorsunuz. Bu açıdan katedilen mesafeler çok önemlidir. Doğru. Biz de bunun devam etmesi, bu sürecin demokatikleşerek devam etmesi doğrultusunda bir çaba içerisindeyiz. Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz. Bunu bir kez daha vurguluyoruz ve diyalog öneriyoruz.

Bu konuda adım atılması için, özellikle ölüm orucuna başlanması nedeniyle durumun son derece vahim bir noktaya evrildiğine işaret ediyoruz. Bu diyalog önerimizi, bu çağrımızı elinizin tersiyle itmemenizi bir kez daha talep ediyoruz.

Tecridin bitirilmesi çağrısı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı

Bütün dünya bu açlık grevlerini duymuş vaziyettedir. Bakın, geçtiğimiz günlerde Nobel Ödülü almış 51 aydın, yazar ve bilim insanın da içinde bulunduğu bir topluluk çağrı yaptı. Talepleri çok nettir. Biz Türkiye Hükümeti’ni ve uluslararası kamuoyunu Sayın Öcalan’a yönelik tecride karşı harekete geçmeye çağırıyoruz dediler. Bu çağrı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı. Türkiye’de yapılması gereken bizim açımızdan çok nettir. Yasaların, yönetmeliklerin, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmasıdır.

Şimdi karşılıklı hesap sorma zamanı değil yaşatma zamanıdır

Aileler büyük bir rahatsızlık yaşamaktadır. Düşünün ki, çocukları cezaevinde her gün eriyen aileler çaresiz bir biçimde bu süreci izliyor. Uluslararası ve ulusal alanda tanınırlığı olan bir çok STK, inanç kurumu, aydınlar, demokratlar, yazarlar bir araya gelerek çağrıda bulunmuşlardır. Bu çağrılara kulaklarınızı tıkamamanızı bir kez daha öneriyoruz.

Tekrar çağrı yapıyoruz. Türkiye’deki bütün vicdan sahibi insanlara, STK’lara, demokrat insanlara, siyasi partilere sesleniyoruz; bu konuda HDP’nin çağrılarına, HDP’nin yaptıklarına kulaklarınızı tıkamayın ve bizleri yalnız bırakmayın. Şimdi eleştiri ve karşılıklı hesap sorma zamanı değildir. Açlık grevlerini ve yarından itibaren başlayacak ölüm oruçlarını kimseye zarar gelmeden sonlandırma zamanıdır.

HDP için aslolan yaşamdır

Bu açlık grevlerini HDP başlatmadı. Bizim irademiz ve kararımızla başlamış açlık grevleri değildir. Ama demokratik siyasetin bütün yollarını kullanarak, kimsenin hayatına zarar vermeden bunu sona erdirmek elimizdedir. Yaşam aslolandır, HDP için ve seçmenleri için bu böyledir. 6 milyonun üzerinde seçmenimiz ve aileleri ile 20 milyonunun üzerindeki insanlar için ve HDP için aslolan yaşamdır. İnsanlar için yaşamı savunmak ve ölümleri sonlandırmak bugün için en önemli görevlerimizdendir.

Kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz

Bizler bir çözüm bulmak istiyoruz. Demokratik siyaset içinde bir çözüm yaratmak istiyoruz. İnsani ve hukuki taleplerin yerine getirilmesi için çaba gösteriyoruz. Bu hukuk, vicdan ve hak arayışıdır. Yasa değişikliği önermiyoruz. Bir kez daha vurgulayalım, var olan yasaların uygulanmasını istiyoruz.

Çağrımız herkesedir. Sadece ülkeyi yönetenlere değil bütün yurttaşlaradır. Gözümüzün önünde insanların birer birer erimesini, sağlık ve yaşamlarında geri dönülmez tahribatların olmasını engellemek mümkündür. Bunun için susmamak gerekir. Bakın kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz. İnsanların yüreği yanıyor ve bu yangının büyümesini bir an önce durdurmamız gerekiyor.

Haklarımızın yenmesini istemiyoruz

Evet, Türkiye ortak paydamızdır; evet, demokratik Türkiye ve demokratik Cumhuriyet ortak paydamız olmalıdır. Milyonlarca insanımızla bu ülkenin bir parçasıyız ve haklarımızı kullanmaktan imtina etmeyeceğiz.

Hakkımızın yenmesini istemiyoruz, hukuksuzluklar yaşanmasını istemiyoruz. Dolayısıyla hem ülkeyi yönetenlere, hem Meclis Başkanı’na, bütün siyasi partilere ve STK’lara bir kez daha çağrımızı yineliyoruz; HDP MYK olarak adım atılması için bizler elimizden geleni yapacağız. Sizlerin de elinden geleni yapmanızı bekliyoruz.

Bu mübarek Ramazan’da insanların yüreğini yakmayın

Önümüzde mübarek Ramazan ayı vardır. İnsanlar bu mübarek günlerde oruç tutacaklar, ibadetlerini yapacaklardır.

Çağrımız bir kez daha bütün İslam alemine ve inananlaradır. Bu mübarek günlerde ailelerin yüreğinin daha fazla yanmasına yol açmayalım, gelin bu yangını söndürebilmek için elimizden geleni yapalım, bu hukuksuzluklara son verelim. Açlık grevindekilerin canlarına zarar gelmeden bu süreci sonlandıralım., talebi yerine getirelim. “

Paylaşın