Probiyotiklerin Kilo Vermedeki Rolü

Probiyotikler, bağırsak mikrobiyotasını dengeleyerek kilo verme sürecine dolaylı yoldan katkıda bulunabilir, ancak doğrudan bir zayıflama ilacı gibi çalışmazlar.

Haber Merkezi / Başka bir ifadeyle probiyotikler, dengeli bir diyet ve düzenli egzersizle birlikte kullanıldığında kilo verme sürecine destek olabilir.

Bağırsak Sağlığı ve Metabolizma: Probiyotikler, bağırsak florasını düzenleyerek sindirimi iyileştirebilir ve metabolik süreçleri destekleyebilir. Sağlıklı bir bağırsak mikrobiyotası, besinlerin daha iyi emilmesine ve enerji dengesinin düzenlenmesine yardımcı olabilir.

İştah ve Toksik Kontrol: Bazı çalışmalar, probiyotiklerin iştahı düzenleyen hormonlar (örneğin, GLP-1 ve PYY) üzerinde olumlu etkileri olabileceğini gösteriyor. Ayrıca, bağırsak bariyerini güçlendirerek inflamasyonu azaltabilir, bu da kilo kontrolüne yardımcı olabilir.

Yağ Depolama ve İnsülin Duyarlılığı: Özellikle Lactobacillus ve Bifidobacterium türleri, yağ depolanmasını azaltabilir ve insülin duyarlılığını artırabilir. Bu, obezite ve metabolik sendrom riskini düşürebilir.

Kanıtlar ve Sınırlamalar: Yapılan bazı klinik çalışmalar, probiyotik takviyelerinin kilo verme ve vücut yağ kütlesini azaltmada mütevazı etkileri olduğunu gösteriyor. Ancak, bu etkiler kişiden kişiye değişir ve probiyotik türü, dozu, bireyin mevcut sağlık durumu ve yaşam tarzına bağlıdır. Tek başına probiyotik kullanımı, diyet ve egzersiz olmadan etkili değildir.

Hangi Probiyotikler?: Lactobacillus gasseri, Lactobacillus rhamnosus ve Bifidobacterium türleri, kilo yönetimiyle ilişkilendirilen türlerdir. Yoğurt, kefir, fermente sebzeler (turşu, kimchi) gibi probiyotik içeren gıdalar doğal kaynaklar arasında yer alır.

Paylaşın

Kadınların Kilo Verememelerinin Az Bilinen Nedeni

Kilo verme çabaları sırasında birçok kadın, motivasyon kaybı, hormonal dengesizlikler veya yanlış beslenme gibi bilinen nedenlerden bahsederler. Ancak az bilinen bir etken, bağırsak hareketlerindeki düzensizlikler, özellikle kabızlık, olabilir.

Haber Merkezi / Bu durum, kilo verme sürecini doğrudan engelleyen bir kısır döngü yaratır ve tartıdaki ilerlemeyi görünmez kılmaktadır. Araştırmalara göre, kilo vermeye çalışan kişilerin yaklaşık yüzde 40’ında kabızlık sorunu yaşanır, ancak bu utanç verici bir konu olarak sıkça göz ardı edilmektedir.

Neden Bağırsak Hareketleri Kilo Vermeyi Zorlaştırır?

Bağırsak hareketleri (peristaltizm), yiyeceklerin sindirimi ve atıkların vücuttan atılmasını sağlar. Düzenli olmayan bağırsaklar, kilo verme hedeflerini şu yollarla baltalayabilir:

Şişkinlik ve Su Tutma: Kabızlık, bağırsaklarda atık birikimine yol açar. Bu, karın bölgesinde şişkinlik yaratır ve vücudun su tutmasına neden olur. Sonuç? Tartıda 1-2 kg ekstra “görünür” kilo – halbuki bu gerçek yağ kaybı değil, sadece geçici bir birikimdir. Birçok kadın, bu şişkinliği “kilo veremiyorum” diye yorumlar ve motivasyonunu kaybeder.

Yavaş Metabolizma ve Sindirim: Düzensiz bağırsak hareketleri, sindirimi yavaşlatır. Bu da kalori yakımını azaltır ve besinlerin emilimini bozar. Örneğin, lifli gıdalar (meyve, sebze) kilo vermeye yardımcı olurken, düşük lifli diyetler kabızlığı tetikler ve kilo kaybını geciktirir. Yüksek proteinli veya düşük karbonhidratlı diyetler de, eğer lif dengesizse, bu sorunu artırır.

Hormonal ve Psikolojik Etkiler: Kadınlarda östrojen dalgalanmaları (adet dönemi, menopoz) bağırsak hareketlerini yavaşlatabilir. Ayrıca, kilo verme stresini artıran kabızlık, kortizol (stres hormonu) seviyelerini yükseltir ve yağ depolanmasını teşvik eder. Bir vaka çalışmasında, genç bir kadının kilo alma isteğine rağmen kabızlıktan kaynaklı yeme bozukluğu yaşadığı görülmüştür.

Döngüsel Engel: Kabızlık, egzersiz yapmayı zorlaştırır (karın ağrısı, yorgunluk) ve su tüketimini azaltır, ki su, hem kilo verme hem de düzenli bağırsak için şarttır. Bu da kilo verme planını tamamen tıkar.

Normalde, sağlıklı bir bağırsak hareketi haftada 3 ila 7 kez arasında olmalıdır. Daha azı kabızlık belirtisidir ve kilo verme diyetlerinde yaygınlaşır, çünkü kalori kısıtlaması veya besin değişikliği sindirimi etkiler.

Kadınlarda Neden Daha Yaygın?

Kadınlar, erkeklere göre daha fazla kabızlık yaşar (Yüzde 25’e karşı yüzde 15). Nedenleri:

Hormonal Faktörler: Progesteron hormonu bağırsak kaslarını gevşetir, hareketleri yavaşlatır.
Pelvik Taban Zayıflığı: Gebelik veya obezite, pelvik kasları zayıflatır ve bağırsak fonksiyonunu bozar.

Diyet ve Yaşam Tarzı: Kilo verme diyetlerinde lif eksikliği veya yetersiz su alımı, kadınların bel çevresi yağlanmasını artıran metabolik sendromla birleşince sorunu büyütür.

Paylaşın

Yüksek Trigliseridlerin Dikkat Edilmesi Gereken Tehlikeleri

Trigliseridler, kanda bulunan bir yağ türüdür (lipit). Yemek yenildikten sonra vücut kullanılmayan kalorileri trigliseride dönüştürür ve yağ hücrelerinde depolar, enerjiye ihtiyaç duyulduğunda bu trigliseridler salınır.

Yüksek trigliserid seviyeleri, trigliseridlerin normalden fazla olması durumudur ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. İşte yüksek trigliseridlerin dikkat edilmesi gereken tehlikeleri:

Kalp Hastalığı Riski: Yüksek trigliseridler, ateroskleroz (damar sertliği) riskini artırabilir. Bu, kalp krizi ve inme gibi kardiyovasküler hastalıklara yol açabilir. Özellikle LDL (kötü kolesterol) yüksekliği ve HDL (iyi kolesterol) düşüklüğü ile birleştiğinde risk daha da artar.

Pankreatit: Çok yüksek trigliserid seviyeleri (genellikle 1000 mg/dL üzeri), akut pankreatite neden olabilir. Bu, pankreasın iltihaplanmasıdır ve şiddetli karın ağrısı, bulantı ve kusma gibi ciddi belirtilerle kendini gösterir.

Metabolik Sendrom: Yüksek trigliseridler, metabolik sendromun bir bileşenidir. Bu sendrom, yüksek kan şekeri, bel çevresinde yağlanma, yüksek tansiyon ve anormal kolesterol seviyeleriyle karakterizedir ve tip 2 diyabet ile kalp hastalığı riskini artırır.

Karaciğer Yağlanması: Yüksek trigliseridler, karaciğerde yağ birikimine (non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı) yol açabilir. Bu durum, karaciğer fonksiyonlarını bozabilir ve uzun vadede siroza veya karaciğer yetmezliğine neden olabilir.

İnme Riski: Trigliseridlerin yüksek olması, damarlarda plak oluşumunu teşvik ederek beyne kan akışını engelleyebilir ve inme riskini artırabilir.

Dikkat Edilmesi Gerekenler:

Beslenme: Şekerli gıdalar, işlenmiş karbonhidratlar ve doymuş yağlardan kaçının. Omega-3 açısından zengin balık, zeytinyağı ve lifli gıdaları tercih edin.

Egzersiz: Düzenli fiziksel aktivite (haftada en az 150 dakika orta yoğunlukta egzersiz) trigliserid seviyelerini düşürmeye yardımcı olur.

Kilo Kontrolü: Fazla kilolar trigliserid seviyelerini artırabilir. Sağlıklı bir kiloya ulaşmak önemlidir.

Alkol ve Sigara: Alkol tüketimini sınırlayın ve sigarayı bırakın, çünkü her ikisi de trigliseridleri yükseltebilir.

Tıbbi Takip: Doktorunuzun önerdiği kan testleriyle trigliserid seviyenizi düzenli olarak kontrol edin. Gerekirse ilaç tedavisi (ör. fibratlar, omega-3 takviyeleri) gerekebilir.

Normal trigliserid seviyesi genellikle 150 mg/dL’nin altıdır. 200 mg/dL ve üzeri yüksek kabul edilir.

Paylaşın

Yatmadan Önce Bir Bardak Zerdeçallı Süt İçmek İçin 10 Neden

Zerdeçallı süt, namı diğer “altın süt” (golden milk), zerdeçalın güçlü antioksidan ve anti – enflamatuar bileşeni kurkumin ile sütün besin değerlerinin birleşiminden oluşan geleneksel bir içecektir.

Haber Merkezi / Özellikle Ayurvedik tıpta uzun süredir kullanılan bu karışım, bağışıklık sistemini desteklemek, sindirimi rahatlatmak ve genel sağlığı iyileştirmek için önerilmektedir. Düzenli tüketildiğinde (örneğin yatmadan önce bir bardak), vücuda pek çok fayda sağlamaktadır.

İşte zerdeçallı sütün başlıca faydaları:

Bağışıklık Sistemini Güçlendirir: Zerdeçalın antibiyotik ve antimikrobiyal özellikleri, enfeksiyonlara karşı vücudu kormaktadır. Sütle birleştiğinde solunum yolu hastalıkları (astım, bronşit) gibi rahatsızlıklara iyi gelir ve vücut ısısını dengeleyerek ciğer tıkanıklıklarını açmaktadır.

Sindirim Sağlığını Destekler: Gaz, şişkinlik ve mide rahatsızlıklarını azaltmaktadır. Zerdeçal, sindirimi kolaylaştırırken sütün kalsiyumu bağırsak sağlığını korumaktadır. Özellikle laktoz hassasiyeti olanlarda mideyi yatıştırıcı etki göstermektedir.

Cilt Sağlığını İyileştirir: Yoğun antioksidan içeriği sayesinde serbest radikalleri nötralize ederek, ölü hücreleri yeniler ve cildin parlaklığını artırmaktadır. Akne, yaşlanma belirtileri ve cilt iltihaplarını önlemektedir.

Eklem ve Kas Ağrılarını Hafifletir: Anti-enflamatuar etkisiyle artrit, kireçlenme ve spor sonrası kas yorgunluğunu azaltmaktadır. Kurkumin, hücre yenilenmesini hızlandırarak eklemleri korumaktadır.

Uyku Kalitesini Artırır: Yatmadan önce içildiğinde rahatlatıcı etkisiyle uykuya geçişi kolaylaştırarak, derin uyku sağlamaktadır. Stresi azaltarak zihinsel dinginlik vermektedir.

Kalp ve Damar Sağlığını Korur: Kolesterolü dengeleyerek, kan dolaşımını iyileştirir ve kalp hastalıkları riskini azaltmaktadır. Karaciğeri toksinlerden arındırarak genel dolaşımı desteklemektedir.

Kanser Riskini Azaltır: Anti-enflamatuar özellikleri sayesinde meme, cilt, akciğer ve kolon kanserlerini yavaşlatmaktadır. DNA hasarını önleyerek hücreleri korumaktadır.

Kilo Kontrolüne Yardımcı Olur: Yağ yakımını hızlandırır ve metabolizmayı desteklemektedir. Düşük kalorili bir içecek olarak diyetlerde yer alabilir.

Beyin Sağlığını Destekler: Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkların ilerlemesini engelleyebilir. BDNF (beyin türevi nörotrofik faktör) seviyesini yükselterek hafızayı güçlendirmektedir.

Kanı Temizler ve Detoks Etkisi Yaratır: Toksinleri atar, kanı yeniler ve karaciğer fonksiyonlarını iyileştirmektedir.

Basit Bir Tarif:

Malzemeleri: 1 bardak süt (bitkisel süt de kullanılabilir), 1 çay kaşığı toz zerdeçal, bir tutam karabiber (kurkumin emilimini artırır), isteğe göre bal veya tarçın.

Hazırlığı: Sütü ısıtın, zerdeçal ve karabiberi ekleyip karıştırın. Kaynamadan önce ocaktan alın, bal ekleyin ve ılık tüketin.

Not: Faydalar bireysel farklılık gösterebilir. Hamileler, safra kesesi sorunu olanlar veya ilaç kullananlar doktora danışmalıdır. Günlük 1-2 çay kaşığı zerdeçal yeterlidir; aşırı tüketim mide rahatsızlığına yol açabilir.

Paylaşın

Cildin Erken Yaşlanmasına Neden Olan Ürünler

Cilt yaşlanması doğal bir süreç olsa da, bazı ürünler ve tüketim alışkanlıkları bu süreci hızlandırarak erken kırışıklıklara, lekelenmelere, elastikiyet kaybına ve matlaşmaya yol açmaktadır.

Haber Merkezi / Özellikle kozmetik ürünler, gıdalar ve içecekler gibi günlük tüketilen maddeler, serbest radikalleri artırarak kolajen ve elastin liflerini bozmaktadır.

Bu ürünler, cilt bariyerini tahriş eder, nem dengesini bozar veya glikasyon (şekerin proteinlere bağlanması) gibi mekanizmalarla hasar vermektedir.

İşte bilimsel ve tıbbi kaynaklara dayalı olarak cildin erken yaşlanmasına neden olan başlıca ürünler:

Şeker ve Şekerli Ürünler (Tatlılar, Gazlı İçecekler, Şekerli Kahveler): Aşırı şeker tüketimi glikasyon sürecini tetikleyerek kolajen liflerini sertleştirir ve kırışıklıkları artırmaktadır. Kolalı içecekler ve tatlılar, ciltteki elastikiyeti bozarak erken yaşlanmaya katkıda bulunmaktadır.

Trans Yağlar ve Kızartmalar (Fast Food, Cips, Kızarmış Yiyecekler): Trans yağlar kan dolaşımını bozarak ciltteki oksijenlenmeyi azaltırken, serbest radikalleri çoğaltır ve kırışıklık ile sarkmalara neden olmaktadır. Mısır yağı gibi sağlıksız yağlar da inflamasyonu artırmaktadır.

İşlenmiş Et Ürünleri (Sosis, Salam, Sucuk): Koruyucu maddeler, sülfit ve yüksek tuz içeriği inflamasyona yol açar, ciltte kızarıklık ve lekelenme yaratmaktadır. Bu ürünler erken yaşlanmayı tetikleyerek cilt bariyerini zayıflatmaktadır.

Alkol İçeren İçecekler (Bira, Şarap, Sert İçecekler): Dehidratasyona neden olur, toksin birikimine yol açar ve ciltteki şişme-inme döngüsüyle kırışıklıkları derinleştirmektedir. Metabolizması cilt hasarına katkıda bulunmaktadır.

Aşırı Kafeinli Ürünler (Kahve, Siyah Çay, Enerji İçecekleri): Susuzluk yaratır ve antioksidan dengesini bozarak, ciltteki nem kaybını hızlandırarak matlaşma ve ince çizgilere sebebiyet vermektedir.

Ağır Makyaj Ürünleri (Fondöten, Kapatıcı, Pudra): Gözenekleri tıkar, hava almayı engeller ve gece silinmeden bırakıldığında cilt bariyerini tahriş etmektedir. Erken yaşta kullanımı akne, leke ve kırışıklık riskini artırmaktadır.

Tahriş Edici Cilt Bakım Ürünleri (Aşırı Asitli Peelingler, Alkol Bazlı Tonikler, Paraben/Parfüm İçeren Losyonlar): Cildi yakar veya kurutarak inflamasyona neden olmaktadır. Reçetesiz güçlü asitler (AHA/BHA) kollajen kaybını hızlandırarak, erken yaşlanmayı tetiklemektedir.

Sigara ve Tütün Ürünleri: Nikotin damarları daraltır, oksijenlenmeyi azaltır ve serbest radikalleri çoğaltarak ciltteki elastikiyet kaybına yol açmaktadır. Dudak çevresi kırışıklıklarını belirginleştirmektedir.

Katkı Maddeli Konserve ve Paketli Gıdalar: Yüksek tuz, şeker ve kimyasallar ciltteki nem dengesini bozarak, leke oluşumunu artırır ve genel yaşlanma sürecini hızlandırmaktadır.

Paylaşın

Sadece Beslenme Değişiklikleriyle Kilo Verilebilir Mi?

Kilo verme söz konusu olduğunda, diyet ve egzersizin birleşimi genellikle başarının anahtarı olarak öne sürülmektedir. Ancak birçok kişi, “Sadece beslenme alışkanlıkları değiştirilerek kilo verilebilir mi?” diye merak etmektedir.

Haber Merkezi / Sorunun cevabı “evet”, sadece beslenme alışkanlıkları değiştirilerek kilo verilebilir, ancak bu yöntem her zaman sürdürülebilir değildir.

Kilo vermede en önemli prensip kalori açığıdır; yani vücudun gün içinde yaktığı miktardan daha azını tüketmektir. Bu gerçekleştiğinde, vücut yağ depolarını kullanmak zorunda kalır. Her kişinin ihtiyaç duyduğu kalori miktarı cinsiyete, yaşa, boya, kiloya ve hatta genetiğe bağlıdır.

Beslenme düzeninde yapılan değişiklikler, bu açığı oluşturmanın en etkili yollarından biridir. Örneğin:

Porsiyon kontrolü: Daha küçük porsiyonlar tüketmek kalori alımını azaltır.
Dengeli beslenme: Sebze, tam tahıl, yağsız protein ve sağlıklı yağlar gibi besin değeri yüksek, düşük kalorili yiyeceklere odaklanmak tokluk sağlar ve aşırı yemeyi önler.
Şeker ve işlenmiş gıdaları azaltmak: Yüksek kalorili, düşük besin değerli gıdaları sınırlamak kalori alımını düşürür.
Yeme sıklığı ve zamanlaması: Düzenli öğünler veya aralıklı oruç gibi yöntemler, bazı kişilerde kalori kontrolünü kolaylaştırabilir.

Ancak, kilo verme süreci sadece beslenmeyle sınırlı kalmaz; kişinin metabolizması, hormonal durumu, yaşam tarzı ve genetik faktörler de rol oynamaktadır.

Egzersiz olmadan kilo vermek mümkün olsa da, fiziksel aktivite kas kütlesini korumaya ve metabolizmayı hızlandırmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, sürdürülebilir bir beslenme planı uzun vadeli başarı için kritik önemdedir; aşırı kısıtlayıcı diyetler genellikle terk edilir ve kilo geri alınabilir.

Kısaca, beslenme değişiklikleri kilo vermede çok etkilidir, ancak kişiye uygun, dengeli ve sürdürülebilir bir plan önemlidir. Sağlık durumu veya özel ihtiyaçlar için bir diyetisyene danışmak faydalı olabilir.

Paylaşın

Hamileler Balık Yemeli Mi Yememeli Mi?

Hamilelik veya gebelik, bir kadının hayatının en önemli dönemlerinden biridir ve bu dönemin nasıl geçirildiği, anne ve fetüsün sağlığını doğrudan etkilemektedir.

Haber Merkezi / Sağlıklı bir kiloyu korumak, dengeli beslenmek, düzenli egzersiz yapmak ve vitamin – mineral takviyelerini zamanında ve doğru şekilde kullanmak bu dönemde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlar arasındadır.

Hamilelikte beslenmenin rolü, genellikle düşünülenden çok daha büyüktür. Sağlıklı beslenme, annenin vücudunun güçlü ve sağlıklı kalmasına yardımcı olmaktadır. Bu, annenin sağlıklı kalmasının, hamilelik tıbbındaki birçok hastalık ve sorunu önlemenin ve kolay ve güvenli bir hamilelik geçirmenin ilk adımıdır. Ayrıca, anne doğru beslenirse, fetüs de tam ve doğru büyüme ve gelişme için ihtiyaç duyduğu tüm besinleri alabilir.

Araştırmalar hamilelik döneminde doğru beslenen annelerin doğumdan sonra eski kilolarına daha hızlı geri dönebildiklerini göstermektedir. Tüm bunlar, hamilelikte beslenmenin önemini göstermektedir.

Balık gibi deniz ürünleri, annenin sağlığı ve fetüsün bağışıklık sistemi, beyin ve gözlerinin gelişimi için gerekli olan protein, D vitamini ve omega-3 yağ asitleri açısından zengin bir kaynaklardır. Bu nedenle, hamilelikte haftada iki kez balık tüketmek anne ve fetüsün sağlığı açısından önemli bir rol oynamaktadır.

Köpek balığı, kılıç balığı ve beyaz ton balığı gibi bazı büyük yırtıcı balıklardaki yüksek cıva seviyeleri konusunda endişeler olsa da, bu durum hamile bir kadının beslenmesinden balıkların tamamen çıkarılması anlamına gelmemelidir. Bunun yerine, hamile annelerin sardalya, somon, alabalık, beyaz balık ve ringa balığı gibi çiftliklerde yetiştirilmiş, düşük cıvalı balıkları tüketmeleri önerilmektedir.

Ayrıca alerji veya belirli tıbbi rahatsızlıklar nedeniyle balık tüketemeyen kadınların da doktor ve beslenme uzmanına danışarak omega-3 takviyesi almaları gerekmektedir.

Sonuç olarak, hamilelikte ölçülü ve bilinçli balık tüketimi yalnızca güvenli olmakla kalmayıp, aynı zamanda fetüsün sağlıklı gelişimi ve annenin sağlığı için de gereklidir. Hamilelikte balık tüketiminin tamamen yasaklanmasının bilimsel bir temeli yoktur.

Paylaşın

Can Sıkıntısında Aşırı Yemeyi Önlemek İçin Dokuz İpucu

Can sıkıntısı veya duygusal sebeplerden dolayı öğünleriniz arasında çok fazla atıştırıyorsanız, büyük ihtimalle vücudunuzun ihtiyaç duyduğundan daha fazla yiyecek tüketiyorsunuzdur.

Haber Merkezi / Bu ipuçları, duygusal ve stres kaynaklı yemeyi bırakmanıza, isteklerinizle savaşmanıza ve duygularınızı beslemenin daha tatmin edici yollarını bulmanıza yardımcı olabilir.

Farkındalık Geliştirin: Aç mısınız yoksa sadece canınız mı sıkılıyor? Yemeden önce kendinize bu soruyu sorun. Bir bardak su içip 10 dakika beklemek, gerçek açlığı anlamanıza yardımcı olabilir.

Alternatif Aktiviteler Bulun: Sıkıldığınızda yemek yerine başka bir aktiviteye yönelin. Örneğin:

Kısa bir yürüyüş yapın.
Kitap okuyun veya bir hobiyle uğraşın (resim, bulmaca, el işi).
Müzik dinleyin veya dans edin.
Bir arkadaşınızı arayın.

Sağlıklı Atıştırmalıklar Hazırlayın: Evde sağlıklı seçenekler bulundurun. Meyve, sebze çubukları, yoğurt veya bir avuç kuruyemiş gibi hafif atıştırmalıklar, aşırı yemeyi önleyebilir.

Yemek Ortamını Değiştirin: Mutfakta veya TV karşısında yemek yemeyi bırakın. Yemeği sadece yemek masasında, dikkatinizi vererek yiyin. Bu, bilinçsiz atıştırmayı azaltır.

Duygusal Tetikleyicileri Tanıyın: Sıkıntı, stres veya duygusal boşluk gibi hisler aşırı yemeyi tetikleyebilir. Meditasyon, nefes egzersizleri veya günlüğe yazma gibi yöntemlerle duygularınızı yönetmeyi deneyin.

Rutin Oluşturun: Günlük bir program yapın. Sıkılmayı azaltmak için iş, egzersiz, hobi veya sosyal aktivitelerle zamanınızı doldurun.

Porsiyon Kontrolü Uygulayın: Atıştırmalıkları küçük kaplara koyun. Büyük paketlerden doğrudan yemek yerine porsiyonları önceden ayırın.

Bol Su İçin: Susuzluk bazen açlıkla karışabilir. Gün boyunca yeterince su içtiğinizden emin olun.

Duygusal Yeme Alışkanlığını Kırmak İçin Destek Alın: Eğer sıkıldığınızda yemek yeme alışkanlığınız kronikse, bir diyetisyen veya terapistten destek almak faydalı olabilir.

Paylaşın

Okumak Ömrü Uzatabilir Mi? İşte Bilimin Söyledikleri

Bilimsel araştırmalar okumak ile daha uzun bir yaşam süresi arasında bağlantı olduğunu öne sürüyor, ancak bu ilişki doğrudan nedensel değil, daha çok dolaylı faktörlerle açıklanıyor.

Haber Merkezi / İşte bilimin bu konuda söyledikleri:

Zihinsel Uyarım ve Bilişsel Sağlık: Yale Üniversitesi’nde 2016’da yapılan bir çalışma, düzenli kitap okuyanların, okumayanlara kıyasla ortalama 2 yıl daha uzun yaşadığını gösterdi. Okuma, beyindeki nöron bağlantılarını güçlendiriyor, bilişsel rezerv oluşturuyor ve Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkların riskini azaltabiliyor. Zihinsel olarak aktif kalmak, yaşlanma sürecinde bilişsel gerilemeyi yavaşlatıyor.

Stres Azaltımı: Sussex Üniversitesi’nde 2009’da yapılan bir araştırma, okumanın stres seviyelerini %68 oranında azalttığını buldu. Düşük stres, kalp hastalıkları ve bağışıklık sistemi sorunları gibi yaşlanmayı hızlandıran faktörleri azaltabilir. Özellikle kurgu romanlar, empatiyi artırarak sosyal bağları güçlendirebilir, bu da uzun ömürlülüğe katkıda bulunur.

Sosyal ve Eğitimsel Faktörler: Okuma, genellikle daha yüksek eğitim seviyeleri ve sosyoekonomik statüyle ilişkilidir. Bu kişiler, daha iyi sağlık hizmetlerine erişim ve sağlıklı yaşam tarzı seçimleri yapma eğilimindedir, bu da ömrü dolaylı olarak uzatabilir.

Okumanın Türü ve Süresi: Araştırmalar, özellikle derinlemesine okuma (kitaplar, uzun makaleler) ile bu faydaların daha belirgin olduğunu gösteriyor. Günde 30 dakika kitap okumak bile olumlu etkiler yaratabilir. Ancak, sosyal medya veya kısa haber başlıkları gibi yüzeysel okumalar aynı etkiyi sağlamıyor.

Sonuç olarak; Düzenli ve derinlemesine okuma, zihinsel sağlığı destekleyerek, stresi azaltarak ve sosyal bağları güçlendirerek dolaylı yoldan ömrü uzatabilir. Bilim, özellikle kitap okumanın, sağlıklı bir yaşam tarzının parçası olarak uzun ömürlülüğe katkıda bulunabileceğini söylüyor.

Paylaşın

Yaz Saati Uygulaması Sağlık Sorunlarına Neden Olabilir Mi?

Yaz saati uygulamasının (YSU) sağlık üzerindeki etkileri bireyden bireye değişse de, özellikle hassas gruplar (yaşlılar, kronik hastalığı olanlar, uyku bozukluğu çekenler) için risk oluşturabilir.

Haber Merkezi / Bu nedenle, YSU’yu kaldırma veya sabit saat uygulamasına geçme tartışmaları devam etmektedir. Örneğin Avrupa Birliği’nde 2019 yılında YSU’yu kaldırma önerisi kabul edilmiş, ancak uygulama henüz tam olarak hayata geçirilmemiştir.

Araştırmalar, saat değişikliklerinin biyolojik saat (sirkadiyen ritim) üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğini göstermektedir:

Uyku Bozuklukları: Saatlerin ileri veya geri alınması, uyku düzenini bozarak uykusuzluk, yorgunluk ve uyku kalitesinde düşüşe neden olabilir. Özellikle ilkbaharda saatlerin ileri alınması, uyku süresini kısaltabilir.

Kalp Sağlığı: Saat değişikliklerinden sonraki günlerde, özellikle ilkbaharda, kalp krizi riskinde artış gözlemlenmiştir. 2018 yılında yapılan bir meta-analiz, YSU geçişlerinin kalp-damar olaylarını yüzde 5-10 oranında artırabileceğini öne sürmüştür.

Ruh Sağlığı: Sirkadiyen ritimdeki ani değişiklikler, depresyon ve anksiyete gibi ruh sağlığı sorunlarını tetikleyebilir. Özellikle mevsimsel duygu durum bozukluğu olan kişilerde bu etkiler daha belirgin olabilir.

Kaza ve Yaralanmalar: Saat değişiklikleri sonrası konsantrasyon kaybı ve yorgunluk nedeniyle trafik kazaları ve iş yerinde yaralanmalar artabilir. Örneğin, ABD’de yapılan çalışmalar, YSU geçişlerinden sonraki hafta trafik kazalarında yüzde 6’lık bir artış olduğunu göstermiştir.

Bağışıklık Sistemi: Uyku düzenindeki bozulmalar, bağışıklık sistemini zayıflatarak enfeksiyonlara yatkınlığı artırabilir.

Paylaşın