Enflasyon Nasıl Düşürülebilir, Müdahale Edilmezse Ne Olur?

Türkiye’de yıllık enflasyonun yüzde 61,14 olarak açıklanmasından bir hafta sonra toplanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) yüzde 14 olan politika faizine dokunmadı. Karar şaşırtıcı olmadı.

Zira sene başında Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin bizzat vurguladığı üzere “Merkez Bankası ve politika faizinin önemsizleştirildiği” bir ortamda, para politikasının artık politika faizini yükseltmek suretiyle enflasyonla mücadele etmesini beklememek lazım.

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, durumu BBC Türkçe için değerlendirdi.

Merkez Bankası önemsizleştikçe enflasyon sorunu bir o kadar önem kazanıyor. Çünkü Merkez Bankası’nın kanuni görevi fiyat istikrarı sağlamak. Merkez Bankası önemsizleşip devreden çıktığı zaman enflasyona karşı savunmasız kalıyoruz. İşte bu nedenle, hızla artan enflasyonun ağırlığını omuzlarımızda hissettiğimiz, alım gücümüzün giderek eridiği bugünlerde herkesin kafasını meşgul eden soru, enflasyonun sonunun nereye gideceği.

Merkez Bankası ne diyor?

PPK karar metninde “küresel barış sağlanıp baz etkilerinin ortadan kalkmasıyla” enflasyonun düşeceği öngörüsü paylaşılmış. Merkez Bankası’nın geçmişte de faiz artışlarında direnirken enflasyon dinamiklerini göz ardı eden ve samimi bulmadığım açıklamalarına şahit olmuştum.

Aradan geçen sürede, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının erimesine paralel olarak, karar metinlerinde yapılan açıklamaların da giderek rasyonel bir zeminden uzaklaşmakta olduğunu üzülerek takip ediyorum.

Enflasyon kendi kendine düşer mi?

Şayet enflasyon tamamen “geçici arz şoklarından” kaynaklanıyorsa, o zaman kendi kendine düşebilir. Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle gıda ve enerji fiyatlarındaki artıştan gelen enflasyonist baskılar, küresel barışın sağlanması ile ortadan kalktığında savaş kaynaklı enflasyonun da azalması bekleyebiliriz. Ancak kredibilitesi bizden çok daha yüksek Merkez Bankalarının bile pandemi kaynaklı arz şoklarının etkilerinin beklentilere sızmasını engelleyemediklerini hatırlarsak bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığını söyleyebiliriz.

Baz etkisine gelince: Aralık 2021’de enflasyon istisnai bir hızla yüzde 13,58 arttığı için, Aralık 2022’de bir önceki seneye göre “baz etkisi” lehimize bir durum oluşturacaktır. Öte yandan, yılın ilk çeyreğinde tecrübe ettiğimiz yüksek enflasyon rakamları, Aralık 2021’in bir istisna olmaktan çıkmaya başladığını gösteriyor. Dolayısı ile 2022’nin sonlarına yaklaşırken enflasyonda baz etkisi ile bir düşüş görmekten ziyade “baz etkisine rağmen” yükseliş görmemiz mümkün olabilir.

PPK metnindeki sorun

TCMB’nin açıklamasındaki esas sorun, para politikası dışındaki faktörlerin yardımıyla enflasyonda oluşabilecek sınırlı bir düşüşten medet umulmasıdır. Bu dışsal faktörler çıktıktan sonra boğuşmamız gereken ve doğrudan Merkez Bankası’nın görev alanına giren devasa enflasyona tepkisiz kalmasıdır.

Yıllık enflasyonun Ocak 2022 itibarıyla yüzde 48,49 olduğunu düşünürsek, küresel barış sağlanıp savaş öncesine dönmeyi umduğumuz en iyi senaryoda bile resmi enflasyonun hedefin 10 katı olduğunu hatırlamak lazım. Peki enflasyon nasıl düşecek?

Enflasyona müdahale edilmezse ne olur?

Dışarıdan gelen ve kontrolümüz dışındaki şokları bir kenara bırakırsak, bugün tecrübe ettiğimiz enflasyonun aslan payını talep, kur ve bozulan enflasyon beklentileri oluşturuyor. Bu sebeplerden kaynaklanan enflasyonu ekonominin “yavaşla” sinyali olarak değerlendirebiliriz.

Enflasyonun bu şekilde sinyal verdiği bir ekonominin gidebileceği iki yoldan söz edebiliriz. Birinci yol, Merkez Bankası’nın enflasyona faiz silahı ile müdahale etmesi, ekonomiyi soğutması ve bunun sonucunda çıktı açığını sıfırlayarak enflasyonu düşürmesidir. Merkez Bankası ne kadar becerikli, güvenilir ve bağımsız ise enflasyon o kadar hızlı ve az bedel ödeyerek kontrol altına alınır.

Gidilebilecek ikinci yol enflasyonun kendi seyrine bırakılmasıdır. Bu yol tercih edildiğinde dışarıdan faiz silahı ile ekonomi soğutulmadığından ekonomi enflasyon vasıtasıyla kendi kendini soğutmak zorunda kalır. Yükselen enflasyon hane halkının alım gücünü eritir. Bu şekilde, kontrol dışında geri çekilen taleple birlikte çıktı açığı bir kez daha sıfırlanır. Ancak bu sefer ekonominin yavaşlaması faiz değil enflasyondaki artışla gerçekleştiğinden nihai olarak gelinen noktada enflasyon kalıcı olarak artmıştır.

Hangisi daha iyi?

Birinci yol ile ikinci yolu karşılaştırdığımızda her ikisinde de nihai varış noktasının ekonominin uzun vadeli büyüme oranı olduğunu, ancak Merkez Bankası’nın önemli olup görevini yaptığı birinci senaryoda enflasyon kontrol altına alınırken, Merkez Bankası’nın önemsizleştiği ikinci senaryoda yüksek enflasyonun kalıcılaştığını görüyoruz.

Bu iki senaryo içinde hangisinin seçilmesi gerektiği son derece net. Tam da bu nedenle tüm dünyada Merkez Bankalarına önem atfediliyor ve enflasyonu kontrol etme görevi veriliyor. Ve yine bu nedenle bugün tüm dünyada bize göre çok daha cüzi olsa da global enflasyonla mücadele için Merkez Bankaları faiz artırıyorlar. Çünkü enflasyonla mücadelede ne kadar geç kalınırsa, enflasyonu düşürmek için gerekli faiz bedeli de artacağı için ekonominin resesyona girme riski artıyor.

Üçüncü yol

Yukarıda bahsetmediğim bir de üçüncü yol var ki o da ikinci yolun bir uzantısı olarak düşünülebilir. İkinci yol şüphesiz son derece tatsız, halkı yoksullaştıran, reel ücretlerin azaldığı, zorda kalan sabit gelir gruplarına yardım elinin uzatılmadığı, borçların ertelenmediği ve ancak bu şekilde ekonominin kendi kendini yavaşlattığı bir senaryo. Bu nedenle de tercih edilmemesi gerekir.

Şimdi senaryoya bir de “enflasyona karşı halkı ezdirmeme” güdüsü ile ücret zamları, vergi indirimleri ve destek paketlerini ekleyelim. O zaman ne olur? İşte o zaman uzun vadeli etkileri ikinci senaryodan bile daha yıkıcı olan bir üçüncü senaryo karşımıza çıkar. Çünkü enflasyonla mücadele edilmediği gibi ekonominin kendi kendini soğutma mekanizmasına da izin verilmez. Talep “doping verilerek” tekrar desteklenince enflasyon bu sefer daha da güçlü bir dalga ile gelir ve ücret-enflasyon sarmalı ile müdahale edilmezse sonu hiperenflasyona kadar gidebilecek bir süreç başlar.

Vatandaşların enflasyona karşı korunması elbette çok önemli. Ancak burada yaptığımız değerlendirme gösteriyor ki hane halkının enflasyona karşı korunmasının tek yolu Merkez Bankası’nın tekrar önem, bağımsızlık ve itibar kazanarak işini yapması ve enflasyonu hedefe düşürmesidir. Enflasyonla mücadele etmeyip yan etkileri ile mücadele etmeye çalışmak, bir sonraki enflasyon dalgasını tetikleyerek problemi derinleştirir.

Gazeteci-yazar Taha Akyol’un Merkez Bankası’nın bağımsızlığını masaya yatırdığı yeni kitabının adı, “Laf Dinlemedi”. Kitap başlığını, TCMB Başkanı Murat Çetinkaya’nın 6 Temmuz 2019’da görevden alınması sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamadan alıyor. Yazımı bu kitaptan bir alıntı ile bitirmek isterim (Sayfa 105). 1994 krizi öncesi Ekonomi Profesörü Oktay Yenal’dan bir değerlendirme yapması istenir. Prof. Yenal derhal sıkı para politikası ve dengelenme programına geçilmesini ister ve raporunda şu sözlere yer verir:

“Unutmamak gerekir ki, dünyada kalkınmasını yüzde 60-70 enflasyon ile sürdürebilmiş ve sonunda yumuşak iniş yapabilmiş ülke yoktur.”

Paylaşın

Merkez Bankası Enflasyonla Mücadelede Neden Ve Nerede Hata Yapar?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu toplandı. Yüzde 55’e varan bir enflasyona karşılık TCMB yüzde 14’lük politika faizini sabit bıraktı. Piyasa beklentisi de faizin sabit tutulacağı yönündeydi. 

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Merkez Bankası’nın faiz kararı sonrası BBC Türkçe için değerlendirmelerde bulundu:

“Enflasyon konusunda o kadar hatalı adımlar atıldı ve enflasyon öylesine kontrolden çıktı ki bu noktada artık yakın geçmişteki gibi 5-10 puanlık bir faiz artışı gelse bile ne kadar etkili olacağı şüphe götürür. Öte yandan Fed’in dün başlattığı faiz artırım döngüsüne yüzde 60’lara yükselmesi beklenen bir enflasyonla ne kadar kayıtsız kalabiliriz o da tartışılır.

Enflasyonu düşürmenin bedeli

Enflasyonla etkin mücadele edebilmek için merkez bankasının politika faizini zamanında ve yeterli dozda yükseltebilmesi gerekir. Faiz artışı, ekonominin bilinçli olarak yavaşlatılması, insanların daha az harcama yapabilmeleri ve iş imkanlarının azalması anlamına gelir.

Kısa vadeli de olsa bu bedele katlanacak iradeye sahip olabilmek kolay değil. 1980’de ABD enflasyonunu yüzde 15’ten devralıp 3 sene içinde yüzde 3’e düşüren zamanın Fed Başkanı Volcker’ın aldığı kararların ağırlığı ile ofisinde dört dönerken yerdeki halıyı aşındırdığı söyleniyor.

Enflasyonla mücadelenin bedeli ağır olduğu gibi enflasyon arttıkça ve kemikleştikçe faizlerin gelmesi gereken seviye de yükseliyor. Doz arttıkça ekonominin resesyona girme tehlikesi artıyor.

Merkez Bankası enflasyonla mücadelede neden ve nerede hata yapar?

  • Ekonomiyi hatalı okuma: Siyasi bağımsızlığa sahip bir merkez bankasının enflasyona müdahalede geç kalmasının temel sebebi ekonominin içinde bulunduğu noktayı hatalı okumasıdır. Geriye dönüp baktığımızda bu tür hataları tespit edebilmek daha kolay olsa da içinde yaşarken ekonominin kokusunu doğru alabilmek sanıldığından çok daha zor.
  • Siyasi baskı: Merkez bankasının faiz artırımlarında geç kalmasının altında yatan bir diğer sebep hükümet kanalından gelen düşük faiz beklentileridir. Hükümet neden böyle bir baskı yapar? Çünkü enflasyonu düşürmek için gerekli olan faiz artışı “acı reçetedir”. Yüksek faiz, meyvelerini kısa vadede vermez. Enflasyon bugünden yarına düşmez. Kısa vadede talep yavaşlar, işsizlik artar. Bu durum hükümetin yeniden seçilme şansını azaltır.
  • İktisat prensiplerini hatalı yorumlama: Merkez bankasının enflasyonla mücadelede başarısız olmasının altında yatan bir diğer önemli sebep iktisadi prensiplerle desteklenmeyen adımların atılmasıdır.

Yukarıdaki üç sebep içinde en kolay düzeltilebilir olanı ekonomiyi hatalı okumanın getirdiği geç kalmadır. Çünkü hata fark edildiği anda merkez bankası doğru politikayı devreye sokar. Hatada ısrar etmez. Fed bugün bu örneğe yakın bir tutum sergiliyor.

Ülkemizde enflasyonun kontrolden çıkmasının altında ise yukarıdaki sebeplerin üçünün de payı var. Bu da maalesef enflasyonla mücadeleyi zorlaştırıyor.

Kamuoyunu enflasyonla mücadeleye hazırlamak gerekiyor

Enflasyonla mücadelede kamuoyunun merkez bankasının neden faiz artırdığını anlaması ve bu mücadelede merkez bankasının yanında olması çok önemli. Bu tür bir iş birliği başarıyı hızlandırıyor, ödenecek bedeli azaltıyor.

Şu sıralar ABD medyasında yoğun bir seferberlikle enflasyonun olumuz etkileri, toplumda yarattığı tahribat, faiz artırımlarının enflasyonu nasıl düşüreceği ve neden gerekli olduğu halka anlatılıyor. Toplum, içilmesi gerekilen acı reçetenin yan etkilerine hazırlanıyor.

İlaçtan korkmanın bedeli daha ağır

Yüksek faizin ekonomiyi daraltma tehlikesi halkı ve karar alıcıları yıldırabilir. Merkez Bankası’na ve hükümete faizlerin düşmesi yönünde baskı yapılabilir. Kamuoyunun bilinçlendirilmesi bu nedenle önemli.

Enflasyon hastalığında faiz ilacının denenmiş ve ispatlanmış bir ilaç olduğunu hatırlayıp ilacı yarım bırakmamak ve yola devam etmek gerekiyor.

Bugün Türkiye’de gelmiş olduğumuz nokta ilaçtan korkmanın bedelinin daha ağır olduğunu bizlere net bir şekilde gösteriyor. Biz o hatayı yaptık. Yüksek faizin kısa vadede yarattığı bedeli ödemek istemedik. Fakat bu durum daha fazla refah ve istihdam artışı olarak bize dönmedi.

Yüksek enflasyon alım gücünü törpüledi, gelir dağılımındaki adaletsizlik arttı. Ekonomik büyüme sürdürülebilir olmadığı için işsizlik kayda değer ve istikrarlı bir düşüş göstermedi. Tüm bunları hatırlayıp, hatalarımızdan bir ders çıkarıp tıpkı 2001 sonrası dönemde olduğu gibi tekrar acı ilacı içmeye hazırlanmamız gerekiyor.”

Paylaşın