Hatimoğulları’ndan “Yeni Anayasa” İddialarına Yanıt: Gündeme Gelmedi

Tülay Hatimoğulları, “Anayasa, toplumun tüm dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde ‘Evet, bu benim anayasamdır’ dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur” dedi.

bianet’e konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, hem anayasa eleştirilerine cevap verdi hem de sürecin ilerleyişine dair açıklamalarda bulundu.

Şu ana kadar anayasa konusunun hiç gündeme gelmediğini söyleyen Hatimoğulları şu ifadeleri kullandı: “Elbette ki Türkiye’nin demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Demokrasi ve özgürlüklerden yana, bunları gerçek anlamda koruyan bir toplumsal sözleşmeye ekmek-su kadar ihtiyacımız var. Bu konuda parti olarak her zaman hazırlıklarımız ve önerilerimiz oldu. ‘Nasıl bir anayasa’ sorusuna en hazırlıklı parti biziz.

İkincil bir durum olarak, şunu da ifade ettik. Yeni Anayasa, çatlakları boya ile kapatacağımız bir duvar değil, evin taşıyıcı kolonlarını elden geçirecek bir kurucu süreçtir. Toplumun evet dediği bir anayasada biz de olacağız. Anayasa sadece DEM Parti’nin sorunu veya işi değil. Herkesin dahil olduğu bir süreç olmalı. Anayasa, bu ülkede yaşayan tüm halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, ekolojistlerin yani toplumun tüm canlı dinamiklerinin katıldığı, müzakere ettiği ve nihayetinde “Evet, bu benim anayasamdır” dediği bir toplumsal mutabakatla yapılmalıdır. Bizim de evet diyeceğimiz anayasa işte budur.”

Bir önceki çözüm sürecine göre bu kez daha fazla siyasi parti tarafından sürecin desteklendiğini aktaran Hatimoğulları şöyle devam etti: “Fakat 2013-15 sürecinin negatif deneyimlerinden kaynaklı toplumda bu süreç gerçekten başarıya ulaşır mı kaygısı mevcut. Bu kaygı barışı isteyenlerin, süreci destekleyenlerin kaygısı.

DEM Parti olarak, sürece olan desteğin artması için 1 yıldır yoğun bir şekilde sahadayız. Topluma barışın önemini anlatıyoruz, halkın kaygılarını dinliyoruz.

AKP ise süreci toplumsallaştırma konusunda henüz ciddi adımlar atmış değil. MHP süreci en azından kendi tabanına anlatma ve toplumu ikna etme konusunda daha cesur sözler kuruyor. 1 Ekim ile başlayan sürecin sadece Türkiye’deki iç dengelerle açıklanmayacağını birçok çevre belirtiyor. Çünkü bu sürecin başlamasında bölgesel dengelerin ciddi etkisi var. Dolayısı ile sürecin başlamasına neden olan bölgesel rüzgar her halükarda Türkiye’nin iç barışını da etkiler.”

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç” Açıklaması: Kritik Aşamada

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin “Barış ve Demokrasi”, iktidarın ise “Terörsüz Türkiye” adını verdiği sürece ilişkin, kritik bir aşamada olduğunu söyledi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezide basın toplantısı düzenledi. Ayşegül Doğan, şunları söyledi:

“Dün saatlerce sürdü MYK Toplantımız. Gündem yoğun. Bir yandan tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bir soykırım gündemi var. MYK’mızın en başta değerlendirdiği konulardan biriydi. Filistin meselesinden bahsediyoruz. Biliyorsunuz, yeni bir gelişme var. İsrail ile Hamas arasında varılan anlaşmanın duyurulmasından bahsediyorum. Biz bu anlaşmanın nihayet sağlanabilmiş olmasını DEM Parti olarak memnuniyetle karşılıyoruz. Henüz ilk aşamasının onaylandığı açıklandı. Çok kritik saatler ve günler takip ediyor bundan sonraki aşamaları görmemiz için. Bunu da dikkatle, özenle ve hassasiyetle takip ediyoruz. Bir yandan da 13 Ekim’e doğru yol alıyoruz. 2 yıldır süren, on binlerce canın yitimine neden olan, bunun 20 binden fazlasının çocuk olduğu bir soykırımdan bahsediyoruz.

İkinci yılında böyle bir anlaşmanın sağlanmış olmasının değerinin bilinmesi gerekiyor. Bu konuda sorumluluk üstlenen, üstlendiğini söyleyen, sorumluluğu samimiyetle yerine getireceğini ifade eden herkesin sahici ve gerçekçi bir yaklaşımla meseleye yaklaşması gerekiyor. Barış ve istikrar için siyasetin ve müzakerenin zamanı diyoruz. Ancak bunu söylemek yetmiyor, çünkü yaraların sarılması gerekiyor. Bu yaraların sarılması da kolay değil. Blokajların kaldırılması gerekiyor. Bunların da zamana yayılmadan gerçekleşmesi gerekiyor. İki yıldır devam eden işgal ve trajedinin son bulması için de tüm uluslararası aktörlerin bu konuya ciddiyetle yaklaşması gerektiğinin bir kez daha altını çiziyoruz.

İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı işgalin ikinci yılından ve soykırımdan bahsederken şunu da unutmamak gerekiyor. Sözünü ettiğimiz rakamlar insan canı, istatistiki veri değil. Üstelik bunlar yalnızca tespit edilebilenler. 67 bin 139 Filistinli katledildi. Yaklaşık 9.500 Filistinlinin akıbeti bilinmiyor şu anda. 20 binden fazlasının çocuk olduğu düşünülüyor. Bunu tekrar söylüyorum. 2700 ailenin tüm üyeleri bu savaş kabinesi tarafından öldürüldü. Tüm bunlar dünyanın gözleri önünde açık bir biçimde yapıldı. O yüzden bu konudaki sorumluluk, dünyada evrensel ilkelere bağlılığını ifade eden tüm ülkelerin söylemlerinin ötesinde eyleme geçmesi gereken bir sorumluluktur.

Bugün 9 Ekim, uluslararası bir komplonun da yıldönümü. 9 Ekim 1998’de başlayan, 1999’da 15’i 16’ya bağlayan gece Sayın Öcalan’ın esaretiyle devam eden ve bugün hala izlerini gördüğümüz uluslararası bir komplonun 27. yılındayız. Bu komplo, her şeye rağmen Öcalan’ın ısrarlı barış ve demokratikleşme çabalarıyla boşa çıkarıldı. 9 Ekim’de neydi yapılmak istenen? 9 Ekim 1998’de yapılmak istenen, açıkça bir Türk-Kürt savaşının fitilini ateşlemekti. Başarılamadı. İyi ki de başarılamadı. Ancak başarılamaması için çok büyük bir mücadele verildi, çok ağır bedeller ödendi.

Bölgesel etkileri itibarıyla Türkiye’de geldiğimiz aşama çok kritik. Çok önemli ve çok tarihi bir eşik. Bu sözleri ısrarla söylememizin nedeni de bir tesadüf değil. Kritik ve tarihi olduğu da yalnızca son 30 yılda Türkiye ve Ortadoğu bölgesinde yaşanan gelişmelere bakıldığında dahi görülebilir. Peki, bu süreçte Öcalan ne yaptı, nasıl bir irade sergiledi? Uluslararası aktörlerin de içinde yer aldığı bu komployu boşa çıkarmak için Sayın Öcalan, 27 yıldır sürdürülen tecride rağmen, ilmek ilmek örerek bir demokratik yaşam modeli teklif etti. Hem Türkiye’ye hem Ortadoğu bölgesine.

“Komplocu akıl hala çırpınıyor ama başaramayacak”

O yüzden bugün yaşananları değerlendirdiğimizde dünden bağımsız ele almamız mümkün değil. Biz bu komployu, bu komplocu aklı, buradan savaş ve yıkım yaratmak isteyen, buradan çok büyük bir halklar arası savaş kurgulayan aklı yalnızca kınamıyoruz; buna karşı yıllardır mücadele ediyoruz. Yalnızca lanetlemiyoruz, bunun gerçekleşmemesi için mücadelemizi can pahasına veriyoruz. Bu aklın yer yer hala devrede olduğunu görüyoruz. Evet, boşa çıkarılmış bir komplodan bahsediyoruz. Ancak bu akıl hala çırpınıyor; kalıcı, onurlu, eşit, adil bir barışın imkanlarını ve alanını hala daraltmaya çalışıyor. Başaramayacakları kesin. Geçen on yıllarda gördüğümüz gibi. Ancak kimsenin daha fazla can kaybına tahammülü yok. Bizim de yok, ülkenin de yok, Ortadoğu bölgesinin de yok.

O yüzden herkes ama herkes sürecin değerini bilmeli ve bundan sonra yapılması gerekenlere ciddiyetle yaklaşmalı. Sayın Öcalan’ın geliştirdiği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı bazı kavramlarla birlikte de değerlendiriliyor. Demokratik komünal toplum, eko-ekonomi, eko-endüstri, demokratik toplum sosyalizmi, demokratik entegrasyon ve son olarak da müzakereci demokrasi. Bunları yalnızca kavramlar olarak ele almamak gerekiyor. Sadece teorik bazı açılımlar değil bunlar. Sadece yeni tartışmalara kapı aralayan sözler ya da kavramlar değil. Öcalan’ın dünyaya, Türkiye’ye, bölgeye, bölgede yaşayan halklara sunduğu yeni yaşam modelinin anahtar kelimeleri bunlar. Kürt sorununa bakışının ne kadar derinlikli ve zengin olduğunun göstergesi aynı zamanda.

Kimileri son günlerde süreçle, komisyonla bağlantılı olarak, ‘Siz başka bir şey bilmiyor musunuz DEM Parti olarak? Öcalan’ın ana aktörlüğü, temel muhataplığı. Niye yalnızca bunları ifade ediyorsunuz?’ Bunu soranlara, bunu bu şekilde yüzeysel biçimde ele alanlara buradan soruyoruz: Sayın Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla gerçekleşen, Sayın Öcalan’ın 9 Temmuz çağrısıyla ortaya çıkan gerçeği neden görmezden geliyorsunuz? Bu küçümsenecek, gayriciddi bir şekilde ele alınacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir mi? Tekrar ediyoruz.

Sözünü ettiğimiz konu insan hayatı. Milyonlarca insanın hayatını ilgilendiren, milyonlarca insanın geleceğini şekillendirme potansiyeli taşıyan, milyonlarca insanın nasıl yaşayacağına dair anahtar çözümler içeren iki önemli çağrıya hiç kimse bu şekilde yüzeysel yaklaşamaz. Hiç kimse bu talepleri göz ardı edemez, etmemeli. Bizim bu konudaki tavrımız dün de böyleydi, bugün de aynı. Bunu geç anlayanlar, bunu idrak edemeyenler Türkiye’ye yalnızca zaman kaybettirmediler, can kaybettirdiler. Bunda daha fazla ısrar edilmemesi gerekiyor. Bu anın ıskalanmaması gerekiyor.

Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demişti ilk açıklamalarından birinde. ‘Her olumlu adım bir sonrakine vesile olacaktır.’ 27 Şubat çağrısından sonra demişti. Yine MHP lideri Bahçeli, ‘Önce silahlar sussun, sonra her şey konuşulur’ demişti. Şimdi biz de diyoruz ki silahların susması önemli, ancak çatışmasızlığın kalıcı hale getirilmesi gerekiyor. Çatışmasızlığın kalıcı hale getirilebilmesi için de birtakım adımların atılması gerekiyor. Silahlar sustu; o halde şimdi yasaların, hukukun, demokrasinin görünür olması gerekiyor. Silahlar sustu; o halde şimdi tanınma ve kabul hukuken sağlanmalı. Ancak henüz yaprak kımıldamıyor. Önemli sözler söyleniyor, kıymetli laflar ediliyor. Evet, ezberler bozuluyor. Bunun farkındayız, bunu görüyoruz. Bunun anlamının da farkındayız. Ancak söylemek yetmiyor.

“Her şey yeni bir döneme geçişin gereklerine işaret ediyor”

Geçiş dönemi deniyor ama geçiş dönemi bazı mekanizmalar gerektirir. Geçiş döneminin gerekleri vardır. Geçiş döneminde olduğumuzu anlayabileceğimiz hem toplumsal hem siyasal bazı yeni gelişmelerin olması gerekir. Her şey bir yandan yeni bir döneme geçişin gereklerine işaret ediyor, öte yandan bu konuya ilişkin hiç somut adım atılmıyor. Yeni dönemde hukukun üstünlüğünün sağlandığının, adaletin tesis edildiğinin görülmesi gerekir. Yine mesela tecridin ortadan kalktığını görmemiz gerekir. ‘Niye konuşacak?’ sorusunun sorulmaması gerekir.

Konuşmasının neden elzem olduğunun anlatılması gerekir ve bunun da yalnızca DEM Parti’ye bırakılmaması gerekiyor. Bu yalnızca DEM Parti’nin değil Türkiye’nin meselesi, Türkiye toplumunun meselesi, Türkiye siyasetinin meselesi. Bu yalnızca DEM Parti ile sınırlı bir mesele değil. Bu yalnızca DEM Parti’nin sorumluluğu değil. Karşı karşıya kaldığımız vebal hepimizin ortak vebali. O halde hep birlikte bu konuya ilişkin bazı adımlar atılmasına dair çalışmalar yapılmalı. Sürecin gerekleri ve doğal koşulları için.

Son yapılan İmralı Heyeti ve Sayın Öcalan görüşmesinde de altı çizildiği gibi, komisyon çalışmalarını ne kadar önemsediğimizi biz de her defasında söylüyoruz. Ancak komisyonun bir şekilde Sayın Öcalan ile irtibat kurması gerekiyor. Sayın Bahçeli bu konuda açıklamalar yaptı. Biz bu açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz. Önemli açıklamalar. Geç de olsa Türkiye açısından değeri büyük açıklamalar. Ancak hala Meclis Başkanından ve Komisyon Başkanından bu konuya ilişkin herhangi bir açıklama gelmiyor. Ya da bunun planlamasına dair kamuoyunda herhangi bir bilgi yok. Bizde de olmadığı gibi. Komisyon üyelerinde de olmadığı gibi.

Dün koordinatör grup başkanvekilleriyle rutin buluşmasında Meclis Başkanı, komisyon başkanı sıfatıyla bu konuya dair herhangi bir bilgilendirme yapmadı. Her fırsatta zaman vurgusu yapanlar, bunun önemine dikkat çekenler, yitip giden zamanın hepimizin aleyhine işlediğini fark etmiyorlar mı? Bir an önce bu konuya dair Sayın Öcalan’ın görüşlerine başvurulmalıdır. Sayın Bahçeli’nin yaptığı çağrı dikkate alınmalıdır. Meclis’in asli görevi toplumsal taleplere kulak vermek ve bu talepler için çalışmalar yapmaktır. Yeni dönemde de bunları yapması gerekiyor.

6-8 Ekim olaylarının bir yandan yıldönümünü geride bırakıyoruz. Yarın da 10 Ekim’in 10. yılı. Hala acımız taptaze, öfkemiz dip diri. İşte tarihsel anda olma nedenlerimizden biri 10 Ekim, biri de Kobanî Kumpas Davası. Bir siyasi intikam davası. Bu siyasi intikam davasını sürdürmek isteyen akıl bununla neyin rövanşını almaya çalışıyor? Bunun süreçle dahi bağlantısı kurulmamalı. Hukuken olması gereken de hukuki hiçbir gerekçe olmadan hapsettiklerinizi zaten serbest bırakmanızdır.

Eğer gerçekten stratejik gelişmelere, stratejik bir değişim ve dönüşümle yanıt verecekseniz; yapılması gerekenler belli, yol haritası belli, açılması gereken yol belli, demokratikleşmeye dönük atılması gereken adımlar belli. Bunun için yeniden çalışmalar yapmaya gerek yok. Bunun için yeniden saatlerce, haftalarca, günlerce, aylarca sürecek dinlemeler yapmaya gerek yok. Gök kubbe altında Kürt meselesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesine dair söylenmedik söz kalmadı. Her şey söylendi. Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden tanımlanması için bu ilişkilerdeki çelişkilerin de giderilmesi gerekiyor.

Bugün barış Türkiye’nin demokratikleşmesi için önümüzdeki en gerçekçi, belki de tek imkan. O yüzden buna sımsıkı sarılmak zorundayız. Çünkü Türkiye’nin demokratikleşme umudu barıştan geçiyor. Bunları kimse kategorik bir biçimde birbirinden ayıramaz. Bunlara kimse kategorik bir biçimde yaklaşamaz. Birimize uygulanan adaletsizlik hepimize uygulanıyor. Günün sonunda bugün toplumun tamamı adaletsizlikten en çok şikayetçi. O halde bu adaletsizlikler, tüm farklılıklarının içinde yer aldığı ve ortak bir şekilde eşit nefes alabildiği bir fotoğrafla ancak giderilebilir.

“Kobanî Kumpas Davasında AİHM’in ihlal kararları doğrultusunda beraat kararı verilmeli”

Yeri gelmişken tekrar edelim Kobanî Kumpas Davası ile ilgili çağrımızı da. Kobanî Kumpas Davasından dolayı tutuklu bulunan başta Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş olmak üzere arkadaşlarımıza yöneltilen suçlar, suç unsuru taşımıyor. Yaptıkları konuşmalar, açıklamalar, katıldıkları eylemler, mitingler… Suç işlendiğine dair makul bir şüphe dahi yok bu dosyalarda. Aynı zamanda milletvekilliklerinin sonlanması, yani dokunulmazlıklarının kaldırılması da hukuka aykırı bulunuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından söyleniyor zaten bunlar. Ancak biz biliyoruz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından söylenmesine dahi gerek yok.

Hatırlayın dönemin tartışmalarını, ‘Anayasaya aykırı ama evet’ tartışmalarını. Bırakın uluslararası sözleşmeleri, iç hukuktan bahsediyoruz. Bu bile davanın niye bir rövanş davası olduğunu bize tekrar anımsatıyor. O yüzden şu anda istinaf aşamasında olan Kobanî Kumpas Davası ki bu normalde dosyanın gözden geçirilmesi, yani yeniden gözden geçirilerek bir fırsatın sağlanması için de bir olanak. Hukuksuzlukların giderilebilmesi için bu fırsat iyi değerlendirilmeli. Daha fazla geciktirilmemeli. AİHM’in ihlal kararları doğrultusunda da beraat kararı verilmeli.

Gidip oralarda Büyük Dairenin yeni bir karar daha alması için itiraz hakkınızı kullanmak yerine, hukuku uygulayın ve böyle kararlara gerek bırakmayın. Türkiye’nin ne kadar antidemokratik bir ülke olduğunun konuşulduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği fotoğrafına değil; Türkiye’nin demokratikleşme yönünde nasıl hızlı bir ilerleme içerisine girdiğini gören ve kaydeden bir AB fotoğrafına ihtiyacımız var Türkiye’de. Bu ağır adaletsizlik ve hukuksuzluk artık son bulmalı.

Ayrıca yalnızca Kobanî Kumpas Davası da değil. AİHM kararlarının, AYM kararlarının uygulanmadığı pek çok örnek var. Artık Gezi Davası da son bulmalı. Artık Osman Kavala da serbest kalmalı. Artık Can Atalay da olması gerektiği yerde, Meclis’te olmalı. Artık Ayşe Barım’a yapılan zulüm de bitmeli. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl sürdürülebilir? Bunları tekrar ediyoruz. Süreçle bağlantılı olarak değil, demokratik değişim ve dönüşüm iddiası olan bir ülke ise Türkiye- ki böyle olduğunu söylüyor- o halde bu adımlar zaten atılmalı. Hukuksuzlukların giderilmesi için atılmalı. Eğer geçiş dönemindeysek, o zaman yüzümüzü demokrasiye döndüğümüzü gösteren adımları atmalıyız.

Önümüzdeki dönemin planlamasına ilişkin de Merkez Yürütme Kurulumuzda tartışmalar oldu. ‘Barış İstiyoruz Çünkü’ kampanyamız devam ediyor bir yandan. Ekim ayı boyunca da bu kampanya sürecek. Tüm il ve ilçe örgütlerimizde ve Türkiye’nin her bölgesinde sürdürülen bir kampanya bu. Aynı zamanda yeni planlamalar da yapılıyor. Meclis’te yeni dönemde ele alacağımız konulara dair de Merkez Yürütme Kurulumuzun tartışmaları oldu. Barış yoksunluğu, yani savaş dolayısıyla ülkedeki yoksulluğun da ne kadar derinleştiğini sıkça ifade eden ve bu konuda programlar, kampanyalar yapan bir siyasi partiyiz. Bununla ilgili de yeni dönemde bazı planlamalarımız olacak. Tüm bunlar netleştiğinde yine Merkezi Örgütleme Komisyonumuz bu planlamayı sizlerle paylaşacak.

“Süreç kritik aşamada, Sayın Öcalan’a karşılık verilmesi gerekiyor”

Pek çok başlık var. ‘Süreç nasıl gidiyor?’ diye tüm bu değerlendirmelerden sonra soracağınızı bildiğim için ona kısacık yanıt vermek istiyorum. Süreç kritik bir aşamada. Neden kritik bir aşamada olduğunu bu değerlendirmelerimizden süzülen başlıklarla sizlere ifade etmeye çalıştım. Sizler de görüyorsunuz bu kritik aşamanın nasıl aşılabileceğini. Takip diyorsunuz. Çünkü biz alanda da sıkça bu sorularla karşılaşıyoruz. Bütün buluşmalarımızda bu sorularla karşılaşıyoruz.

Bir yandan Suriye’deki gelişmeleri takip edip bağlantılandırmaya çalışanlar var. Öte yandan Türkiye’de komisyon çalışmaları üzerinden gelen sorular var. Diğer yandan nasıl olacak, Sayın Öcalan’ın görüşleri oraya nasıl akacak? Bunları soranlar var. Tüm bunlar adım atılmadığını bize gösteriyor. Şunu da ifade etmek gerekir. Sürecin sorumluluğu esasen Sayın Öcalan’a bırakılmış vaziyette bizim gözlemlediğimiz kadarıyla. Yapılan görüşmelerden bize aktarılan bilgilerle de edindiğimiz izlenim bu. Evet, çok önemli, çok değerli. Ancak buna karşılık verilmesi gerekiyor. Bu karşılığın da geciktirilmemesi gerekiyor.

SORU: Sürecin yavaş ilerlediği ile ilgili sürekli eleştiriler yapılıyor ya bir yandan. Somut adımlar atılıyor yasal zeminde. Bununla ilgili aslında henüz yasal bir şey yapmadan bile bazı şeylerin yapılabileceği ifade ediliyor. Peki, iktidar tarafından somut adım atılmamasının bir sebebi olarak Suriye’deki gelişmeleri görüyor musunuz siz de? Yani SDG ve YPG’ye de bir şekilde çağrı yapılıyor. Hükümet, iktidar, devlet yetkilileri tarafından. Mesela dün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan yine SDG’ye yönelik bir açıklama yaptı. Halep’te yaşanan çatışmalardan sonra.10 Mart Mutabakatını hatırlattı. Hem Bahçeli hem Erdoğan hem Dışişleri Bakanlığı tarafından bu tarz açıklamalar geliyor sürekli. Türkiye içerisinde sürecin bu kadar yavaş ilerliyor olması Suriye ile doğrudan bağlantılı mı, siz düşünüyorsunuz?

Şimdi süreç doğrudan Suriye ile bağlantılı bir biçimde değerlendirilmemeli. Çünkü her iki ülkenin kendine özgü koşulları farklı, dinamikleri farklı, parametreleri farklı, yürütülmesi gereken prosedürler farklı. Dolayısıyla böyle doğrudan bağlantılı bir biçimde değerlendirilemez. Ancak nasıl ki Filistin meselesi bizi ilgilendiriyor. Yani dünyadaki gelişmeler, Ortadoğu’daki savaş ve barış hali elbette Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Dolayısıyla Suriye kadar yakın bir ülke ki Dışişleri Bakanı tarafından da oradaki sınır güvenliğinden her defasında bahsediliyor.

Bu açıdan baktığımızda bile sürecin birbiriyle etkileşen yanları olduğunu kabul etmemiz gerekir. Halep’te, özellikle Kürt mahallelerinde son günlerde yaşananlar; mahallelerin abluka altına alınması, gündelik ihtiyaç ve yardım malzemelerinin girişlerinin engellenmesi ve süren duruma ilişkin oluşan kaygıyı da burada ifade etmek gerekiyor. Ancak şunu düzeltmek lazım;10 Mart Mutabakatının kilit noktası yalnızca “entegrasyon” kelimesi değil. 10 Mart Mutabakatının kilidi oradaki farklılıkların varlığının kabul edilmesidir.

Tabii ki Kürt varlığı da bu varlıklardan biri. Mesele sadece çoğulculukla sınırlı değil burada. Şam ile Kuzeydoğu Suriye Özel Yönetimi arasında uyum sağlanması gereken bazı başlıklar var. Yapılan açıklamalardan bunu görüyoruz. Eğitim, nüfus, özel hukuk, yeraltı kaynakları, uluslararası sınırların güvenliği gibi. Tabii ki asayiş ve ordu da önemli başlıklardan biri. İşte burada entegrasyon meselesi daha çok tartışılan, konuşulan konulardan biri. Ve bu konuda yine Kuzeydoğu Suriye yetkililerinin yaptığı açıklamalara dikkat çekmek isterim. Entegrasyonu tartışmaya kapalı olmadıkları söylüyorlar. Hatta daha dün yapılmış bir açıklamadan burada notları paylaşayım sizinle.

“Entegrasyon karşılıklı bir değişim ve dönüşüm olarak kabul edilmeli”

Tüm bu biraz önce ifade ettiğim başlıklara ilişkin komisyonlar ve öneriler hazırlamış olduklarını söylüyorlar. Hatta daha da ileri gidip kolay konulardan başlayarak karşılıklı güven oluşturmaya hazır olduklarını ifade ettiler. Geçici hükümetin bu diyalog çağrılarını cevapsız bıraktığını söylüyorlar ve YPG’nin entegrasyonu meselesini diğer tüm konuların önüne koyduğunu söylüyorlar. Yani entegrasyon bir tarafın diğer tarafa tabi olması yönünde ve anlamında değerlendirilmemeli.

Entegrasyon karşılıklı bir değişim ve dönüşüm olarak kabul edilmeli. Bu açıdan baktığımızda evet Türkiye’yi ilgilendiren bir tarafı var. Çünkü biz de burada demokratik entegrasyondan bahsediyoruz. Bütünleşmeden, yeniden o bütünleşmenin sağlanmasından. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrıda da özel olarak buna yapılmış bir gönderme vardı. Ama doğrudan bağlantılı bir şekilde değerlendirmiyoruz. İki ayrı süreç, iki ayrı prosedür, iki ayrı ülke ve farklı koşullar.

Dışişleri Bakanının yaptığı açıklamalar, bu konudaki yetkililerin yaptığı açıklamalar yapıcı olmalı. Dikkatli, özenli, hassas bir dil kullanılmalı. Kırılgan meselelerden bahsediyoruz. Kırılgan süreçlerden bahsediyoruz. Bu kırılganlık gözetilerek konuşulmalı. Taraflara eşit mesafede duramıyorsanız dahi bazı mesafeleri koruyarak, gözeterek konuşmanız gerekir. Bizim gördüğümüz kadarıyla şu ana kadar Türkiye’de bu eşit mesafe pek sağlanamıyor ne yazık ki.

Orada Kürtlerin kazanımları hala burada tehdit olabilirmiş gibi bir dil tercih ediliyor. Bundan vazgeçilmeli. Orada tehdit teşkil eden bir durum yok. Aksine, eğer sınır güvenliğiyse derdiniz, eğer gerçekten Türkiye’nin güvenliğini garanti altına almak istiyorsanız; o halde dostluk ilişkileri geliştirmeli ve buna uygun bir dil, buna uygun demokratik yöntemler tercih etmelisiniz.”

DEM Parti’nin grup toplantısında Öcalan’a ilişkin sloganlar atılmıştı. Öncelikle DEM Parti’nin bu duruma bir yorumu olur mu? Bir de dün AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’e bu soru yöneltildi. Ömer Çelik “Çok büyük hatalar yapıldığını görüyorum.” dedi. “Herhangi bir siyasi parti kendi spesifik ajandasını sürecin tamamının ajandası zannetmemelidir. Sorumsuzluklar başka sorumsuzlukları getirir. O zaman da ana fikri kaçırırız” dedi. Sizin yorumunuz ne olur?

“Her siyasi partinin grubuna gelenler, taleplerini iletmek isteyenler slogan atabilir. Her siyasi partinin grubunda slogan atılıyor. Son derece demokratik bir hak. Spesifik ve gizli bir ajandamız yok bizim. Ömer Çelik böyle ifade etmiş. Ajandamız açık. Bu basın toplantısının başında da söyledim. Bugün 9 Ekim, Sayın Öcalan’a yönelik başlatılan uluslararası komplonun yıldönümü dedim. Bu komplo boşa çıkarıldı? Büyük bir Kürt-Türk savaşını fitillemek isteyenler bunu başaramadılar.

Ancak bu süre zarfında milyonlarca insanın hayatını değiştiren, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine bir yandan neden olan. Şimdi niye böyle diyoruz? Hayatlar çalındı. Faili meçhul cinayetlerden tutalım da bugüne kadar bakalım neler olduğuna. Nasıl spesifik ve gizli bir ajanda olabilir barış ajandası, demokratik çözüm ajandası? Bu konuda Öcalan’ın liderlik yapabileceği yolların açılmasını istemek son derece demokratik bir hak. O gün grup toplantımıza katılanlar, o gün orada slogan atanlar bunu gizli bir şekilde yapmadılar.

Açıkça yıllardır ağır bedellerle, can pahasına, hapis pahasına, sürgün pahasına, soruşturma, kovuşturma, gözaltı pahasına bunu yapıyorlar zaten. Bu bir gerçeğin ifadesi. Bundan rahatsız olmak ya da bunu işte başka türlü değerlendirmek olsa olsa süreci anlamamışların yapabileceği bir şey olur. Sürecin içinde olup iktidar partisi adına böyle konuşmak esasen bizim bir başka ajanda mı var sorusunu sormamızı gerektirir. Bizim gizli bir ajandamız yok. Hiçbir şeyin önüne koyduğumuz bir ajandamız yok. Tek bir ajandamız var: Diyalog ve müzakere, barış ve demokratik çözüm. Bu kadar açık bizim için.”

Erdoğan dün bir anayasadan bahsetti. “1982 Anayasası miadını doldurdu. Çoktan doldurdu” dedi. Buna dair ne düşünüyorsunuz? Yani bir çalışma var mı? Ya da komisyonda böyle bir çalışması var mı?

“Şimdi anayasa meselesi tabii Türkiye’nin en kritik meselelerinden biri. Bizim de mücadelemizin en önemli varlık nedenlerinden biri. Türkiye’de yeni bir anayasaya, yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız olduğunu biz yıllardır söylüyoruz. Onlarca yıldır da bunun mücadelesini veriyoruz. Sonuç itibarıyla bir anayasasızlık halinden bahsediyoruz bugün geldiğimiz aşamada Türkiye’de. Bir darbe anayasası ile yönetiliyor Türkiye hala. Türkiye’nin yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı olduğu kesin.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda yaptığı açıklama da ilk defa yapılan bir açıklama değil. İlk defa söylenen bir açıklama değil. Ancak komisyon bağlantılı sorduğunuz için söylüyorum. Komisyonun gündemi olmadığını, komisyonun yeni anayasa gündemli toplanmadığını ya da yeni anayasa yapmak için oluşturulmadığını da söylemek gerekir. Bizim için yeni anayasa ihtiyacı başka bir şey, yeni anayasa yapım süreci başka bir şey bu arada.

Bunları iki ayrı başlık olarak değerlendiriyoruz. Ancak şu kesin. Evet, Türkiye’nin yeni, özgürlükçü, demokratik, eşit kardeşlik hukukunun tesis edildiği bir anayasaya ihtiyacı olduğu gün gibi aşikar. Bunun nasıl yapılacağı, yapım süreci, bütün bunlar ayrı bir tartışma ve şu anda ne komisyonda böyle bir tartışma var ne de herhangi başka bir komisyon böyle bir tartışmayla toplanmış durumda.

Değerli Türkiye halkları, mutlaka başaracağız. Karamsarlığa kapılmayalım ve şunu bilelim. İçinden geçtiğimiz Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde attığımız her adım, oynattığımız her kalem barışa ve demokrasiye dair olmalı. Aksi takdirde hep birlikte bu vebalin sorumlusu oluruz. Bunu başarabilmiş olmanın ve bunu kalıcı hale getirebilmiş olmanın sorumluluğunu hep birlikte taşıyalım. Bunun başarısı hepimizin olsun.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Süreç” Açıklaması: Siyasi Ve Hukuki Zemin Oluşmalı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, yeni sürece ilişkin, “Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihinde Meclis’te DEM Parti milletvekilleriyle el sıkışması ve sonrasında Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nın sağlanması yönündeki çıkışının üzerinden 1 yıl geçti.

Bahçeli’nin Meclis kurulunda el sıkıştığı isimlerden biri olan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 1 yıllık süreç ile bölgedeki gelişmeleri ve bunun Türkiye’ye yansımalarını Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.

Tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da önemli gelişmeler yaşanıyor. Suriye’deki durum, İsrail’in Filistin’e saldırıları, Ukrayna-Rusya çatışması… Tüm bunlar BM’nin son toplantısında da gündeme geldi. Olup bitenleri “değişim sancısı” olarak okuyanlar da var, uluslararası güçlerin bölgeye müdahalesi olarak değerlendirenler de. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, Ortadoğu’da önemli gelişmeler oluyor. Ortadoğu’daki sorunların ana kaynağı ve uluslararası müdahaleye açık olmasının temel sebebi, mevcut sistemlerin bütün farklılıkları ve renkleri tek renge ve tek kalıba koymasından kaynaklanıyor. 100 yıldır Ortadoğu’ya hiçbir zaman huzur gelmedi. Maalesef halklar hiçbir zaman huzurlu bir ortamda yaşamadı. Çünkü, bir asırdır bölgedeki gerçekliğe ters düşen yönetimler varlığını sürdürüyor. Çoğu zaman topluluklar da kendi kimliklerini ve farklılıklarını kabul ettirmek için direndiler, isyan ettiler.

Bir masa üzerinde Ortadoğu’nun sınırlarını belirleyen uluslararası güçler, bu çatışma ve çelişkilerden yararlandılar. Bu güçler, bölgede hayata geçirmeye çalıştıkları planlamaları bu çatışma ve çelişkiler üzerinden yürütüyor. Son dönemde de öyle.

Ortadoğu’da yeni bir denge oluştu. İran gibi, Rusya gibi bölgede etkili güçler tamamen olmasa da bölgeden büyük oranda çıkmak durumunda kaldılar. İsrail şu anda proaktif bir biçimde sahnede. İngiltere tekrar, 100 yıl önceki gibi Ortadoğu siyasetini belirlemek için ciddi bir diplomasi ve çalışma yürütüyor. Üzülerek belirtmek istiyorum; İngiltere hâlâ yapıcı bir rol oynamıyor. 100 yıl önceki rolüne benzer bir misyon yüklenmiş. Dönem dönem bunu da eleştiriyoruz.

Ortadoğu’da bir kırılma var. Yeni bir şekillenme, yeni ittifaklar var. Bunun demokratik bir zemine evrilmesi, 100 yıl önce yaşanılan eksiklerin ve yanlışların yaşanmaması için biz de mücadele yürütüyoruz.

Herkesin üzerinde durduğu bir gerçeklik var. O da Ortadoğu’nun eskisi gibi olmayacağıdır. Ortadoğu, geçmişte inkâr edilen kimliklerin güçleri ve mücadeleleri oranında yeni denklem ve dengenin içerisinde yer alacağı bir sürece giriyor.

Suriye için de özel bir parantez açmak gerekiyor. Suriye, Ortadoğu’nun önemli merkezlerinden biridir. Suriye’nin demokratik bir rejime dönüşmesi aslında Ortadoğu’yu bütünden etkileyebilir. Çünkü Suriye farklı hakların ve inançların birlikte yaşadığı çok stratejik ve jeopolitik bir konuma sahip. Hegemonik güçlerin Hindistan’dan Avrupa’ya ve Amerika’ya kadar götürmeye çalıştıkları enerji hatlarını da içeren ticaret koridorunun en önemli merkezlerinden birisidir. Suriye’de daha demokratik bir zemin oluşturulursa, yine yıllardır dışlanan ve inkâr edilen kimlikler ve inançlar rejim içinde eşit ve özgür bir biçimde var olabilirlerse Ortadoğu’da yeni bir süreç yaşanabilir. Aksi halde yine Kürt, Dürzü, Alevi ve Türkmenlerin hakları reddedilirse Suriye’de ve Ortadoğu’daki kriz, kaos, çatışmalar ve gerginlikler devam eder.

Türkiye’de de bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin de yeni bir yola girdiğini söyleyebilir miyiz? 

Değişim ve dönüşüm sancıları dünyanın dört bir yanında yaşanıyor, en fazla da Ortadoğu’da yaşanıyor. Türkiye de, Ortadoğu’dan azade değil, bunu hissedebiliyoruz. Bu değişim sancısının Türkiye’de demokratik ve barışçıl bir sürece evrilmesini arzuluyoruz. Birinci yılına giren süreç ile yeni bir yola girdik. Bu önemlidir. Kıymetlidir.  Ama bu yeni yolun henüz nereye evrileceği, nereye varacağını tam olarak kestiremiyoruz.

DEM Parti olarak, bu yeni yolda 100 yıldır tekrar eden yanlışların tekrar etmemesini istiyoruz. Bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bu yeni yolda birlikte, refah içinde ve demokratik bir zeminde yürümek istiyorsak, geçmişteki inkârcı ve tekçi anlayışları bir kenara bırakmamız gerekiyor. Ülkedeki bütün halkların demokratik bir sistemde, bir arada yaşadıkları bir anlayışı egemen kılmamız gerekiyor.

Yeni yola çıkmak kendi başına çok değerlidir. Ama  bu yolun nereye varacağı Türkiye halklarının, emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesine bağlıdır. Sürece sahip çıkabilmeliyiz. Sürece, inkâr edilenlerin rengini yansıtmak ve başarıya ulaşmak için dayanışma içerisinde olmamız gerekiyor.

Sistemin inkarcı politikaları bir yere kadar geldi. Bütün inkara rağmen Kürtler, emekçiler, ezilenler hatırı sayılır bir zemin elde etti. Şu anda Türkiye’nin üçüncü büyük zeminiyiz. İnkâr ve ret politikaları bir sonuç almadı. Evet, toplumda büyük yaralar açtı. Bu yara toplumun acıyan ve  kanayan yarasına dönüştü. Ama gelinen noktada artık yok sayman politikası sonuç vermiyor. Şimdi yeni bir sayfa açma zamanı. Kürt’ün dilini, kimliğini ve kültürünü tanıyan, Kürt’ü eşit yurttaş olarak gören, ayrıştırıcı bütün politikalara son veren, ötekileştirmeyi bir kenara bırakan, yine farklı inanç ve etnik kimliklere de aynı şekilde yaklaşan bir sistemi birlikte örebiliriz. Biz bu konuda kararlıyız.

Sayın Öcalan’ın da bu çerçevede yaptığı tarihi çağrı çok önemlidir. Sayın Öcalan da 26 yıldır bir hücrede olmasına rağmen çok ciddi bir barış diplomasisi yürüttü. Bu barış diplomasisinin  odağında hep demokrasi, barış ve demokratik toplum oldu. Türkiye’deki  inkârcı yaklaşımı demokratik bir zemine çekmek için çabaladı, durdu. Yeni yola girmemizde Sayın Öcalan’ın çok büyük katkıları olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Hep birlikte, Türkiye’yi demokraside örnek bir ülke haline getirebiliriz. Bu sürece iyi niyet ve samimiyetle yaklaşabilirsek Türkiye’nin yüz yıldır yaşadığı kriz ve sorunların tekrar edilmeyeceği bir zemini yaratabiliriz. Bunun koşulları var mı? Var. Kürt’ün dilini konuşması, Alevi’nin inancını özgürce yaşaması, ekonomide adaletin sağlanması neden engel olsun? Hepimiz bu ülkenin yurttaşlarıyız. Eşit haklara sahip olmak istiyoruz. Ötekileştirilmek istemiyoruz.

Türkiye’yi Ortadoğu’daki badirelerden ve gelişmelerden azade tutamayız. Ortadoğu’da esen bir rüzgar başka bir ülkede yaprağın kıpırdanmasına neden olabiliyor. Biz de esen rüzgar ne  olursa olsun Türkiye’de yaşayan 86 milyon yurttaşa fayda getirmesini istiyoruz. Türkiye’de yakalanacak olan demokratik rüzgar tüm bölgeyi ferahlatabilir. Peki DEM Parti bu sürecin neresindedir? DEM Parti bu işin önemli merkezlerinden birisidir. Samimidir, inanıyor, kararlıdır. Ama sadece bizimle yürüyecek bir süreç değil. İktidar/devlet aklının da bu yeni sürece uygun bir anlayışa sahip olması gerekiyor. Olumlu her söz kıymetlidir ama bunu pratik adımlarla buluşturmak gerekiyor. Fakat bazı politikalar ve pratikler gerçekten sürecin ruhuna aykırı.

Evet, Kürt var deniliyor. Evet, Kürt kardeş deniliyor. Ama Amedspor, formasındaki Kürtçe bir reklam yüzünden ceza alıyor. Kürt kardeş ama parlamentoda iki kelime Kürtçe konuşamıyor. Şimdi bunlar toplumun kafasında kuşkulara, tereddütlere ve tedirginliklere sebebiyet veriyor. Tam da artık pozitif adımların atılması gerekiyor dememizin sebebi budur. Toplumdaki bu güvensizliği, tedirginliği, ortadan kaldırmanın yolu biraz önce söylediğim gibi bu yanlışları yapmak değil, bu yanlışları ortadan kaldıracak demokratik adımları atmaktan geçiyor.

Bahsettiğiniz süreç Bahçeli’nin sizinle tokalaşması ve Öcalan’ın Meclis’te konuşması için yaptığı çağrı üzerine başladı. Bu sürecin üzerinden 1 yıl geçti. Ancak Bahçeli’nin çağrısına rağmen henüz bir adım atılmadı. Bahçeli’nin sözlerinin havada kaldığını söyleyebilir miyiz? 

Sayın Bahçeli’nin günümüze kadar gelen süreçte yapıcı bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Sonuçta Bahçeli iktidarı destekleyen, iktidarla ittifak halinde olan bir siyasi partinin lideri, ama tek başına iktidar değil. MHP ve Sayın Bahçeli daha aktif bir rol oynayabilir. Şimdi dünyanın her yerinde iktidarlar bu işin birincil muhataplarıyla görüşüyor. Dünya deneyimlerine de bakın süreci yürütmek için birincil muhatabın iletişim ve özgürlük koşulları oluşturuluyor. Yani iyi niyetin göstergesi aslında Sayın Öcalan’a yaklaşımın kendisidir. 1 Ekim sonrası tecridin belli oranda gevşemiş olması olumlu. Ama kabul etmek gerekir ki Sayın Öcalan’ın koşulları sürecin ruhuna uygun değil. Sayın Öcalan 26 yıldır cezaevinde. Bu konuda AİHM’in vermiş olduğu kararlar var. Yani bu süreçten bağımsız olarak “umut hakkı”ndan yararlanması gerekiyor. Öte yandan bu sürecin salahiyeti açısından da iletişim ve özgürlük koşullarının sağlanması elzemdir. Sayın Öcalan daha rahat hareket edebileceği koşullara kavuşursa daha çok katkı sunan bir rol oynayabilir.

Sayın Bahçeli’nin de sözlerinin artık karşılık bulması gerekiyor. Bir yıl içerisinde çok önemli şeyler söyledi. Biz de kıymet biçiyoruz. Sözlerinin yarattığı alan ve dinamiklere de ayrıca anlam veriyoruz. Evet, bütün eksikliklerine rağmen bu 1 yıllık sürecin hala devam etmesi de kıymetlidir. Bu da tarihi önemdedir. Dolayısıyla artık sözü aşan, toplumun kafasındaki tedirginliği ve güvensizliği ortadan kaldıracak adımların atılması gereken bir eşiğe geldik. Bu eşik kimin ne kadar samimi olduğunun ve kimin bu sürece nasıl yaklaştığının da en iyi göstergesi ve fotoğrafı olacak.

Siz sürecin bizzat içerisindesiniz, aynı zamanda Öcalan ile görüşen heyette yer aldınız. İktidarın sürece kalıcı bir çözüm perspektifiyle yaklaştığını düşünenler de var bu durumu bir araç olarak kullandığını düşünenler de. Sürecin başında kuşkularınız nelerdi ve halen devam ediyor mu? 

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde iktidarlar bu tür meseleleri kendi çıkarlarına göre ve kendilerine kazanç sağlayacak şekilde yürütmeye çalışırlar. Yeni bir hikâye yazmaya çalışırlar. Türkiye’de belki bu durum biraz daha fazladır. Siyaset niyet okuma üzerinden yapılamaz. Biz, iktidarın niyetinin ne olduğuna yoğunlaşmak yerine, devleti ve iktidarı çözüm zeminine nasıl daha fazla yaklaştırabileceğimizin uğraşındayız.

Türkiye’de iktidarın hangi niyette olduğunu sorgulamak istemiyorum. Yıllar sonra tekrar böyle bir sürecin başlamasını önemsiyorum, iktidarın durduğu yerin ötesine geçmesi gerekiyor.

Dünya değişiyor. Artık demokrasi ve demokratik toplum tek çıkış kapısıdır. Devlet de demokrasiyi benimsemeli, duyarlı hale gelmeli. Sadece bununla yetinmeyip buna uygun hukuki zemini de sağlamalı. Artık toplumun enerjisini ve ekonomisini yutan, toplumun huzursuz  ve mutsuz kılan bir ortamda yaşamamalıyız. Bunun kimseye bir yararı yok. Kürt mutluysa iktidar mutlu olmalı. Alevi mutluysa bu ülkeyi yönetenler mutlu olmalı. Yurttaş aldığı parayla geçinebiliyorsa bu ülkenin bakanı ve cumhurbaşkanı mutlu olmalı. Umutsuzluğa kapılmadan, geçmişteki eksiklere takılmadan, ama onları da unutmadan yürümeyi bilmek gibi büyük bir sorumluluğumuz var. DEM Parti şu anda bunu yapıyor.

DEM Parti, iktidar ve muhalefet üzeri bir rol oynuyor. Çünkü biz üçüncü yoluz. Ona buna teşne olmadan siyaset yapıyoruz. Yeri geliyor muhalefetin karşı karşıya kaldığı antidemokratik uygulamalara karşı muhalefetle dayanışıyoruz, yeri geldiği zaman iktidarın yol yürümesi için teşvik eden oluyoruz. Yol açan oluyoruz. İktidar ve muhalefet arasında da bir denge oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim rolümüz çok özeldir. Biz klasik bir muhalefet partisi değiliz. Bu süreci yürüten klasik diğer siyasi partilere benzemiyoruz. Biz hem kendi tabanımızın taleplerini savunuyoruz hem bunun dışında kalan insanların da demokratik bir zeminde, kardeşçe bir arada yaşamasının mücadelesini yürütüyoruz.

Kısaca şunu söyleyelim; iktidarı çok iyi tanıyoruz ve birbirimize tarif etmemize gerek yok. İktidarın sopasını defalarca yiyen insanlar olarak bunu söylüyorum. Dolayısıyla iktidarın şu an geçmişteki karakterine bakıp “bu iş olmayacak” demek doğru değil. İktidarı zorlayacağız. Yürütmeye çalışacağız. Müzakere ve diyalog zeminini büyüterek, gidişatı bir barış ve demokrasi sürecine evriltmeye çalışacağız. Eğer olmuyorsa da mücadele edeceğiz. En iyi bildiğimiz şey mücadeledir. Şimdi müzakereyi de geliştirmeye çalışıyoruz. Müzakerede de ustalaşacağız.

Dikkat edin, bir yıllık süreç içerisinde bütün eksiklere, yetmezliklere ve yanlışlara rağmen öyle sağlam ve düzgün bir yaklaşım içerisinde bulunduk ki, iktidarı da, sağcısı da, solcusu da hakkımızı teslim ediyor. Çünkü biz samimiyiz, süreç ilerlesin istiyoruz. En ufak bir engelde sırtımızı dönüp “bu iş olmaz” demiyoruz. Devrimcilik budur. Pes etmeden, iğne ucu kadar bir ışık gördüğü zaman o ışığı büyütmeye çalışmaktır. Herkes düşüncesini söylüyor. Ama bu sürecin en baştan negatif olacağını söylemek doğru değildir. Yürümeyeceğini söylemek hiç doğru değildir. Ben “yüzde yüz yürüyecek, yüzde yüz başarılı olacak” demiyorum. Ama henüz yolun başındayken, henüz zemin taşları örülürken tepenin tarifini yapmak, oranın iyi olup olmayacağını söylemek için çok erkendir. Biz bunu yapan değiliz.

“Siyasi ve hukuki zemin oluşmalı”

Öcalan bu süreçte tarihi çağrılar yaptı, çağrı üzerine silah imha töreni gerçekleşti ve PKK kendini feshetti. Öcalan’ın bu süreçte en çok vurguladığı konuların başında hukuk geliyor. Hukuki zemin neden önemli? 

Sorunun kendisi siyasidir. Sorunun ana kaynağı ise hukuktur. Eğer Türkiye hukuk meselesini 100 yıldır çözebilseydi, zaten bu tür sorunlar olmazdı. Şu anda yaşadığımız şey hukuksuzluktur. Bu meselenin hukuki bir zeminde tarif edilmemesidir. Bir hukuka kavuşturulmamasıdır. Sayın Öcalan ile yaptığımız görüşmede de çok şey söyledi. Yaptığı açıklamalarda ve çağrılarında da bunlar vardı. En son “Siyasi ve hukuki zemin oluşursa…” diye bir belirlemede bulunmuştu.

Biz Kürtlerin temel haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Emekçinin, ezilenin, kadının, Alevinin haklarını hukuka kavuşturmak istiyoruz. Çünkü hukuk olmazsa ne demokrasi olur ne barış olur. Hukuksuz bir barış da barış değildir. Hukuksuz bir demokrasi de demokrasi değildir. Kişilerin ve partilerin iyi niyetine, inisiyatifine bırakmadan bunun bir hukukunu oluşturmak gerekiyor. Biz buna “bütüncül hukuk” diyoruz. Dolayısıyla hukuk önemlidir. Biz de bu zemini oluşturmaya uğraşıyoruz.

Meclis’te bir komisyon kuruldu. O komisyondaki bütün önerilerimiz, bir hukuki zeminin oluşması, bu meselenin bir hukuka kavuşması ve hukukla çözülmesidir. Şu anda en geçerli akçe hukuktur. İki insan arasındaki basit bir ticari alışverişin bile bir hukuku var. Yüzyıllık bir mesele, milyonlarca insanın yaşadığı bir meseleyi hukuka kavuşturmazsak yaptığımız her şey sözde kalır. Bu da samimi olmadığımızı ortaya koyar. Sayın Öcalan da çok doğru bir belirlemeyle bunu dile getirdi. Biz de buna katılıyoruz. Siyasi ve hukuki zemin oluşmalıdır.

Hukuki zemin sağlanmazsa ne olur? 

Aksi durumu sonra konuşuruz. Şimdi aksi halde deyip, parmak sallayacağımız bir noktada değiliz. Tüm çabamız da zaten bu zeminin oluşması ve çözüme vesile olmasıdır.

Sürecin başarısı için ilk adım olarak hangi adımlar atılmalı?

Amed’de, Diyarbakır Barosu’nun düzenlediği “Barışın İnşası” konulu bir programa katıldım. Bölge baro başkanları, kentin önemli kurumları ve dinamikleri de katılmıştı. Orada da çok net ifade ettim: Meclis açılır açılmaz, Sayın Öcalan’ın “ara dönem yasaları” dediği ve mevcut zeminde “geçiş yasaları” olarak tartışılan yasaların çıkarılması gerekiyor. İnfaz Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun düzenlenmesi gerekiyor. Tutukluluk meselesinin keyfilikten çıkarılması gerekiyor. Bu irade gaspının artık son bulması gerekiyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Meclis, öncelikli olarak bu konularda adım atmalıdır. Toplumu iyileştiren, toplumun güvenini kazanan ve gerçekten umut veren adımların atılması gerekiyor.

En başta da Sayın Öcalan’ın durumunu açık ve samimi bir şekilde konuşmamız gerekiyor. 26-27 yıldır cezaevindedir. Artık yetmedi mi? Sayın Öcalan, sürecin ana aktörlerinden birisidir. Biz de böyle görüyoruz, iktidar da, muhalefet de böyle görüyor. Sayın Öcalan olmadan bu süreç bu noktaya gelebilir miydi? Kim sorumluluk alabilirdi? Dolayısıyla bir iyi niyet var. Sorunun çözülmesine dönük bir irade ve bir inanç var. Yaşadığı her şeye rağmen demokratik zemini işaret etmesi çok kıymetli, çok değerlidir. Şimdi bu rolü oynayan, bu sorumluluğu alan, bu riski üstlenen ve herkesin de bu meselede en önemli taraflardan biri olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’ın hâlâ 12 metrekarelik bir hücrede tutsak olarak kalması süreçle çelişmiyor mu? Sadece biz mi çelişki olarak görüyoruz bunu? Çözüme inanan herkes bunun çelişkili olduğunu söylüyor. Bu, meselenin bir parçasıdır. Sayın Öcalan koşulları düzelsin, rahat iletişim kurabilsin, kendi hareketiyle ve toplumla görüşebilsin. Belki o, toplumu etkileyebilecek. Yüz yıllık bir meselenin sonucunda ortaya çıkmış bir hareket ve onun önderi. Gerçekten sorunu çözebilecek tek aktördür. Başka da aktör yok, göremiyorum ben.

Ama bugün ne deniliyor? “Sen cezaevinde kal, sen hücrede kal! Keyfimize göre gönderilen heyetlerle görüş, istediğimiz zaman gönderdiğimiz avukatlarla altı yıl sonra görüş. Ama bu süreç de yürüsün…” Öyle olur mu?

Anketlerle, toplumun kimi kesimlerinin kaygılarıyla bu süreç yürür mü? En kaygılı kesim Kürtlerdir. Ama biz bu süreci yürütüyoruz. “Bu bizim meselemizdir” diyoruz. Kafalardaki soru işaretlerini gideriyoruz. Ev ev, köy köy dolaşıyoruz. 2 binden fazla toplantı yaptık, insanlara anlatıyoruz. Siz de bir zahmet, bu meseleye kaygıyla yaklaşan kesimler varsa onlara çözümün ne gibi katkılar sunduğunu anlatın. Çünkü biz birlikte yaşıyoruz. İstanbul, Türkiye’nin en büyük Kürt kentidir. Ne yapacaksınız yani? Kürtleri yok mu sayacaksınız? Zaten yok saydığınız için bu noktaya geldik. Ama bu mesele büyüyerek devam ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan ile ilgili durum artık somut bir adıma dönüşmelidir. Sayın Öcalan, “Türkiye çözümü” diyerek dünyaya bir model sundu. Partisini feshetti, “silahlar bırakılmalıdır” çağrısı yaptı ve buna cevaben kendi hareketi bir yanıt verdi. Bu adımlar karşısında “Biz ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?” sorusunu bu ülkenin iktidarı kendisine sormalıdır.

Bu süreçte toplumun desteği yüzde 60-70’lerin altına da düşmedi. Demek ki toplumda da bu sürece bir destek var. Bir avuç ırkçı ve çözüm karşıtının ne dediğini sürekli manşet yaparsak, sürekli “bu 86 milyonun hassasiyeti” dersek doğru yapmayız. Sakine annenin de 4 çocuğu yaşamını yitirdi. Biz de “hassasiyet budur” dersek, o zaman yerimizde oturmamız gerekir.

Bu süreçte sivil topluma ve siyasete ne gibi görevler düşüyor? Siyasetin bu konuda yeterince sorumluluğunu yerine getirmediği eleştirileri var. 

Bu konuda negatif çok şey söylenebilir. Ama ben daha çok elde avuçtakini anlatarak cevap vermek isterim. Bence Türkiye’de siyasi partiler büyük oranda bu sürecin içerisindedir. Meclis’te kurulan komisyonda yer almaları değerli ve kıymetlidir. Buradan yola çıkarak değerlendirmek gerekiyor. Bence bu durum, zemini büyüterek devam ettirmek üzerine kurulmalıdır. Yoksa tek tek siyasi partileri masaya yatırırsak, elbette eleştireceğimiz yanları da vardır. Ama sürecin olumlu yürüyen yanlarını öne çıkararak, topluma da bu fotoğrafı çizmenin hem sürece hem de demokrasiye katkı sunacağını düşünüyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün baskılara rağmen masada kalması, bu meselenin çözümü yönünde ortaya bir irade ve bir düşünce koyması kıymetlidir. Eksik ya da fazla olabilir. Zaten aynı düşünseydik ayrı partiler olmazdı. Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA), Gelecek Partisi, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi , ittifak partilerimiz, demokratik örgütler, emek ve meslek örgütlerinin bu süreçteki yapıcı rolleri de çok değerli ve kıymetlidir. Eleştireceğimiz yanları elbette olabilir. Ama büyük bir yıkımın yaşandığı ve adaletsizlikten söz edenlerin başına bin bir türlü eziyetin geldiği bir süreçte insanların “Bu mesele demokratik yollarla çözülsün, diyalogla, müzakere ile çözülsün” demesi de kıymetlidir.

“Sürecin yürümesi için adımlar atılmalı”

Devlet-iktidarın adım atmaması ya da sürecin uzatılması hangi riskleri barındırıyor? 

Adım atılması gereken bir eşikteyiz, dedim. Bu saatten sonra konuşmanın, sözün elbette bir kıymeti var ama çok şey konuşuldu, her şey çok iyi tarif edildi. Artık ne yapmamız ve nasıl yapmamızı konuşmamız gerektiğini söylüyorum. Yani bir adım atılmazsa süreç nasıl yürüyecek? Bir sürecin yürümesi için adımların atılması gerekir.

Evet, geçen bir yılı çok daha iyi değerlendirebilirdik. Bu bir yılda çok daha önemli bir noktada olabilirdik: hukukta, adalette, demokraside, yerel yönetimlerde, kayyumlar meselesinde, cezaevleri konusunda, yargılamalar alanında… Daha iyi bir yerde olabilirdik. Ama artık önümüzdeki dönemde bu konularda adım atılması için daha teşvik edici olunması gerektiğini düşünüyorum.

DEM Parti, komisyonun Öcalan ile görüşmesi çağrısı yapıyor. Ancak Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş “Öcalan ile görüşme henüz komisyon gündeminde yok” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan, bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Çünkü bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor. Hassasiyetler gerekçe gösterilerek sürecin önüne bariyer konulmamalı. Siyasal kararlılığın olduğu her adımda toplum desteği esirgemiyor. Sayın Öcalan’ın videolu konuşması durumunda kıyametin kopacağını söyleyenler oldu. Peki ne oldu? Sayın Öcalan videolu konuştu, hareketi bunun üzerine silahları yaktı. Kıyamet senaryolarının bir karşılığının olmadığını gördük. Yeter ki siyaset kurumu ürkek olmasın. Çünkü toplum çözüm bekliyor.

Devlet bürokrasisi dönem dönem farklılıklar gösterebilir. Ama komisyonun Sayın Öcalan’a gitmemesi sürecin ruhuna aykırı olur. Bu sadece bir Meclis Başkanı’nın “olsun” ya da “olmasın” demesiyle olacak bir şey değil. Meclis Başkanı burada pozitif bir rol oynamalı. Meclis komisyonu kuruldu, çalışıyor, dinlemeleri gerçekleştirdi, bayağı yol aldı. Şimdi o yolun İmralı’ya çıkması gerekiyor. Yani bir biçimiyle, uygun bir yöntemle komisyon adaya giderek çözüm yolunu daha sağlam döşeyebilir.

Sayın Öcalan’ı dinlemekten neden bu kadar korkuluyor? Zaten düşünceleri şu anda tartışılıyor. Bu süreci ören kişi Sayın Öcalan’ın kendisidir. Sanırım oraya giden komisyona da bugüne kadar açıkladığı düşüncelerinin dışında bir şey söylemeyecek. Sürecin yapıcı bir şekilde ilerlemesi için önerilerini sunacaktır. Öcalan takiye yapmıyor. Dolayısıyla bunun bir sorun hâline dönüştürülmesini anlamakta zorlanıyorum.

Meclis Başkanına bu konuda büyük görevler düşüyor. Komisyon kurulduysa ve onun başındaysa komisyonun içerisinden bir grup oluşturmalı ve oraya göndermelidir. Bu bir sorun olarak tartışılmamalıdır. Komisyon, Sayın Öcalan’ı dinlemeyecek de kimi dinleyecek? Bana mı? Kars il başkanımıza mı gidecek? Tabii ki bize de gelsin, biz de düşüncelerimizi söylüyoruz, söyleyeceğiz. Ama sonuçta bir hareketin lideridir. Bunu herkes kabul ediyor.

Dolayısıyla Sayın Öcalan’a gidilmeli. Çünkü sorunun bir tarafıdır. Bunu uzatmaya, zamana yaymaya, bu konuda her gün yeni bir şey söyleyerek toplumun aklını karıştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Komisyonun 50’ye yakın üyesi var. İçinden 3-4 kişi, 5 kişi seçilir, gönderilir. Sayın Öcalan da düşüncelerini söyler ve toplumla paylaşır. Sürece yaklaşımın en önemli göstergelerinden biri budur.

Emin olun, bunun bu kadar zorlaştırılmasını, tartışma hâline getirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Sayın Bahçeli diyor ki “Gelsin Meclis’te konuşsun.” Meclis Başkanı ise komisyonun gidip gitmemesi konusunda bir inisiyatif ve irade ortaya koymuş değil; topu sahaya atıyor. Ama topu sahaya atarsanız herkes bir yana vurur. Dolayısıyla orada bir hakem var. Usulüne göre yürütmeli, yönetmeli. Usulüne göre kararların çıkması için rol oynamalı. Sayın Meclis Başkanı, kimin gideceğini, nasıl gideceğini, ne zaman gideceğini ortak akılla belirlemeli.

Sonuçta bir komisyon kurulmuş ve bir başkanı var. Sayın Öcalan bu meselenin çözümünde olmazsa olmaz bir taraftır. Ona gidilecek tabii ki. Bu meselenin bir an önce çözülmesi gerekiyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” noktasında Türkiye’ye yeniden süre tanımasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Komite, gerekli mekanizmaların oluşmasını da istedi, düzenlemeler için de komisyona işaret etti. “Umut Hakkı”nın hayata geçmesi süreç açısından neden hayati?

Bu meseleyi halledin” diyor. Zaten AİHM’in ilgili kararı var. Dünya bile bunu dikkate alıyor, esas alıyor, izliyor, takip ediyor, referans gösteriyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bile komisyonu ve Sayın Öcalan’ı işaret ediyor. Bu da önemlidir. Ama bunlardan bağımsız bir süreç yürüyor ve sürecin bir tarafı cezaevinde tutuluyor. Böyle bir şey olabilir mi yani? Mandela örneği var, dikkate alsınlar. Henüz bir adım atılmadan, iletişim ve özgür yaşam koşulları düzenleniyor. Dünyanın her yerinde bu süreçler böyle yürütülüyor.

Her şey için “kötü bir Türkiye modeli” ya da “Türk tipi model” dememiz gerekmiyor. Dolayısıyla ben katılıyorum; hem AİHM kararının doğru olduğuna hem de Konsey’in kararına. Komisyonu referans olarak göstermesi ve ne yapılması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koyması da önemlidir. Sanırım Meclis Başkanı da bu okumayı yapmıştır.

Son olarak şunu ifade edeyim: Bu sürecin heba olmaması için elimizden gelen bütün gücümüzü ortaya koyacağız. Mücadele etmek zaten bizim adımızdır. Bu müzakere sürecinin ne kadar hassas olduğunun bilinciyle hareket ediyoruz. DEM Parti, yaklaşımıyla, disipliniyle, iyi niyetiyle bu sürecin demokratik ve barışçıl bir zemine evrilmesi için var gücüyle kendisini ortaya koyuyor, koymaya da devam edecektir.

 

Paylaşın

DEM Parti’den “Süreç” Açıklaması: Demokratik Toplum, Barış Ve Entegrasyon

DEM Parti İmralı Heyeti’nden Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeye ilişkin yaptığı açıklamada,  “Sayın Öcalan, demokratik toplum, barış ve entegrasyonun, bu sürecin üç kilit kavramı olduğunu, bu temelde sonuca ulaşabileceğini belirtti” ifadelerine yer verildi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti’nde yer alan Van Milletvekili Pervin Buldan, Urfa Milletvekili Mithat Sancar ve Asrın Hukuk Bürosu avukatı Faik Özgür Erol’dan oluşan heyet, dün PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü.

DEM Parti İmralı Heyeti, görüşmeye ilişkin yazılı bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“28 Ağustos 2025 tarihinde İmralı’da Sayın Öcalan’la üç saatlik bir görüşme gerçekleştirdik. Sayın Öcalan son derece sağlıklı ve moralliydi. Görüşmede, Barış ve Demokratik Toplum sürecinin geçirdiği aşamalara ve gelinen noktaya dair kapsamlı değerlendirmeler yaptı. Yaşadığımız sorunun özel bir cerrahi müdahaleyi gerektirecek derecede kangren olduğunu, süreci bu hassasiyetle yürüterek bugüne getirdiklerini ifade etti. ‘Amacımız, acılı bir sürecin sona erdirilmesi için elimizden geleni yapmaktı’ dedi.

Demokratik toplum, barış ve entegrasyonun, bu sürecin üç kilit kavramı olduğunu, bu temelde sonuca ulaşabileceğini belirtti. Bunun için bütün boyutlarda adımların ivedilikle atıldığı yeni bir aşamanın gereğine vurgu yaptı. Sayın Öcalan, tercihinin her zaman demokratik cumhuriyet ile demokratik toplum temelli bir entegrasyon olduğunu; bu stratejik hamlenin anlaşılması ve sahiplenilmesinin hepimize, tüm Türkiye’ye kazandıracağını belirtti. Bu tercihin, siyaset ve basın çevrelerinin bir kısmında basitleştirme ya da yok sayma gibi yaklaşımlarla ele alınmasının bu sürece zarar verdiği açıktır. Halklar arasındaki ebedi dostluğa ve barışa olan büyük inancını da bu vesileyle bir kez daha dile getirdi.”

Paylaşın

Buldan’dan Erdoğan’ın “AKP-MHP-DEM” Sözlerine Yanıt : Bu İttifak Süreç İttifakıdır

Erdoğan’ın “Şimdi AK Parti, MHP, DEM en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı verdik” sözlerine ilişkin konuşan DEM Partili Pervin Buldan, “Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti üyesi TBMM Başkanvekili Pervin Buldan, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şimdi AK Parti, MHP, DEM en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı verdik” sözlerine ilişkin ANKA’ya konuştu:

“Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalı kesinlikle. Herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’yla birlikte DEM Parti’nin süreç itibariyle ortak yol yürüyeceğinin bir mesajıydı bu. Elbette ki biz DEM Parti olarak bu sürecin tam merkezindeyiz ama çözmesi gereken de Cumhur İttifakı’dır. Dolayısıyla böyle bir birliktelik, ortaklaşma anlamlı olacaktır. Bence bunun adına süreç birlikteliği diyelim. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından verilen mesaj, bu birlikteliğin süreç itibariyle olacağının da bir sinyaliydi.”

Erdoğan ne demişti?

Erdoğan, “Terörsüz Türkiye” projesine ilişkin, “Altını çizerek söylüyorum. Cumhur İttifakı olarak AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve DEM heyeti ile de birlikte bu süreci evelallah pişirerek geleceğe taşıyacağız” dedi. Bu hafta için DEM Parti’den Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile bir araya geldiklerini hatırlatan Erdoğan, “Oturduk, konuştuk. Beraber birlikte bu yürüyüş için neler yapabiliriz bunları konuştuk. Demek oluyormuş. Daha güzel şeyler olacak” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, “Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürümeye kararı verdik… Şunu herkes bilsin ki artık yumrukları sıkmaya gerek yok. Musafaha edeceğiz. Kucaklaşacağız. Konuşacağız. Birbirimize karşı adım atarak yürüyeceğiz” diye konuştu. Erdoğan, “Irak ve Suriye’deki Kürt kardeşimin meselesi de unutmayın bizim meselemizdir” diyen Erdoğan, onlarla da süreci görüştüklerini, onların da “çok mutlu” olduğunu söyledi.

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Yargı” Çıkışı: Tarafsız Ve Bağımsız Olmalı

Partisinin İstanbul kongresinde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İstanbul Örgütü, 3’üncü Olağan Kongresi’ni Yahya Kemal Beyatlı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştiriyor.

DEM Parti bayraklarıyla donatılan kongre salonuna,  “Savaşta barışta gençlik ön saflarda”, “Kayyımlar gidecek biz kalacağız”, “Büyük direneceğiz büyük kazanacağız”, “2025 yılını özgürlük yılı yapacağız”, “Genç başladık genç başaracağız”, “Örgütlü direneceğiz emek sömürüsüne son vereceğiz”,”Jin Jiyan Azadî”, “Demokratik yaşam için eşitlik adalet özgürlük” pankartları asıldı.

Kongreye, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanı sıra siyasi parti temsilcileri, sivil toplum ve kadın örgütleri temsilcileri ile binlerce yurttaş katıldı. Kongrede konuşan Bakırhan, şunları söyledi.

“Cemal Kavak yoldaş şahsında bugüne kadar emek veren değer katan, bedel ödeyen ama aramızda olmayan bütün yoldaşlarımızı sevgi ve saygıyla anıyor, onları mücadelemizde ve yüreğimizin en baş köşesinde taşıyoruz. Hem dünya hem Ortadoğu hem de Türkiye tarihsel bir süreçten geçiyor. Bu tarihsel süreçte bütün ülkeler, bütün yönetimler bugüne kadar yapmış oldukları politikaları gözden geçirerek, kendisini yeni döneme ve gelişmelere göre şekillendirmeye çalıştığı bu süreçte maalesef Türkiye, AKP ve MHP iktidarı yine yanlış rotada ve yolda yol almaya devam ediyor.

Dünya, Ortadoğu yeniden şekillenirken bizimkiler hala 100 yıllık ret ve inkar politikalarını hayata geçiyorlar. Hakkari’den başlayarak Türkiye’nin dört bir yanına kayyım atamaya devam ediyorlar. Yine alnının terinin karşılığını almak isteyen bunun için direnen greve giden insanca yaşam mücadelesi veren emekçiler darp ediliyor, öncüler tutuklanarak cezaevine gönderiliyor. Bu yetmiyor.

Belediye eşbaşkanları hakkında soruşturmalar başlıyor. Yargı muhalifler üzerinden bir sopa olarak kullanılmaya devam ediyor. Yetmedi. Her gün kadınlar katlediliyor. Kadın katliamlarını önlemek için yasalar çıkarması gerekenler İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırarak, bir nevi kadın kırımını meşrulaştıran bir anlayışla hareket ediyor.

HDK, 14 yıldır ezilen ve yok sayılan tüm halklar için mücadele yürütüyor. HDK’de onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, 30 arkadaşımız tutuklanarak cezaevine gönderildi. Neymiş? HDK terör örgütü imiş. Arkadaşlar 14 yıldır İstanbul’un merkezinde binası, tabelası asılı bulunan 14 yıl içinde Türkiye’de siyasetçilerin, akademisyenlerin katıldığı çalışmalara imza atan çok değerli çalışmalar yapan, barış ve çözüm konusunda onlarca çalıştay yapan HDK’nin terör örgütü olduğu bugün mü aklınıza geldi sizin.

HDK, 14 yıldır İstanbul’un merkezinde tabelasıyla, binasıyla, çalışmalarıyla Türkiye demokrasisinin çalışmalarına katkı sunan bir kurumdur. HDK, terör örgütü değil, ezilen Kürt kadınıdır, Alevidir, gençtir, direnen işçidir, 16 milyon emeklidir. HDK Kürt’tür, Türk’tür, Arap’tır, ezilenler ve emekçilerdir. Onun için HDK’nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız Esenyurt’taki emekçilere, ezilenlere sorun, Çorlu’da, Tekirdağ’da direnen işçilere sorun. 14 bin lira ile geçinmek zorunda kalan emeklilere sorun, kadınlara sorun, umudunu çaldığınız gençlere sorun. O zaman HDK’nin ne olduğunu kim olduğunu çok iyi görürsünüz.

Ne yapmış HDK? Kürt ve Türk ittifakı için Kent Uzlaşısı yapmış büyük suçu buymuş. Türkiye’nin Kürtlerin bütün halkların ve inançların bir arada yaşaması için çalışma yapmışsa dava açmak değil önünde saygıyla eğilmek gerekiyor. Yüzyıldır bu topraklarda Kürdü, Alevi’’yi diğer farklı inanç ve gruplarını ayrıştırdınız. Yok saydınız yok etmeye çalıştığınız. HDK, yok etmeye çalıştığınız, soy saydığınız halkların ve inançların bahçesidir. HDK, Türkiye’dir, 85 milyon insandır. Türk ve Kürt ittifakı için çalışmak ne zamandan beri suç olmuş.

Türk ve Kürt ittifakını savunmak suçsa 1920 öncesi Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlere giden Mustafa Kemal’e ne yapacaksınız? Kurucu meclise ne diyeceksiniz. Lazistan mebusuna, Kürdistan mebusuna ne diyeceksiniz. Kürt ve Türk ittifakı bu toprakların olmazsa olmazı ve en önemli meselesidir. HDK, bu ittifakı sağlamak için kavgasız, savaşsız, çatışmasız demokratik bir Türkiye zemini için mücadele etmiştir ve etmeye devam edecektir. Bu soruşturmalar bu tutuklamalar, bu yargı sopası ile ülkenin en devrimci, en demokratik kurumunu kriminalize etmek doğru değil, buna izin vermeyiz. Ben HDK’liyim biz HDK’liyiz. Hepimiz HDK’liyiz olmaya devam edeceğiz.

‘Kent Uzlaşısı’ suç unsuru yapılıyor. Kürtler ve Türkiyeli emekçiler, ittifak yapamaz, uzlaşamaz. Yerel yönetimlerde iktidar olamaz. Bu bir savcının işi midir? Bir savcı mı karar verecek kiminle yürüyeceğimize. Kiminle ittifak yapacağımızı, kiminle Esenyurt’tu yöneteceğimizi savcı beyefendiye mi soracağız. Gücü yetiyorsa o savcı, buyursun Esenyurt’ta karşımıza aday olsun iktidarı da yanına alsın gelsin yarışalım.

Savcı efendi ne diyor biliyor musunuz? Vanlılar Van’ı da yönetemez Esenyurt’tu da yönetemez. Biz de diyoruz ki; Vanlılar Van’ı da, Esenyurt’tu da yönetmeye devam edecek. Van direnişi ve duruşuyla 14’te 14 yaparak sizlere en büyük mesajı vermiştir. İki dönem kayyım atadınız Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkımız sizlere sandıkta dersinizi verdi. Yetmedi 3’üncü dönem tekrar kayyım atamak neyin nesidir. Bu halkın iradesine kayyım atamaktan, bu halkın kimliğini onurunu yok saymaktan vazgeçin. Bu halk kendisini yönetecek, ittifak yapacak ve dün olduğu gibi bugün de yarın da daha güçlü bir şekilde İstanbul’u da Ankara’yı da Türkiye’deki bir çok kenti birlikte yönetecek.

“Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı”

Kadın, ‘İstanbul Sözleşmesi’ deyince işkence görüyor. TÜSİAD, işverenler kurulu ‘hukuk yok’ deyince yargı hemen göreve koşuyor. Van’da Rojin Kabaiş katledildi, bütün delilleriyle olay ortada dururken yargı yok ama TÜSİAD ‘hukuk’ deyince bir gün sonra yargı koşarak göreve geliyor. Rojin Kabaiş’i görmeyen yargı, TÜSİAD’ın ‘hukuk yok’ demesine ‘kayyım atamalarının anti demokratik olduğunu’ söylemesine yargı hemen koşuyor.

İktidarın emrinde bir yargı olmaz. Yargı tarafsız olmalı, yargı bağımsız olmalı. Bu iktidar ve onun yargısı, işte böyle davranarak bu ülkeyi hem yurtdışında hem uluslararası kamuoyunda itibarını zedeler. Demokrasiyi zedeler. Halkların birbiriyle bu aidiyet bağını zedeler. Yargıya, işini yapmasını, olumsuzlukları, katliamları kayyım gaspını, kayyım hırsızlığını soruşturması için çağrı yapıyoruz. Yargının işi DEM Parti’nin kiminle ittifak yapacağı değil, olmamalıdır, olamaz da.

Değerli halklar, tüm bunların yanında Sayın Erdoğan geçen gün ‘sandığın itibarına gölge düşürülmesine izin vermeyeceğiz’ diyor. Allah aşkına sandık mı kaldı? Sandığın onuru mu kaldı? Sandığı yere gömdünüz, yok saydınız. Hakkari’nin iradesini gasp ettiniz, sandığın itibarını mı bıraktınız ki sandığın itibarına gölge düşürmeyeceğiz diyorsunuz? Kimi kandırıyorsunuz? Burada oturan halklarımız emekçilerimiz sizin sandığa nasıl yaklaştığınızı çok iyi biliyor. Lütfen eğer haberiniz yoksa Van’a bakın, Mardin’e bakın, Akdeniz’e, Esenyurt’ta bakın.

Oralarda sandığın itibarı yerle bir edildi. Oralarda halkın iradesi gasp edildi, çalındı. Sayın Erdoğan, haberiniz yoksa şimdi söylüyorum, duyun o zaman. Biz Türkiye’nin en büyük 3’üncü zeminiyiz. Siyasette bütün hesaplar yapılırken biz olmadan hiç bir hesap doğru sonuç vermiyor. Bu engeller Türk ve Kürt kardeşliği önünde engel olamayacak. Bu engeller bizi durduramayacaktır. Bu engeller olsa dahi Munzur gibi akar, yolumuzu bulur demokrasi, özgürlük eşit yurttaşlık mücadelesini devam ettiririz. Bıkmayacağız, yorulmayacağız. Türkiye’yi demokratikleştireceğiz.

Bütün bu saldırılara rağmen engellemelere rağmen bütün inkar ve yok saymalara rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesi bizim vazgeçilmez temel görevlerimizden biridir. Suriye ‘de yeniden ittifaklar oluşuyor. Her ülke yeniden bir konum almak zorunda kalıyor ama bizim o yüzyıllık inkarcı akıl Suriye‘ye de rahat vermiyor. Kuzey ve Doğu Suriye’nin statü elde etmemesi için elinden bütün çabayı ortaya koyuyor.

Yahu Van’da Hakkari’de Kürdün iradesini kabul etmiyorsun, Kuzey ve Doğu Suriye’den ne istiyorsunuz? Ne istiyorsunuz oradaki Kürt’ten, Alevi’den, Çerkes’den Ermeni’den, Ezidî’den. İnsanlar orada demokratik bir zeminde bir arada yaşamaya çalışıyor. Bu düşmanlıktan vazgeçin. Bırakın Suriye’nin geleceğini Suriye halkları karar versin. Bırakın Kuzey ve Doğu Suriye’nin gerçeğine orada yaşayan halklar karar versin.

Size mi kalmış SMO çeteleriyle birlikte Tişrîn Barajı’na saldırmak. Kürt statü elde etmesin diye Suriye rejimiyle ilişkiye geçmek. Size düşen Kürdün statüsünü kabul etmektir. Suriye rejimi üzerinde bir etkiniz varsa Kürt ile barışını sağlayın. İstanbul’da yüksek sesle haykırıyorum. Barışa var mısınız? Hem Türkiye’de hem Suriye’de hem de Ortadoğu’da. Biz varız, Sayın Öcalan var, DEM Parti var, HDK var, Kürt, Alevi, Emekçi var. Sağdan sola kadar Türkiye’de hatırı sayılır bir zemin çözüm diyor, barış diyor ama beyefendilerin aklı başka çalışıyor.

Türkiye’de siyasal anlamda tarihi bir süreç, tarihi bir tartışma günlerini yaşıyoruz. Sayın Öcalan, İmralı Cezaevi’nden bir tarihi çağrı da yapacak. O tarihi çağrıda ekonomide adalet demokratik ve bağımsız yargı. Kürtlerin anadilini, özgürce konuştuğu iradelerinin gasp edilmediği, Alevilerin eşit yurttaş olduğu gençlerin ve kadınların katledilmediği, umutlarının çalınmadığı bir demokratik Türkiye düşüncesi ortaya konulacaktır. Bir yol haritası ortaya konulacaktır. Biz de bu tarihi çağrıyı önemsiyoruz.

DEM Parti olarak ilk günden beri Sayın Öcalan’ın ortaya koyacağı bu tarihi çağrının arkasında olduğumuzu desteklediğimizi ve savunacağımızı belirtmiştik. Bir tarihi çağrı var ama bazıları memnun değil. Kimileri diyor ki Kürtleri kandıracaklar, Kürtler nasıl kanacaksa? 100 yıldır, 30 defa yok sayılan katledilen, hapsedilen sürgün edilen, açlıkla terbiye edilen bu halk kandırılmadı bugünlere geldi. Türkiye’nin en büyük 3’üncü zemini oldu. Siz merak etmeyin biz kandırılmayız. Bu kaygı ile gecenizi gündüzünüzü geçirmeyin.

Bununla kaygılanacağınıza bu sürece destek verin. Biz kanacak bir halk değiliz biz kanacak bir parti değiliz. Biz kanacak halklar zemini değiliz. Sayın Öcalan’ın çağrısıyla birlikte bu beka, güvenlik dedikleri sığındıkları o liman da ortadan kalkacak. Sayın Öcalan çağrı yaptıktan sonra artık Türkiye’de demokrasi konuşulacak.

Özgürlükler konuşulacak. Kimin yanında olduğu, kimin karşısında olduğu açığa çıkacak. Kimin yalan söylediği, kimin gerçekten inandığı ortaya çıkacak. Yapılacak tek şey var. Demokrasiyi de ekonomiyi de rayına sokacak Kürt sorunun demokratik yollarla çözülmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bundan kaçan kaybeder.”

Konuşmaların ardından faaliyet raporu okundu. Ardından tek liste ile gidilen seçimlerde Arife Çınar ile Çınar Altan, yeni eşbaşkanlar oldu.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Tuncer Bakırhan’dan “Kayyım” Tepkisi: Bu Sömürge Hukuku Değilse Nedir?

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma ilişkin, “Fazla söze gerek yok. Alınan önlemlere bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kenti der misiniz? Bu işgal değil de nedir? Bu sömürge hukuku değilse nedir?” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Van’da kayyum atamaları ve İmralı sürecine ilişkin açıklama yaptı.

Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:  “Gelê Wanê mêvanên delal hûn bixêr hatin li ser çavan li ser saran hatin. Değerli basın emekçileri hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Fazla söze gerek yok. Allah aşkına şu an alınan önlemlere, TOMA’lara, Türkiye’nin dört bir yanından buraya yığdırılan kolluğa bakılırsa bu ülkede demokrasi var der misiniz? Van bu ülkenin bir kentidir der misiniz? Bu bir işgal değil de nedir Allah aşkına! Böyle bir görüntü Türkiye’nin başka bir yerinde var mı? Bu sömürge hukuku değil de nedir? Gençlerin işkence ile gözümüzün önünde gözaltına alındığı, insanların bizimle buluşmasının engellendiği, Van halkıyla bizim aramıza bariyer, kalkan koymaya çalışan bu aklı kınıyorum.

Bu akıl yüzyıldır bu topraklarda hüküm sürüyor. Eğer yüzyıldır uyguladığınız inkarcı politikalar, red ve bastırma politikaları sonuç alsaydı, Bekir Kaya olur muydu, Nazmi Gür olur muydu, Abdullah Zeydan olur muydu, Neslihan Başkanımız olur muydu? Allah aşkına bu tekçi politikalarınızdan artık vazgeçin. Van halkı 14-14 yaparak size en büyük cevabı verdi. Van halkı “Bekir Kaya’yı alırsınız, belediyeyi gasp edersiniz ama ben de sandıkta hesabı 14-0 ile sorarım” dedi. Sizler buradan ders çıkarmak yerine 3 dönemdir Kürt halkının iradesine kayyım atayarak bu halkı durduracağınızı, kıracağınızı, davasından, kimliğinden vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Büyük yanılırsınız.

Van halkıyla aramıza bariyer koyarak Van halkının kimliğinden vazgeçeceğini mi düşünüyorsunuz? Yanılırsınız. Bu Van öyle bir Van’dır ki haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa asla izin vermez. Bu Van yiğitlerin kentidir, barış annelerinin, onurluca mücadele eden yılmayan kadınların kentidir. Bu Van umudun, özgürlüğün, demokrasinin peşinde koşan gençlerin kentidir. Van yenilmez, pes etmez, Van gaspçı, hırsız kayyımlara asla onay vermez. Sizlerin Antep’ten, Gümüşhane’den, Kars’tan, Ardahan’dan buraya yığdığınız bu kolluk ve kayyımınız geçicidir.

Ama bin yıllardır burada yaşayan onurlu Van halkı kalıcıdır. Sizler gideceksiniz, yolsuzluk, hırsızlık yapan kayyımlarınız gidecek. Van halkının onurlu iradesi bir gün mutlaka burada tekrar iktidar olacaktır. Tekrar yerel yönetimleri alacaktır. Sizler gidicisiniz. Onun için zulüm yaparak vazgeçireceğinizi, kayyım atayarak bir daha yerel yönetimlerde halkın kendi iradesine sahip çıkmayacağını düşünüyorsanız yanılırsınız. 14-0 Van halkının onurudur. Bizler de onurlu Van halkının 14-0’ına sahip çıkacağız. 14-0 bizim için bir künye, sizin de alnınıza yazılmış kara bir lekedir. Ama lekeden utanır mısınız onu bilmem.

Ne demek istiyorsunuz siz şimdi? Kürtler siyaset yapamaz, Kürtler seçemez mi diyorsunuz? Kürtler belediye alamaz mı diyorsunuz? Dünyanın neresinde bir halkın iradesine 3 dönemdir kayyım atanıyor, gasp ediliyor? Hem de nasıl bir gasp. Allah aşkına gecenin 2’sinde 3’ünde sanki yabancı bir devletin bir kentini işgal ediyormuş gibi plastik mermilerle, joplarla, gazlarla onuruna sahip çıkan halkı yerlerde sürükleyerek döverek gözaltına alarak vazgeçiremezsiniz.

Eş Başkanımızın gözünü morartabilirsiniz ama direncini, onurunu, bağlılığını asla geri çeviremezsiniz. Bu morarmış göz sizin için büyük bir kötülük bizim için onurdur. Halkımız için dövülürüz de, sürükleniriz de, cezaevleri de yatarız, işkence de görürüz ama Bekir Kaya gibi Nazmi Gür gibi asla pes etmeyiz, asla eğilmeyiz, asla yorulmayız. Bu halkın davası onurlu bir davadır. Bu onurlu davanın demokratik bir barış ve eşit haklarla sonuçlanması için de mücadele etmeye, kazanmaya, halkın iradesine onuruna sahip çıkmaya devam edeceğiz. Yargı kumpasıyla bizi vazgeçireceğimizi mi sanıyorsunuz?

Bütün Türkiye bütün dünya duysun. Abdullah Zeydan ne yapmış, hırsızlık yapmamış yolsuzluk yapmamış. Bir savcı beyefendi talimat üzerine suç icat etmiş. Bilirkişi ne demiş, bilirkişi demiş ki kardeşim böyle bir suç işlenmedi. O gün orada önlem alan jandarma ne demiş, demiş ki hayır bahsedilen şahıs suç mahalline gitmemiş. Peki utanmazlar sizin kendi kurumlarınız bir suç yok, bir suç oluşmamış demesine rağmen talimatla Abdullah Zeydan’a kayyım atayarak vazgeçireceğinizi mi düşünüyorsunuz? Sayın Öcalan ısrarla inatla 26 yıldır meselenin çatışma ve şiddet zemininden siyasal zemine geçmek için direniyor, uğraşıyor.

Yakın zamanda da bir yol haritası açıklayacak. Siz ne yapıyorsunuz? Siz çözüm istiyor musunuz, siz Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinden yana mısınız? Siz bu irade gaspıyla nasıl çözeceksiniz? Siz bu Kürt düşmanlığı ile nasıl barışa ulaşacaksınız? Abdullah Öcalan çözüm için uğraşırken beyefendiler kayyım atıyor, yolsuzluk için hırsızlık için Kürt halkının iradesini gasp etmek için. Yok öyle yağma yok! Van sizi kabul etmez. Van bu kötülüğü unutmaz, Van bu onursuzluğa geçit vermez. Aklınızı başınıza toplayın, insan olun. Mert olun. Barış mı istiyorsunuz, çözüm mü istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı istiyorsunuz, Kürt düşmanlığı mı yapacaksınız açık söyleyin bilelim. Ben açık söylüyorum. Bu el barış istiyor, bu el çözüm istiyor.

Bu el istiyor ki Kürt halkı kendi iradesini seçsin, kendi iradesi ile yönetilsin. Bu el diyor ki şiddet ve çatışma yerine demokratik zeminde sorunları müzakereyle, diyalogla çözelim diyor. Siz ne diyorsunuz? Allah aşkına kayyım atayarak, tutuklayarak, yargı sopasıyla muhalifleri, Kürtleri terbiye ederek mi çözeceksiniz? Ayıptır. Antidemokratik ülkeler, otoriter rejimler, diktatörler teker teker çöküyor, dersler alın Ortadoğu’dan. Türkiye’nin kurtuluşu kayyımda, gaspta, irade hırsızlığında değil; Türkiye’nin geleceği demokratik bir zeminde birlikte bu ülkedeki bütün renklerin başta Kürtler olmak üzere kardeşçe eşit bir şekilde yaşamasındadır.

Değerli halkımız, onurlu Van halkı, çok sayıda kurumumuz da var. Merak etmeyin. O belediye hep bizim olacak. O kayyım gidecek. O hırsızlık yapanlar gidecek. Yargıya talimat verenler gidecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu halkları bu ülkeyi yönetecek hem de adil bir şekilde hem de kimsenin iradesini hapsetmeden, gasp etmeden yolsuzluk ve hırsızlık yapmadan. Ayıptır! Gerçi kime diyorum ki, kim utanacak ki? 2 dönem belediyeleri soydunuz, soğana çevirdiniz. Benim de belediye eş başkanlığı yaptığım Siirt’te trilyonlarca lirayla gasp ettiğiniz belediyeyi 500 milyon borçlandırdınız.

Van’ı milyonlarca lirayla borçlandırdınız. Utanmaz herifler. Van’ın hangi sokağında , hangi kahvesinde, hangi berberinde “kayyım nedir” diye sorarsanız hırsızlık, yolsuzluk, usülsüzlüktür der. Utanın biraz. Bu halkın iradesine saygı duyun. Kürt halkına düşmanlık etmeyin. En önemlisi son sözüm, karar verin. Demokratik çözüm mü, müzakere mi, diyalog mu, Kürt düşmanlığı mı? Buyurun bunun cevabını siz verin. Onurlu Van halkı hepinizin mücadelesi ve davası önünde saygıyla eğiliyorum. Burada bugün bariyerle olmasa yüzbinlere bizi karşılayacağınızı iradenize sahip çıkacağınızı da biliyorum. O günler de gelecek.”

“Diyalog süreci devam ederken iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez”

Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi: “Değerli basın emekçileri, kurum temsilcileri Van halkıyla dayanışmak için İstanbul’dan Ankara’dan gelen değerli kurum temsilcileri hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum, hoş geldiniz baş göz üstüne geldiniz. Hepimiz Van halkının yüreğine sığınarak buradayız. Bu faşist, otoriter rejimin baskılarına direnen Van halkının yanına geldik. 31 Mart’ta bir tarih yazdı Van halkı, sizleri kutluyoruz gurur ve onur duyuyoruz sizinle. Sizler 31 Mart’ta bu haksızlığa dur dediğiniz için bugün rövanş almak istediler.

Eş Başkanımız söyledi ceza verdikleri Abdullah Zeydan hem bilirkişi raporuna hem de jandarmanın ifadelerine rağmen, suçsuz olduğu ispatlandığı halde kararın bu şekilde çıkması rövanşist bir yaklaşımdır. Van halkından öç almak isteyen bir yaklaşımdır. Van’ın 14-0’lık başarısını hazmedemeyen bu iktidarın uygulamasıdır. Abdullah Zeydan, Neslihan Şedal seçilen bütün seçilmişlerimiz Kürt halkının ve Türkiye halklarının onurudur, öyle kalmaya da devam edecek.

Van belediyesi en çalışkan, en sevilen, en başarılı belediyelerimizden biridir. Biz bu sevgi selini 31 Mart’ta gördük, bu sevgi selini günlerdir kar ve kış demeden havanın eksi derecelerde olduğu Van’da belediyede nöbet tutan halkımızda gördük. Binlerce teşekkürler sevgili Van halkı. Belediyeye giriş fotoğrafları, o videolar. İçişleri Bakanı da Adalet Bakanı da sarayda oturan Erdoğan da iyi izlesin o videoları. Hani protesto ediyorlar ya sözüm ona yalandan, İsrail Filistinlilere nasıl davranıyorsa o belediyeye sabaha karşı girişleri aynı fotoğraftır. Adeta başka bir ülkeyi işgale gider gibi Van’ı işgal etmiş durumdalar. Karşımızda kurulan bariyelerleri çift kat kuruyorlar. Halkla buluşmamızı engellemek için. Siz nerede hangi kafayı yaşıyorsunuz? Van halkı zaten burayı 14-0 yaparak sizin kayyımcı anlayışınıza defolun gidin, sizi istemiyoruz demiştir.

Biz bu faşizan uygulamaların 1980’de Fatsa’da Terzi Fikri’ye nasıl yapıldığını biliyoruz. 1980’de Kenan Paşa’nın askeri postallarla Türkiye’de darbe yaptığını hatırlayalım. Aynı darbeyi şimdi saray, polis ve kolluk kuvvetiyle yapmıştır. O dönem geçici olan kayyımlar 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu ülkede kalıcı bir rejim haline getirilmiştir. Bu şahlıktır, padişahlıktır, faşizmdir, otoriterliktir ve biz halk olarak bunu asla kabul etmeyeceğiz. İstanbul’dan İzmir’den Çukurova’dan Ankara’dan lütfen hepiniz dönün ve Van’a kulak verin. Bugün sadece Kürtlerin seçtiği belediyelere değil, sadece Kürt halkının ittifak kurduğu belediyelere değil aynı zamanda kent uzlaşısı ile seçilmişlere dönük de operasyonlar hız kesmiyor.

Bugün bu iktidarın etekleri o kadar tutuşmuş ki, iktidarı kaybetme korkusu onlara o kadar sinmiş ki İstanbul’da kent uzlaşısı yapılmış yerlere de operasyonlar gerçekleştirdiler ve birkaç gün önce çok sayıda insanı tutukladılar. Bu faşizan ve otoriter uygulamalar devam ettikçe bizler halkımızla beraber Kürtler Türkler Araplar, bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlarla beraber çok daha büyük kent uzlaşıları kuracağız. Çok daha büyük demokrasi mücadelesi yürüteceğiz. Bu ülkede tesis edilmek istenen istibdad rejime, otoriter rejime karşı en geniş yelpazedeki demokrasi mücadelemizi sergilemeye devam edeceğiz.

Şu bilinsin ki bir yandan diyalog süreci devam ederken bu iktidarın kayyım atamaları asla kabul edilemez. Van halkının şunu iyi bildiğini biliyorum. 15 Şubat Sayın Abdullah Öcalan’ın komployla Türkiye’ye getirildiği gün. Böylesi tarihi bir günde bilerek, isteyerek ve planlayarak Van Büyükşehir Belediyemize kayyımı aynı gün atadılar. Bundan dolayı da sizleri kınıyoruz kınıyoruz kınıyoruz. Şu bilinsin ki onlar istedikleri kadar havadan, karadan saldırsınlar, tepemizde uçaklar uçursunlar. Kürt halkının, demokrasi güçlerinin iradelerine ipotek koymaya çalışsalar da bizler barış demekten vazgeçmeyeceğiz.

Barış için, demokrasi için ne bedel ödememiz gerekiyorsa zaten ödüyoruz, ödemeye de devam edeceğiz. Bizim için belediyeler dört duvar değildir. Bizim için belediyeler sokaktır, halktır. Bizim için belediyeler kadınlardır, gençlerdir, barış anneleridir. Biz hırsızlar tarafından çalınmış olan belediyelerin o dört duvarının içine hiçbir zaman sıkışmadık, sıkışmayacağız. Şu şöyle bilinsin, biz dün olduğu gibi bugün de mücadele etmeye devam edeceğiz, onurumuz olan seçilmişlere sahip çıkmaya devam edeceğiz. Mücadelemize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: Öcalan, Onurlu Bir Barışın Formülünü Hazırlıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor” dedi ve ekledi:

“Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) “Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları” sürüyor. Diyarbakı’daki Çand Amed Kongre Merkezi’nde bu kapsamda halk buluşması gerçekleştirildi.

Buluşmada konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, şunları söyledi: “Yeri geliyor bu ülkeyi yönetenler, ‘Kürt sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçer’ diyor. Bazen birileri çıkıp ‘AB’nin yolu Amed’den geçer’ diyor. Amed sadece bizim gözümüzde değil, aynı zamanda bu ülkeyi yönetenler açısından da çok önemli bir kent. Biz de tekrar ediyoruz. Hem çözümün ve barışın yolu Amed’den geçer, aynı zamanda Ankara’dan da geçer. Biz de Amed’in yanına Ankara’yı ekleyelim.

Çünkü bu çözüm ve barış süreçleri aynı zamanda tarafların birlikte oturup istişare ettikleri, müzakere ettikleri ve bir sonuca vardıkları bir süreçtir. Amed ve Ankara bu tartışmaların bir çözüme evrilmesinin merkezleridir. Zaten Türkiye çözümü derken biz tam da bunu kastediyorduk. Yüz yıldır Türkiye’de devam eden, son 40 yıldır Türkiye’nin enerjisini, ekonomisini, toplumsal enerjisini emen, büyük bir sorundan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu sorun aynı zamanda ekonomiktir, sosyaldir, siyasaldır, toplumsaldır. Birçok yönü olan böylesine devasa böylesine önemli bir sorunun tartışıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Bahçeli ile başlayan, İmralı’ya iki kez heyetimizin gitmesiyle birlikte Sayın Öcalan’ın sürece dahil olduğu çok önemli tartışmalar yürütüyor Türkiye. Bu tartışmalardan bir süreç çıkmasını umuyoruz, bu tartışmaların bir barış sürecine evrilmesini istiyoruz. Bunu istemek yetmiyor, aynı zamanda bunun altyapısını da oluşturmak gerekiyor. Aynı zamanda onurlu bir barışa dönüşmesi için bu meseleye sahip çıkmamız gerekiyor.

“Halkın dahil olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz”

Bu meseleyi kendi meselemiz gibi görüp, biraz daha fazla ve güçlü yüklenmemiz gereken bir süreci hep birlikte yaşıyoruz. Sizin burada söyleyeceğiniz düşünceler bizim için de esastır. Çünkü bizim yolumuzu açan bizatihi halklarımızın kendisidir. Halkın dahil olmadığı, bedel ödeyenlerin söz hakkının olmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşmaz. 40 yıldır bütün zulüm ve baskılara bugün Kürt meselesi tartışılıyorsa tam da sizin dahil olmanızdan, sizin bu meselenin ana aktörü olmanızdan ve bizim de öyle görmemizden kaynaklıdır. Emin olun bu partiyle halk arasındaki, Kürt hareketiyle Kürt halkı arasındaki bu ilişki takdire şayan bir ilişkidir. Halkın bizzat katıldığı, söz söylediği, düşüncesini ifade ettiği, yeri geldiği zaman eleştirdiği, önerileriyle mücadeleyi zenginleştirdiği başka bir mücadele yoktur.

Sayın Öcalan tarihi bir açıklama için hazırlığını sürdürüyor. Açıklamanın içerisini net olarak bilmemekle birlikte; açıklamanın kendisinde Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yatıyor. Mesele sadece bir çağrı meselesi değil. Çağrı yapılabilir. Bu konuda Sayın Öcalan’ın bir hazırlığı olduğunu dün de söyledik. Çok tarihi bir açıklamaya hazırlandığını belirttik. Bu tarihi açıklamada Türkiye’nin demokrasisini ve demokratikleşmesini, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünü, onurlu bir barışın formülünü Sayın Öcalan hazırlıyor.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

DEM Parti: Siyasi Ve Askeri Saldırılar Barış Umudunu Baltalıyor

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin açıklama yapan DEM Parti, açıklamasında, “Türkiye halklarının barış özlemi ve demokratikleşme talepleri eksenindeki bu tartışma sürecinde iktidar, askeri ve siyasi saldırılarıyla milyonlarca insanın barış ve demokrasi umudunu baltalamaya devam etmektedir” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / DEM Parti, açıklamasının devamında, “Kürt halkının kazanımlarına yönelik baskılar her geçen gün genişlemektedir. Belediyelere kayyım atanması, siyasi soykırım operasyonlarının artması, Kuzey ve Doğu Suriye’de sivilleri de içerisine alacak şekilde saldırıların büyümesi, Kürt kültür kurumlarına dönük baskınlar ve siyasi müdahaleler iktidarın ülkede yeşeren barış ihtimaline yönelik siyasi suikastleridir” ifadelerine yer verdi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Türkiye halkları geçtiğimiz yılın ekim ayından bu yana Kürt sorununda demokratik çözüm ve Türkiye’nin demokratikleşmesi eksenindeki tartışmalardan büyük bir umut ve heyecan duymuş, süreci tüm gücüyle destekleyerek nihai barış ve demokratik bir ülke talebinde ortaklaşmıştır. Türkiye halklarının barış özlemi ve demokratikleşme talepleri eksenindeki bu tartışma sürecinde iktidar, askeri ve siyasi saldırılarıyla milyonlarca insanın barış ve demokrasi umudunu baltalamaya devam etmektedir.

Kürt halkının kazanımlarına yönelik baskılar her geçen gün genişlemektedir. Belediyelere kayyım atanması, siyasi soykırım operasyonlarının artması, Kuzey ve Doğu Suriye’de sivilleri de içerisine alacak şekilde saldırıların büyümesi, Kürt kültür kurumlarına dönük baskınlar ve siyasi müdahaleler iktidarın ülkede yeşeren barış ihtimaline yönelik siyasi suikastleridir.

Geçtiğimiz günlerde Tişrin Barajı çevresinde çatışmaların durması için yürüyüş yapan sivillere dönük saldırılarda çok sayıda insan yaşamını yitirmişti. Bu saldırılarda ağır yaralanan Kürt komedyen ve tiyatro oyuncusu Bavê Teyar’ın yaşamını yitirdiğini üzüntüyle öğrendik. Bavê Teyar milyonlarca Kürdün evine misafir olan, güldüren, düşündüren ve her zaman halkının yanında olan bir sanatçıydı. Teyar’a rahmet, yakınlarına ve Kürt halkına başsağlığı diliyoruz. Bu saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz.

Bu vesileyle günlerdir Tişrin Barajı’nda topraklarını savunan, saldırıların son bulması için sivil canlı kalkan eylemini gerçekleştiren Kuzey ve Doğu Suriye halklarını selamlıyor, dayanışma duygularımızı paylaşıyoruz.

“İktidarı uyarıyoruz; Kürt halkına, kurumlarına ve barış savunucularına saldırmaktan vazgeçin”

Kuzey ve Doğu Suriye’de saldırılarını devam ettiren akıl, Türkiye’de de Kürt kurumları ve emekçilerine yönelik saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 17 Ocak günü Van ve İstanbul’da yapılan ev baskınlarında gazeteciler Reyhan Hacıoğlu, Necla Demir, Rahime Karvar ve Ahmet Güneş gözaltına alındı.

Aynı soruşturma kapsamında İstanbul’daki Martı Prodüksiyon ve Güncel prodüksiyon şirketlerine baskın düzenlendi. Kürt gazetecilerin siyasi soykırım operasyonları kapsamında gözaltına alınmasından sonra Diyarbakır’da Kürt Edebiyatçılar Derneği’ne baskın düzenlenmiş, dernekte bulunan 150 kitap ve 1500 gazeteye el konulmuştur.

Bu korsan baskının ve insanlık tarihine utanç olarak geçecek şekilde kitap ve gazetelere el konulmasının tek izahı, iktidarın emrindeki polis ve yargı eliyle toplumsal barış umudunu baltalamak istemesi ve bunun için çabalamasıdır. Kürtlerin kazanımlarına, kültürüne, kurumlarına, emekçilerine dönük saldırıların başka bir izahı ve gerekçesi olamaz.

İktidarı uyarıyoruz; Kürt halkına, kurumlarına ve barış savunucularına saldırmaktan vazgeçin. İktidarın izlediği bu saldırgan politikalar çözüme dair tartışmaları zehirlemektedir.

İktidar tarafından sürdürülen bu siyasi operasyon ve saldırıların mevcutta yürütülen tartışma sürecinin ruhuna aykırı olduğunu bir kez daha ifade ediyor ve altını özellikle çiziyoruz. İktidar, Kürt halkının kazanımları ve kurumlarına dönük saldırılarda ısrar ederek hiç kimseyi barış ve çözüme niyetli olduğuna ikna edemez. Eğer iktidar barış ve çözüm konusunda samimiyse yapması gereken ilk şey saldırıları durdurması, Kürt halkının kazanımlarına ve kurumlarına saygı duymayı öğrenmesidir.

Saldırılarla Kürtleri, muhalifleri ve barış savunucularını yıldıracağını düşünen iktidar büyük yanılıyor. Yılmayacağız, direneceğiz, barış ve demokrasi mücadelesini en güçlü biçimde sürdüreceğiz. Barış talebinde ortaklaşan milyonlarca yurttaşımızı ve demokratik kamuoyunu iktidarın barış ihtimalini ortadan kaldırmaya dönük saldırılarına karşı güçlü bir demokratik tepki göstermeye davet ediyoruz.”

Paylaşın

DEM Parti İmralı Heyeti, Figen Yüksekdağ Ve Semra Güzel’i Ziyaret Etti

28 Aralık’ta İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşme yapan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ten oluşan heyet görüşme turlarına devam ediyor.

Haber Merkezi / DEM Parti İmralı Heyeti, son olarak Kandıra Cezaevinde bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve eski HDP Milletvekili Semra Güzel’i ziyaret etti. Görüşme sonrası heyet basına kısa bir açıklama yaptı ve heyet adına Sırrı Süreyya Önder, şunları söyledi:

Değerli basın emekçileri öncelikle sizlere teşekkür ederiz. Figen başkanımızla görüştük, sağlıkları ve moralleri iyiydi, Semra vekilimizle de görüştük. Bütün kamuoyuna selamları var. Figen başkan sürece dair yarın kendi hesabından bir açıklama yapacak. Sürecin tam olarak yanı başında olduğunu, omzuna ne düşerse seve seve yerine getirmeye hazır bir şekilde beklediklerini sizlere iletmemizi istedi. Onun da sizlere selamı var.

5 sene önce bu cezaevinden tahliye olmuştum, yine burada konuşmuştum. Bunu şunun için söylüyorum. 10 yıl bu ülke ağır bir zaman kaybetti. Yerine konulması imkansız olan iki şey, yitip giden canlar ve zamandır. Bu çatışmalı süreçte hayatını kaybeden, sağlığını kaybeden bütün şehitler ve gaziler bütün ülkemizin onurudur. Hepimizin onlara ağır bir sorumluluğu ve borcu vardır.

Onlara vereceğimiz en büyük armağan çatışmalı süreci sonlandırmak, bunu bir barışla taçlandırmak olacaktır. Ondan sonra hayatta olan herkese destek, hayatını kaybedenlerin geride bıraktığı yakınlarına bir yoldaş olmak hepimizin toplum olarak boynumuzun borcudur. Biz bu ciddiyet ve samimiyetteyiz. En çok da biziz, çünkü bu konuda yüreği yanan, birinci dereceden sıkıntı çeken, bedel ödeyenler de bizleriz. Hepsinin acısını yüreğimizde hissediyoruz ve kayıplarımızı rahmetle anıyoruz.

Barışa gelince şehitlerimize ve gazilerimize borcumuzun altını böylece çizdikten sonra barış çocuklarımızın gözüne bakarak kurmak zorunda olduğumuz bir şeydir. Çünkü hiçbir dahillerinin olmadığı bir çatışmalı mirası ülkenin çocukları hak etmiyorlar. Hem sorumluluğumuzun hem vicdanımızın hem de insan olmamızın gereği onlara barış içinde bir ülkeyi hazırlayıp bırakmaktır.

Çok spekülatif tartışmalar oluyor. İnanın silah kadar zarar veren bir dil bu. Ülke bölünecek, çift bayrak, çift dil falan. Gündemimizde ne böyle bir şey var ne bunu tartıştık ne de bunun iması yapıldı. Böyle bir şey yok. Kurmaya çalıştığımız barıştır. Bu konuda fikrini değiştirmek ya da kuşkusunu gidermek isteyen herkesle görüşmeye, süreci anlatmaya, derdimizi anlatmaya, önerilerini katkılarını eleştirilerini dinlemeye de hazırız. Hem parti olarak hem de biz heyet olarak. Tek ricamız bu toksik dilin bir kenara bırakılmasıdır.

Herkes hani düstur var der ya söyleyeceksen hayır söyle. Dediğimiz gibi bu kadar açık ve şeffaf bir süreç yürütüyoruz. Ama iki anahtarı var bunun, birisi ciddiyet diğeri samimiyettir. Herkesten bunu asgari düzeyde beklemek hakkımız. Çünkü bu mesele tek başına ne Ahmet beyin ne Pervin hanımın ne de benim derdim. Bu mesele bütün ülkemizin derdi başta çocuklar olmak üzere. Herkesten olumlu katkı bekliyoruz. Biz dilimizi değiştirmeyeceğiz, bu şekil saldırgan bir dil kullananlara karşı bile gelebileceğimiz maksimum nokta bu. Samimiyetini halk takdir edecektir.

Yaklaşık bir haftadır yollardayız. Yollarda görüyoruz biz. Boynumuza sarılan, barışı talep eden, elimizi çabuk tutmamızı isteyen, zaman zaman uyaran. Bu konuda halkın vicdanı her zaman olduğu gibi doğruyu işaret ediyor. Ama güvercin kasaplarına iki gözden dört ölüm bakanlara cevaz vermemek lazım. Bu da hepimizin sorumluluğu. Hepinizi saygıyla selamlıyoruz. Beklettiğimiz için kusura bakmayın.

Kürdistani partilerle görüşmenin ne zaman yapılacağına dair bir soruya da Önder, “Bunları parti planlıyor, biz ne söylersek yanlış olabilir. Ama hiçbir toplumsal kesimi bu paylaşımın dışında bırakmayacağız. Derdimiz barışı kurmak. En etkili yol hangisi ise onu yapacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın” dedi.

DEM Parti İmralı Heyeti, dün de Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve önceki dönem Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı’yı ziyaret etmişti.

DEM Parti İmralı Heyeti, yılbaşından sonra siyasi partilerle temaslara başlamıştı. 2 Ocak’ta TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile görüşen DEM Parti heyeti, daha sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etmişti. DEM Parti heyeti bu hafta ise AK Parti, CHP, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, DEVA Partisi ve Yeniden Refah partisine ziyaretler gerçekleştirmişti.

28 Aralık’ta İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’a ilk ziyareti yapan DEM Partili Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in ikinci kez İmralı’ya gitmesi bekleniyor.

Çözüm Süreci: Çözüm süreci, Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı.

Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor. PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın