“Cellat” Tartışmaları: Özel’den Erdoğan’a Sert Tepki

Erdoğan’ın kendisine yönelik “Cellat görmek istiyorsa aynaya baksın” sözlerine tepki gösteren Özgür Özel, “Senin iktidarında Taybet Ana’nın cenazesi 7 gün yerde kaldı” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, hafta sonu gerçekleşen CHP 39. Olağan Kurultayı’nın ardından ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ile diğer tutuklu belediye başkanları ve İBB çalışanları ile görüştü.

Ziyaretin ardından Silivri Cezaevi önünde açıklama yapan Özel, gündeme ilişkin dikkat çeken sözler sarf etti. İBB’ye yönelik hazırlanan iddianame hakkında konuşan Özel, “Buradaki insanların artık adalet beklentisi var. İddianame nihayet yazıldı. Hep söylediğim gibi, biz bu iddianameyi yargılanmak için değil yargılamak için bekliyorduk. Sayın Erdoğan’ın da arkasından çekildiği bir iddianame ile karşı karşıyayız. 15 gün önce burada söyledim. Bütün somutlukları gizli tanık ifadeleri” dedi.

İmamoğlu’nun gizli tanık nedeniyle tutuklandığını ifade eden Özel, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sonra gizli tanığın ismini değiştirdiler. Senaryonun kimin oynadığının önemi yok ki, sen oyuncuyu değiştirebilirsin. Tanıklığın hakikat ile alakası yok, sipariş ile alakası var. Bu insan gerçekse olay değişir mi arkadaşlar. Dizi oyuncusu değiştirir gibi, bunları artık Çınar söylemiyor İlke söylüyor. Böyle şey olur mu, kim çıkacak bunu savunacak. Hadi sayın Erdoğan çıksın canlı yayında bunu tartışalım.

Bir an önce arkadaşlarımızın tutuksuz yargılanmasına ihtiyacımız var. Arkadaşlarımızın tutuksuz yargılanmasını bekliyoruz. Bu ‘Ak Toroslar’ çetesine müdahale edilecek. Gerçek olmayan bilgiyi alenen yayma suçundan gözaltı işlemi yapıyorsunuz. Yaz boyunca bütün yalan bilgileri her akşam televizyonda savunan kişiler sorguya dahi çağrılmıyor. Gerçek olmayan bilgiyi alenen yayma suçu bu değil mi?”

“Tayyip Bey’e buradan ekmek çıkmaz”

Erdoğan’ın ‘cellat’ sözleriyle ilgili soruya yanıt veren Özel, şunları söyledi: “Bu tartışmadan Erdoğan’a ekmek çıkmaz. Sen tarihe geriler atıflar yapacak bundan on yıllar öncesine yüzyıllar öncesine doğru gidecek cumhuriyeti biz kurduk dediğimizde de o zaman tek parti vardı hepimizin dedesi oradaydı iyi Türkiye’yi kurtaran demokrasiyi kuran demokrasiyi getiren tek parti dedelerimiz oradaydı. Sonra tarihten bir husumet alanı bulup orayı kaşıyacak CHP yaptı senin deden neredeydi?

Çanakkale’de dedeler omuz omuza tarihten acılı husumet çıkarabilecek bir şeye atıf yapınca CHP tek başına nerede bu yoğurdun bolluğu. Millete 100 yıllık hatırlatmalar yaparak bir şeyler yapmaya çalışacaksın ondan sonra millete örneğin on yıl önce senin iktidarında Taybet Ana’nın cenazesinin yerde kaldığını yedi gün boyunca kadınların oraya giderken üzerine ateş açıldığını hatırlamayacaksın. Ya da bir milletvekilinin annesinin cenazesine o cenazeyi burada tutmayız diye saldırıldığını defnetmeye izin verilmemesi senin döneminde olduğunu senin bakanların da bu duruma sessiz kaldığını görmeyeceksin. Millet bilmiyor mu?

Sadece seni başkan yaptırmayacağız dedi diye dokuz yıldır bir vatan evladı gidiyor orada yatıyor suçu ne? Sana demiş ki seni başkan yaptırmayacağız… Ben hiçbir partinin aktörlerinin arasına girmeyi arasına girmem öyle bir şey yapmam yapmıyorum. Ama rejime şeytan değiştirenler muhataplıkta aktör değiştirenler bu samimiyetsizligi millet görür bilir.

Benim orada söylediğim baskı dönemleri zulümler ve bu baskıyla bağlılık yaratma meselesi bugün Türkiye’de önemli miktar muhalif seçmen de bir duygudurum bozukluğu yaratıyor. Zaten bunun doğru olduğunu bildikleri için bugün çıkmış Erdoğan onun üstünden bir şeyler yapmaya devşirmeye çalışıyor. Ben barış sürecine ben müzakereye ben komisyona ben bu işin hallolmasına sayın Bahçeli’nin terörsüz Türkiye beklentisini CHP’nin terörsüz ve demokratik Türkiye mücadelesine komisyonda demokrasi adının yer almasını hepsine değer veriyorum. Ve ortaya cesaret koyuyorum.

Durmamız gereken yerde duruyoruz efendim bir ziyarete gidilmemiş diye CHP kendi kararını verdi arkadaşlar herkes kendi kararını savunsun son kararı millet verir. Ama CHP önerdiği komisyonda duruyor çözümün tarafında duruyor. Bugüne kadar 9 yıl boyunca bir siyasi partinin iki Eş Genel başkanını hapiste tutacaksın ondan sonra da halen daha kararları uygulamayacaksın halen daha kayyumlar yönetiyor seçtikleri değil Kürtlerin sonra da efendim CHP cellat tarifi falan yapacaksın. Diğer tartışmayı düğün sonlandırdık hep beraber Tayyip Bey’e buradan ekmek çıkmaz ama buradan ekmek çıkarmaya çalışırsa siyasetten çok aç kalır daha geçti o dönemler.

Kendini anlat kendini işit herkes inansın yok öyle bir şey kardeşim. Ahlaki psikolojik üstünlük CHP’dedir birleşik bir muhalefettedir iktidar değişimi için geri sayım vardır. Hiç bunun üzerinde daha bugün gördüm grup toplantısını ekonomiyi düzelteceğiz bilmem ne yapacağız da bir tek şey demedi biraz daha sıkın dişinizi… Bir mahcubiyet bir kendini anlatma ihtiyacı. Hafta sonunun mesajını Cumhuriyet Halk Partisi‘ndeki dinamizmi kenetlenmeyi bütünleşmeyi ve milletin bundan duyduğu heyecanı gördü morali bozuk.”

Erdoğan ne demişti?

Özgür Özel’in, “Bir Stockholm Sendromu’na kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğumuz celladımıza aşık olmamaya davet ediyorum” sözlerine ilişkin Erdoğan, “DEM Parti’nin terörsüz Türkiye sürecine katkı vermesi Stockholm sendromuymuş; yani celladına aşık olmakmış. İnsanda biraz utanma olur, mahcubiyet olur. Benim Kürt kardeşim kimin cellat olduğunu çok iyi bilir. Sayın Özel hedef saptırmasın. Kendini boşu boşuna hiç yormasın. Eğer cesareti varsa ve bir cellat görmek istiyorsa aynaya baksın. CHP’nin geçmişine baksın. Celladı orada zaten görecektir.” demişti.

Paylaşın

Hemingway’in Kayıp Kuşağı: Güneş De Doğar Neyi Anlatıyor?

Ernest Hemingway’in 1926 yılında yayımlanan ve modern edebiyatın dönüm noktası sayılan Güneş de Doğarı, neredeyse bir asır sonra hâlâ taze, hala sarsıcı.

Haber Merkezi / “Kayıp Kuşak”ın kırılgan ruhunu anlatan roman; savaş sonrası yönsüzlüğü, tüketim ve eğlence döngüsünün ardındaki sessiz çürümeyi gözler önüne seriyor.

Roman, Paris’ten İspanya’nın Pamplona kentine uzanan bir yolculukta, Amerikalı ve İngiliz sürgünlerin bitmek bilmeyen içki, yolculuk ve tartışmalarını izliyor. Hemingway, boğa güreşlerinin ritmi ve fiesta coşkusuyla süslediği bu sahnelerde, aslında büyük bir boşluğun altını çiziyor. Karakterler ne kadar hızlı yaşarsa yaşasın, içlerindeki yorgunluk onları hep geriye çekiyor.

Romanın merkezinde, savaştan bedensel bir yaralanmayla dönen Jake Barnes var. Kökleri savaşın derinlerine uzanan bu yaralanma, Jake’in Lady Brett Ashley’e duyduğu aşkı neredeyse imkânsız kılıyor. Brett’in özgür ruhu, cazibesi ve değişken ilişkileri ise dönemin toplumsal dönüşümünün adeta canlı bir yansıması.

Bu aşk, herhangi bir çözüm sunmuyor. Hemingway’in dünyasında çözüm yok; sadece gerçeklik var.

Kayıp Kuşak kavramı, bugün hâlâ genç nesillerin umutsuzluklarını anlatmak için kullanılıyor. Hemingway’in karakterleri savaşın, bizler ise ekonomik kaygıların, hız çağının ve belirsizliğin içinden geçiyoruz. Fakat his hep aynı: Yön arayan bireyler, hızla akan günler ve tamamlanmamışlık hissi.

Romanın en çarpıcı yönü, Hemingway’in ünlü “buzdağı tekniği.” Yazar, duyguları anlatmak yerine saklıyor; yalnızca davranışları, yüzeydeki çatlakları sunuyor. Bu minimal dil, romanın soğukluğunu değil, derinliğini artırıyor.

Neden Hala Okunuyor?

Çünkü Güneş de Doğar sadece bir dönemi değil, insan ruhunun bitmeyen arayışını anlatıyor. Yüz yıl önceki bir yolculuk hikâyesi, günümüzün hızla dönen dünyasında bile tanıdık geliyor.

Hemingway’in romanı, okuru hâlâ aynı soruyla baş başa bırakıyor: “Bunca gürültünün içinde, gerçekten ne arıyoruz?”

Paylaşın

Gazze’de İsrail Saldırılarında Can Kaybı 70 Bin 117’ye Yükseldi

Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 70 Bin 117’ye yükseldi. Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise 170 bin 999’a çıktı.

Haber Merkezi / Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı.

Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim’de devreye girmişti. Plan kapsamında Hamas’ın silah bırakması ve Gazze’nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor.

Ayrıca bölgeye “Uluslararası İstikrar Gücü” (ISF) konuşlandırılması öngörülüyor. Buna yönelik ABD tasarısı, 18 Kasım’da BMGK’de kabul edilmişti.

Paylaşın

Gezegen Yutan Yıldızlar; Dünya’nın Geleceği Şimdiden Yazılıyor

Güneş, ömrünün yaklaşık yarısını tamamlamış durumda. Bir yıldız, yakıtı olan hidrojeni tükettiğinde, yüz kattan fazla büyüyerek yakınındaki gezegenleri yutuyor.

Haber Merkezi / Güneş için bu sona yaklaşık 5 milyar yıl kalsa da, bilim insanları diğer yıldız sistemlerinde Dünya’nın kaderine benzeyen olaylar gözlemledi.

Warwick Üniversitesi’nden Edward Bryant ve University College London’dan Vincent Van Eylen, NASA’nın TESS uydusundan elde edilen verilerle genç yıldız sistemlerini yaşlanmış yıldız sistemleri ile karşılaştırdı. Sonuçlar, yıldızlar yaşlandıkça yakın yörüngedeki gezegenlerin azaldığını gösteriyor.

Bryant, “Gezegenlerin zamanla kaybolduğunu görüyoruz,” diyerek bulguların gezegenlerin baştan eksik olmasından değil, yıldızlar yaşlandıkça yok olmasından kaynaklandığını ifade ediyor.

Bir yıldız devleştiğinde gezegenleri yalnızca yutarak yok etmiyor. Aynı zamanda güçlü gelgit kuvvetleri uygulayarak gezegenlerin yörüngelerini bozuyor, atmosferlerini söküyor ve bazılarını tamamen parçalıyor.

Araştırma ekibi, TESS verilerinde 456 binden fazla yaşlı yıldız inceledi ve bunların yakın yörüngelerinde yalnızca 130 gezegen ve gezegen adayı buldu. Bu düşük oran, gelgit etkilerinin yıldız evrimiyle birlikte güçlendiğini destekliyor.

TESS, gezegenleri yıldızlarının önünden geçerken oluşan küçük parlaklık azalmalarını ölçerek tespit ediyor. Ancak yıldız büyüdükçe bu geçiş sinyalleri daha zayıf oluyor. Bu da yaşlı yıldızların etrafındaki gezegenleri bulmayı zorlaştırıyor.

Bilim insanları, inceledikleri yaşlı yıldızların yüzey alanları büyük olsa da kütle olarak Güneş’e benzediğini belirtiyor. Bu benzerlik, Güneş’in gelecekte nasıl davranacağını anlamak için önemli bir ipucu.

Çalışmaya dahil olmayan Heidelberg Üniversitesi’nden Sabine Reffert, sonuçların gezegenlerle yıldızlar arasındaki etkileşimleri anlamak için değerli olduğunu söylüyor. Reffert ayrıca yıldızların “metaliklik” adı verilen kimyasal içeriğinin de gezegen oluşumunu etkilediğini, bu nedenle daha iyi veriyle sonuçların netleşeceğini belirtiyor.

Dünya’nın böyle bir sona ulaşmasına milyarlarca yıl olsa da, bilim insanları yaşlanan yıldızların gezegenlerini nasıl yok ettiğini anlamada önemli bir adım attı.

Paylaşın

Asgari Ücret 6 Bin 574 Lira Eridi

22 bin 104 lira olarak belirlenen asgari ücretin alım gücü, on bir aylık süre içerisinde 6 bin 574 lira eridi ve asgari ücretin reel değeri 15 bin 530 liraya geriledi.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) Kasım ayı enflasyon bültenini yayımladı.

Bültende, asgari ücretlinin yılbaşından bu yana yaşadığı kaybın 6 bin 574 TL’ye ulaştığı bildirildi. TÜİK’in açıkladığı yüzde 31,07’lik yıllık TÜFE oranının ardından yayımlanan raporda, düşük gelirli kesimlerin yaşadığı geçim sıkıntısının derinleştiğine dikkat çekildi.

TÜİK verilerine göre Kasım ayında tüketici fiyat endeksi (TÜFE) aylık yüzde 0,87 arttı. Yıllık bazda artış yüzde 31,07, 12 aylık ortalamalara göre ise yüzde 35,91 olarak gerçekleşti. Gıda fiyatlarındaki yıllık artış ise yüzde 27,44 oldu.

Raporda, asgari ücretin satın alma gücünde yaşanan düşüşün belirgin hale geldiği ifade edildi. Ocak ayında 22 bin 104 TL olarak belirlenen net asgari ücretin, yılın 11. ayı itibarıyla enflasyon karşısındaki kaybı 6 bin 574 TL olarak hesaplandı. DİSK-AR, “Baz etkisiyle enflasyonun artış hızı yavaşlasa da fiyatlar düşmüyor, ücretliler her ay biraz daha yoksullaşıyor” değerlendirmesinde bulundu.

2003 bazlı TÜFE endeksi Kasım 2025 itibarıyla 3.483’e yükselirken, aynı bazlı gıda fiyatları endeksi 4.832 oldu. Buna göre genel fiyatlar 34,8 kat artarken, gıda fiyatları 48,3 kat yükseldi. Bu farkın özellikle düşük gelirli grupları daha fazla etkilediği ifade edildi.

DİSK-AR, düşük gelirli hanelerin bütçesinde gıdanın payının yüzde 30’a yaklaştığını, yüksek gelirli hanelerde ise bu oranın yüzde 13’ün altına indiğini aktardı.

Rapora göre en yoksul yüzde 20’lik kesimin bütçesinde gıdaya ayırdığı pay 2023’te yüzde 36,6 iken, 2024’te yüzde 30,4’e geriledi. Buna karşılık konut ve ulaştırma harcamalarının oranı yükseldi. Bu durum, düşük gelirli grupların temel ihtiyaçlarını karşılamada daha fazla zorlandığına işaret ediyor.

DİSK-AR, “Giderek gıdaya daha az pay kalıyor; bu, yaşam kalitesinin düşmesinin ötesinde temel ihtiyaçlara erişimin zorlaştığını gösteriyor” ifadelerine yer verdi.

Paylaşın

Gençler Neden Kendilerini Güvensiz Hissediyor?

Gençlerdeki suç korkusu, çoğu zaman suç oranlarındaki artıştan çok “algıdaki genişleme” ile açıklanıyor. Ancak bu korku, gençlerin yaşam tarzlarını, hareket özgürlüklerini ve sosyal ilişkilerini doğrudan etkiliyor.

Haber Merkezi / Son yıllarda gençler arasında belirgin şekilde yükselen “suç korkusu”, artık yalnızca istatistiklere yansıyan bir olgu değil; günlük yaşamın, dijital dünyanın ve toplumsal atmosferin şekillendirdiği karmaşık bir gerçeklik.

Peki gençler neden kendilerini her zamankinden daha güvensiz hissediyor?

Geleneksel medyanın yerini büyük ölçüde sosyal ağlar almış durumda. Artık her olay, saniyeler içinde binlerce genç tarafından izleniyor, paylaşılıyor, tartışılıyor. Videoya çekilen kavga anları, hırsızlık görüntüleri ya da sokak şiddeti, gençlerin zihinlerinde “tehdit her yerde olabilir” algısı oluşturuyor.
Uzmanlar, “algılanan güvenlik” ile “gerçek güvenlik” arasındaki farkın giderek açıldığını vurguluyor.

İşsizlik, eğitim maliyetleri, konut sorunları… Ekonomik tablo gençler için zaten yeterince ağır. Bu belirsizlik, gençleri kırılgan ve güvensiz hissettiren bir zemin hazırlıyor. Ekonomik stres, güvenlik kaygılarını da tetikliyor. “Düzensizlik” duygusu, günlük hayatta şiddet ve suç korkusuna dönüşebiliyor.

Büyük şehirlerde yaşam, kalabalık toplu taşıma, karanlık sokaklar, gece geç saatlerde ulaşım zorluğu gibi faktörlerle gençler için ekstra risk algısı yaratıyor. Özellikle kadın gençler, taciz ve takip edilme korkusunun gölgesinde günlük rutinlerine devam ediyor.

Kentsel dönüşümle birlikte ortaya çıkan sosyal kopukluklar da bu korkuyu besliyor. Mahalle aidiyeti azaldıkça güven duygusu da zayıflıyor.

Ebeveynlerin güvenlik endişesi, her ne kadar koruma amaçlı olsa da gençlere olumsuz şekilde geçiyor. Sürekli “dikkat et”, “gece yalnız çıkma”, “o bölge tehlikeli” uyarıları, özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde tehdit algısını pekiştiriyor.

Uzmanlar, sürekli işlenen şiddet içeriklerinin gençlerde travmatik stres yarattığını belirtiyor. Bu durum, gençlerin dünyaya daha tehditkâr bir gözle bakmasına neden oluyor. Kontrol edemeyecekleri bir ortamda yaşadıklarını düşünmek, suç korkusunu daha da artırıyor.

Gerçek tehlike mi, büyüyen algı mı?

Gençlerdeki suç korkusu, çoğu zaman suç oranlarındaki artıştan çok “algıdaki genişleme” ile açıklanıyor. Ancak bu korku, gençlerin yaşam tarzlarını, hareket özgürlüklerini ve sosyal ilişkilerini doğrudan etkiliyor.

Dolayısıyla uzmanlar, hem medyanın hem de ailelerin sorumluluğuna dikkat çekiyor: Daha dengeli bir bilgilendirme ve gençlerin güven duygusunu destekleyen politikalar, korku dalgasını hafifletebilir.

Paylaşın

Enflasyon, ENAG’a Göre Yüzde 56.82, TÜİK’e Göre Yüzde 31.07

Yıllık enflasyon, kasım ayında ENAG’a göre yüzde 56.82, TÜİK’e göre ise yüzde 31,07 oldu. Ekonomistlerin yıl sonu enflasyon beklentileri ise yüzde 32 civarında.

Haber Merkezi / Bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), kasım ayı enflasyon verilerini açıkladı.

Buna göre; Kasım ayında Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) aylık bazda yüzde 2.13, yıllık bazda ise yüzde 56.82 arttı.

ENAG, ekimde aylık enflasyonu yüzde 3.74, yıllık enflasyonu yüzde 60 olarak açıklamıştı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) kasım ayına ilişkin enflasyon rakamlarını açıkladı.

Buna göre; Enflasyon bir önceki aya göre yüzde 0,87, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 29,74, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 31,07 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 35,91 arttı.

TÜİK’in açıkladığı verilere göre enflasyon, ekimde aylık bazda yüzde 2,55 artış göstermişti. Yıllık bazda ise yüzde 32,87 olmuştu.

ENAG ve TÜİK verileri arasındaki uçurum neden kaynaklanıyor?

ENAG ile TÜİK arasında açıklanan enflasyon verileri arasındaki farkın bu denli büyük olmasının temelinde farklı veri toplama ve hesaplama yöntemleri yatıyor.

TÜİK, belirli mağazalardan ve sabit zaman aralıklarında toplanan fiyatlarla oluşturulan sabit bir tüketim sepetine dayanarak enflasyonu aylık olarak hesaplıyor.

Sepetteki mal ve hizmetlerin ağırlıkları yılda bir kez güncelleniyor ve fiyat değişimleri bu yapı üzerinden izleniyor. ENAG ise internet üzerinden toplanan günlük fiyat verilerini kullanarak daha dinamik ve hızlı değişen bir sistemle enflasyonu ölçüyor.

Tüm bu teknik farkların ötesinde, TÜİK’in hükümete bağlı bir kurum olması nedeniyle verilerin siyaseten manipüle edildiğine dair kamuoyunda zaman zaman şüpheler oluşuyor.

Paylaşın

“Eski Dünya Düzeni Yıkıldı” Mı, Yoksa Kapitalizmin Çatlakları Mı Görünür Oldu?

Popüler politik söylemde sıklıkla tekrarlanan bir cümle var: Eski dünya düzeni yıkıldı. Bu ifade, çok önemli bir şeyi gizliyor: Yıkılan düzen değil, düzenin eşitsizlikleri taşıma kapasitesi.

Haber Merkezi / Kapitalist sistem, tarihsel olarak hiçbir zaman sabit bir düzen sunmamıştır; yalnızca krizler arasında soluklanan bir genişleme ve çöküş döngüsü sunmuştur. Dolayısıyla bugün tanık olunan şey, düzenin sonu değil, kapitalizmin kendi iç yasaları gereği ürettiği yeni bir çalkantı evresidir.

Karl Marx’ın çok açık bir şekilde söylediği gibi: Sermaye birikimi sonsuz büyüme ister, fakat bu büyüme kendi sınırlarına çarpar.

Bugün “düzenin yıkılması” diye sunulan durum, esas olarak sermaye birikiminin yeniden kriz noktasına gelmesidir:

Kar oranlarının düşme eğilimi,
Küresel tedarik zincirlerinin kırılganlaşması,
Emeğin giderek güvencesizleşmesi,
Devletlerin sermayeyi kurtarmak için üstlendiği devasa borçlar…

Bütün bunlar, kapitalizmin tarihsel bir çelişkisini yeniden görünür kılmaktadır: Üretim toplumsal, sahiplik ise özel.

Üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel karakteri arasındaki bu çatışma derinleştikçe, düzen “çöküyor” gibi görünmektedir. Oysa çöküş, kapitalizmin kendisidir; düzen hala aynı düzen: Sermayenin egemenliği.

“Eski düzen” denilen şey aslında II. Emperyal Paylaşım Savaşı (Dünya Savaşı) sonrası sömürgeci güç dengelerinin adıdır. ABD’nin hegemonyası, dolar merkezli ekonomi, NATO’nun siyasal mimarisi…

Bugün bu yapı çözülüyor, ama bu çözülüş yeni bir özgürlük alanı değildir: Emperyalist rekabetin yeniden kızıştığı bir dönemin adıdır.

Sermaye sınıfının hegemonyası zayıfladığında, boşluğu barış değil, yeni bir paylaşım mücadelesi doldurur.

Lenin’in tarif ettiği emperyalizm evresi tam da budur: Sermayenin dünyayı aralarında yeniden paylaşma kavgası.

Bugün tanık olduğumuz çok kutupluluk, romantik bir “yeni düzen” değil; sermayenin yeni bir savaşım biçimidir.

Kapitalizmin çelişkisi yalnızca ekonomik değildir; teknolojik gelişme de bu çelişkiyi büyütmektedir. Yapay zeka, otomasyon, biyoteknoloji… Hepsi üretici güçleri tarihte görülmemiş bir noktaya taşımktadır.

Fakat Marksist bir gerçek var: Üretici güçler geliştikçe, mevcut üretim ilişkileri onları daha fazla sınırlamaya başlar.

Bugün yaşanan “düzen krizinin” asıl nedeni budur:

Teknoloji büyüyor,
Üretkenlik artıyor,
Toplumsal zenginlik katlanıyor,
ama emeğin payı küçülüyor, güvencesizlik yayılıyor, sermaye yoğunlaşıyor.

Zenginlik arttıkça yoksulluk derinleşiyorsa, mesele düzenin yıkılması değildir; üretim ilişkilerinin artık tarihsel misyonunu tamamlamış olmasıdır.

Kurumlara duyulan güvensizlik, işçilerin güvencesizliği, gençlerin umutsuzluğu, iklim krizinin faturasının emekçilere yıkılması…

Bunlar bir “düzen çöküşü” değil; kapitalizmin küresel ölçekte sınıf karakterinin görünür olmasıdır.

Kapitalizm yalnızca kriz üretmez; krizin maliyetini emekçilere ödetir.

Bugün “düzenin yıkılması” diye paketlenen şey, aslında ideolojik perdenin yırtılmasıdır. Sistem aynı sistem—sadece artık makyajsız.

Soru artık şudur:

Bu kriz, sermayenin kendini yeniden yapılandıracağı bir dönem mi olacak, yoksa kapitalist üretim ilişkilerinin tarihsel sınırına işaret eden bir eşik mi?

Marksist çerçeve şunu önerir: Kapitalizm kendi çelişkilerini çözemez; yalnızca erteler. Her erteleme, daha büyük bir patlama yaratır.

Dolayısıyla önemli olan “eski düzenin yıkılması” değil, yeni bir toplumsal düzenin kurulup kurulamayacağıdır.

Bu düzenin adı da, Marksist geleneğin yüz yıldır söylediği gibi bellidir: Toplumsal mülkiyete dayalı, emekçi sınıfların çıkarını önceleyen, eşitlikçi bir düzen.

Gerisi, sermayenin krizlerinin makyajlanmış versiyonlarıdır.

Paylaşın

“Bira Göbeği” Neden Kalp Krizi Riskini Artırıyor?

Son yıllarda özellikle erkeklerde yaygınlaşan “bira göbeği”, sadece estetik bir sorun olmaktan çıkıp ciddi bir “kalp krizi” risk faktörü olarak dikkat çekiyor.

Haber Merkezi / Kardiyologlar, karın bölgesinde biriken yağın diğer bölgelerdeki yağlanmadan çok daha tehlikeli olduğuna vurgu yapıyor.

Uzmanlara göre “bira göbeği” olarak adlandırılan görünüm, aslında viseral yağlanmanın bir sonucu. Karın içi organları çevreleyen bu yağ türü, metabolik açıdan son derece aktif ve vücutta sürekli bir iltihaplanma hali yaratıyor. Bu durum, damar duvarlarını zayıflatıyor ve damar sertliğini hızlandırıyor.

Viskeral yağ, karaciğer üzerinde doğrudan baskı oluşturduğu için özellikle kötü kolesterol (LDL) ve trigliserit seviyelerinde artışa, iyi kolesterol (HDL) düzeylerinde ise düşüşe yol açıyor. Ayrıca bu yağlanma insülin direncini tetikleyerek tip 2 diyabet riskini de artırıyor. Tüm bu faktörler, kalp krizi ihtimalini ciddi biçimde yükseltiyor.

Uzmanlar, düzenli bira tüketiminin hem yüksek kalorili olması hem de karaciğer yağlanmasını artırması nedeniyle riskin daha da büyüdüğünü belirtiyor. Alkol; kolesterol dengesinin bozulması, tansiyon yükselmesi ve metabolizmanın yavaşlaması gibi etkiler yoluyla kalp damarlarını olumsuz etkiliyor.

Kardiyoloji dernekleri, erkeklerde 102 cm’nin, kadınlarda ise 88 cm’nin üzerindeki göbek çevresi ölçümlerinin kalp krizi riskiyle güçlü bir bağlantıya sahip olduğunu hatırlatıyor.

Yetkililer, “Bira göbeği yalnızca fazla kilonun değil, organları tehdit eden iç yağlanmanın göstergesi” diyerek vatandaşları uyarıyor.

Paylaşın

Bakırhan’dan Özel’e: Cellat Defterini Açacaksak Hepiniz Borçlu Çıkarsınız

CHP Lideri Özgür Özel’in partisine yönelik eleştirilerine cevap veren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Cellat defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Bu toprakların en kadim halklarından birisidir Romanlar. Onlara hoş geldiniz diyorum. Roman halkı yıllardır ciddi bir adaletsizliğe uğruyor. Sistematik olarak yoksullaştırılıyor. Mahallelerine hizmet götürülmüyor. Çocukları okullarda başka sınıflarda okutuluyor. İş başvurularında soyadları yüzünden ayrımcılığa uğruyor. Oysa Romanların kapısı herkese açıkken onlara açılan kapılar kapatılıyor.

Maruz kaldıkları hak ihlallerini buradan böyle sıralayabiliriz. Belediyeler Roman vatandaşlara hizmet üretsin. Roman dilinin ve kültürünün görünür olması sağlansın. Bu dayanışmayı eşit yurttaşlık temelinde ortak mücadeleyle yürütmeliyiz. Bu ötekileştirmeye, adaletsizliklere ve keyfi yaklaşımlara karşı herkesi mücadele etmeye çağırıyorum.

Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun İmralı Adası’nda gerçekleştirdiği görüşme, çözüm yolunda atılmış çok önemli bir adımdır. Komisyonun Sayın Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme, Kürt meselesini güçlü bir siyasal zemine taşımıştır. Bu, Türkiye’deki çözüm aklının başarısıdır. Kardeşlik hukukumuzu çatışma zemininden çıkarıp yasal ve demokratik zemine kavuşturma zamanıdır. Görüşme öncesinde fırtınalar koparıldı, kıyamet senaryoları yazıldı. Peki, kıyamet mi koptu? Hayır. Aksine, barış yolunda önemli bir eşik aşıldı.

Toplumsal barışın inşası için atılan bu cesur adım, çözüm zeminini daha fazla güçlendirecektir. 4 Aralık’ta komisyon yeniden toplanacak ve görüşme tutanağı komisyon üyeleriyle paylaşılacak. Sayın Öcalan’ın toplumdan saklayacağı, gizleyeceği hiçbir şey yoktur. Kendisi her türlü fikrin kamusal şeffaflık içerisinde olması gerektiğini yıllardır söylüyor. O nedenle tutanakların kamuoyuyla da paylaşılmasını, şeffaflığın sağlanmasını ve toplumun rahatlamasını istiyoruz. İktidar da, toplumsal barışın sahiplenilmesini sağlayacak hukuki ve idari düzenlemeleri acilen yapmalıdır. Söz değil, artık pratik adımlar zamanıdır.

Türkiye barış için sözünü söyledi. Artık bu sözleri hayata geçirme zamanıdır. Çünkü söz uçar; önemli olan toplumsal mutabakatı kağıda dökecek adımlar atılmasıdır. Sorumluluk Meclis’te. Bütün partileri, Kürt meselesinin çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine sahici katkı sunmaya çağırıyorum. Bu toprakların yaralarını saran, özgürlüğü inşa eden demokratik raporlar bekliyoruz. Çözüm odaklı raporların hızlıca yasalara dönüşmesi için ilk ve tarihi sorumluluk Sayın Numan Kurtulmuş’ta ve komisyondadır.

“Hep birlikte barışa ulaşacağız”

Barış kapısı açıldığında eşikte durmak siyaset değildir. Biz bu kapıdan tüm Türkiye halklarının geçmesini, kimsenin geride kalmamasını istiyoruz. Kürt meselesi yalnızca Kürtlerin değil, 86 milyonun sorumluluğudur; çözüm de birlikte üretilmelidir. Yüzyıllık acılar ancak geniş bir toplumsal mutabakatla, tüm renklerin yer aldığı ortak akılla çözülebilir.

Bu süreç bizler açısından hiçbir partiye angaje olmak değildir; ülkenin yüz yıllık meselesine çözüm arıyoruz. Bizim hattımız üçüncü yoldur: Ne başkalarının vagonu oluruz ne de çözümü erteleyenleri makul görürüz. Yolumuza ortak paydaları büyüterek, yapıcı dili koruyarak ve kararlılıkla devam edeceğiz. Ve sonunda hep birlikte barışa ulaşacağız.

Biz ortak paydaları büyütmeye çalışırken ana muhalefet partisinin lideri, partimize ve tabanımıza bazı ithamlarda bulunuyor. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Özel, kurultay kürsüsünden bize “Stockholm sendromu” teşhisi koyuyor, “Celladına aşık olmayın” diyor. Biz de soruyoruz: Biz Meclis’te barış için yasa konuşurken, sokaklarda barışı toplumsallaştırırken, siz kürsüden neden bir halkı aşağılayıcı sözler kullanıyorsunuz? Sözü çözüm için kurmak varken, ucuz polemikler ve anlamsız kavgalara başvurmak siyasetsizliktir. Biz demokratik siyasi çözümü esas alan mücadele ve müzakere partisiyiz.

Halkımız barış içinde eşit ve özgür yaşamak istiyor. Böyle bir halkı sendromla itham etmek demokratik siyaset midir? Kürt halkına saygı duymak bu mudur? Biz bu coğrafyada halklar, inançlar, devrimciler, ezilenler olarak celladı iyi tanırız. Cellatları mezarlıklarımızdan, faili meçhullerden, yakılmış köylerimizden, direndiğimiz o zindanlardan iyi biliriz. Kimse bu hafızanın üzerine ucuz metaforlarla yaklaşmasın. Cellatlığımıza soyunan çok oldu, haklısınız, ama bizi kurban yapmaya kimsenin gücü yetmedi ve yetmeyecek.

Herkes çok iyi bilsin ki ‘cellat’ defterini açacaksak, geçmişi konuşacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız. Herkesi polemikçi ve tutarsız dilden vazgeçmeye; çözüme ve barışa katkı sunmaya çağırıyorum. Açık konuşun. Bu sorunun çözümünün karşısındaysanız, sağa sola çekmeden, yaftalamadan sözünüzü söyleyin. Ana muhalefet partisi süreç karşıtlarının çekim merkezi olmaya adaysa büyük bir yanlış yapar.

Buradan iktidara yürürüm stratejisini düşünüyorsa kaybeder. Bu vesileyle bir kez daha CHP Genel Başkanlığına seçilen Sayın Özgür Özel’i tebrik ediyoruz. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalefet partilerine, yüz yıllık meselenin çözümünde ellerini taşın altına koymaya, sorumluluk ve inisiyatif almaya çağırıyorum. Barışa ve çözüme ortak olan kazanır.”

Paylaşın