NASA, Güneş’i ‘Gülerken’ Yakaladı

2010 yılından beri Güneş’i gözlemleyen NASA’nın Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in yüzeyinde ‘gülümseme’ye benzeyen görüntüyü yakaladı. Güneş üzerindeki koyu lekeler, koronal delikler olarak bilinir ve hızlı güneş rüzgarının uzaya taştığı bölgelerdir.

Haber Merkezi / Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Uzay ve Havacılık Dairesi’ne (NASA) bağlı Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in yüzeyinde ‘gülümseme’ye benzeyen görüntüyü yakaladı.

Sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Bugün, NASA’nın Güneş Dinamikleri Gözlemevi Güneş’i ‘gülümseyerek’ yakaladı. Ultraviyole ışığında görülen güneş üzerindeki bu koyu lekeler, koronal delikler olarak bilinir ve hızlı güneş rüzgarının uzaya taştığı bölgelerdir.” ifadeleri kullanıldı.

Solar Dynamics Observatory (Güneş Dinamikleri Gözlemevi), 2010 yılından beri Güneş’i gözlemleyen bir NASA misyonudur. Gözlemevi, 11 Şubat 2010 tarihinde uzaya fırlatılan Living With a Star (Bir Yıldız ile Yaşama) programının bir parçasıdır.

Bir Yıldız ile Yaşama programının amacı, Güneş-Dünya sisteminin hayatı ve toplumu doğrudan etkileyen yönlerini etkin bir şekilde ele alarak gerekli bilimsel anlayışı geliştirmektir.

Güneş Dinamikleri Gözlemevi’nin amacı, Güneş atmosferini küçük uzay ve zaman ölçeklerinde ve aynı anda birçok dalga boylarında inceleyerek, Güneş’in yeryüzünde ve Dünya’ya yakın uzayda etkisini anlamaktır.

Güneş Dinamikleri Gözlemevi, Güneş’in manyetik alanının nasıl oluştuğunu ve yapılandığını, bu depolanmış manyetik enerjinin nasıl dönüştürüldüğünü ve güneş rüzgârı şeklinde heliosfere ve jeo-uzaya nasıl salındığını, enerji yüklü parçacıkları ve güneş ışınımı varyasyonlarını araştırmaktadır.

Paylaşın

ABD, Güneş’i Karartmayı Hedefliyor

İklim krizine çözüm arayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), krizin etkilerini hafifletme amacıyla Güneş’i karartmanın yollarını araştıracak. CNBC’nin haberine göre Beyaz Saray Bilim ve Teknoloji Politikası Ofisi, bu doğrultuda tasarlanan 5 yıllık bir araştırma projesini koordine edecek.

Proje, atmosferdeki sera gazlarının neden olduğu ısınmayı azaltmak için Dünya’ya ulaşan Güneş ışığı miktarını değiştirme fikrini temel alıyor.

Araştırma planı, Güneş ışığını uzaya geri yansıtmak için atmosfere partiküller püskürtmeyi ve bunun Dünya üzerindeki olası sonuçlarını değerlendirmeyi içeriyor.

Bu yöntem hava araçlarıyla atmosferin stratosfer katmanına çeşitli gaz ve partiküllerden oluşan ince bir sis yaymak demek. Bazı bilim insanları bu sayede Güneş ışığının bir kısmının uzaya geri yansıyacağına ve gezegenin soğuyacağına inanıyor.

Ancak böyle bir senaryoda hangi gaz ve partiküllerin kullanılması gerektiği yıllardır tartışma konusu.

İklim teknolojilerine odaklanan yatırım fonu Lowercarbon Capital’in kurucusu Chris Sacca, Beyaz Saray’ın bu hamlesini olumlu görenlerden.

CNBC’ye konuşan Sacca, “Bu yöntem milyarlarca insanın geçim kaynağını koruma potansiyeline sahip” dedi: Beyaz Saray, araştırmayı ilerletiyor. Böylece gelecekte verilecek herhangi bir karar, jeopolitik ayrımlara değil bilime dayanabilir.

Söz konusu fikir ilk kez 1989’da Harvard Üniversitesi’nde görev alan Prof. David Keith tarafından incelenmişti. O zamandan beri zaman zaman dile getirilse de birçok uzman bu fikre şüpheyle yaklaşıyor.

Carnegie İklim Yönetişim Girişimi’nin yöneticisi Janos Pasztor, “Bir ülkenin önce emisyon azaltımlarında ne yaptığına bakılmalı. Buna bakmadan diğer adımlarını değerlendiremezsiniz” ifadelerini kullandı: Güneş radyasyonunu değiştirmek asla iklim krizine çözüm olmayacak.

Atmosfere partikül püskürtmek

Güneş’ten gelen ışığın bir kısmını engelleme fikri 2020’de Güney Afrikalı bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmayla da gündeme gelmişti.

Cape Town Üniversitesi’nde görevli bilim insanları, kentin üzerindeki atmosfere büyük miktarda kükürt dioksit gazı salmayı ve Güneş’i kalıcı olarak “karartarak” su kaynaklarını korumayı amaçladıkları bir plan hazırlamıştı.

Bu planın su kıtlığı riskini 2100’den önce yüzde 90 oranında azaltacağı ifade edilmişti.

Ancak birçok uzman bu fikre karşı çıkmıştı. Kükürt dioksit tekniğinin çevre ve insan sağlığı üzerinde zararlı etkileri olabileceği belirtilmişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Güneş’teki Delikten Akan Fırtına Dünya’yı Vuracak

Güneş’in atmosferindeki bir delikten gelen yüksek hızlı plazma dalgası, 3 Ağustos Çarşamba günü Dünya’yı vurarak gezegenin manyetik alanıyla etkileşime girecek. Bu plazmalar, Dünya’nın manyetik alanıyla etkileşime girip, manyotesferde geçici bozulmalara yol açtığında Güneş fırtınası adını alıyor.

Uzmanlar, fırtınayı “G1 sınıfı” diye kategorize etti. Bu sınıftaki fırtınalar, genellikle “potansiyel olarak yıkıcı” diye niteleniyor. Zira güç şebekelerinde nispeten zayıf dalgalanmalar yaratabiliyor, uyduların işlevlerini etkileyip, göç eden hayvanların yön bulma yeteneklerini bozabiliyor.

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre “gaz halindeki malzemenin Güneş atmosferinin güneyindeki bir delikten aktığı” gözlemlendi. Uzmanlar bu tahminlerin ardından fırtına uyarısında bulundu.

Güneş’in korona diye adlandırılan atmosferindeki bu delikler, yıldızdaki plazmanın nispeten soğuk ve seyrek olduğu alanlar. Ancak aynı zamanda Güneş’in manyetik alan çizgilerinin uzaya doğru ışınlandıkları yerler.

San Francisco’daki bilim müzesi Exploratorium uzmanlarına göre bu, Güneş’ten çıkan malzemenin saatte 2,9 milyon kilometre hızla gezegenlere doğru savrulmasına sebebiyet veriyor.

Fırtınalar, uyduları, GPS sistemlerini ve elektronik cihazları kötü etkilese de Dünya’nnın manyetik alanıyla etkileşimi sayesinde kutup ışıklarını meydana getirerek Kuzey Yarım Küre’nin yüksek enlemlerinde görsel şölen yaratabiliyor.

Güneş’te hareketlilik giderek artacak

Gökbilimciler Güneş’teki patlamaların birkaç yıl içinde giderek artacağını ve zirve noktasına ulaşacağını belirtiyor. Çünkü Güneş, şu anda hareketli bir evrede.

Yıldız her 11 yılda bir, sakin veya fırtınalı geçen bir döngüsünü tamamlıyor ve yenisini başlatıyor. Güneş’in 2019’da 25. döngüsüne girdiği biliniyor. Bu döngülerden sakin olanına, yani yıldızdaki patlamaların ve lekelerin minimum seviyeye indiği dönemlere “solar minimum” adı veriliyor.

Güneş lekelerinin arttığı ve patlamaların da sıklaştığı evrelerse “solar maksimum” diye adlandırılıyor.

Uzmanlara göre yıldız şu anda hareketli bir dönemden geçiyor. Ancak henüz başında olduğu için 2022’nin çok şiddetli olaylara tanıklık etmeyeceği düşünülüyor.

2025’teyse solar maksimum evresi zirve noktasına ulaşacak. Bu nedenle özellikle 2025 civarında şiddetli patlamaların Dünya’yı etkilemesi bekleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Güneş Fırtınası Dünya’yı ‘Doğrudan Vurmak’ Üzere

GPS ve radyo sinyallerini bozabilecek bir Güneş fırtınasının yarın Dünya’yı vuracağı tahmin ediliyor. Bu gibi fırtınalar, Güneş’in 11 yıllık döngüsünün aktif aşamasında olduğu ve bu tür olayların sıklığının artmasının beklendiği sırada meydana geliyor.

Dr. Tamitha Skov, NASA’nın 19 Temmuz’da meydana geleceğini tahmin ettiği, Güneş’ten gelen “yılan benzeri filament” çarpışmasının “doğrudan bir darbe” olacağını belirterek, “Dünya’nın gece tarafında sinyal kesintileri beklememiz gerektiğini” sözlerine ekledi. Dünya’nın bazı bölgelerinde kuzey ışıklarının görülebilmesi de mümkün.

Ancak fırtınanın haftanın ilerleyen günlerinde gelmesi de olası. SpaceWeather’a göre “küçük” ama uydu operasyonlarını etkileyebilecek G1 sınıfı fırtına, 20 veya 21 Temmuz’da Dünya’yı vurabilir.

Fırtınanın kökeni, 15 Temmuz’da kararsız bir manyetizma filamentiyle Güneş’ten sıçrayan koronal kütle atımı. Koronal kütle atımı, bir plazma ve manyetik enerji salımı anlamına geliyor. Bu patlamalar, bir yıl boyunca Dünya’daki tüm enerji santrallerinin ürettiğinden 100 bin kat daha fazla enerji açığa çıkarma kapasitesine sahip.

Bu gibi fırtınalar, Güneş’in 11 yıllık döngüsünün aktif aşamasında olduğu ve bu tür olayların sıklığının artmasının beklendiği sırada meydana geliyor. Hafta sonu, “fışkırma” diye bilinen muazzam bir plazma ve manyetik alan yapısı Güneş’ten ayrıldı.

Bunun görüntüsünü yakalayan Dr. Sebastian Voltmer, SpaceWeather’a, “Bu fışkırmanın katıksız büyüklüğü etkileyici” dedi. Güneş’in çok hızlı hareket eden bir parçasının yana doğru fırlayıp ayrıldığını görmek muhteşemdi.

Güçlü Güneş fırtınalarının insan faaliyetleri üzerinde ciddi etkileri olabilir. Bazı araştırmalar, artan Güneş rüzgarı aktivitesi nedeniyle uyduların yörüngelerinden çıktığını ve CubeSat diye bilinen daha küçük cihazların tamamen yok olduğunu gösteriyor. Bu uyduların irtifasındaki azalma, geçmişte olduğundan 10 kat hızlı gerçekleşiyor ve on milyonlarca dolara mâl oluyor.

Bilim insanları bu fırtınaları tahmin etmenin bir yolunu biliyor olabilir; Güneş lekesi aktivitesinin maksimum büyüme hızını kullanmak, döngünün ne kadar güçlü olabileceğinin habercisi ve bu bilgi; güç şebekeleri, iletişim ekipmanları ve internet gibi hassas altyapıları korumamızı sağlayabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzaydan Dünya’ya Güneş Enerjisi Aktarımı: Çin’den Başarılı Test

Çin’de araştırmacılar, iklim ve enerji krizine çözüm olabilecek uzay tabanlı güneş enerjisi sistemine yönelik başarılı bir test yaptı. Çin’in Xidian Üniversitesi’nden bilim insanlarına göre, Çin’de uzay tabanlı güneş enerjisi kullanımının yolunu açabilecek yeni bir kule üzerinde çalışmalar tamamlandı. 

Üniversiteden yapılan açıklamada, 5 Haziran’da “dünyanın ilk tam bağlantılı ve tam sistemli güneş enerjisi santrali” üzerinde başarılı bir test yapıldığı belirtildi.

Uzay tabanlı güneş enerjisinin gelişimini desteklemek için tasarlanmış beş farklı sistemle donatılan ve çelikten üretilen 75 metre yüksekliğindeki yapı, üniversitenin kampüsüne yerleştirildi.

Uzaydan güneş enerjisi elde edilmesine ilişkin çalışmalar yalnızca Çin’in gündeminde değil. Mart ayında İngiltere’nin uzayda güneş enerjisi santrali kurmak için 18,72 milyar euroluk bir teklifi değerlendirdiği bildirilmişti. Amerika Birleşik Devletleri, kendi uzay tabanlı güneş enerjisi sistemine gelişmiş teknoloji sağlamak için 100 milyon dolarlık ortaklık anlaşması yaptı.

Bilim kurgu mu gerçeklik mi?

Uzay tabanlı güneş enerjisi sisteminde, uyduların enerjiyi güneşten sürekli olarak fotonlar toplayarak enerjiyi fotovoltaik hücrelere dönüştürmesi ve bu elektriği kablosuz olarak ışınla ve mikrodalgalar halinde Dünya’daki alıcılara göndermesi hedefleniyor.

Portsmouth Üniversitesi Makine ve Tasarım Mühendislik Okulu Başkanı Jovana Radulovic, bu bilim kurgu romanından çıkma gibi görünen fikrin yeni olmadığını söylüyor.

Raduloviç, mühendislerin ve bilim insanlarının bu teoriyi geçtiğimiz yüzyılda gündeme getirdiğini belirtiyor.

Teori, ilk kez 1960’larda bilim insanı ve uzay mühendisi olan Peter Glaser tarafından önerildi. Ona göre, uzay tabanlı bir güneş enerjisi santrali, 24 saat güneş ışığı görmesi ve sürekli elektrik üretimine izin vermesi nedeniyle Dünya’ya yerleştirilen bir santrale göre daha verimli olabilirdi.

Küresel enerji tüketiminin 2050 yılına kadar yüzde 50 oranında artmasının beklendiği bir dönemde, bu metodun artan enerji ihtiyacını karşılamada ve iklim krizine çözüm üretmede yardımcı olabileceği belirtiliyor.

Uzay tabanlı güneş enerjisinin önündeki engeller neler?

Teknoloji ilk bakışta umut vadeden bir görüntü sergilese de birçok zorluğu da beraberinde getiriyor. Uzay tabanlı güneş enerjisinin uygulanmasını zorlaştıran ana etken yüksek maliyeti.

Sistemin büyük ölçüde modüler olduğu biliniyor. Buna göre, Güneş modülleri yörüngede robotlar tarafından monte edilmeli. Bu montajın yapılabilmesi için tüm unsurların uzaya taşınması gerekir ki bu da zor ve maliyetli bir işlem olduğu anlamına gelir. Üstelik bu tür bir faaliyet çevre için de zararlı olabilir.

Öte yandan üretilen enerji ve elektriğin Dünya’ya mikrodalgalar halinde gönderilmesi öngörülüyor. Radulovic’e göre bu denli uzaktan gelen bu dalgalar için devasa alıcılara ihtiyaç duyulacak.

İletilen mikrodalgaların yoğunluğunu artırarak daha küçük antenler de kullanmak düşünülebilir. Böylelikle maliyet de düşürülebilir. Ne var ki bu senaryoda yoğun sinyallere maruz kalan canlılar için felaket söz konusu olabilir.

Enerjinin dönüştürülme süreçlerinde yüzde 10 oranında kayıp yaşanabileceği dikkate alındığında sistemin verimlilik açısından çok da avantajlı olmayacağı görülebilir.

Diğer bir zorluk da güneş panellerinin uzayda uzun süre ayakta kalabilmesini sağlamak. Uzay şartlarına karşı sürekli bakıma ihtiyaç duyacak olan bu panellerin radyasyona karşı sağlamlaştırılmaları gerekir.

Gelecek için değerli bir yatırım mı?

Tüm bu zorluklar projelerin maliyetini önemli ölçüde artırırken sistemin buna değip değmeyeceği soru işareti olarak kalmaya devam ediyor.

Radulovic, bu nedenle Elon Musk’ın şirketi Space X’in çalışmalarını yakından izlediklerini söylüyor ve “Aynı roketi kullanarak malzemeleri uzaya göndermek ve bunu tekrar tekrar yapmak maliyet açısından avantajlı gözüküyor. Ancak uzaya güneş enerjisi santrali kurmak için bütün unsurların maliyeti düşürülmedikçe bu düşündüğümüz kadar hızlı olamayacak. Üzerine yoğunlaşmamız gereken bir şey bu.” şeklinde konuşuyor.

Yine de bu bilim kurgu romanlarını andıran yöntem gelecekte önemli bir yatırım haline gelebilir. Radulovic, teknolojinin er ya da geç daha uygun maliyetle üretilebileceğini çünkü üzerinde daha fazla araştırma yapılacağını söylüyor.

Enerji ve iklim kriziyle mücadele etmek ve gelecek nesilleri korumak için sert önlemlerin alınması gerektiği aşikar. Uzay tabanlı Güneş enerjisinin kısa vadede önünde engeller olsa da uzun vadede faydaları umut verici.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın