Dikkat Çeken Keşif: Ay’daki “Cam Boncuklarda” Su Bulundu

Dünya’nın tek doğal uydusu ve Güneş Sistemi içindeki beşinci büyük doğal uydu olan Ay’da dağılmış küçük cam boncukların içinde su keşfedildiği açıklandı. Ay, Dünya’dan yaklaşık 384.403 km uzaklıkta.

Bilim insanları, cam boncukların Ay yüzeyindeki su döngüsünün en önemli rezervuarı olduğunu tahmin ediyor ve bu su kaynağının “geleceğin kaşifleri” tarafından çıkarılıp kullanılabileceği beklentisinde.

Çin Bilimler Akademisi liderliğindeki bir ekip tarafından yürütülen çalışmada, Aralık 2020’de Çin’in Chang’e-5 uzay aracı tarafından alınıp Dünya’ya geri getirilen 117 cam boncuk incelendi.

Bir atmosfer korumasından yoksun olan Ay’ın yüzeyine çarpan küçük meteorlar cam boncukların oluşumunda rol oynuyor.

Meteor darbesiyle açığa çıkan ısı yüzey malzemesini eritiyor ve bu malzeme soğuyarak bir saç teli genişliğinde yuvarlak cam boncuklar haline geliyor.

Bir trilyon ton su

Araştırmayla ilgili açıklama yapan İngiltere’deki Açık Üniversite’de gezegen bilimi profesörü Mahesh Anand, güneşli havalarda su moleküllerinin Ay yüzeyinde “zıpladığının” görülebildiğini, ancak bunun tam olarak nereden geldiğini bilmediklerini dile getirdi.

Nature Geoscience dergisinde yayınlanan araştırmaya göre cam boncuklar Ay toprağının yaklaşık yüzde üç ila beşini oluşturuyor olabilir.

Çalışmanın ortak yazarlarından olan Prof. Anand, hızlı bir hesaplama ile, Ay’ın tüm cam boncuklarının içinde yaklaşık bir trilyon ton su olabileceğini öne sürdü. Anand’a göre boncuklardaki suyu serbest bırakmak için sadece 100 santigrat derece civarında hafif bir ısıya ihtiyaç var.

Suyun bileşenlerinden oksijen, kayaların ve minerallerin içinde hapsolmuş olsa da Ay’ın neredeyse yarısını oluştuyor.

Anand, araştırmayı derinleştirdiklerinde, suyu oluşturmak için gerekli bir diğer bileşen olan hidrojenin Güneş’le bağlantısını da keşfettiklerini bildirdi.

Buna göre hidrojenin Güneş Sistemi boyunca yüklü parçacıkları süpüren güneş rüzgârından geldiği belirlendi.

Anand, bunun Güneş Sistemi’ndeki Merkür ya da asteroitler gibi atmosferi olmayan diğer cisimlerde de güneş rüzgarının suya eşit derecede katkıda bulunabileceği anlamına geldiğini vurguladı.

Cam boncuklar sürdürülebilir su kaynağı olabilir mi?

Araştırmacılar bu keşifle Ay’da sürdürülebilir bir su kaynağının bulunduğunu söylemek için çok daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu vurguluyor.

Ancak Prof. Anand, bu malzemelerin ısıtılması ve işlenmesinin “yarının kaşiflerine” su, hatta oksijen sağlayarak “diğer dünyaları sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde” araştırmalarına yardımcı olabileceğinin altını çizdi.

AFP haber ajansına konuşan uzman, Avrupa Uzay Ajansı’nın 2025 yılında Ay’a fırlatmayı planlanladığı robotik sondaj aracı PROSPECT’in bu şekilde su toplayıp çıkarabilen ilk araç olabileceğini söyledi.

NASA’nın önümüzdeki yılın sonlarına doğru fırlatmayı planladığı VIPER görevi, su buzunu analiz etmek amacıyla Ay’ın Güney Kutbu’na gidecek.

NASA, önümüzdeki yıllarda Artemis görevi ile 1972’den bu yana ilk kez insanları Ay yüzeyine geri getirmeyi planlıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Jüpiter’in Etrafında 12 Yeni Uydu Keşfedildi; Uydu Sayısı 92’ye Çıktı

Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni Jüpiter’in etrafında 12 yeni uydu keşfedildi. Jüpiter’in uydularından biri olan Europa, 1610’da İtalyan gökbilimci Galileo Galilei tarafından keşfedilmişti.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Voyager 2 uzay aracı 1979’da Europa’ya yakın geçiş yaparak uydunun ilk yörünge fotoğraflarını çekmişti.

Gökbilimciler, Jüpiter’in etrafında 12 yeni uydu keşfetti. Böylece Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeninin çevresindeki uyduların sayısı 92’ye yükseldi.

Bu sayı, güneş sistemindeki diğer tüm gezegenlerden daha fazla. Daha önce ilk sırada 83 teyit edilmiş uydusuyla Satürn bulunuyordu.

Yeni keşiflerin ardından Satürn ikinci sıraya yerleşti.

Keşfi gerçekleştiren ekipten bir isim olan Carnegie Enstitüsü’nden bilim insanı Scott Sheppard, Jüpiter’in uydularının Uluslararası Astronomi Birliği’ne bağlı Küçük Gezegen Merkezi’nce listeye eklendiğini dile getirdi.

Uydular 2021 ve 2022 yıllarında Hawaii ve Şili’deki teleskoplar kullanılarak keşfedildi ve yörüngeleri de takip gözlemleriyle teyit edildi.

Sheppard’a göre yeni uyduların boyutları 1 kilometre ile 3 kilometre arasında değişiyor.

Bilim insanı Scott Sheppard, “Umarım yakın gelecekte bu dış uydulardan birini yakından görüntüleyerek kökenlerini daha iyi tespit edebiliriz.” ifadesini kullandı.

Avrupa Uzay Ajansı nisan ayında Jüpiter’e bir uzay aracı göndererek gezegenin kendisini ve en büyük, buzlu uydularından bazılarını inceleyecek.

NASA da gelecek yıl Jüpiter’le aynı ismi taşıyan uydusunu keşfetmek için “Europa Clipper”ı fırlatacak. Zira donmuş kabuğunun altında bir okyanus barındırıyor olabilir.

NASA, Europa Clipper uzay aracını, 2024’te yaşam için uygun koşullara sahip olup olmadığını araştırmak için Europa’ya fırlatmayı planlıyor.

ABD Havacılık ve Uzay Ajansının (NASA) Jüpiter keşif aracı Juno, gezegenin buzullarla kaplı uydusu Europa’yı yakın geçişi sırasında fotoğraflamıştı.

Europa’nın ekvatoruna yakın bir alana odaklanan ilk görüntüde, Europa’nın buzlu kabuğuna işaret eden çıkıntı ve çukurlar göze çarpmıştı.

Sheppard, Jüpiter ve Satürn’ün, bir zamanlar birbirleriyle ya da kuyruklu yıldızlarla veya asteroitlerle çarpışan daha büyük uyduların parçaları olduğuna inanılan küçük uydularla dolu olduğunu belirtiyor.

Aynı durum Uranüs ve Neptün için de geçerli, ancak mesafenin çok uzak olması uydu tespitini oldukça zorlaştırıyor.

Jüpiter’in 92’ye çıkan uydusundan biri olan Europa, 1610’da İtalyan gökbilimci Galileo Galilei tarafından keşfedilmişti.

NASA’nın Voyager 2 uzay aracı 1979’da Europa’ya yakın geçiş yaparak uydunun ilk yörünge fotoğraflarını çekmişti.

(Kaynak: Eurnews Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünya’daki Suyun Yaşını Belirledi

Güneş Sistemi, Güneş nebulası adı verilen dev bir moleküler buluttan doğdu. Bu bulut çoğunlukla suyun ana bileşeni olan hidrojeni içeriyordu. Onu da sırayla helyum, oksijen ve karbon takip ediyordu. Bulut ayrıca küçük silikat tozu ve karbonlu toz tanelerine de ev sahipliği yapıyordu.

Güneş Sistemi’ndeki suyun tarihi de bu noktada başladı. Dünya üzerindeki en eski suyun ise 4 milyar 571 milyon yıllık olduğu anlaşıldı.

GeoScienceWorld Elements adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan çalışmada Çinli ve İtalyan iki araştırmacı bir dizi karmaşık hesaplamayla gezegenin suyunun hangi dönemlerde oluştuğunu ayrıntılarıyla ortaya çıkardı.

Buna göre Dünya’daki suyun iki kaynağı var. İlki Güneş Sistemi soğuk bir bulutken ortaya çıktı. İkincisiyse gezegenlerin oluştuğu dönemde (4 milyar 543 milyon yıl önce) meydana geldi.

Araştırmacılar, Güneş Sistemi’nin doğuşunun erken aşamalarında meydana gelen ilk suyun da bir şekilde Dünya’ya ulaştığını söylüyor.

Güneş Sistemi aslında Güneş nebulası adı verilen dev bir moleküler buluttan doğdu. Bu bulut çoğunlukla suyun ana bileşeni olan hidrojeni içeriyordu. Onu da sırayla helyum, oksijen ve karbon takip ediyordu. Bulut ayrıca küçük silikat tozu ve karbonlu toz tanelerine de ev sahipliği yapıyordu.

Araştırma makalesine göre Güneş Sistemi’ndeki suyun tarihi de bu noktada başladı. Yani hidrojen ve oksijen reaksiyona girdi ve iki tür su buzu oluştu: Normal su ve döteryum içeren ağır su.

Döteryum, ağır hidrojen (HDO) adı verilen bir hidrojen izotopu. Çekirdeğinde bir proton ve (normal suyun aksine) bir de nötron yer alıyor.

Yeni araştırmanın arkasındaki Cecilia Ceccarelli ve Fujun Du, bu en eski suyun Dünya’da olup olmadığını anlamak için toplam su miktarı ve döteryumlu su miktarını kullandı.

Hesaplamaları sonucunda Dünya’daki suyun yüzde 1 ila 50’sinin Güneş Sistemi’nin doğuşunun ilk aşamasından geldiği ortaya çıktı.

Araştırmacılar yüzde 1 ila 50’nin çok geniş bir aralığa işaret ettiğini kabul ediyor. Ancak yine de Dünya’yı anlamak için son derece önemli bir bilgi olduğunu vurguluyor.

Araştırma makalesinde konuyla ilgili, “Kuyruklu yıldızlar ve asteroitlerdeki su da büyük oranda miras alındı” ifadelerine yer verdi.

Önde gelen hipotezlerden biri, kuyruklu yıldızlardan kopan asteroitlerin Dünya’yı bombardımana tuttuğu ve bu sırada gezegene su molekülleri taşıdığını iddia ediyor.

Ancak Ceccarelli ve Fujun, bunun doğru olmayabileceğini söylüyor: Dünya ilk suyunu büyük olasılıkla asteroitlerin ve gezegenlerin öncüleri olduğu varsayılan gezegenciklerden (planetesimal) miras aldı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Şaşkına Döndü: Güneş Sistemi’ni Bir Parıltı Sardı

Güneş Sistemi’nin etrafını belli belirsiz bir parıltının sarması karşısında şaşkına dönen bilim insanları ışığın tam olarak nereden geldiğini henüz bulabilmiş değil. Bilim insanları, parıltının güneş sistemimizdeki bilinmeyen bir yapıdan kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. 

Bu yapı, güneş sistemine düşen kuyruklu yıldızlardan oluşan ve güneş ışığını yansıtan bir toz küresi olabilir. Ancak bu toz kabuğu varsayımsal kalmaya devam ediyor ve eğer gerçekse, o zaman güneş sisteminin mimarisine ilişkin anlayışımızı değiştirecek.

Güneş sistemimizi “belli belirsiz bir parıltının” sardığını söyleyen bilim insanları bunun nereden geldiğinden emin değil.

Independent Türkçe‘nin aktardığına göre, bilim insanları, beklenen ışık kaynakları çıkarıldığında bile loş parıltının devam ettiğini söylüyor. Yeni bir çalışmada yıldızlar ve galaksiler gibi bilinen kaynaklardan gelen ışığı çıkaran araştırmacılar, bir şeyin kaldığını buldu.

Işık miktarı çok az: tüm gökyüzüne yayılmış 10 ateşböceğine eşdeğer. Fakat yine de bu parıltı karşısında şaşkına dönen bilim insanları ışığın tam olarak nereden geldiğini henüz bulabilmiş değil.

Bu keşif, bilim insanlarının NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu’ndan alınan 200 bin görüntüyü kullanmasıyla yapıldı. Araştırmacılar daha sonra beklenen tüm ışığı kaldırarak herhangi bir arka plan parıltısı olup olmadığına baktı.

Bilim insanları, parıltının güneş sistemimizdeki bilinmeyen bir yapıdan kaynaklanabileceğini tahmin ediyor. Bu yapı, güneş sistemine düşen kuyruklu yıldızlardan oluşan ve güneş ışığını yansıtan bir toz küresi olabilir.

Ancak bu toz kabuğu varsayımsal kalmaya devam ediyor ve eğer gerçekse, o zaman güneş sisteminin mimarisine ilişkin anlayışımızı değiştirecek.

2021’de New Horizons (Yeni Ufuklar) uzay aracı da güneş sisteminde az miktarda arka plan ışığı olduğunu bulmuştu. Bu ışık da hâlâ açıklanabilmiş değil ve önerilen olası açıklamalar arasında bir dizi gizli uzak galaksiden, çürüyen karanlık maddeye kadar her şey yer alıyor.

Ancak New Horizons’ın tespit ettiği ışık, Hubble görüntülerinde bulunandan daha az yoğundu. Bunun nedeni New Horizons’ın daha uzakta, Güneş’ten yaklaşık 6,5 ila 8 milyar kilometre uzakta olması olabilir.

Bu da araştırmacıları ışığın yakınımızdan, güneş sistemimizin içinden geldiğine inanmaya itiyor. Bu iki bulgu birlikte ele alındığında, güneş sisteminin daha önce ölçülmemiş bazı elementler içerebileceğini düşündürüyor.

Bulgular, The Astronomical Journal ve The Astrophysical Journal Letters adlı bilimsel dergilerde yayımlanan yeni makalelerde rapor edildi.

Paylaşın

Jüpiter’in Gözalıcı Bir Görseli Daha Yayımlandı

Adını Roma mitolojisindeki tanrıların en büyüğü olan Jüpiter’den alan, Güneş Sistemi’nin kaotik gezegeni Jüpiter’in gözalıcı bir görseli daha yayımlandı. Fotoğraf, yaklaşık 600 bin görüntünün birleştirilmesiyle meydana getirildi.

Emektar astrofotoğrafçı Andrew McCarthy, saniyede yaklaşık 80 görüntü çektiğini açıkladı. Bütün bunları yakalamak yaklaşık iki saat sürdü.

McCarthy, 11 inçlik bir teleskop ve genellikle derin gökyüzünü görüntülemek için kullandığı kameradan yararlandığını belirtti.

Astrofotoğraçı şu ifadeleri kullandı:

Jüpiter’i seyretmek hiç eskimiyor. Muhteşem bir gezegen… O gece şartlar çok iyiydi. Bu yüzden gezegeni normalden çok daha ayrıntılı gördüm. Çok heyecan vericiydi.

McCarthy, yakaladığı çarpıcı görüntüleri Instagram hesabında paylaşıyor.

Jüpiter bugün (26 Eylül) son 59 yılda Dünya’ya en fazla yaklaştığı noktaya gelerek o akşam gökyüzü gözlemcilerine bir gösteri sunuyor.

Gezegen karşı konumda bulunuyor. Bu, gezegenin Güneş batıda batarken gökyüzünde doğu yönünde yükseldiği ve özellikle akşam saatlerinde görünür olacağı anlamına geliyor.

Dünya ve Jüpiter, dairesel yörüngelerden ziyade eliptik yörüngeleri takip eder ve birbirlerinin yanından geçme mesafeleri zamanla değişir. Jüpiter, yörüngesi boyunca Dünya’dan en uzak noktadayken iki gezegeni birbirinden ayıran yaklaşık 966 milyon kilometreye kıyasla, bugün Dünya’nın yaklaşık 591 milyon kilometre yakınına geliyor.

Her ne kadar Jüpiter 13 ayda bir karşı konuma gelse de NASA, gezegenin en son 1963’te Dünya’ya bu kadar yaklaştığını bildirdi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Jüpiter, Dünya’ya Son 59 Yılın En Yakın Geçişini Gerçekleştirecek

Dünya ve Jüpiter, dairesel yörüngelerden ziyade eliptik yörüngeleri takip eder ve birbirlerinin yanından geçme mesafeleri zamanla değişir. Jüpiter, pazartesi günü, Dünya’ya son 59 yılın en yakın geçişini gerçekleştirecek.

Parlak ve nispeten yakın Jüpiter’i yakalamayı bekleyenler; 26 Eylül’e kadar ve ilerleyen günlerde, gün batımının etrafındaki doğu ufkuna bakabilirler, tüm bu günlerde gezegenin çıplak gözle görülmesi mümkün.

Bununla birlikte yakın geçiş ve karşı konum, teleskoplara veya diğer optik ekipmanlara erişimi olanlar için Jüpiter’in daha da çarpıcı hallerini sunacak.

26 Eylül Pazartesi günü Jüpiter, son 59 yılda Dünya’ya en fazla yaklaştığı noktaya gelerek o akşam gökyüzü gözlemcilerine bir gösteri sunacak.

Dahası, Jüpiter karşı konumda olacak, yani Güneş batıda batarken gökyüzünde doğu yönünde yükselecek, bu durum güneş sistemimizin en büyük gezegenini özellikle akşam saatlerinde görünür kılacak.

NASA Marshall Uzay Uçuş Merkezi araştırma astrofizikçisi Adam Kobelski yaptığı açıklamada, “Ay’ın dışında, gece gökyüzündeki en parlak nesnelerden biri (o da en parlağı değilse) olmalı” dedi.

Dünya ve Jüpiter, dairesel yörüngelerden ziyade eliptik yörüngeleri takip eder ve birbirlerinin yanından geçme mesafeleri zamanla değişir. Jüpiter, yörüngesi boyunca Dünya’dan en uzak noktadayken iki gezegeni birbirinden ayıran yaklaşık 966 milyon kilometreye kıyasla, pazartesi günü Dünya’nın yaklaşık 591 milyon kilometre yakınına gelecek.

Her ne kadar Jüpiter 13 ayda bir karşı konuma gelse de NASA’nın blog yazısına göre en son 1963’te Dünya’ya bu kadar yaklaştı. Jüpiter karşı konumdayken Dünya’nın bu kadar yakınından nadiren geçiyor.

Parlak ve nispeten yakın Jüpiter’i yakalamayı bekleyenler; 26 Eylül’e kadar ve ilerleyen günlerde, gün batımının etrafındaki doğu ufkuna bakabilirler, tüm bu günlerde gezegenin çıplak gözle görülmesi mümkün.

Bununla birlikte yakın geçiş ve karşı konum, teleskoplara veya diğer optik ekipmanlara erişimi olanlar için Jüpiter’in daha da çarpıcı hallerini sunacak. Jüpiter ve 50’den fazla uydusundan iyi bir gösteri izlemek için çok da fazla büyütme işlemine ihtiyacınız yok.

Dr. Kobelski açıklamasının devamında, “İyi bir dürbünle, Jüpiter’in halkalı yapısı (en azından merkezi halka) ve üç-dört Galilei uydusu (Jüpiter’in ayları) görülebilmeli” dedi.

Galileo’nun bu uyduları 17. yüzyıl optik ekipmanlarıyla gözlemlediğini hatırlamamız önemli.

İo, Europa, Ganymede ve Callisto’dan oluşan Galilei uyduları, Jüpiter’in en büyük doğal uyduları. NASA’nın Europa Clipper görevi, Ekim 2024 gibi yakın bir tarihte, bilim insanlarının küresel bir yeraltı okyanusu barındırdığına inandığı buzlu uyduyu incelemek için yola çıkabilir.

Dr. Kobelski’ye göre, daha da yakından bakmak isteyenler en az 10 santimetre veya daha büyük mercekli bir teleskop ve muhtemelen yeşil ve mavi filtreler kullanmayı düşünmeli; bu ekipmanlar, Jüpiter’in Büyük Kırmızı Lekesi’nin ve büyük gaz devi gezegenin bulut katmanlarının halkalı yapısının görünürlüğünü artıracak.

26 Eylül’den önceki ve sonraki birkaç gün boyunca manzara harika olmalı. Bu nedenle, 26 Eylül’ün öncesinde ve sonrasında güzel havadan yararlanıp manzarayı izleyin.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yıldız Tozunun Kaynağını Bulduklarına İnanıyor

Bilim insanları Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun nereden geldiğini bildiklerine inanıyor. Yıldız tozu genellikle yıldızlardan gelen gazların soğumasından kaynaklanan, rüzgar veya şiddetli bir süpernova yoluyla uzaya püskürtülen toz parçacıkları olarak düşünülür.

Bu süreçte, uçucu olmayan elementlerin büyük bir kısmı yoğunlaşarak yıldız tozuna dönüşür fakat birçoğu tekrar yok olacaktır. Hayatta kalan parçacıklar yaklaşık 4.6 milyar yıl önce Güneş Sistemi’ndeki gezegenlerin bünyesine katıldı.

Bilim insanları, yıllarca Güneş Sistemi’mizdeki yıldız tozunun sadece nispeten az bir kısmının süpernovalardan ve onları doğuran süper dev yıldızlardan geldiğini varsaydı. Fakat yeni araştırmalar, Güneş Sistemi’ndeki yıldız tozunun yüzde 25’inden fazlasının süpernovalardan geldiğini gösteriyor.

Araştırmacılar, “güneş öncesi parçacıklara” veya Güneş Sistemi’mizden önce var olan ve halen bulunabilen yıldız tozuna bakarak bunu keşfetti. Günel öncesi parçacıklar göktaşlarında ya da uzaydan Dünya’ya düşen diğer maddelerde bulunabilir ve sıradışı kimyasal yapılarıyla tanınırlar.

Bilim insanları, güneş öncesi parçacıkları inceleyerek Güneş Sistemi’mize tozlarını bırakan yıldız türlerini belirleyebiliyor. Bu da kimyasal elementlerin nereden geldiğini ve gezegenimizin çevresinin sıfırdan nasıl oluştuğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.

MPI Kimya’da Parçacık Kimyası Bölümü’nde grup lideri ve Nature Astronomy’de yayımlanan makalenin baş yazarı Peter Hoppe, “Yıldız tozunun çok daha büyük bir kısmının süpernova patlamalarından geldiğinin bilinmesi, araştırmacılara yıldızlararası ortamda toz evriminin bilgisayar modellerini oluşturmak için önemli yeni parametreler sağlıyor” dedi.

Bu durum, süpernova şok dalgaları içlerinden geçerken, özellikle yeni ortaya çıkan süpernova tozunun ve eski yıldızlararası tozun hayatta kalmasını tanımlarken geçerli.

Toz, yıldızlararası moleküler bulutlardaki kimyasal reaksiyonların katalizörü olabileceğinden ve yeni gezegenlerin yapıtaşları olduğundan, yıldız tozunun zamanla uzaya nasıl karıştığını keşfetmek, güneş sistemlerinin nasıl geliştiğine dair yeni bir bakış açısı sağlayabilir.

Yıldız tozu

Yıldızların yaşam döngüleri vardır. Uzayda toz ve gaz parçaları yoğunlaşıp birbirinin üzerine çöküp ısındığında doğarlar. Oluşan yıldızlar milyonlarca ile milyarlarca yıl boyunca yanarlar ve sonra ölürler.

Öldüklerinde rüzgârlarında oluşan parçacıkları uzaya fırlatırlar ve bu yıldız tozu parçalarından yeni gezegenler ve uyduları, göktaşları ile birlikte yeni yıldızlar oluşur.

Bir yıldızdan kopup uzaya saçılarak soğuyan parçalara yıldız tozu adı verilir. Bu yıldız tozları bir meteor içinde sıkışıp milyarlarca yıl boyunca orada kalabilir. Bunlar Güneş Sisteminden önceki zamanda neler olup bittiği hakkında ipuçları taşırlar.

Ancak bu tür antik tanecikleri bulmak zordur. Oldukça ender bulunurlar. Bu taneciklere Dünya’ya düşen meteorların sadece yüzde beşinde rastlanır.

Paylaşın

James Webb’in Jüpiter Görüntüsü Bilim Dünyasını Büyüledi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), James Webb Uzay Teleskobu’nun kendi Güneş Sistemi’mizden çektiği ilk fotoğraflar olan ve gaz devi Jüpiter’in kızılötesi ışıkta parladığı görüntüleri yayımladı.

Görsellerde Jüpiter’in uyduları Europa, Thebe ve Metis de görülebiliyor. Perşembe akşamı bir NASA blogunda yayımlanan fotoğraflar, uzay ajansının kamuoyuyla salı günü paylaştığı uzak galaksi ve bulutsuların 5 görseli kadar yüksek çözünürlüklü değil.

Doğrusu Jüpiter’in görüntüleri, operatörlerin her şeyin düzgün çalıştığından emin olmak için teleskobu farklı nesnelere doğrulttuğu bahar döneminde, Webb’in kabul aşamasında toplanan verilerden geliyor.

Yine de bu fotoğraflar Webb’in sadece uzak galaksileri değil, kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenleri de inceleyerek takip edebileceği geniş yelpazedeki keşiflerin bir göstergesi. Ve görseller Jüpiter’in resmi bilimsel gözlemlerinden önce gelmesine rağmen, bilim insanları görüntünün netlik ve çözünürlük açısından çarpıcı olduğunu söyledi.

 

Baltimore’daki Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nden bir bilim adamı olan Bryan Holler yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Geçen gün yayınlanan derin alan görüntüleri ile birleştiğinde, Jüpiter’in bu görüntüleri, Webb’in en silik, en uzak gözlemlenebilir galaksilerden çıplak gözle görebileceğiniz kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenlere kadar her yerde kullanabileceğimiz bir entrüman olduğunu gösteriyor.”

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde Webb’in gezegen biliminden sorumlu yardımcı proje araştırmacısı Stefanie Milam yaptığı açıklamada, “Her şeyi bu kadar net gördüğümüze ve ne kadar parlak olduklarına inanamadım” dedi.

Güneş sistemimizdeki bu tür nesneleri gözlemlemek için sahip olduğumuz kabiliyeti ve fırsatı düşünmek gerçekten heyecan verici.

Webb’in onay aşamasına ilişkin verilerin yanı sıra salı günü kamuoyuyla paylaşılan çarpıcı ilk görüntülere dair veriler, daha fazla araştırma için Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü Mikulski Uzay Teleskopları Arşivi’nde yayımlanıyor.

Fakat bilim insanlarının bu yaz, Webb’in resmi bilim gözlemlerinin ilk döngüsü başlayana kadar uzun süre beklemesine gerek kalmayacak. Bu program, Jüpiter, Uranüs, asteroitler ve Mars’ın yanı sıra evrendeki en uzak galaksilerin gözlemlerini de içerecek.

Uzay keşfinin geleceği

Webb Teleskobu, 30 yılı aşkın süredir yaklaşık 20 bin mühendis, astronom ve teknisyenin ortak çabalarının bir sonucu. NASA, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı arasında ortaklaşa yürütülen milyarlarca dolarlık bir proje. Amacı ise evrenin kökenlerini bulmak.

Paylaşın

Komşu Yıldızla Yakınlaşma, Tüm Güneş Sistemi’ni Dağıtabilir

Kanadalı iki araştırmacı, komşu yıldızlardan birinin Güneş Sistemi’ni dağıtabileceğini gösteren bir çalışmaya imza attı. Monthly Notices of the Royal Astronomical Journal adlı hakemli bilimsel dergide yayımlandı.

Yeni araştırma, bir yıldızın yakın geçişiyle tetikleyebileceği, Güneş Sistemi gezegenlerinin yörüngelerindeki küçük kaymaların olası yıkıcı etkilerini gözler önüne serdi.

Toronto Üniversitesi’nde görev alan Garett Brown ve Hanno Rein’in yürüttüğü araştırmada komşu bir yıldızın Güneş’in kabaca 37 milyar kilometre yakınına gelmesinin etkileri bilgisayar simülasyonlarıyla canlandırıldı.

Yaklaşık 3 bin simülasyonu inceleyen araştırmacılar, bu yakın geçişten 4,8 milyar yıl sonrasına kadar Güneş Sistemi’nde neler yaşanabileceğini gözlemledi.

Sonuçlar Neptün’ün yörüngesindeki sadece yüzde 0,1’lik bir kaymanın tüm Güneş Sistemini kaosa sürükleyebileceğini gösterdi.

Yakın geçisin sonuçta kartopu etkisiyle diğer gezegenlerin birbirine çarpmasına veya sistemden tamamen atılmasına neden olabileceği ortaya çıktı.

Brown, “Güneş Sistemi’nin uzun vadeli istikrarı üzerinde herhangi bir etki yaratması için Neptün’ün yörüngesinde 4.5 milyar metre civarında değişiklik olması gerektiğini gördük” diye konuştu:

Bu kritik değişiklik, Güneş Sistemi’nin temelli istikrarsızlaşma ihtimalini 10 kat artırabilir.

Öte yandan, simülasyonların hepsi felaket ve yıkıma işaret etmedi. 960 simülasyonda olayın önemsiz değişikliklerle sonuçlandığı görüldü.

Araştırma, bu türden bir yakın geçişin meydana gelme ihtimaline dair de fikir veriyor. Brown bunu şöyle açıklıyor:

Güneş Sistemi’nin yanından geçecek bir yıldızın sistemin mevcut mimarisinin parçalanma ihtimalini 10 kat artırması için yaklaşık 100 milyar yıl beklememiz gerek.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu’nun Merkezinde Dönen Tuhaf Bir Nesne Bulundu

Gökbilimciler, Samanyolu’nun merkezini izlediler ve tek bir devasa yıldızın çevresinde zarif bir şekilde dönen, minyatür bir sarmal galaksiyi andıran bir şey keşfettiler. Yoğun ve tozla dolu galaktik merkezin yakınlarında, Dünya’dan yaklaşık 26 bin ışık yılı mesafede keşfedilen yıldız, Güneş’ten yaklaşık 32 kat büyük ve “gezegen oluşum diski” diye bilinen devasa bir dönen gaz diski içinde yer alıyor. (Diskin kendisi yaklaşık 4 bin astronomik birim genişliğinde; yani, Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin 4 bin katı genişliğe sahip).

Genç yıldızların milyonlarca yıl boyunca büyük ve parlak yıldızlara dönüşmesine yardım eden yıldız yakıtı işlevi gören bu tür diskler, evrende yaygın biçimde bulunurlar. Ne var ki, gökbilimciler şimdiye kadar hiç böyle bir şey görmemişlerdi: o, içinde bulunduğumuz galaksinin merkezine tehlikeli şekilde yakın bir yörüngede dönen minyatür bir galaksi. Peki bu küçük spiral nasıl meydana geldi ve orada bunun gibi daha fazlası mevcut mu? Nature Astronomy dergisinde 30 Mayıs günü yayınlanan yeni bir araştırmanın aktardığı kadarıyla, bu soruların yanıtları, Güneşimizden yaklaşık üç kat daha büyük olan ve spiral diskin yörüngesinin hemen dışında saklanan esrarengiz bir gök cisminde yatıyor olabilir.

İkinci bir yıldız diskin şeklini bozuyor

Araştırmacılar, Şili’de bulunan Atacama Büyük Milimetre/milimetre altı Dizisi (ALMA) teleskopu ile gerçekleştirilen yüksek çözünürlüklü gözlemleri kullanarak, diskin, kendisine doğal bir spiral şekil verecek biçimde hareket etmediğini keşfettiler. Bilim insanları, bundan ziyade, diskin tam olarak başka bir cisimle -büyük ihtimalle yakınında bulunan ve hâlâ görülebilen, esrarengiz ve Güneş’in üç katı büyüklüğündeki bir nesneyle- yaşadığı yakın bir çarpışma sebebiyle böyle karmaşık bir hale geldiğini belirtiyorlar.

Ekip, bu hipotezi kontrol etmek için, esrarengiz nesneyi içine alan bir düzine muhtemel yörünge hesapladı; sonrasında bu yörüngelerden herhangi birinin nesneyi gezegen oluşum diskine yeterince yaklaştırarak bir spiral haline getirip getiremeyeceğini görmek amacıyla bir simülasyon yarattı. Gök cisminin belirli bir yolu izlemesi durumunda, yaklaşık 12 bin yıl önce diskin içinden geçip, şu anda tanık olduğumuz canlı spiral şekle neden olacak kadar tozu dağıtabileceğini gördüler.

Merkezde bunun gibi binlercesi olabilir

Çin Bilimler Akademisi’ne bağlı Şangay Astronomi Gözlemevi’nde yardımcı araştırmacı ve araştırmanın yazarı olan Lu Xing verdiği demeçte, “Analitik hesaplamalar, sayısal simülasyon ve ALMA gözlemleri arasındaki kusursuz eşleşme, diskteki spiral kolların, istilacı nesnenin geçişinin kalıntıları olduğuna ilişkin sağlam kanıtlar sunuyor” diyor. Bu araştırma, galaktik merkezdeki bir gezegen oluşum diskinin ilk doğrudan görüntülerini sunmasının yanı sıra, dış gök cisimlerinin yıldız disklerini tipik biçimde yalnızca galaktik ölçekte görülen spiral şekillere dönüştürebileceğini ortaya koyuyor.

Araştırmacılar, Samanyolu’nun merkezinin, galaksinin bizim bulunduğumuz yakasından milyonlarca kat daha yoğun biçimde yıldızlarla dolu olması nedeniyle, galaktik merkezde buna benzer olayların fazlasıyla düzenli biçimde yaşanmasının muhtemel olduğunu ifade ediyorlar. Bu durum, galaksimizin merkezinin sadece keşfedilmeyi bekleyen minyatür spirallerle aşırı dolu olabileceği anlamına geliyor. Bilim insanları bu kozmik matruşkanın merkezine çok uzun bir süre ulaşamayabilirler.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın