Dördüncü İttifak Siyasi Dengeleri Nasıl Etkiler?

Erken yapılmaması durumunda seçime bir yıldan az bir süre kala Cumhur İttifakı ve altılı masa hazırlıklarını sürdürürken yeni bir ittifak ihtimali de Ankara’da bir süredir konuşuluyor. Peki, bu ihtimal siyasi dengeleri nasıl etkiler? HDP’yi kilit parti konumundaki yerinden edebilir mi?

“Dördüncü İttifak” olarak adlandırılan oluşum için Ümit Özdağ’ın başkanlığındaki Zafer Partisi, Muharrem İnce’nın Memleket Partisi, Anavatan Partisi, DSP, Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Partisi gibi partilerin, bazı bağımsız siyasetçilerin ve akademisyenlerin ismi geçiyor.

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’in oluşuma destek veren siyasetçilerden edindiği bilgiye göre şimdiye kadar yaklaşık 12 parti, kişi ya da oluşum bu ittifaka destek veriyor.

Ancak Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ise dün bu iddialar üzerine bir internet sitesine “Böyle bir şey yok. İttifak hazırlığı içinde de değilim” açıklamasını yaptı. Mustafa Sarıgül de bugün Ankara’da gazetecilerle düzenlediği sohbet toplantısında sorular üzerine partiler arası görüşmelerin sürdüğünü belirterek “İttifaklar önemli ama Türkiye iki ittifaka mahkum edilemez. Bizim diğer partilerle diplomatik temaslarımız devam ediyor. Seçim süreci geldiğinde şartlara bakmak gerekir. İttifaklar önemli, ama muhalefet partileri ofsayta düşmemelidir. Zamlar konuşulmuyor. Ama bunlar konuşuluyor” yanıtı verdi.

HDP’nin kilit rolüne karşı “milliyetçi eksen” oluşturmak

Peki böyle bir ittifakın kurulması neden tercih ediliyor? Oluşumdaki siyasetçilere göre en önemli motivasyonlardan birisi cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalınması durumunda HDP’nin kilit rolüne karşılık yeni bir “milliyetçi eksen” oluşturmak.

Siyaset bilimci İbrahim Uslu kendisinin de bir süre önce yaptığı açıklamaları hatırlatarak çok sayıda bağımsız parti ve siyasetçinin içinde olacağı bu oluşumun hem teşkilatları ve adayları hem de seçmenini motive edecek biçimde bir ittifak yapısına gitmek istediğini ve böylelikle ittifak üzerinden bir heyecan yaratıp seçime “asılmak” istediklerini belirtiyor.

Uslu’ya göre bu partilerin önünde seçim için dört seçenek bulunuyor. Bunları “Cumhur İttifakı’na katılmak, Millet İttifakı’na katılmak, bağımsız girmek ve kendi ittifakını oluşturmak” olarak sıralayan Uslu, ilk üç seçeneğin çok mümkün olmadığını ve en mantıklısının dördüncü seçenek olduğunu söylüyor. “Dördüncü İttifak’ın partiler için ben bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum” diyen Uslu, bu ittifakın çimentosunun denildiği gibi “milliyetçilik” olması durumunda bunun etkili olup olmayacağı sorusuna karşılık ise şunları söylüyor:

“Milliyetçilik zaten Cumhur ve Millet ittifakları içinde yeterince temsil edilen bir ideoloji. Üçüncü bir milliyetçi kanat oluşturmak şu an için çok geçerli görünmüyor. Ama bu partilerin bağımsız olmaları nedeniyle ‘oylar boşa gitmesin, her görüş parlamentoya yansıyabilsin, demokratik çoğulculuk’ söylemleri üzerinden giderlerse bir şansları olabilir.”

Tosun: Donmuş bir seçmenden bahsediyoruz

HDP’nin olası bir ikinci turda kilit parti konumunu almaması çabasından hareket etmenin bu ittifaka oy kazandırıp kazandırmayacağına ilişkin görüşler de muhtelif.

Siyaset bilimci Tanju Tosun bunun eğer sadece HDP’nin oyun kurucu olmaması için oluşturulan bir ittifak olması durumunda, şu anda siyasi partilerin oy tabanlarının büyük ölçüde merkez partiler tarafından “dondurulmuş” durumda olduğunun dikkate alınması gerektiğini söylüyor.

“Donmuş bir seçmenden bahsediyoruz” diyen Tosun, bu seçmenlerin sadece ideolojik olarak birbirine yakın partiler arasında gidip geldiğini belirtiyor. Zafer Partisi’nin bu girişimin başını çekmesi durumunda hangi seçmen kitlesini hedefleyeceğinin önemli olacağını belirten Tosun, şöyle konuşuyor:

“Bu sadece HDP’nin kilit parti olmaması karşıtlığı üzerinden kurulan bir ittifak olarak siyasi partilerin sosyolojik tabanları, seçmenin oy verme davranışı itibariyle işlemez. Çünkü siyasi partilerin kemikleşmiş bir seçmeni de var. Geriye ne kalıyor? Muhtemelen kararsız seçmen hedeflenebilir.”

Tosun’a göre kararsız seçmenlerin oyunu alabilmek de zor olabilir ve bir parti merkezden ne kadar uzaklaşırsa kendisini kararsız görüp merkeze yoğunlaşan seçmen kitlesine cazip gelmesi de o ölçüde zor olabilir. Tosun kararsız seçmenlerin merkezde yoğunlaştığını da ifade ederek AKP MHP ve CHP’nin kendi kemik seçmenini koruduğunu belirtiyor.

Uslu: HDP’nin oyu yüzde 12 görünüyor

İbrahim Uslu’ya göre de bu yeni ittifakın HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki olası kilit rolünü yerinden etmesi pek muhtemel değil.

Uslu, yapılan anketlerde şu anda HDP’nin oyunun yüzde 12 civarında göründüğünü belirterek “HDP bu nedenle yüzde 50+1 gereken bir seçimde önemli bir aktör olarak kalacaktır. Bu ittifak kurulduğu için HDP oy kaybetmeyecek. Dolayısıyla ben bu varsayımın ya da iddianın çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum” diyor.

HDP’nin sadece Cumhurbaşkanlığı seçiminde kilit parti olabileceğine işaret eden Uslu, parlamento seçimlerinde ise kilit parti pozisyonunun bulunmayacağını, her ittifakın mümkün olduğu kadar çok milletvekili çıkarmak için yarışacağını kaydediyor.

Dördüncü İttifak’ın resmiyete dökülmesiyle “dördüncü ittifakın” cumhurbaşkanı adaylığı için de kendi adayını belirlemesi bekleniyor.

Paylaşın

Demokrasi İttifakı: Savaşa Karşı Barış, Hemen Şimdi Ve Her Yerde

HDP, EMEP, EHP, Halkevleri, HDP, SMF, TİP ve TÖP’ün oluşturduğu Demokrasi İttifakı, “Savaşa Karşı Barış, Hemen Şimdi ve Her Yerde” başlığıyla Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaşa dair ortak açıklama yaptı.

Haber Merkezi / Donetsk, Lugansk ve Ukrayna’da sivillerin hayatını kaybettiği, halklar yerinden yurdundan edilerek kitlesel göçe maruz kaldığı belirtilen açıklamada, “Bütün savaş ve işgal güçleri bölgeden çekilmeli, halklara kendi kaderini tayin hakkı tanınmalıdır. Emperyalizm ve faşizm, verilen talimatlardan da görüldüğü üzere; nükleer silahları dahi devreye sokacak kadar gözü dönmüş ve çılgındır. Hiroşima, Nagazaki, Vietnam ve Halepçe bu vahşetin tarihsel vesikalarıdır. Bu vahşete seyirci kalmayacağız! Savaşa karşı, barış ve kardeşlik için şimdi seslerimizi yükseltme zamanı!” ifadelerine yer verildi.

“Dünya pandeminin yaralarını sarmaya çalışırken büyük ve yeni bir savaş tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Kapitalizm insanlığın ekmeğini, sağlığını düşünmüyor; enerji ve silah tekellerinin çıkarları için halkların boğazlaştığı yeni bir savaşa alan açıyor.” cümleleriyle başlayan açıklamanın devamında şu ifadeler kullanıldı;

Donbas üzerinden tırmanan Ukrayna-Rusya gerilimiyle başlayan savaş ve işgalin arkasında esas olarak bu gerçeklik vardır. Rusya ve ABD öncülüğündeki NATO’nun halkların iradesini yok sayan yayılmacı politikalarının tarafı değiliz. Halklar, bu iki odaktan birine taraf olmak zorunda değildir. Haksız savaşları ve savaşa güç toplama çağrılarını reddediyoruz. Tarafımız barıştır, tarafımız bütün dünyada savaşa karşı ayağa kalkan halklarla aynıdır.

Türkiye’de “Barış hemen şimdi!” diyerek sokaklara çıkan emek ve demokrasi güçlerini selamlıyoruz. Savaş aygıtlarının küresel tahkimatına karşı küresel barışın hayat bulması için tüm halklarımızı alanları doldurmaya çağırıyoruz. Türkiye, 3. Dünya savaşının ateşini fitilleme ihtimali olan bir kamplaşmanın ve çatışmanın tarafı olmamalıdır. Dış politikasında uzunca bir dönemdir küresel ve bölgesel güçlerle işbirliği halinde agresif ve komşu halklarla sürekli çatışma pozisyonunda olan AKP iktidarını uyarıyoruz. Türkiye ne NATO’nun ne de Rusya’nın savaş blokuna dahil edilemez. Barış isteyen halklar da buna geçit vermeyecektir.

Savaş, eşitlik ve insanca bir yaşam için mücadele eden emekçinin düşmanıdır. Savaşların en büyük kaybedeni emekçiler, yoksullar, kadınlar ve gençlerdir. Ülkemizin bütün halkları, işçi ve emekçileri savaşa, militarizme ve şovenizme karşı birleşmelidir. Savaş aynı zamanda demokrasinin düşmanıdır. Diktatörlüğe, otokrasiye, oligarşiye giden en kestirme yol savaşlardır. Savaş kadınlar için daha çok göç, taciz ve tecavüzdür. Savaş doğanın yıkımıdır. Sadece insanların değil tüm canlıların yaşamlarına kast eder. Ülkemizde demokrasi için mücadele eden tüm kesimler savaşa karşı birleşmeli, halkların boğazlanmasından ve savaş baronlarının daha da güçlenmesinden başka hiçbir işe yaramayacak bu savaşı bertaraf etmek için büyük bir dayanışma göstermek demokrasi mücadelesinin zorunlu bir parçasıdır.

Donetsk, Lugansk ve Ukrayna’da siviller hayatını kaybediyor, halklar yerinden yurdundan edilerek kitlesel göçe maruz kalıyor. Bütün savaş ve işgal güçleri bölgeden çekilmeli, halklara kendi kaderini tayin hakkı tanınmalıdır. Emperyalizm ve faşizm, verilen talimatlardan da görüldüğü üzere; nükleer silahları dahi devreye sokacak kadar gözü dönmüş ve çılgındır. Hiroşima, Nagazaki, Vietnam ve Halepçe bu vahşetin tarihsel vesikalarıdır. Bu vahşete seyirci kalmayacağız! Savaşa karşı, barış ve kardeşlik için şimdi seslerimizi yükseltme zamanı!”

Paylaşın

“Üçüncü Yolu Örmeye Ve Demokrasi İttifakını Kurmaya Kararlıyız”

TBMM’de basın toplantısı düzenleyen HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “HDP olarak Üçüncü. Türkiye halkları ve yurttaşları için ciddi bir seçenek olduğumuzu biliyoruz. Demokrasi güçleri ile mücadele ortaklığıyla ve seçim sürecinde de ittifakla büyüyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi yolumuzda yürüyoruz. Hakikaten gittiğimiz her yerde HDP’ye olan ilginin, desteğin, dayanışmanın artmasını görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz.” dedi.

Haber Merkezi / HDP’li Beştaş, “Bugün 28 Şubat, iki yıldönümünü belirterek geçmek isterim. Birisi 28 Şubat 1997’de yapılan post modern darbenin yıldönümü. Aradan 25 yıl geçti. Siyasete ilişkin ciddi bir darbeydi, o dönemi iyi hatırlıyoruz. Siyasetin vesayet altında yürütülmesine Türkiye’nin temel sorunlarının çözümsüzlüğü noktasında ciddi etkisi olduğunu bugün de söyleyebiliriz. Veraseti ve statükoyu esas alan bir darbe Türkiye yurttaşlarının toplumsal ve siyasal sorunlarının ertelenmesine neden olan bir darbe olarak önümüzde duruyor” ifadelerini kullandı.

İkinci yıldönümün ise Dolmabahçe Mutabakatı olduğunu hatırlatan Beştaş, “Kamuoyuna 28 Şubat 2015’de açıklanırken, Türkiye toplumunda büyük bir umut, hoşgörü ve konuşabilme hali vardı. Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm içeren Dolmabahçe Mutabakatı cumhuriyetin demokratikleşmesinin yollarını da siyaset kurumuna ve bütün topluma sunan bir mutabakat olarak önümüzde duruyor. 28 Şubat Post-modern Darbesi demokrasinin tümden ortadan kalkması, darbe mekaniğinin süreklileşmesini öngörürken, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı ise toplumsal barışın tesis edilmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesini tüm Türkiye ve dünyaya ilan ediyordu. O dönem AKP iktidarı Dolmabahçe Mutabakatı için ‘hasretle beklediğimiz bir çağrı’ dediği mutabakatı, sonrasında kendi iktidar sevdası uğruna yok saydı ve 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin iddiasını bugüne kadar sürdürdü” dedi.

Post-modern darbenin AKP eliyle sürdürüldüğünü ifade eden Beştaş, “Kayyım rejimi AKP ile birlikte Türkiye siyaset tarihine girdi. Grev yasağı var, hukuksuzluk diz boyu, hak gaspları cezaevlerindeki sistematik işkence devam ediyor, siyaset kurumu ve parlamento üzerinde ağır bir vesayet var, medya sansürü tarihin zirvelerinden birini yaşıyor. İşkence gözaltı ve tutuklamalar rekor kırıyor. Kendisi dışında siyaset yapan muhalif güçleri düşman gören bir anlayış hüküm sürüyor. Aslında 28 Şubat 1997 bugün daha ağır bir şekilde yürürlükte. Bu nedenle 28 Şubat 1997 darbesini AKP’liler kınayınca bana garip geliyor. Çünkü 28 Şubat 97’nin daha ağır koşullarını bugün Türkiye’de yaşama geçiriyorlar” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Beştaş şunları söyledi:

“Bugün 28 Şubat, iki yıldönümünü belirterek geçmek isterim. Birisi 28 şubat 1997’de yapılan post modern darbenin yıl dönümü. Aradan 25 yıl geçti. Siyasete ilişkin ciddi bir darbeydi, o dönemi iyi hatırlıyoruz. Siyasetin vesayet altında yürütülmesine Türkiye’nin temel sorunlarının çözümsüzlüğü noktasında ciddi etkisi olduğunu bugün de söyleyebiliriz. Vesayeti ve statükoyu esas alan bir darbe Türkiye yurttaşlarının toplumsal ve siyasal sorunlarının ertelenmesine neden olan bir darbe olarak önümüzde duruyor.

“AKP iktidar sevdasına Dolmabahçe Mutabakatını yok saydı”

Diğeri neydi, Dolmabahçe Mutabakatı. 2015 yılının 28 Şubatında Türkiye tarihinin en önemli günlerinden biri olarak önümüzde duruyor Dolmabahçe Mutabakatı. Kamuoyuna 28 Şubat 2015’de açıklanırken Türkiye toplumunda büyük bir umut, hoşgörü ve konuşabilme hali vardı. Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm içeren Dolmabahçe Mutabakatı cumhuriyetin demokratikleşmesinin yollarını da siyaset kurumuna ve bütün topluma sunan bir mutabakat olarak önümüzde duruyor.

28 Şubat Postmodern Darbesi demokrasinin tümden ortadan kalkması, darbe mekaniğinin süreklileşmesini öngörürürken, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı ise  toplumsal barışın tesis edilmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesini tüm Türkiye ve dünyaya ilan ediyordu. O dönem AKP iktidarı Dolmabahçe Mutabakatı için “hasretle beklediğimiz bir çağrı” dediği mutabakatı sonrasında kendi iktidar sevdası uğruna yok saydı ve 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin iddiasını bugüne kadar sürdürdü.

28 Şubat Postmodern Darbesini daha ağır koşullarda hayata geçiriyorlar

Bugün ne yaşıyoruz 28 Şubat Postmodern Darbesinin 25. yıl dönümünde? Kayım rejimi AKP ile birlikte Türkiye siyaset tarihine girdi. Grev yasağı var, hukuksuzluk diz boyu, hak gaspları cezaevlerindeki sistematik işkence devam ediyor, siyaset kurumu ve parlamento üzerinde ağır bir vesayet var, medya sansürü tarihin zirvelerinden birini yaşıyor. İşkence gözaltı ve tutuklamalar rekor kırıyor. Kendisi dışında siyaset yapan muhalif güçleri düşman gören bir anlayış hüküm sürüyor. Aslında 28 şubat 1997 bugün daha ağır bir şekilde yürürlükte. Bu nedenle 28 Şubat 1997 Darbesini AKP’liler kınayınca bana garip geliyor. Çünkü 28 şubat 97’nin daha ağır koşullarını bugün Türkiye’de yaşama geçiriyorlar.

Türkiye’yi ateş hattından çıkarmak için Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmelidir

Aradan geçen 7 yılda Dolmabahçe Mutabakatı için ne diyebiliriz? Aradan geçen 7 yılda Türkiye halkları hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal olarak büyük bir kriz içinde. Barış umutları ciddi yara aldı ve halk artık toplumsal barış taleplerini yükseltirken bile ciddi bir şiddetle karşı karşıya. Çoklu krizler küresel gerilimler ve had safhaya çıkan jeopolitik risklere karşı Türkiye halklarının birlikteliklerini güçlendirmek ve bu ateş hattından çıkmak için Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmelidir.

Dolmabahçe Mutabakatına dönmek hepimiz açısından tarihsel bir sorumluluktur. Dolmabahçe Mutabakatından bahsederken İmralı tecridini görmemek mümkün değildir. Dolmabahçe Mutabakatının temel fikriyatını oluşturan, mimarı olan Sayın Öcalan üzerinde bugün mutlak bir tecrit vardır. Sayın Öcalan bu mutabakatı kurgularken çok ciddi bir yol haritası da sunuyordu. Bu yönüyle biz Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmesini, İmralı rejiminin lağvedilmesini, Öcalan’ın ve orada tutulan mahkumlarının aileleriyle ve avukatlarıyla ve tabii ki siyaset kurumuyla görüşmesinin tarihsel görev olduğunu hatırlatmak istiyorum.

“Birlikte değiştireceğiz ve şimdi kadın zamanı” şiarıyla 8 Mart’ı kutlayacağız

8 Mart haftasına da girdik. Kadın Meclisimiz ile birlikte temel bir şiar olarak “Birlikte değiştireceğiz ve şimdi kadın zamanı” sloganlarıyla Türkiye’nin dört bir yanında 8 Mart’ı karşılaşacağız. Büyük bir kadın ittifakı, dayanışması ve direnişiyle alanlarda kutlayacağız ve kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı, sistematik taciz ve tecavüzü, cezasızlık politikasını tekrar haykıracağız. Kadın özgürlüğüne giden yola ciddi bir hazırlığı ve mücadele ortaklığını hayata geçireceğiz. TBMM’deki tek Kadın Grubu HDP grubudur. Yarın Kadın Grubumuzla 8 Mart kadın gündemli Kadın Grup Toplantımızı da yapıyor olacağız. Orada ayrıntılarıyla birlikte Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan partimizin görüşlerini kamuoyuyla paylaşacaktır. Ben şimdiden 8 Mart’ı kutluyorum. Tüm ezilen, ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan kadınlara kutlu olsun. 8 Mart’ta alanlarda olacağız, “Şimdi Kadın Zamanı” diye hep birlikte haykıracağız.

Halklar kaybedecek, silah lobileri kazanacak

Sadece Türkiye’nin değil dünyanın da temel gündemi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal operasyonu ve savaş. Bir dünya savaşı yürüyor. 28 Şubat, yani bugün itibariyle 5’inci gününde bu işgal operasyonu. Biz HDP olarak tutumumuzu ilk günden açıkladık. Bu işgal operasyonunun son bulması ve siyasal çözüm için müzakerelere başlanması görüşümüzü tekrarlıyorum. Ukrayna iki blok arasında rekabet ve hegemonya savaşına meydan olmuş, insani ve siyasi krizi derinleştiren bir tablonun ameliyat masası haline gelmiştir.

Ukrayna halkları tüm savaşlarda olduğu gibi en büyük zararı çeken halk konumunda. Maalesef askeri gerilimde kaybedecek en büyük güç tabii ki halklar olacak. Büyük silahlanma bütçeleri nedeniyle daha fazla sömürülecek ve silah lobileri ise zenginleşecektir. Bunun Ukrayna halklarına da dünyaya da olumlu bir yansıması olmayacak. Silah sanayisi kazanacak. Biz HDP olarak bu krizi ve savaşı yakından takip ediyoruz. Şehirlerde çatışmalar yoğunlaşmış durumda. Maalesef insani kriz de derinleşiyor. Şu aşamada Ukrayna ve Rusya hükümletlerini insani yardım ve tahliye koridorları konusunda hassasiyete ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet etmeyi görev biliyoruz.

Türkiye’de stokta S-400 var ama buğday ve temel gıda da var mı?

Silah sanayisinin kazanacağını söylemiştik. Türkiye’de de farklı bir durum yok. Şu anda Türkiye’de S-400 stoku var bildiğiniz gibi ama TMO’da depolarda buğday ve temel gıda stoku var mı sormak istiyorum. Dünya öyle bir aşamaya geldi ki silah sanayisi büyüyor, stoklar silahta yoğunlaşıyor ama insani krizi çözecek bir adım ürkek bir şekilde atılıyor ya da bekleniyor. Biz ne yaptık, Türkiye’de ne yaptık. Türkiye’nin bu savaşın geldiğini bilmemesi akla ziyan bir durum.

Öngörülmemesi ayrıca pragmatist ve ucuz yaklaşımın sonucu. İflasın eşiğine getirdi Türkiye’yi bu tutum. Türkiye’yi Rusya’ya bağımlı hale getiren tavizlerin ve anlaşmaların sonucu olarak Türkiye’nin dış politikada hareket kabiliyetinin ne kadar sınırlandığını görüyoruz. Erdoğan NATO’yu eleştiriyor ama Rusya’nın AK üyeliğinin askıya alınması konusunda garip bir şekilde çekimser bir oy kullandı. Bunu nasıl izah edecekler bilmiyorum ama izah etme gibi bir durumları söz konusu değil. İnandırıcı değildir.

Otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda

Bu savaş da bize gösterdi tekçi otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda. Putin örneğinde bunu çok iyi görüyoruz. Nükleer enerji konusunda Putin’in dünkü çağrısı ne kadar büyük bir tehdit ve tehlike olduğunu da aslında ortaya koymuştur. Türkiye ekonomik olarak ithalat ve ihracatta yüzde 50 kendisini başka bir ülkenin insafına bırakmıştır. Turizm, tarım ve enerjide yüzde 50 oranında Rusya’ya göbekten bağlı konumdadır Türkiye. Bu tabloyu yaratan iktidarın çoktan istifa etmesi gerekirdi ama kendisini istifa etmeye getiren o kadar gelişme var ki hiç birinden ders almadılar. Bizim görüşümüze göre Türkiye’nin dışa bağımlılığı en fazla yüzde 15 olacak bir bir dış ticaret anlayışına ihtiyaç vardır.

Ukrayna’dan tahliyeler VIP listelerine göre mi yapılıyor

Bugün bunu çok yakından hissediyoruz, tüm ihtiyacın iç pazardan karşılanması gerekiyor, üretim odaklı bir ekonomi esas alınmalı. Bugün olduğu gibi ne üretimde ne ekonomide ne öngörü ne tedbir ne de maharet var. Trajikomik bir durum ama savaşı Türkiye nasıl karşıladı? Erdoğan Afrika’da savaşı karşıladı, Dışişleri Bakanı Kazakistan’da karşıladı. Dünya alem savaşı konuşurken ülkede bile değillerdi. Bu konuda bilmiyoruz demeleri mümkün değil, bu büyük bir basiretsizlik örneğidir. Yine Türkiyeli öğrencileri zamanında tahliye etmek konusunda hiçbir şey yapmadılar. Ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Bizi de diğer bütün parti gruplarını da her gün onlarca öğrenci arayıp yaşam haklarının tehdit altında olduğunu, açlıkla baş başa olduklarını söylüyorlar. Tahliye edilenlerin de hangi kategoriye göre tahliye edildiğini merak ediyoruz. Acaba orada da bir VIP usulü mü uygulandı. AKP ve MHP’ye yakın olanlara öncelik mi veriliyor. Bu konuda kamuoyunda çok ciddi bir iddia var, tartışılıyor. Biz bunu Meclis’ten soruyoruz; bir yerlerden VIP listesi gönderilmedi mi? Ne kadar kişi tahliye edildi? Bunun yanıtını bir an önce istiyoruz. Kamuoyuna açıklamak gibi bir sorumlulukları var.

Rusya-Ukrayna savaşı olduğunu tespit etmek için 4 gün beklediler, şaka gibi resmen

Diğeri Montrö Boğazlar Sözleşmesi. Karadenizi askeri bir mücadele alanı olmaktan çıkaran tek sözleşme Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Bunun artık tartışılmaması gerekiyor. Kanal İstanbul meselesinde de Montrö’nün bypass edileceğine dair tartışmanın Ukrayna işgali ile ortaya çıkan gerçekler ve olası tehditler ile ne kadar tehlikeli olduğunu öğrendik. Kanal İstanbul artık bitmiştir. Bu iddianın hiçbir dayanağı kalmamıştır. “Montrö Boğazlar Sözleşmesi nasıl yorumlanabilir” diyen Dışişleri Bakanlığı ve Saray rejiminin hali tek kelime ile acınasıdır. Neden?

Türkiyenin Karadeniz’e kıyısı var, Rusya ve Ukrayna arasında savaş var, bunu tespit etmek için 4 gün beklediler. Şaka gibi resmen. Dün açıkladılar Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanacak diye. Biz de Saray rejimini Montrö hükümlerine uymaya ve Karadeniz’in bir savaş  sahası olmasını önlemek üzere kesinlikle gerekli sorumlulukları ve görevlerini yerine getirmeye bir kez daha davet ediyoruz. AKP bekle gör politikasından vazgeçmelidir.

AB’nin bu iki yüzlü mülteci politikasını insanlık tarihi unutmayacak 

Diğer bir mesele Ukrayna işgali karşısında AB’nin mültecilere yaklaşımıdır. Hakikaten göz yaşartıcı, kucak açıyorlar davet ediyorlar mültecileri. Vicdani ve olumlu bir tutum gösteriyorlar ancak Suriyeli sığınmacılar için bunun gösterilmediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Renk, dil, din, ırka göre mültecilere yaklaşım gösterilmesini kesinlikle iki yüzlü samimiyetsiz ve kabul edilemez buluyoruz. Aylan bebekten bugüne kadar kaç mültecinin öldüğünü AB ülkelerine hatırlatmak istiyoruz. AB’nin bu iki yüzlü politikasını insanlık tarihi unutmayacak. Saray rejimi ile mülteci pazarlığı yaptıklarını gayet iyi biliyoruz. Buna da artık son verilmesinin zamanı geldi.

Afrin işgalini övenler bugün savaş karşıtıyız diye ortalıkta cirit atıyor

Çok önemli bir konu var. Savaş karşıtlığı. Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve savaş açması karşısında bütün dünyada bir savaş karşıtlığı var. Türkiye’de de alanlara çıkan 10 binlerce insan var. Burada savaş karşıtlığının coğrafyaya, ülkeye ve kimliğe göre yapıldığını dikkatinize sunmak isterim. Afrin’e Türkiye girdiğinde, işgal ettiğinde ne oldu? Militarizmi övenler, savaşı kutsayanlar bugün savaş karşıtıyız diye ortalıkta cirit atıyorlar. Bu da garip bir şekilde ilkesel olmadığını, ülkeye göre, kimliklere göre olduğunu gösteriyor.

DTK Eş Başkanı iken Leyla Güven Afrin işgaline ilişkin açıklama yaptığı için vekilliği düşürüldü ve halen cezaevinde tutuluyor. Ukrayna işgali karşısında Moskova’daki savaş karşıtlarını Türkiye övüyor ama Türkiye’de savaş karşıtlarına vatan haini ve terörist diyor. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, bunu tarif etmek mümkün değil. Bu nedenle savaş karşıtlığı konforlu bir alan değildir. Önemli olan herkesin kendi hükümetine karşı da savaş karşıtlığını yükseltmesidir. Bununla ilgili ağır bedeller ödeyen Barış Akademisyenlerini, seçilmişleri, gazetecileri STK’ların tutumlarını destekliyoruz ve selamlıyoruz.

Ukrayna-Rusya savaşında savaş karşıtı olanlar kendi yurttaşlarına Putin olmaktan geri durmuyor

Sahi bu soruyu soranlar da varmış, bu kadar savaş karşıtlığı övülürken yandaş medyada, Barış Akademisyenleri başka bir ülkede miydi? Onları terörist ilan edenler, vatan haini ilan edenler aynı gazeteler değil miydi? Yandaş medyaya bakıyoruz, müdahaleyi kınıyorlar. Savaş karşıtı hale gelmişler. Aynı şey yurttaşları olduğunda, Türkiye’de savaş karşıtı bir söylem olduğunda kendi vatandaşlarına karşı Putin olmaktan geri durmuyorlar. Fuat Oktay “Rusya işgali uluslararası hukuka aykırıdır” dedi. 2018 yılında Afrin işgali uygun muydu?.

Neye dayandırıyorsunuz bunu. Ukrayna olunca uluslararası hukuka aykırı ama Türkiye olunca uygun mu oluyor? Afrin’de zorla yerinden edilmeden tutalım, insanlığa karşı suçlar karşısında dünyada ve Türkiye’deki sessizliğe de dikkatinizi çekmek istiyoruz. Barış konusundaki savunuculuğumuz ülke farkı, kimlik ve coğrafya farkı gözetmeksizin devam edecektir. Barış talebimiz Karadeniz’de de Akdeniz’de de Ortadoğu’da da Türkiye içinde de sığınacağımız tek limandır. Ekmek ve su kadar temel bir ihtiyaçtır barış. Aldığımız hava kadar hayatidir. Dünyanın her yerinde halklar ittifakını kurmanın zamanıdır. Savaşı durduracak tek güç de budur.

TÜİK rakamlarla oynayarak sahtecilik yapıyor

Ekonomi gündemiyle devam edeceğim. TÜİK bugün verileri açıkladı. 2021’in 4’üncü çeyreğinde yüzde 9,1 büyümüşüz. 2021 yılında toplam büyüme yüzde 11, toplam Yurtiçi Gayri Safi Milli Hasıla 802 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir 9,539 dolar olarak hesaplanmış. Bu rakamlarda oynama işini artık basit bir şekilde nitelemek mümkün değil. Küçüğe büyük, büyüğe küçük diyor. Yaşadıklarımızı başka türlü anlatıyor bize TÜİK. Artık bu sahtekarlığa girmiş. Rakamlarla oynayarak, gerçek dışı rakamlarla açıklamalar yaparak TÜİK sahtecilik yapıyor. Lütfen gerçek rakamları açıklayın.

Kişi başına düşen milli gelir TL cinsinden 85 bin 672 TL. Şimdi Türkiye halklarının açlık ve yoksulluk sınırı altında ezildiğini hepimiz biliyoruz. Zenginlik ve büyüme palavraları atıyorlar. Artık palavra da değil bu sahtekarlık ve sahtecilik TCK’da da ağır bir suçtur. 85 milyona karşı işlenmiş bir suçtur. Büyüme var gerçekten, nerede? 22 milyonu aşmış icra dosyalarında büyüme var, ödenmeyen doğalgaz ve elektrik faturalarında büyüme var. Şirketler büyüyor, yani elektriği peşkeş çektikleri şirketler büyüyor. Halk yoksullaşıyor, esnaf kepenk kapatıyor, işçiler grevde direniyor. Bir büyüme yok. Asıl büyüyen Türkiye fotoğrafı budur. Müteahhit ekonomisi, Saray’ın örtülü ödeneğinde ciddi bir büyüme var.

Rekor zam gelen akaryakıtta vergiler kaldırılmalı

Dünyanın en pahalı, en masraflı yönetimi Türkiye’de. Tek adam yönetimi en masraflı ve pahalı yönetim. Bununla ne kadar övünseler azdır. Şu anda kişi başına düşen milli gelir konusunda yine sahtecilik yapıyorlar. Türkiye’de 50 milyondan fazla yoksul yaşıyor. Nerede büyüme? Halka sabrı salık verenlere bu sabrı iade ediyoruz. Tabii ki ekonomik kriz art arda uygulamalarla yaşamımızda karşımıza çıkıyor. İşte buhran koşullarına 3-5 SİHA satacağım diye Türkiye’yi teslim etti. İlk gün TL dolar karşısında Rus rublesine eşit oranda değer kaybetti: Rus Borsasında devre kesici uygulandı.

Cuma akşamı iki ülkede sadece benzin ve mazot kuyrukları vardı; Türkiye ve Ukrayna’da. Biri savaşı yaşayan Ukrayna diğeri Türkiye. Tek seferde rekor zam geldi, benzine 1,61 motorine 1,51 TL. Geçen bir kişi ile konuşuyordum bir gün tatilim var o gün de arabamı çıkaramıyorum, çünkü o benzini karşılayamıyorum. Bunun gibi milyonlarca insanın olduğunu biliyoruz. Ukrayna savaşının tüm ülkeyi sarmasından önce acil adımlar atılmalı. Akaryakıt üzerindeki vergi kaldırılmalı, ÖTV kaldırılmalı, asgari ücret 3 ayda bir belirlemelidir. Vergi adaletini sağlamak üzere servete duyarlı vergi getirilmeli, kurumlar vergisi artırılmalıdır. Son 10 yılda şirketlere getirilen vergi afları ve istisnaları geri alınmalıdır.

Temel yurttaşlık gelirini tartışalım

Biz son olarak Türkiye’de siyasal aktörlere, STK ve akademisyenlere  açık çağrı yapıyoruz; artık temel yurttaşlık gelirini tartışalım, bu konuda bir düzenlemeye gidelim. Diğer yandan emek ve işçi direnişleri Türkiye’nin dört bir yanında devam ediyor, direnen bütün emekçilere burdadan binlerce selam gönderiyorum. Her zaman olduğu gibi onların yanındayız. Emekçilerin, işçilerin direnişi HDP’nin kuruluş koşullarını oluşturuyor. HDP onlarındır, onlar kurmuştur, onların omuzlarında büyümüştür, onlarla birlikte mücadeleye devam edeceğiz. ”

HDP olarak 3’üncü yolu örmeye ve demokrasi ittifakını kurmaya kararlıyız

SORU: 6 muhalefet partisi bir araya geliyor. Bir de davetiye listesi var, siz davet edildiniz mi?

Bize herhangi bir resmi davet gelmedi. Biz HDP olarak bunu kamuoyu ile paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Biz bir STK değiliz, Türkiye’nin 3’üncü büyük partiyiz. Bizim bakışımızı anlatayım. 6 muhalefet partisi toplanıyor, biz de kendi yolumuzda ilerliyoruz. Önceki gün biz de büyük bir toplantı yaptık ve kamuoyuna toplantıda vardığımız sonuçları da açıkladık. Bir koordinasyon kurduk, eşgüdümün sağlanması için. HDP olarak 3’üncü yolu örmeye ve demokrasi irtifakını kurmaya kararlıyız. Türkiye halkları ve yurttaşları için ciddi bir seçenek olduğumuzu biliyoruz. Demokrasi güçleri ile mücadele ortaklığıyla ve seçim sürecinde de ittifakla büyüyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi yolumuzda yürüyoruz. Hakikaten gittiğimiz her yerde HDP’ye olan ilginin, desteğin, dayanışmanın artmasını görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz.

Şu anda AKP ve MHP ittifakının yürüttüğü politika tamamen tutarsızdır

SORU: CHP, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa dair genel bir bilgilendirme talep etti, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Aslında bu çağrıyı yanlış anımsamıyorsam ilk biz yaptık. Savaşın patlak verdiği gün “Dışişleri Bakanı parlamentoya gelmeli, parlamentoyu bilgilendirmelidir ve bu Ukrayna ve Rusya savaşı Sarayın insafına bırakılmayacak kadar hayatidir” dedik ve o günden beri bize herhangi bir yanıt verilmedi. Bu çağrımızı defaatle dile getirdik. Parlamento gözardı edilerek Türkiye halklarına büyük bir haksızlık yapılıyor. Saray rejimi Dışişleri Bakanı Afrika ve Kazakistan’dan döndü ama bu yönetimin nasıl ikircikli, nasıl bekle gör politikası yürüttüğünü hepimiz öğreniyoruz. Çağrımız geçerlidir. Türkiye bu savaştan en fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyor.

Türkiye halklarını temsil eden, yüzde 90 oranında temsil eden, yegane kurum parlamentodur. Parlamentoda bütün grupların bu meseleyi tartışması ve ortaklaşması hayati önemdedir. Şu anda AKP ve MHP ittifakının yürüttüğü politika tamamen tutarsızdır. Hiçbir şekilde ciddiye alınacak bir boyutu yoktur. NATO niye tedbir almıyor diyor, gidiyor Avrupa Konseyi’nde çekimser oy kullanıyor. Dört gün sonra Montrö’yü uygulayacağız diyor. Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça diyor ya sevgili Ahmet Kaya galiba. Nereden tutacağımızı bilmiyoruz ama çağrımızı yineliyoruz. Dışişleri Bakanı ve yetkililer parlamentoya gelip bilgilendirme yapmalıdır.

Paylaşın

TKP’den ‘Demokrasi İttifakı’ Toplantılarına Katılmama Kararı

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çağrısıyla oluşturulan ve 8 sol yapının katıldığı ‘Demokrasi İttifakı’ çalışmasının ikinci toplantısına sayılı günler kala TKP, toplantıya katılmama kararı aldı. Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Detaylarını da öğrendik. Fotoğraf çektirilecek gibi detaylar yer alıyordu. Bu aşamadan sonra bizim artık bu algıyı değiştirme şansımız yok. Biz burada bir ittifakın parçası değiliz ve toplantıya gitmeyeceğiz” dedi.

HDP’nin ‘Geniş Demokrasi İttifakı’ oluşturma çağrısıyla bir araya gelen 8 siyasi yapının katıldığı toplantının ilki 18 Ocak tarihinde Ankara’da yapıldı. İkinci toplantı içinse 8 siyasi oluşumun genel başkanları düzeyinde katılım sağlanarak, 26 Şubat Cumartesi günü yeniden masaya oturulması kararı alındı. İkinci toplantı tarihini basından öğrendiklerini, çalışmanın ‘ittifak’ ile sınırlandırıldığını belirten Türkiye Komünist Partisi (TKP), ikinci toplantıya katılmama kararı aldı ve bunu HDP’ye iletti.

HDP öncülüğünde organize edilen ilk toplantıya Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Emek Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun temsilcileri katılmıştı. Yeni katılımların olabileceği ifade edilen ikinci toplantı öncesinde Meclis kürsüsünden konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Partimiz, demokrasi ittifakını büyütmek için hayata emekten ve demokrasiden bakan güçlerle bir araya gelmekte ve ittifakı büyütme yollarını aramaktadır” dedi.

İkinci buluşmaya sayılı günler kala toplantıya katılmayacaklarını HDP’ye bildiren Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Gazete Duvar’dan Serkan Alan’a konuştu.

İkinci toplantıya katılmamalarının temel nedenini anlatan Okuyan, şunları söyledi: “Toplantıların öncesinde basına ayrıntılı bilgi geçilmesi ilk toplantıda da gündeme gelmişti. Bu toplantılar ‘Üçüncü İttifak’ hedefiyle yapılmadı. İlk toplantıda da bu dile getirildi. Bunun bir ‘ittifak’ toplantısı olmadığı söylendi. Buna rağmen bu şekilde lanse edildi. Birileri böyle bir bilgiyi dışarıya geçiyorlar. Bu ikinci toplantıyı biz basından öğrendik. Detaylarını da öğrendik. Fotoğraf çektirilecek gibi detaylar yer alıyordu. Bu aşamadan sonra bizim artık bu algıyı değiştirme şansımız yok. Biz burada bir ittifakın parçası değiliz ve toplantıya gitmeyeceğiz.”

‘Bundan mutlu olmayan çok oluşum var’

İkinci toplantıya katılmama kararını HDP’ye bildirmelerinin ardından karşılaştıkları tepkileri anlatan Okuyan, HDP’nin bir tepkisinin olduğunu zannetmediğini vurguladı. Kemal Okuyan, “Böyle bir şeyi bence bekliyorlardı” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan rahatsızlık duyan bir tek TKP değil. Yani basına bu şekilde sızdırmaların olması, bir yönlendirme yapılması… Dikkat ettiyseniz ‘Üçüncü İttifak toplantısının ikincisi toplanıyor’ diye çok yaygın bir algı oldu. Bundan mutlu olmayan çok oluşum var. Zaten SOL Parti ilkine katılmadı, ikincisine de katılmayacak. Durum budur. Belki bir tepki olmuştur ama bize gelen bir tepki yoktur.”

‘Biz bu çabaların parçası olmayacağız’

İkinci toplantının tarihinden haberdar olmamaları, toplantının detaylarını basından öğrenmeleri gibi ‘sorunların’ kaynağı hakkında konuşan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “Sorunun kaynağı çok basit” diyerek şunları kaydetti:

“Kamuoyunda, buradan çok hızlı bir şekilde HDP’nin merkezinde durduğu üçüncü bir ittifakın çıkmasını isteyenler var. Bu doğrultuda çaba harcıyorlar. Biz bu çabaların parçası olmayacağız. Bu kadar net bir ayrım var. Eğer bu toplantı bir iletişimin ortaya çıkması, Türkiye’nin bir sürü gündemi var birlikte neler yapılabilir, bunlarla ilgili zemin nasıl yaratılabilir olsaydı ikinci toplantıya da katılırdık. Ama bunun ötesinde bir seçimi merkeze koyan ve HDP’nin de merkezinde olduğu bir ittifakın ortaya çıkması için lobi yapan bir kesim var. HDP’nin kendisi bunu pek istemediğini söylemesine rağmen. O yüzden ‘biz bunun parçası olmayacağız’ dedik.”

HDP öncülüğünde oluşturulan toplantıların sonraki aşamalarına katılmayacaklarını belirten Okuyan, “Bu saatten sonra orası herhalde bir ittifak görüşmesine dönüşecektir. Yolları açık olsun, herkes kendi çizgisinde devam edecektir” dedi.

Okuyan açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bizim tavrımızda değişen gizli saklı bir şey yok. Biz yıllardır söylediğimiz her şeyi söylemeye devam ediyoruz. Herkes ilk toplantıya gittiğimizde şaşırmıştı. Niye gitmeyelim? Biz doğru bulduğumuz ya da sonuç almaya çalışacağımız her zeminde bulunmaya çalışırız. Ama oraya giderken de, toplantıda da, toplantıdan sonra da söyledik. Buradan çıkartılmaya çalışılan ittifakı biz kendi açımızdan uygun bulmuyoruz. Zaten HDP de ‘burayla ittifakımızı sınırlı tutamayız’ diyor. ‘Solla sınırlı bir ittifak olmaz, başkaları da olsun diyorlar. Biz bu konuya ilişkin bir iki güne açıklama yapacağız. “

“TKP’nin kendi gündemi var”

Daha önce ilan ettikleri çizgide çalışmalarını sürdürdüklerini ifade eden Okuyan, “TKP’nin kendi gündemi var. Hem hayat pahalılığı, elektrik faturaları, NATO gibi gelişmelerde elimizden geldiğince yolumuza devam ediyoruz. Bir yandan da sol bir güç odağının, altını çiziyorum ‘üçüncü bir ittifak’ falan değil, devrimci ilkeleri olan bir odağın açığa çıkması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.

Paylaşın