Ekonomi Profesörü Acemoğlu: Türkiye Çöküşün Eşiğinde

Türkiye ekonomisinin gidişatını ve güncel gelişmeleri değerlendiren Daron Acemoğlu, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığını ve ülkedeki parlak gençlerin yurtdışına gitmeye başladığını vurgulayarak, “Az insan giderse problem yok ama sayı bu kadar çok olunca bu bir çöküşe yol açar ve Türkiye bunun eşiğinde” dedi.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) öğretim üyesi, ekonomi profesörü Daron Acemoğlu, Cumhuriyet’ten Özlem Yüzak‘a Türkiye ekonomisinin gidişatını ve güncel gelişmeleri değerlendirdi.

Türkiye’de asgari ücret pazarlıkları sürüyor. Ülkenin yarısının asgari ücretli olduğu ve orta sınıfın neredeyse yok olduğu gerçeğinden yola çıkarsak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Tabii ki garip bir durum. İki problem var birincisi asgari ücret gelir dağılımına göre çok yüksek. Bu yüzden yüzde 50 asgari ücretle çalışıyor ama aynı zamanda asgari ücrete reel olarak bakarsanız yine de çok yüksek değil, fakirliğin azıcık üzerine çıkabilir. İstanbul, Ankara gibi kentlerde o bile olamaz. Bu niye? Çünkü Türkiye’deki sanayi sistemi bozuk; verimli değil, üretkenliği düşük. Şirketler yeterince üretmiyor çünkü verimli çalışmıyorlar. Neden üretmiyorlar? Çünkü kurumlar bozuk, çünkü teknolojiyi doğru kullanmıyorlar; çünkü teknolojiye yeterince yatırım yapmıyorlar; insan kaynakları iyi değil çünkü yine kurumlar bozuk, eğitim sistemi bozuk… Yani tamamen sistem problemi var ve bu sistemden asgari ücretle çıkmak mümkün değil. Asgari ücret çözüm değil!

Türkiye krizden çıkmak için Bakan Mehmet Şimşek yönetiminde bir program yürütüyor; enflasyonla mücadele ediliyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz gidişatı?

Ben önemli bir gelişme görmüyorum açıkcası. Herkes gibi ben de umutlu olmak istiyorum ama hâlâ çok büyük bir umut yok içimde. Zaten enflasyon bu düzeye çıktıktan sonra indirmek çok zor ama bir tek enflasyonu düşürüp Türkiye ekonomisin düzelteceğiz diye bir şey de yok. Çok daha derin problemleri var Türkiye’nin… Az önce de bahsettiğim gibi sistem problemi. Türkiye’nin gelişmek için artık önünde çok ufak bir pencere kaldı ama bunları kaçıracağız gibi duruyor. Şu anda bir tek faizleri artırıp yurtdışından bir iki bankadan kaynak getirip bu yapılmaz.

Türkiye teknolojiyi doğru kullanmıyor, bir kere yatırımda çok geride; ağırlıklı yatırımlar inşaat sektörüne gidiyor ama daha kötüsü kalifeye eleman yok. Lise altı eğitimi olanlar teknolojiyi kullanmakta zorlanıyorlar. İş yine doğru seçime geliyor. Doğru teknoloji olsa onlar da kullanır; bahçıvanın, işçinin, elektrikçinin kullanacağı teknolojiler de var. Ayrıca politik nedenlerden dolayı özgürlüğün kısıtlanması nedeniyle Türkiye’nin geleceği artık iyice karanlık görüldüğü için en parlak gençler yurtdışına gitmeye başladı. Az insan giderse problem yok ama sayı bu kadar çok olunca bir çöküşe yol açar ve Türkiye bunun eşiğinde…

Kılıçdaroğlu döneminde ekonomi politikaları alanında CHP’nin A takımındaydınız. CHP’ye destek vermeye devam edecek misiniz?

Şu anda biraz politikanın dışında kalmak istiyorum.

Teknoloji bir zaman umut demekti. Tarih boyunca teknoloji ve ilerleme el ele yürüyen iki kavram olarak görüldü. Teknoloji çoğu zaman gücü elinde bulunduranlar tarafından yönlendirildi ancak ilerlemenin topluma olumlu etkileri daima çok sonra ve büyük mücadelelerin ardından gerçekleşti. Günümüzde dijital teknolojilerin ve yapay zekânın olağanüstü hızla geliştiği bu dönemde ilerlemeler yine bir küçük grubu zenginleştirirken sınıfsal eşitsizlikleri çok daha derinleştirdi. Kitap aslında bir anlamda eşitsizliğin de tarihi, sömürülenin insan haklarını elde etmek için verdiği büyük mücadelenin de tarihi.

Günümüz teknolojilerinin gelir eşitsizliğini çok daha fazla artırdığını söylüyorsunuz. Neler yapılabilir? Buna bir de yapay zekâ eklendi. Yapay zekâ sizi korkutuyor mu?

Hem umutlandırıyor hem korkutuyor. Eğer doğru kullanırsak insan yeteneklerini ve işlerini artırma kapasitesi çok yüksek ama aynı zamanda şu andaki yönünün çok yalnış olduğunu düşünüyorum. Bilgi tekelleşmesi, ekonominin birkaç şirketin etkisi altına girmesi, demokrasiyi zayıflatması ve otomasyon süreci ile eşitsizliği artırıp ücretleri düşük tutan bir süreç olduğunu gördüğümüz için bu yönünün değişmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz.

İnternet ve dijital teknolojiler başta demokrasiyi güçlendireceği umudu yaratmıştı şimdi ise bir denetim aracı, özellikle otoriter rejimlerin elinde güçlü bir mekanizma…

Evet insanlar en başta bu teknolojileri, demokratikleştirici büyük şirketlerin gücünü kıracak, bilgi ve üretim sürecini değiştirecek teknolojiler olarak gördü. Ama sonunda bunların hiçbiri ortaya çıkmadı. Niye? Bu insanlar hayal mi görüyorlardı? Hayır ben öyle düşünmüyorum. Onlar devletlerin ve şirketlerin etkilerinin ne kadar yüksek olduğunu görmediler. Güzel örneklerini Filipinler’de, Mısır’da ve Rusya’da gördük ama sonra otoriter devletler buna el attılar, güzel yönlerini bastırdılar. Örneğin Çin düşünce özgürlüğünü kısıtlıyor bunu artık herkes kabul ediyor ama şu görülmüyor: Aynı teknolojiyi Amazon ya da Google kontrol ederse aynı şekilde, aynı tekelleşme ile, bu peki iyi mi? Bunu ekonomik politik ve sosyal sonuçları var. Hepsi sorunlu. İnsanların düşünce şekillerini değiştiriyorlar. Bunları tartışmak istiyoruz.

Petrol şirketlerinin yerini teknoloji şirketleri aldı diyebilir miyiz?

Kesinlikle, finans şirketlerini, tekellerin siyaset üzerindeki büyük güçlerini görünce ben de dahil olmak üzere teknoloji şirketlerine yöneldik. Lobi faaliyetleri çok daha azdı; o zaman görmediğimiz şuydu: Teknolojiyi kontrol etmek finansı kontrol etmekten çok daha güç. Bu şirketler daha da büyüyüp teknolojiyi yaşamın her yerine yerleştirince iş çığırından çıkmaya başladı. Ve ne yazık ki hâlâ teknoloji birçok insanın gözünde masum.

Otoriter rejimler teknolojiyi kullanıyor, bunu yaparken kutuplaşmayı nasıl artırıyor?

Otoriter rejimlerin en büyük problemi kendi haklarında olan bilgileri kısıtlamaktı. Sonra daha aktif şekilde kullanmaya başladılar. İran, Rusya ve Çin hepsinde milliyetçilik çok arttı.

Bunun içine Türkiye’yi koyamaz mısınız?

Koyarım ama Türkiye’de şu farklı: Hükümet diğer ülke örneklerinde olduğu kadar sıkı kontrol edemiyor. Sosyal medya hükümetin kontrolünde değil. Bunu bir ara denediler ama olmadı. Türkiye’yi anlamak için daha iyi analoji Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Çünkü ABD’de de sosyal medya acayip kutuplaştırıcı bir araç olarak gelişti. Çünkü devlet kontrol etmiyor ve sosyal medyanın mantığı bu kutuplaşmayı körüklüyor. Aynı fikirde olan insanlar bir araya geliyorlar sosyal medya siteleri de kişisel bilgileri kullanıp manipülatif reklamlar göndermek istiyorlar. Bunu yapabilme için de insanların o sosyal medya platformlarında çok zaman geçirmeleri gerek. Bu yüzden insanların duygularını sömüren onları kızdıran mesajlar gönderiyorlar.

Peki teknolojinin doğru kullanılabileceğine inanıyor musunuz?

Ben hâlâ bu teknolojileri doğru kullanıp demokratik söylemin daha kuvvetlendirilebileceğine inanıyorum.

Güzel örnekleri var: Tayvan mesela. Dijital teknolojileri covid sürecinde çok iyi kullandı hem de şeffaflığı artıran demokrasiyi artıran, sivil toplumun devleti denetlemesini sağlayan platformlar kurdular.

Böyle şeyler yapmak mümkün. Niye yapılmıyor? Çünkü özel sektör bununla ilgilenmiyor. Para yapmak bir amaç aynı zamanda bilgi tekeli olmak da bir amaç. Bu yapı uymuyor. Siyasi sistemler de bunlara açık değil. Yapay zekâyı nasıl kullanacağınıza bağlı. Bir şekilde kullanırsanız manipülasyonu da otomasyonu da tamamen artırabilir. Başka türlü kullanırsanız demokratikleşmeyi ya da insan yeteneklerini artırabilir. Bu seçimleri anlamamız lazım.

Yeni medya umut ışığı olabilir mi?

Bağımsız kanalların artması önemli. 2000’lerdeki teknoloji buna yeterince yol vermiyordu. Ama yeni yeni bu açılmaya başlıyor; gazete dışında bağımsız gazetecilik gelişiyor.

Yeni bir demokrasi alternatif olabilir

Kapitalizm çatırdıyor mu? Teknoloji bunu hızlandırdı mı? Sosyal demokrasi alternatif üretebilir mi?

Mısır, Arjantin, Türkiye, İsveç, ABD bunların hepsi kapitalist ama bir yandan da aralarında o kadar büyük fark var ki. Bu yüzden ben, “Nasıl doğru bir piyasa ekonomisi oluşturulmalı”, “Ne tür teknoloji rotası istiyoruz” bu soruları sormanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Bu açıdan Amerikan türü bir piyasa ekonomisinin çıkmaza girdiğini görüyorum. Ama İsveç, Norveç, Danimarka türü bir sosyal demokrasinin de zorluklar çektiğini görüyorum ve bu açıdan sizin sorunuz “Yeni bir sosyal demokrasi alternatif olabilir mi” ise buna yanıtım kesinlikle evet.

Sosyal demokrasi kendi yolunu kaybetti. Şu anda Amerika’da da Avrupa’da da bakarsanız sol partiler tamamen eğitimi yüksek bir elitin partileri haline gelmiş durumdalar. Bunların işçilerden aldığı oy oranı düşüyor, sürekli üniversitelinin oy oranı artıyor. Bu çok daha değişik bir sol ve bu sol, işçilerin tüm problemlerini kendi içine alıp çözüm üretecek politikalar ortaya atamıyor. O yüzden solun da gerçekten yeniden yapılanması gerektiğini düşünüyorum.”

Paylaşın

Ekonomist Daron Acemoğlu: Türkiye Ekonomisi Çok Kritik Bir Eşikte

Dünyaca ünlü ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Türkiye ekonomisinin “çok kritik” bir eşikte bulunduğuna dikkat çekerek “Durum bence hiç iyi değil” ifadelerini kullandı.

Türk ekonomisi için aslında parlak bir gelecek fırsatı bulunduğunu, ancak bunun için kapsamlı politika değişikliğine gidilmesi gerektiğini söyleyen Acemoğlu, “Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu yapmakla ilgilendiğinden ya da yapsa bile tam anlamıyla inandırıcı olacağından çok da emin değilim” dedi.

Mehmet Şimşek’in Türkiye ekonomisinde önemli bir rol üstlenmesinin çok iyi olacağını, ancak bunun tek başına yeterli olamayacağını vurgulayan Acemoğlu, “Erdoğan hâlâ arka planda ekonomiyle ilgili politikaları belirlerse, tabii ki o zaman sanki Mehmet Şimşek daha çok vitrinde duruyormuş gibi bir durum olur” dedi.

“Türk demokrasisinin ayakta kalacağı konusunda hâlâ umutluyum” diyen Acemoğlu, Erdoğan’ın inşa ettiği ve “emperyal başkanlık” olarak nitelendirdiği rejimin, Türkiye’de yol açtığı dönüşüme ilişkin de dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Deutsche Welle (DW) Türkçe’nin sorularını yanıtladı. Acemoğlu’nun yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidardaki ilk on yılına istikrarlı ekonomik büyüme damgasını vurdu. Hatta bu süreçte bir reformcu olarak nitelendirildi, övgü topladı. Bugün ise enflasyonun felç ettiği bir ekonomiyi yönetiyor ve oldukça otoriter bir lider imajına sahip. Nasıl bu noktaya gelindi?

Daron Acemoğlu: Bu çok çetrefil bir soru. Erdoğan iktidara ilk geldiğinde zayıf bir konumdaydı, Türkiye’de 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan ağır mali kriz nedeniyle zaten uygulanmış olan reformları devralmıştı ve bunları tamamıyla ortadan kaldırarak yerine yeni bir şey koyacak durumda da değildi. Ve o dönem zaten Türk ekonomisinde ve kurumlarında çok sağlıklı ve yüksek verimlilik performansına sahip bir iyileşme dönemiydi. Ama bu çok sürmedi, 10 yıl değil, belki 5 beş yıl kadar, kısa bir dönemdi.

Ama bence asıl yabancı basının Erdoğan sevdası daha uzun sürdü. Hatta bu sevda, Erdoğan iktidar üzerindeki kontrolünü iyiden iyiye artırdığında, partisi, Türk devleti ve ekonomi bürokrasisinde denetim sistemini inşa ettiğinde de sürdü, çünkü yabancı basın Müslüman bir demokrasi için rol model arayışındaydı. Ama artık günümüzde bu sürecin son aşamasındayız. Artık daha otoriter bir şahsiyet olarak ortaya çıkmış durumda. Özellikle medya, kısıtlamalar ve tehditler nedeniyle tamamen çöktü, artık yürütmeyi denetleme imkanı çok sınırlı. İcracı cumhurbaşkanlığını inşa etti, ya da buna aşırı miktarda gücü başkanın elinde toplayan emperyal başkanlık da, diyebiliriz.

Muhalefet hâlâ bölünmüş ve etkisiz kalıyor, bu kısmen de Erdoğan’ın sebep olduğu, adil olmayan oyun alanından kaynaklanıyor. Ama benim için yine de sürpriz oldu. Çünkü ekonomi çok kötü durumda, yıkıcı deprem gerçekten yüzyılda bir görülen bir olaydı ve çok iyi yönetilmedi, depremden belirli bölgelerin çok ağır şekilde etkilenmesinde yolsuzluk çok etkiliydi, bütün bunlara rağmen seçimleri bu kadar kolay kazanabilmiş olması benim için açıkçası sürpriz oldu. Bugüne kadar kazanması en zor seçimi yine bir şekilde kolayca kazandı.

Seçimlerden sonra yaptığınız sosyal medya paylaşımlarında, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili endişelerinizi paylaştınız. Bu endişelerinizi biraz açar mısınız?

Ben aslında çok, çok, çok karamsar değilim. Yani Türkiye’de, insan hakları ve demokrasi zaten geriye gitti. Bu, son 10 sene içinde yaşadığımız bir süreç. Demokrasi zayıfladı, yargı kurumları bağımsızlıklarını neredeyse tamamen kaybettiler ve basın çok büyük baskı altında. Neredeyse tüm televizyon ve gazeteler artık özgür bir şekilde haber ya da yorum yapamıyorlar… Bundan sonra ne olacak? Bu biraz parlamentoya bağlı olacak, biraz da başka konjonktürel olaylara bağlı olacak.

Demokrasinin bundan sonra daha da zayıflaması tabii ki mümkün, çünkü şu anki başkanlık sistemi gücü bir kişinin elinde çok yoğunlaştırıyor. Ama hâlâ Türkiye’deki demokratik sürecin tamamen çökmemesi, parlamento içinde de olsa muhalefet bir şekilde devam edebilsin diye umutlu olmaya çalışıyorum. Bundan sonraki seçimde bakalım ne olacak? Örneğin yerel seçimlerde demokrasinin nasıl çalıştığını göreceğiz.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu en önemli sınamalar sizce ne?

Şu anda Türkiye’nin iki büyük tehditle karşı karşıya bulunduğunu söylemek mümkün. Birincisi demokrasi ile ilgili bunu biraz önce konuştuk, ikincisi ekonomi. Ekonominin durumu bence hiç iyi değil. Ve kimin seçimi kazandığından bağımsız olarak bu zaten problem olacaktı. Yani Erdoğan seçildi ekonomi daha kötü diyebilir miyiz? Belki… Ama muhalefet gelseydi de ekonominin durumu bir anda iyileşmeyecekti ve hatta bence muhalefet de ekonominin bu baskısı altında, çok zor zamanlardan geçecekti. Şu anda Türkiye ekonomisinin hem yapısal sorunları hem de daha orta vadeli sorunları var. Ve ikisi de çok ciddi.

Bunları biraz açar mısınız?

Yapısal olarak Türkiye ekonomisi kurumsal bozukluklardan ötürü, bir açıdan da demokrasinin zayıflığından ötürü, üretkenliğini arttıramıyor, verimliliğini arttıramıyor, teknolojiyi güzel kullanamıyor. Ve bu, son 15 sene içinde artık çok net olarak görebildiğimiz bir şey. Ekonominin yeni sektörlere geçmesi, yatırım yapması, bunların hepsi çok yavaşladı. Aynı zamanda orta vadeli problemler de var…

Bunlar neler?

Bunlar cari açıkla ilgili, enflasyonla da ilgili ama daha da derin olarak şirketlerin ve bankaların bilançolarının zayıflığı ile ilgili. Bu nedenden dolayı Türkiye’nin çok daha derin reformlara ihtiyacı var, yeni kaynaklara ihtiyacı var. Problemler ciddi gibime geliyor, özellikle Türkiye yeterince ihracat yapamadığı ve yeterince dışarıdan yatırım alamadığı için sürekli Merkez Bankası’nın rezervlerini kullanmak zorunda kaldı. Bu rezervler bayağı azaldı. Aynı zamanda hükümet sürekli daha fazla harcamada bulunmaya başladı ve bu da bütçe dengesizliğini yarattı.

Bunların hepsi gelecek 6 ay içinde bence daha da baş ağrısı yaratacak şeyler ve ciddi reformlara, ciddi yeni kaynaklara ihtiyaç var ve bunların nereden geleceği belli değil… Erdoğan hükümetinin büyük bir reform paketini uygulayacağına inanmıyorum, belki yanılıyorum ama hani büyük bir değişim yapacaklar gibime gelmiyor ve böylece bu problemler devam edecek ve bu Türkiye’nin potansiyelinin altında büyümesi, yüksek genç nüfusunun potansiyelini gerçekleştirmemesi anlamına geliyor. Bu da bence çok maliyetli bir şey zaten…

Erdoğan Türk ekonomisini eski Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek ile kurtarmak istiyor. Sizce Mehmet Şimşek Türk ekonomisini kurtarabilir mi?

Birincisi, sayın Mehmet Şimşek çok yetenekli, bilgili, deneyimli bir kişi. Onun Türkiye ekonomisinde önemli bir rol oynaması tabii ki Türkiye için çok iyi olur. Ama eğer Mehmet Şimşek gelir ama Erdoğan hâlâ arka planda ekonomiyle ilgili politikaları belirlerse, tabii ki o zaman sanki Mehmet Şimşek daha çok vitrinde duruyormuş gibi bir durum olur.

Eğer Mehmet Şimşek’e gerçekten yetki verilir ve onun ekonomiyi değiştirmesine izin verilirse, o zaman da soru şu: Ne kadar yetki verilecek? Neler yapabilir, örneğin IMF’ye gidebilir mi? Yoksa başka yerden kaynak bulabilir mi? Bir diğer soru da yabancı sermayenin buna inanıp inanmayacağı. Tüm bunlar, tabii ki yanıtlarını bilemeyeceğimiz sorular. Şu anda Mehmet Şimşek ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki diyalogları ben bilmiyorum tabii ki ama yani Türkiye için şu anda kritik bir durumdayız.

Mehmet Şimşek gibi onun grubunda olan, onunla beraber çalışan yetenekli bilgili insanların katkıda bulunması Türkiye ekonomisi için iyi olur ama bunun tek başına Türkiye’yi, Türkiye ekonomisini birdenbire daha sağlıklı bir çizgiye getireceğine inanmıyorum, çok daha fazla şeylere ihtiyacımız var.

Yabancı yatırımcılar Türk ekonomisine güvenlerini kaybetti, Türkiye’den ayrıldı. Erdoğan’ın yeniden güveni tesis edebilmesi, gidişatı tersine çevirmesi için ne gerekli?

Bence yabancı yatırımcılar Erdoğan konusunda nispeten affedici ve iyimserdi. Ayrıca Avrupa ve ABD’deki uluslararası faiz oranları çok düşüktü, bu nedenle Türkiye’deki daha yüksek getirilere gitmek için bir nedenleri vardı. Bu durum değişti, dolayısıyla uluslararası yatırımcılar artık çok daha seçici ve onları Türkiye’ye geri dönmeye ikna etmek daha da zor olacak.

Bu imkansız değil, Türk ekonomisinin hâlâ güçlü temelleri var, ülkenin muazzam bir konumu var, çok iyi eğitimli insanları var. Dolayısıyla Türk ekonomisi için parlak bir gelecek var ancak bunun gerçekleşmesi için çok farklı bir politika ortamının yaratılması, çok farklı bir kurumsal ortamın oluşturulması gerekiyor. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu yapmakla ilgilendiğinden ya da yapsa bile tam anlamıyla inandırıcı olacağından çok da emin değilim.

Öte yandan Türkiye, Rusya ile turizm gibi alanlarda ekonomik işbirliğini artırdı. Erdoğan, Putin ile birlikte Akkuyu nükleer santralinin açılışını yaptılar. Erdoğan, Rus enerjisine olan bağımlılığını artırmak için bilinçli bir tercih yapmış gibi görünüyor. Rus enerjisine olan bu artan bağımlılık sizce Türkiye’nin stratejik yönelimi hakkında ne anlama geliyor?

Erdoğan son 10 yılda, artan oranda otoriterleştikçe, Batı’dan uzaklaşmaya başladı. Bunun nedeni kısmen Batı basınından gelen eleştiriler ve kısmen de onun manevra alanını kısıtlayan, yabancı hükümetlerden gelen baskılar. Dolayısıyla ilkesel olarak Batı’ya, NATO’ya bağlı hissetmiyor. Ve ekonomik olarak gittikçe köşeye sıkıştıkça, içeride Batı karşıtı milliyetçi duyguları körüklüyor. Şu anda hem Batı, hem Rusya ile transaksiyonel, al-ver ilişkisi var. Erdoğan’ın Rusya’nın müttefiki olma taahhüdü yok.

Bazen Rusya’nın çıkarlarına karşı tutum sergiliyor, hatta Ukrayna-Rusya savaşında bile her iki tarafı da ustalıkla idare ettiğini görüyoruz. Bence tüm bunlar, jeopolitik bağlamda görülmeli, Erdoğan her iki güç merkeziyle ilişkilerini, transaksiyonel bir yaklaşımla idare edebileceğini düşünüyor. Ve onun ciddi bir kaynak ihtiyacı var. Bu nedenle Rus enerjisi, Rus turizmi ve Rusya ile daha yakın ilişkiler ona muazzam fırsatlar sağlıyor. Çünkü Batılı yabancı yatırımcılar, artık daha seçici ve daha az istekli.

Dolayısıyla Rusya’nın parası ve bazen Körfez ülkelerinin parası onun ihtiyaçlarını karşıladı. Bence Erdoğan bu transaksiyonel yaklaşımını sürdürecek. Putin’in müttefiki olacağını sanmıyorum. Hem Rusya hem de Ukrayna ile çalışmaya devam edecek, çünkü bunun kendisinin ve Türkiye’nin çıkarına olduğunu düşünüyor. Ama aynı zamanda, yine bunun kendi çıkarına olacağını düşünmesi halinde, ABD ile de yakınlaşma olacağı ihtimalini de dışlamıyorum.

Erdoğan’ın Türkiye’nin küresel sahnedeki rolünü hem ekonomik hem de jeopolitik olarak ne ölçüde geri dönülmez bir şekilde değiştirdiğini düşünüyorsunuz?

Bu harika bir soru ve ben bu sorunun yanıtını bilmiyorum. Türk kurumlarını temelden dönüştürdü, demokrasiyi zayıflattı ama aynı zamanda daha önceki, daha laik rejimler altında, seslerini duyuramadıklarını düşünen daha taşralı, dindar, muhafazakâr ve daha az eğitimli bazı toplum kesimlerini güçlendirdi. Ülkedeki siyasi dinamikleri değiştirdi, zaten Türkiye’de askeri diktatörlükler ve laik hükümetler dönemlerinde de çok zayıf olan medya özgürlüğünün daha da kısıtlanmasına yol açtı.

Türkiye’deki güvenlik kurumlarında değişime yol açtı. Son 15 yılda yaratılan büyük zaafiyetler var ama ben hâlâ Türk demokrasisinin ayakta kalacağı konusunda umutluyum. Önümüzdeki beş yılın ne anlama geleceğini hepimiz göreceğiz. Türkiye’nin uluslararası alanda oynayacağı rol ise elbette demokratik yapısıyla bağlantı. Bu aynı zamanda, aslında Erdoğan’ın kendisinin cesurca başlattığı ancak sona ermesinin ardından takındığı daha milliyetçi duruşla da ilgili.

Türkiye son 10 yılda daha milliyetçi bir ülke oldu ve bu dış politikasını da etkileyecektir. Türkiye’de milliyetçilik duygusu ve yabancı güçlere, özellikle de Batı’ya karşı duyulan şüphe endemik hale geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesinde bununda  etkili olduğunu gördük. Tüm bunlar Türk dış politikasını ve Türkiye’nin bölgedeki rolünü etkileyecektir. Ne ölçüde geri dönülmez sonuçlar doğuracağını ise bekleyip göreceğiz.

Paylaşın

Prof. Dr. Daron Acemoğlu: Türkiye’nin Bir Teknolojik Atılım Yapması Lazım

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşmasında” konuşan Prof. Dr. Daron Acemoğlu, “Türkiye’nin bir teknolojik atılım yapması lazım. Bunun için meslektaşlarımın da vurguladığı üzere AR-GE’ye yatırım gerekiyor, bilime yatırım gerekiyor. Eğitimin iyileştirilmesi gerekiyor. Bu tamamen bir teknoloji stratejisi gerektiriyor.” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bunların hiçbiri doğru kurumsal yapılar olmada, demokrasi olmadan olmaz. Türkiye’nin tarihi boyunca problemi şu ki, devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor ve toplum güçsüz olduğu için devletin kurumları daha iyileşmiyor. Bunun için demokrasi Türkiye için çok önemli. Türkiye’nin demokrasiyi ve sağlıklı bir ekonomiyi aynı anda kurması lazım. Buradaki iyi haber şu, bu çok mümkün ve az çok ne yapmamızın çok açık bir şekilde görüldüğü, bilimsel olarak da çok açık.”

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşmasında”, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. Prof. Dr. Daron Acemoğlu grafiklerle yaptığı konuşmada; şunları söyledi:

“Sağlıklı bir Türkiye ekonomisi kurma konusunda konuşmak istiyorum. Türkiye’nin büyüme dinamikleri az çok biliniyor. 1980’lerin sonunda ve 1990’larda potansiyelin çok altında büyüdükten sonra Türkiye 2011- 2006 yılları arasında Gayrisafi millî hasıla (GSMH) büyüme hızını yüzde 6’lara kadar çıkarttı ama ondan sonra daha istikrarsız bir büyüme görüyoruz. Potansiyelinin altında ama büyüme oranlarından daha da önemlisi büyümenin kalitesi. Büyüme kalitesinin birçok yönü var ama ana problem Türkiye’de verimlilik.

Büyümenin verimliliği artırmaması. Buna birçok değişik açıdan bakmak mümkün ama ekonomistlerin en çok kullandığı kavramlardan bir tanesi ‘toplu faktör verimliliği’ ve ‘toplam faktör verimliliğinin büyümesi.’ Bu büyümenin ne kadarının yeni teknolojilerden, kaynakların ne kadar doğru dağılmasından, yeteneklerin, üretkenliğin artırılmasından geldiğini gösteriyor. Toplam faktör büyümesini ne kadar artırırsanız ekonominin potansiyelini de o kadar arttırmış oluyorsunuz.

“Türkiye’de verimlilik artışı yok”

(Ana Problem: Düşük Kaliteli Büyüme ve Verimlilik Problemi’ başlıklı grafikten bahsediliyor) Bu figür de size Türkiye’nin büyümesinin nereden geldiğini gösteriyor, iş gücünün büyümesinden mi ya da fiziksel kapitalin büyümesinden mi yoksa toplam faktör büyümesinden mi… Buradan mavi ile gördüğünüz şey toplam faktörün büyümesi ama daha basiti değişik dönemlerde ortalamasını gösteriyor. Sarı ile gördüğünüz çizgi 1990’larda sıfır büyüme olduğunu gösteriyor toplam faktör verimliliğinde. Yani üretkenlikte ve verimlilikte hiçbir gelişme yok, zaten bu problemin büyük bir parçası. 2001-2006 yılları arasında başka bir tablo çıkıyor karşımıza.

Enflasyon kontrol altına alındığı zaman, mali politikalar doğru bir çerçeveye doğru adım attıkları zaman, yolsuzluğa karşı ufak birkaç adım atıldığı zaman ve başka reformlarla beraber Türkiye ekonomisinin potansiyeli artıyor ve büyüme daha kaliteli bir hale geliyor. Yüzde 5 oranında ortalama toplam faktör verimliliği büyümesi var. Bu, Türkiye ekonomisinin aslında ne kadar önü açık bunun bir göstergesi. Ama ne yazık ki 2006’dan sonra yolsuzluk artıyor, reformlar tam tersine gidince bir görüyoruz ki ortalama yüzde sıfır hatta negatif. Yani, Türkiye’de verimlilik artışı yok.

Toplam faktör verimliliği biraz soyut bir kavram. Daha somut olarak bakmak mümkün, örneğin; Türkiye ne ihraç ediyor diye bakabiliriz. Örneğin, 1990’ların ortasında Türkiye ne ihraç ediyor diye baktığımızda bunun çoğu tarımsal ürünler ve düşük kaliteli ürünler. Örneğin, tekstil… Ama burada bir iyileşme görüyoruz. 1990’lardan 2006 senesine kadar. Orta kaliteli, orta teknolojisi olan ürünlerin payı gayet hızlı bir şekilde artıyor. Örneğin, beyaz eşyalar.

En yüksek teknolojilerde o kadar büyük bir ilerleme yok ama yine de ihracatın teknoloji katkısı giderek artıyor. Ne yazık ki 2006-2007 senesinden sonra burada bir duruluş var. Daha sonra hiçbir ilerleme yok. Türkiye yine düşük kaliteli büyümeye geri dönüyor. Eğer bunu daha da açık görmek istiyorsanız başka orta gelirli ülkelerle kıyaslayabiliriz. Malezya, Meksika, Çin gibi ülkeler Türkiye’den çok daha ilerdeler. Daha fazla teknoloji içeren ürün ihraç ediyorlar ve giderek artıyor.

“Türkiye’den gelen öğrencilerin uluslararası sınavlarda aldığı notlar çok düşük”

Türkiye’de bir durgunluk var. Bu, düşük kaliteli verimsiz büyümenin en önemli unsurlardan bir tanesi de Türkiye’nin kaynaklarını doğru kullanmamamız. Bu kaynakların içindeki en önemlilerinden bir tanesi insan kaynakları… Eğitim düzeyi ve eğitim kalitesi çok kötü bir durumda. Buna da birkaç açıdan bakabiliriz. Örneğin, Türkiye’den gelen öğrencilerin uluslararası sınavlarda aldığı notlar çok düşük ya da Türkiye’deki öğrencilerin üniversiteye gitme ya da liseden mezun olma oranları Avrupa’dan hatta Güney Amerika’ya oranla çok düşük. Türkiye en yüksek lise mezunu olmayan oranında şu anda.

Teknolojiye yatırım yapmamak, verimsiz büyüme, insan kaynaklarını doğru kullanmama bunun net bir sonucu var. Düşük verimli istihdam, düşük ücret düzeyi, yoksulluk ve eğer bu yoksulluk problemini çözmek istiyorsak verimliliği artırmak lazım ama aslında Türkiye’deki problem bundan da daha derin. Çünkü, olan gelirde çok eşitsiz bir şekilde dağılıyor. Türkiye’deki eşitsizlik problemine de çok açıdan bakmak mümkün.

Size ekonomistlerin çok kullandığı ‘GİNİ Katsayısı’ verisini gösteriyorum, 2000’lerin başında Türkiye’nin GİNİ katsayısı yüzde 42. Bu da Türkiye’yi Avrupa’dan çok daha eşitsiz bir duruma getiriyor. Güney Amerika’nın en eşitsiz ülkelerinden Brezilya ile aynı düzeye koyuyor. Yüksek kaliteli büyüme aynı zamanda istihdam ücretlerini artıran bir büyüme. Bu olduğu zaman GİNİ katsayısında bir azalma görüyoruz ama ne yazık ki 2006-2007 senesinden sonra eşitsizlik yine artmaya başlıyor ve eski Güney Amerika düzeylerine geliyor.

(Türkiye’de Eşitsizlik grafiğine ilişkin) Milli gelir kime gidiyor diye bakabilirsiniz. Burada, yeşil ile gördüğünüz milli gelirin en zengine yüzde 1’e giden payı çok yüksekle artmaya devam ediyor. Onun yanında en aşağıdaki yüzde 50’ye giden payına da bakarsanız yüzde 15’in altında ve düşmeye devam ediyor. Gelir dağılımı gerçekten çok hüzün verici. Peki, bu kadar problemin içinde Türkiye nasıl büyüdü? Bunun da birçok nedeni var ama bu nedenler içinde en önemli unsurlardan bir tanesi kredi.

Türkiye çok büyük bir kredi patlamasından geçti. 2000’lerin başında Türkiye’deki kredi toplam kredi, gayrisafi millî hasılaya (GSMH) oranla yüzde 10 gibiydi. Çok hızlı bir büyüme ile bu yüzde 80’e yaklaşmış durumda. Bu kredi patlaması, büyümenin en büyük motoru oldu Türkiye’de. Türkiye sadece iç borçlanmada değil, dışarıdan da çok borç aldı. Dış borçlanma çok arttı son 20 yıl içinde. Dışarıdan kaynak almasından bir problem yok. Eğer bu kaynaklar; yatırıma, AR-GE’ye, teknolojiye, insani kaynaklara, eğitime bilime gidiyorsa bu ülkenin gelecek potansiyelini artırır ama Türkiye’de ne yazık ki olan bu değildi.

Türkiye’de büyüme nasıl geldi diye bakarsanız, örneğin sermaye nereye gidiyor, nerede kapital var, nerede yatırım diye bakarsınız. Buna baktığınız zaman Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde görülemeyecek bir tablo ortaya çıkıyor. İnşaat sektörü sermayeye olan yatırımın yarısı. Makineye, teçhizata, teknolojiye olan yatırım bunun altında ama inşaat ne yazık ki teknolojik bir ilerleme getirmiyor, yolsuzluk getiriyor. Ücretleri artırıyor. Tabii bu çarpıtılmış sistemin tabanı kurumları düşünmeden anlamak mümkün değil. Türkiye’nin tarihindeki problemler kurumsal problemler. Örneğin iktisadi kurumlara bakarsanız, yani yatırımcıların baktığı kurumlara bakarsanız her zaman problemi açık bir yer.

Yolsuzluğu denetleme, yargı, genel denetlemenin kalitesine, hukuk üstünlüğüne bakabilirsiniz. Bunların hepsinin dutumu uluslararası göreceli olarak iyi değil. 2001’den sonra yüksek kaliteli dediğim büyüme sırasında ufak bir iyileşme oluyor. Yolsuzluk daha iyi kontrol altına alınıyor, yargı kurumları biraz daha iyileşiyor, iş piyasasındaki kurumlar biraz daha iyileşiyor. Bu ufacık iyileşme ile verimlilik artıyor. Ne yazık ki 2006-2007’den sonra kurumlarda bir çökme var. Çok daha geri gidiyor, yolsuzluk tamamen kontrol altında, yargı bağımsızlığını kaybediyor, denetleme kalmamış durumda.

“Türkiye’nin problemi siyasi politikalar ile ekonomi ile iç içe”

Ekonomik kurumları siyasi kurumları düşünmeden anlamamız mümkün değil. Türkiye’nin problemi herkesin takdir ettiği üzere, siyasetle, siyasi politikalar ile, siyasi ekonomi ile iç içe. Burada da ortaya çıkan tablo iç açıcı değil. Türkiye’deki kurumların düzeyi giderek kötüleşiyor ve bunu birçok veri ile görmemiz mümkün. Burada size Freedom House’un verdiği endekse göre, Türkiye’deki siyasi haklar şu anda 1980’in başına gelmiş durumda. İfade özgürlüğüne bakarsanız daha da kötü… 2006-2007’den sonra korkunç bir çöküş var ifade özgürlüğünde. Özgür medya, özgür sivil toplum artık çok zor. Burada karşımıza çıkan tablo negatif. Daha negatif yönü var, çünkü düşük kaliteli büyüme bir tek eşitsizlik, ücret düşüklüğü, verimsizlik getirmiyor. Aynı zamanda sürdürülebilir bir büyüme değil.

Enflasyon yüksek olunca başka etkileri de oluyor. Gelir dağılımını çok daha kötüleştiriyor, daha yoksulluğu derinleştiriyor. Aynı zamanda yatırım sisteminin daha da çarpıtıyor. Bunu görmenin bir yolu iş adamlarının yatırım yaparken baktıkları şeyin reel faizlerin nasıl geliştiğine bakmak. Reel faizler yani enflasyona göre nasıl geliştiğini gösteriyor. Türkiye’de uluslararası göreceli olarak görmediğimiz bir tablo ortaya çıkıyor. Devlet bankalarının verdiği krediler ile gelir dağılımı daha da çok kötüleşiyor.

Çünkü bu kaynaklar yandaş şirketlere, yandaş holdinglere gidiyor. Yeni yatırıma, yeni enerjiye sahip şirketlere gitmiyor. Aynı zamanda meslektaşlarımın da vurguladığı üzere net rezervler korkunç bir negatif hale gelmiş durumda. Gelecek zamanlarda kullanacağımız rezerv kalmadı. Karşımıza çıkan tablo çok negatif ama ben karamsar olarak görmüyorum Türkiye’nin geleceğini… Genelde meslektaşlarımın aynı şekilde vurguladığı üzere iyimser olacak şeyler de var. Bunların içinde en önemlisi Türkiye’nin potansiyelinin çok yüksek olması.

Diğer pozitif şey ise çözümlerin aslında çok açık olması. Ekonomi konusunda bilgisi olan, bilimsel araştırma yapan insanlara sorarsanız herkesin Türkiye’nin ne yapması konusunda aynı fikirlere sahip olduğunu göreceksiniz. Bunlar, kısa dönemde normalleşmesi, orta dönemde teknolojiye, eğitime, bilime, yatırım yapıp bir teknoloji stratejisi ile üretkenliği artırmak ve bunları doğru bir kamusal ağa, kurumsal yapıya oturtmak.

Normalleşmede burada bahsetmek istediğim şey, ilk önemli şey; para politikaları yani faiz politikalarını düzelterek enflasyonu düşürmek. Enflasyonun bu düzeyde olduğu bir ekonomi de başka kaynakların doğru olarak dağılması mümkün değil ama enflasyonu düşürmek kolay değil ve bu süreçte mali politikaları doğru kullanıp yoksulluğu azaltması lazım. Türkiye’de işsizlik büyük bir problem. Bunun çok daha büyük bir problem haline gelmemesine izin vermemek lazım. Aynı zamanda Türkiye’nin banka bilançolarını düzeltmesi lazım.

Türkiye’nin bir teknolojik atılım yapması lazım. Bunun için meslektaşlarımın da vurguladığı üzere AR-GE’ye yatırım gerekiyor, bilime yatırım gerekiyor. Eğitimin iyileştirilmesi gerekiyor. Bu tamamen bir teknoloji stratejisi gerektiriyor. Bunların hiçbiri doğru kurumsal yapılar olmada, demokrasi olmadan olmaz.

Türkiye’nin tarihi boyunca problemi şu ki, devlet güçlü olsa bile toplum güçsüz kalıyor ve toplum güçsüz olduğu için devletin kurumları daha iyileşmiyor. Bunun için demokrasi Türkiye için çok önemli. Türkiye’nin demokrasiyi ve sağlıklı bir ekonomiyi aynı anda kurması lazım. Buradaki iyi haber şu, bu çok mümkün ve az çok ne yapmamızın çok açık bir şekilde görüldüğü, bilimsel olarak da çok açık.”

(Kaynak: chp.org)

Paylaşın