Erdoğan, Giderek Artan Tepkileri Yatıştırma Arayışında

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR), Türkiye’de sığınmacı karşıtı siyasi iklimin oluşturduğu “riskler” konusunda Avrupalı siyasetçileri uyardı. ECFR’nin yayımladığı “Türkiye’nin açık kapısı kapanıyor” başlıklı yeni analizde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 milyon Suriyeli sığınmacıyı ülkelerine geri gönderme projesi ve bunun gerisinde yatan nedenler mercek altına alınırken, çarpıcı tespitlere yer verildi.

Düşünce kuruluşu ECFR’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Program Koordinatörü Kelly Petillo tarafından kaleme alınan analizde, Erdoğan’ın projesinin uygulanmasının önünde hem hukuki hem siyasi engeller bulunduğu belirtildi.

Yazıda, Türkiye’de siyasi yelpazenin her kanadında, ekonomik krizin sorumluluğunu Suriyelilere yükleyen siyasetçiler bulunduğu, siyasetçilerin sığınmacı karşıtı söylemlerinin de nefret suçları ve şiddete yol açtığı aktarıldı.

Avrupalı siyasi karar alıcılara, “Türkiye’deki dinamikleri dikkate alma” ve “Erdoğan’ın geri gönderme planına proaktif tepki gösterme” çağrısı yapılan analizde, sığınmacıların geri gönderilmeye zorlanması halinde bunun hem Suriyelilerin ülkelerine güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşlerini sağlama hedefine zarar vereceği, hem de Avrupa’ya yeni bir sığınmacı akınını tetikleyebileceği aktarıldı.

ECFR uzmanı Kelly Petillo, analizinde yer verdiği tespit, uyarı ve çağrılarla ilgili olarak DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtladı.

Analizinizde, Türkiye iç siyasetinde tırmanan “Suriyeli sığınmacıları geri gönderme” tartışmalarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 milyon sığınmacıyı geri gönderme projesini, mercek altına alıyorsunuz. Bu projenin, yaklaşan seçimler öncesinde Erdoğan üzerinde artan baskının bir göstergesi olduğunu belirtiyorsunuz. Sizce son gelişmeler, AKP hükümetinin Suriye ve Suriyeli sığınmacılara yönelik tutumunda, “açık kapı” politikasında, değişikliğe gittiğinin bir göstergesi mi?

Ben Türkiye’nin Suriye politikasının genelinde bir değişikliğe gittiğini düşünmüyorum, bu hamlelerin daha çok içerideki baskıya bir yanıt vermenin bir gereği olarak görüldüğü kanaatindeyim. Erdoğan, bir yandan sığınmacıları geri göndererek Esad’a destek anlamına gelecek bir adım atmak istemiyor ama aynı zamanda, Türkiye’de önümüzdeki sene yapılacak seçimler öncesinde sığınmacılar konusunda giderek artan tepkileri yatıştırma arayışında. Erdoğan’ın, Türkiye’nin kuzey Suriye’de kontrolü altında bulundurduğu bölgelere Suriyelilerin dönmesi için destek sağlanacağı yönündeki duyurusu, işte bu iki akımı dengeleme arayışını yansıtıyor. Mevcut Türk hükümeti, Suriye politikasında kapsamlı değişime gitmemiş olsa da, 2023 seçimlerini göz önünde bulundurarak, güçlü bir mesaj vermek istedi. Ayrıca, 1 milyon Suriyeliyi kendi himayesi altındaki bölgelere göndermek aslında aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin diğer iki kilit hedefleriyle de örtüşüyor…

Nedir bu hedefler?

Türk hükümeti, Suriye’de güvenli bölge inşa etme politikasını aynı zamanda ‘sığınmacı derdine deva’ olarak sunmaya çalışıyor. 2016 yılında oluşturulan güvenli bölgeler, Türkiye’nin Suriye politikaları ile ilgili iki ana hedefine yanıt niteliği de taşıyor: Suriyeli Kürtlerle Türkiye arasında bir tampon bölge oluşturmak ve Suriyeli sığınmacıları bu bölgelere geri göndermek, ki Türkiye son beş yılda bunu belirli aralıklarla yaptı da.

Peki, 1 milyon Suriyelinin Türkiye’nin kontrolü altındaki bu bölgelere gönderilmesi planını hem hukuki hem siyasi bakımdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hukuka uygunluğu sorgulanması gerekiyor. Türkiye’nin, Suriyelilerin kitlesel geri dönüşlerini hayata geçirmesi, zorla geri gönderme kapsamına girer. Çünkü Suriye’deki mevcut koşullar, geri dönüşler için uygun değil.

“Zorla geri gönderme kapsamına girer” diyorsunuz… Size göre bu proje, uluslararası insan hakları hukukundaki “Geri göndermeme” ilkesinin ihlali, yani kimsenin işkence, insanlık dışı aşağılayıcı ceza ve muameleye maruz kalabilecekleri, telafi edilemeyecek zarar görebilecekleri ülkelere geri gönderilmemesini düzenleyen ilkenin ihlali anlamına mı gelir?

Suriye’nin kuzeyindeki ekonomik durum, ülkenin geri kalanından daha iyi olmasına rağmen koşullar geri dönüşlere uygun değil. İdlib Eyaleti’nde yaşayan 4 milyon kişinin dörtte üçü zaten yerinden edilmiş insanlardan oluşuyor. Bu ortama yeni bir sığınmacı dalgası, hem istikrarsızlığa, hem de insani sorunlara yol açar. Temel hizmetlerin eksikliği nedeniyle zaten bölge halkının büyük acılar çektiği İdlib’de ciddi güvenlik riski de var. Ayrıca Ukrayna savaşının bu bölgeye de Rusya kaynaklı olumsuz yansımaları olabilir, Rusya bu bölgeye insani yardım geçişlerini durdurabilir… Öte yandan bölgedeki başat güç, AB ve ABD tarafından halen terör örgütü olarak tanınan Heyet Tahrir el-Şam… Üstelik Suriye’nin farklı bölgelerinden Türkiye’ye sığınmış Suriyelileri, Suriye’nin kuzeyine göndermek, siyasi olarak da uygulanabilir değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın projesini neden siyasi olarak uygulanabilir bulmadığınızı açar mısınız?

Türkiye’deki Suriyelilerin bir bölümü kuzeyden değil. İzin verildiğinde, şartlar elverişli olduğunda, geldikleri bölgelere, ülkenin diğer bölgelerine dönmek isteyebilirler. Suriye’de uzun vadeli demografik değişikliklere de yol açabilecek bu proje kusurlu ve siyasi olarak da sürdürülebilir değil. Pek çok farklı lojistik sorun da var. Örneğin bu bölgelerde verilecek dokümanlar Suriye’nin başka bölgelerinde de geçerli olabilecek mi? Ayrıca Suriyeliler bu konutlar ve Türkiye tarafından sunulacak diğer hizmetler için nasıl ödeme yapacak? Bayramda Suriye’nin kuzeyine gidenler bile milisler tarafından kaçırılma riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu nedenlerden ötürü Suriyelilerin bu bölgelerde nasıl yaşayabilecekleriyle ilgili çok önemli, ciddi tereddüt söz konusu.

Türk yetkililer, bölgede inşa edilen “briket evlerin”, Suriyelileri gönüllü geri dönüş konusunda ikna edebileceği görüşünde…

Suriyelilerin gerçek endişesi yeni bir ev değil, onlar için asıl önemli olan güvenlik ve iş bulmak, eğitime ve temel ihtiyaçlara erişim. Defolu, baştan kusurlu olan bu proje, Suriyelileri geri dönmeye teşvik etmeyecektir. Çünkü koşullar, güvenli ve onurlu bir yaşamı karşılamıyor.

Türk basınında, Erdoğan’ın Esad ile yeniden bir diyalog sürecini başlatmak istediği yönünde haberler yayımlandı. Hatta muhalefet de iktidara geldiğinde bu konuyu Esad ile çözebileceği iddiasında… Bu gerçekten de bir çözüm sağlayabilir mi?

Esad da Suriyelilerin ülkelerine dönmelerini istemiyor ki. Kitlesel geri dönüşlerle başa çıkamayacağı için bundan da bir sonuç çıkmayacaktır…

Peki, Suriyelilerin geri dönüşü için gerekli koşullar neler?

Suriyelilerin uluslararası tartışmalara katılmaları, geri dönmek için talep ettikleri koşulları açıkça dile getirmeleri kilit öneme sahip. Güvenlik, her şeyden önemli. Suriyeli erkeklerin büyük bir bölümü askere alınmaktan, hatta tutuklanmaktan korkuyor. Büyük bir bölümü mülklerine, topraklarına verilen zararın tazmin edilmesini ya da bir ödeme yapılmasını istiyor. Ayrıca gıda, elektrik, eğitim ve iş gibi temel hizmetlere erişim sorunu var… Suriye’deki ekonomik durum o kadar endişe verici ki, böyle bir dönemde kitlesel geri dönüş olabileceğini düşünebilmek bile saçma… Bazı olumlu gelişmeler olsa bile, herkes dönmek istemeyecektir, dolayısıyla sadece Suriye’de uygun koşulların yaratılmasına odaklanmamak gerek. Aynı zamanda, yeni bir ülkeye yerleşimlerini sağlamak, Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’ta yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi ilave çözüm yolları aranmalı.

Türkiye’de, Suriyelilerin kalıcı olmadıkları, ülkelerine dönecekleri düşüncesi hakim. Siyasi iletişim de bu şekilde yapılıyor. Oysa uzmanlar, uzun yıllardır bunun gerçekçi bir beklenti olmadığı, kamuoyuna bunun anlatılması ve uyum politikalarına odaklanılması gerektiği konusunda uyarılar yapıyorlar…

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar geçici koruma kapsamında “misafir” olarak nitelendiriliyor, büyük çoğunluğa uzun dönemli oturma izni alabilecekleri süreçleri kullanma fırsatı tanınmıyor. Suriye’deki ihtilafın uzun süreli doğasına rağmen, yıllardır geçici statüde, hatta turist vizesi ile yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Onların geçici süreyle kalacakları konusunda ısrar eden mevcut politikaların risk ve sonuçlarını, Türkiye’de artan sığınmacı karşıtı iklimde açıkça görülebiliyor. Ve bu pek çok vesileyle trajedilere yol açabiliyor, bu aynı zamanda sığınmacılar için de belirsizliği artırıyor…

Türkiye ekonomisindeki kötü gidişat aynı zamanda sığınmacı karşıtlığını da artırıyor. Siz de analizinizde, siyasetçilerin sığınmacı karşıtı söylemlerinin, nefret suçları ve şiddete yol açmakta olduğuna dikkat çekiyorsunuz…

Suriyelilere ev sahipliği yapan ülkelerde sığınmacılara yönelik şiddet ve nefret suçlarının artması riski kesinlikle mevcut. Bunu sadece Türkiye’de değil, siyasetçiler ve ana akım medyanın, dezenformasyon kampanyalarıyla ülkedeki ekonominin çöküşünün sorumlusu olarak Suriyeliler ve diğer göçmenlere işaret ettikleri Lübnan’da da görüyoruz. Ürdün’de durum biraz farklı, Türkiye ve Lübnan’a kıyasla Suriyelilere yaklaşım daha olumlu…

Yazınızda, Ukrayna’ya odaklanmış durumda olan Avrupalı siyasi karar alıcılarının Türkiye’deki dinamikleri gözden kaçırmamaları, gelişmeleri büyük bir dikkatle izlemeleri gerektiğini vurguluyor, Avrupa Birliği’nin (AB) yeni bir sığınmacı dalgasıyla karşı karşıya gelebileceği uyarısını yapıyorsunuz. Türkiye’deki bu gelişmeler, AB için de bir güvenlik sorunu oluşturur mu?

Gayet tabii ki. Yapılan araştırmalar şunu ortaya koyuyor: Suriyeliler bugün onlara ev sahipliği yapan bölge ülkelerinden ayrılmak durumunda kalmaları halinde ülkelerine dönmeyecek, Avrupa’ya ulaşmak için çabalayacaklar. Ve göç, Avrupa için önemli bir güvenlik sorunudur.

Sizce AB’nin atması gereken adımlar neler?

Türkiye gibi Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapan ülkeler, mali ve siyasi bakımdan zaten sınırları zorlamış durumda. Biz Avrupa olarak bu sorumluluğu bu ülkelere yüklemeye, sorunu taşeronlaştırmaya devam edemeyeceğimizi kabul etmek zorundayız. Ayrıca Avrupa’dan daha tutarlı mesajlar göndermemiz gerekiyor. Şayet, Suriyelilerin ancak güvenli, onurlu ve gönüllü bir şekilde ülkelerine dönebilecekleri bizim gerçekten resmi politikamız ise ve Suriye şu anda güvenli değilse, o zaman Almanya’nın yaptığı gibi, Suriyelilerin oturumlarını iptal etme ya da Suriyeli sığınmacıların ülkelerine sınır dışı edilmelerini engelleyen yasaları askıya alma gibi baskı kurma taktiklerine girişmemeliyiz. Çünkü Suriyelilere ev sahipliği yapan ülkeler bizim ne yaptığımızı dikkatle izliyor ve “Şayet Avrupa yapıyorsa, o zaman biz neden yapmayalım?” diyorlar.

Türkiye’de AB karşıtlığı artıyor. AB’nin Mülteci Mutabakatı ile Türkiye’yi mültecilerin Avrupa’ya geçişini önleyen “tampon ülke” konumuna düşürdüğü belirtilerek sert eleştiriler yöneltiliyor. Bu tepki ve eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Avrupa’nın Suriye sığınmacı krizinin yükünü dışsallaştırdığı, yükü ev sahibi ülkelerin omuzlarına yüklediği kesinlikle doğru. Türkiye de, AB’den ciddi ölçüde para alacağı için bu mutabakatı kabul etti. Her iki taraf da hesaplarını, kısa vadeli kazanım için, uzun vadeli etkileri büyük ölçüde göz ardı ederek yaptı. Ve bunu Suriye halkının sırtından yaptılar…

Makalenizde AB’nin bu konuda daha uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini vurguluyorsunuz. Nedir Avrupalı siyasi karar alıcılarından beklentiniz?

Avrupalılar sığınmacılara yönelik yeni bir siyasi çerçeve geliştirmeli ve Türkiye gibi ev sahibi ülkeleri desteklemeli. Bunu salt kısa vadeli bir hedefe, sığınmacıları Avrupa dışında tutmaya indirgememeli. “Sürdürülebilir çözümlere” vurgu yapılmalı. Bu, uzun vadeli planlama ve Suriyelilerin yaşadıkları bölge halklarının, sivil toplum ve yerel hükümet dışı örgütler ile yardım kuruluşlarının desteklenmesi gibi yerel yaklaşımlar içermeli. Bu aynı zamanda, sığınmacıların başka ülkelere yerleştirilmesine imkan sağlayan fırsatları da kapsamalı. Suriyeliler ülkelerine daha yakın bir yerde yaşamak isteyebilecekleri için bu tercihen bölge ülkeleri olmalı. Sığınmacılara ev sahipliği yapan ülkelerle daha fazla dayanışma içerisinde olunmalı. Gelecekte üzerinde anlaşılacak yeni bir mülteci mutabakatı, sığınmacıların Avrupa dışında tutulmaları üzerine inşa edilmemeli. Yeni bir mülteci mutabakatı, Suriyelilerin onlara ev sahipliği yapan ülkelerde onurlu bir yaşam sürdürmeleri, istedikleri zaman, koşullar da uygun olduğu takdirde, ülkelerine dönebilmelerine imkan sağlamalı.

Paylaşın