Gladius, Antik Roma’nın En Simgesel Silahı Nasıl Oldu?

Roma ordusunun en büyük özelliklerinden biri, stratejik, taktik ve teknolojik olarak zaman içerisinde gelişebilme yeteneğiydi. Roma ordusu, savaş alanında ekstra bir avantaj sağlayabilecek her şeyi çok hızlı bir şekilde benimserdi.

Haber Merkezi / İlk Roma orduları MÖ 6. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmıştır, o zamanlar Roma birçok İtalyan şehir devletinden sadece birisidir.

MÖ 4. yüzyıldan önce, Roma askeri kapasitesi muhtemelen kabile tabanlı savaşçılardan sınırlıydı ve ordu profesyonel askerlerden oluşmuyordu. Seferler için askere alınanlar, piyadeler tarafından yönetiliyordu ve daha küçük bir süvari destek birliği vardı.

Bu erken aşamada, belirgin bir “Roma” kılıcı yoktu. Bunun yerine, askerler muhtemelen Antik Yunan Hoplitlerinin kullandığı kılıcı kullanıyorlardı. Bu, genellikle 45-60 cm uzunluğunda, Xiphos olarak bilinen kısa bir demir kılıç çeşididir. Xiphos, en az iki yüzyıl boyunca Roma piyade kılıcı olarak kullanılmıştır.

Gladius , Hispania’nın (günümüzde İber Yarımadası, İspanya / Portekiz) Keltiberi halkı tarafından geliştirilmiştir. Romalılar, Gladius’u ilk olarak İkinci Pön Savaşı’nda (MÖ 218-201) Kartaca ordusunun hizmetindeki Keltiberi askerler tarafından kullanıldığında görmüşlerdir. Gladius, Hispaniensis veya ‘İspanyol tipi kılıç’ olarak tanınmıştır.

Yüzyıllar boyu Roma ordusuna hizmet Gladius, MS 3. yüzyılda 50-78 cm uzunluğunda olan Spatha’ya bırakmıştır. Gladius’un Antik Roma’nın en simgesel silahı haline gelmesinin birkaç temel nedeni vardır:

Tasarım ve etkinlik: Gladius, kısa (genellikle 50-70 cm), çift ağızlı ve düz bir kılıçtı. Bu tasarım, hem kesme hem de delme için idealdi. Roma ordusunun yakın dövüş taktikleri için mükemmel bir silahtı, özellikle kalkanla (Scutum) birlikte kullanıldığında.

Askeri taktikler: Roma ordusu, disiplinli ve organize bir şekilde savaşırdı. Gladius, “Testudo” gibi sıkı formasyonlarda ve birebir çarpışmalarda savaşçılara avantaj sağlardı.

Standartlaşma: Roma ordusu, Gladius’u standart bir silah olarak benimsedi. Farklı modeller (örneğin, Gladius Hispaniensis, Mainz, Pompeii) zamanla geliştirildi, ancak temel tasarım sabit kaldı.

Kültürel ve simgesel anlam: Gladius, Roma’nın fetihlerini ve askeri gücünü sembolize etti. Gladyatör dövüşlerinde de sıkça kullanıldı, bu da silahın popüler kültürdeki yerini pekiştirdi.

Paylaşın

Antik Roma’nın 5 Ünlü Gladyatörü

Arenaya çıkmadan önce özel okullarda aylarca eğitim alan gladyatörlerin çoğu, dövüşmeye zorlanan kölelerdi. Para ve şöhret kazanma umuduyla dövüşen gönüllü gladyatörler de vardı.

Haber Merkezi / Gladyatörler, bilinenin aksine mutlaka ölümüne dövüşmezlerdi, yalnızca yüzde 10 ila 20’si dövüşler sırasında ölürlerdi. Dövüş, genellikle tek bir parmağını kaldırarak, birinin teslim olmasına kadar devam ederdi.

İşte yüzyıllar sonra bile hatırlanan Antik Roma’nın beş gladyatör:

Marcus Attilius: Romalı olan Marcus Attilius, gönüllü dövüşen gladyatördendir. Attilius, Pompeii’deki arenaya bir “tiro” olarak ilk adımını attığında, (“Tiro” yeni bir gladyatör için kullanılan bir terim), kariyerinde 14 maçtan 12’sini kazanmış gladyatör Hilarus ile karşı karşıya geldi. Attilius, Hilarus’u teslim olmaya zorlamakla kalmadı, bir sonraki dövüşünde 12 dövüş kazanmış başka bir gladyatörü yendi.

Spiculus: Bir köle olan Spiculus, İtalya’nın Capua şehrindeki gladyatör okuluna gitti ve ilk dövüşünde, 16 dövüş kazanmış Romalı Aptonetus’a karşı mücadele etti. Aptonetus’u öldüren Spiculus, Roma’nın o zamanki imparatoru Nero’nun dikkatini çekti. Nero, Spiculus’a bir sarayda dahil onlarca hediyeler verdi; bir saray da dahil.

Commodus: Commodus, MS 180 ila 192 yılları arasında Antik Roma’nın altın çağının (Pax Romana olarak da bilinir) sonunu getiren “çılgın” imparator olarak bilinir.

Tarihçi Aelius Lampridius’a göre zalim, ahlaksız ve sefahat düşkünü olan Commodus’un 600 erkek ve genç kadından oluşan bir haremi vardı ve kendini bir tanrı olarak görüyordu. Tarihçi Herodian ise, Commodus’un iyi bir dövüşçü olmadığını, ancak hiçbir dövüşçünün bir imparatoru yaralamaya veya öldürmeye cesaret edemeyeceğini yazar.

İddialara göre Commodus, ringe 735 kez çıktı ve genellikle hayvanlarla dövüştü, ancak ara sıra diğer gladyatörlerle de dövüştü.

Flamma: İmparator Hadrian döneminde (MS 117-138) ünlenen Suriye doğumlu Flamma, kariyerinin uzunluğu ve dört kez özgürlüğüne kavuşması ve bunu defalarca reddetmesiyle bilinir. Flamma, çoğunluğu Sicilya’da olmak üzere 34 maça çıktı. Flamma, 30 yaşında, akranlarının çoğundan daha yaşlı bir şekilde öldü.

Spartaküs: Antik Roma’nın en ünlü gladyatörü aslında hiç arenada dövüşmemiştir. Spartacus, büyük ihtimalle Balkanlar’da doğmuş ve Capua’daki bir gladyatör okulunda eğitilmek üzere köle olarak satılmıştır.

Gladyatör okulundan kaçan Spartacus, MÖ 73’te, antik Roma’daki en ünlü ayaklanmalardan birini organize etti: Üçüncü Köle Savaşı.

Paylaşın

Antik Roma’da Barlar Ve Restoranlar

Milattan Önce (MÖ) 9. yüzyılda İtalya Yarımadası’nda kurulan ve zamanla tüm Akdeniz’i çevreleyen Antik Roma Uygarlığında, vatandaşların yemek yeme alışkanlıkları da sosyal sınıflara göre büyük farklılıklar gösteriyordu.

Haber Merkezi / Toplumun çok az bir bölümünü oluşturan aristokratlar ve soylular (zenginler), evlerinde lüks bir ortamda yemek yerken, toplumun büyük bir bölümünü oluşturan plepler (avam halkı / fakirler) ise genellikle evlerinde temel yemek pişirme olanaklarından yoksundu.

Bu nedenle plepler, günümüzde bar ve restoran olarak bilinen tabernae, popinae, cauponae ve thermopolia adlı mekanları sık sık ziyaret ediyorlardı. Bu yerler, pleplerin sıcak yemek ve dönemin en önemli içeceği şaraba erişebilmesi için temel mekanlar olarak hizmet veriyorlardı.

Çeşitli isimlerine ve işlevlerindeki ufak farklılıklara rağmen, bu yerler hem yiyecek hem de içecek sunan ve bazen han veya genelev olarak da işlev gören dönemin sosyal aktivite merkezleriydi.

Antik Roma’nın önemli yerleşim yerlerinden Pompeii, Herculaneum ve Ostia’da yapılan kazılarda bu yapılar hakkında önemli bilgiler ortaya çıkarılmıştır. Sadece Pompeii’de yapılan kazılarda o dönemde 160’tan fazla tabernae olduğu kayıtlara geçmiştir. Pompeii’nin o dönemdeki nüfusu göz önüne alındığında, ortalama 160 kişiye bir tabernae düşmektedir.

Pompei’deki tabernaların neredeyse tamamı sokağa açılan, ağır ahşaptan, genellikle L veya U şeklinde yapılmıştır. Bu mekanların geceleri kapatılabilen kepenkleri, içeride bel hizasında bir servis tezgahı vardı, tezgahın önü, daha fazla görünür kılmak için, genellikle mermer veya sıva ile kaplanmıştır.

Aristokratlar ve soylular arasında, başka seçeneği olmayan plepler için bir buluşma yeri olan bu mekanlar, pis yerler olarak tanımlanıyordu, ve buralarda çalışan kadınlar da genellikle ahlaksız olarak kabul ediliyordu.

“Yergiler” adlı yapıtı ile bilinen ve Latin edebiyatının gümüş çağının önemli isimlerinden biri olan şair Juvenal, Ostia’daki bir barı şöyle tanımlamıştır: Hırsızlar, kaçak köleler, hadımlar ve cenaze levazımatçıların birlikte içki içtikleri yerler.

Antik Roma’nın barları ve restoranları, gidebilecek başka yerleri olmayan yüz binler için bir sığınaktı. Her bar ve restoran farklıydı, ancak herkes kendine ait bir şeyler bulurdu bu mekanlarda. Tivoli’de bu mekanlardan birine sahip bir kadının mezar taşında şöyle yazar: Uzaklardan ve her yerden ziyaretçileri barının cennetine çekti.

Paylaşın