Can Atalay Kararının Gerekçesi Açıklandı: AYM Kararları Bağlayıcı

Gezi Davası’ndan cezaevinde bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay milletvekili Can Atalay’a ilişkin ikinci kararının gerekçesini açıklayan Anayasa Mahkemesi (AYM), “Herhangi bir yargısal makamın AYM kararlarının bağlayıcılığını tartışma yetkisi verilmediği” vurguladı.

Haber Merkezi/ Anayasa Mahkemesi (AYM), Can Atalay’la benzer durumda olan Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven hakkında AYM’nin vermiş olduğu kararlarına daha önce Yargıtay Ceza Kurulu’nun uyduğunun da altını çizerek bu konuda “bağlayıcılık” olduğuna işaret etti.

AYM, kararında, “Kamu gücü eylemi, işlemleri ve ihmallerinin Anayasa’ya uygunluğu kesin ve bağlayıcı olarak karara bağlama yetkisi münhasıran Anayasa Mahkemesine aittir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verdiğinde herhangi bir merciin bu kararın Anayasa’ya veya kanuna uygun olup olmadığı incelemesi ve yetersizliği yok” ifadelerine yer verdi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), hakkında iki kez hak ihlali kararı vererek tahliyesine hükmettiği Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili son kararının gerekçesini açıkladı.

2010 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle AYM’ye bireysel başvuru imkanının getirdiği belirtilen kararda “Yapılan düzenlemeyle bireysel başvuruları inceleme görevi verilmek suretiyle Anayasa Mahkemesi’ne özgürlükleri koruma ve yükseltme misyonu da yüklenmektedir” ifadeleri yer aldı.

Karara AYM üyeleri İrfan Fidan, Muhterem İnce ve Muammer Topal’ın ortak ‘karşı oy’ gerekçesi yazdı. Gerekçeli kararında süreci ve ilk kararın uygulanmamasının hukuksuzluğunu anlatan AYM, Yargıtay’a da kendi kararıyla yanıt verdi.

Yüksek Mahkeme, bireysel başvurular üzerine verdiği kararların Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.04.2015 tarihli kararına atıf yaptı:

“Anayasa Mahkemesi’nin diğer kararları gibi, bireysel başvuruları inceleyen bölüm kararları da yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi’nin emsal niteliğindeki bu kararı karşısında mevcut içtihadların yeniden gözden geçirilmesi gerekmiştir.’ şeklinde açıklandığı üzere Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ve içtihadi anlamda yol gösterici niteliği tartışmasızdır.”

AYM, akşam saatlerinde de Can Atalay dosyasına ilişkin web sitesinden açıklama yapmış, “Yargıtay’ın Anayasa hükümlerini gözardı ederek verdiği kararla şekillenen süreç Anayasa’nın sözüne açıkça aykırı” demişti.

Ne olmuştu?

Anayasa Mahkemesi, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde TİP Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ı, milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmemesinin “seçilme hakkı” ile “kişi hürriyeti ve güvenliği” haklarının ihlal edildiğine hükmetmiş ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, Can Atalay’ın tahliye edilmesi için gerekçeli kararı göndermişti.

Kararı inceleyen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, yetkinin kendilerinde olmadığını öne sürerek, dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne sevk etmişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen Can Atalay hakkında tahliye kararı verilmeyeceğine hükmetmiş ve Can Atalay hakkında hak ihlali kararına imza atan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması yönünde karar vermişti.

Can Atalay’ın avukatları bu durum üzerine AYM’ye ikinci bir başvuru yapmış ve Atalay’ın “bireysel başvuru” hakkının da ihlal edildiğine dikkat çekmişti.

21 Aralık’ta ikinci kez Can Atalay’ın dosyasını görüşen AYM, Can Atalay’ın seçilme hakkının ihlal edildiğine oy çokluğuyla, ilk AYM kararının uygulanmayarak Can Atalay’ın tahliye edilmemesi sebebiyle bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine ise oybirliğiyle karar vermişti.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, Oybirliğiyle Can Atalay ‘Kararını Uygulayın’ Dedi

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez “ihlal kararı” verdi. AYM, ilk ihlal kararını 5’e karşı 9 oyla almıştı. İkinci ihlal kararında ise bu rakam 3’e 11 oldu.

Can Atalay’ın avukatları Fikret İlkiz, Deniz Özen, Evren İşler ve Akçay Taşçı, kararın gönderildiği 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe sundu. Avukatlar, dilekçede AYM’nin “kısa kararının” saat 15.05’te mahkemeye gönderildiğini belirttiler.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ilk “ihlal kararını” uygulamayarak Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderen birinci derece mahkemesinin şimdi ne karar vereceği ise merakla bekleniyor.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu, Gezi Parkı Davası’nda 18 yıl hapis cezası verilen Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez “ihlal kararı” verdi. Genel Kurul üyeleri, Atalay’ın,  Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine” oyçokluğuyla karar verdi.

Genel Kurul, ihlal kararının 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine ve ihlalin giderilmesine ilişkin karara ise oybirliğiyle karar verdi. AYM Genel Kurulu üyeleri birinci derece mahkemesinin kararı uygulamasına hükmetti:

“Kararın bir örneğinin icra edilmemiş olan Anayasa Mahkemesinin Şerafettin Can Atalay (2) kararı ile eldeki başvuruya ilişkin Şerafettin Can Atalay (3) kararında tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi şeklindeki işlemlerin yerine getirilmesi için anılan mahkemeye gönderilmesine…”

Ayrıca Can Atalay’a 100 bin TL tazminat verilmesine hükmetti. AYM, bir önceki ihlal kararında 50 bin TL tazminat ödenmesine karar vermişti.

AYM, ilk ihlal kararını 5’e karşı 9 oyla almıştı. İkinci ihlal kararında ise bu rakam 3’e 11 oldu. AYM Genel Kurulu’nun bir önceki kararında AYM Başkanı Zühtü Arslan ve başkanvekilleri Hasan Tahsin Gökcan ve Kadir Özkaya, üyeler Engin Yıldırım, Muhammed Emin Kuz, Rıdvan Güleç, Kenan Yaşar, Selahaddin Menteş ve Yusuf Şevki Hakyemez ‘ihlal’ vermişti.

Üyeler İrfan Fidan, Muhterem İnce, Muammer Topal, Yıldız Seferinoğlu ve Basri Bağcı “ihlal” olmadığını belirtmiş ve karşı oy kullanmıştı. Üye Recai Akyel ise oturuma katılmamıştı.

Can Atalay’ın avukatları Fikret İlkiz, Deniz Özen, Evren İşler ve Akçay Taşçı, kararın gönderildiği 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe sundu. Avukatlar, dilekçede AYM’nin “kısa kararının” saat 15.05’te mahkemeye gönderildiğini belirttiler.

AYM kararının yerine getirilmesi talep edilen dilekçede özetle şöyle denildi: “Tespit edilen hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi’ hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasına ve Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasına, bulunduğu Marmara Kapalı Cezaevinden tahliyesini ve yeniden yapılacak yargılama ile ‘durma’ kararı verilmesini talep ederiz.”

Erinç Sağkan: İlk karardan farklı ve önemli

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan kararı ve ihtimalleri bianet’e değerlendirdi. Sağkan, “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının” ihlal edildiğine dair karşı oy kullanan üyelerin “bireysel başvuru hakkının” ihlal edildiğine onaylamalarının önemli olduğunu söyledi.

AYM’nin ikinci kararını önemli bulduğunu söyleyen Sağkan, “Karşı oy kullanan üyeler ‘yasama dokunulmazlığının ihlal edildiğini düşünmüyoruz ancak ne olursa olsun Anayasa Mahkemesi kararının yargı mercileri tarafından uygulanmaması bir hak ihlalidir ve kabul edilemez’ diyorlar. Bu anlamda karar ilk karardan farklı ve önemli diye düşünüyorum” dedi.

Sağkan, “Şimdi ne olacak?” sorusuna ise şu yanıtını verdi: “Anayasa Mahkemesi ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın ilgili mahkemesine gönderilmesine ve Can Atalay’a 100 bin TL tazminat ödenmesine hükmetti. İlgili 13 Ağır Ceza Mahkemesi, umut ediyorum ki ilk kararda yaptıkları hatayı tekrarlayarak ‘bizim yetkimiz yok, Yargıtay’a gönderiyoruz’ demezler. Çünkü bu yine içinden çıkılamayacak bir hukuksuzluk sarmalına dönmemize vesile olur.

Yetkili mahkeme 13. Ağır Ceza Mahkemesi’dir. Mahkemenin AYM kararını aldıktan sonra yeniden yargılama usulünü başlatması, Can Atalay’ı tahliye etmesi ve milletvekili olması sebebiyle de yeniden yapılacak yargılamada durma kararı tesis etmesi gerekiyor. Yargının kendi kendine attığı bu düğümün çözümü için önüne çıkan bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyor. Mahkemenin aksi bir karar vermesi bizim anayasal bir hukuk devleti olmadığımızın açıkça ilanı demektir, hukuki mecrada yürütebileceğiniz mücadele yöntemleri elinizden alınması anlamına gelir.”

Peki şimdi ne olacak?

Gözler şimdi Gezi davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. AYM kararına göre, ihlali 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gidermesi gerekiyor. AYM’nin, Atalay için yeniden yargılama kararı vermesini istediği yerel mahkeme, Atalay’ın infazını durdurup tahliyesine karar vermesine gerekiyor.

Ancak mahkemenin, ilk ihlal kararında olduğu gibi kararı uygulamayarak topu Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne atıp atmayacağı bilinmiyor. Yerel mahkeme ihlal kararını Yargıtay’a gönderirse, bu kez gözler 3. Ceza Dairesi’ne çevrilecek.

Ne olmuştu?

AYM Genel Kurulu, 25 Ekim’de Can Atalay’ın seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermişti. Kararın gerekçesinde, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığına istisna getiren “Anayasa’nın 14. Maddesindeki durumlar” ifadesinin öngörülebilir ve belirli olmadığını, bunu yargının belirleyemeyeceğini kaydetti.

Yüksek Mahkeme, ihlalin giderilmesi, yargılamada durma kararı verilmesi ve Atalay’ın tahliye edilmesi için kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti. Ancak bu mahkeme, ihlalin Yargıtay kararından kaynaklandığını savunarak, kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’a ilişkin verdiği hak ihlali kararına 8 Kasım’da “uyulmamasına” karar vermişti. Atalay hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiğini belirten Yargıtay, kararı Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi işlemlerine başlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na göndermişti.

3. Ceza Dairesi, ayrıca Anayasa hükümlerini ihlal ettiği ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aştığı iddiasıyla “hak ihlali kararı veren AYM üyeleri” hakkında için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.

Bu kararın uygulanmaması nedeniyle Can Atalay’ın avukatları, AYM’ye yeniden bireysel başvuruda bulundu. AYM Birinci Bölüm, 13 Aralık’ta görüştüğü başvurunun Genel Kurul’a sevkine karar verdi.

Gezi Davası

Kamuoyunda “Gezi Davası” olarak bilinen yargılama İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapıldı. Mahkeme 25 Nisan 2022’de görülen son celsede sekiz sanık hakkında hapis cezasına hükmetti. Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay ile birlikte Tayfun Mater, Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay, Yiğit Ekmekçi, Çiğdem Mater, Mine Özerden 18 yıl hapse mahkûm edildi.

Can Atalay 14 Mayıs seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçildiğinde hakkında verilen hapis hükmü, üst derece mahkeme olan Yargıtay’da temyiz aşamasındaydı ve kesinleşmemişti.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 28 Eylül’de 2023’te Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis ile Türkiye İşçi Partisi milletvekili seçilen Can Atalay, eski Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman, sinemacı Çiğdem Mater’e verilen 18’er yıl hapis cezalarını onadı. 3. Ceza Dairesi Ali Hakan Altınay, Mücella Yapıcı ve Yiğit Ekmekçi hakkındaki cezaları ise bozdu.

(Kaynak: Bianet ve DW Türkçe)

Paylaşın

AYM Başkanı’ndan Dikkat Çeken Açıklama: Uzaktan Kumandalı Yargı Da Yargıç Da Olmaz

Türkiye Adalet Akademisi tarafından düzenlenen bir etkinlikte konuşan Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, vicdanın esaret, aklın ise vesayet kabul etmeyeceğini vurgulayarak “Uzaktan kumandalı yargı da yargıç da olmaz” dedi.

Haber Merkezi / Gücün sınırlandırılması ihtiyacının anayasa yargısı kavramını ortaya çıkardığına değinen AYM Başkanı Arslan, anayasa yargısının ve Türk Anayasa Mahkemesinin tarihî gelişimi hakkında bilgiler vererek Anayasa Mahkemesinin son on yılda bireysel başvuru ile birlikte hak eksenli paradigmayı benimsediğinin altını çizdi.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkan Zühtü Arslan, Türkiye Adalet Akademisi tarafından düzenlenen “Akademi Söyleşileri” kapsamında hâkim ve savcı adayları ile bir araya gelerek “Cumhuriyet’in 100. Yılında Anayasa Yargısı” başlıklı bir konuşma yaptı.

AYM Başkanı Arslan, konuşmasında hukuk ve yargının fonksiyonu ile Anayasa Mahkemesinin Türk yargı düzenindeki işlevi konuları üzerinde durdu. Yargı ve hukukun temel fonksiyonunun bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak olduğunu belirten Başkan Arslan, bütün yargı düzenlerinin ortak paydasının hukuk devleti olduğunu vurguladı.

AYM Başkanı Zühdü Arslan, adaleti tesis etmeyen devletlerin uzun süre var olamayacağını ifade ederek her şeyi yerli yerine koymak suretiyle adaleti tecelli ettirmenin hâkim ve savcıların görevi olduğunu dile getirdi.

Hâkim ve savcı adaylarına mesleki anlamda tavsiyelerde bulunan Zühdü Arslan vicdanın esaret, aklın ise vesayet kabul etmeyeceğini vurgulayarak “Uzaktan kumandalı yargı da yargıç da olmaz.” ifadelerini kullandı.

Gücün sınırlandırılması ihtiyacının anayasa yargısı kavramını ortaya çıkardığına değinen AYM Başkanı Arslan, anayasa yargısının ve Türk Anayasa Mahkemesinin tarihî gelişimi hakkında bilgiler vererek Anayasa Mahkemesinin son on yılda bireysel başvuru ile birlikte hak eksenli paradigmayı benimsediğinin altını çizdi.

AYM Başkanı Zühdü Arslan, konuşmasının ardından soruları cevaplayarak hâkim ve savcı adaylarına meslek hayatlarında başarılar diledi.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden Tartışmalı “Gar Katliamı” Kararı

Anayasa Mahkemesi (AYM), IŞİD üyesi iki canlı bombanın saldırısı sonrası 103 kişinin hayatını kaybettiği, en az 500 kişinin yaralandığı “Gar Katliamı” davasına ilişkin dikkat çeken bir karar verdi.

Anayasa Mahkemesi (AYM), kamu görevlilerinin ihmali olduğuna ilişkin şikâyetin takipsizlikle sonuçlanması üzerine yapılan bireysel başvuruyu reddetti. 10 Ekim Davası avukatlarından Senem Doğanoğlu, AYM’nin henüz gerekçeli kararını açıklamadığını anımsatarak, “Anlıyoruz ki 10 Ekim katliamının aydınlatılmasının önüne Türkiye’deki tüm idari ve yargı makamları duvar örmekte ısrarcı.” dedi.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre; Anayasa Mahkemesi (AYM), 8 yıl önce 103 kişinin öldüğü Ankara Tren Garı katliamında ihmali bulunan kamu görevlilerinin ihmaline ilişkin soruşturmanın takipsizlikle kapatılması üzerine yapılan bireysel başvuruyu “kabul edilemez” buldu.

Böylece, Gar katliamında kamu görevlilerinin ihmaline ilişkin iç hukuk yolu tamamlanmış oldu. 10 Ekim Davası avukatlarından Senem Doğanoğlu, AYM’nin henüz gerekçeli kararını açıklamadığını belirterek, “Anlıyoruz ki 10 Ekim katliamının aydınlatılmasının önüne Türkiye’deki tüm idari ve yargı makamları duvar örmekte ısrarcı” dedi.

10 Ekim 2015 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük katliamlarından biri yaşandı. IŞİD üyesi iki canlı bomba, Emek, Barış ve Demokrasi mitingi için Ankara Tren Garı önünde toplanan binlerce kişinin arasında kendisini patlattı. Saldırı sonucunda 103 kişi hayatını kaybederken 500’ün üzerinde kişi yaralandı. Saldırıda rol alan IŞİD üyelerine dava açılırken, katliamda ihmali bulunan kamu görevlilerine ilişkin etkili bir soruşturma açılamadı.

O ihmaller neydi?

Katliamı gerçekleştiren canlı bombaları taşıyan araç, IŞİD’in Gaziantep emiri Yunus Durmaz’ın yardımcısı Halil İbrahim Durgun tarafından 9 Ekim akşamı yola çıkarıldı. Ankara dışından gelen araçların durdurulması ve arama konusunda mahkemeden karar alınmasına karşın Ankara Emniyet Müdürlüğü saat 00.00-9.00 arasında başkent girişlerinde arama uygulamasına ara verdi.

Canlı bombaları taşıyan araç, yol kontrolü olmamasının rahatlığıyla Ankara’ya ulaştı. Ayrıca miting için 2 bin 44 polis görevlendirilmişken, toplanma alanı olan Gar çevresinde yalnızca 129 polis vardı. Gar Meydanı’ndaki toplanma alanına gelenler de aranmadı.

Canlı bombaları taşıyan araca eskortluk yapan IŞİD üyesi Yakup Şahin’in Gaziantep’in Nizip ilçesinde bir gübre bayisinden amonyum nitrat almaya çalışması, polise saldırıdan 11 gün önce ihbar edildi. Nizip Emniyeti, Şahin’in kimliğini tespit etti. 2 Ekim 2015’te bu durumu Gaziantep Emniyet Müdürlüğü’ne bildiren Nizip Emniyeti, gerekli araştırmaların yapılmasını istedi. Ancak Şahin hakkında yakalama kararı çıkarılmadı.

10 Ekim katliamına gidilirken IŞİD’teki hareketlilik Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT tarafından tespit edildi. O dönem Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat ve Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından, IŞİD’in canlı bomba saldırısı düzenleyeceğine yönelik istihbarat alındı. İstihbaratta, “DEAŞ’ın (IŞİD) yapmaya karar verdiği büyük bir eylem için seçtiği grubu Suriye’deki bir kampta özel eğitime aldığı, eylemin uçak-gemi kaçırma ya da miting-kalabalık yerde çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde olabileceği” uyarısı yapıldı. Ancak yeterli tedbirler alınmadı.

İçişleri Bakanlığı’nın katliamdaki ihmallere ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında Emniyet ve MİT’in eline, IŞİD’in terör saldırısı düzenleyeceğine ilişkin 62 ayrı istihbarat notu geçtiği tespit edildi. Son gelen ihbar ise katliamdan bir gün önce Ankara Emniyeti’ne ulaştı. Ancak Ankara Emniyeti Terör ve İstihbarat Şube Müdürlükleri, istihbarat notunu “önemsiz bularak” gerekli birimleri uyarmadı.

Emniyet’in canlı bomba listesinde yer alan ve “terör nitelikli kayıp şahıs” olarak aranan Yunus Emre Alagöz’ün yapılan telefon dinlemelerinde ailesiyle vedalaştığı dahi belirlendi. Üstelik Alagöz’ün kardeşi Şeyh Abdurrahman Alagöz, 20 Temmuz 2015’te Suruç katliamını yapan saldırgandı. Bu istihbaratlara rağmen Ankara Valiliği’nde 14 Eylül 2015’te yapılan güvenlik toplantısında miting iptal edilmedi. Miting öncesinde ise Emniyet yalnızca kendi personelini “canlı bomba saldırılarına karşı duyarlı olunması” yönünde uyarırken mitingi düzenleyenlere haber verilmedi.

Ankara Tren Garı katliamının ardından ihmali olan kamu görevlileri yönünden hem idari hem de adli soruşturma yürütüldü. İçişleri Bakanlığı müfettişleri, hazırladığı 25 Şubat 2016 tarihli raporda dönemin Ankara Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdür Vekili, TEM Şube Müdürü, Eski Güvenlik Şube Müdür Vekili ve TEM Şubesi C Büro amirinin ihmalini tespit etti. Raporda, bu isimler hakkında soruşturma izni istendi. Ancak Ankara Valiliği soruşturma izni vermedi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara itiraz etmeyince dosya dava açılamadan kapandı.

10 Ekim katliamı mağdurları, bunun üzerine 2016 yılında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundu. Başvuruda, katliamda ihmali bulunan kamu görevlilerinin yanı sıra, patlamadan sonra yaralı ve ölülerin olduğu yerde göz yaşartıcı gaz sıkan polislerin yargılanmaması, acil sağlık hizmetinin sunulmasında ihmaller yaşanması ve bunlara karşı etkili soruşturma yapılmaması da başvuru nedenleri arasında sıralandı.

Bu kapsamda yaşam hakkı, kötü muamele yasağı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiaları mahkemeye taşındı.

Anayasa Mahkemesi İkinci Bölüm, 2016’da yapılan başvuruyu ancak yedi yıl sonra, 14 Aralık 2023 tarihinde gündemine aldı. Gar katliamı dosyasını AYM Genel Kurulu’na sevk etme gereği duymayan İkinci Bölüm, başvurunun “kabul edilemez olduğuna” karar verdi. Böylece Gar katliamında ihmali bulunan kamu görevlilerine ilişkin şikâyette iç hukuk yolu tükenmiş oldu. Bu karardan sonra avukatların AİHM’e başvurları bekleniyor.

“10 Ekim katliamı önüne duvar örülüyor”

10 Ekim Davası avukatlarından Senem Doğanoğlu, AYM’nin henüz gerekçeli kararını açıklamadığını anımsatarak, “Anlıyoruz ki 10 Ekim katliamının aydınlatılmasının önüne Türkiye’deki tüm idari ve yargı makamları duvar örmekte ısrarcı. Açıkça, ‘kamu görevlileri sorumludur’ diyen müfettiş raporu bugün hâlâ kamudan gizleniyorken, AYM de bu koruma zırhını güçlendirdi. Türkiye yakın tarihinin en büyük katliamındaki devlet sorumluluğuna sonuç olarak Genel Kurulun bile karar vermediğini de görüyoruz. Bizim yargıya karşı mücadelemiz sürmeye devam edecek” değerlendirmesinde bulundu.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, ‘Örgüt Adına Suç İşleme’ Maddesini İptal Etti

Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 220/6 maddesinde yer alan “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” düzenlemesi Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından “Anayasa’ya aykırı” bulunarak iptal edildi. İptal kararı, 4 ay sonra yürürlüğe girecek.

TCK’nın 220. maddesi, örgüt kuran, yöneten ve üyesi olanlara 4 yıldan 8 yıla kadar hapis verilmesini öngörüyor. Ancak maddenin 6. fıkrası, örgüte üye olmayan ancak örgüt adına suç işleyenleri cezalandırıyor.  Bu fıkrada, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır” deniliyordu.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iptal kararının gerekçesinde, “kuralların kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarını önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve kanunilik şartını taşımadığı” belirtildi.

T24’ün aktardığına göre Patnos Ağır Ceza Mahkemesi ve İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başvurularını değerlendiren Yüksek Mahkeme kararına gerekçe olarak “Bu suçtan ceza alanların örgüte üye oldukları kanıtlanamamasına rağmen örgüte üye olanlardan daha fazla hapisle cezalandırılmalarını” gösterdi.

AYM, bu konuda TBMM’ye 4 ay süre verdi ve iptalin bu sürenin sonunda yürürlüğe girmesini kararlaştırdı. Ancak Meclis yeni bir düzenleme yapsa da aralarında Cumhuriyet gazetesi davasında bu suçtan ceza alan TİP Milletvekili Ahmet Şık’ın da bulunduğu çok sayıda sanığın dosyası yeniden ele alınacak.

Resmi Gazete’de yayımlanan karar 4 ay sonra yürürlüğe girecek. Mahkemeler, 4 ay sonra yürürlüğe girecek iptal kararıyla yok hükmünde sayılacak düzenlemeyi uygulayamayacağı için bu suçtan yargılananların durumu yeniden değerlendirilecek. 4 aylık sürede bu suçtan kesin ceza alanların da iptal kararı yürürlüğe girdiğinde itiraz etmeleri söz konusu olabilecek.

AYM’nin karara ilişkin gerekçesinde şu ifadeler yer aldı: “İlke olarak kişinin silahlı örgüte üyelikten cezalandırılabilmesi için eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu veya bu özellikler olmasa dahi suçun niteliği ile örgütün amacına ulaşma bakımından ancak örgüt üyeleri tarafından işlenip işlenemeyeceği gözetilmeli; örgütle organik bir bağının bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiği yeterli bir gerekçeyle gösterilmelidir…

İtiraz konusu kural uygulandığında, silahlı örgüte üye olma suçu bakımından aranan belirli şartlar, örgüte üye olmayan ancak örgüt adına suç işleyen bir kimse yönünden aranmamakta ve her iki kategorideki kimseler arasında herhangi bir ayrım yapılmaksızın örgüte üye olmayan ancak örgüt adına suç işleyen bir kimse örgüt üyesi olarak cezalandırılmaktadır. Bu itibarla bir kimse silahlı örgütle zayıf da olsa bir şekilde bağlantısı bulunduğu iddia edilen bir suç işlediği gerekçesiyle, örgütle bağlantısı açıkça ortaya konulmaksızın, işlediği suçun yanı sıra gerçek içtima hükümleri uyarınca ayrıca örgüt üyeliğinden de cezalandırılmaktadır. Bu durum, örgüt adına suç işleyen kimsenin örgüt üyelerine göre daha ağır cezalarla karşılaşmasına neden olmaktadır.”

‘Örgüt adına’ kavramı belirsiz

“Örgüt adına” kavramının belirsizliğine de dikkat çeken AYM, bunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri gibi haklara da etkisine vurgu yaptı: “AYM, “Kuralın bir temel hakla bağlantısı olmayan suçlar bakımından da uygulanması mümkün olmakla birlikte işlenen suçun temel hakların kullanımıyla ilgili olması durumunda kuralda yer alan örgüt adına kavramının belirsizliğinden kaynaklı geniş yorumu nedeniyle kuralla ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ya da örgütlenme veya din ve vicdan özgürlüğü gibi temel haklar üzerinde güçlü bir caydırıcı etki yaratılmaktadır…

… Kanun koyucunun anayasal ilkelere bağlı kalmak şartıyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımıyla karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edileceği konusunda takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Takdir yetkisi kapsamında belirli ağırlığa sahip suçların örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına işlenmesi hâlinde suçun temel şeklinden farklı bir ceza yaptırımının öngörülmesi veya suçun niteliğinin değişmesi de mümkündür.

Ancak itiraz konusu kuralın, örgüt üyeliğine dair herhangi bir somut delil bulunmadan ve işlenen suçun niteliği ve ağırlığı itibarıyla örgütün amacına ne surette katkıda bulunduğu da dikkate alınmadan kişilerin örgüte üye olmak gibi son derece ağır bir suçtan cezalandırılmalarına neden olacak şekilde geniş yorumlanmaya müsait olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarını önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden “Tarihi” Paylaşım

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) sosyal medya hesabından ‘Anayasa Tarihi Galerisi’nin 360 derece sanal tur teknolojisi ile ziyaretçilere açıldığı duyuruldu. Paylaşımda, dünyadaki ve Osmanlı Devleti döneminden bu yana Türkiye’deki anayasal faaliyetlere ilişkin bilgilendirmeler yer aldı.

Gezi Davası’nda yargılanırken milletvekili seçilen Can Atalay ile ilgili hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay’ın suç duyurusundan 11 gün sonra sessizliğini bozdu.

Verdiği hak ihlali kararının uygulanmaması ve başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile MHP lideri Devlet Bahçeli olmak üzere iktidara yakın isimler tarafından hedef gösterilmesine ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunmayan AYM’nin sosyal medya hesabından ‘Anayasa Tarihi Galerisi’nin 360 derece sanal tur teknolojisi ile ziyaretçilere açıldığı duyuruldu. AYM, bir önceki paylaşımını 9 Kasım’da yapmıştı.

AYM’nin sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, “Dünyadaki ve Osmanlı Devleti döneminden bu yana Türkiye’deki anayasal faaliyetlere ilişkin bilgilendirmelerin yer aldığı galeride Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun yayımlandığı Resmî Gazete’nin nüshası, ıslak imzalı kararlar, geçmişten bugüne Mahkemede kullanılan daktilo, telefon ve çeşitli materyaller, eski mahkeme üyelerinin cüppe ve kepleri sergilenmektedir. Sanal tur içeriğine aşağıdaki linkten ulaşılabilir” ifadeleri yer aldı.

Ne olmuştu?

Gezi Davası’ndan mahkum olduktan sonra milletvekili seçilen ve Anayasa Mahkemesi’nin hakkında ihlal kararı verdiği Avukat Can Atalay’ın dosyası Anayasa Mahkemesi tarafından yerel mahkeme olan İstanbul 13. Ceza Mahkemesi’ne gönderilmişti.

Mahkeme, dosyada karar verme yetkisinin Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nde olduğunu belirterek dosyayı bu daireye iletmişti.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesi, önceki kararının doğru olduğunu belirterek Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına uyulmamasına hükmetmiş ve Can Atalay’ın mahkumiyet kararını onamıştı. Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’yı ihlal ettiğini ve yetkisini aştığını belirten Yargıtay 3. Ceza Dairesi Atalay hakkında ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunmuştu.

Atalay’ın milletvekilliğinin de düşürülmesi için TBMM’ye bildirimde bulunan Daire, Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı’na gönderilmesine hükmetmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin ‘birçok yanlışı arka arkaya yapar hale geldiğini’ söyleyerek, “Parlamentomuz da bu konularda ağır hareket ediyor. Yani birçok terörist parlamentoda dokunulmazlıkların kaldırılması süreci geciktiği için kaçtılar, yurt dışına çıktılar. Bunların bu kadar ağır ele alınmaması gerekiyor. Çok seri kararla bu işlerin bitirilmesi lazım” demişti.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Yargıtay’dan yana taraf olup, AYM’nin kapatılması ya da yeniden yapılandırılması gerektiğini söylemişti. Bahçeli bu konuda Meclis’e de çağrıda bulunarak, “Yargıya saygı mecburidir, bu kararın gereği TBMM’de derhal yapılmalı, konu kapatılmalıdır” ifadelerini kullanmıştı.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

AK Parti, Anayasa Mahkemesi’nin Yetkilerini Daraltmayı Planlıyor

Yargıdaki krize ilişkin bir yazı kaleme alan Gazeteci Nuray Babacan, AK Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bireysel başvuruya ilişkin hükümleri içeren yasa maddelerine sınırlama getirmeyi planladığını yazdı.

Nuray Babacan yazısında, bireysel başvuru kararlarında, AYM’nin temyiz mahkemesi olamayacağına ilişkin yeni hükümler hazırlanması, çerçevenin daraltılmasının tartışıldığını belirtti.

Gazete Pencere yazarlarından Nuray Babacan, “AKP, AYM’nin yetkilerini yasa yoluyla daraltmayı planlıyor” başlıklı yazısıyla yargıda yaşanan krize ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Babacan’ın yazısı şöyle:

“AKP iktidarının, önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin işaret fişeği ile başlayan Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini sınırlandırma girişimi, hızlandı. Daha Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yüksek yargının başkanlarıyla toplantı yapılmadan AKP’de taslak metin konuşuluyor. AYM’nin yetkilerini sınırlandırma, yerinde denetimlik yapmasını önleme ve bireysel başvuruları daraltma amacı taşıyan taslak hazırlanıyor.

Edinilen bilgiye göre, Bahçeli’nin başlattığı, Cumhurbaşkanlığı sarayındaki danışmanların destek verdiği AYM’nin yetki tartışması, partinin hukukçu milletvekillerinin büyük bölümünün desteğini almasa da devam edecek. Yargıtay’ın çıkışı ile siyasilerin yaptığı açıklamaların, değişiklikleri gündeme getirmek için bir manevra olduğunu öne sürenler de var.

AKP’de konunun, yasa ve Anayasa’da yapılacak değişiklikleri içeren iki boyutu olduğu değerlendiriliyor. Anayasa değişikliğine muhalefetin destek vermeyeceği, uzlaşmanın mümkün olmayacağı kabul ediliyor. İktidar Partisi, AYM’nin Anayasa’dan aldığı yetkileri, yasa yoluyla daraltmayı planlıyor. Tartışılan düzenlemelerin ana başlıkları şöyle:

AKP, AYM’nin bireysel başvuruya ilişkin hükümleri içeren yasa maddelerine sınırlama getirmeyi planlanıyor. Bireysel başvuru kararlarında AYM’nin temyiz mahkemesi olamayacağına ilişkin yeni hükümler hazırlanması, çerçevenin daraltılması tartışılıyor.

AYM’nin yerindelik denetimi yapmasının önüne geçilmesi planlanıyor. AYM’nin sadece hak ihlali kararı verileceği ve buna bağlı olarak sonucun AİHM olduğu gibi tazminat sınırlı kalması gerektiği üzerinde duruluyor. AYM’nin Yargıtay kararlarını ortadan kaldıran, mahkemelere talimat veren bir karar çıkartamayacağına ilişkin düzenlemeler yapılması planlanıyor.

Ayrıca, AYM’nin kendi çalışma usullerini kendi çıkardığı bir yönetmelikle belirlediği belirtilerek, değiştirmesi gerektiği iddia ediliyor. AYM’nin çalışma usullerinin yönetmelik değil kanun ile belirlenmesi düşünülüyor.

Gerekçe oluşturuyorlar

Parti kurmayları, 2012 yılından itibaren getirilen bireysel başvuru hakkının, 6216 sayılı Anayasaya Mahkemesi Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 50’nci maddesinin bazı hükümleri yürürlükte olduğu müddetçe benzer sorunlar yaratmaya devam edeceğini öne sürüyorlar.

Değişikliği destek veren AKP’liler, “‘Hak ihlali mahkeme kararından kaynaklanmışsa dosya yeniden yargılama yapılmak üzere mahkeme gönderilir’ hükmü olduğu müddetçe, Yargıtay ve Danıştay’ın temyiz incelemesi üzerine verdiği kesin kararları, AYM’nin adeta bir süper temyiz mahkemesi gibi incelemesi sonucunu doğuruyor. Bir düzenleme yapılmazsa tartışma ve huzursuzluk devam edecek. Dolayısıyla bu maddenin yeniden düzenlenmesi gerekir.

Ayrıca, yasama organı, kendisinin ve diğer organların da sınırlarını çizen erkler ayrılığında en üst organdır. Yasamanın verdiği bir kararın AYM’nin müzakereye katılan üyelerinin eşitliği halinde başkanın oyu ile iptali gibi demokratik temsili ipotek altına alan bir karar alma usulü kabul edilemez” iddiasını savunuyor.”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi, ‘Dezenformasyon Yasasının’ İptal Talebini Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yapılan “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun iptali talebini oy çokluğuyla reddetti. Karar 6’ya karşılık 8 oyla alındı.

Haber Merkezi / Anayasa Mahkemesi (AYM), Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 217A maddesinde düzenlenen “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun iptali talebini bugün görüştü. AYM, “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun iptali talebini oy çokluğuyla reddetti.

Karar 6’ya karşılık 8 oyla alınırken, Anayasa Mahkemesi (AYM) de “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu maddesinin iptali yönünde rapor hazırlamıştı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), ilgili yasa için Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenen maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.

Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Haber Sen’den oluşan basın meslek örgütleri de gazetecilerin keyfi olarak suçlanmasına, tutuklanmasına neden olan söz konusu maddenin iptali için AYM’nin karşısındaki alanda bugün “Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti’ başlatmıştı.

Kamuoyunda dezenformasyonla mücadele olarak bilinen 7418 Sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu’nun 29’uncu maddesiyle TCK’nın 217/A maddesine ekleme yapılarak, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu ihdas edilmiş, bu suçu işleyenlerin 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştü.

TCK’ya eklenen 217/A maddesi şöyle: Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma: (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.

Gazeteciler, karar açıklanmadan önce dezenformasyon yasasını Anayasa Mahkemesi önünde protesto etti.

Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Haber Sen ortak bir açıklama yayınlayarak, “Bir yıldır onlarca gazetecinin soruşturulmasına, gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına neden olan ‘halkı yanıltıcı bilgi yayma’ maddesinin keyfi suçlamalara yol açtığını artık tüm ülke biliyor, görüyor.

Bu hafta sadece üç günde üç gözaltı, dört soruşturma, bir tutuklama ile karşı karşıya kalan gazeteciler bu yasa maddesinin iptal kararını Anayasa Mahkemesi önündeki ‘Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti’ ile karşılayacak” ifadeleri ile yasaya tepki gösterdi.

Paylaşın

AYM Başkanı Arslan’dan Mahkemenin Kararları Uygulansın Mesajı

Anayasa Mahkemesi kararlarının herkesi, her kurumu bağlamasında bir tereddüt olmadığını vurgulayan Başkan Zühdü Arslan, “Objektif etkiyi biz bireysel başvurunun amacı bağlamında tartışmak durumundayız. Nedir o amaç, ihlallerin önlenmesi, yeni ihlallerin engellenmesi ve ihlalin kaynağının kurutulmasıdır” dedi ve ekledi

Haber Merkezi / “Bireysel başvurunun amacı tek tek herkesin temel hak ve özgürlüklerle ilgili hak ihlali iddialarını ele alıp çözüm bulmak değildir. Olamaz da… Bireysel başvurunun amacı hukuk sisteminin, hukuk düzeninin, yargının işleyişini hak ihlali üretmeyecek, ortaya çıkarmayacak bir noktaya getirmektir.”

Arslan açıklamasını, “Bu da ancak objektif etkiyle mümkündür. Çünkü objektif etki dediğimizde şunu anlıyoruz. Anayasa Mahkemesi bir anayasal meseleye ilişkin, bir anayasal hak ve özgürlüğün alanına, sınırlarına ilişkin bir karar verdikten sonra ve ilkeleri belirledikten sonra artık bu ilkelerin her defasında tekrar tekrar başvurularla ifade edilmesine gerek kalmaksızın tüm kamu gücü kullanan organları tarafından dikkate alınmasını gerektirir. Aksi takdirde her bir olay Anayasa Mahkemesi’nin önüne bireysel başvuru yoluyla gelecektir, bunun da bireysel başvurularının ikincilliği ilkesiyle bağdaşır bir yanının olmadığını takdir edersiniz” sözleriyle devam ettirdi.

Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliği ve Avrupa Konseyi tarafından birlikte yürütülen Anayasa Mahkemesinin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi kapsamında “Adli-İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması” konulu 6. bölge toplantısı 30 Ekim 2023 tarihinde İzmir’de başladı.

Açış konuşmalarını Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Başkanı İdris Kizir, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Fahri Mutlu Tosun ve Avrupa Konseyi Ankara Program Ofisi Başkanı William Massolin’in yaptığı toplantıya Anayasa Mahkemesi Başkanvekilleri, Üyeleri, İzmir Valisi, Bölge İdare ve Adliye Mahkemelerinin Başkanları, Başsavcılar ile bölgede görev yapan hâkim ve savcılar katıldı.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Kararların subjektif ve objektif etkilerini konuştuğumuz bölge toplantılarının bireysel başvurunun daha iyi anlaşılması ve uygulanmasına önemli katkılar yaptığına yürekten inanıyorum. Açılışını yaptığımız bu altıncı toplantının da öncekiler gibi başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum.

Toplantının düzenlenmesinde emeği geçen herkese ve sıcak bir misafirperverlikle bizleri karşılayan vilayetimizin tüm yöneticilerine ve yargı mensuplarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Cumhuriyet’in geride bıraktığımız yüz yılında edinilen tecrübeden yararlanarak gelecek yüzyılları inşa etmek ve kazanımları gelecek nesillere aktarmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bunun için Cumhuriyet’in hukuki boyutunun önemini daha iyi anlamak ve anlatmak zorundayız.

Romalı düşünür ve devlet adamı Cicero cumhuriyeti halkın oluşturduğunu ancak bu halkın herhangi bir şekilde bir araya gelen insan topluluğu olmadığını söyler. Ona göre cumhuriyeti inşa eden halk, hukuksal rızanın ve menfaat birliğinin bir araya getirdiği bir topluluktur.1

Kuşkusuz anayasalar, bu hukuksal rızanın en belirgin yansımalarıdır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti de 100 yıl önce yürürlükteki anayasa olan 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 1. maddesine “Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir” hükmünün eklenmesiyle kurulmuştur. Bu hüküm 1924 Anayasası’ndan itibaren anayasalarımızın 1. maddelerinde “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” şeklinde yer almıştır.

Cumhuriyet’in kurucularının inşa ettiği anayasal kimlik zaman içerisinde kimi değişikliklere uğrayarak bugünkü hâlini almıştır. İçeriği, yorumu ve uygulaması zamanla farklılaşmakla birlikte Anayasa’nın 2. maddesi 100 yıllık Cumhuriyet’in anayasal kimliğini çok iyi özetlemektedir. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, diğer özelliklerinin yanında, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Bu tanımda belirleyici nitelik “hukuk devleti”dir zira bu ilke Cumhuriyet’in niteliklerinden sadece biri değil, aynı zamanda diğer nitelikleri de niteleyen temel ilke olarak ifade edilmiştir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti her şeyden önce ve temelde bir hukuk devletidir. İnsan hakları, demokrasi, laiklik ve sosyal devlet gibi ilkeler aynı zamanda hukuk devletini tamlayan nitelikler olarak formüle edilmiştir.

Bu belirleyici özelliğinden dolayı Anayasa Mahkemesi gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda verdiği kararlarda sık sık hukuk devletine atıf yapmaktadır. Daha önemlisi Anayasa Mahkemesine göre “Hukuk devleti, Anayasa’nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında gözönünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir”.

Cumhuriyet’in ve aynı zamanda Türk anayasal kimliğinin banisi olan Mustafa Kemal Atatürk “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” demiştir. Cumhurbaşkanı Atatürk, 1 Kasım 1928 tarihinde üçüncü dönem TBMM’nin ikinci yasama yılının açılışında yaptığı konuşmada, adliyenin seyrine dair gelişmeleri zikrettikten hemen sonra bu sözü hatırlatmıştır.

Buradan hareketle diyebiliriz ki “kimsesizlerin kimsesi” olma sorumluluğu en başta yargıya aittir. Bilhassa bireysel başvurunun kabulünden sonra Anayasa Mahkemesi bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmenin gayreti içindedir. Toplumun hemen her kesiminden anayasal hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğini düşünenler, başka bir ifadeyle kendilerini çaresiz ve kimsesiz hissedenler tüm idari ve yargısal yolları tükettikten sonra bireysel başvuru yolunu kullanmaktadır. İşçisinden iş adamına, çiftçisinden ihracatçısına, öğrencisinden öğretmenine, gazetecisinden siyasetçisine kadar toplumun hemen her kesiminden kişi ve kuruluşlar maruz kaldıklarını düşündükleri ihlallerin giderilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmaktadır.

Anayasa Mahkemesi de 11 yıldır hak eksenli bir yaklaşımla bu başvuruları incelemekte, varsa ihlali tespit etmekte ve giderim yollarını göstermektedir. Mahkememiz hemen her hak grubuyla ilgili olarak verdiği kararlarda bir yandan başvurucunun somut zararını gidermeye, diğer yandan da yeni ihlalleri engellemeye yönelik olarak alınması gereken tedbirleri belirlemektedir.

Bu suretle temel hakların ihlaline yol açan yapısal sorunlar tespit edilmiş, hakların korunmasına dair ilke ve standartlar önemli ölçüde belirlenmiştir.

Bireysel başvurunun beraberinde getirdiği en büyük dönüşümlerden biri hukukun anayasallaşması olmuştur. Gerçekten de bireysel başvuruyla birlikte, idare hukukundan iş hukukuna, ceza hukukundan aile hukukuna kadar tüm alanlarda anayasal hükümler ve bunlara ilişkin Anayasa Mahkemesinin kararları dikkate alınmaya başlamıştır. Bu anayasallaşmanın hem akademide hem de yargı pratiğinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Kuşkusuz bu süreç, beraberinde önemli hukuksal sorunları da getirmiştir. Bunların başında anayasa hükümlerine ilişkin yorumların yeknesaklaştırılması gelmektedir. Anayasa’nın 138. maddesine göre hâkimler “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak” karar verirler. Anayasa’ya uygun karar vermek kaçınılmaz olarak anayasal hükümlerin yorumlanmasını gerektirmektedir.

Her düzeyde mahkemelerin Anayasa’yı yorumu doğal olarak ortaya yorum farklılıklarını çıkarmaktadır. Demokratik hukuk devletinde bir anayasal hükmün farklı kurumlar tarafından farklı şekilde yorumlanması doğaldır. Dahası yorum farklılığı aynı zamanda bir zenginliktir.

Bununla birlikte yorumda farklılık anayasal hükümlerin herkese eşit olarak uygulanması zorunluluğuna halel getirmemelidir. Başka bir ifadeyle hukuk devletinde yorum çeşitliliği vardır ancak “yorum kakofonisi” yoktur. Bunu kontrol edecek ve anayasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanmasındaki yeknesaklığı sağlayacak olan da kuşkusuz Anayasa Mahkemesidir.

Anayasa’nın yorumunda ve uygulanmasında yeknesaklığın sağlanması için bireysel başvurunun objektif etkisinin kabul edilmesi hayati derecede önemlidir. Bilindiği üzere bireysel başvurunun asıl amacı tek tek hak ihlali iddialarını ele alarak subjektif giderim sağlamak değildir. Bireysel başvuru, onu getiren anayasa koyucunun da ifade ettiği gibi, ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunması ve standardının yükseltilmesi amacıyla ihdas edilmiş bir kurumdur.

Bu nedenle de bireysel başvuruda asıl amaç yeni ihlallerin önlenmesi, tabir yerindeyse ihlale neden olan bataklığın kurutulmasıdır. Bu da her şeyden önce bireysel başvurunun objektif etkisinin hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Objektif etki Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya konu bir hak veya özgürlüğün kapsamına ve sınırlarına ilişkin yaptığı tespit ve değerlendirmelerin “benzer durumda olanlar yönünden etki doğuracağı” anlamına gelmektedir.

Bu anlamda objektif etki yasama, yürütme ve yargı organları ile idarenin Anayasa Mahkemesi kararlarında yapılan değerlendirmeleri, ortaya konulan temel ilke ve esasları dikkate almalarını ve yeni ihlallere yol açmayacak şekilde davranmalarını gerektirmektedir.

Esasen bireysel başvurunun objektif etkisinin dikkate alınmaması, aynı konuya ilişkin benzer tüm ihlal şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesine taşınması sonucunu doğuracaktır. Bunun da ikincillik ilkesine dayanan bireysel başvurunun temel hakları koruma işlevini olumsuz yönde etkileyeceği izahtan varestedir.

Tam da bu nedenle “Kamu gücünü kullanan organlar gerektiğinde, ihlalin tekrarlanmamasına yönelik genel tedbirler almak ve Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda bu ihlalin hukuk aleminde sebep olduğu sonuçları telafi etmek zorundadır”. İhlalin başvurucunun subjektif durumundan bağımsız olarak yapısal sorunlardan kaynaklandığı durumlarda objektif etki gereğince başta yargı organları olmak üzere kamu gücü kullananların muhtemel yeni ihlalleri önleme yükümlülüğü çok daha belirgindir.

Konuşmama son verirken belirtmek isterim ki 11 yılını geride bıraktığımız bireysel başvuru insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak Cumhuriyet’in topluma dokunmasının, insanımızın temel haklara ilişkin sorunlarını çözmesinin bir aracı olarak kurumsallaşmıştır.

Bu sebeple bireysel başvuruyu yüz yıllık Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Bu kazanımı korumak ve geliştirerek Cumhuriyet’in “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” gelecek nesillerine aktarmak hepimizin ortak görevidir. Dahası bu aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluşuna giden süreçte kanları ve canlarıyla kurtuluş mücadelesi verenlere karşı da bir vicdan borcumuzdur.”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden 3 Siyasi Parti Hakkında Kapatma Kararı

Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Yeni Dünya Partisi, Değişim ve Demokrasi Partisi ve Yeniden Birlik Partisi’ne ilişkin açtığı davalarda nihai kararı aldı.

Haber Merkezi / AYM, Yeni Dünya Partisi’nin üst üste iki kez büyük kongresini süresinde yapmadığı; Yeniden Birlik Partisi ile Değişim ve Demokrasi Partisi’nin “ilk büyük kongresini süresinde yapmadığı ve zorunlu organlarını oluşturmadığı” gerekçeleriyle ‘kendiliğinden dağılma hali’ ve buna bağlı olarak hukuki varlığının sona ermesine hükmetti.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), 3 partiye ilişkin kararları Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yeni Dünya Partisi

Yeni Dünya Partisi, 31 Ekim 2009 tarihinde Demokrat Parti’ye katılan Anavatan Partisi’nin ardından Büyük Anavatan Partisi adıyla kuruldu. Parti, Anavatan Partisi’nin kurucusu Turgut Özal’ın görüşlerini savunuyordu.

Partinin Genel Başkanı Emanullah Gündüz 2011 seçimlerine katılmayacaklarını bildirse de sonradan partinin zaten seçimlere katılacak teşkilat sayısını tamamlayamadığı anlaşılmıştı.

Parti, 19 Eylül 2011’de adını Birlik ve Huzur Partisi olarak değiştirdi. Partinin kurulduğu gün Mardin Gazeteciler ve Yazarlar Derneğini ziyaret eden Birlik ve Huzur Partisi Genel Başkanı Emanullah Gündüz, partinin yeni kurulduğunu bildimişti.

Gündüz; “Büyük Anavatan Partisi ismi Birlik ve Huzur Partisi olarak değiştirilmiştir. Parti siyasi hayatına Birlik ve Huzur Partisi çatısı adı altında devam edecektir” demişti.

Değişim ve Demokrasi Partisi

25 Haziran 2020 yılında kurulan Değişim ve Demokrasi Partisi’nin genel başkanı Mehmet Işık’tı. Değişim ve Demokrasi Partisi, 31 Mart 2022 yılında Milli Yol Partisi’ne katılmıştı. Partinin genel başkanı Mehmet Işık, Milli Yol Partisi’ne katıldıkları için mutlu olduklarını ifade etmişti.

Yeniden Birlik Partisi

Yeniden Birlik Partisi Özcan Alagözoğlu liderliğinde 31 Mart 2020 yılında kuruldu. Son genel başkanı Savaş Yetkin’di.

Savaş Yetkin, partinin kuruluş sürecinde, “Ülkemiz için siyaseti olması gerektiği gibi amacına uygun olarak halkın bir parçası olduğumuzu unutmayarak sadece oy toplamak amacında olmak yerine ülkemizi el ele geleceğe taşımak istiyoruz. Çünkü biz halk ile halk için yola çıkıyoruz” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın