“Var Olmaması Gereken” Dev Galaksiler Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) var olmaması gereken bir dizi devasa galaksi buldu.

James Webb Uzay Teleskobu, Büyük Patlama’dan yaklaşık 500-700 milyon yıl sonra, evren şu anki yaşının sadece yüzde 3’ündeyken oluşan bir dizi devasa galaksiyi gözlemlemek için kullanıldı.

Bu galaksilerin bizim güneşimizin sahip olduğundan 10 milyar kat kadar fazla yüksek yıldız kütleleri olabilir ve yıldızlardan biri, güneşimizin 100 milyar katı kadar büyük olabilir.

Bilim insanları toplam 6 galaksi buldu. Bu 6 galaksi birlikte, bilim insanlarının evrenimizdeki galaksilerin başlangıcı hakkında bildiklerini değiştirme tehdidi barındırıyor.

Araştırmacılar “evren kırıcılar” olarak bahsettikleri bu nesnelerin, evrenin mevcut modellerinin yüzde 99’uyla ters düştüğünü söylüyor.

Araştırmacılar, bu tür galaksilerin evrenin başlangıcından bu kadar kısa bir süre sonra bu denli büyümesinin beklenmemesi gerektiğini belirtiyor. Yeni araştırmada incelenen yıldızların kütlesi, araştırmacıların daha önce düşündüğünden 100 kat kadar daha büyük.

Galaksilerden gelen ışığı modelleyen Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik yardımcı doçenti Joel Leja, yaptığı açıklamada, “Bu nesneler herkesin beklediğinden çok daha devasa” diyor:

“Zamanın bu noktasında yalnızca minicik, genç, bebek galaksiler bulmayı bekliyorduk ancak daha önce evrenin şafağı olarak anlaşılan şeyde bizimki kadar eski galaksiler keşfettik.”

Doğrulanabilirlerse, bu keşif erken kozmos tarihimizin yanlış olabileceğini ve galaksilerin sandığımızdan çok daha hızlı büyüdüğünü öne sürebilir. Bu, ya evren modellerimizi ya da galaksilerin nasıl başladığına dair anlayışımızı değiştirmemizi gerektirecektir.

Leja, “Evrenin çok erken dönemlerine ilk kez baktık ve ne bulacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu” diyor: Öyle beklenmedik bir şey bulduk ki bu, aslında bilim için sorunlar yaratıyor. Erken galaksi oluşumuna dair tüm tabloyu şüpheli kılıyor.

Fakat bilim insanları galaksilerin uzaklığının ve yaşının, onların ne olduklarında kesin karar kılamayacakları anlamına geldiği uyarısını yapıyor. Araştırmacılar, bazılarının süper kütleli karadeliklere dönüşmüş olabileceğini söylüyor. Ancak 6 adayın bazılarının düşünüldüğü gibi galaksi olması muhtemel.

Yeni araştırmanın ortak yazarı ve Colorado Boulder Üniversitesi’nde astrofizik yardımcı doçenti olan Erica Nelson, “Bu galaksilerden biri bile gerçekse, kozmoloji anlayışımızın sınırlarını zorlayacaktır” diyor.

Araştırmacılar, diğer nesnelerin bile şoke edici olacağını söylüyor. Nelson, “Başka bir olasılık da bu şeylerin, soluk kuasarlar gibi farklı türde tuhaf nesneler olması ki bu da bir o kadar ilginç olabilir” diyor.

Bulgular, galaksilerin ne kadar uzakta olduklarını ve nelerden oluştuklarını daha iyi doğrulayacak spektrum görüntüleri alınarak teyitlenebilir. Bu da bilim insanlarının onların neye benzeyebileceklerini ve ne kadar büyük olduklarını anlamalarına olanak verecektir.

“A population of red candidate massive galaxies ~600 Myr after the Big Bang” (Büyük Patlama’dan yaklaşık 600 milyar yıl sonra kırmızı aday devasa galaksilerin popülasyonu) başlıklı yeni makale dün Nature’da yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanlarından Çarpıcı Keşif: Bilinen En Uzak Galakside Oksijen Tespit Edildi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenen ve bilinen en uzak galakside oksijen tespit edildi.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi ve ekledi:

“James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.”

Bilim insanları şimdiye kadar keşfedilmiş en uzak galakside oksijen belirtileri saptadı.

Yaşam için son derece gerekli olan bu elementin uzayın derinliklerinde keşfedilmesi, eski galaksilerin yapısına dair önemli ipuçları sunuyor.

Keşfe konu olan GHZ2/GLASS-z12 adlı galaksi, evreni oluşturduğu varsayılan Büyük Patlama’dan sadece 367 milyon yıl sonra oluştu.

Astrofizikçilere göre bu tarih, 13,8 milyar yıl önce ortaya çıkan “evrendeki ilk ışıkların açıldığı” dönemdi.

Dolayısıyla bu galaksiyi gözlemlemek, zamanda milyarlarca yıl öncesine bakmak anlamına geliyor. Çünkü galaksiden gelen ışık, teleskoplara yakalanmadan önce 13,5 milyar ışık yılı mesafe kat etti.

Söz konusu galaksi, NASA’nın gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye nitelenen James Webb Uzay Teleskobu tarafından temmuz ayında gözlemlenmişti.

James Webb’den gelen görüntülerin ardından bilim insanları, galaksiyi bir de yer tabanlı teleskopla gözlemlemek istedi. Bunun için de Şili’deki Atacama Büyük Milimetre/milimetre-altı Dizisi (ALMA) kullanıldı.

Araştırma ekibine liderlik eden, Japonya’daki Nagoya Üniversitesi’nden Tom Bakx, “James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk görüntüleri o kadar çok eski galaksiyi ortaya çıkardı ki bulgularını Dünya’daki en iyi gözlemevini kullanarak test etmek zorunda hissettik” diye konuştu.

ALMA’yı GHZ2/GLASS-z12 yönüne çeviren ekip, oksijen gibi elementlerle bağlantılı radyo spektrumunda emisyonlar aramaya başladı.

ALMA’yı oluşturan 66 adet 12 metrelik radyo anteninin her biri çalıştırıldı ve sonunda GHZ2/GLASS-z12 konumuna yakın bir oksijen emisyon hattı tespit edildi.

Bunu takip eden analizler ve istatistiksel testler, sinyalin gerçek olduğunu ve galaksiden geldiğini ortaya koydu.

Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan araştırma, evrendeki ilk galaksilere dair önemli bilgiler veriyor.

Emisyonun parlaklığı, galaksinin hidrojen ve helyumdan daha ağır elementleri nispeten hızlı bir şekilde oluşturduğu sonucuna götürüyor.

Araştırmacılara göre bu bulgu özellikle ilginç. Zira yıldızlar ortaya çıkmadan önce evren, helyum ve hidrojenden oluşuyordu.

Yıldızlar ortaya çıktıktan sonra sıcak, yoğun çekirdeklerinde atomları parçalayarak daha ağır elementler oluşturmaya başladı.

Ancak bu elementler yıldızların içinde “kilitliydi”. Yani daha ağır elementlerin yıldızlararası uzayda yayılabilmesi, yıldızların patlayarak ölmesine kadar mümkün olmadı.

Araştırmanın ortak yazarı Jorge Zavala, “James Webb’in çalışmaları daha yeni başladı, ancak şimdiden erken evrende galaksi oluşumuna dair teorilerimizi onun gözlemlerine uygun olacak şekilde ayarlamaya başladık” dedi:

James Webb ve ALMA’nın güçlerini birleştirmesi, ufkumuzu evrenin şafağına kadar genişletiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kara Delik, Şanssız Yıldızı “Donut” Şekline Getirdi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından 24 Nisan 1990’da Dünya yörüngesine fırlatılan Hubble Uzay Teleskobu, bir karadeliğin bir yıldızı “donut” haline getirip yiyişini kaydetti.

Bu, evrendeki en şiddetli ve en uç noktadaki süreçlerden biri: Bir yıldız bir karadeliğe çok yaklaştığında karadelik onu yırtarak bir yandan yıldızı yerken bir yandan radyasyon kusar. Bu, “gelgit bozulma olayı” diye bilinir.

Bilim insanları yıldızın yendiği son anları kaydetmek için bu süreci gerçekleştiği sırada Hubble Uzay Teleskobu’nu kullanarak izledi.

Araştırmacılar bu ve benzeri gözlemleri, bir yıldız sonsuz derinliğe düşerek böyle parçalandığında ne yaşandığını daha iyi anlamak için kullanmayı umuyor.

NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu, yeni örnek neredeyse 300 milyon ışık yılı uzakta olduğu için süreci gerçekleşirken göremiyor. Fakat bu olay gerçekleştiğinde dışarı atılan ışığı görebilen bilim insanları, bu ışığı yıldıza ne olduğuna dair ipuçları elde etmek için inceleyebilir.

Araştırmacılar karadeliklerin etrafındaki gelgit bozulma olaylarının birçok örneğini gördü. Bu örneklerden yaklaşık 100 tanesi uzayda, çeşitli teleskoplar kullanılarak belgelendi.

Ancak son çalışmada olduğu gibi, bu gelgit olaylarını ultraviyole ışık kullanarak görmek çok daha sıradışı. Enkaza ne olduğuna ve onu açığa çıkaran karadeliğe dair açıklama sunabileceği için bu ışık faydalı.

Gökbilimciler baktıkları ışığın, bir zamanlar yıldızı oluşturan çok parlak, donut şeklindeki bir gaz halkasından geldiğini düşünüyor. Güneş sistemimiz büyüklüğündeki bu alan, merkezindeki bir karadeliğin etrafında dönüyor.

Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Peter Maksym yaptığı açıklamada, “O donut’ın kenarında bir yere bakıyoruz. Karadelikten bize doğru saatte 20 milyon mil (yaklaşık 32 milyon km yani ışık hızının yüzde üçü) hızla yansıtılan, yüzeyin üstünü süpüren bir yıldız rüzgarı görüyoruz” dedi:

Bu olayı hâlâ anlamaya çalışıyoruz. Yıldızı parçalıyoruz ve sonra karadeliğe doğru ilerleyen bu maddeyi elde ediyoruz. Böylece neler olup bittiğini bildiğimizi düşündüğümüz modeller elde ediyoruz ve sonra gerçekten bu şeyi görüyoruz. Burası bilim insanları için heyecan verici bir yer: Tam da bilinen ve bilinmeyenin kesiştiği arayüz.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA’dan Çarpıcı “Güneş” Videosu

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA tarafından 11 Şubat 2010’da uzaya fırlatılan Güneş Dinamikleri Gözlemevi adlı uzay aracından gelen veriler çarpıcı bir videoya dönüştürüldü.

Yaklaşık 13 yıl boyunca Dünya yörüngesindeki noktasından Güneş’i yüksek çözünürlükte görüntüleyen teleskop, gelişkin ekipmanları sayesinde her 0,75 saniyede bir yıldızın görüntüsünü kaydediyor.

Teleskobun Atmosferik Görüntüleme Tertibatı adlı cihazı da tek başına her 12 saniyede bir 10 farklı ışık dalga boyunda görüntü yakalıyor.

NASA’nın yayımladığı hızlandırılmış videodaki görüntüler de 12 Ağustos ve 22 Aralık 2022 tarihleri arasında yapılan gözlemlerden elde edildi.

Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nin YouTube kanalından yayımlanan videoda Güneş’in korona adı verilen atmosferi detaylı biçimde gözler önüne seriliyor.

Video, 17,1 nanometre (morötesi) dalga boyunda çekilmiş fotoğrafların bir araya getirilmesiyle oluşturuldu.

133 günlük gözlemleri, yalnızca 59 dakikaya sığdıran videoda Güneş’in aktif ve parlak bölgeleri, en fazla göze çarpan unsurlardan.

Bu bölgeler üzerinde görülen halka şeklindeki yapılar, sıcak ve parlak plazma dalgalarını hapseden manyetik alanları gösteriyor.

Bu bölgelerde zaman zaman meydana gelen patlamalar, plazma dalgalarının uzaya savrulmasına ve hatta Dünya’ya kadar ulaşmasına sebebiyet veriyor.

Radyoaktif parçacıklardan oluşan bu plazmalar, uzayda seyahat etmeye başladığında “Güneş rüzgarı” adını alıyor.

Videonun açıklamasında, Güneş Dinamikleri Gözlemevi’yle ilgili, “Bize en yakın yıldızın işleyişine dair sayısız yeni keşfi mümkün kıldı” ifadelerine yer veriliyor:

Bu teleskop ve diğer NASA misyonları, uzaydaki yerimize dair daha fazla bilgi ve astronotlarımızı güvende tutacak yeni veriler sağlamak için önümüzdeki yıllarda Güneş’i izlemeye devam edecek.

Güneş Dinamikleri Gözlemevi, 11 Şubat 2010’da uzaya fırlatılmıştı. Görev, Güneş Sistemi’nin yaşamı doğrudan etkileyen yönlerinin anlaşılmasını sağlamayı hedefliyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

NASA Paylaştı: İşte Kara Deliğin Sesi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), ‘uzayda ses olmadığını zannedenler için’ mayıs ayında kaydettiği ve insan kulağıyla duyulabilecek hale getirdiği kara delik sesini sosyal medya hesabından yeniden paylaştı.

Pazar günü yaptığı paylaşımda NASA mayıs ayında kaydedilen bir kara delik sesini yeniden yayınlayarak şu ifadelere yer verdi:

“Uzayda ses olmadığını zannetmemizin nedeni, çoğu uzayın bir boşluk olması ve ses dalgalarının yayılmasına imkan tanımamasıdır. Bir galaksi kümesinde o kadar çok gaz vardı ki, biz gerçek bir sesi yakalayabildik. Bu kayıtta ses, bir kara deliği duyabilmemiz için amplifiye edilip başka seslerle birlikte yeniden düzenlendi.”

Ses kaydında çıkardığı titreşimlere yer verilen gökada kümesi, Dünya’dan 200 milyon ışıkyılı uzaklıkta yer alan, sıcak gazla dolu ve 11 milyon ışık yılı genişliğindeki Perseus gökada kümesi. Veriler ise NASA’nın Chandra X-ray Gözlemevi’nden mayıs ayındaki Kara Delik Haftası’nda elde edildi.

NASA, ses kaydının yakalandığına dair yaptığı ilk açıklamada, “Gökbilimciler, kara deliğin yaydığı basınç dalgalarının, kümenin sıcak gazında bir notaya çevrilebilecek dalgalanmalara neden olduğunu keşfettiler. Bu aslında insanların orta C’nin 57 oktav altında duyamayacağı bir nota” demişti.

Kara Delik nedir?

Kara delik; astrofizikte, çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli bir gök cismidir. Kara delik, uzayda belirli nicelikteki maddenin bir noktaya toplanması ile meydana gelen bir nesnedir de denilebilir. Bu tür nesneler ışık yaymadıklarından kara olarak nitelenirler.

Kara deliklerin “tekillik”leri nedeniyle, üç boyutlu olmadıkları, sıfır hacimli oldukları kabul edilir. Kara deliklerin içinde ise zamanın yavaş aktığı veya akmadığı tahmin edilmektedir. Kara delikler Einstein’ın genel görelilik kuramıyla tanımlanmışlardır. Doğrudan gözlemlenememekle birlikte, çeşitli dalga boylarını kullanan dolaylı gözlem teknikleri sayesinde keşfedilmişlerdir. Bu teknikler aynı zamanda çevrelerinde sürüklenen oluşumların da incelenme olanağını sağlamıştır.

Örneğin, bir kara deliğin potansiyel kuyusunun (uzay-zaman kavisi) çok derin olması nedeniyle yakın çevresinde oluşacak yığılma diskinin üzerine düşen maddeler diskin çok yüksek sıcaklıklara erişmesine neden olacak, bu da diskin (ve dolaylı olarak kara deliğin) yayılan x-ışınları sayesinde saptanmasını sağlayacaktır. Günümüzde, kara deliklerin varlığı, ilgili bilimsel topluluğun (astrofizikçiler ve kuramsal fizikçilerden oluşan) hemen hemen tüm bireyleri tarafından onaylanarak kesinlik kazanmış durumdadır.

Paylaşın

Mars’taki “Uzaylı Yosununun” Sırrı Çözüldü

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Mars’ta ilk kez 12 Temmuz’da ABD uzay ajansının Perseverance keşif aracı tarafından görülen tuhaf, spagetti benzeri bir madde yumağının ne olduğunu tespit etti.

Biyolojik ya da başka bir şekilde uzaylı kökenli olmayan madde, Şubat 2021’de keşif aracını Mars yüzeyine indiren giriş, alçalma ve iniş (EDL) donanımına ait Dacron ağının birbirine dolanmış bir parçası.

Dacron, genellikle yüksek performanslı yelken bezlerinde kullanılan, reçineye gömülü bir tür sentetik elyaftır fakat NASA’nın blog yazısına göre Perseverance keşif aracında muhtemelen termal koruma battaniyesinin bir parçasıydı.

Blogda, “Söz konusu ağ parçası önemli ölçüde çözülme/parçalanma geçirmiş gibi görünüyor, bu da güçlü kuvvetlere maruz kaldığına işaret ediyor” ifadesine yer verildi.

Ağ, Perseverance keşif aracının inişinden arta kalan ve daha sonra keşif aracının yoluna çıkan ilk enkaz parçası değil.

Haziranda Perseverance, bir kaya çıkıntısına takılmış, muhtemelen EDL’deki termal battaniyenin bir parçası olan parlak folyo benzeri bir madde parçası tespit etti. Ve nisanda Perseverance keşif aracıyla birlikte Mars’a inen Ingenuity helikopteri, kendisini ve Perseverance’ı Kızıl Gezegen’in yüzeyine güvenli bir şekilde getiren EDL’den arta kalan koruyucu kabuk ve paraşütün fotoğraflarını çekti.

Çeşitli iniş takımı kalıntıları Mars’a yumuşak bir iniş yapmanın kaçınılmaz bir sonucudur fakat Perseverance görev ekibi için bir zorluk teşkil edebilir.

Perseverance, Mars’ın daha önce ya da halen doğal yaşam formları içerip içermediğini kesin olarak cevaplayabilecek analizler için 2030’larda toplanıp Dünya’ya gönderilmek üzere Mars yüzeyinden kaya ve toprak örneklerini kazarak çıkarmakla görevli.

NASA, Mars’ın herhangi bir Dünya mikrobuyla kirlenmesini önlemek için fırlatmadan önce Perseverance’ı sterilize etmeye özen göstermiş olsa da keşif ekibinin, EDL’den hiçbir maddenin keşif aracı tarafından çıkarılan örneklerin hiçbirine girmediğinden emin olmak için aracın kameralarını kullanması gerekecek.

Blogda, “Örnek toplama ekipleri, geri dönen örnek kasasının bütünlüğünü sağlamak için olası kirlilik kaynaklarını takip etmeyi de sürdürecek” diye belirtildi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb Teleskobu İçin İsim Değiştirme Çağrısı

Amerikan astronom Lucianne Walkowicz ve meslektaşları James Webb’in Soğuk Savaş döneminde LGBTİ+ karşıtı politikalar yürüttüğü gerekçesiyle James Webb teleskobunun isminin değiştirilmesi talebinde bulunuyor.

Ayrımcılığın yaşandığı dönemde devlet dairelerinde çalışan LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık, istifaya zorlama ve ötekileştirme politikalarına sıklıkla rastlanıyordu. Lavender Scare ismiyle bilinen, 1950 ve 1960’lı yıllarda LGBTİ+’ların ayrımcılığa uğradığı dönemde James Webb’in de bu politikaların uygulayıcılarından olduğu söyleniyor. Webb’i konu edinen “Behind the Name” filminde de LGBTİ+ ayrımcı politikalar üzerine pek çok kişi görüş bildiriyor.

En az 1800 imzacı var

Filmde ise Webb’in bu durumu “kalpten hissederek” yapıp yapmadığının bilinemeyeceğini söyleyenler de var. Filmin yapımcılarından ve JustSpace kurucu ortağı olan Walkowicz ve üç meslektaşı ise James Webb teleskobunun isminin değiştirilmesi gerektiğini fikrinde.

Walkowicz ve diğer üç meslektaşının 2021’de NASA’ya bulunduğu isim değiştirme talebini 1800’den fazla astronom imzalamıştı.

Arizona State Üniversitesi’nden Tessa Fisher, James Webb teleskobunun isminin değiştirilmesiyle ilgili “ismin değiştirilmesi NASA’nın şu anda, 50’ler, 60’lar ve 70’lerin aksine, böylesi bir hoşgörüsüzlüğü tolere edemeyeceği mesajını vermek açısından önemli” diyor.

Başvuru ve imzalara rağmen ise NASA, isim değişikliği yapma konusunda bir adım atmadı. İsme karşılık tepkinin arttığı dönemde, 2021 Haziran’da NASA konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştı. Eylül 2021’de NASA yöneticisi Bill Nelson konuyla ilgili “Şu ana dek James Webb Uzay Teleskobu’nun adını değiştirmemizi gerektirecek bir kanıta ulaşamadık” demişti.

James Webb kimdir?

James Webb teleskopu ismini NASA’nın ikinci yöneticisi James Edwin Webb’den alıyor. Webb, insanları Ay’a indiren bir dizi ay keşif programı olan Apollo’ya öncülük etmesiyle tanınıyor. Bununla birlikte, görev süresi boyunca Amerika’nın ilk gezegenler arası kâşifleri de dâhil 75’ten fazla fırlatmadan sorumlu olan bir uzay bilimi programı başlattı.

Paylaşın

Mikrometeroitler, James Webb’e ‘Önemli Zarar’ Verdi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, James Webb Uzay Teleskobu’na çarpan bir meteoroidin panellerinden birinde “önemli ölçüde düzeltilemez” hasara neden olduğunu bildirdi.

Dünyadan 1.5 milyon km uzakta L2 yörüngesinde bulunan teleskop geçtiğimiz aralık ayında fırlatıldı ve kısa süre önce kozmosun bugüne kadarki “en derin” ve en ayrıntılı fotoğrafını çekti. En son olarak da şimdiye kadar görülebilmiş olan 13.5 milyar yaşındaki en eski galaksiyi tespit etti. Bununla birlikte bir dizi yeni gözlem yayınladı.

Herhangi bir uzay aracı gibi, mikrometeoroidlerle karşılaştı ve sensörleri, birincil ayna segmentlerinde altı deformasyon tespit etti. NASA, “Her mikrometeoroid, etkilenen ayna segmentinin dalga cephesinde bozulmaya neden oldu” dedi.

Biri hariç diğer bozukluklar düzeltilebilir

Geçen hafta yayınlanan bir görevlendirme belgesine göre, görüntüdeki bozulmalardan bazıları, NASA’nın her bir panelin topladığı verilere uyguladığı matematik formüllerinde ayarlamalar yapılarak düzeltilebilir.

Bununla birlikte, 22 ve 24 Mayıs arasında meydana gelen bir çarpışma, daha büyük bir mikrometeoroidden kaynaklandı ve belgeye göre C3 segmentinde “önemli ölçüde düzeltilemez değişiklik” ile sonuçlandı.

Neyse ki, bu değişiklik teleskopun bir bütün olarak nasıl çalıştığı üzerinde önemli sayılacak ölçüde etkili değil. NASA, Webb’in performansının beklentileri aşmaya devam ettiğini söyledi.

Birkaç yılda bir olabileceği düşünülüyor

Bununla birlikte, gelecekte daha büyük mikrometeoroidlerin yaratacağı etki konusunda bazı endişeler oluştu. Açıklamada “Mayıs 2022’nin C3 segmentine ulaşmasının nadir görülen bir olay olup olmadığı henüz belli değil” denildi.

NASA ekibi, bunun “istatistiksel olarak sadece birkaç yılda bir meydana gelebilecek yüksek kinetik enerjili bir mikrometeoroid tarafından şanssız bir erken vuruş” olduğunu ileri sürüyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

James Webb’in Jüpiter Görüntüsü Bilim Dünyasını Büyüledi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), James Webb Uzay Teleskobu’nun kendi Güneş Sistemi’mizden çektiği ilk fotoğraflar olan ve gaz devi Jüpiter’in kızılötesi ışıkta parladığı görüntüleri yayımladı.

Görsellerde Jüpiter’in uyduları Europa, Thebe ve Metis de görülebiliyor. Perşembe akşamı bir NASA blogunda yayımlanan fotoğraflar, uzay ajansının kamuoyuyla salı günü paylaştığı uzak galaksi ve bulutsuların 5 görseli kadar yüksek çözünürlüklü değil.

Doğrusu Jüpiter’in görüntüleri, operatörlerin her şeyin düzgün çalıştığından emin olmak için teleskobu farklı nesnelere doğrulttuğu bahar döneminde, Webb’in kabul aşamasında toplanan verilerden geliyor.

Yine de bu fotoğraflar Webb’in sadece uzak galaksileri değil, kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenleri de inceleyerek takip edebileceği geniş yelpazedeki keşiflerin bir göstergesi. Ve görseller Jüpiter’in resmi bilimsel gözlemlerinden önce gelmesine rağmen, bilim insanları görüntünün netlik ve çözünürlük açısından çarpıcı olduğunu söyledi.

 

Baltimore’daki Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nden bir bilim adamı olan Bryan Holler yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Geçen gün yayınlanan derin alan görüntüleri ile birleştiğinde, Jüpiter’in bu görüntüleri, Webb’in en silik, en uzak gözlemlenebilir galaksilerden çıplak gözle görebileceğiniz kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenlere kadar her yerde kullanabileceğimiz bir entrüman olduğunu gösteriyor.”

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde Webb’in gezegen biliminden sorumlu yardımcı proje araştırmacısı Stefanie Milam yaptığı açıklamada, “Her şeyi bu kadar net gördüğümüze ve ne kadar parlak olduklarına inanamadım” dedi.

Güneş sistemimizdeki bu tür nesneleri gözlemlemek için sahip olduğumuz kabiliyeti ve fırsatı düşünmek gerçekten heyecan verici.

Webb’in onay aşamasına ilişkin verilerin yanı sıra salı günü kamuoyuyla paylaşılan çarpıcı ilk görüntülere dair veriler, daha fazla araştırma için Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü Mikulski Uzay Teleskopları Arşivi’nde yayımlanıyor.

Fakat bilim insanlarının bu yaz, Webb’in resmi bilim gözlemlerinin ilk döngüsü başlayana kadar uzun süre beklemesine gerek kalmayacak. Bu program, Jüpiter, Uranüs, asteroitler ve Mars’ın yanı sıra evrendeki en uzak galaksilerin gözlemlerini de içerecek.

Uzay keşfinin geleceği

Webb Teleskobu, 30 yılı aşkın süredir yaklaşık 20 bin mühendis, astronom ve teknisyenin ortak çabalarının bir sonucu. NASA, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı arasında ortaklaşa yürütülen milyarlarca dolarlık bir proje. Amacı ise evrenin kökenlerini bulmak.

Paylaşın

Ay Toprağında Yetişen İlk Bitkilerden Kötü Haber

NASA’nın (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi)) Apollo programı kapsamında Dünya’ya getirilen Ay toprağında yetiştirilen bitkilerin durumunun pek de iyi olmadığı anlaşıldı.

Florida Üniversitesi’nde botanik profesörü Rob Ferl ve meslektaşları geçen ay hakemli bilimsel dergi Nature’da yayımladıkları bir makaleyle tarihte ilk kez Ay toprağında tohum filizlendirdiklerini açıklamıştı.

Araştırmacılar, regolit diye de bilinen Ay toprağında filizlendirilen bu tohumların insanlığın Güneş Sistemi’nde başka gezegenlerde yaşama olanağına dair önemli ipuçları vereceği ifade edilmişti.

Öte yandan Prof. Dr. Ferl, uzay haberleri sitesi Astronomy’ye verdiği yeni bir röportajda, elde edilen büyük başarıya rağmen bu filizlerin yeterince gelişemediğini aktardı.

“Ay toprağında yetişen bitkiler daha ufak kalma eğilimi gösteriyor” diyen Ferl, sözlerini şöyle sürdürdü:

Ayrıca morumsu pigmentler içeriyor. Bu, bitkilerde stres belirtisidir.

Ferl, deney sırasında bu filizlerin genetiğini de incelediklerini belirtti ve o incelemelerden elde ettikleri sonuçları şöyle özetledi.

Tuzlu ve yüksek metal içeriğine sahip topraklarda gördüğümüz uç koşullarda yetişen bitkilere özgü genlerin ifade edildiğini gördük.

Buna rağmen bilim insanı, bitkilerin Ay toprağında filiz vermesinin büyük bir başarı olduğunu vurguladı.

Araştırma ekibinde yer almayan ve bulguları dışarıdan bir göz olarak yorumlayan Fransız araştırmacı Clive Neal da aynı fikirde olduğunu ifade etti.

Neal’a göre bu deney, Ay bitkileri yetiştirmeye giden yolda mükemmel bir deney. Öte yandan bilim insanı, Ay toprağına dair hâlâ bilinmeyen çok şey olduğunun altını çizdi:

Farklı seviyelerde olgunluğa ulaşmış, daha fazla regolit örneğine ihtiyacımız var.

Ferl ve ekibinin bu deneyi tasarlama amacı ise gelecekte insanların Ay ve Mars’ta kendi kendine yeten üsler kurmasını sağlamak.

Zira NASA, Artemis adını verdiği bir program kapsamında insanları Ay’a geri döndürmeyi planlıyor.

Uzay ajansı, 2026 gibi erken bir tarihte astronotların Ay’a yeniden ayak basmasını sağlamayı hedefliyor.

Gökbilimcilere göre Artemis misyonundan elde edilecek veriler, gelecekte insanlı Mars görevlerinin kapısını açabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın