Sosyal Güvenlik Sistemleri: Güvencenin Adaleti Kime İşliyor?

Sosyal güvenlik sistemleri adil olacaksa, sınıf temelli ayrımların görünmez duvarlarını aşmak zorunda. Güvence, herkes için güvence olduğunda toplumun ortak paydasına dönüşür.

Haber Merkezi / Sosyal güvenlik, modern devletin vatandaşına sunduğu en temel güvence olarak kabul edilir. Ancak bu güvence, her vatandaşa eşit ulaşır mı?

Gelir düzeyine, mesleğe, hatta yaşanılan bölgeye göre değişen uygulamalar, sosyal güvenlik sistemlerinin giderek daha görünür hâle gelen sınıf temelli ayrımlar ürettiğini gösteriyor.

Bugün sosyal güvenlik yalnızca bir dayanışma mekanizması değil; aynı zamanda gelir adaletsizliğini ya iyileştiren ya da derinleştiren politik bir araç.

Sigorta sistemlerinin büyük bölümü prim esaslıdır: Ne kadar ödersen, o kadar hak elde edersin. Bu model kâğıt üzerinde adil görünür; fakat gerçek hayatta düşük gelirli çalışanların aynı hakları elde etmesi neredeyse imkânsızdır.

Düşük ücret, düzensiz çalışma ve kayıt dışılık, prim ödemelerini kesintiye uğratır. Bunun sonucunda:

Emeklilik yaşı uzar,
Emekli maaşı düşer,
Sağlık hizmetlerine erişim kısıtlanır,
Riskli işlerde çalışanların korunması zayıflar.

Yani sosyal güvenlik sistemi, en kırılgan gruplar için güvence olmaktan çok, sınırlı bir “erişim imkânı” hâline gelir.

Aynı yasal çatı altında çalışan iki kişi düşünün:

Biri ofis ortamında, düzenli çalışma saatleriyle, özel sağlık sigortası desteğiyle işini sürdürüyor.
Diğeri ağır ve tehlikeli işlerde, meslek hastalığı riski yüksek bir ortamda çalışıyor.

Bu iki kişi aynı prim oranlarına tabi olsa bile yaşam beklentileri, sağlık ihtiyaçları ve iş güvenliği riskleri tamamen farklıdır. Fakat sistem, bu farkı gözetmez.

Sonuç: Güvencenin yükünü en fazla taşıyan kesim, en az fayda sağlayan kesim olur.

Özel sağlık sigortaları ve bireysel emeklilik sistemleri, gelir seviyesi yüksek gruplar için ek bir güvenlik kalkanı oluşturuyor. Ancak bu kalkan, toplumdaki ayrım çizgilerini daha da keskinleştiriyor. Çünkü yüksek gelirli kesim “çifte güvenceden” yararlanırken, düşük gelirli kesimde kamu hizmetleri tek seçenek olarak kalıyor.

Bu durum, “iki katmanlı sosyal güvenlik sistemi” denen yapıyı doğuruyor:

Üst katman: Parası olanın daha kaliteli ve hızlı hizmet alabildiği özel sigorta alanı.

Alt katman: Kamu kaynaklarına bağımlı, kalabalık, gecikmeli, sınırlı hizmetler.

Sosyal devlet ilkesi için oldukça kırılgan bir tablo.

Sistemin en zayıf halkaları: Kadınlar, gençler ve göçmenler

Sınıf temelli ayrımlar, toplumsal eşitsizliklerle birleştiğinde daha da görünür hâle geliyor:

Kadınlar, işgücüne geç giriş ve kesintili çalışma nedeniyle prim biriktirmekte zorlanıyor.

Gençler, güvencesiz işler ve kısa süreli sözleşmelerle sisteme tutunamıyor.

Göçmenler, kayıt dışı çalışmanın en yoğun görüldüğü kesim olarak haklardan en çok mahrum kalanlar arasında.

Bu gruplar, sistemin “güvence” değil “belirsizlik” ürettiği sosyoekonomik halkalar hâline geliyor.

Çözüm var mı?

Sosyal güvenlik sistemlerinin sınıfsal farkları kapatması için birkaç temel yaklaşım öne çıkıyor:

Prim yerine hak temelli modellerin güçlendirilmesi,
Düşük gelirli çalışanlar için devlet destekli prim katkıları,
Özel sigorta ve kamu hizmetleri arasındaki uçurumun daraltılması,
Tehlikeli işlerde çalışanlar için risk temelli farklılaştırılmış koruma,
Kayıt dışıyla mücadele ve güvenceli istihdamın teşviki.

Bu adımlar, sosyal güvenliğin toplumsal bir barış mekanizması olarak güçlenmesini sağlayabilir.

Sosyal güvenlik, bir toplumun kendine verdiği en önemli sözdür: “Düştüğünde seni tutacağım.”

Ancak bu söz bugün herkes için aynı güçte söylenmiyor. Kimileri düşmeden yakalanırken, kimileri çoktan zemine çarpmış oluyor.

Eğer sosyal güvenlik sistemleri gerçek anlamda adil olacaksa, sınıf temelli ayrımların görünmez duvarlarını aşmak zorunda. Çünkü güvence, ancak herkes için güvence olduğunda toplumun ortak paydasına dönüşür.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir