Yaş Ayrımcılığı Nedir? Etkileri

Yaş ayrımcılığı, bireylerin yaşlarına dayanılarak önyargılara, stereotiplere veya ayrımcı davranışlara maruz kalmasıdır. Genellikle yaşlı bireylere yönelik olumsuz önyargılarla ilişkilendirilse de, genç bireyler de yaş ayrımcılığına uğrayabilir.

Haber Merkezi / Bu durum, iş hayatı, sosyal ilişkiler, sağlık hizmetleri veya toplumsal algılar gibi çeşitli alanlarda ortaya çıkabilir:

İş hayatında: Yaşlı çalışanların “teknolojiye uyum sağlayamaz” gibi stereotiplerle işten çıkarılması veya gençlerin “deneyimsiz” görülerek terfi edilmemesi.

Sosyal hayatta: Yaşlı bireylerin “yavaş” veya “yetkin değil” gibi yanlış algılarla dışlanması.

Sağlık hizmetlerinde: Yaşlı hastaların şikayetlerinin ciddiye alınmaması veya gençlerin sağlık sorunlarının küçümsenmesi.

Türleri:

Bireysel yaş ayrımcılığı: Kişisel önyargılar veya birebir davranışlar (ör. bir işverenin yaşlı bir adayı işe almaması).

Kurumsal yaş ayrımcılığı: Politikalar veya uygulamalar yoluyla ayrımcılık (ör. zorunlu emeklilik yaş sınırı).

Kültürel yaş ayrımcılığı: Medya veya toplumda yaşa dayalı stereotiplerin yaygınlaştırılması (ör. yaşlıları sadece “zayıf” veya “bilge” olarak tasvir eden klişeler).

Etkileri: Yaş ayrımcılığı bireyleri, toplumları ve kurumları çeşitli şekillerde olumsuz etkileyebilir:

Bireysel etkiler:

Psikolojik etkiler: Yaşlı bireyler, “yetersiz” veya “değersiz” gibi stereotiplere maruz kalarak özgüven kaybı yaşayabilir. Gençler, “deneyimsiz” görülerek ciddiye alınmama nedeniyle kendilerini dışlanmış hissedebilir. Anksiyete, depresyon ve stres gibi mental sağlık sorunları artabilir.

Sosyal izolasyon: Yaşlı bireyler, sosyal etkinliklerden dışlanabilir. Gençler, görüşlerinin önemsenmemesi nedeniyle topluluklardan uzaklaşabilir.

Ekonomik etkiler: İşe alınmama, terfi edememe veya erken emekliliğe zorlanma gibi durumlar maddi güvencesizliğe yol açabilir. Gençler, yaşa dayalı önyargılar nedeniyle kariyer fırsatlarını kaçırabilir.

Toplumsal etkiler

Nesiller arası kopukluk: Yaş ayrımcılığı, genç ve yaşlı nesiller arasında iletişimi ve iş birliğini azaltarak toplumsal uyumu zedeleyebilir.

Stereotiplerin yayılması: Medya ve kültürel anlatılar, yaşlıları “zayıf” veya gençleri “sorumsuz” gibi klişelerle tasvir ederek önyargıları pekiştirebilir.

Kaynak israfı: Yaşlıların deneyimlerinden veya gençlerin yenilikçi fikirlerinden yeterince faydalanamamak, toplumsal gelişimi yavaşlatabilir.

Kurumsal etkiler:

İş gücü verimsizliği: Yaşlı çalışanların erken emekliliğe zorlanması veya gençlerin potansiyelinin göz ardı edilmesi, yetkinlik kaybına neden olabilir. İş yerlerinde çeşitliliğin azalması, yaratıcılığı ve problem çözme kapasitesini de düşürebilir.

Hukuki ve itibar sorunları: Yaş ayrımcılığı davaları, işyerine maddi ve itibar kaybı yaşatabilir.

Sağlık hizmetlerinde yetersizlik: Yaşlı hastaların şikayetlerinin ciddiye alınmaması veya gençlerin sağlık sorunlarının küçümsenmesi, yanlış teşhis veya tedaviye yol açabilir.

Ekonomik ve politik etkiler

İşsizlik ve yoksulluk: Yaş ayrımcılığı, özellikle yaşlılar için işsizlik oranlarını artırabilir ve yoksulluğu tetikleyebilir.

Politik temsil eksikliği: Yaşlı veya genç bireylerin karar alma süreçlerinde dışlanması, politikaların kapsayıcılığını azaltabilir.

Paylaşın

Uranüs’ün Bir Dans Partneri Olduğu Keşfedildi

Bir grup bilim insanı, Uranüs ve Neptün arasındaki uçsuz bucaksız alanda, en az bir milyon yıldır Uranüs ile hassas çekim manevraları içinde olan küçük bir gezegen keşfetti.

Haber Merkezi / Keşif, Güneş Sistemi’nin dış kısımlarına ilişkin dinamiklere ışık tutuyor.

2015 OU₁₉₄ olarak adlandırılan küçük gezegeni özel kılan şey; Uranüs ile olan, 3:4 ortalama hareket rezonansı olarak bilinen bir ilişki içinde kilitlenmiş, dikkat çekici derecede istikrarlı ilişkisidir. Bu, 2015 OU₁₉₄’nin Güneş etrafında tamamladığı her üç yörüngeye karşılık Uranüs’ün tam olarak dört yörüngeyi tamamladığı anlamına geliyor.

Rezonans, fizikte bir sistemin (genellikle doğrusal bir sistemin) bazı frekanslarda diğerlerine nazaran daha büyük genliklerde salınması eğilimidir. Bunlar, o sistemin rezonans (tınlaşım) frekansları olarak adlandırılır. Bu frekanslarda küçük periyodik kuvvetler bile çok büyük genlikler üretebilir.

Bu hassas matematiksel ilişki, iki cismin istikrarlı bir dans içinde kalmasını sağlayan, çarpışmalarını veya birbirlerinden uzaklaşmalarını önleyen bir kütle çekim ortaklığı oluşturur.

Rezonansın, geçmişte en az bin yıl, hatta muhtemelen 1 milyon yıl boyunca istikrarlı kaldığı ve gelecekte de 500 bin yıl daha devam edeceği tahmin ediliyor. Bu, kütle çekim ortaklığının Güneş Sistemi’nin erken dönemlerinde oluştuğu ve sayısız değişime rağmen varlığını sürdürdüğü anlamına geliyor.

Keşfi önemli kılan şey, Uranüs ve Neptün’ün yörüngeleri arasında rezonans halinde bulunan hiçbir cismin daha önce  bulunmamış olmasıdır.

Araştırmacılar ayrıca, Uranüs ile aynı 3:4 rezonansını birkaç yüz bin yıldır sürdüren 2013 RG₉₈ de dahil olmak üzere başka adayları da ortaya çıkardı. Üçüncü aday olan 2014 NX₆₅, Neptün’den gelen güçlü kütle çekim etkisini gösteriyor ve bu bölgedeki kuvvetlerin karmaşık etkileşimini akla getiriyor.

Paylaşın

Zigguratlar: Mezopotamya Medeniyetinin Sembolleri

Zigguratlar, Antik Mezopotamya’da (Sümer, Akad, Babil ve Asur medeniyetlerinde) dini ve idari merkezler olarak inşa edilen, basamaklı piramit şeklindeki yapılardır.

Haber Merkezi / Genellikle tapınak kule olarak anılan Zigguratlar, şehirlerin en önemli yapılarındandı.

Çoğunlukla kerpiç (güneşte kurutulmuş tuğla) ve tuğladan yapılan Zigguratlar, genellikle kare veya dikdörtgen tabanlı, kat kat yükselen platformlardan oluşuyordu. Zigguratların en üst bölümünde, tanrıya adanmış bir tapınak bulunuyordu.

Dini ritüeller, tanrılara tapınma ve bazen astronomik gözlemler için kullanılan Zigguratlar, ayrıca idari ve sembolik bir merkezdi ve şehirlerin gücünü temsil ediyorlardı. Zigguratlar, insan ile tanrılar arasında bir köprü olarak görülüyordu; basamaklar, gökyüzüne (tanrıların mekânına) ulaşmayı simgeliyordu.

Ur Zigguratı (MÖ 21. yüzyıl, Irak): Sümer kenti Ur’da, ay tanrısı Nanna’ya adanmış, iyi korunmuş bir Zigguratır. Kral Ur-Nammu tarafından inşa edilmiştir.

Çoga Zenbil (İran, MÖ 13. yüzyıl): Elam medeniyetine ait, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir Zigguratır.

Zigguratların kalıntıları, özellikle Irak ve İran’daki arkeolojik sit alanlarında bulunuyor. Bunlar, Mezopotamya medeniyetlerinin mimari ve dini anlayışını anlamak için önemli kaynaklar arasındadır.

Ur Zigguratı

Ur Zigguratı, Irak’ın güneyindeki Dikar (Dhi Qar) vilayetinde yer alan Ur kentinde bulunan, Sümer medeniyetinin en önemli mimari yapılarından birisidir.

MÖ 21. yüzyılda inşa edilen bu Ziggurat, ay tanrısı Nanna’ya (Sin) adanmıştır ve Sümer kralı Ur-Nammu tarafından yaptırılmıştır.

Yapı, yaklaşık 64×46 metre tabanlı, üç ana kademeli platformdan oluşan basamaklı bir piramittir. Orijinal yüksekliğinin yaklaşık 30 metre olduğu tahmin ediliyor, ancak bugün sadece alt iki katman iyi durumdadır.

Yapının mekezi kerpiçten, dış cephesi ise dayanıklılığı artırmak için pişmiş tuğladan yapılmıştır. Üç ana merdiven (biri ön, ikisi yanlarda) Ziggurat’ın üst platformlarına ulaşıyor.

Ur Zigguratı, 2016’da, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne eklenmiştir

Çoga Zenbil

Çoga Zenbil (veya Tchogha Zanbil), İran’ın Huzistan eyaletinde, Susa’ya yaklaşık 30 km uzaklıkta bulunan, Elam medeniyetine ait bir Ziggurattır.

MÖ 13. yüzyılda, Elam kralı Untash-Napirisha tarafından inşa edilen yapı, tanrı Inshushinak’a adanmıştır. Antik Mezopotamya’nın en iyi durumda olan zigguratlarından Çoga Zenbil, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.

Yapı, yaklaşık 105×105 metre kare tabanlı, beş katlıdır. Orijinal yüksekliğinin yaklaşık 53 metre olduğu tahmin ediliyor, ancak bugün sadece alt üç katman iyi durumdadır. Yapının en üst bölümünde, tanrıya adanmış bir tapınak bulunmaktadır.

Yapının merkezi kerpiçten , dış cephesi ise dayanıklılığı artırmak için pişmiş tuğladan yapılmıştır. Tuğlalar üzerinde çivi yazısıyla yazıtlar yer almaktadır, bu da Elam dilini ve kültürünü anlamada önemli bir kaynaktır.

Ziggurat, iç içe geçmiş kare platformlardan olmakta ve her kat, merdivenlerle üst kata bağlanmaktadır. Yapı, Dur-Untash (Untash Kenti) adı verilen bir şehirle çevriliydi.

Paylaşın

Kronik Böbrek Hastalığını Yavaşlatmak İçin Neler Yapılabilir?

Kronik böbrek hastalığı, böbreklerin kandaki atıkları ve fazla sıvıyı filtreleme özelliğini yavaş yavaş kaybetmesiyle ortaya çıkar. Doğru şekilde yönetilmez ise ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

Haber Merkezi / Hastalığın neden kötüleştiğini ve böbreklerin nasıl korunacağını anlamak, daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmenin anahtarıdır.

Kronik böbrek hastalığını yavaşlatmanın en önemli yollarından biri kan basıncını kontrol etmektir. Yüksek tansiyon böbreklere yük bindirir ve hasarı hızlandırır. Doktorlar genellikle böbrek hastalığı olan kişilerde kan basıncını 130/80 mmHg’nin altında tutmayı hedefler.

ACE inhibitörleri veya ARB’ler gibi ilaçlar, yalnızca kan basıncını düşürmekle kalmayıp aynı zamanda böbrek fonksiyonlarını da korudukları için sıklıkla reçete edilir. Tedavinin işe yaradığından emin olmak için düzenli kontroller ve takipler önemlidir.

Kan şekerini yönetmek, özellikle diyabet hastaları için aynı derecede önemlidir. Yüksek kan şekeri, böbreklerdeki küçük kan damarlarına zarar vererek düzgün çalışma yeteneklerini azaltır.

Araştırmalar, kan şekerinin sağlıklı bir aralıkta tutulmasının böbrek hasarını geciktirebileceğini, hatta önleyebileceğini göstermektedir. Kronik böbrek hastalığı ve diyabet hastaları, kan şekerini izlemek, ilaçlarını reçete edildiği gibi almak ve böbrek dostu bir diyet uygulamak için sağlık ekipleriyle yakın bir şekilde çalışmalıdır.

Beslenme, kronik böbrek hastalığının (KBH) yavaşlamasında büyük rol oynar. Sodyum (tuz) oranı düşük bir beslenme, kan basıncını ve şişkinliği azaltmaya yardımcı olur. Çok fazla tuz, vücudun sıvı tutmasına ve böbreklerin daha fazla çalışmasına neden olur. Sodyum alımının günlük 2.300 miligramın altında tutulması önerilmektedir.

Protein alımını sınırlamak da faydalı olabilir, çünkü böbrekler protein atıklarından kurtulmak için çalışmak zorundadır. Ancak, doğru miktarda protein almak önemlidir; çok az protein yetersiz beslenmeye yol açabilir. Bir diyetisyen en iyi beslenme düzeni planlamaya yardımcı olabilir.

Bir diğer ipucu da böbreklere zarar verebilecek ilaçlardan kaçınmaktır. İbuprofen ve naproksen gibi ağrı kesiciler (NSAID’ler) çok sık alınırsa daha fazla hasara neden olabilir. Yeni ilaçlar veya takviyeler almadan önce mutlaka bir doktora danışılmalı, çünkü bazıları böbrek fonksiyonlarını etkileyebilir.

Sıvı alımı önemlidir, ancak kronik böbrek hastalığı olan kişiler, özellikle ileri evrelerde çok fazla sıvı tüketmemeye dikkat etmelidir. İhtiyaç duyulan sıvı miktarı kişinin durumuna bağlıdır, bu nedenle tıbbi tavsiyelere uymak en iyisidir.

Sigara ve alkol böbrek hastalığını kötüleştirebilir. Sigara içmek kan damarlarına zarar verir ve böbreklere giden kan akışını azaltır. Alkol kan basıncını yükseltebilir ve ilaçlarla etkileşime girebilir. Sigarayı bırakmak ve alkolü sınırlamak sağlık sonuçlarını önemli ölçüde iyileştirebilir.

Düzenli egzersiz aynı zamanda kan basıncını düşürerek, kan şekeri kontrolünü iyileştirerek ve sağlıklı bir kiloyu destekleyerek de faydalıdır. Günde 30 dakika yürümek veya esnemek gibi basit aktiviteler bile fark yaratabilir.

Özetle, kronik böbrek hastalığının ilerlemesini yavaşlatmak, tıbbi tedavi ve yaşam tarzı değişikliklerinin birleşimiyle mümkündür.

Paylaşın

Birinci Pön Savaşı: Kültürlerin Çatışması

Birinci Pön Savaşı (MÖ 264-241), Roma Cumhuriyeti ile Kartaca arasında, Akdeniz ticaretinin kontrolü ve özellikle Sicilya Adası’nın hakimiyeti için yapılan üç büyük savaştan ilkiydi.

Haber Merkezi / Savaş, Sicilya’daki Messana (Messina) kentinin Mamertinler adlı paralı askerler tarafından işgal edilmesi ve ardından Kartaca ile Roma’nın bu bölgeye müdahalesiyle başladı.

Kartaca, güçlü donanmasıyla Batı Akdeniz’de egemen bir deniz gücüydü, ancak düzenli bir kara ordusu yoktu ve paralı askerlere dayanıyordu. Roma ise güçlü bir kara ordusuna sahipti, ancak deniz gücü zayıftı ve savaş sırasında donanmasını geliştirdi.

Savaş, 23 yıl boyunca ağırlıklı olarak Sicilya ve çevresindeki sularda, deniz ve kara muharebeleriyle sürdü. Roma, MÖ 260’ta Mylae Deniz Muharebesi gibi zaferlerle denizde güç kazandı, ancak Lipari Adaları Muharebesi’nde Kartaca üstünlüğü görüldü.

Sicilya’nın engebeli arazisi nedeniyle kara savaşları sınırlı kalırken, deniz muharebeleri ve liman ablukaları belirleyici oldu. MÖ 241’de Aegates Adaları Deniz Muharebesi’nde Roma’nın zaferi, Kartaca’yı barışa zorladı.

Birinci Pön Savaşı’nın sonuçları:

Kartaca, Sicilya’yı Roma’ya bıraktı ve ağır bir savaş tazminatı ödedi.
Roma, Batı Akdeniz’de deniz gücünü pekiştirdi ve Sicilya’yı kontrol altına aldı.
Savaş, Roma’nın Akdeniz’deki hakimiyetinin ilk adımı oldu ve İkinci Pön Savaşı’na zemin hazırladı.

Kartacalıların savaş sırasında yaptığı hatalar:

Deniz gücüne aşırı güven: Kartaca, güçlü donanmasına fazla bel bağladı. Roma’nın savaş sırasında “corvus” (köprü sistemi) gibi yeniliklerle donanma geliştirmesi, Kartaca’nın deniz üstünlüğünü zayıflattı (ör. Mylae Deniz Muharebesi, MÖ 260).

Kara ordusunun zayıflığı: Kartaca, paralı askerlere dayalı bir orduya sahipti. Bu ordu, Roma’nın disiplinli lejyonlarına karşı Sicilya’nın zorlu arazisinde yeterince etkili olamadı. Paralı askerlerin sadakati de sorun yaratabiliyordu.

Stratejik koordinasyon eksikliği: Kartaca, Sicilya’daki kuvvetlerini etkili bir şekilde koordine edemedi. Örneğin, Agrigentum (MÖ 262) ve Ecnomus (MÖ 256) gibi muharebelerde lojistik ve komuta hataları yenilgiye yol açtı.

Roma’nın adaptasyonuna yanıt verememe: Roma, Kartaca’nın denizcilik üstünlüğüne karşı hızla donanma inşa etti ve taktiklerini geliştirdi. Kartaca, Roma’nın bu hızlı adaptasyonuna karşı yeni stratejiler üretmekte yetersiz kaldı.

Kaynakların tükenmesi: Uzun süren savaş, Kartaca’nın ekonomik kaynaklarını zorladı. Paralı askerlere ödeme yapmak ve donanmayı sürdürmek maliyetliydi. Roma’nın daha iyi kaynak yönetimi, Kartaca’yı dezavantajlı kıldı.

Aegates Adaları’nda hatalı taktik: Savaşın son büyük çarpışması olan Aegates Adaları Deniz Muharebesi’nde (MÖ 241), Kartaca donanması kötü hava koşullarında riskli bir manevra yaptı ve Roma’nın daha iyi hazırlanmış filosuna yenildi.

Paylaşın

Sürrealist Sinemayı Anlamak İçin İzlenmesi Gereken 10 Film

Sürrealist sinema, 1920’li yıllarda Andre Breton’un sürrealizm akımından doğan, bilinçaltını, rüyaları, absürdü ve mantık dışı imgeleri merkeze alan bir film türüdür.

Haber Merkezi / Sürrealist sinema, gerçekliği bozarak hayal gücünü, sembolizmi ve toplumsal normlara meydan okumayı vurgular.

Luis Bunuel, Salvador Dali, Jean Cocteau ve David Lynch gibi yönetmenler, rüya mantığı, şok edici görseller ve hicivle bu akımın öncüleridir. Amaç, izleyiciyi alışılagelmiş düşünce kalıplarından kurtararak bilinçaltını keşfetmektir.

Bu akımın özünü anlamak için hem tarihsel hem de estetik açıdan önemli olan 10 temel film:

Bir Endülüs Köpeği (1929) (Luis Bunuel & Salvador Dali): Sürrealizmin manifestosu sayılan bu kısa film, mantıksız görüntülerin (gözün jiletle kesilmesi gibi) ve rüya benzeri anlatının öncüsüdür.

Altın Çağ (1930) (Luis Bunuel): Toplumsal normlara ve burjuva değerlerine meydan okuyan bu film, sürrealist başkaldırının erken örneklerinden biridir.

Bir Şairin Kanı  (1932) (Jean Cocteau): Cocteau’nun “Orphic Üçlemesi”nin ilk filmi, şiirsel ve mitolojik imgelerle dolu, sanatçının iç dünyasını keşfeder.

Deniz Kabuğu ve Din Adamı (1928) (Germaine Dulac): Antonin Artaud’nun senaryosunu yazdığı bu film, sürrealist sinemanın ilk örneklerinden biri olarak bilinçaltı arzularını irdeler.

Kutsal Dağ (1973) (Alejandro Jodorowsky): Jodorowsky’nin mistik ve sembolik başyapıtı, spiritüel bir yolculuğu sürrealist bir estetikle sunar.

Eraserhead (1977) (David Lynch): Lynch’in karanlık, rahatsız edici ve rüya gibi atmosferiyle sürrealizmin modern bir yorumunu sunar.

Gündüz Güzeli (1967) (Luis Bunuel): Gerçeklik ve fantezi arasındaki sınırları bulanıklaştıran bu film, burjuva ahlakını sorgular.

Haftasonu (1967) (Jean-Luc Godard): Godard’ın apokaliptik ve absürt bu filmi, kapitalizmi eleştirirken sürrealist teknikleri kullanır.

Burjuvazinin Gizli Çekiciliği (1972) (Luis Bunuel): Rüya içinde rüya yapısıyla burjuva toplumunu hicveden bu film, sürrealist sinemanın ironik yüzünü yansıtır.

Mavi Kadife (1986) (David Lynch): Sürrealist estetiği popüler sinemayla birleştiren bu film, masumiyetin ardındaki karanlık gerçekleri keşfeder.

Paylaşın

Sokrates’in “Kendini Bil” Sözü Ne Anlama Geliyor?

Sokrates’in “Kendini bil” sözü, bireyin özünü, sınırlarını, erdemlerini ve bilgisini sorgulamasını teşvik eden bir öğüttür. Bu, hem kişisel gelişim hem de ahlaki bir yaşam için bir rehberdir.

Kurtuluş Aladağ / Günümüzde bu söz, öz-farkındalık, bilinçli yaşam ve erdem arayışının sembolü olarak hala değerini korumaktadır. Sokrates’in felsefesi, bu basit ama derin söz ile, bireylere kendilerini sürekli sorgulama ve daha iyi bir seviyeye ulaşma çağrısında bulunur.

Sokrates, “Kendini bil” sözünü, bireyin kendi cahilliğini fark etmesi ve bilgelik arayışında tevazu göstermesi gerektiği fikriyle ilişkilendirmiştir. Sokrates’e göre, gerçek bilgelik, insanın neyi bildiğini ve neyi bilmediğini anlamasında yatar. Sokrates’in ünlü sözü, “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir” (bilmediğini bilmek), “Kendini bil” sözünün temel bir yansımasıdır.

“Kendini bil”in ana unsurları:

Kendi sınırlarını tanıma: Birey, bilgi ve yeteneklerinin sınırlarını anlamalıdır. Sokrates, başkalarına akıl hocalığı yapmadan önce kişinin kendi cahilliğini sorgulaması gerektiğini savunur.

Ahlaki ve manevi farkındalık: Kendini bilmek, bireyin kendi ahlaki değerlerini, erdemlerini ve zayıflıklarını anlamasını gerektirir. Bu, daha erdemli bir yaşam sürmek için bir rehberdir.

Sorgulayıcı yaklaşım: Sokrates’in diyalektik yöntemi (soru-cevap yöntemi), bireyin kendi inançlarını ve varsayımlarını sorgulamasını teşvik eder. Bu süreç, kişinin kendini daha iyi anlamasını sağlar.

“Kendini bil” sözü, bireyin kendi duygularını, motivasyonlarını ve davranışlarını anlamasını ifade eder. Bu, öz-farkındalık (self-awareness) kavramının kökenlerinden biridir. Örneğin, kişi neden belirli bir şekilde tepki verdiğini veya hangi korkuların onu yönlendirdiğini anlamaya çalışır.

Sokrates için, kendini bilmek, erdeme giden yoldur. Erdem, doğru bilgiye dayalı bir yaşam sürmekle mümkündür. Birey, kendi arzularını ve zayıflıklarını tanıyarak daha bilinçli ve ahlaki kararlar alabilir.

Kendini bilmek, bireyin toplumdaki yerini ve diğer bireylerle ilişkilerini anlamasını da içerir. Sokrates, bireyin toplumun bir parçası olarak kendi sorumluluklarını ve etkisini fark etmesi gerektiğini düşünür.

Günümüzde, “Kendini bil” sözü, psikoloji, kişisel gelişim ve liderlik alanlarında sıkça ifade edilir.

Öz-farkındalık, duygusal zekanın temel bir bileşenidir. Kendini bilmek, bireyin kendi duygularını, güçlü ve zayıf yönlerini anlamasını sağlar.

Bu söz, bireyin hayatındaki amaçlarını, değerlerini ve hedeflerini sorgulamasını teşvik eder. Örneğin, “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?”, “Hangi değerler benim için önemli?” gibi sorular, bu felsefenin günümüzde bir yansımasıdır.

Liderlerin, kendilerini tanıyarak daha etkili kararlar alabileceği düşünülür. Kendini bilmek, empati kurmayı ve başkalarını anlamayı kolaylaştırır.

Sokrates, Atina’da gençleri sorgulamaya teşvik ettiği için “gençleri yoldan çıkarmak” ve “tanrılara saygısızlık” suçlamalarıyla yargılanmıştır. Kendini bilme felsefesi, onun savunmasında da önemli bir yer tutar.

Mahkemede, bilgelik iddiasında bulunanların aksine, kendi cahilliğini kabul ettiğini ve bu nedenle daha bilge olduğunu savunmuştur. Bu, “Kendini bil” ilkesinin bir yansımasıdır: Gerçek bilgelik, kendi sınırlılıklarını kabul etmekten geçer.

Paylaşın

Samanyolu’nun 100’den Fazla Uydu Galaksisi Olabilir

Yeni bir araştırma; Samanyolu’nun çevresinde var olduğu bilinen 60 uydu galaksinin dışında, 80 ila 100 arasında uydu galaksinin daha var olabileceğini öngörüyor.

Haber Merkezi / Araştırmanın lideri Dr. Santos-Santos, “Önümüzdeki beş yıl içinde, öngördüğümüz bu uydu galaksilerin gerçekten var olup olmadığını doğrulayabileceğimizi ve test edebileceğimizi umuyoruz” dedi.

Dr. Santos-Santos, daha önceki çalışmalarda daha düşük çözünürlüklü simülasyonlar kullanıldığını ve yalnızca belirli kütleye sahip belirli sayıda galaksiyi tahmin edebildiklerini söyledi.

Bulguların karanlık maddeye ilişkin anlayışın geliştirilmesine yardımcı olabileceğini söyleyen Dr. Santos-Santos, galaksilerin bir teleskopla görülmesinin, Lambda Soğuk Karanlık Madde (LCDM) teorisini desteklemeye yardımcı olacağını ifade etti.

Lambda Soğuk Karanlık Madde (ΛCDM)

Lambda Soğuk Karanlık Madde (ΛCDM) modeli, modern kozmolojinin standart modelidir ve evrenin Büyük Patlama’dan bugüne evrimini açıklamak için kullanılan matematiksel bir çerçevedir. Model, üç ana bileşenden oluşur:

Kozmolojik Sabit (Λ): Karanlık enerjiyi temsil eder ve evrenin hızlanan genişlemesinden sorumludur. Evrenin enerji yoğunluğunun yaklaşık %68’ini oluşturur.

Soğuk Karanlık Madde (CDM): Işıkla veya elektromanyetik radyasyonla çok zayıf etkileşime giren, yavaş hareket eden (soğuk) varsayımsal bir madde türüdür. Evrenin yaklaşık %27’sini oluşturur. Soğuk karanlık madde, galaksi ve gökada kümelerinin oluşumunda kütleçekimsel etkileriyle kritik bir rol oynar.

Baryonik Madde: Yıldızlar, gezegenler ve gaz gibi görünür maddelerdir, evrenin yalnızca %5’ini oluşturur.

ΛCDM Modelinin Özellikleri:

Evrenin büyük ölçekli yapısını (galaksi kümeleri, süperkümeler) ve kozmik mikrodalga arka plan ışımasını başarıyla açıklar.

Galaksi oluşumu, soğuk karanlık maddenin kütleçekimsel çökmesiyle hiyerarşik olarak (küçük yapılar birleşerek büyük yapıları oluşturur) gerçekleşir.

Model, evrenin düz olduğunu ve sonsuza kadar genişleyeceğini öngörür.

Paylaşın

Gençlerde Kanserin Sorumlusu Kimyasallar Mı?

Sigara, per ve poli-floroalkil maddeler (PFAS), endüstriyel kimyasallar ve gıda katkı maddeleri gibi çevresel kimyasallar, özellikle uzun süreli maruziyetlerde kanser riskini artırabilir.

Haber Merkezi / Bununla birlikte, genetik yatkınlık, yaşam tarzı (obezite, hareketsizlik, sağlıksız beslenme) ve radyasyon gibi diğer faktörler de kanserde önemli rol oynar.

Gençlerde kanser artışını önlemek için kimyasal maruziyeti azaltmak (örneğin, organik gıdalar tercih etmek, sigaradan uzak durmak, PFAS içeren ürünlerden kaçınmak), sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek ve düzenli taramalar yaptırmak kritik öneme sahiptir.

Sigara ve pasif içicilik: Sigara dumanında bulunan arsenik, benzen, formaldehit gibi kimyasallar, özellikle akciğer kanseri başta olmak üzere birçok kanser türüyle ilişkilidir. Gençlerde sigara kullanımı veya pasif içicilik, lösemi ve diğer kanser risklerini artırabilir.

PFAS (sonsuz kimyasallar): Musluk suyu, gıda ambalajları ve çeşitli ürünlerde bulunan per ve poli-floroalkil maddeler (PFAS), böbrek, prostat ve meme kanseri gibi kanserlerle ilişkilendirilmiştir.

Endüstriyel kimyasallar: Asbest, benzen, nikel, krom gibi maddeler, özellikle mesleki maruziyetlerde, kanser riskini artırabilir.

Tarım ilaçları ve hormonlar: Tarım ilaçları ve hormon içeren kimyasallar, lösemi ve diğer kanser türleriyle ilişkilendirilmiştir.

Gıda ve beslenme: İşlenmiş gıdalardaki nitrit, nitrat ve katkı maddeleri (örneğin, salam, sosis) kanser riskini artırabilir. GDO’lu besinler ve aşırı şeker tüketimi de potansiyel risk faktörleri arasında sayılmaktadır. Asitli içeceklerdeki kimyasallar, renklendiriciler ve yapay tatlandırıcılar da kanserojen potansiyele sahip olabilir.

Diğer kimyasal maruziyetler: Sentetik parfüm, deterjan ve ağır metaller gibi günlük hayatta maruz kalınan kimyasallar, hormonal bozukluklar (örneğin, PCOS, endometriozis) ve kanser riskini artırabilir.

Paylaşın

Yüksek Tansiyonu Düşürmeye Yardımcı Olabilecek 10 Kalp Dostu Besin

Kalp hastalığı, felç ve böbrek sorunları için en önemli risk faktörlerinden yüksek tansiyon veya hipertansiyon, tedavi edilmediği takdirde kalbe, kan damarlarına ve diğer organlara sessizce zarar verebilen yaygın bir rahatsızlıktır.

Haber Merkezi / Neyse ki, beslenme alışkanlığında yapılacak akıllıca değişiklikler, kan basıncını düşürmeye ve genel sağlığı iyileştirmeye yardımcı olabilir. İşte yüksek tansiyonu yönetmede özellikle faydalı olduğu araştırmalarla kanıtlanmış 10 besin.

Ispanak, kara lahana ve pazı gibi yapraklı yeşillikler, mükemmel potasyum kaynaklarıdır. Potasyum, vücudun idrar yoluyla fazla sodyumdan kurtulmasına, bu da kan basıncını düşürmeye yardımcı olur. Salata, çorba veya smoothie gibi öğünlere daha fazla yapraklı yeşillik eklemek, kalbi doğal ve lezzetli bir şekilde destekleyebilir.

Özellikle yaban mersini, çilek ve ahududu gibi meyveler, flavonoid adı verilen güçlü bitki bileşikleri içerirler. Bu doğal maddeler, kan damarlarını gevşetmeye ve kan akışını iyileştirmeye yardımcı olabilir. Araştırmalar, daha fazla meyve yiyen kişilerin zamanla kan basıncının düştüğünü göstermektedir.

Pancar, kan damarlarını genişletmeye ve kan dolaşımını iyileştirmeye yardımcı olan nitrik oksit açısından zengindir. Pancarları kavurabilir, salatalara katabilir veya smoothie veya meyve suyuna karıştırabilirsiniz.

Yulaf, sağlıklı kolesterol seviyelerini ve kan basıncını destekleyen bir lif türü olan beta-glukanın iyi bir kaynağıdır. Sabahları bir kase yulaf ezmesi yemek, güne başlamanın ve kalbi korumanın harika bir yoludur.

Muz, vücuttaki sodyumun etkilerini dengelemeye yardımcı olabilecek potasyum açısından zengin bir besindir. Hareket halindeyken kolayca tüketilebilir, yoğurda veya tahıllara karıştırılabilir veya smoothielere eklenebilir, bu da muzları kan basıncını kontrol altına almanın basit ve etkili bir yolu haline getirir.

Somon, uskumru ve alabalık gibi yağlı balıklar, omega-3 yağ asitleri açısından zengindir. Bu sağlıklı yağların daha düşük kan basıncı, daha az iltihap ve daha düşük trigliserit seviyeleriyle bağlantılı olduğu bulunmuştur. Haftada en az iki kez yağlı balık yemek kalbe ve kan damarlarıne fayda sağlayabilir.

Sarımsak, sağlık yararları için uzun zamandır kullanılmaktadır. Kan damarlarını gevşetmeye ve kan akışını iyileştirmeye yardımcı olan bileşikler içerir. İster çiğ, ister kavrulmuş veya en sevdiğiniz yemeğin bir parçası olarak tüketin, sarımsak lezzeti ve kalp sağlığını artırabilir. Bazı araştırmalar, sarımsak takviyelerinin kan basıncını düşürmeye de yardımcı olduğunu göstermiştir.

Yoğurt, özellikle az yağlı veya yağsız seçenekleri, sağlıklı kan basıncını korumak için önemli bir besin olan kalsiyum açısından zengindir. Düzenli yoğurt tüketiminin, özellikle kadınlarda kan basıncını düşürdüğü kanıtlanmıştır. Yoğurt ayrıca sindirim sistemini ve genel sağlığı destekleyen probiyotikler içerir.

Nar, kan damarlarını korumaya ve kan basıncını düşürmeye yardımcı olan antioksidanlarla doludur. Düzenli olarak nar suyu içmenin sistolik kan basıncını (ölçümdeki en yüksek sayı) düşürdüğü bilinmektedir.

Bitter çikolata,  kan damarlarını gevşetmeye ve kan dolaşımını iyileştirmeye yardımcı olabilecek flavonoidler içerir. Araştırmalar, her gün az miktarda bitter çikolata yemenin (tercihen en az %70 kakao içeren) hipertansiyonu olan kişilerde kan basıncını düşürmeye yardımcı olabileceğini göstermektedir.

Paylaşın