Her 10 Dakikada Bir Kadın Veya Kız Çocuğu Öldürülüyor

Birleşmiş Milletler’in raporuna göre; Dünya genelinde her 10 dakikada bir kadın veya kız çocuğu, partneri, kocası ya da bir aile üyesi olan, tanıdığı biri tarafından öldürülüyor.

Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC) ve BM Kadın Birimi, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla dikkat çeken bir rapor yayınladı.

Rapora göre, dünyanın bir yerinde her 10 dakikada bir kadın veya kız çocuğu, partneri, kocası ya da bir aile üyesi olan, tanıdığı biri tarafından öldürülüyor.

Raporda, her gün 137 kadının hayatını kaybettiği ve dünyanın bütün kısımlarının şiddetten etkilendiği belirtiliyor.

Raporda, 2024 yılında yaklaşık 50 bin kadın ve kız çocuğunun partnerleri veya aile üyeleri tarafından öldürüldüğü kaydediliyor.

Bunlar, dünya çapında kadın ve kız çocuklarına yönelik tahammüden cinayetlerin yüzde 60’ını oluşturuyor.

Raporda, endişe verici bir gerçeğe de dikkat çekiliyor: Kadınlar için en ölümcül yer hâlâ ev.

Kadın cinayetlerinin ev dışında da işlendiği, ancak bunlara ilişkin veri miktarının sınırlı olduğu belirtiliyor.

BM Kadın Birimi Politika Bölümü Direktörü Sarah Hendriks, “Kadın cinayetleri tek başına gerçekleşmiyor. Genellikle davranışları kontrol etme, tehdit ve taciz gibi çevrimiçi ortamlarda da devam eden bir şiddet döngüsünün parçası oluyorlar” diyor.

100 bin kadın ve kız çocuğuna üç kurbanın düştüğü Afrika’da partner veya aile üyeleri tarafından işlenen kadın cinayetlerinin en yüksek oranda. Bunu Amerika (1,5), Okyanusya (1,4), Asya (0,7) ve Avrupa (0,5) izliyor.

UNODC’nin geçici icra direktörü John Brandolino “Ev, dünya genelinde çok sayıda kadın ve kız çocuğu için tehlikeli ve bazen ölümcül bir yer olmaya devam ediyor” diyor.

Raporda, Avrupa ve Amerika’da 2024 yılında en çok kadın cinayetinin aile üyeleri yerine, partnerler tarafından işlendiği belirtiliyor. Bu oran Avrupa’da % 64, Amerika’da ise % 69.

Arnavutluk’ta kadın cinayeti mağdurlarının yüzde 90’ı daha önce failler tarafından şiddete maruz kalmış, bazıları ise faillerin cezaevinden çıkmasından sadece birkaç gün sonra, koruma kararı gibi koruyucu tedbirlere rağmen öldürüldü.

Birçok vakada ateşli silah, keskin veya künt aletler veya fiziksel güç kullanıldı.

Raporda, cinayetlerin başlıca nedenleri olarak kıskançlık, ayrılığı reddetme, polise ihbar etme nedeniyle misilleme yapma veya ayrılıktan sonra yeni ilişkileri kabul etmeme gösteriliyor.

Bu ülkede kadın cinayetlerinden annelerini kaybeden 35 çocuk da etkilendi.

Sağlık Bakanlığı’nın raporunda yer alan rakamlara göre, Lesotho’da da partner şiddeti oranları yüksek. 15-49 yaş aralığındaki kadınların % 44’ü partneri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor.

Ancak güvenilir veriler hâlâ kısıtlı. Raporda, kadın cinayetlerinin çoğunun yakın partnerler veya aile üyeleri arasında gerçekleştiği, aile içi şiddet, alkol kullanımı ve çatışmanın yaygın tetikleyiciler olduğu belirtiliyor.

Raporda, ateşli silahların ve teknolojinin kadın cinayetlerine olanak sağlayan unsurlar olarak ortaya çıktığı belirtiliyor;

“Bu alanda eldeki veriler, partner şiddeti faillerinin ateşli silah bulundurmasının, cinayet olasılığını önemli ölçüde artırdığını ve özel alanda işlenen cinayetlerde birden fazla kurban olma riskini % 70 oranında artırdığını gösteriyor.”

Teknolojinin aynı zamanda bir kontrol silahı olarak görüldüğü belirtiliyor.

Raporda, çevrimiçi taciz, doxing (bir kişinin izni olmadan internette özel, tanımlayıcı bilgileri yayınlama eylemi) ve görüntülü, teknoloji destekli şiddet gibi ortaya çıkan tehditlere karşı uyarıda bulunuluyor.

“Birleşik Krallık’ta 2011-2014 yılları arasında yayınlanan 41 aile içi cinayet incelemesinin analizi, vakaların % 58,5’inde mağdurun öldürülmesinden önce zorlayıcı kontrol ve gözetim uygulamak için teknolojinin kullanıldığını gösteriyor.”

Çevrimiçi zorlayıcı kontrol, gözetim ve takip gibi şiddetin, fiziksel şiddet de dahil olmak üzere çeşitli yollarla çevrimdışı alanda nasıl ortaya çıkabileceğini gösteren ve giderek artan kanıtlar bulunuyor.

Raporda, gazeteciler, eylemciler ve politikacılar gibi kamuoyunda görünürlüğü olan kadınların teknoloji kaynaklı şiddete maruz kalma riskinin daha yüksek olduğu belirtiliyor.

Hedefli politikalar da dahil olmak üzere “zamanında ve uygun müdahale” ile kadın cinayetlerinin önlenebileceği sonucuna varılıyor.

Risk faktörleri arasında ateşli silahlara erişim, takip, ilişki bozulmaları ve madde bağımlılığı yer alıyor.

Raporda, bu tür cinayetlerin gerçekleşmeden önce durdurulması için daha güçlü yasalar, koruma emirlerinin uygulanması ve daha iyi veri toplanması çağrısında bulunuluyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Türkiye’de Son On Ayda 235 Kadın Öldürüldü

Ekim ayında 19 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 22 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu. 2025 yılının ilk on ayında ise 235 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 247 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu.

Haber Merkezi / Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) Ekim ayı raporu, kadına yönelik şiddetin korkunç boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi.

Rapora göre, ekim ayında 19 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 22 kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulundu.

Öldürülen 19 kadından 7’si boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istemesi bahanesi ile, 1’i kızının kına merasimi eksiklikleri bahanesiyle öldürüldü. 11 kadının ise hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilemedi.

Öldürülen 19 kadının 7’si evli olduğu erkek, 6’sı eskiden evli olduğu erkek, 2’si tanıdığı biri, 1’i eskiden birlikte olduğu erkek, 1’i birlikte olduğu erkek, 1’i akrabası, 1’i ısrarlı takip faili tarafından öldürülmüştür. Bu ay kadınların yüzde 37’si evli olduğu erkek tarafından öldürüldü.

Kadınların 8’i evinde, 6’sı sokakta, 1’i su ve kenarında, 1’i işyerinde, 1’i kamusal alanda öldürülmüştür. 2 kadının öldürüldüğü yer tespit edilememiştir. Bu ay öldürülen kadınların yüzde 42’si  evlerinde öldürüldü.

Bu ay öldürülen kadınların 13’ü ateşli silahlarla, 5’i kesici aletle, 1’i boğularak öldürüldü. Bu ay öldürülen kadınların yüzde 68’i ateşli silah ile öldürüldü.

Ekim ayında öldürülen 19 kadının yaşam mücadelesi hikayeleri:

İzmir’de yaşayan 45 yaşındaki 2 çocuk annesi Serpil Güral, boşanma aşamasında olduğu A.G. tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Serpil’in fail hakkında 22 Eylül’de 1 ay süreyle uzaklaştırma kararı aldığı öğrenildi.

Yalova’da 39 yaşındaki Belgin Aslanoğlu, evli olduğu Özgür Aslanoğlu tarafından sokak ortasında göğsünden ve başından ateşli silahla vurularak öldürüldü. Fail hala yakalanamadı.

Denizli’de 42 yaşındaki Keziban Pars Acar, 6 ay önce evlendiği Tunay Acar tarafından tüfekle vurularak öldürüldü. Fail daha sonra aynı silahla intihar etti.

Çankırı’da 2 çocuk annesi, temizlik görevlisi 40 yaşındaki İlknur Kertlez, eskiden evli olduğu Selami Yılmaz tarafından bıçaklanarak öldürüldü. İntihar girişiminde bulunan fail 2 gün sonra taburcu edilerek gözaltına alındı.

Kahramanmaraş’ta Hakan Yılmaz, 7 yıl önce boşandığı 37 yaşındaki Fatma Görkem  ateşli silahla öldürdükten sonra Fatma’nın annesi 63 yaşındaki Gülistan Görkem’i öldürdü ve üvey kızı 19 yaşındaki Eda Nur Göksu’yu da yaraladı. Fail intihar etti.

Kayseri’de 39 yaşındaki 3 çocuk annesi, üniversite öğrencisi Meliha Keskin 5 yıl önce boşandığı Ferhat Karakaya tarafından üniversite önünde pompalı tüfekle vurularak öldürüldü.

İstanbul’da 42 yaşındaki Nilay Kotan, eskiden birlikte olduğu Ali K. tarafından ayrılmak istediği bahanesiyle sokak ortasında 15 kurşunla vurularak öldürüldü. Nilay’ın öldürüldüğü gün mahallesi Çağlayan’daki duruşma nedeniyle polis ablukasındaydı.

Bolu’da 3 çocuk annesi 29 yaşındaki Hilal Baltaş, evli olduğu Engin Baltaş tarafından av tüfeğiyle vurularak öldürüldü. Failin daha sonra cinayeti sosyal medya üzerinden duyurduğu öğrenildi.

Adana’da 34 yaşındaki Ebru Kaya, eskiden birlikte olduğu Tuğrul Kılıç tarafından ayrılmak istediği bahanesiyle ateşli silahla öldürüldü.

Kocaeli’de 46 yaşındaki Binnur Gökmen, evli olduğu Ramazan Gökmen tarafından kızının kına merasimi eksiklikleri bahanesiyle bıçaklayarak öldürüldü. Fail intihar girişiminde bulundu.

Çanakkale’de Şerife Akyıldız, eskiden evli olduğu Ferdi Akyıldız tarafından işyerinde ateşli silahla vurularak öldürüldü. Fail yakalandı.

İzmir’de 69 yaşındaki yatağa bağımlı İzade Teker, evli olduğu R.T. tarafından ateşli silahla vurularak öldürüldü. Fail tutuklandı.

İstanbul’da 38 yaşındaki Aysel Karakoç, eskiden birlikte olduğu Fethi Şancı tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

İzmir’de 25 yaşındaki bir çocuk annesi Gülben Duru, eskiden evli olduğu Asil ÇAmur tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Gülben çocuğunun okulu yanındaki polis bekleme noktasına iki kere başvurmuştu. Fail tutuklandı.

İstanbul’da üç çocuk annesi 29 yaşındaki Suzan Elik, boşanma aşamasında olduğu Yunus Elik tarafından ateşli silahla vuruldu. Suzan hastanede yaşam mücadelesini kaybetti.  Suzan Elik’in fail hakkında uzaklaştırma kararı vardı. Fail hala yakalanamadı.

Zonguldak’ta Gönül Karakök, eskiden evli olduğu erkeğin babası Hüseyin Derin tarafından ateşli silahla vurularak öldürüldü. Fail tutuklandı.

Ankara’da 35 yaşındaki bir çocuk annesi Muradiye Gökmen, ısrarlı takibine maruz kaldığı A.Ş.A. tarafından ateşli silahla vurularak öldürüldü. Failin çok sayıda suç kaydı olduğu, Muradiye’yi ısrarla takip ettiği ortaya çıktı. Fail tutuklandı

Zonguldak’ta 17 yaşındaki. Hasret Akkuzu, aile tarafından tanınan Deniz Boyacı tarafından boğularak su kuyusuna atıldı. Failin çok sayıda suç kaydı bulunuyor. Fail tutuklandı.

Paylaşın

Türkiye’de Her Yüz Kadından 13’ü Fiziksel Şiddet Gördü

TÜİK’in Kadına Yönelik Şiddet Araştırması, Türkiye’de yaşayan kadınların yüzde 13’ünün hayatlarının bir döneminde, bir erkeğin fiziksel şiddetine uğradığını ortaya koydu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Türkiye Kadına Yönelik Şiddet Araştırması 2024 verilerini açıkladı.

Araştırma, Türkiye’deki kadınların yüzde 12,8’inin hayatlarının bir döneminde bir erkeğin fiziksel şiddetine uğradığını ortaya koydu. Yaşamının herhangi bir döneminde kadınların yüzde 28,2’si psikolojik, yüzde 18,3’ü de ekonomik şiddete uğradıklarını belirtti.

Yaşamının herhangi bir döneminde maruz kalınan şiddet değerlendirildiğinde, boşanan kadınların yüzde 62,1’i psikolojik, yüzde 42,5’i ekonomik, yüzde 41,5’i ise fiziksel şiddete uğradı. Evli kadınların ise yüzde 26,4’ü psikolojik, yüzde 19,9’u ekonomik, yüzde 11,6’sı ise fiziksel şiddete maruz kaldı. Hiç evlenmeyen kadınların yüzde 25,7’si psikolojik şiddete, yüzde 14,2’si dijital şiddete, yüzde 13,4’ü ise ısrarlı takibe maruz kaldığı tespit edildi.

Araştırmada kadınların kim tarafından dijital şiddete maruz kaldığı da incelendi. Buna göre, dijital şiddette yabancı biri yüzde 62,3 ile ilk sıradayken; eş, eski eş veya birlikte olduğu kişi yüzde 15,7 ile ikinci sırada yer aldı. Israrlı takipte ise ilk sırayı yüzde 39,6 ile yabancı biri alırken, ikinci sırayı yüzde 32,1 ile eş, eski eş veya birlikte olduğu kişi aldı.

Yaşamının herhangi bir döneminde ekonomik şiddete maruz kalan kadınlar eğitim durumuna göre incelendiğinde yüksek öğretimini tamamlayan kadınların daha az şiddete uğradığı ortaya çıktı. Buna göre, bir okul bitirmeyen kadınların yüzde 31,8’i ekonomik şiddete maruz kalırken, yükseköğretimi tamamlayan kadınlarda bu oran yüzde 8,9 oldu.

Çalışma kapsamında yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranları bölgelere göre de incelendi. Fiziksel şiddetin en çok görüldüğü bölge yüzde 25,9 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi oldu. Kuzeydoğu Anadolu yüzde 30 ile ekonomik şiddet ve yüzde 19 ile ısrarlı takibin de en fazla olduğu bölge olarak dikkat çekti. Bu bölgede Erzurum, Erzincan, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır ve Ardahan illeri yer alıyor.

Fiziksel şiddetin en az görüldüğü belirtilen bölge yüzde 8,8 ile Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli, Van, Bitlis, Hakkari, Muş illerinden oluşan Ortadoğu Anadolu oldu. Psikolojik şiddet yüzde 44,8 ile en fazla Batı Karadeniz’de görüldü. İstanbul ise yüzde 9,3 ile cinsel şiddetin en çok görüldüğü il oldu.

Son 12 ayda kadınların yüzde 11,6’sı psikolojik şiddete, yüzde 3,7’si dijital şiddete, yüzde 3,2’si ekonomik şiddete, yüzde 3,1’i ısrarlı takibe, yüzde 2,6’sı fiziksel şiddete, yaklaşık yüzde 1’i ise cinsel şiddete maruz kaldıklarını bildirdi.

Çalışmanın yapıldığı tarihten önceki son 12 ayda, yoğun kent bölgelerinde psikolojik ve dijital şiddet ile ısrarlı takip ilk 3 sırada yer alırken; kırsalda psikolojik şiddeti ekonomik ve fiziksel şiddet eylemleri izledi.

Geçen bir yılda şiddete en fazla maruz kalan kadınlar ise 15-24 yaş grubundakiler oldu.

Maddi sıkıntı şiddet nedenleri arasında

Son 12 ayda fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı sırasıyla yüzde 5,2 ile boşananlar; yüzde 3,1 ile hiç evlenmeyenler; yüzde 2,1 ile evliler oldu.

Eşi veya birlikte olduğu kişinin fiziksel veya cinsel şiddetine maruz kalan kadınların belirttiği şiddet nedenleri incelendiğinde, erkeğin öfke kontrolü yüzde 21,7 ile ilk sırada yer alırken, erkeğin yetiştirilme tarzı yüzde 13,3 ile ikinci, maddi sıkıntı ise yüzde 13 ile üçüncü sırada yer aldı.

Eşi veya birlikte olduğu kişinin şiddetine maruz kalan kadınlar bu durumu; ilk sırada yüzde 31,8 ile kendi ailesinden bir kadınla, ikinci sırada yüzde 10,2 ile kadın bir arkadaşları ile, üçüncü sırada ise yüzde 4,4 ile eşinin ailesinden bir kadınla paylaştı. Kadınların yüzde 47,7’si ise eşi veya birlikte olduğu kişinin kendisine uyguladığı en son şiddet davranışını kimseye anlatmadı.

Araştırma kapsamında katılımcılara, kadın ve erkek rollerine ilişkin bazı önermelere katılıp katılmadıkları da soruldu.

Buna göre kadınların yüzde 90’ı, çocukların bakımı ve yetiştirilmesinden kadın ve erkeğin eşit derecede sorumlu olduğunu düşündüklerini belirtti. “Yemek, bulaşık, çamaşır, ütü gibi ev işlerini erkekler de yapmalıdır” diyen kadınların oranı da yüzde 86 oldu.

Paylaşın

Taliban, İktidarını Güçlendirmek İçin Kadın Haklarını Kısıtlıyor

Yeni yayınlanan bir raporda, Taliban’ın Afganistan’da iktidarını güçlendirmek için kadın haklarına getirilen kısıtlamaları silah olarak kullandığı, aynı zamanda dini okulları yayarak radikalliği körüklediği uyarısı yapıldı.

Haber Merkezi / Kanada merkezli Farageer tarafından hazırlanan “Alarm Zili: Afgan Kadınların Cinsiyet Ayrımcılığı ve Artan Aşırılık Tehlikesi Konusundaki Tanıklıkları” raporu New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) Afganistan etkinliğinde açıklandı.

Taliban’ın diğer aşırılıkçı gruplar gibi, Afgan toplumunu kontrol etmek ve gücünü korumak için kadın haklarının kısıtlanmasından yararlandığı belirtilen raporda, Taliban’ın kadın düşmanı radikal ideolojisine yönelik eğitimin sadece erkek çocukları ve genç erkeklerle sınırlı olmadığı, kız çocukları ve genç kadınları da kapsadığı belirtiliyor.

Taliban Eğitim Bakanlığı’ndan alınan verilere dayanarak yapılan araştırmada, Afganistan’da şu anda 22 bin 972 dini okulun bulunduğu ve üç milyondan fazla öğrencinin kayıtlı olduğu belirtildi. 2021 yılında Taliban’ın iktidarı ele geçirmesinden önce bu sayı yaklaşık 5 bindi. Son dört yılda Taliban sadece 269 modern okul inşa etti; bu da her yeni modern okula karşılık 85 dini okul kurulduğu anlamına geliyor.

14 ilde 600’ü kadın olmak üzere 700’den fazla kişiyle yapılan görüşmelere dayanan raporda, çoğunluğun Taliban’ın iktidara geri dönmesinden bu yana Afgan toplumunun daha radikal hale geldiğine inandığı ortaya çıktı.

Etkinlikte konuşan BM Afganistan İnsan Hakları Özel Raportörü Richard Bennett, Taliban’ın cihatçı ve dini okullara odaklanmasının Afganistan’ın geleceğini tehlikeye attığını söyledi. Bennett, grubun dini, özellikle Taliban politikalarının “boyunduruğu” altında yaşayan kadın ve kız çocuklarını kontrol etmek için bir araç haline getirdiğini belirtti.

Bennett, Taliban’ın “Erdemin Teşviki ve Kötülüğün Önlenmesi Yasası”na dikkat çekerek, bunu “katı ve baskıcı” bir toplumsal düzen dayatarak Taliban kontrolünü sağlamlaştırmak için hesaplı bir stratejinin parçası olarak nitelendirdi. Bennett, Yasanın hem Taliban baskısının bir belirtisi hem de bir aracı olduğunu söyledi.

Bennett, artan yoksulluk, sınırlı eğitim ve istihdam olanakları ve hak ve özgürlükler üzerindeki daha fazla kısıtlamanın radikalleşme tehdidini artırdığını ve bunun bölgesel ve küresel güvenlik açısından sonuçlar doğurduğunu da sözlerine ekledi.

Bennett, soruşturma mekanizmaları, cinsiyet ayrımcılığının insanlığa karşı bir suç olarak tanınması ve özellikle kadın örgütleri olmak üzere sivil topluma verilen desteğin güçlendirilmesi de dahil olmak üzere kapsamlı bir uluslararası müdahale çağrısında bulundu.

Etkinlikte konuşan Afgan sivil toplum kuruluşları üyeleri, aktivistler, eski hükümet yetkilileri ve akademisyenler de bu endişeleri dile getirerek, BM ve uluslararası toplumu durumun daha da kötüleşmeden harekete geçmeye çağırdı.

Paylaşın

Cinsiyet Sabitliğine Genel Bir Bakış

“Cinsiyet sabitliği” terimi, genellikle bireyin cinsiyet kimliğinin veya cinsiyetle ilgili özelliklerinin zaman içinde değişmez olduğunu ifade eden bir kavramdır.

Haber Merkezi / Bu terim, bağlama göre farklı alanlarda kullanılabilir:

Psikoloji ve Gelişim: Çocuk gelişiminde, cinsiyet sabitliği, çocukların cinsiyetin kalıcı bir özellik olduğunu anlamaya başladığı bir dönemi ifade eder. Jean Piaget’nin bilişsel gelişim kuramına göre, çocuklar genellikle 6-7 yaş civarında cinsiyetin sabit olduğunu (örneğin, bir erkek çocuğun büyüyünce erkek olarak kalacağını) kavrar. Bu, “cinsiyet sürekliliği” (gender constancy) kavramının bir parçasıdır.

Toplumsal ve Kültürel Bağlam: Toplumda cinsiyet rollerinin veya cinsiyet kimliğinin sabit ve değişmez olduğu fikri, bazı geleneksel görüşlerde yer alır. Ancak modern cinsiyet teorileri, cinsiyetin sabit olmayabileceğini ve akışkan (fluid) veya bireysel olarak tanımlanabilir olduğunu savunur.

Biyolojik Bağlam: Biyolojik cinsiyet (kromozomal, hormonal veya anatomik özellikler) genellikle sabit kabul edilse de, interseks durumlar veya cinsiyet geçiş süreçleri bu sabitlik algısını karmaşıklaştırabilir.

Kohlberg’in Cinsiyet Gelişimi Teorisi:

Kohlberg’in Cinsiyet Gelişimi Teorisi, çocukların cinsiyet kavramını nasıl anladığını ve cinsiyet kimliğini nasıl geliştirdiğini açıklayan bilişsel bir yaklaşımdır. Lawrence Kohlberg, Piaget’nin bilişsel gelişim teorisinden etkilenerek, çocukların cinsiyetle ilgili anlayışlarının yaşa bağlı olarak aşamalı bir şekilde geliştiğini öne sürmüştür.

Teori, çocukların cinsiyet kavramını anlamalarının bilişsel olgunlaşma süreçlerine bağlı olduğunu savunur ve üç temel aşamadan oluşur:

Cinsiyet Kimliği (Gender Identity) (~2-3 yaş):

Çocuklar bu aşamada kendi cinsiyetlerini ve başkalarının cinsiyetini tanımlayabilir (örneğin, “Ben erkek/kızım”).
Cinsiyet, genellikle fiziksel özelliklere (saç, kıyafet vb.) dayanılarak belirlenir.
Ancak çocuklar, cinsiyetin sabit veya kalıcı olduğunu henüz tam anlamıyla kavramaz. Örneğin, bir erkek çocuğun uzun saçlı bir erkeği kız sanması yaygın olabilir.

Cinsiyet Sabitliği (Gender Stability) (~3-5 yaş):

Çocuklar, cinsiyetin zamanla değişmediğini anlamaya başlar (örneğin, bir erkek çocuğun büyüyünce erkek olarak kalacağını bilir).
Ancak bu anlayış hâlâ yüzeyseldir ve dış görünüşe veya sosyal ipuçlarına bağlı olabilir. Örneğin, bir kız saçını kısa kestirirse cinsiyetinin değiştiğini düşünebilirler.
Bu aşamada çocuklar, cinsiyetin biyolojik olarak sabit olduğunu tam anlamıyla kavramamıştır.

Cinsiyet Sürekliliği (Gender Constancy) (~6-7 yaş):

Çocuklar, cinsiyetin kalıcı ve değişmez olduğunu tam olarak anlar. Dış görünüş, kıyafet veya davranış değişikliklerinin cinsiyeti değiştirmediğini fark ederler (örneğin, bir erkek kız gibi giyinse de erkek kalır).
Bu aşama, bilişsel olgunlaşmanın bir sonucu olarak görülür ve çocukların soyut düşünme yeteneklerinin gelişmesiyle ilişkilidir.

Teorinin Temel Özellikleri:

Bilişsel Odak: Kohlberg, cinsiyet anlayışının biyolojik veya sosyal etkilerden ziyade bilişsel gelişime bağlı olduğunu vurgular.
Aşamalı Gelişim: Cinsiyet anlayışı, çocukların bilişsel kapasitelerine paralel olarak ilerler.
Aktif Öğrenme: Çocuklar, çevrelerinden gelen bilgileri aktif bir şekilde işleyerek cinsiyet kavramını oluşturur.

Cinsiyet Gelişimine İlişkin Diğer Teoriler:

Kohlberg’in Cinsiyet Gelişimi Teorisi dışında, cinsiyet gelişimini açıklamak için geliştirilmiş birkaç önemli teori bulunmaktadır. Bu teoriler, cinsiyet kimliğinin ve rollerinin nasıl oluştuğunu farklı perspektiflerden (biyolojik, sosyal, bilişsel ve kültürel) ele alır.

Sosyal Öğrenme Teorisi (Social Learning Theory):

Albert Bandura tarafından geliştirilen ve cinsiyet gelişiminde çevresel etkilere odaklanan bir yaklaşımdır. Çocuklar, cinsiyet rollerini ve davranışlarını gözlem, taklit ve pekiştirme (ödül/ceza) yoluyla öğrenir. Örneğin, bir çocuk, ebeveynlerin veya medyanın cinsiyete özgü davranışlarını gözlemleyerek bunları benimser. Toplumun ödüllendirdiği (örneğin, “erkeksi” davranışlar) veya cezalandırdığı davranışlar, cinsiyet kimliğini şekillendirir.

Cinsiyet Şeması Teorisi (Gender Schema Theory):

Çocuklar, cinsiyetle ilgili bilgileri (ör. “kızlar pembe sever”, “erkekler güçlüdür”) bilişsel şemalar olarak düzenler. Bu şemalar, cinsiyet normlarını ve davranışları yönlendirir; çocuklar çevreden öğrendikleriyle cinsiyet kimliklerini şekillendirir.

Sosyal Yapılandırmacı (Social Constructionist):

Cinsiyet, biyolojik bir gerçeklikten çok, toplum ve kültür tarafından inşa edilen bir kavramdır. Judith Butler gibi teorisyenlere göre, cinsiyet kimliği ve rolleri, toplumsal normlar, dil ve performatif eylemlerle (davranışlarla) oluşturulur. Cinsiyet sabit değil, akışkan ve kültürel bağlama bağlıdır.

Ekolojik Sistemler Teorisi (Bronfenbrenner):

Cinsiyet gelişimi, bireyin içinde bulunduğu çok katmanlı çevresel sistemlerden (mikro: aile, okul; mezo: ilişkiler; ekzo: toplumsal yapılar; makro: kültür, normlar) etkilenir. Çocukların cinsiyet kimliği, bu sistemlerin etkileşimiyle şekillenir.

Paylaşın

Türkiye’de Kadınlar, Erkeklere Göre Yüzde 10 Daha Az Kazanıyor

Türkiye’de 2023 yılı itibarıyla tam zamanlı çalışan kadınlar, erkek meslektaşlarına göre yüzde 10 daha az kazanıyor. Kadın ve erkek meslektaşlar arasındaki çift haneli fark dikkat çekiyor.

Kadınlar, OECD ülkelerinde hala erkek meslektaşlarına kıyasla daha düşük ücret alıyor. OECD’nin 2025’te yayımladığı “Gender Dashboard” raporuna göre, 2023 yılı itibarıyla kadınların ortalama kazancı, erkeklerin medyan gelirinin yalnızca yüzde 88,9’una denk geliyor. Bu da kadınların her 1 dolar karşılığında 89 sent kazandığı anlamına geliyor.

Cinsiyetler arası ücret farkı, 2010 yılındaki yüzde 14 seviyesinden yüzde 11,5’e inse de, ilerleme yavaş seyrediyor. OECD, bu farkın sadece ücret politikalarından değil; yarı zamanlı istihdam, iş kalitesi ve kariyer ilerleme olanaklarındaki eşitsizliklerden de kaynaklandığını vurguluyor. Bu durum, kadınların emeklilikte yoksulluk riskiyle daha fazla karşı karşıya kalmasına yol açıyor.

Ücret eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke, yüzde 29,3 ile Kore oldu. Estonya (Yüzde 24,7), Japonya (Yüzde 22) ve İsrail (Yüzde 20,8) de listenin üst sıralarında yer aldı. ABD’de fark yüzde 16,4, Birleşik Krallık’ta yüzde 13,4 seviyesinde ölçülürken, Almanya ve Meksika gibi ülkelerde bu oran yüzde 14’ü geçti.

Karar’dan Berfu Kargı’nın haberine göre; Türkiye’de ise 2023 yılı itibarıyla tam zamanlı çalışan kadınlar, erkek meslektaşlarına göre yüzde 10 daha az kazanıyor. Bu oran, OECD ortalamasına kıyasla daha iyi görünse de, hâlâ çift haneli düzeydeki fark dikkat çekiyor.

Lüksemburg, kadınların erkeklerden daha fazla kazandığı tek ülke olarak istatistiklere geçti. Bu ülkede cinsiyet ücret farkı – yüzde 7,8 olarak hesaplandı. Belçika, Kolombiya ve Kosta Rika da ücret eşitliğine en yakın ülkeler arasında yer aldı.

Raporda sadece ücret farkı değil, siyasi temsil eşitsizlikleri de ele alındı. 2023 yılı itibarıyla OECD ülkelerindeki parlamentolarda kadın milletvekillerinin oranı ortalama yüzde 33,8 oldu. Bakanlık görevlerindeki kadın oranı ise daha da düşük seviyelerde.

Paylaşın

Türkiye, Kadın İstihdamında Avrupa’nın En Alt Sıralarında

Avrupa Birliği ve Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü ülkelerinde kadınların işgücüne katılımı yüzde 45 – 60 arasında değişirken, Türkiye, alanda en alt sıralarda yer alıyor.

Türkiye nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan kadınlar, sosyal ve çalışma hayatında giderek daha az yer alıyor.

TÜİK verilerine göre, 2024 yılı sonunda 85 milyonu aşan nüfusun yüzde 49,9’unu kadınlar oluştururken, bu büyük potansiyel ekonomiye ve üretime yeterince katılamıyor. Özellikle genç kadınlar, işgücü piyasasından hızla uzaklaşıyor.

TÜİK’in istihdam ve işsizlik verileri, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor. 15-34 yaş grubundaki okumayan ve çalışmayan kadın sayısı 4 milyon 684 bine, oranı ise yüzde 39,5’e yükseldi. Bu, en verimli çağdaki her 10 kadından yaklaşık 4’ünün üretim ve toplumsal refaha katkı sağlamadığı anlamına geliyor.

Genç kadın işsizliği de alarm veriyor. 15-24 yaş arası genç kadın işsizliği yüzde 30,6 iken, üniversite mezunu genç kadınlarda bu oran yüzde 28 olarak kaydedildi. 15-29 yaş aralığındaki genç nüfusun 4 milyon 55 bininin ne eğitimde ne de istihdamda olduğu belirtilirken, bu grubun yüzde 77’sini (3 milyon 116 bin kişi) kadınlar oluşturuyor.

Uluslararası verilerle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin bu alandaki gerilemesi daha belirgin hale geliyor. Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinde kadınların işgücüne katılımı yüzde 45-60 arasında değişirken, Türkiye en alt sıralarda yer alıyor.

Çalışma çağındaki kadınların sadece üçte biri işgücünde bulunuyor. Eğitimde ve istihdamda olmayan kadınların oranı ise AB ortalamasının neredeyse dört katı seviyesinde. Bu durum, toplumsal refahın artmasını engellerken, atıl işgücünün büyümesine zemin hazırlıyor.

Veriler, kadınların kayıtlı istihdamda erkeklerin çok gerisinde kaldığını gösteriyor. Kayıt dışı çalışmaya daha fazla maruz kalan kadınlar, sosyal güvenlik sisteminin dışında kalıyor. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yoksulluğun kadınlar üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor.

Çalışma çağındaki her 4 kadından neredeyse 3’ü toplumsal ve ekonomik yaşamın dışında kalarak ekonomik bağımsızlıklarını yitirmiş durumda.

(Kaynak: ANKA)

Paylaşın

Kadın Düşmanlığı Akımı “Mizojini” Nedir? Tarihsel Kökenleri

Kadınlara yönelik aşağılayıcı veya ayrımcı tutumları ifade eden bir terim olan Mizojini, Yunanca “kadın” anlamına gelen gynē ve “nefret” anlamına gelen misos kelimelerinden türetilmiştir.

Haber Merkezi / Mizojini, kadınları cinsiyetleri nedeniyle küçümseme, onlara karşı önyargılı davranma veya düşmanca tutumlar sergileme şeklinde kendini gösterebilir. Bu davranışlar, bireysel tutumlardan toplumsal yapılara kadar farklı seviyelerde ortaya çıkabilir ve genellikle cinsiyet eşitsizliğini pekiştirir.

Mizojini, kadınlara yönelik hem açıkça ifade edilen nefret söylemlerini hem de daha örtük, günlük hayatta fark edilmeyen ayrımcı davranışları kapsar.

Mizojinin tarihsel kökenleri

Mizojinin tarihsel kökenleri, insanlık tarihinin erken dönemlerine kadar uzanır ve toplumsal, kültürel, dini ve ekonomik yapıların şekillendirdiği cinsiyet rolleriyle yakından bağlantılıdır.

Antik toplumlar ve ataerkil yapılar: Mizojinin kökenleri, ataerkil toplumların ortaya çıkışına dayanır. Antik Mezopotamya, Mısır, Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda, kadınlar genellikle ev, aile ve üreme ile ilişkilendirilirken, erkekler kamusal alanda güç ve otorite sahibiydi.

Örneğin, Antik Yunan’da Aristoteles gibi düşünürler, kadınları “eksik erkekler” olarak tanımlamış ve biyolojik olarak daha aşağı gördüklerini savunmuştur. Bu fikirler, kadınlara yönelik önyargıların felsefi ve bilimsel temellerini oluşturmuştur.

Din ve mitoloji: Birçok din ve mitolojide, kadınlara yönelik aşağılayıcı anlatılar mizojinin kökenlerini beslemiştir. Örneğin: Yahudi-Hristiyan geleneğinde, Havva’nın yasak meyveyi yemesi, kadınların “günahkâr” veya “baştan çıkarıcı” olarak görülmesine yol açmıştır.

Bu ve benzeri anlatılar, kadınları zayıf, güvenilmez veya tehlikeli olarak gösteren kültürel normları pekiştirmiştir.

Feodal ve orta çağ dönemi: Orta Çağ’da, özellikle Avrupa’da, Hristiyanlık etkisiyle kadınlar genellikle “iffetli” veya “günahkâr” ikiliği üzerinden değerlendirilmiştir.

Kilise öğretileri, kadınların erkeklere tabi olması gerektiğini vurgulamıştır. Cadı avları (15.-17. yüzyıl), mizojinin en aşırı örneklerinden biri olarak tarihteki yerini almıştır; kadınlar, bağımsız veya normlara uymayan davranışları nedeniyle şeytanla ilişkilendirilip cezalandırılmıştır.

Aydınlanma ve modern dönem: Aydınlanma döneminde bile mizojini devam etmiştir. 18. ve 19. yüzyıl düşünürleri, kadınların entelektüel kapasitesini sorguladı ve onları “duygusal” veya “evcimen” olarak sınıflandırmıştır.

Örneğin, Rousseau gibi düşünürler, kadınların eğitiminin ev işleri ve annelikle sınırlı olması gerektiğini savunmuştur. Bu dönemde, kadınların oy hakkı, mülkiyet hakkı veya eğitim hakkı gibi temel haklardan mahrum bırakılması, mizojinin kurumsallaşmış halini yansıtmıştır.

Sanayi devrimi ve toplumsal değişim: Sanayi Devrimi, kadınların iş gücüne katılmasıyla bazı değişimlere yol açsa da, mizojini fabrika ortamlarında düşük ücretler, kötü çalışma koşulları ve cinsiyet temelli ayrımcılıkla devam etmiştir. Kadınların kamusal alandaki varlığı, genellikle tehdit olarak algılandı ve bu da mizojinist söylemleri güçlendirmiştir.

Kültürel ve bölgesel farklılıklar: Mizojini, farklı kültürlerde farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Örneğin, Çin’de ayak bağlama geleneği veya Hindistan’da sati (dul yakma) gibi uygulamalar, kadınların bedenleri ve özgürlükleri üzerinde kontrol kurmayı amaçlayan mizojinist pratiklerdir. Bu tür gelenekler, kadınların toplumsal değerini erkek egemen yapılara bağlamıştır.

Günümüzde mizojini, geçmişteki açık ve kurumsallaşmış biçimlerinden farklı olarak daha örtük, incelikli ve bazen sistemik şekillerde kendini göstermektedir. Kadınlara yönelik ayrımcı tutumlar, toplumsal normlar, medya, iş dünyası, teknoloji ve günlük yaşamda hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Türkiye’de Mizojini: Türkiye bağlamında, mizojini hem geleneksel toplumsal normlarda hem de modern yaşamda kendini göstermektedir: Kadın cinayetleri ve aile içi şiddet, mizojinin en vahim sonuçlarından.

Paylaşın

Kadına Şiddet En Yakınlardan Geliyor

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun (TKDF) raporuna göre; Kadına yönelik şiddet, büyük çoğunlukla “güvenli” kabul edilen ev ortamında ve mağdurun en yakınındaki erkek tarafından uygulanıyor.

TKDF’nin Ev İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na, 1–31 Mayıs 2025 tarihleri arasında Türkiye genelinde 286 başvuru yapıldı. İstanbul 34 çağrıyla listenin başında yer alırken, onu 8 çağrıyla Kocaeli, 6 çağrıyla Ankara izledi. Hattın verilerine göre, Mayıs ayında 24 farklı ilden ihbar geldi.

İstanbul’daki başvurular en çok Avcılar, Kartal ve Fatih gibi ilçelerden gelirken; Eyüpsultan, Gaziosmanpaşa, Küçükçekmece, Esenyurt ve Şişli gibi farklı bölgelerden de tekil başvurular yapıldığı kaydedildi.

Rapor kapsamında Mayıs ayı boyunca 65 yeni vaka kayda geçti. Bu vakaların 42’si ev içi şiddet, 30’u ise kadınların resmî nikahlı eşleri tarafından uygulanan şiddet olarak belgelendi. TKDF, çağrıların 16’sının sığınak talebi içerdiğini, birinin ise acil müdahale gerektiren bir durum olduğunu belirtti. 51 çağrıya hukuki bilgilendirme yapılırken, 23 kişi karakollara, 15 kişi ise barolara yönlendirildi.

Şiddet ihbarlarında mağdur profili ağırlıklı olarak 15–60 yaş aralığındaki kadınlardan oluştu. Şiddet mağdurlarının yüzde 96,4’ü kadın, yüzde 1,9’u ise kız çocuklarından oluştu.

Vakalarda en sık rastlanan şiddet türleri psikolojik (%39,69) ve fiziksel (%39,68) şiddet oldu. Bunları sosyal (%6,35), cinsel (%3,17) ve ekonomik şiddet (%0,11) takip etti. TKDF raporunda, pek çok başvuruda birden fazla şiddet türünün birlikte yaşandığı, ancak bazı türlerin mağdurlar üzerinde daha kalıcı etkiler bıraktığı vurgulandı.

Raporun en çarpıcı bulgularından biri, şiddetin büyük çoğunlukla “güvenli” kabul edilen ev ortamında ve mağdurun en yakınındaki erkekler tarafından uygulanması oldu. Resmî nikahlı eşler, şiddet vakalarının yüzde 44,6’sında saldırgan konumunda yer aldı. Babalar ve erkek çocuklar da saldırganlar arasında dikkat çeken diğer aile bireyleri oldu.

97 binden fazla yardım çağrısı

TKDF’nin verilerine göre, 15 Ekim 2007’den bu yana Acil Yardım Hattı’na toplam 97.706 çağrı ulaştı. Bu çağrılar yalnızca Türkiye’nin 81 ilinden değil, aynı zamanda ABD, Almanya, Fransa, Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi 35 farklı ülkeden geldi.

Kadına yönelik şiddetin boyutlarını bir kez daha ortaya koyan rapor, ev içi güvenliğin görünenden çok daha kırılgan olduğunu ve kadınların en çok güvendikleri erkekler tarafından mağdur edildiğini gösteriyor. TKDF, şiddetle mücadelenin yalnızca kolluk güçleriyle değil, toplumsal bilinç ve koruyucu sosyal politikalarla yürütülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

(Kaynak: Karar)

Paylaşın

DEM Parti’den Üç Bakanlığa “Şüpheli Kadın Ölümleri” Araştırılsın Önergesi

DEM Parti Milletvekili Kamuran Tanhan, şüpheli kadın ölümlerine dikkat çekerek Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın yanıtlaması talebiyle üç ayrı soru önergesi verdi.

Kamuran Tanhan, şüpheli kadın ölümlerinde etkin soruşturma yürütülmediği, bazı vakaların otopsi yapılmadan “intihar” olarak kayda geçtiği yönündeki iddiaların ciddi kamuoyu endişesine neden olduğunu belirtti. Tarhan ayrıca, yargının kadın cinayetlerinde uyguladığı “iyi hâl” ve “haksız tahrik” indirimlerinin cezasızlığı körüklediğini ve caydırıcılığı zayıflattığını söyledi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mardin Milletvekili Kamuran Tanhan, Türkiye’de artan kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümlerine dikkat çekerek Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın yanıtlaması talebiyle üç ayrı soru önergesi verdi.

Kamuran Tanhan, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin her geçen yıl artarak toplumsal bir krize dönüştüğünü belirtti. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından kadınların yaşam hakkı üzerindeki tehdidin daha da belirginleştiğini vurgulayan Tanhan, devletin koruma ve önleme mekanizmalarının yetersiz kaldığını dile getirdi.

Tanhan, şüpheli kadın ölümlerinde etkin soruşturma yürütülmediği, bazı vakaların otopsi yapılmadan “intihar” olarak kayda geçtiği yönündeki iddiaların ciddi kamuoyu endişesine neden olduğunu belirtti. Kamuran Tanhan ayrıca, yargının kadın cinayetlerinde uyguladığı “iyi hâl” ve “haksız tahrik” indirimlerinin cezasızlığı körüklediğini ve caydırıcılığı zayıflattığını söyledi.

Bakanlıklara yöneltilen sorular

Kamuran Tanhan, hem kadın cinayetlerinin hem de şüpheli ölümlerin münferit değil, yapısal bir adaletsizlik düzeninin sonucu olduğunu belirterek ilgili bakanlıklardan şu sorulara yanıt verilmesini istedi:

Adalet Bakanlığı’na:

2020–2025 arasında kadın cinayetleriyle ilgili kaç fail hakkında işlem yapılmıştır? Kaçı tutuklanmış, kaçı serbest bırakılmıştır?
Aynı dönemde şüpheli kadın ölümleriyle ilgili kaç soruşturma başlatılmış, kaçı tamamlanmış, kaçı takipsizlikle sonuçlanmıştır?
Otopsi yapılmadan intihar kaydıyla kapatılan vakalar bulunmakta mıdır? Bu durumun önüne geçilmesi için standart bir adli prosedür geliştirilmiş midir?
“İyi hâl” ve “haksız tahrik” indirimleriyle ilgili bir reform çalışması yürütülmekte midir?
6284 sayılı Kanun kapsamında kaç kadına koruma kararı verilmiştir, bu kararlar ne oranda ihlal edilmiştir?

İçişleri Bakanlığı’na:

2020–2025 yılları arasında kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümü sayısı kaçtır? Bu vakaların yaş gruplarına ve illere göre dağılımı nedir?
Kadın cinayetlerinde alınan vatandaş şikâyetlerinin kaçı dikkate alınmış, şikâyet sonrası koruma tedbiri sağlanmış mıdır?
Şüpheli kadın ölümleriyle ilgili kaç dosyada otopsi yapılmıştır, kaç vaka intihar olarak kaydedilmiştir?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na:

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sonrası kadına yönelik şiddet konusunda bir etki analizi yapılmış mıdır?
Şüpheli kadın ölümlerinde etkin soruşturma yapılmakta mıdır? Bu süreçler nasıl takip edilmektedir?
2024 ve 2025’te koruma talep etmesine rağmen öldürülen kadın sayısı kaçtır?
Şüpheli kadın ölümlerinin özel olarak izlendiği bir sistem mevcut mudur?
2025 yılı için kadına yönelik şiddetle mücadeleye ayrılan bütçe ne kadardır ve nasıl kullanılmaktadır?

Tanhan açıklamada, “Kadın cinayetleri münferit olaylar değil, kadınları koruyamayan sistematik bir adaletsizlik düzeninin sonucudur. Devlet, failleri değil kadınları suçlayan yaklaşımdan vazgeçmeli; koruma ve adalet mekanizmalarını işler hale getirmelidir” dedi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın