Türkiye’de Yaşlı Yoksulluğu Artıyor

Yaşlı kadınlar arasındaki yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 15,4 iken 2023 yılında yüzde 22,4’e yükseldi. Yaşlı erkeklerde ise yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 12,8 iken 2023 yılında yüzde 20,7 oldu.

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) tarafından hazırlanan rapora göre, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri yaşlılık döneminde daha da derinleşiyor. Yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranı ilk kez 2023’te yüzde 10’u aşarken, 2020’de yüzde 9,5 olan bu oran, 2023’te yüzde 10,2’ye, 2024’te ise yüzde 10,6’ya ulaştı.

Küresel yaşlanma eğilimi ile paralel olarak Türkiye’de de yaşlı nüfustaki artışın devam edeceği uzmanlarca öngörülürken artan yaşlı nüfusla birlikte yaşlı bireylerin karşı karşıya kaldığı eşitsizlikler ve sorunlar da büyüyor.

TÜİK’in 2021-2023 verilerine göre, Türkiye’de kadınların doğumda beklenen yaşam süresi 80 yıl iken, erkeklerinki 74,7 yıl. Kadınlar erkeklerden ortalama 5 yıl daha uzun yaşıyor. Doğumda beklenen sağlıklı yaşam süresi erkekler için 59 yıl iken, kadınlar için bu süre 56,3 yıla düşüyor. Ayrıca, 65 yaşındaki bir bireyin geriye kalan sağlıklı yaşam süresi, kadınlar için 5,6 yıl; erkekler için ise 6,9 yıl olarak öngörülüyor.

Rapora göre, yaşlı kadınların sadece yüzde 16,5’i kendi sağlık durumunu “iyi” olarak tanımlarken, erkeklerde bu oran yüzde 27,5’e çıkıyor. Benzer şekilde, 2022 verilerine göre yaşlı kadınlardaki obezite oranı (yüzde 36,4), erkeklerdeki oranın (yüzde 18,3) neredeyse iki katı. Yani kadınlar erkeklere göre daha uzun yaşıyorlar ama yaşamlarının ciddi bir kısmını sağlıksız geçiriyorlar.

Ekonomik tablo yaşlılar için endişe verici halde. Yaşlı kadınlar arasındaki yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 15,4 iken 2023 yılında yüzde 22,4’e yükseldi. Yaşlı erkeklerde ise yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 12,8 iken 2023 yılında yüzde 20,7 oldu.

Yoksulluk ve yaşam koşulları istatistiklerine göre 2024 yılında yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındaki yaşlı kadınların oranı yüzde 24,2, yaşlı erkeklerin oranı ise yüzde 22,3. Rapora göre yaşlı kadınlarda yoksulluğun daha çok olması, hayat boyu biriken dezavantajların yaşlılık dönemindeki somut bir yansıması.

Yaşlı kadınların yüzde 19,9’u okuma yazma bilmezken, bu oran erkeklerde sadece yüzde 3,3. Eğitim hakkına erişememe, yaşamları boyunca üstlendikleri karşılıksız bakım sorumlulukları, çalışma hayatına ve sosyal hayata daha az katılma, kayıt dışı çalıştırılma ve emeklilik sistemine yeterince dahil olamama gibi nedenler kadınları yaşlılıkta yoksulluğa itiyor.

2024 verilerine göre, yaşlı kadınların neredeyse yarısının (yüzde 45,7) eşi vefat etmiş iken, bu oran yaşlı erkeklerde yüzde 10,8. Tek başına yaşayan yaşlı fertlerin yüzde 74’ünü yaşlı kadınlar, yüzde 26’sını yaşlı erkekler oluşturuyor.

“Günlük Yaşam Aktiviteleri” verileri, yaşlı kadınların temel öz bakım ihtiyaçlarını karşılamada erkeklere göre daha fazla zorlandığını gösteriyor. Örneğin, kendi başına banyo yapabilen yaşlı erkeklerin oranı yüzde 90,9 iken, bu oran kadınlarda yüzde 82,9’a düşüyor. Alışverişini kendi yapabilen erkeklerin oranı yüzde 71,7 iken kadınlarda bu oran yüzde 41,7; parasal işlerini yapabilen erkek oranı yüzde 87,5 iken kadınlarda yüzde 63,2.

Bu veriler, tek başına yaşayan yaşlı kadınlara yönelik evde bakım ve sosyal destek hizmetlerinin ne kadar hayati olduğunu kanıtlıyor. Nitekim evde bakım desteğine ihtiyacı olan 65 ve daha yukarı yaştaki kişilerin oranı 2023 yılında yüzde 16,4 iken; bu oran yaşlı erkeklerde yüzde 12,3, yaşlı kadınlarda yüzde 19,6.

Hem büyükanneler (yüzde 10,3) hem de büyükbabalar (y üzde8,3) torun bakımına “yardım” ediyor. 2023 verilerine göre, torunlarına bakan büyükannelerin yüzde 68’i, büyükbabaların yüzde 59,1’i bu işi “her gün” yapıyor. Kadınlar için daha fazla olmakla birlikte yaşlılar için torun bakımı bir “yardım” olmaktan çıkıp, tam zamanlı ve karşılıksız bir bakım emeğine dönüşüyor.

Yaşamı destekleyen politikalar geliştirilmeli

Yaşlılar için bağımsız yaşamı destekleyen politikaların geliştirilmesi ve uygulanması çağrısı yapan CEİD, şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Daha uzun ama daha sağlıksız bir yaşam, derin bir yoksulluk riski, yalnızlık ve hiç bitmeyen bakım sorumlulukları… Tüm bunlar, Türkiye’de ‘yaşlanma’nın tek tip bir deneyim olmadığının altını çiziyor. Her yaş döneminde farklı nüfus gruplarının, farklı cinsiyetten bireylerin farklı beklentileri olduğunu hatırda tutarak, ihtiyaç ve beklentilerin ilk ağızdan saptanması önem taşıyor.

Dünya ve Türkiye nüfusu hızla yaşlanırken, insana yaraşır bir yaşlılık için yaşlıları kendi yaşamlarının öznesi olarak gören ve bağımsız yaşamı destekleyen politikaların geliştirilmesi ve uygulanması önemlidir. Bu politikaların, savunuculuk yapan sivil toplum kuruluşlarının katkısıyla, yerel yönetimlerden başlayarak hükümet düzeyinde hayata geçirilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.”

CEİD, Dr. Gülçin Con Wright tarafından hazırlanan “Yaşlılık ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Raporu (2021–2024)” kapsamında şu sorulara dikkat çekiyor:

Ülkeler nüfusun yaşlanmasına hazır mı?
Yaşlı nüfus farklı beklentilerini, ihtiyaçlarını yetkili makamlara ulaştırabiliyor mu?
Bu nüfus grubuna yönelik politikalar yeterli mi? Değişen ihtiyaçlara göre revize ediliyor mu?

Paylaşın

Türkiye, Kişi Başı Servette 46. Sırada

Türkiye’deki hane halkı serveti, enflasyon karşısında reel olarak yüzde 8 geriledi. Bu reel kayıp nedeniyle Türkiye, kişi başı servet sıralamasında 2023 yılındaki yerini koruyarak 46. sırada kaldı.

Sigorta devi Allianz, 60’a yakın ülkenin hane halkı varlık ve borçlarını inceleyen 16. Küresel Varlık Raporu’nu yayımladı. Rapor, 2024 yılında küresel çapta finansal varlıkların büyümede yeni bir rekora imza attığını ortaya koydu. Küresel finansal varlıklar, bir önceki yılın yüzde 8’lik artışını aşarak yüzde 8.7 oranında büyüdü.

Raporda, küresel büyümenin asıl lokomotifinin ABD olduğu vurgulandı; finansal varlık artışının yarısı ABD’de gerçekleşirken, Çin’in payı yüzde 20’de, Batı Avrupa’nın payı ise yüzde 12’de kaldı. Allianz Başekonomisti Ludovic Subran, “ABD’deki varlık büyümesi tek kelimeyle inanılmaz” ifadesini kullandı.

T24’ün haberine göre Türkiye, hane halklarının brüt finansal varlıklarındaki yüzde 45.8’lik nominal artışla dünyada Arjantin’den sonra en hızlı büyüyen ikinci ülke oldu. Ancak bu güçlü nominal artış, ülkedeki yüksek enflasyon nedeniyle tersine döndü. Türkiye’deki hane halkı serveti, enflasyon karşısında reel olarak yüzde 8 geriledi. Bu reel kayıp nedeniyle Türkiye, kişi başı servet sıralamasında 2023 yılındaki yerini koruyarak 46. sırada kaldı.

Türk hane halklarının toplam varlıkları 2024’te yüzde 34 artarak 112 milyar Avro’ya ulaştı. Varlık artışına en büyük katkıyı, yüzde 75.5’lik yükselişle menkul kıymetler sağladı. Portföyün yüzde 58’ini oluşturan banka mevduatları ise yalnızca yüzde 31 büyüyerek menkul kıymetlerin ve sigorta/emeklilik tasarruflarının (yüzde 67.2 artış) gerisinde kaldı.

Paylaşın

Türkiye’de Yaklaşık 970 Bin Çocuk Kayıtlı İşçi Olarak Çalışıyor

Türkiye’de yaklaşık 970 bin çocuk, kayıtlı işçi olarak çalışıyor. Bu verilere MESEM’lerde çalışan 504 bin çocuk da eklendiğinde sayı 1,5 milyona ulaşıyor. Bu sayılar yalnızca kayıtlı işgücünü yansıtıyor, özellikle yaz aylarında çocuk işçi sayısı üç milyona ulaşıyor.

Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der), “Kaybolan Çocukluğu ve Eğitim Hakkını Yeniden Kazanalım” adlı çalıştayın sonuç metnini Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) İstanbul Şubesi’nde bugün kamuoyuyla paylaştı.

BirGün’den Bilge Su Yıldırım’ın aktardığına göre; Sonuç metninde, ülkede günden güne derinleşen ekonomik kriz sebebiyle iki milyona yakın çocuğun okullarını terk ettiği kaydedildi.

Araştırmanın, “Eğitimin daha çok piyasalaştığı, sermaye grupları ve gerici yapıların talebiyle zorunlu eğitim süresi ve karma eğitimin tartışıldığı, çocuk işçiliğinin 12 yaşlara çekildiği ,çalınan sınav soruları, sahte diplomalarla bu ülkenin tüm değerlerini yaratan emekçilerin çocukları için eğitim yoluyla bir gelecek kurma hayali yok edildiği” koşullarda “Nasıl bir eğitim olmalı” sorusuna cevap aramak amacıyla gerçekleştirildiği aktarıldı.

30-31 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen çalıştayda özellikle eğitimin piyasalaşması, laiklik ve bilimsellikten uzaklaşması, karma eğitimin fiilen ortadan kaldırılması ve çocuk işçiliğin devlet eliyle teşvik edilerek yaygınlaştırılması gibi sorun alanlarının incelendiği kaydedildi.

Çocuk yoksulluğu ve işçiliğine dikkat çekilen basın metninde şu veriler yer aldı:

UNICEF’in her beş yılda bir yayımladığı Çocuk Refahı Raporu’na göre Türkiye, 36 OECD ülkesi arasında genel değerlendirmede sondan ikinci sırada.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verilerine göre ailesinin yanında temel ihtiyaçları karşılanamayan ve ailesinden alınma riski bulunan çocuk sayısı 2018 yılında 122 bin 489 iken, son 7 yılda yüzde 40,33’lük artışla, 2025’in ilk altı ayında (Ocak-Haziran) 171 bin 895’e yükseldi.

İSİG Meclisi verilerine göre, Türkiye’de her yıl 60-70 civarında çocuk işçi tarımda, sanayide, inşaatlarda ve sokaklarda çalışırken hayatını kaybediyor.

İSİG uzmanları 2013 yılından beri en az 770 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiğini söylüyor.

TÜİK verilerine göre 2024 yılında 15-17 yaş arasında işgücüne katılma oranı yüzde 24,9 olarak gerçekleşti. Buna göre yaklaşık 970 bin çocuk, kayıtlı işçi olarak çalışıyor. Bu verilere MESEM’lerde çalışan 504 bin çocuk da eklendiğinde sayı 1,5 milyona ulaşıyor.

Bu sayılar yalnızca kayıtlı işgücünü yansıtıyor, özellikle yaz aylarında çocuk işçi sayısı üç milyona ulaşıyor.

Çalıştayın incelediği bir diğer başlık olan karma eğitimin fiilen tasfiye edilmesi de ülkede yaşanan örneklerle desteklendi. Özellikle kız çocuklarının günden güne eğitimden koparılmasının çocuk evliliklerine kapı araladığı kaydedilirken ülkedeki çocuk yaşta doğum verileri de paylaşıldı. Bu başlıkta örnek ve veriler şöyle sıralandı:

Ülke genelinde beş ortaokuldan biri, bazı illerde ise iki veya üç okuldan biri karma eğitim vermemektedir.

İmam hatip okulları ve dini eğitim veren kurumlar, karma eğitimin en fazla kaldırıldığı alanlardır. İmam hatip liseleri, genel ortaöğretimin %13’ünü oluşturuyor; yaklaşık 443 bin çocuk karma eğitim hakkından mahrum. Ortaokullarda ise imam hatip oranı %20’ye ulaşmıştır.

Geçtiğimiz aylarda farklı illerde açılan 8 kız ortaokulu örneği, karma eğitimin kaldırılmasının hızlandırıldığını göstermektedir.

Bölgesel olarak bazı illerde imam hatip ortaokulları toplam ortaokulların yarısını veya üçte birini oluşturuyor.

Cinsiyet Eşitliği İzleme Raporu’na göre Türkiye’de 220 bin kız çocuğu örgün eğitimin dışında kalmaktadır. Bölgesel veriler ise kız çocukları için daha vahim bir tablo sergiliyor.

Muş’ta 16 ve 17 yaşındaki her üç kız çocuğundan biri eğitimin dışındadır.

Siirt, Bitlis ve Ağrı’da 17 yaşındaki her üç kız çocuğundan biri örgün eğitim dışındadır

TÜİK 2023 doğum istatistiklerine göre 15-17 yaş grubunda 6.515 doğum, 15 yaşın altında ise 130 doğum gerçekleşmiştir.

Son 24 yılda 18 yaş altı 590.000 çocuk doğum yapmıştır, bunların 21.000’i 15 yaş altındadır.10-19 yaş grubunda doğum yapan çocuk sayısı ise 2 milyonun üzerindedir.

2018’den itibaren çocuk yaşta doğumlara dair veli verileri artık kamuoyuyla paylaşılmamaktadır.

Eğitimden kopuşun ülke genelinde ulaştığı seviye ise ayrı bir tehlike olarak ele alındı. Bu başlıkta paylaşılan veriler ise şöyle ortaya kondu:

Meslek liselerinde 2023’te devamsızlık oranı %46,6. (Yaklaşık 2 çocuktan biri)

İmam hatip liselerinde 2023’te %29,3. (Yaklaşık 3 çocuktan biri)

6 yaşındaki her 10 çocuktan en az 1’i, 17 yaşındaki her 7 çocuktan 1’i eğitim dışında kalmaktadır.

Muş, Ağrı ve Gümüşhane’de 15-17 yaş grubundaki her üç çocuktan biri, Mardin’de her dört çocuktan biri, Batman, Urfa, Niğde ve Çankırı’da ise her beşçocuktan biri örgün eğitim dışındadır.

Geçtiğimiz yıl 300 bin üniversite öğrencisinin okulu terk ettiği görülmektedir

Çocukluk kaybedilirse gelecek kaybedilir

Bu alanlara ilişkin bulguların paylaşıldığı basın toplantısında, “Nasıl bir eğitim?” sorusunun çerçevesini belirleyen 25 öneri sıralandı. Basın metninde yer alan talep ve öneriler şu şekilde:

“1- Çocukluk eğitim hakkıyla birlikte kazanılmıştır. Çocukluk okul ortamındaki sosyalleşme üzerinden de ele alınmalıdır. Zorunlu eğitimde çocuk evliliği, iş hayatına erken atılma gibi konuların gündeme gelmesi zorunlu eğitim ve çocuklar için tehdit oluşturmaktadır. Çocukluğunu kaybeden geleceği de kaybetmekte.

Bütünlüklü yaklaşım ile çocukların eğitimde duygusal, sosyal, kültürler açıdan bütünlüklü birey olarak ele alınımını desteklenmelidir. Anayasanın ikinci maddesinde ‘insan haklarına dayalı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.’ tanımı bütünlüklü bir eğitim hakkı talebimizin temelini oluşturur.

2- Eğitim tüm öznelerinin katılımıyla kamucu, bilimsel, demokratik ve laik bir temelde yeniden yapılandırılmalıdır.

3- Temel bir insan hakkı ve yurttaşlık hakkı olan eğitim herkes için eşit, parasız, nitelikli olmalıdır.

4- Türkiye koşullarına göre Okul öncesi eğitimin en az 2 yıl zorunlu olması gerekmektedir. 2 yaştan itibaren oyun grupları ile başlatılıp temel eğitimle ortak paralelde devam ettirilmeli ve sürekli, ulaşılabilir, tüm çocukları kapsayacak ve tercihlere mahal bırakmayacak şekilde olmalıdır.

5- Kamusal eğitim hakkı için bütçeden yeterli kaynak ayrılmalıdır.

6- Eğitim kamusal haktır, satılamaz. Özel okullar, kurslar, yurtlar; tüm özel öğretim kurumları kamulaştırılmalıdır.

7- Bugüne kadar özel öğretim kurumlarına teşvik, destek vb isimlerle aktarılan tüm kamu kaynakları, kamu arazileri, binaları geri alınmalı, devlet okulları, kamusal eğitim hakkı için kullanılmalıdır.

8- Eğitimden servet edinmeye yönelik tüm girişimler yasaklanmalıdır.

9- Eğitimin tüm kademe ve türlerinde ‘katkı payı’, ‘harç’, ‘bağış’ adı altında para toplanmasına son verilmelidir.

10- Okul sayısı artırılmalı; köy okulları yeniden açılmalı, ihtiyacı olan tüm öğrencilere burs sağlanmalıdır.

11- Tüm okullarda ücretsiz bir öğün beslenme programı hayata geçirilmelidir.

12- Eğitime erişim, devam ve tamamlama süreçlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini tam olarak sağlayacak önlemlerin alınmalıdır.

13- Ortaöğretim düzeyinde çocuk emeği sömürüsünün mekanları haline getirilen mesleki ve teknik eğitim politikalarına son verilmeli; şirketlerin değil çocukların üstün yararı esas alınmalı, mesleki eğitim merkezleri kapatılmalı (MESEM) çocuk emeği sömürüsüne olanak veren uygulamalar ve çocuk işçiliği tamamen yasaklanmalıdır. MESEM’lerdeki çocukların okula geri dönüşü sağlanmalı, MESEM’ler için kamudan aktarılan kaynaklar çocuklara burs, eğitim desteği olarak verilmelidir.

14- Mesleki ve teknik eğitim politika belgesi, dört yeni okul modeli (sektör içi, sektöre entegre, bölge, ihtisas) uygulamaları çocukları okuldan koparmanın, çocuk yaşta işçileştirmenin adımlarıdır, sonlandırılmalıdır.

15- Karma eğitim ilkesini değiştirmeye yönelik uygulamalara son verilmelidir.

16- 12 yıllık zorunlu eğitimin kaldırılması, esnekleştirilmesi adıyla atılması planlanan adımlar çocukların en temel hakkı olan kamusal eğitim hakkını ellerinden alacaktır. Zorunlu 12 yıllık eğitim kesintisiz biçimde uygulanmalıdır.

17- Okul öncesi eğitim de (12 yıllık zorunlu eğitim süresine ek) zorunlu,parasız olmalı ve yaygın, kapsayıcı bir şekilde uygulanmalıdır.

18- Zorunlu eğitim evresinde açıköğretime geçişe neden olan esnek uygulamalara son verilmelidir.

19- Çocuk, genç, yetişkin tüm toplumun temel öğrenme ihtiyaçlarını karşılamaya dönük sosyal, kültürel ve mesleki kurslar parasız biçimde halk eğitimi merkezlerinde sunulmalıdır.

20- Eğitim kamusal bir haktır ve eğitimci niteliğine sahip eğitim emekçileri eliyle yürütülmelidir. MEB’in okullarda ve eğitim kurumlarında çeşitli faaliyet ve etkinlik yapmak üzere şirketlerle, STK adı altındaki çeşitli yapılarla, dini vakıf ve kurumlarla imzaladığı protokol ve anlaşmalara son verilmelidir.

21- Okullarda, tüm eğitim kurumlarında herhangi bir inancın ayrıcalıklı konum edinmesine yönelik her türlü teşvik, önlem ve düzenlemelere son verilmelidir.

22- Eğitimin niteliği, sürekliliği için esnek, güvencesiz çalıştırılma politikalarına son verilmelidir. Tüm eğitim emekçileri kadrolu istihdam edilmelidir.

23- Kamusal eğitim hakkı beslenme, ulaşım, barınma, kırtasiye haklarından ayrı değerlendirilemez. Beslenme, barınma, ulaşım, kırtasiye, ders materyalleri devlet tarafından ücretsiz karşılanmalıdır.

24- Tüm okullarda öğrencilerin kendilerini gerçekleştirmesine olanak sağlayacak olan kültür, sanat ve spor etkinliklerini teşvik eden ders, mekan, etkinlik seçenekleri oluşturulmalıdır.

25- Ortaöğretimde ve temel eğitimde farklı okul, okul türü uygulamasına son verilmeli tüm öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda desteklendiği eşit, nitelikli, kapsayıcı eğitim hakkı esas alınmalıdır.”

Paylaşın

Son Bir Yılda 72 Çocuk İşçi İş Kazalarında Hayatını Kaybetti

Son eğitim – öğretim döneminde çocuk işçi ölümleri bir önceki eğitim – öğretim dönemine göre yüzde 10 artarak 72 oldu. Geçen eğitim – öğretim döneminde 66 çocuk işçi hayatını kaybetmişti.

Yeni eğitim öğretim yılı 8 Eylül Pazartesi günü başlarken, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi çocuk işçiliğe dair çarpıcı veriler açıkladı. 2024 Eylül – 2025 Ağustos döneminde en az 72 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetti.

Bir önceki döneme göre yüzde 10 artış yaşandığını belirten İSİG Meclisi, bu durumun çocuk işçiliğin yoksulluk ve güvencesizlik ekseninde derinleştiğinin göstergesi olduğunu ifade etti.

Raporda, tarım sektöründe 20, sanayide 19, inşaatta 17 ve hizmet sektöründe 16 çocuğun yaşamını yitirdiği kaydedildi. Çocuk işçi ölümlerinin ağırlıkla kırsal alanda görüldüğü yıllardan farklı olarak, son dönemde ölümlerin kent merkezlerinde yoğunlaştığına dikkat çekildi.

MESEM’ler kime hizmet ediyor?

Organize Sanayi Bölgeleri ve MESEM programları aracılığıyla çocuk işçiliğin devlet politikalarıyla kitleselleştiği vurgulandı.

İSİG Meclisi, 505 bin öğrencinin MESEM kapsamında haftanın dört günü işyerlerinde ucuz iş gücü olarak çalıştırıldığını, bunun eğitim değil “çocuk emeği sömürüsü” olduğunu belirtti. Son iki yılda MESEM kapsamında en az 15 çocuğun, farklı liselerde staj sırasında ise en az 7 öğrencinin hayatını kaybettiği hatırlatıldı.

İSİG Meclisi, “Mesleki eğitime karşı değiliz; ancak çocukların 10 yaşından itibaren ucuz işgücü haline getirilmesine karşıyız. Çocuk işçiliğe, geleceksizleştirmeye ve paralı eğitime karşı mücadelemizi sürdüreceğiz” ifadelerine yer verdi.

İSİG Meclisi’nin talepleri:

Çocuk işçilik yasaklanmalı, mesleki öğrenim çocuk gelişimine uygun bir biçimde planlanmalı ve kamusal kurallar çerçevesi içinde olmalıdır. Mesleki eğitime karşı değiliz ama yoksul çocukları 10 yaşından itibaren ucuz emek haline getiren, çocukluklarını yaşatmayan, köle gibi çalıştıran, iş cinayetlerinde öldüren adına mesleki eğitim denilen ucube düzenlemelere karşıyız. MESEM’ler bir eğitim-öğrenim işlevi görmemektedir. MESEM’li çocuklar işi bedava ve ağır koşullarda çalıştırılarak öğrenmektedir. Bu anlamda MESEM’leri revize etmek imkansızdır. MESEM’ler kapatılmalıdır.

Eğitim her kademede tamamen parasız olmalı, 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmeli ve müfredat aklın ve bilimin ışığında yenilenmelidir. Sorun, zorunlu eğitimin kaç yıl olacağı tartışmasında değil tam da buradadır. Yine Türkiye çapında okullarda bir öğün yemek verilmeli ve yoksul çocukların ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Ulaşım sorunlarına çözüm oluşturulmalıdır. Okulların diğer tüm ihtiyaçları karşılanmalı, öğretmen atamaları yapılmalıdır. Bütçede eğitime aktarılan kaynak artırılmalıdır.

Yaşam alanlarımız uyuşturucu ve çeteleşmeden temizlenmeli, çocukların gelişimine uygun bir hale getirilmelidir. Suça sürüklenen çocuklar tartışmasındaki duruşumuz bu bakış açısıyla somutlaşacaktır. Acil yapmamız gereken yaşam alanlarımızda çeteleşmeye karşı örgütlenmek ve alternatif bir yaşamı örmektir.

Çocuk işçiliğe, geleceksizleştirmeye, paralı eğitime karşı işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olduğu bilinciyle güçlü bir gençlik hareketi oluşturulmalı ve bu süreçten etkilenen her yaş grubu örgütlenmelidir. Bu noktada bizler üzerimize düşeni yaparken ve gençlerimizin attığı-atacağı adımların da yanında olacağımızı belirtmeliyiz.

Paylaşın

Türkiye’de Çalışanlar Mutsuz

Türkiye’de çalışanların mutluluk skoru 10 üzerinden 6.5 olarak belirlendi. En düşük mutluluk skoruna sahip bölge, 5.9 ortalama ile Marmara Bölgesi olurken en yüksek mutluluk skoruna sahip bölge 7.2 ortalama ile Doğu Anadolu Bölgesi oldu.

İş dünyasının önde gelen kuruluşlarından Pluxee ve nörobilim temelli araştırmalar yapan The Happiness Index, “Türkiye’de Çalışanlar Ne Kadar Mutlu?” başlıklı kapsamlı bir araştırma yayımladı. Mayıs 2025’te 2.100’den fazla çalışanın katılımıyla gerçekleştirilen çalışma, Türkiye’deki çalışanların mutluluk ve bağlılık seviyelerine dair çarpıcı sonuçlar ortaya koydu.

T24’ün haberine göre araştırma, çalışanların mutluluk skorunu 10 üzerinden 6.5 olarak belirledi. Bu skor, 7.9 olan global ortalamanın oldukça altında. Katılımcılar, özellikle “özerklik,” “kişisel gelişim” ve “anlam ve amaç” başlıklarında yeterli desteği alamadıklarını ifade etti. Bu yetersizlik, çalışanların şirketlerine olan bağlılıklarını da etkiliyor; bağlılık skoru globalde 7.8 iken, Türkiye’de 6.4’te kalıyor.

Coğrafi bölgeler arasında da mutluluk skorunda farklılıklar gözlemlendi. En düşük mutluluk skoruna sahip bölge, 5.9 ortalama ile Marmara oldu. Marmara Bölgesi’ndeki çalışanlar, kariyerlerinde ilerleme fırsatlarının daha az olduğunu ve iş yerine duydukları güvenin düşük olduğunu belirtiyor. En mutlu çalışanların ise 7.2 skorla Doğu Anadolu Bölgesi’nde olduğu görüldü. Bu bölgeyi Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu izliyor.

Yaş grupları incelendiğinde ise çalışanların yaşı ilerledikçe mutluluk skorunun arttığı tespit edildi. 51-60 yaş grubundaki çalışanlar, “özerklik” ve “dinlenilme hissi” konularında diğer grupların önüne geçiyor.

Pluxee Türkiye Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Sinem Hekimoğlu, araştırma sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Hekimoğlu, Türkiye’deki çalışanların işlerine tutkuyla bağlı olsalar da, potansiyellerini gerçekleştirecek alan ve özgürlük bulamadıklarını paylaştı.

Hekimoğlu, “Çalışanların sesine kulak vermek ve onları gerçekten desteklemek, kurum kültürünü dönüştürmenin en güçlü yolu” dedi. Araştırmanın, işverenlere yol göstererek sürdürülebilir başarıya katkı sağlamayı hedeflediğini belirtti.

Paylaşın

Her Dört Üniversite Mezunundan Biri İşsiz

OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim 2025” raporu göre; Türkiye’de 25 – 64 yaş aralığında yer alan üniversite mezunlarının yüzde 24,6’sı işsiz. Bu oran lise mezunlarında yüzde 37’ye kadar yükseliyor.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) her yıl yayımlanan “Bir Bakışta Eğitim 2025” raporu, Türkiye’nin eğitim ve istihdam alanındaki çarpıcı verilerini ortaya koydu. Rapora göre, Türkiye’de 18-24 yaş arasındaki gençlerin yüzde 31,3’ü ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Bu oran, OECD ülkelerinin ortalaması olan yüzde 14,1’in neredeyse iki katı.

Raporda dikkat çeken bir diğer önemli bulgu ise Türkiye’nin, hem lise hem de üniversite mezunları için OECD ülkeleri arasındaki en düşük istihdam oranına sahip olması. Lise mezunlarında istihdam oranı sadece yüzde 63 (OECD ortalaması yüzde 77,6), üniversite mezunlarında ise yüzde 75,4 (OECD ortalaması yüzde 87,1) olarak kaydedildi. 25-64 yaş aralığındaki üniversite mezunlarının ise yüzde 24,6’sı işsiz.

Türkiye’de ne eğitimde ne de istihdamda olan genç kadınların oranı yüzde 41,6 ile erkeklerin (yüzde 22,1) neredeyse iki katı. Bu durum, OECD ortalamasındaki 1,5 puanlık farkın çok üzerinde.

Eğitim sistemine bakıldığında ise, Türkiye’de yükseköğretime yeni başlayan öğrencilerin yüzde 42’si ortaöğretim sonrası en az bir yıl gecikmeyle üniversiteye başlıyor. Ancak, üniversitelerin ilk yılında okulu bırakma oranı sadece yüzde 1 olarak ölçüldü ki bu oran OECD ortalaması olan yüzde 13’ün oldukça altında.

Rapora göre Türkiye’de ilkokul düzeyinde okul tatilleri yılda 15 hafta sürerken, bu süre OECD genelinde 13,5 hafta olarak belirlenmiş durumda. Eğitim alanında ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, uzun tatiller ve mezunların istihdamındaki yetersizlikler, ülkenin eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu temel sorunlar olarak öne çıkıyor.

Paylaşın

Son Sekiz Ayda Bin 359 İşçi İş Kazalarında Yaşamını Yitirdi

2025 yılının ilk sekiz ayında en az bin 359 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Sanayi, inşaat, taşımacılık, konaklama ve tarım işkolları ise en fazla ölümün meydana geldiği işkollarında oldu.

Haber Merkezi / Ocak ayında 180 işçi, Şubat ayında 124 işçi, Mart ayında 159 işçi, Nisan ayında 156 işçi, Mayıs ayında 178 işçi, Haziran ayında 164 işçi, Temmuz ayında 206 işçi ve Ağustos ayında 192 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) Ağustos 2025 İş Cinayetleri Raporu’nu yayınladı. Buna göre; Ağustos ayında en az 192 işçi, iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetti. Böylelikle 2025’in ilk sekiz ayında iş cinayeti sayısı (Ocak 180, Şubat 124, Mart 159, Nisan 156, Mayıs 178, Haziran 164, Ağustos 192) 1359’a ulaştı.

Ağustos ayındaki iş cinayetlerine sektörel olarak bakıldığında sanayide 60 işçi, tarımda 45 işçi, inşaatta 44 işçi ve hizmette 43 işçi hayatını kaybetti.

Ağustos ayında iş kazalarında hayatını kaybedenlerin en az 13’ü çocuktu. Ölen çocukların altısı tarım, ikisi metal, biri ticaret, biri büro, biri enerji, biri konaklama ve biri genel işler işkollarında çalışıyordu. İş cinayetlerinde ölenlerin 19’u kadın işçiydi. Ölen kadınların on biri tarım, üçü genel işler, ikisi ticaret, biri eğitim, biri büro ve biri konaklama işkollarında çalışıyordu.

Ağustos ayında iş cinayetlerinin işkollarına göre dağılımı şöyle: Tarım, Orman işkolunda 45 emekçi (18 işçi ve 27 çiftçi); İnşaat, Yol işkolunda 42 işçi; Taşımacılık işkolunda 20 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 17 işçi; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 13 işçi; Metal işkolunda 8 işçi; Enerji işkolunda 8 işçi; Madencilik işkolunda 7 işçi; Gıda, Şeker işkolunda 6 işçi; Petro-Kimya, Lastik işkolunda 5 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 4 işçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 3 işçi; Konaklama, Eğlence işkolunda 3 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi; Banka, Finans, Sigorta işkolunda 1 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 1 işçi; Savunma, Güvenlik işkolunda 1 işçi; Elimizdeki veriler ışığında çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz 6 işçi.

Ağustos ayında iş cinayetlerinin nedenlerine göre dağılımı şöyle: Trafik, Servis Kazası nedeniyle 39 işçi; Yüksekten Düşme nedeniyle 32 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 31 işçi; Kalp Krizi, Beyin Kanaması nedeniyle 25 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 19 işçi; Şiddet nedeniyle 12 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 6 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 5 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 5 işçi; İntihar nedeniyle 5 işçi; Diğer nedenlerden dolayı 13 işçi.

Ağustos ayında iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımı şöyle: 14 yaş ve altı 6 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 7 çocuk/genç işçi, 18-29 yaş arası 35 işçi, 30-49 yaş arası 75 işçi, 50-64 yaş arası 51 işçi, 65 yaş ve üstü 16 işçi,
yaşı bilinmeyen 2 işçi.

Ağustos ayında Türkiye’nin 54 şehrinde ve yurtdışında bir ülkede (kısa vadeli çalışmak için gidilen veya Türkiye menşeili şirketlerde çalışan) iş cinayeti gerçekleştiği tespit edildi: 20 ölüm İstanbul’da; 9 ölüm Antalya’da; 8 ölüm Sivas’ta; 7 ölüm Giresun’da; 6’şar ölüm Balıkesir, Kahramanmaraş, Muğla ve Samsun’da; 5’er ölüm Kocaeli ve Şanlıurfa’da; 4’er ölüm Çorum, Denizli, Diyarbakır, İzmir, Kayseri, Manisa, Mersin, Rize, Sakarya ve Tekirdağ’da; 3’er ölüm Adana, Ankara, Aydın, Bursa, Eskişehir, Konya, Malatya, Ordu, Şırnak ve Trabzon’da; 2’şer ölüm Adıyaman, Aksaray, Bolu, Erzincan, Erzurum, Hatay, Isparta, Kastamonu, Osmaniye, Uşak, Zonguldak ve Irak’ta; 1’er ölüm Afyon, Ağrı, Amasya, Bartın, Batman, Bitlis, Çankırı, Düzce, Elazığ, Hakkari, Karaman, Kars, Kırıkkale, Kütahya, Mardin, Muş, Nevşehir, Niğde, Sinop ve Yozgat’ta meydana geldi.

Paylaşın

Okula Başlama Masrafı Asgari Ücretin Üç Katı

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, alnızca okula başlama maliyetinin asgari ücretin 3 katına çıktığını vurgulayarak, “Eğitim ciddi bir maliyet haline dönüşmüş durumda. Velilerin kara kara düşündüğü bir tablo ile karşı karşıyayız” dedi.

Yeni eğitim-öğretim yılı, milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmen için başlıyor. Okulların açılmasıyla birlikte beslenmeden ulaşıma, kırtasiye giderlerinden eğitim kurumlarının fiziki koşullarına kadar pek çok başlık yeniden gündeme taşındı.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay da eğitimde yaşanan yapısal sorunları ve veliler ile öğrenciler üzerinde artan ekonomik yükleri Radyo Sputnik’te yayınlanan İsmet Özçelik’le Ankara Farkı programında değerlendirdi. Özbay, şunları söyledi:

Yeni eğitim-öğretim yılının tüm paydaşlar için sorunlarla başladığını belirten Özbay, eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleştiğini, velilerin ekonomik yük altında ezildiğini, öğretmen ve eğitim emekçilerinin ise yetersiz koşullar ile karşı karşıya olduğunu dile getirdi:

“Okullar açılırken öğretmeni, eğitim çalışanı, velisi, öğrencisi dertlenmiş durumda. Sorunları ile bir kez daha eğitim ortamlarında baş başa bırakılacakları bir süreci yaşıyoruz. Eğitimin bütün yükünün velinin sırtına, ailelerin cüzdanına yüklendiği bir süreç. Eğitim emekçileri, öğretmenler, eğitim çalışanları açısından da hem çalıştıkları ortamın yetersizliği hem de ekonomik açıdan, mesleki açıdan sorunlarla beraber başlıyor.

Eğitimin ülkede artık tamamen bir ayrıcalık haline dönüştüğünü görüyoruz. Türkiye’de eğitim hakkına ulaşmak tamamen velilerin cüzdanı ile alakalı bir durum. Öğretmenin, eğitim çalışanının mesleki itibarının yerle bir edildiği bir süreci yaşıyoruz. Ekonomik olarak daha da fazla yoksullaştığını, yoksulluğun daha da derinleştiğini görüyoruz.

Ülkenin geleceğini ilgilendiren bir konu olan eğitimdeki sorunlar aslında ülkenin en esaslı sorunu olarak görülmesi lazım. 20 milyona yakın öğrenciden bahsediyoruz. Gençlerin bir ülkenin geleceği olduğu şiarından yola çıktığımızda eğitim ortamlarındaki birçok yoksunlukları da aslında ülkenin geleceğindeki yoksunlukları, eksiklikleri de beraberinde getirecek.”

Özbay, kayıt parası, servis, kırtasiye ve giyim masraflarının asgari ücretin çok üzerinde olduğunu açıkladı. Velilerin yalnızca okul başlangıcında bile büyük bir mali yük altına girdiğini söyleyen Özbay, şu ifadeleri kullandı:

“Öncelikle veliler kayıt parasıyla karşılaşıyor. 3 bin lira isteyen de, yüz bin lira isteyen de var. Türkiye’de eğitim tamamen taşımalı hale gelmiş. Servislerde kısa ve uzun mesafeye göre rakamlar değişiyor. Kısa mesafede 30 bin, uzun mesafede 45 bin liralara da yıllık ücretlerin olduğunu görüyoruz. Kırtasiye ihtiyaçları var; 5 bin lira gibi. Tabii bu söylediğim rakamlar minimum rakamlar.

Ortalama rakamları aldığımızda; çocuğun kırtasiye, giyim ihtiyacını karşılasa asgari ücretin yüzde 80’inden fazla bir ücret çıkıyor. Bugün asgari ücretli maaşı ile çocuğunun okula başlangıcını karşılayamıyor. Buna servis de girerse, peşin ödemeye kalktığında asgari ücretin 2-3 katı rakamlar ortaya çıkıyor. Bugün çalışanların yüzde 40’ı asgari ücret ya da ona yakın ücretle çalışıyor. Bu ortamda yalnızca okula başlama maliyeti, servis de devreye girerse 2-3 katı üzerinde olduğunu görüyoruz.

Bir de bunun okula gittiğinde kantin masrafı var. Bu beslenme değil, yalnızca çocuğun midesine bir şey gitmesi. En az 100 lira. O nedenle eğitim çok ciddi bir maliyet haline dönüşmüş durumda. Her okul döneminde velilerin artık kara kara düşündüğü, çocuğunun okula gidişinden, dönüşünden mutlu olmadığı kara bir tablo ile karşı karşıyayız. Asgari ücretli ağırlıklı yaşam standardının olduğu bir ülkede ücretlerin okula başlama masraflarını karşılamaya yetmediğini görüyoruz.”

Velilerden ‘bağış’ adı altında zorunlu ödemeler alındığını dile getiren Özbay, bunun aslında açıkça kayıt parası olduğunu söyledi. Okul yöneticileri ve öğretmenlerin de Bakanlığın yetersiz bütçesi nedeniyle bu sisteme mecbur bırakıldığını kaydeden Özbay, şöyle konuştu:

“Eğitim bir hak olmaktan çıktı. Tamamen bir ayrıcalık. Ciddi rakamlar harcayarak eğitim almaya çalışan 1 milyonun üzerinde çocuğumuz olduğu özel okul sistemi var. Bunun yanında devlet okullarına geldiğimizde devletin, yani aslında siyasi iktidarın bir tercihi bu, ayırdığı bütçenin okulların ve oradaki öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak olduğunu görüyoruz. Her adım paralı hale geldi. Bakıyoruz ki okula kayıt da bir sorun ile karşı karşıya kalıyor.

Adına kayıt parası denmiyor ama ‘bağış’ adı altında ya da çeşitli kurumlara, şirketlere yapılan yardım adı altında aslında birebir kayıt parası alınıyor. Sizin aracılığınızla sesleneyim, hodri meydan; bütün Okul-Aile Birlikleri’nin hesaplarını inceleyelim. O okulların iş birliği içerisinde oldukları, kırtasiyeleri, temizlik şirketlerini inceleyelim. Bunların hesaplarına nerelerden para gitmiş, bu kadar yüklü para gitmesinin sebebi ne? Anayasanızda güvence altına aldığınız, en temel insan hakkı olan eğitim hakkında yurttaşlar neden bağış yapmak zorunda kalır?

Bunun aslında bağış değil bir zorundalık olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun adı çok net kayıt parası. Bu kayıt parası dediğimiz sistemi oradaki okul müdürü ve öğretmene mi yükleyeceğiz? Tabii ki hayır. Çünkü okul müdürü ve öğretmen de okulun temel ihtiyaçları karşılanamadığı için aslında Milli Eğitim Bakanlığı’nın mecbur bıraktığı bir sisteme maalesef ki uyum sağlamış oluyor. Yani kendi mesleğinin dışında, bir nevi tahsildara dönüşmüş oluyor.”

‘Eğitim kurumları ticarethaneye dönüşmüş halde’

Özel okulların sayısındaki artışı eleştiren Özbay, devlet okullarının ise kalabalık sınıflar, yetersiz temizlik ve güvenlik gibi sorunlarla baş başa bırakıldığını ifade etti. Eğitimin metalaştığını ve ticarethaneye dönüştüğünü söyleyen Özbay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eğitim ile paranın yan yana gelmesi büyük bir utanç. Bunun devlet tarafından sağlanması lazım, yani kamucu bir bakış açısına sahip olmak lazım. Özel okul diye okul olmaz. Çünkü velilerden, yurttaşlardan vergi alıyorsunuz. Bu verginin karşılığında ilk sağlayacağınız hak eğitim, sağlık. Bunlar devletin asli görevlerindendir. Ama maalesef eğitim bizde tamamen metalaşmış durumda. Eğitim kurumları adeta ticarethaneye dönüşmüş durumda.

Özel okulların olmadığı bir sistemi var etmek gerekir. Cumhuriyetin temeli de bu. Çünkü okullarda sadece bireyin akademik gelişimini sağlamıyorsunuz, okullarda yurttaş yetiştiriyorsunuz, o topluma insan yetiştiriyorsunuz. O nedenle onlara eşit eğitim hakkını sağlama zorunluluğunuz var. Peki neden yurttaşlar özel okullara yönleniyor? Kendi çocuğumdan bahsedeyim, şimdi ortaokula geçti.

Sınıfı 44 kişi. Özel okullarda 30 kişilik sınıf bulamazsınız. 50-60 kişilik okullar var. Devlet okullarında sınıflar kalabalık, temizlenmeyen okullar, güvenlik görevlisi olmayan okullar var. Öğrencinin sosyal alanları yok. Temel ihtiyaçlar anlamında birçok eksiklikler var. Bu eksiklikler velilere mecburi bir istikamet oluşturuyor.”

Ailelerin eğitim harcamaları için kredi çekmek zorunda kaldığına dikkat çeken Özbay, “Eskiden çocuklar okula başlarken evde bayram havası olurdu. Artık televizyon kanallarına bakın; en çok reklamı yapılan şey ne? Eğitim kredisi. Olay bu noktaya geldi. Türkiye ailelerin eğitime en çok para harcamak zorunda kaldığı ülkelerin başında geliyor. Kamunun buradan çekildiği, piyasalaşmanın ve gericiliğin içerisindeki kıskaçta can çekişen bir eğitim sisteminden bahsediyoruz” dedi.

Paylaşın

Açlık Sınırı 28 Bin Liraya Dayandı

Eylül ayında dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı yani açlık sınırı 27 bin 970 liraya yükseldi. Bu harcama tutarı sadece gıda için yapılması gereken minimum tutardır.

Haber Merkezi / Açlık sınırı üzerinden hanehalkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre ise yoksulluk sınırı ise 91 bin 109 lira oldu.

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), eylül ayına ilişkin açlık ve yoksulluk raporunu açıkladı. Buna göre; Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 27.970,50 TL’ye yükseldi.

Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 91.109,11 TL’ye bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 36.304,79 TL ’ye çıktı.

TÜRK-İŞ’ in verilerine göre “mutfak enflasyonu” verilerindeki değişim eylül itibariyle şu şekilde gerçekleşti: Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama tutarındaki artış bir önceki aya göre yüzde 3,17, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 41,05, 2025 yılının ilk dokuz ayında ise yüzde 32,67 oldu.

Gıda ürünleri fiyatlardaki değişim

TÜRK-İŞ hesaplamasına göre gıda ürünleri fiyatlardaki değişim, harcama gruplarına göre eylül itibariyle şu şekilde oldu: Süt, yoğurt ve peynir ürünlerinin bulunduğu grupta bu ay herhangi bir değişiklik görülmedi. Süt, yoğurt ve peynir fiyatları sabit kaldı.

Et, tavuk, balık, yumurta, kuru baklagil ürünlerinin bulunduğu grupta; dana etinin fiyatında ciddi bir değişiklik görülmedi. Kuzu etinin kilogram fiyatında yüzde 6’lık artış olduğu görüldü. Balıkta avlanma dönemi başlamasına rağmen fiyatlar tezgahlara yansımış gözükmüyor. Fiyatlar geçen ay ile aynı düzeyde devam ettiği gözlemlendi. Tavuk etinin kilogram fiyatında yüzde 12 oranında artış olduğu tespit edildi. Tavuk eti 2 ay da yüzde 20 zamlanmış oldu.

Okulların açılmasıyla beraber yükselişe geçen yumurta fiyatlarında geçen ay olduğu gibi bu ay da artış gösterdi yüzde 14 oranında artış olduğu görülen yumurta fiyatlarında son 2 ayda yüzde 26 oranında artış oldu. Kuru baklagiller (kuru fasulye, nohut, yeşil ve kırmızı mercimek) grubunda fiyatlar bir miktar arttı. En yüksek artış yüzde 7 ile yeşil mercimek ve yüzde 8 ile kırmızı mercimekte görüldü.

Sebze fiyatlarında bir miktar artış olduğu görüldü. Meyve fiyatlarında ise hissedilecek kadar olmasa da bir miktar düşüş olduğu gözlemlendi. Patatesin fiyatı yüzde 15 geriledi. Kuru soğan fiyatı geçen ay ile aynı olduğu görüldü. Semt pazarlarında yeşil soğan, maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzelerin fiyatında artış olduğu tespit edildi. Sebze ortalama (ana yemekleri tamamlayan maydanoz, kıvırcık vb. salata yeşillikleri dâhil değil) kg fiyatı 64,06 TL, ortalama meyve kg fiyatı 105 TL oldu.

Hesaplamada -bu ay- 21’i sebze ve 12’si meyve olmak üzere toplam 33 üründeki fiyat değişimi dikkate alındı. Meyve-sebze ortalama kg fiyatı ise 74,40 TL (ana yemekleri tamamlayan maydanoz, kıvırcık gibi salata yeşillikleri bu hesaplamada “Ortalama Meyve-Sebze Fiyatı” kapsamında değerlendirilmektedir) olarak tespit edilmiştir.

Ekmek, pirinç, un, makarna, bulgur, irmik gibi ürünlerin bulunduğu grupta; pirinç ve un fiyatı sabit kaldı. Makarna fiyatında yüzde 8, bulgur ve irmik fiyatlarında ise yüzde 5 oranında artış olduğu görüldü.

Temel yağ ürünlerinin bulunduğu grupta; Ayçiçek yağı, tereyağı ve margarinin kilogram fiyatında artış olduğu gözlemlendi. Zeytinyağının kilogram fiyatında geçen ay yüzde 2 düşüş görülmüştü. Bu ay yüzde 10’luk artış olduğu görüldü. Ayçiçek yağında ise yüzde 12’lık bir zam gözlemlendi, böylece geçen ay ile birlikte son 2 ayda yüzde 17 oranında zam görüldü. Siyah zeytinin fiyatı sabit kalırken yeşil zeytinin fiyatı ise yüzde 5 oranında artış oldu.

Yağlı tohum ürünlerinde ise fındık fiyatlarında geçen aya göre %60 oranında zam geldi. Ağustos 2025’te ortalama 1029 TL olan fındık fiyatı Eylül 2025’te 1659 TL oldu. Ceviz, yer fıstığı ve ay çekirdeği fiyatları sabit kaldı.

Son grupta yer alan gıda maddelerinden baharat ürünleri fiyatı sabit kaldı. Çayın kilogram fiyatı geçen ay olduğu gibi bu ay da artış gösterdi. Diğer ürünlerden salça fiyatında yüzde 13 reçel fiyatında ise yüzde 16 oranında artış olduğu gözlemlendi. Bal fiyatlarında ise yüzde 6’lık bir artış görüldü. Şeker ve pekmez fiyatları sabit kaldı.

Paylaşın

Türkiye’de Her On Çocuktan Dördü Yoksulluk Riski Altında

Türkiye’de her 10 çocuktan 4’ü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında bulunuyor. Her 10 aileden 1’i çocuklarına yeni giysi alamıyor, yine her 10 aileden 1’i çocuklarının günlük taze meyve ve sebze ihtiyacını karşılayamıyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk, Türkiye’de giderek derinleşen çocuk yoksulluğu ve çocukların iş cinayetlerinde yaşamını yitirmesini Meclis gündemine taşıdı.

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde Çelenk, çocukların eğitim ve sağlıklı beslenme hakkının ağır bir biçimde ihlal edildiğine dikkat çekerek, “Çocuklara okulda ücretsiz yemek ve süt desteği sağlanmalı. Her 10 çocuktan 4’ü yoksulluk ve sosyal dışlanma riski atlında, çocuğun yeri tarla, fabrika ya da atölyeler değil, okuldur” dedi.

Önergede, İSİG verilerine göre yalnızca 2024 yılında 14 yaş ve altı 22, 15-17 yaş arası 46 çocuğun çalışırken yaşamını yitirdiğine işaret edildi. 2025’in ilk dört ayında ise en az 19 işçileştirilmiş çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bunun en son örneği, Mersin’in Akdeniz ilçesinde sürücünün serviste tamiri yapılan TIR’ı alandan çıkardığı sırada çarptığı Emir Kılınç oldu. Emir’in babası, olaydan sonra, “Oğlum 16 yıl yaşadı, 8 yılı sanayide geçti” ifadelerini kullanmıştı.

Çelenk, özellikle Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programı kapsamında iş kazalarında ölen çocukların artışının tabloyu daha vahim hale getirdiğini vurgulayarak, “Bu durum, çocuk yoksulluğu ile çocuk emeği sömürüsü arasındaki doğrudan bağlantıyı açıkça ortaya koyuyor” ifadesini kullandı.

Önergede OECD’nin “Hayat Nasıl 2024” raporuna göre Türkiye’de her 5 çocuktan 1’inin okula aç gittiği belirtildi. TÜİK verilerine göre ise hanelerin yüzde 21,2’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor, geniş ailelerde bu oran yüzde 26,9’a çıkıyor. Ankara Tabip Odası’nın 2025 verilerine göre, 2018’de 122 bin 489 olan ailesi yanında temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı, 2025’in ilk yarısında 171 bin 895’e yükseldi. Bu artışın son 7 yılda yüzde 40’a ulaştığına dikkat çekildi.

Aynı rapora göre, 10 çocuktan 4’ü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında bulunuyor. Her 10 aileden 1’i çocuklarına yeni giysi alamıyor, yine her 10 aileden 1’i çocuklarının günlük taze meyve ve sebze ihtiyacını karşılayamıyor.

“Çocuğun yeri okul, çocuğun işçisi olmaz”

Yetersiz beslenmenin çocuklarda büyüme geriliği, bağışıklık zayıflığı, vitamin ve mineral eksiklikleri, kansızlık, öğrenme güçlüğü gibi sorunlara yol açtığını belirten Çelenk, “Bu yalnızca sağlık hakkını değil, aynı zamanda eğitim hakkını da doğrudan ihlal ediyor” dedi.

Çelenk’in Bakan Tekin’e yönelttiği sorular şunlar oldu:

2024-2025 eğitim-öğretim yılında yoksulluk nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalan çocukların sayısı nedir? Bu çocukların yaş, cinsiyet ve bölgesel dağılımına ilişkin veriler kamuoyu ile paylaşılmakta mıdır?

Bakanlığınız, çocuk yoksulluğunun eğitim hakkı üzerindeki etkilerini ortaya koyan düzenli ve kapsamlı bir çalışma yürütmekte midir? Varsa bu çalışmanın sonuçları nelerdir? Okulların açılmasına sayılı günler kala, tüm eğitim kurumlarında en az bir öğün sağlıklı ve ücretsiz yemek sağlanmasına yönelik herhangi bir program veya hazırlık yapılmakta mıdır? Bu konuda pilot uygulama planı var mıdır?

Gelişme çağındaki tüm çocuklara ücretsiz süt desteği verilmesi yönünde Bakanlığınızın yürüttüğü veya planladığı bir çalışma mevcut mudur? Bu konuda ayrılan bütçe veya öngörülen hedef nedir?

Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) programı kapsamında çalışırken iş kazalarına maruz kalan çocuklara ilişkin olarak Bakanlığınızın elinde bulunan veriler nelerdir? Bu programda bugüne kadar kaç çocuk iş kazası geçirmiş, kaçı ağır yaralanmış ve kaçı hayatını kaybetmiştir? Ayrıca MESEM kapsamında çalıştırılan çocukların kaçının eğitimini yarıda bırakarak okuldan koptuğuna dair güncel veriler mevcut mudur?

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın