Yeni Bir Dinozor Türü Keşfedildi: Sidersaura Marae

Arjantin’den paleontologlar, Patagonya bölgesinde 90 milyon yıl önce nesli tükendiği tahmin edilen uzun boyunlu, ördek gagalı yeni bir dinozor türü keşfettiklerini duyurdular: Sidersaura Marae.

Bu tür keşifler, dinozorların yeryüzündeki varlığının ve evrim döngüsünün anlaşılmasına yardımcı oluyor. Örneğin, 2023 yılında, IIT-Roorkee ve Hindistan Jeoloji Araştırması’ndan (GSI) bilim insanlarından oluşan bir ekip, bilinen en eski dicraeosaurid (uzun boyunlu bitki yiyen dinozor) fosillerini keşfetmişti; bu, Hindistan’daki ilk dicraeosaurid dinozor keşfine işaret ediyordu.

Rebbachisauridae familyasının bir üyesi olan Sidersaura Marae’nın adı, kuyruk kemiklerinin şekli nedeniyle seçilen Latince “yıldız” teriminden geliyor.

Sputnik Türkçe’nin aktardığına göre; Arjantin Ulusal Bilimsel ve Teknik Araştırma Konseyi’nin (Conicet) internet sitesinde yer alan haberde, “Yeni dinozor Sidersaura marae dört ayaklıydı ve uzun bir kuyruğu vardı. Villa El Chocon’a 20 kilometre mesafedeki Canadon de las Campanas kasabasında dört farklı numunenin fosil kalıntıları bulundu. Neuquen’deki Huincul formasyonu kayaları, Geç Kretase döneminin başlarına karşılık geliyor ve yaşının 96 ilâ 93 milyon yıl arasında olduğu tahmin ediliyor” ifadesine yer verildi.

Aslında Rebbachisauridae ailesi temsilcilerinin büyük olmadığı, lakin Sidersaura marae’nın bu aile içinde en büyüğü olduğu ifade edildi. Bu hayvanın kütlesinin yaklaşık 15 ton, uzunluğunun da 20 metre olduğu tahmin edildi.

Yeni tür, adını, kuyruk kemiklerinin yıldız şeklinde olması nedeniyle aldı. Sder, Latincede yıldız demek.
Sidersaura marae’nin ilk kalıntıları 2012 yılında keşfedildi ve ardından kazı alanında beş çalışma gerçekleştirildi. Neuquen eyaletindeki çalışmalar sırasında, yeni bir türün fosillerinin yanı sıra, dev bir yırtıcı hayvan olan Meraxes gigas’ın kalıntıları da keşfedildi.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Var Olmaması Gereken Devasa Bir Gezegen Keşfetti

Bilim insanları, teknik olarak var olmaması gereken devasa boyutta bir gezegen keşfetti. Yıldızının etrafında hızla dönen gezegen, her 3,7 Dünya gününde bir yörüngesini tamamlıyor.

Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden Suvrath Mahadevan, “Bu keşif, evren hakkında ne kadar az şey bildiğimizi vurguluyor” dedi ve ekledi: Bu kadar düşük kütleli bir yıldızın etrafında bu kadar büyük bir gezegen beklemezdik.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre; Bilim insanları devasa bir gezegen buldu; bu gezegen o kadar büyük ki var olmaması gerekiyordu.

Onu bulan araştırmacılara göre, gezegen yıldızına göre çok büyük görünüyor ve bu nedenle gezegenlerin ve gezegen sistemlerinin nasıl oluştuğuna dair anlayışımızı sorgulamaya neden oluyor.

Gezegen, Dünya’dan 13 kat daha büyük. Güneşimizden 9 kat daha küçük bir yıldızın etrafında dönüyor. Dolayısıyla ikisi arasındaki oran, Dünya ve Güneşimiz arasındakinden 100 kat daha fazla.

İlk kez bu kadar yüksek kütleli bir gezegen, bu kadar düşük kütleli bir yıldızın yörüngesinde görülüyor. Aradaki fark o kadar büyük ki bilim insanları böyle bir gezegenin var olamayacağını düşünüyordu.

Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden Suvrath Mahadevan, “Bu keşif, evren hakkında ne kadar az şey bildiğimizi vurguluyor” dedi ve ekledi: Bu kadar düşük kütleli bir yıldızın etrafında bu kadar büyük bir gezegen beklemezdik.

Yıldızlar büyük gaz ve toz bulutlarından oluştuğunda, bu malzeme yıldızın etrafında dönen bir disk olarak yıldızla birlikte kalır. Sonrasında bu ekstra maddeden gezegenler oluşup devamında bizimki gibi bir gezegen sistemi kurulabilir.

Ancak bilim, yeni makaledeki LHS 3154 diye bilinen yıldızın etrafındaki diskin, bu kadar büyük bir gezegen oluşturmak için yeterli malzemeye sahip olamayacağını öne sürüyor.

Mahadevan, “LHS 3154 adlı düşük kütleli yıldızın etrafındaki gezegen oluşturan diskin bu gezegeni oluşturmak için yeterli katı kütleye sahip olması beklenmiyordu” dedi.

Ancak orada olduğu için, şimdi gezegenlerin ve yıldızların nasıl oluştuğuna dair anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Bulgu, Science’da yayımlanan “Çok düşük kütleli bir yıldızın yakın yörüngesinde bulunan Neptün kütleli bir ötegezen, oluşum modellerine meydan okuyor” (A Neptune-mass exoplanet in close orbit around a very low mass star challenges formation models) başlıklı yeni bir makalede bildirildi.

Paylaşın

Gök Bilimciler, Yeni Bir ‘Güneş Sistemi’ Keşfetti

Gök bilimciler, milyarlarca yıl önce oluşmuş, altı gezegenden oluşan, senkronize, nadir bir güneş sistemi keşfettiler. Keşfin, Samanyolu Galaksisi’ndeki güneş sistemlerinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya yardımcı olabileceği kaydedildi.

Dünya’dan 100 ışık yılı uzaklıkta (1 ışık yılı 5,8 trilyon mildir) yer alan güneş sistemi içindeki gezegenlerin hiçbiri yıldızın yaşanabilir bölgesinde değil; bu, yaşam ihtimalinin çok az olduğu anlamına geliyor.

Gök bilimciler, bu güneş sisteminin benzersiz olduğunu çünkü altı gezegenin tamamının mükemmel bir şekilde senkronize edilmiş bir senfoniye benzer şekilde hareket ettiğini söyledi.

BBC Türkçe’nin aktardığı keşifle ilgili araştırma bilim dergisi Nature’da yayımlandı.

Bu sistem bilim insanlarına, yaşam barındırma ihtimali olan gezegenleri inceleyebilmeleri için ideal şartlar sunuyor.

Sistemin merkezindeki yıldız HD110067 yıllardır gök bilimcilerin merakını celbediyordu. Sistemdeki gezegenlerin hepsi hemen aynı büyüklükte ve yaklaşık 12 milyar yıl önce oluşmalarından bu yana çok az yapısal değişiklik geçirdiler. Bu da bu sistemin nasıl oluştuğuna ve canlı yaşamı barındırıp barındırmadığına dair çalışma yapma olanağı sunuyor.

Araştırmayı yöneten Chicago Üniversitesi’nden Dr Rafael Luque, bulunan sistemi “mükemmel güneş sistemi” olarak tanımlıyor: “Bu gezegenler, oluşumlarını gözlemlemek için çok ideal çünkü başlangıçları kaotik değil ve oluştuklarından bu yana değişmediler.”

İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nden Dr Marina Lafarga-Magro da “Bu gerçekten çok heyecan verici, daha önce kimsenin görmediği bir şeyi görüyoruz” dedi.

Kendi Güneş Sistemimiz oldukça “yıkıcı ve şiddetli” bir süreçle oluşmuştu. Gezegenler oluşurken bazıları birbirine çarpmış, yörüngelerini değiştirmiş ve bu nedenle sistemimizde Jüpiter, Satürn gibi dev gezegenler yanında, Dünya gibi daha küçük boyuttaki gezegenler de oluşmuştu.

HD110067 sisteminin oluşma süreciyse bizimkinden neredeyse “tamamen farklıydı”.

Bu sistemdeki gezegenlerin hepsi hemen hemen aynı boyutta ve Güneş Sistemimizdeki gezegenlerin bağlantısız yörüngelerinin aksine, bu gezegenler senkronize hareket ediyor.

HD110067’ye en yakın gezegen yıldız etrafında 3 kez dönerken, bir sonraki gezegen 2 kez, bir sonraki tek kez dönüyor. 4. gezegenden itibarense gezegenler birbirleriyle 4:3 oranında göreceli yörünge hızıyla dönüyor.

Bu karmaşık hareket kendi içinde o kadar hassas ve düzenli ki, araştırmacılar her gezegene bir nota ve ritm tanımlayarak, bu hareketi bir müzik kutusunun yapacağı gibi bir müzik parçasına dönüştürdü.

Geçen 30 yılda astronomlar binlerce güneş sistemi keşfetti ama bunlardan hiçbiri gezegenlerin oluşumunu araştırmak için bu kadar uygun şartlar sunmuyor.

Sistemin merkezindeki parlak yıldız da gezegenlerin atmosferlerinde yaşamın izlerini araştırmayı kolaylaştırıyor.

Sistemdeki 6 gezegen de birer “küçük Neptün” olarak adlandırılıyor. Neptün Dünya’nın yaklaşık 4 katı büyüklükte. Yeni keşfedilen sistemdeki gezegenlerin hepsi Dünya’nın yaklaşık 2-3 katı büyüklükte.

Yakın zamanda bilim dünyasına büyük heyecan veren bir keşif daha yapılmıştı. Başka bir sistemdeki, boyutları yine Neptün’e yakın K2-18b gezegeninin atmosferinde Dünya’daki canlıların yarattıklarına benzer gazların izleri bulunmuştu. Astronomlar bu izlere “biyo-imza” diyor.

Neptün’e benzer bu gezegenlerin galaksimizdeki en yaygın gezegen tipi olduğu tahmin ediliyor. Yine de astronomlar bu gezegenler hakkında çok az bilgiye sahip.

Kayalardan mı, gazdan mı, sudan mı oluştukları ve daha da önemlisi, yaşam koşullarına sahip olup olmadıkları bilinmiyor.

Dr Luque’a göre bu detayları öğrenebilmek şu an astronomi dünyasının en çok uğraştığı konulardan ve bu yüzden HD110067 sistemi, bu soruların yanıtlarını bulmakta büyük bir fırsat olabilir. Dr Luque yanıtlara 10 yıldan kısa bir sürede ulaşabileceğimizi umut ediyor.

Araştırma ekibi bu tür gezegenlerin yaşam koşullarını oluşturduğunu bulursa, bu Dünya dışı yaşamın izlerini bulmaya da yaklaştığımız anlamına gelecek.

Son keşif Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın TESS ve Cheops uyduları kullanarak yapıldı.

Paylaşın

Bilim İnsanları, Yeni Bir Dinozor Türü Keşfetti

Brezilyalı bilim insanları, erken Kretase döneminde çölde yaşayan yeni bir dinozor türü keşfettiklerini duyurdu. Farlowichnus Rapidus adı verilen ve etobur olan yeni türün 60 ila 90 santimetre arasında olduğu belirtildi.

Erken Kretase dönemi 100 ila 145 milyon yıl öncesine kadar uzanırken, dinozor da adını Purdue Üniversitesi jeoloji ve biyoloji profesörü James Farlow’dan aldı.

Euronews Türkçe’nin aktardığına göre; Brezilya’da erken Kretase döneminde çölde yaşamış “hızlı bir hayvan olan” dinozor türü keşfedildi.

Jeolojik araştırmacılara göre, Farlowichnus rapidus adı verilen yeni tür, günümüzde Brezilya ve Paraguay’da görülen Kariyama kuşu büyüklüğünde, yaklaşık 60 ila 90 cm boyunda etoburdu.

‘Hızlı Farlow’un izi’ anlamına gelen Farlowichnus rapidus’un benzersiz özelliği, fosilleşmiş ayak izleri arasındaki mesafe aralığından anlaşılıyor. Bu da onun hızlı bir koşucu olduğunu gösteriyor.

Geological Survey, “Bulunan ayak izleri arasındaki büyük mesafeden, antik kumullar üzerinde koşan çok hızlı bir sürüngen olduğu sonucuna varılabilir” açıklaması yaptı.

Cretaceous Research adlı bilimsel dergide yayınlanan araştırma, bu dinozorun ayak izlerinin bilinen dinozor izleri arasında “benzersiz” olduğunu belirtiyor.

Fosilleşmiş dinozor “izleri” ilk olarak 1980’lerde İtalyan rahip ve paleontolog Giuseppe Leonardi tarafından Sao Paulo eyaletinin Araraquara şehrinde bulundu.

Leonardi 1984 yılında, Botucatu Formasyonu olarak adlandırılan ve eski bir kumul çölünün oluşturduğu bir grup kayada bulunan ayak izi örneklerinden birini Brezilya Yerbilimleri Müzesi’ne (MCTer) bağışladı. MCTer paleontoloğu Rafael Costa, ayak izlerinin bilinen diğer dinozorlarınkinden farklı olduğunu söyledi.

Erken Kretase dönemi 100 ila 145 milyon yıl öncesine kadar uzanıyordu. Bu dönemdeki sıcak iklim ve yüksek deniz seviyeleri bir dizi benzersiz ve çeşitli türün evrimine yol açtı.

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Çilek, Demans Riskini Azaltabilir

Yapılan yeni bir araştırma, her gün çilek tüketmenin orta yaşlı kişilerde demans (unutkanlığın ön planda olduğu birçok hastalığa verilen genel bir isim) riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini ortaya koydu.

Haber Merkezi / ABD’nin Ohio eyaletindeki Cincinnati Üniversitesi’nde yürütülen yeni bir araştırma, her gün çilek tüketmenin orta yaşlı kişilerde demans riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini buldu.

Araştırmada, yaşları 50-65 arasında hafif bilişsel gerileme şikayeti olan 30 katılımcıya, 12 hafta boyunca, günlük olarak yarım bardağa denk gelen toz çilek konsantresi verildi. Katılımcılara ayrıca, bu süre boyunca normal çilek yemekten kaçınmaları istendi.

Araştırmada, katılımcıların hafızası, bilişsel hali ve metabolik sağlığı test edildi. Çilek konsantresi alan grubun sözel hafıza testinde daha iyi performans gösterdiği ve depresif belirtilerde anlamlı bir azalma olduğu tespit edildi.

Araştırmaya ilişkin açıklama yapan Prof. Robert Krikorian, çileklerdeki antosiyaninlerin bilişsel iyileşmeler gibi çeşitli sağlık yararları olduğunu söyledi.

Çileğin beyindeki iltihabı azaltarak bilişsel işlevi geliştirmesinin mümkün olabileceğini ifade eden Krikorian, “Düzenli olarak çilek veya yaban mersini tüketen kişilerin yaşlanmayla birlikte bilişsel gerileme oranının daha yavaş olduğunu gösteren epidemiyolojik veriler var” dedi.

Prof. Robert Krikorian, çileğin, antiinflamatuar, antioksidan, antimikrobiyal ve antikanser özelliklere sahip olduğu tespit edilen algitanninler ve ellagik asit içerdiğini belirtti.

Robert Krikorian, konuyla ilgili bilginin genişletilmesi için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyleyerek sözlerini tamamladı.

Paylaşın

ABD’nin Süper Bombardıman Uçağı İlk Kez Havalandı

Amerikan Hava Kuvvetleri’nin süper bombardıman B-21 Raider’ı ilk kez havalandı. Nükleer kapasiteli bombardıman uçağı, geleneksel uzun menzilli saldırılar için kullanılacak, ancak aynı zamanda taktik gözetleme ve keşif görevlerini de üstlenebilecek.

İkonik B-2 Spirit’in halefi olan B-21 Raider’ın maliyetinin yaklaşık 700 milyon avroya eşdeğer olması bekleniyor ve ABD Hava Kuvvetleri bu türden en az 100 adet uçak satın almayı planlıyor.

Yeni nesil hayalet bombardıman uçağı B-21 Raider, (tam adıyla: Northrop Grumman B-21 Raider), Northrop Grumman tarafından ABD Hava Kuvvetleri (USAF) için Northrop geliştirildi.

B-21 Raider hakkında öne çıkan noktalar: “Yeni nesil gizlilik teknolojisi, gelişmiş ağ oluşturma yetenekleri ve açık sistem mimarisi ile geliştirilen B-21, üst düzey tehdit ortamı için optimize edilmiş, görev durumuna göre insanlı ve insansız olarak uçuş yapabilecek. İş başında hava filosunun komuta merkezi olacak.

ABD hava gücünün önümüzdeki yıllarda bel kemiği olacak. B-21, veriler, sensörler ve gelişmiş silahlarla yeni, farklı bir yetenek ve esneklik sunacak. Konvansiyonel ve nükleer yük taşıma kapasitesine sahip olacak. Çok çeşitli savunma sistemleri ve doğrudan saldırı yeteneği ile gökyüzündeki en etkili uçaklardan biri olacak.

B-21 Raider, dünyanın herhangi bir yerindeki hedefi kontrol altında tutabilecek. Görünmezlik özelliği, gelişmiş uzun menzilli hassas vuruş yeteneklerine ek olarak, geniş bir sistemiyle de istihbarat sağlayacak. Gözetleme, keşif, elektronik saldırı ve çok alanlı ağ oluşturma yetenekleri olacak.

B-21 aynı zamanda dijital bir bombardıman uçağı olacak. B-21 Raider, Northrop Grumman’ın California, Palmdale’deki fabrikasında son montaj ve test aşamaları bulunuyor, ama en önemlilerinden birisi olarak dijital tarafı ve yazılımları dikkat çekiyor.

Northrop Grumman ve Hava Kuvvetleri , B-21 yer sistemleri verilerinin bir bulut ortamında tutacak. Güçlü bulut tabanlı dijital altyapı sayesinde daha düşük maliyetli bakım yapılabilecek.

Gelişen tehditler ve yeni oluşumlar karşısında B-21 sürekli kendini yenileyebilecek. Bu amaca uygun tasarlanmış ve önceki nesil uçaklar gibi blok yükseltmeleri yaşamayacak. Açık mimariyle inşa edilmiş olması yeni teknolojilere, yeteneklere, silahlara, çevik yazılım yükseltmeleri ve donanım esnekliğine imkan sağlıyor. Böylece B-21 Raider yıllar boyunca sürekli olarak gelişmeler karşısında yenilenmiş olacak.”

Paylaşın

Kanser Aşısına Ne Kadar Zaman Kaldı?

Biyoteknoloji şirketi Curevac’ın CEO’su Alexander Zehnder, en geç beş yıl içinde mRNA teknolojisiyle geliştirilmiş kanser aşısını piyasaya sürmeyi hedefliyor. Zehnder, 20 yıldır kanser aşıları için araştırmalar yürütüldüğünü, son dönemde kaydedilen ilerlemenin ise “devasa boyutta” olduğunu söyledi.

Alexander Zehnder, pandemi sırasında çok deneyim kazandıklarını, yapay zekanın da artık mRNA’nın programlamasında yaşanan sıkıntıların çözümlenmesini sağlayacak boyutta geliştiğini anlattı.

mRNA teknolojisi, son bir kaç yılda tıpta adeta devrim yarattı. Bu teknoloji, koronavirüs pandemisi sırasında birkaç ay gibi kısa bir süre zarfında SARS-CoV-2’ye karşı aşı geliştirilmesini sağladı. Virüs daha agresif mutasyonlar geliştirse bile mRNA teknolojisi ile yeni varyantlara karşı etkili aşılar güncellendi.

Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülen bu teknoloji çok daha fazlasını başarabilir. Zira mRNA, kanser ile mücadele araştırmalarına yeni ivme kazandırdı.

Biyoteknoloji şirketi Curevac’ın CEO’su Alexander Zehnder, en geç beş yıl içinde mRNA teknolojisiyle geliştirilmiş kanser aşısını piyasaya sürmeyi hedefliyor.

Belirli kanser türlerine karşı etkili olacak aşıların geliştirilmesi, insanlık için önemli bir dönüm noktası olabilir.

Bild am Sonntag gazetesine konuşan Zehnder, 20 yıldır kanser aşıları için araştırmalar yürütüldüğünü, son dönemde kaydedilen ilerlemenin ise “devasa boyutta” olduğunu söyledi. Zehnder, pandemi sırasında çok deneyim kazandıklarını, yapay zekanın da artık mRNA’nın programlamasında yaşanan sıkıntıların çözümlenmesini sağlayacak boyutta geliştiğini anlattı.

Kanser aşıları bağışıklık sistemini uyararak vücudun kendi savunma sisteminin özellikle tümör hücreleriyle savaşmasını sağlıyor.

Alexander Zehnder, aşıların etsini “Kanserle ilgili ölümcül olan şey büyümeye devam ediyor olması. Kanser aşısı, kanser çoktan metastaz yapmış olsa bile büyümeyi durdurmayı amaçlamaktadır. Böylece kanser, on yıllarca birlikte yaşamaya devam edebileceğiniz kronik bir hastalık haline gelecektir. Kanser artık bir ölüm cezası olmaktan çıkacak” sözleriyle aktardı.

Curevac gibi bir diğer biyoteknoloji şirketi BioNTech de kansere karşı aşı geliştirmek için zamanla yarışıyor. Ekim 2023’ün başında BioNTech, devam eden bir klinik araştırmanın çok umut verici ara sonuçlarını yayımladı. Bu klinik çalışmada, BioNTech’in mRNA kanser aşısı CARVac’ın deneklerde ne ölçüde etkili olduğu test ediliyor.

BioNTech CEO’su Uğur Şahin, bu sonuçlar ışığında, kanser aşılarının önümüzdeki yıllarda kullanıma sunulacağı konusunda iyimser olduğunu söyledi. Şahin Der Spiegel’e verdiği bir röportajda “2030’dan önce hastalar için büyük ölçekte bu imkanın sağlanabileceğine inanıyoruz” dedi.

Kanser aşılarının uzun vadede geleneksel kanser tedavilerinin yerini alması bekleniyor. Radyasyon ve kemoterapinin kanser hastaları için son derece zor süreçler olduğu dikkate alındığında bu çok önemli bir fark yaratabilir.

Curevac’ın CEO’su Alexander Zehnder, kemoterapi ve radyasyonun sadece tümörü değil aynı zamanda sağlıklı dokuları da hedef aldığını ve bu nedenle yan etkileri olduğunu anlatırken “mRNA’da ise bağışıklık sistemi somut olarak tek başına kanserle savaşmak üzere uyarılıyor” bilgisini aktardı.

Kanser aşıları nasıl çalışıyor?

T hücreleri, hastalıklı hücreleri yok ederek veya diğer bağışıklık hücrelerini saldırıya teşvik ederek vücudun enfeksiyonlarla savaşmasına yardımcı oluyor. Ancak T hücreleri kanser hücrelerini tanımakta çok güçlük çekiyor. CAR T hücreleri ise bunu yapabiliyor.

Avrupa’da CAR T Hücre tedavisine 2018 yılında onay verildi ve şimdilik sadece Lösemi, yani kan kanseri tedavisinde uygulanabiliyor. Ama bu tedavi yöntemi karşılanamayacak kadar maliyetli. Alman Kanser Araştırmaları Merkezi’ne göre üreticiler bir hasta için bağışıklık hücresi üretimi için 320 bin euroya kadar ücret talep ediyor.

Bu tedavide, hastanın beyaz kan hücrelerinden, yani enfeksiyona karşı vücudu savunmakla görevli lökositlerden, T hücreleri filtrelenerek alınıyor. T hücrelerinin genetiği değiştirilerek yüzeylerinde kimerik antijen reseptörleri (CAR) adı verilen özel yapılar oluşması sağlanıyor, böylelikle kanseri tanıyan ve onlarla savaşan hücrelere dönüştürülüyorlar.

Bu yolla elde edilen CAT T hücreleri hastalara yeniden verildiğinde doğrudan kanserli hücrelere saldırıyorlar. Yani bağışıklık sistemi uyarılıyor, tümör hücreleriyle savaşıyor. Aşılar, CAR T hücreleri tümör hücrelerini bulamadıklarında ya da çok zayıf olduklarında bu süreci destekleyebilir.

Burada sadece kanser olunduğunda söz konusu olan Claudin-6 proteini yardımcı oluyor. mRNA teknolojisinin yardımıyla Claudin-6’nın genetik bilgisi kanser hücresine ekleniyor. Bu, tümör hücresinin yüzeyine kenetlenen bir antijen oluşturuyor. Bu da CAR-T hücrelerinin tümör hücrelerini tanımasını ve savaşmasını kolaylaştırıyor.

Bugüne kadar modifiye edilen T hücreleri sadece kan kanseri türleri ile mücadele ediyordu. Ancak mRNA teknolojisindeki hızlı ilerleme, löseminin yanı sıra diğer kanser türleri için de etkili ve daha korunaklı tedavilerin gelecekte mümkün olabileceği umudunu güçlendiriyor. Bunlar arasında cilt kanseri, akciğer kanseri, meme kanseri ve pankreas kanserine karşı etkili olması umut edilen aşı çalışmaları yer alıyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Samanyolu Galaksisi’nin Artık Bir İkizi Var!

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Samanyolu Galaksisi’ne şaşırtıcı derecede benzeyen Ceers-2112 galaksisini keşfetti. Araştırmacılar, Samanyolu ikizinin keşfinin galaksilerin zaman içinde nasıl oluştuğuna ve değiştiğine dair yeni soruları gündeme getirdiğini belirtiyor.

Araştırmacılar ayrıca, bu galaksinin karanlık maddenin Evrendeki rolünü yeniden düşünmeye zorlayabileceğini de belirtiyorlar.

Karanlık madde görünmez olsa da, kütleçekimsel etkisini galaksilerin şekli ve davranışı üzerinde görebiliriz. Karanlık maddenin erken evrendeki galaksilerin oluşumundan ve evriminden sorumlu olduğu düşünülüyor.

NASA’nın öncülüğünde işletilen James Webb Uzay Teleskobu’nun verileri, Güneş Sistemi ve dolayısıyla Dünya’ya ev sahipliği yapan Samanyolu Galaksisi’nin “uzaklardaki ikizini” ortaya çıkardı.

Teleskobun Yakın Kızılötesi Kamerası’yla çekilen görüntüleri analiz eden bir araştırma ekibi, Samanyolu’na tıpatıp benzeyen Ceers-2112 adlı bu galaksinin evren daha birkaç yıl milyar yaşındayken oluştuğunu gözlemledi. Ceers-2112, tıpkı Samanyolu gibi karmaşık ve çubuklu sarmal bir yapıya sahip. Ama ondan biraz daha küçük.

Galaksilerin şekillerini uzaydaki büyük çarpışmalardan kozmik çevresindeki “kalabalığa” kadar bir dizi faktör belirliyor. Yine de bilim insanları, Samanyolu gibi karmaşık şekillerin oluşmasının epey zaman alacağını düşünüyordu.

Samanyolu’nun doğumunun ortalama 12,5 milyar yıl önce gerçekleştiği düşünülüyor. Evreni var ettiği varsayılan Büyük Patlama ise 13,7 milyar yıl önce meydana geldi.

Yeni veriler, Ceers-2112’nin Büyük Patlama’dan sadece iki milyar yıl sonra bile epey gösterişli göründüğünü ortaya koyuyor. Galaksi, sarmal kollarının ayrıntılarını gözlemleyemeyeceğimiz kadar uzakta. Ancak merkezindeki kalın çubuğun tespiti Ceers-2112’nin evrenin erken zamanlarında bile yeterince gelişmiş olduğunu gözler önüne seriyor.

Kaliforniya Üniversitesi Riverside kampüsünden gökbilimci Alexander de la Vega, “Ceers-2112’deki çubuk, galaksilerin daha önce düşündüğümüzden çok daha hızlı olgunlaştığını ve düzenli hale geldiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı: Bu da galaksi oluşumu ve evrimine dair teorilerimizin bazı yönlerinin revizyona ihtiyacı olduğu anlamına geliyor.

Saygın bilimsel dergi Nature’da yayımlanan makalenin de yazarlarından biri olan bilim insanı, sözlerini şöyle sürdürdü: Geçmişte, evren çok gençken, galaksiler kararsız ve kaotikti. Evrenin erken dönemlerinde galaksilerde bu çubukların oluşamayacağı veya uzun süre dayanamayacağı düşünülüyordu.

James Webb Uzay Teleskobu’ndan daha önce gelen veriler, benzer bir durumun kara delikler için de geçerli olduğunu göstermişti. Evrenin erken döneminde beklenmedik derecede gelişmiş kara delikler bulunmuştu.

10 milyar dolarlık uzay teleskobu, 25 Aralık 2021’de Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılmıştı. İlk verilerini 12 Temmuz 2022’de yayımlayan teleskop, şimdiye kadar kullanılmış en büyük ve en karmaşık gözlemevi diye niteleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Arkadaşlarını Veya Ailesini Görmeyenlerin Erken Ölme Olasılığı Daha Yüksek

Yalnız yaşayan ve arkadaşlarını ya da ailesini hiç görmeyen kişilerin herhangi bir nedenden ölme riski yüzde 77; kalp hastalığı ya da felçten ölme riski ise her gün arkadaşlarını ya da ailesini gören biriyle yaşayanlara kıyasla daha yüksek. 

Araştırmaya göre, arkadaşları veya aileleri tarafından hiç ziyaret edilmeyen kişilerin kardiyovasküler hastalıktan ölme olasılığı yüzde 53. Bu kişilerin her gün ziyaret edilenlere kıyasla ölüm riski yüzde 39 daha yüksek.

Euronews Türkçe’de yer alan habere göre; İngiltere’de yapılan bir araştırmada arkadaşlarını veya ailesini görmeyenlerin herhangi bir nedenle ölme olasılığının yüzde 77 daha fazla olduğu belirtildi.

Çalışmada, yalnızlığı önlemek ve daha erken ölme riskini azaltmak için herkesin ayda en az bir kez arkadaşlarını ve ailesini ziyaret etmesi gerektiği ifade edildi.

Araştırmacılar, İngiltere genelinde yetişkinlerin sağlık ve genetik durumlarını takip eden uzun dönemli UK Biobank çalışmasından elde edilen verileri kullandı.

Ortalama yaşı 57 olan 458 bin 146 kişi tarafından bildirilen beş farklı sosyal bağlantı türü incelendi ve bu kişiler ortalama 12,6 yıl boyunca takip edildi.

Çalışmada yalnız yaşamak, sık sık yalnız hissetmek ya da arkadaş veya aile ziyaretlerinin seyrek olması gibi her bir sosyal izolasyon biçiminin daha yüksek ölüm riskiyle bağlantılı olduğu kaydedildi.

Akademisyenler, sevdiklerini ayda en az bir kez görmemenin ve yalnız yaşamanın insanların ölme riskini önemli ölçüde artırdığını kaydetti.

Glasgow Üniversitesi’nde kardiyometabolik sağlık profesörü olan çalışmanın eş yazarı Jason Gill, “Yalnız ve izole akrabalarınızı ziyaret ettiğinizden emin olmak çok faydalı bir şey çünkü insanların ayda en az bir kez ziyaret etmeleri önemli görünüyor” dedi.

Yalnız yaşayan ve arkadaşlarını ya da ailesini hiç görmeyen kişilerin herhangi bir nedenden ölme riski yüzde 77; kalp hastalığı ya da felçten ölme riski ise her gün arkadaşlarını ya da ailesini gören biriyle yaşayanlara kıyasla daha yüksek.

Araştırmaya göre, arkadaşları veya aileleri tarafından hiç ziyaret edilmeyen kişilerin kardiyovasküler hastalıktan ölme olasılığı yüzde 53. Bu kişilerin her gün ziyaret edilenlere kıyasla ölüm riski yüzde 39 daha yüksek.

Yalnız yaşayanların kardiyovasküler hastalıktan ölme olasılığı yüzde 48 daha fazlayken, birine güvenememek veya aktivitelere katılamamak da ölüm riskini artırıyor.

Birden fazla sosyal izolasyon biçimi yaşayanlar ise daha da yüksek risk altında. Araştırmada ayda sadece bir kez ziyaret etmenin bile bu riski azaltabileceği sonucuna varıldı.

BMC Medicine dergisinde yayınlanan çalışmada, sosyal etkileşimin potansiyel olarak koruyucu bir etkisi olduğu belirtildi.

Glasgow Üniversitesi’nde klinik araştırma görevlisi Dr. Hamish Foster, “Sosyal olarak daha izole olan insanlar, örneğin sigara içmek veya yüksek alkol alımı gibi daha sağlıksız davranışlara sahip olabilirler.” diye konuştu.

Çalışma, sosyal izolasyon ve yalnızlığın ölüm riskini neden artırdığını incelemedi.

Paylaşın

Dişi Şempanzeler Menopoza Giriyor

Menopoz evrimsel bir gizemdir. Evrim süreci genellikle en uygun olanın hayatta kalması olarak tanımlanır: Hayatta kalma ve üreme olasılığını artıran özelliklere sahip bireyler, bu özellikleri yavrularına aktararak bu özelliklerin popülasyonda daha yaygın olmasına neden olur.

Peki menopoz neden var? Kadınlar yaşamları boyunca doğurgan kalsaydı, bu onların genlerini aktarma olasılıklarını artırmaz mıydı?

Olası bir açıklama büyükanne hipotezi olarak adlandırılıyor: İleri yaşta bir kadının, kendi çocuğuna sahip olmaktansa, torunlarının hayatta kalmasını sağlamasına yardımcı olarak genlerini aktarma olasılığı daha yüksektir.

Menopoz insanlar dışında daha önce yalnızca birkaç balina türünde gözlemlenmişti. Ancak yeni bir araştırma şempanzelerin de menopoza girdiğini ortaya koydu. Araştırma bilim dergisi Science tarafından yayımlandı.

Araştırmacılar, 21 yıl boyunca Uganda’daki Kibale Ulusal Parkı’nda yaşayan 185 vahşi dişi şempanzeyi inceledi.

Doğurganlığın 30 yaşına gelindiğinde azalmaya başladığını ve 50 yaşın üzerindeki şempanzelerde hiç doğum gözlemlenmediğini buldular; bu da bir şempanzenin yetişkin yaşamının yaklaşık beşte biri boyunca kısır olduğu anlamına geliyor.

Araştırmacılar ayrıca idrar örneklerini kullanarak şempanzelerin üreme hormonu seviyelerini de izlediler ve bu hormonlarda yaşla birlikte meydana gelen değişikliklerin insanlarda menopoza benzer olduğunu buldular.

Şempanzelerde menopozun keşfi potansiyel olarak büyükanne hipotezine karşı bir darbe niteliğinde: insanlardan ve balinalardan farklı olarak yaşlı şempanzeler kızlarıyla birlikte yaşamıyor.

Araştırmacılar bunun yerine, üreme çatışması hipotezi adı verilen başka bir açıklama öne sürüyor: Çiftleşme fırsatları sınırlıysa, yaşlı dişilerin kısır hale gelmesi, genç akrabalarına daha iyi üreme şansı veriyor.

İnsanlar için hem büyükanne hem de üreme çatışması hipotezlerinin menopozun evrimsel kökenini açıklamada rol oynaması mümkün.

Columbia Üniversitesi evrim biyoloğu Alan Cohen, Science dergisine verdiği röportajda, şempanzelerde menopoz bulunmasının insan toplumlarındaki büyükanne hipotezini çürütmediğini söylüyor.

Arizona Eyalet Üniversitesi’nden memeli araştırmacısı Kevin Langergraber, Science dergisine verdiği röportajda bunun bir nedeninin, Ngogo’daki şempanzelerin özellikle iyi yaşam koşullarına sahip olması olabileceğini söylüyor.

Paylaşın