Bakırhan, Ekonomi Üzerinden İktidara Yüklendi
Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye koca bir sefalet ve suç meydanına dönmüşken, iktidar vergi ve ihale vurgunu peşinde koşuyor” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin grup toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Partisinin 1 yaşına girdiğine dikkati çeken Bakırhan, “Yaşımız civan (genç) olabilir ama mücadele tarihimiz yüzyıllar öncesine dayanıyor. DEM Parti halklarımıza ve bize hayırlı olsun. İyi ki DEM Parti var. DEM Parti adaletin, barışın ve insanca yaşamın teminatıdır. Öyle olmaya ve kalmaya devam edecek. Bir yıllık süreç içerisinde dokunmadığımız, birlikte olmadığımız, omuz omuza mücadele etmediğimiz ne bir sınıf ne bir kimlik ne bir inanç kalmadı” dedi.
“DEM Parti bir Türkiye partisidir” diyen Bakırhan, şunları söyledi: “DEM Parti ezilen Kürt halkının yanında olduğu gibi yine ezilen kimliği yok sayılan Uygur Türklerinin, mazlum Filistin halkının, Şengal’de katliam tehdidi altına bulunan Êzidîlerin, Ermenilerin, katledilen kadınların, Alevilerin, doğa hakkını savunan halkların ve inançların hakkını savundu, savunmaya devam edecek. Köklerimiz Türkiye’de ama mücadele ruhumuz bütün dünyadadır.
Bizim yolumuz cumhuriyet diyerek oligarşiyi kuranların yolu değil, bizim yolumuz mazlumuz deyip zalimlik makamını işgal edip insanları perişan edenlerin yolu değil. Bizim yolumuz daha önce de belirttiğimiz gibi üçüncü yoldur. Emekçilerin, ezilenlerin bu ülkede yaşayanların eşit ve adil bir şekilde bir arada yaşayacakları demokratik bir cumhuriyet yoludur. DEM Parti, Kürtçe bir şarkıda geçtiği gibi ‘Me gelek ba û bager dît, lê em neşikestin (Birçok fırtına gördük ama kırılmadık)’ tanımına en iyi uyan partilerden biridir. DEM Parti, bir lotus çiçeği gibidir. Toz tutmaz, kir tutmaz, pas tutmaz.”
Bakırhan, şöyle devam etti: “Bu ülkede insanlar artık umudunu yitiriyorlar. Yoksul yoksulluğuyla baş başa kalmış, adalet arayanlar biçare bir şekilde ne yapacaklarını bilmiyorlar. Emekliler zaten çoktan açlığa mahkum edilmiş, çeteler başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanını esaret altına almış. Kadınlar sokağa çıkamıyor. Her gün kadınlar katlediliyor. Gençler katlediliyor. Artık çocuklarımız güvende değil. Emin olun her sabah uyandığımızda bu haberleri okuduğumuzda, izlediğimizde neredeyse insanlığımızdan utanır hale geldik.
Ama asıl utanması gerekenler, bu çürümüşlüğe, yoksulluğa, adaletsizliğe bir şey diyemiyorlar, bir şey yapmıyorlar. Biz dün olduğu gibi bugün de Kulp’un Kasor havzasında günlerdir doğası için direnen köylülerin yanındayız. Çıplak ayaklarıyla bugün Meclis’e yürüyen emekçilerin, işçilerin yanındayız. Sokaklarda kadınların katledilmesini engellemek için onları sesi, soluğu olan kadın yoldaşlarımızın yanındayız. Hep birlikte bu çürümeye, insanı yok sayan düzene karşı durmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bu ülke bizim, herkes bunu böyle bilsin. Biz Kürtler, emekçiler, ezilenler, bu ülkenin asıl sahipleriyiz. Bu ülke milliyetçilik yapan ama çürümeye göz yumanların ülkesi değil. Bu emin olun yaşadığımız, bizim olan bu ülkenin demokrasiyle buluşması için, bu çürümenin önlenmesi için elimizden gelen bütün mücadeleyi çabayı ortaya koyacağız. Bakın Türkiye koca bir sefalet ve suç meydanına dönmüşken iktidar vergi ve ihale vurgunu peşinde koşuyor.
“Bu dahiyane buluşa Nobel ödülü verilmeli!”
Onların derdi sokakta her gün katledilen kadınlar değil. Uyuşturucu belasının Kars’tan Edirne’ye kadar esir aldığı gençler değil. Geçinemeyen emekliler değil. İhale ile uğraşıyorlar, yandaşlara ihale vermeye ve yeni yeni vergiler koymakla uğraşıyorlar. Emin olun bazen biz de şaşırıyoruz. Öyle olaylar oluyor ki insan anlamakta güçlük çekiyor. Daha geçen hafta dünyada eşi benzeri olmayan hiçbir ülkede uygulanmamış bir vergi hayata geçirdiler. Traji komiktir ama bu iktidar kredi kartı limitinden bile vergi alma fikriyatını ortaya koyan bir iktidardır.
Çok dahiyane bir buluştur. Kredi kartı limitinden vergi almayı buldukları için. Aslında Nobel ödüllerini boşuna dağıtıyorlar. Yahu bu dahiyane buluşu bulanlara aslında Nobel ödülü vermeleri gerekiyordu. Ama en kötüsünü bulduğu için bir Nobel ödülünü bence ekonomi bakanı hakmetmiştir. Neymiş kredi kartı limitinden aldıkları vergi ile çelik kubbe kuracaklarmış. Çelik kubbeyi emekçinin yoksulun 750 lirasıyla zaten kurmayacağını zaten hepimiz çok iyi biliyoruz. O rant verdiğin, ihale verdiğin, vergi indirimi yaptığın sermayeden alabilirsen belki çelik kubbeyi kurabilirsin.
Cezaevinde sağlığa ulaşamayanlar, haksız yere yatıp yaşamını yitirenler, cezaevinde kalan yüz binlerce insanın karnını bile doyuramıyorlar, su bile veremiyorlar, doktor bile bulundurmuyorlar. Ama yandaşa habire ihale ve peşkeş çekiyorlar. Adalet arayanların adalet çağrısına cevap vermiyorlar. Yani bu ülke her anlamıyla çökmüş, çürümüş, siyasal ve toplumsal anlamda en dipleri yaşıyor. Değişim artık Türkiye için bir zorunluluktur. Hiç kimse Türkiye’nin ikinci yüzyılda halkı adaletten demokrasiden, aştan yoksun bırakmaya hakkı yoktur.
Biz buradan iktidara ve ortaklarına sesleniyoruz. Tek bir alanda yapılan haksızlık bile zehir gibi bütün topluma yayılıyor. Onun için bu zehrin topluma daha fazla yayılmaması için bir an önce bu iktidarın, muhalefetin, Meclis’in barış ve adaletin sağlaması için acilen bir adım atması gerekiyor. Adaletin olmadığı, barışın olmadığı, denetleme sisteminin olmadığı bir yerde 100 milyonluk liralık bir ihaleyi 3,5 milyara verirler. Emekçinin, yoksulun cebinden 750 lira çalmak için kredi limitine vergi koyarlar.
Hepimize büyük görevler düşüyor. Ey Türkler, ey Kürtler, Aleviler, Sünniler, muhafazakârlar, farklı inançta olanlar artık buna bir dur diyelim hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Biz izledikçe yarın öbür gün evimizde oturuyoruz diye de vergi koyabilirler. Bunlar uzak günler değil, onun için bir an önce hep birlikte sorumluluk alıp bu değişmesi gereken ama değişmemekte ısrar eden bu sistem karşısında değişimi zorlamalı ve değişimi sağlamak için bir araya gelip mücadele etmeliyiz.
Türkiye, bu günlere empati yoksunluğundan dolayı geldi. Onun için seküler yaşam sürdüren ve bu konuda kaygısı olan arkadaşlarımız da geçmişin ve şimdinin vesayeti arasında bir seçim yapma yerine daha fazla adalet, daha fazla demokrasi için kardeşçe ikinci yüzyılda yaşamamızı savunmak durumundadırlar. Bugün barışı savunmak, demokratikleşmeyi savunmaktır. Onun için vesayeti savunmak yerine, barışı ve demokrasiyi savunacağız, savunmamız gerekiyor.
Bugün sizin de mağdur olduğunuz bu ülkede ilk Meclis ruhunu esas alarak Kürt’ün hakkını, hukukunu tanıyarak demokratik bir cumhuriyete ulaşabiliriz. İlk Meclis’te Türkiye’nin bütün renkleri o çatı altında vardı. Herkes geleneksel ulusal giysileri ve kendi diliyle o Meclis’te oturdu. Sonrasında tek renge, tek inanca büründürülen ve zorla dayatılan bir vesayetle her birimiz karşı karşıya kaldık.
Bu vesayeti savunanlara Çanakkale’deki mezarlığı hatırlatmak isterim. Çanakale mezarlığına belki içinizden giden arkadaşlar var, o mezar taşlarında Amed’ten Muş’a kadar Siirt’ten Kars’a kadar Kürt yurttaşların da ismi var. En önemlisi bugün ‘teröristan’ dediğiniz Kobanêli yurttaşların isimleri de o şehitlikte mezar taşlarında bulunuyor.”
CHP’ye “Kürt Sorunu” Çağrısı
Demokratik bir cumhuriyet için ana muhalefet partisine önemli görev ve sorumluluklar düştüğünü belirten Bakırhan, CHP’nin Kürt sorununun demokratik çözümünde önemli bir rol oynayabileceğini ifade etti. Bakırhan, “CHP statükoya sığınmadan çözüm karşıtı bir yere savrulmadan ve bu ülkede Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerinin demokratik bir şekilde çözülmesi için karşı bir yerde durmamalıdır. Çözümün yanında yer almalıdır.
CHP, eğer böyle davranmazsa sadece ülkemize değil, aslında geleceğimize de büyük bir zarar vermiş olur. En fazla da statükoyu savunarak Kürt meselesinde bir çözüm programı ortaya koymayarak kendisine büyük kötülük yapar, kendisine büyük kaybettirir. Değerli arkadaşlar yine parlamentoda bulunan bütün siyasi partilere çağrı yapmak istiyorum. Gelin bu Meclis çatısı altında barışı, demokrasiyi, hak talep edenlerin haklarını bu yasa dönemi içinde beraber bir arada tartışarak müzakereyle, diyalogla hayata geçirelim diyoruz” dedi.
Bakırhan, “Kürt kiminle konuşur, kiminle oturur, kimin elini tutar, kendisi buna karar verir. Kaldı ki kimse ile oturduğumuz, konuştuğumuz, kapalı kapılar arkasında bir şeyler çevirdiğimiz ve pişirdiğimiz yok. Dolayısıyla en başından ‘Kürtler iktidarla anlaştı’ diyenler oluşabilecek diyalog zeminine bariyer koyarak bu ülkenin çözümsüz bir şekilde bu şekilde devam etmesini istiyorlar. Yine siyasi partilere, feministlere, ekolojistlere, işçilere, emekçilere, emek ve meslek örgütlerine STK’lara, işçi sınıfına çağrımızdır.
Gelin barışı ve demokrasiyi adaleti muktedirlerin insafına bırakmayalım. Emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin bir araya gelmediği, birlikte taleplerini yükseltmediği her yerde işte muktedirler bizim geleceğimiz hakkında karar verirler. Onların verdiği karar taleplerimizi kapsamıyor. Gelin o için gelin barışı biz toplumsallaştıralım. Gelin elimizi taşın altına koyarak bu ülkenin temel sorunlarını çözmek için omuz omuza mücadele edelim” diye kaydetti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bugünkü grup toplantısında mutlak tecrit altındaki PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı “örgütünü tasfiye et” çağrısına değinen Bakırhan, “43 aydır Sayın Öcalan ile avukatlar aile görüşemiyor. Sayın Bahçeli, Öcalan ne söyleyeceğini, nasıl bir çağrı yapacağını biz de merak ediyoruz senin gibi. O zaman tecridi kaldırın, Sayın Öcalan’ın kendi örgütüne, kendi arkadaşlarına ne dediğini hep beraber izleyip görelim. 43 aydır kuş uçmayan, kervan geçmeyen bir adaya böyle boşu boşuna çağrı yapılır mı? Bir an önce İmralı kapılarının açılmasını, sizin sorduğunuz soruya Sayın Öcalan’ın nasıl cevap vereceğini merak ediyoruz. Kapıları açın dinleyelim, görelim” çağrısı yaptı.
Bakırhan, şöyle devam etti: “Türkiye’de bir taraftan barış kelimeleri ortalıkta dolaşıyor, tartışılıyor. Biz yokuz yine onlar tartışıyor. Bizi yok saydıklarında da yine bizim adımıza tartışıyorlar. Barış dedikleri zaman el uzattıkları zaman da DEM Parti tartışılıyor ama DEM Parti’li muhataplar maalesef o platformlarda yok.
Bizim adımıza tartışmaya hüküm vermeye ahkam kesmeye devam eden bu anlayıştan gerçekten insan ne beklesin? Barış ancak bir Kürt bir Alevi bir Ermeni bir Süryani bir kadın bir yoksul kendini içinde hissederse barış olur. Aksine bir taraftan barış öte yandan kelepçe, açlık ve yoksullukla barış olmayacağını hepimiz öğrendik. Biz de öyle yabani atılacak bir gelenekten gelmiyoruz. İkincisi öyle bu ülkenin sahibi olarak mekanın sahibi olarak bizlerle konuşamazsınız.
Biz bu ülkenin kadim halklarından biriyiz. Bu üstenci dili, kendisini sahip bizi öteki kabul eden dili kabul etmiyoruz. Barış böyle gelmez. Kimmiş mekanın sahibi: mekanın sahibi emekçilerdir, üretenlerdir, ezilenlerdir. Çanakkale’de yaşamını yitirenlerdir. Malazgirt’te kapıları açarak sizlerin Anadoluya girmenizi sağlayanlardır. Bu topraklarda sizden önce Pir Sultanlar Hacı Bektaşlar vardı, Seyit Rızalar vardı.”
(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)