Afganistan, Kadınlar İçin “En Baskıcı” Ülkelerden Biri

Birlemiş Milletler (BM), yaklaşık dört yıldır Taliban yönetimi altında bulunan Afganistan’da kadınların temel hak ve özgürlüklerinin “benzeri görülmemiş” bir saldırı altında olduğunu duyurdu.

Haber Merkezi / Birlemiş Milletler (BM) Kadın Birimi, 2024 Afganistan Cinsiyet Endeksi raporunda, Afgan kadınlarının ve kız çocuklarının kamusal yaşamın hemen her alanından sistematik olarak silindiğini belirtti. Raporda, genç kadınların onda sekizinin eğitim, beceri eğitimi ve istihdamdan dışlandığı, bunun da erkeklere kıyasla dört kat daha fazla olduğu vurgulandı.

Raporda, Afganistan’ın işgücünde şu anda en büyük cinsiyet eşitsizliğine sahip ülkelerden biri olduğu, kadınların yalnızca yüzde 24’ünün katılım gösterirken, erkeklerin yüzde 89’unun katılım gösterdiği belirtildi. Rapora göre, kadınların finansal hizmetlere erişimi de keskin bir şekilde azaldı. Kadınların yalnızca yüzde 6,8’i artık bir banka hesabına sahip veya mobil para hizmetlerini kullanırken, erkeklerde bu oran yüzde 20,1.

Raporda, aile planlaması hizmetlerine ihtiyaç duyan Afgan kadınlarının yarısından azının modern doğum kontrol yöntemlerine erişebildiği belirtildi. Bu arada, ergenlik çağındaki doğum oranı 15 ila 19 yaşlarındaki 1.000 kızda 62 doğum gibi endişe verici bir seviyeye yükseldi.

Raporda, “Taliban kabinesinde veya yerel ofislerde hiçbir kadın görev almıyor” ifadesi yer alırken, bu durumun kadınların hayatlarını etkileyen politikaların şekillendirilmesine katılımları açısından ciddi bir gerileme olduğu belirtildi.

BM Kadın Birimi, bu kısıtlamalara rağmen Afgan kadınların çaba göstermeye devam ettiğini ve hem ulusal hem de yerel düzeyde Taliban yetkililerine endişelerini iletmenin yollarını aradığını bildirdi. BM Kadın Birimi Yöneticisi Sima Bahous, “Afganistan’ın en büyük kaynağı kadınları ve kızlarıdır” dedi.

Taliban ve Afganistan

Taliban Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareket ve askeri organizasyondur. Kendilerine Afganistan İslam Emirliği demekte olup ülke içinde bir savaş (veya cihat) sürdürmüştür.

İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulan Taliban’ın 2016’dan beri lideri Mevlevi Hibetullah Ahundzade’dir.

Taliban, 1996’dan 2001’e kadar, Afganistan’ın kabaca dörtte üçüne hükmetmiş ve kendilerine göre yorumladıkları şeriatı uygulamıştır. 1994 yılında Afgan İç Savaşı’nın önde gelen gruplarından biri olarak ortaya çıkmıştı ve büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştun bölgelerindeki geleneksel İslami okullarda (medreselerde) eğitim görmüş ve Sovyet-Afgan Savaşı’nda savaşmış öğrencilerden (talebe) oluşmaktaydı.

Muhammed Ömer’in önderliğindeki hareket, Mücahid liderlerinden aldığı güçle Afganistan’ın çoğu bölgesine yayıldı. 1996’da totaliter Afganistan İslam Emirliği kuruldu ve Afganistan’ın başkenti Kandahar’a transfer edildi. 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık 2001’de Amerikan liderliğindeki Afganistan işgaliyle devrilene kadar ülkenin çoğunu kontrol etti.

En etkin dönemlerinde, Taliban hükûmeti diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Grup daha sonra Afganistan Savaşı’nda Amerikan destekli Hamid Karzai yönetimine ve NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne karşı bir direniş hareketi olarak yeniden bir araya geldi.

Taliban, birçok Afgan’a uygulanan sert muameleyle sonuçlanan şeriat yorumu nedeniyle uluslararası alanda kınandı. 1996’dan 2001’e kadar olan iktidarları sırasında, Taliban ve müttefikleri Afgan sivillere karşı katliamlar gerçekleştirdi, açlıktan ölmek üzere olan 160.000 sivile Birleşmiş Milletler’in gıda tedarikini engelledi ve yakıp yıkma taktiği uyarınca geniş ve verimli toprakları yakarak on binlerce evi yok etti.

Taliban, Afganistan’ı kontrol ederken, insanları veya diğer canlıları tasvir eden resimler ve filmler ile def haricinde bir enstrümanın kullanıldığı müziği yasakladı, kadınların okula gitmesini engelledi, kadınların sağlık hizmetleri dışındaki işlerde çalışmasını yasakladı (erkek doktorların kadınları görmesi de yasaklandığı için) ve kadınların dışarıda bir erkek akraba ile dolaşmalarını ve burka giymelerini zorunlu kıldı.

Belirli kuralları çiğneyen kadınlar alenen kırbaçlandı veya idam edildi. Dini ve etnik azınlıklar, Taliban yönetimi altında ağır bir şekilde ayrımcılığa uğradı. Birleşmiş Milletler’e göre, 2010’da Afgan sivil ölümlerinin %76’sından, 2011 ve 2012’de ise %80’inden Taliban ve müttefikleri sorumluydu. Kültürel soykırıma da girişen Taliban, Bamyan’ın 1500 yıllık Buda heykelleri de dahil olmak üzere çok sayıda anıtı yok etmiştir.

Taliban’ın ideolojisi; Diyubendi köktendinciliği ve militan İslamcılığın, Peştunvali olarak bilinen Peştun sosyal ve kültürel normlarıyla birleştirilmesine dayanan “yeni” bir şeriat hukuku biçimi olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası topluluklar ve Afgan hükûmeti; sıklıkla Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat’ını ve ordusunu; kuruluşunda, iktidarda oldukları süre boyunca ve direniş süreci boyunca Taliban’a destek sağlamakla suçlamıştır. Pakistan ise 11 Eylül saldırılarından sonra gruba yönelik tüm desteğini kestiğini belirtmiştir. 2001 yılında, El Kaide lideri Usame bin Ladin komutasındaki 2.500 Arap’ın Taliban için savaştığı bildirilmiştir.

2020’nin Şubat ayında Trump yönetimi, 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair Taliban ile anlaşma imzaladı. Karşılığında Taliban, El Kaide gibi terörist gruplarıyla bağlantısını kesecek, şiddeti azaltacak ve Amerika destekli Afgan hükûmetiyle müzakere edecekti. Her iki taraf da bu anlaşmanın şartlarını tam olarak yerine getirmese de, çekilme başladı.

15 Ağustos 2021’de Kabil’in düşmesiyle Taliban, Afganistan yönetimine tekrar sahip oldu.

Paylaşın

İnsan Hakları, İklim Krizi Tehdidi Altında

İklim krizi artık yalnızca çevresel değil, temel bir insan hakları meselesi. Gerekli adımlar atılmazsa, 2025 ve sonrasında dünya daha derin insani ve ekolojik krizlerle karşı karşıya kalacak.

Uluslararası Af Örgütü, yayımladığı “2024-25 Dünya İnsan Haklarının Durumu” raporunda, iklim krizinin dünya genelinde insan hakları üzerindeki yıkıcı etkilerini çarpıcı verilerle gözler önüne serdi.

Bianet’in aktardığı rapora göre, yedi kıtada 150 ülke iklim kaynaklı adaletsizliklerden doğrudan etkilenirken, iklim değişikliğiyle birlikte yoksulluk, çatışma ve siyasi baskıdan oluşan “zehirli karışım” 2024 yılında tahminen 110 milyon insanı yerinden etti.

Afrika

Sudan, iklim ve çatışma kaynaklı dünyanın en büyük yerinden edilme krizini yaşadı.
Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Kamerun gibi ülkelerde seller yüzlerce ölüme yol açtı.
Kuraklık ve aşırı yağış Somali gibi ülkelerde ekonomik çöküşe neden oldu.
Bazı ülkeler fon bulabilmek için borçlanmaya zorlandı; Namibya ve Fildişi Sahili büyük yatırım aldı.
Senegal’de çevre riskleri nedeniyle madencilik faaliyetleri askıya alındı.

Amerika Kıtası

Amazon yağmur ormanları yangınlarla büyük ölçüde tahrip oldu.
ABD ve Kanada gibi yüksek gelirli ülkeler fosil yakıt bağımlılığını sürdürdü.
Brezilya’da seller 2,3 milyon kişiyi etkiledi, 600 bin kişi yerinden oldu.
Yangınlar Arjantin’den Ekvador’a kadar pek çok ülkeyi sardı.

Asya-Pasifik

Hindistan, Pakistan, Nepal gibi ülkelerde sel ve heyelanlar yüzlerce can aldı.
Delhi’de hava kirliliği rekor kırdı.
Çin’de yenilenebilir enerji kullanımı arttı ama dış ülkelerde kömür projeleri sürdü.
Vietnam, Endonezya, Kamboçya gibi ülkelerde çevre savunucuları baskı ve hapisle karşılaştı.

Avrupa ve Orta Asya

Yunanistan ve Portekiz’de sıcak hava dalgaları ölümlere neden oldu.
Türkiye’nin iklim politikaları “kritik ölçüde yetersiz” olarak değerlendirildi.
Hollanda, Norveç ve Belçika gibi ülkeler fosil yatırımlara devam etti.
AİHM, İsviçre’nin yetersiz politikalarının insan haklarını ihlal ettiğine hükmetti.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika

Irak ve Ürdün su kriziyle karşı karşıya.
Kuveyt, Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan fosil yakıt üretimini artırma planlarını sürdürdü.
BM COP28 iklim zirvesine ev sahipliği yapan BAE’nin aynı zamanda petrol anlaşmaları yaptığı ortaya çıktı.

Raporda;

En çok karbon salımı yapan ülkelerin, düşük gelirli ve en çok zarar gören ülkelere sadece cüzi yardımda bulunduğu,
Şirketlerin çevre ve halk sağlığı üzerindeki etkilerinden yetersiz düzenlemeler sayesinde sıyrıldığı,
Aktivistlerin ve sivil toplumun taleplerinin ise çoğunlukla görmezden gelindiği belirtildi.
Öte yandan, AB’nin büyük şirketleri insan hakları ve iklimle ilgili sorumluluk altına sokan “Kurumsal Sürdürülebilirlik Yönergesi”, rapora göre umut veren ender adımlardan biri oldu.

Sonuç

Uluslararası Af Örgütü, devletlerin 2024 itibariyle iklim konusunda verdikleri sözlerin büyük çoğunluğunu yerine getirmediğini, tersine fosil yakıta bağımlılığı artıran politikalar izlemeye devam ettiklerini vurguladı.

Rapora göre iklim krizi artık yalnızca çevresel değil, temel bir insan hakları meselesi. Gerekli adımlar atılmazsa, 2025 ve sonrasında dünya daha derin insani ve ekolojik krizlerle karşı karşıya kalacak.

Paylaşın

Dünya, İnsan Haklarında 1948 Öncesine Mi Dönüyor?

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, dünyanın 1948’in evrensel insan hakları vaadinden geriye doğru savrulduğuna işaret ederek “otoriter” uygulamalar ve fikirlerin birçok devlete ve topluma nüfuz ettiğini belirtti. 

“Metaforik zaman makinemiz bizi 1985’ten de geriye fırlattı ve kapıları 1948’de sımsıkı kapatılmış bir cehenneme düştük” ifadelerini kullanan Callamard, “Dünyadaki milyonlarca kişi için Gazze bugün, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin mimarlarının çoğunun ahlaki başarısızlığını; evrenselliğe, müşterek insanlığımıza ve ‘bir daha asla’ taahhütlerimizi koruma başarısızlıklarını simgeliyor” diye ekledi.

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) “Dünyada İnsan Haklarının Durumu”na ilişkin 2023/24 raporunu bugün yayınladı. Af Örgütü’nün, “Dünyada İnsan Haklarının Durumu” başlıklı yıllık raporu, insan haklarının 155 ülkedeki gelişimini analiz ediyor.

Geride kalan yıl için, dünya çapında silahlı çatışmalarda sivillerin artan savunmasızlığı, toplumsal cinsiyet eşitliğindeki gerilemeler, insan hakları aktivistlerine yönelik saldırılar ve yapay zeka kullanımından kaynaklanan riskler konu edilirken, Türkiye’deki insan hakları sorunları da özel bir bölümde ele alınıyor.

Türkiye’ye beş sayfa ayıran örgüt; insan hakları savunucuları, gazeteciler, muhalif siyasetçiler ve diğerleri hakkında temelsiz soruşturmaların, yargılamaların ve mahkumiyet kararlarının devam etmesini eleştiriyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’in aktardığına göre; İfade özgürlüğü başlığı altında, 6 Şubat depremlerinin hemen ardından yetkililerin Twitter ve TikTok’a erişimi kısıtladığı belirtilerek hükümetin deprem müdahalesini eleştirdikleri gerekçesiyle gazeteciler dahil en az 257 kişinin gözaltına alındığına dikkat çekildi.

“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ya da “kamu görevlisini hedef gösterme” suçlarından gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığına işaret edilen raporda, pop şarkıcısı Gülşen’in de “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşılama” suçundan 10 ay hapis cezası aldığı ve “konutu terk etmeme” şartıyla tahliye edildiği hatırlatıldı. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı da dahil 15 gazetecinin “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılandığı davanın da devam ettiğine dikkat çekilen raporda gazetecilerin 13 ay tutuklu yargılandığı ifade edildi.

Raporda “Kanun Hükmü” adlı belgeselin festival seçkisinden çıkarılması üzerine başlayan tartışmaların ardından 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptal edilmesi de ifade özgürlüğü başlığı altına ele alındı.

Raporda barışçıl toplanma özgürlüğünün de hukuka aykırı olarak kısıtlandığına dikkat çekildi. Bu başlık altında Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, yaklaşık 5 buçuk yıllık yasağın ardından 11 Kasım’da ilk kez müdahale olmadan Galatasaray Meydanı’nda toplanıp açıklama yapabildiğine dikkat çekilerek ancak Nisan ve Kasım ayları arasında Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın protestolarını dağıtmak ve katılımcıları gözaltına almak için kolluk görevlilerinin hukuka aykırı güç kullanmaya devam ettiği ifade edildi.

Raporda Onur Yürüyüşleri’ne yönelik “hukuka aykırı kısıtlamaların sürdüğü” ifade edildi. Genel yasaklara rağmen ülke genelinde en az altı il ve dört ilçede çok sayıda Onur Yürüyüşü gerçekleştirildiği, Onur Yürüyüşleri döneminde izleyiciler, çocuklar, avukatlar, gazeteciler, üniversite öğrencileri, insan hakları savunucuları ve yabancı uyruklular dahil en az 224 kişinin keyfi olarak gözaltına alındığı belirtildi.

Muğla’daki Akbelen Ormanı’nda bir kömür madeni sahasını genişletmek için binlerce ağacın kesilmesini protesto eden ekoloji aktivistlerine karşı da hukuka aykırı güç kullanıldığı ve en az 50 aktivistin gözaltına alındığı hatırlatıldı.

Örgütlenme özgürlüğünün ihlaline ilişkin ise “Türkiye’nin hükümetler arası Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadeleye ilişkin tavsiyelerini sivil toplum örgütlerinin taciz edilmesini kolaylaştırmanın kılıfı olarak kullanmaya devam ederken bir yandan da FATF’nin ‘gri liste’sinde olmaya devam etti” değerlendirmesi yapılan raporda, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatılmasına ilişkin açılan dava hatırlatıldı.

Ayrıca Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması ve partinin eski ve mevcut 451 üyesine beş yıl süreyle siyasi yasak getirilmesi istemiyle dava açıldığına, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin 11 üyesinin ise “TTB’nin kuruluş amaçlarına aykırı faaliyette bulundukları” gerekçesiyle görevden alındığına dikkat çekildi.

Raporun insan hakları savunucularına baskıların değerlendirildiği bölümünde ise Türkiye’nin Osman Kavala’yı serbest bırakmayı reddetmesi nedeniyle ihlal prosedürüyle karşı karşıya olmasına rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamamaya devam ettiği hatırlatıldı.

Şebnem Korur Fincancı’nın 2022’de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde kimyasal silah kullanımı iddiaları hakkında bağımsız bir soruşturma yapılması çağrısında bulunduğu için Ocak ayında “terör örgütü propagandası yapma” suçundan 32 ay hapis cezasına mahkum edildiği ve 76 gün tutuklu kaldığı belirtilen raporda, ayrıca Eylül ayında Yargıtay’ın Osman Kavala’ya verilen müebbet hapis ve Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman hakkındaki 18’er yıl hapis cezalarını onadığı vurgulandı.

Can Atalay’ın Mayıs ayındaki parlamento seçimlerinde Hatay Milletvekili seçilmesi ve Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) iki kez, Atalay’ın devam eden tutukluluğunun haklarının ihlali olduğuna hükmetmesine rağmen Yargıtay’ın AYM’nin bağlayıcı kararlarını uygulamayı reddettiği belirtildi.

Mülteci karşıtı politika ve siyasi söylemlerin yarattığı atmosfer de Af Örgütü raporunun Türkiye bölümünde yer aldı. Rapora göre mültecilere ve göçmenlere yönelik ayrımcı ve yaftalayıcı söylemler Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler öncesinde arttı.

“Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi döneme, önde gelen adayların ırkçı ve mülteci karşıtı söylemlerinin damga vurduğu” ifade edilen raporda, 6 Şubat depremlerinden sonra da hem siviller hem de kamu görevlilerinin ırkçı saldırılarla Suriyeli mültecileri fiziksel şiddete ve/veya nefret söylemiyle sözlü tacize maruz bıraktığı, Suriyeli mültecilerin, depremden kurtulan Türkiye vatandaşlarına yer açmak için konteyner kamplardan çıkarıldığı belirtildi.

Öte yandan raporda Mayıs seçimleri öncesinde LGBTİ+’ların da artan ayrımcı ve yaftalayıcı söylemlerle karşı karşıya kaldığına dikkat çekildi. Raporda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs ayında katıldığı bir televizyon programında sarf ettiği “LGBT denilen olay aile kurumuna sokulmuş bir zehirdir. Bu zehri hele hele halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke olarak kabullenmemiz mümkün değil” ifadeleri de yer aldı.

Raporda ayrıca Şubat depremlerinin ve çadır kentlerdeki koşullar engelli kişileri orantısız bir şekilde etkilediği, depremlerin ardından birçok LGBTİ+’nın da güvenlik endişeleri nedeniyle barınma, tıbbi bakım ve diğer yardımlara erişimden kaçındığı, diğer yandan kamu görevlilerine yönelik cezasızlık politikalarının devam ettiği vurgulandı.

Yüksek gıda enflasyonu nedeniyle yoksullaşmanın arttığı ve ekonomik, sosyal ve kültürel hakların ihlal edildiğine işaret edilen raporda, Türkiye’nin kömüre bağımlı enerji politikalarının devam etmesi nedeniyle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı özelinde de sorunlara dikkat çekildi.

Dünya 1948 öncesine mi dönüyor?

Raporun önsözünü kaleme alan Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, dünyanın 1948’in evrensel insan hakları vaadinden geriye doğru savrulduğuna işaret ederek “otoriter” uygulamalar ve fikirlerin birçok devlete ve topluma nüfuz ettiğini belirtti.

“Metaforik zaman makinemiz bizi 1985’ten de geriye fırlattı ve kapıları 1948’de sımsıkı kapatılmış bir cehenneme düştük” ifadelerini kullanan Callamard, “Dünyadaki milyonlarca kişi için Gazze bugün, İkinci Dünya Savaşı sonrası sistemin mimarlarının çoğunun ahlaki başarısızlığını; evrenselliğe, müşterek insanlığımıza ve ‘bir daha asla’ taahhütlerimizi koruma başarısızlıklarını simgeliyor” diye ekledi.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının geniş yer bulduğu raporda, çatışmalara müdahalede ırksal ayrımcılığın ortaya çıktığı belirtilerek “Ayrımcı çifte standartlar yalnızca ABD ve pek çok Avrupa devletinin İsrail ve İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşanan çatışmalar hakkındaki söylem ve politikalarında değil, sonuçları bakımından da belirginleşiyor. Birçok hükümet, Filistinlilerle dayanışma protestolarına hukuksuz kısıtlamalar getirdi. Avusturya, Fransa, Almanya, Macaristan, Polonya ve İsviçre hükümetleri 2023’te kamu düzeni veya ulusal güvenliğe yönelik muğlak riskleri öne sürerek ve bazı durumlarda ırkçı kalıp yargılara başvurarak bu protestoları önden yasakladı” denildi.

Öte yandan Callamard, kuzeyden güneye, doğudan batıya otoriter politikaların, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini silip süpürdüğünü, toplumsal cinsiyet eşitliğine darbe vurarak cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarını aşındırdığına dikkat çekerek, Afganistan’da kadın veya kız çocuk olmanın fiilen suç haline getirildiğini, ABD’de 15 eyaletin kürtajı tamamen veya son derece istisnai durumlar dışında yasakladığını hatırlattı.

Raporda, 2023’ün bir “eşitsizlik yılı” olduğu vurgulanarak, Birleşik Krallık’tan Macaristan’a, Hindistan’a kadar birbirinden farklı birçok ülkede, ekonomik ve sosyal hakları savunanların en fazla hedef alınan aktivistler arasında olduğu, iklim aktivistlerinin “terörist” olarak yaftalandığı, Ortadoğu’da hükümetlerin ekonomi yönetimini eleştirenlerin, Asya-Pasifik’te sendikalar, Batı Afrika’da yolsuzlukla mücadele edenlerin susturulduğu ve keyfi olarak tutuklandığı belirtildi.

Raporda ayrıca üretken yapay zeka teknolojilerinin teknoloji kaynaklı suistimalleri artırdığına, hakların yaygın olarak aşındırılmasına kapı açtığına da dikkat çekildi: “Devletler, son derece müdahaleci casus yazılımları ve yüz tanıma teknolojilerini acilen yasaklamalıdır. Yapay zeka teknolojilerinin yol açtığı riskleri ve zararları ortadan kaldırmak için güçlü yasalar ve yönetmelikler çıkarmalıdırlar. Büyük teknoloji şirketlerini, özellikle bu şirketlerin gözetim temelli iş modelinin zararlarına son vermek yoluyla dizginlemelidirler.”

Paylaşın

İran, 2022 Yılında 582 Kişiyi İdam Etti

Ölüm Cezasına Karşı Hep Beraber (ECPM) isimli örgüt tarafından hazırlanan rapora göre, İran geçen yıl en az 582 kişiyi idam etti. Bu 2015’ten bu yana görülen en yüksek sayı; 2021’de gerçekleşen 333 idamın da oldukça üzerinde. Rapora göre 2022’de idam edilenler arasında 16 kadın, 3 de çocuk var.

İran İnsan Hakları Örgütü Direktörü Mahmud Amiri Moghaddam, uluslararası tepkilerin protestolarla ilgili idamları frenlediğini ancak rejimin toplumun geneline korku yaymak amacıyla diğer davalarda idam cezalarına yoğun bir şekilde devam ettiğini belirtti.

İnsan hakları örgütleri, kadın haklarına yönelik protestolara sahne olan İran’da 2022 yılında bir önceki yıla göre idamların sayısında yüzde 75 artış olduğunu bildirerek “infaz makinesi” olarak tanımladıkları Tahran yönetimini kınadı.

Norveç merkezli İran İnsan Hakları Örgütü ve (IHR) ve Paris merkezli Ölüm Cezasına Karşı Hep Beraber (ECPM) isimli örgüt tarafından hazırlanan rapora göre, İran geçen yıl en az 582 kişiyi idam etti. Bu 2015’ten bu yana görülen en yüksek sayı; 2021’de gerçekleşen 333 idamın da oldukça üzerinde. Rapora göre 2022’de idam edilenlerler arasında 16 kadın, 3 de çocuk var.

Tahran rejimi, geçen Eylül ayında kadınlara yönelik katı kıyafet kurallarını ihlal ettiği iddiasıyla tutuklanan 22 yaşındaki Jin Mahsa Amini’nin gözaltındaki ölümünün ardından ülke çapına yayılan protesto dalgasıyla karşı karşıya kalmıştı.

Protestolarla ilgili açılan davalarda 4 kişi idam edilirken, İran yönetimi uluslararası tepkilerin hedefi olmuştu.

İran İnsan Hakları Örgütü Direktörü Mahmud Amiri Moghaddam, uluslararası tepkilerin protestolarla ilgili idamları frenlediğini ancak rejimin toplumun geneline korku yaymak amacıyla diğer davalarda idam cezalarına yoğun bir şekilde devam ettiğini belirtti.

Moghaddam, “Protestoculara verilen idam cezalarına gösterilen uluslararası tepkiler İslam Cumhuriyeti’nin infazlara devam etmesini zorlaştırdı. Bunu dengelemek ve halk arasında korku yaymak için yetkililer siyasi olmayan suçlamalarla infazları yoğunlaştırdı. Bunlar İslam Cumhuriyeti’nin infaz makinesinin ‘ucuz’ kurbanlarıdır” diye konuştu.

Raporda, dört kişinin protestolarla ilgili suçlamalarla idam edilmesinin dışında, idam cezasına çaptırılmış ya da idam cezası gerektiren suçlamalarla karşı karşıya olan toplam 100 göstericinin daha olduğu kaydedildi.

Uyuşturucuyla bağlantılı idamlarda artış

Raporda, protestoların patlak vermesinin ardından uyuşturucuyla bağlantılı infazların sayısındaki keskin artıştan duyulan endişe de dile getirildi.

İran’da narkotikle mücadele yasasında 2017’de yapılan değişikliklerin etkisiyle uyuşturucuyla bağlantılı idamların sayısında düşüş yaşanıyordu. Bu durum 2021’e kadar ülkedeki toplam idam sayısındaki düşüşe de önemli ölçüde etki etti.

Protestoların başlamasından sonra infaz edilen idam cezalarının yarısında fazlası uyuşturucu suçuyla bağlantılı. Uyuşturucu suçu, 2022’deki toplam idamların ise yüzde 44’ünü oluşturdu.

Raporda uyuşturucuyla bağlantılı idamların 2021’dekinden iki kat, 2020’dekinden ise on kat daha fazla olduğu belirtildi.

Hak örgütleri, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UNODC) bu keskin artışa tepki vermemesinden yakındı.

Azınlıklara karşı baskı aracı

Raporda, İran nüfusunun sadece yüzde 2 ila 6’sını temsil ettiği belirtilen ve çoğunluğu Sünni Müslüman olan Beluç azınlıkların ülke genelindeki tüm idamların yüzde 30’unu oluşturduğu ifade edildi.

Uyuşturucu suçundan idam edilen Kürtlerin ve Arapların sayısında da benzer orantısızlık olduğu vurgulanan raporda, “Ölüm cezası, İran’daki etnik azınlıkların maruz kaldığı sistematik ayrımcılığın ve kapsamlı baskının bir parçasıdır” denildi.

2022’de en fazla idam 288 ile cinayet suçu nedeniyle infaz edildi. Bunun son 15 yılın en yüksek oranı olduğu belirtildi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye ‘İnsan Hakları’ Eleştirisi

Almanya’nın 15’inci İnsan Hakları Politikaları Raporu’nda Türkiye’de basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünün anayasal güvence altında olduğu, ancak terörle mücadele ve ceza kanunlarının yorumlanma şeklinin bu özgürlükleri güçlü bir şekilde kısıtladığı kaydedildi.

Raporda, siyasi davalardaki soruşturma ve yargılama süreçlerinin yargı bağımsızlığının sınırlarını gözler önüne serdiği, sivil toplumun geniş kesimlerinde caydırıcı etki yarattığı kaydedildi. Raporda aşamalı olarak Ekim 2019’dan itibaren yürürlüğe konulan yargı reformu ile Mart 2021’de sunulan İnsan Hakları Eylem Planının şimdiye kadar temel sorunların giderilmesine katkı sağlamadığı da kaydedildi.

2020 yılı Ekim ayı ile bu yıl Ekim ayına kadarki dönemi kapsayan ve Alman hükümetinin önümüzdeki dönemde izleyeceği politikaların çerçevesini çizen 15’inci İnsan Hakları Politikaları Raporu kabinede kabul edildi. Raporda Türkiye’ye ayrılan bölümde özgürlükler ve yargı bağımsızlığı konusunda eleştiriler öne çıktı. Metinde Türkiye’de basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünün anayasal güvence altında olduğu, ancak terörle mücadele ve ceza kanunlarının yorumlanma şeklinin bu özgürlükleri güçlü bir şekilde kısıtladığı kaydedildi.

Siyasi davalar ve basın özgürlüğü

Raporda, siyasi davalardaki soruşturma ve yargılama süreçlerinin yargı bağımsızlığının sınırlarını gözler önüne serdiği, sivil toplumun geniş kesimlerinde caydırıcı etki yarattığı kaydedildi. Soruşturma makamlarının eleştirel seslere ve dijital ortamdaki “kışkırtıcı” olduğu belirtilen içeriklere karşı sert müdahale için hukuki araçlara sahip olduğu belirtilen raporda, Türkiye’nin Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2022 yılı Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke arasında 149’uncu sırada yer aldığına işaret edildi.

Raporda aşamalı olarak Ekim 2019’dan itibaren yürürlüğe konulan yargı reformu ile Mart 2021’de sunulan İnsan Hakları Eylem Planının şimdiye kadar temel sorunların giderilmesine katkı sağlamadığı da kaydedildi.

Osman Kavala eleştirisi

Alman hükümetinin raporunda Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamadaki eksikliklerinin yıllardır eleştirilere neden olduğu belirtilerek, AİHM’in Osman Kavala’nın serbest bırakılmasıyla ilgili kararını uygulamayan Türkiye’ye karşı Avrupa Konseyi’nde Aralık 2021’de ihlal süreci başlatıldığı hatırlatıldı.

Kadın hakları ve LGBTİ

Raporda Türkiye’nin 1 Temmuz 2021’de İstanbul Sözleşmesinden “eşcinselliği normalleştirdiği” gerekçesiyle çekildiği belirtilerek sözleşmenin feshinin kadınların hukuki korunma seviyesinde henüz bir değişikliğe yol açmadığı, ancak kadın örgütlerinin yasaların yeterince uygulanmaması ve cezasızlık nedeniyle ev içi şiddeti teşvik eden bir toplumsal ortam yaratıldığı şikayetinde bulundukları kaydedildi.

Raporda Türkiye’de cinsel yönelim ve cinsel kimliğin açık ve özgür bir şekilde yaşanması konusunda hukukî yasaklamalar bulunmadığı, ancak ayrımcılığa karşı hukuki bir koruma da bulunmadığı kaydedildi. Belgede eşcinsellik karşıtı söylemin medya ve siyasette çok yaygın olduğuna, gösterilerin yasaklandığına da dikkat çekildi.

Sığınmacılar konusunda övgü

Raporda Türkiye’nin dört milyondan fazla sığınmacı ve göçmeni kabul ederek takdire şayan bir başarı gösterdiği, ancak koruma statüsüne erişimin artırılmasına devam edilmesi gerektiği kaydedildi.

Raporda Alman hükümetinin dünya çapında insan hakları alanındaki önceliklerine de yer verildi. Önümüzdeki iki yıllık dönem için belirlenen öncelikli alanlar; cinsiyet eşitliği, çeşitlilik, cinsel yönelim ve cinsel kimlik nedeniyle uğranılan ayrımcılık, ırkçılık, antisemitizm, Müslümanlara karşı düşmanlık, Antiziganizm (Çingene karşıtlığı) ile gruplara yönelik diğer insan hakları düşmanlığı formları olarak sıralandı. Hükümetin hedefleri arasında din özgürlüğü ve çocukların daha iyi korunması için çalışmalar yürütülmesi de yer aldı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın