Eurofighter’ların Türkiye’ye Maliyeti 5,4 Milyar Sterlin

Türkiye’nin İngiltere’den 20 Eurofighter savaş uçağı almasına yönelik anlaşmanın bedelinin 5,4 milyar sterlin olduğu bildirildi. Katar ve Umman’dan alınacak Eurofighter’larla ilgili çalışmaların da devam ettiği duyuruldu.

Millî Savunma Bakanlığı (MSB), İngiltere’yle hafta başında imzalanan Eurofighter anlaşmasının bedeline ilişkin açıklamada bulundu.

“Hava Kuvvetleri Komutanlığının harekat ihtiyacının karşılanması maksadıyla imzalanan anlaşmanın tedarik içeriğinde 20 adet yeni üretim Eurofighter Typhoon uçağı, uçaklara ait görev ekipmanları ve muhtelif çeşit ve miktarda mühimmatlar bulunduğu” belirtilen açıklamada, proje bedeli “yaklaşık 5,4 milyar sterlin” olarak ifade edildi.

Bakanlığın açıklamasında Katar ve Umman’dan alınacak Eurofighter Typhoon’larla ilgili çalışmaların da devam ettiği belirtildi. Türkiye’nin bu iki ülkeden 12’şer ikinci el Eurofighter Typhoon uçağı alması bekleniyor.

Londra, Türkiye’yle imzalanan anlaşmanın bedelinin 8 milyar sterlini bulduğunu açıklamıştı. İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ofisinden yapılan açıklamada anlaşma sayesinde İngiltere’de on binlerce kişinin istihdamının uzun yıllar güvence altına alındığı belirtilerek “Bu, bir nesildir yapılan en büyük savaş uçağı ihracat anlaşması oldu” denilmişti.

MSB’nin açıklamasında Suriye’deki güncel duruma da yer verildi. Bakanlık, Suriye ordusundan bazı birliklerin Türkiye’de askerî eğitim aldığını duyurdu.

Şam’ın “tüm kurum ve birimleri ile yeniden yapılanmaya, ülkede istikrar ve güvenliğin tesisine yönelik gayretli çalışmalarına devam ettiği” belirtilen açıklamada, “13 Ağustos 2025 tarihinde ‘Ortak Eğitim ve Danışmanlık Mutabakat Muhtırası’ imzalanması sonrası Suriye hükümetinin talepleri doğrultusunda, savunma ve güvenlik kapasitesini artırmaya yönelik eğitim, ziyaret, danışmanlık ve teknik destek faaliyetleri sürdürülmektedir” denildi.

Bu kapsamda, Suriye ordusunun bir kısım birliklerinin ordunun kapasite geliştirme ihtiyacını karşılamak amacıyla “Türk Silahlı Kuvvetlerine ait kışla ve eğitim alanlarından faydalanarak Türkiye’de askerî eğitimler icra ettiği” kaydedildi.

Bakanlığın açıklamasında, “Bununla birlikte, ‘terör örgütü SDG’nin Suriye Geçici Hükümetine entegrasyonu’ ile ilgili hususlar Bakanlığımız tarafından dikkatle ve hassasiyetle takip edilmektedir” ifadelerine yer verildi. PKK’nın silah bırakma ve fesih sürecinin de Türk devletinin “ilgili kurumları tarafından büyük bir dikkatle yönetilmekte ve takip edilmekte” olduğu aktarıldı.

Paylaşın

Türkiye, İngiltere’den Eurofighter Typhoon Alıyor

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, ülkesinin Türkiye’ye 20 savaş uçağı satacağını söyledi. Keir Starmer, anlaşmanın toplam 10.7 milyar dolara karşılık geldiğini kaydetti.

İngiltere Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise, Türkiye’nin savaşı uçağı siparişinin “bir nesil sonra en büyük savaş uçağı anlaşması” olarak nitelendirildi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Türkiye’nin İngiltere’den 20 adet Eurofighter Typhoon savaş uçağı almasına yönelik anlaşmayı imzaladı.

Starmer’in ofisinden yapılan açıklamada, Türkiye’nin bu uçaklar için 8 milyar sterlin ödeyeceği duyuruldu.

Erdoğan, imza töreninde yaptığı konuşmada, “Eurofighter Typhoon savaş uçaklarının tedarikine dair uygulama düzenlemeleri heyetlerarası görüşmelerde imzalandı. Birleşik Krallık ile bu iş birliğimizin savunma sanayiinde müşterek projelere de kapı aralayacağına inanıyorum. Bu mutabakatı iki yakın müttefik olarak aramızdaki stratejik ilişkilerin yeni bir nişanesi olarak görüyorum” dedi.

Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, İngiltere ile imzalanan anlaşmayla eş zamanlı olarak Katar ve Umman’dan da Eurofighter Typhoon savaş uçağı alınacağını duyurdu. Güler, Türkiye’nin Katar ve Umman’dan 12’şer, İngiltere’den 20 olmak üzere toplamda 44 Eurofighter Typhoon alımı yapacağını açıkladı.

Eurofighter uçaklarının İngiltere’de son montajının yapıldığı fabrikada üretim Temmuz ayında durmuştu.

BAE Systems’in Lancashire’daki Warton üretim tesisi, “İngiltere içinden ya da dışarıdan yeni sipariş gelmemesi” nedeniyle üretim bandını durdurmuştu. İşçileri temsil eden sendika Unite, tesiste çalışan yüzlerce işçinin başka üretim tesislerine ya da Kraliyet Hava Kuvvetleri üslerine gönderildiğini aktarmıştı.

Sendika, 22 Ekim’de yaptığı açıklamada, Eurofighter ve F-35 üreten fabrikalardaki mühendis ve işçilerin, BAE Systems ile ücretlerde anlaşamamaları üzerine grev kararı aldıklarını açıkladı. Unite, üretim ve kalite kontrolün de dahil olduğu dört departmanın katılacağı grevin ilk aşamasının 5-25 Kasım arasında yapılacağını duyurdu.

Sendikadan yapılan açıklamada “Bu üretimi aksatacak ve üretim tesislerini durma noktasına getirecektir” denildi. Çalışanlar BAE’in %3,6’lık zam teklifini “enflasyon oranının altında olması” nedeniyle reddetti.

Paylaşın

İngiltere, Kanada ve Avustralya Filistin’i Tanıdı

Filistin’in uluslararası diplomasi sahnesindeki konumunu güçlendirecek kritik adımlar atılmaya devam ediyor. İngiltere, Kanada ve Avustralya Filistin’i resmen tanıdı.

Haber Merkezi / Bu hamle, Gazze’de yaşanan insani kriz sürerken İsrail hükümeti üzerinde baskı oluşturma çabası olarak değerlendiriliyor.

Filistin devletinin varlığı, çoğunluğu on yıllar önce olmak üzere, 193 BM üyesinin yaklaşık 150’si tarafından kabul edilmiş durumda. ABD ve diğer Batılı ülkeler, uzun süredir devam eden Orta Doğu ihtilafını çözüme kavuşturacak nihai bir anlaşmanın Filistin devletini de içermesi gerektiğini savunarak bundan kaçındı.

İngiltere Başbakanı Kier Starmer, sosyal medya hesabından yayımladığı video mesajında “Ortadoğu’da büyüyen dehşet karşısında, barış ve iki devletli çözüm ihtimalini hayatta tutmak için harekete geçiyoruz. Bu yaşayabilir bir Filistin devletinin yanında güvenli ve İsrail demek ve şu an ikisine de sahip değiliz” dedi.

Daha sonra Filistin devletinin “tanınma zamanının geldiğini” vurgulayan Starmer, “Dolayısıyla bugün barış ve iki devletli çözüm umudunu canlandırmak için bu büyük ülkenin başbakanı olarak Birleşik Krallık’ın resmen Filistin devletini tanıdığını net bir şekilde duyuruyorum” dedi.

Starmer ayrıca bunun “Hamas için bir ödül olmadığını” çünkü ilanın aynı zamanda “Hamas’ın geleceği, hükümette ve güvenlik bir rolu olmayacağı anlamına geldiğini” vurguladı.

Kanada da Filistin devletini tanıyan ilk G-7 üyesi ülke oldu. Kanada Başbakanı Mark Carney “Kanada Filistin devletini tanıyor” dedi. Carney sosyal medya paylaşımında “Kanada Filistin devletini tanıyor ve hem Filistin devleti hem de İsrail devleti için barış dolu bir gelecek vaadini gerçekleştirmek için ortaklımızı sunuyoruz” ifadelerini kullandı.

Avustralya’nın, bugünden itibaren bağımsız ve egemen Filistin Devleti’ni tanıdığını bildiren Başbakan Anthony Norman Albanese, “Avustralya böylece Filistin halkının hakkı olan ve uzun zamandır hedeflediği amaçlarını tanımaktadır.” ifadesini kullandı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kanada ve Avustralya’nın kararını “terörü ödüllendirmek” şeklinde niteledi. Netanyahu, bu tür adımların Gazze’de ateşkesi ve rehinelerin serbest bırakılmasını zorlaştıracağını savunarak, “İsrail’in varlığını tehlikeye atan bir cihatçı devletin önünü açıyorlar” dedi.

Tanımanın Filistin açısından sonuçları ne ?

Filistin Devleti’nin İngiltere, Kanada ve Avustralya tarafından tanınması, otomatik olarak büyükelçiliklerin açılması ve büyükelçilerin değişimi anlamına gelmiyor. Gerçekte, diplomatik temsilin düzeyi daha çok devletler arasında aşama aşama müzakere edilecek.

Dolayısıyla üç ülkenin daha Filistin devletini tanımasının, Birleşmiş Milletler’deki statüsü üzerinde de hiçbir etkisi olmayacak. Filistin, 2012 yılından bu yana BM üyesi olmayan “gözlemci devlet” statüsüyle toplantılara katılıyor.

Filistin’in “üye devlet” statüsünün kabul edilmesine yalnızca Güvenlik Konseyi karar verebiliyor. Bu yöndeki bir öneri de masaya yatırılmış ve birkaç hafta önce Amerika’nın vetosu ile engellenmişti.

Bu nedenle Madrid, Dublin ve Oslo’nun, üçlü ve eşzamanlı tanınması, her şeyden önce siyasi bir jest. İsrailli liderlere, İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözüm fikrini yeniden teyit etmeleri yönünde bir mesaj.

Ayrıca bu güne kadar güney ülkeleri tarafından tanınan Filistin devletinin Oslo ve Dublin gibi kuzey başkentleri tarafından da tanıması önemli bir aşama olarak tanımlanıyor.

Paylaşın

Nükleer Güçlerin Rekabeti Tırmanıyor

Nükleer güç olan ABD, Rusya, Kuzey Kore, Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan ve İsrail’in 2024’te nükleer silahlar için harcamaları yüzde 11 oranında artarak 100 milyar 200 milyon dolara ulaştı.

Bu artışın nükleer silahların modernizasyonu ve nükleer silah cephaneliğinin güçlendirilmesi için yapılan yatırımları yansıttığı belirtiliyor. Beş yıl önce nükleer güçlerin nükleer silahlara toplam harcaması 68 milyar dolar tutarındaydı. Yani son beş yılda nükleer silahlara harcamalar yüzde 47’den fazla artmış olması dikkat çekiyor.

Dünyada nükleer silahlara sahip dokuz devletin nükleer silahlarını modernize etme ve cephanelerini arttırma yarışı yeni bir boyut kazanıyor.

Nükleer Silahların İmha Edilmesi Koalisyonu (ICAN) tarafından bugün Cenevre’de açıklanan rapor, nükleer güçlerin nükleer cephanelerini modernize etmek ve güçlendirmek için geçtiğimiz yıl harcamalarını dikkat çekici bir oranda artırdığına dikkat çekiyor.

ICAN raporuna göre nükleer güç olan ABD, Rusya, Kuzey Kore, Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan ve İsrail’in 2024’te nükleer silahlar için harcamaları yüzde 11 oranında artarak 100 milyar 200 milyon dolara ulaştı.

Bu artışın nükleer silahların modernizasyonu ve nükleer silah cephaneliğinin güçlendirilmesi için yapılan yatırımları yansıttığı belirtiliyor. Beş yıl önce nükleer güçlerin nükleer silahlara toplam harcaması 68 milyar dolar tutarındaydı. Yani son beş yılda nükleer silahlara harcamalar yüzde 47’den fazla artmış olması dikkat çekiyor.

ABD, 2024’te 56 milyar 800 milyon dolara ulaşan tutar ile nükleer silahlara diğer tüm ülkelerin toplamından daha fazla harcama yapan ülke oldu. ABD’yi, 12 milyar 500 milyon dolar ile Çin, 10 milyar 400 milyon dolar ile İngiltere izledi.

Raporda, “Nükleer silaha sahip ülkelerin 2024’te nükleer silah geliştirmek ve bunları muhafaza etmek için harcadıkları para, neredeyse Birleşmiş Milletler bütçesinin 28 katına eşit” tespitine yer verildi. Bu verileri açıklayan ICAN, küresel çapta nükleer silahsızlanma için mücadele sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bir koalisyon.

ICAN 2017’de Birleşmiş Milletler’de (BM) 122 ülke tarafından kabul edilen ve 2021’de yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nın yolunun açılmasına öncülük etmişti. Bu başarısından dolayı 2017’de Nobel Barış Ödülü’nü layık görülmüştü.

ICAN’ın politika ve araştırma koordinatörü Alicia Sanders-Zakre, özellikle İngiltere ve Fransa’daki harcama artışının Ukrayna’daki savaş ve artan gerginliklerle ilişkili olabileceğini belirtti. Sanders-Zakre “İngiltere ve Fransa’daki harcama artışında, en azından siyasi liderlerin söylemlerinde, Ukrayna’daki devam eden savaşa ve gerginliklere atıfta bulunulduğunu gördük ve bu bir rol oynuyor olabilir” dedi.

İngiltere ve NATO’daki diğer müttefikler artık Rusya’yı Avrupa için en önemli tehdit olarak görüyor. Bu nedenle Almanya gibi pek çok ülke savunma harcamalarını devasa boyutta artırarak silahlanmaya hız veren planlarını da uygulamaya başladı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Her 2 Kişiden 1’i Yeni Bir Dünya Savaşı’nın Yakın Olduğunu Düşünüyor

YouGov ‘un yaptığı yeni bir anket çalışmasına göre; Avrupa’da nüfusun yüzde 41 ile 55’i önümüzdeki 5 ile 10 yıl içerisinde III. Dünya Savaşı’nın çıkma ihtimali olduğunu düşünüyor. ABD’de bu oran yüzde 45 civarında.

Nazilerin koşulsuz teslimiyeti kabul etmesiyle Avrupa’da II. Dünya Savaşı’nın resmen sona erdiği ve sonrasında “Zafer Günü” olarak kutlanan 8 Mayıs’ın 80. yıldönümüne az bir süre kalmışken yeni bir anketin sonuçları yayımlandı.

Anket şirketi YouGov, merkezinin yer aldığı Birleşik Krallık’ın yanı sıra ABD, Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya’da bu çalışmayı gerçekleştirdi. Avrupa ülkelerinde 5-10 yıla III. Dünya Savaşı bekleyenlerin oranı yüzde 41’le 55 arasında değişti. ABD’de ise yüzde 45’i bu görüşü onayladı.

“III. Dünya Savaşı’nda nükleer silah kullanılır” cümlesini benimseyenlerin oranı yüzde 68 ila 76 olurken II. Dünya Savaşı’na kıyasla daha fazla can kaybı olacağını öngörenlerin oranları yüzde 57’yle 73 arasında değişti. Yeni bir cihan harbinde insanların çoğunun öleceğini düşünenlerse yüzde 25-44 bandında.

Yüzde 66’yla 89 arasında değişen oranlarda “Benim ülkem savaşa girer” dendi. Ancak Avrupa’da ordularının kendisini savunabileceğini düşünenler yüzde 16 ila 44’te kaldı. ABD’lilerin yüzde 71’i ordunun kendilerini koruyabileceğini savundu.

III. Dünya Savaşı’nın Rusya yüzünden çıkacağını düşünenlerin oranı yüzde 69’la 82 arasında değişti. Moskova korkusunu “İslamcı terör” izledi. Diğer yandan İspanya, Almanya ve Fransa’da çoğunluk ABD’yle yaşanan gerilimlerin küresel barışa tehdit oluşturduğunu da belirtti.

ABD’de yaşayanların yüzde 52’si, İspanya’dakilerinse yüzde 31’i Nazi Almanyası’nın işlediği türden suçların kendi ülkelerinde meydana gelmesini bizzat görmeyi beklediğini ifade etti. Diğer ülkelerin oranları bu ikisinin arasında kaldı.

Nazileri mağlup etmek için en çok kimin çaba harcadığı sorulduğunda Birleşik Krallık dışındaki ülkelerde ABD diyenler yüzde 40’la 52 arasında değişirken, Sovyetler Birliği yanıtını verenler yüzde 17 ila 28 oldu.

Birleşik Krallık’ta yüzde 41’in kendi ülkelerinin adını zikretmesi dikkat çekti. Zira diğer ülkelerde Londra’yı bu konuda etkili görenler yüzde 5’le 11 arasında değişiyor.

Almanların yüzde 46’sı, ülkelerinin 1945’ten sonra savaş hakkında iyi iş çıkardığını düşünürken yüzde 47’nin “Nazi geçmişi hakkında aşırı bilinçliyiz” dediği görüldü. Bu durumun güncel meselelerde sorun yarattığını savundular. Yüzde 24’se Almanya liderlerinin dengeyi doğru kurduğunu söylüyor.

Barışın korunmasında en çok kimin pay sahibi olduğu sorulduğunda yüzde 52’yle 66 arasında değişen oranlarda yanıt NATO oldu. Yüzde 45 ila 56 da Avrupa Birliği’nin kıtadaki barışın korunmasında etkili olduğunu düşünüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

İngiliz Kültüründe “Paris Komünü”nün İzleri

Paris Komünü, Prusya Savaşı’nın (1870-1871) ardından, Fransa’nın yenilgisi ve III. Napolyon’un düşüşüyle ortaya çıkan siyasi ve toplumsal kaos ortamında doğmuştur.

Haber Merkezi / Paris halkı, savaşın yıkımı, ekonomik zorluklar ve yeni kurulan Üçüncü Cumhuriyet’in muhafazakâr politikalarına karşı ayaklanarak kendi özyönetimlerini kurmuşlardır.

21-28 Mayıs 1871’de, Adolphe Thiers liderliğindeki hükümetin ordusu Paris’e girerek Komün’ü vahşice bastırmıştır. “Kanlı Hafta” (La Semaine Sanglante) olarak bilinen olaylarda on binlerce insan öldürülmüş (tahminler 10.000-30.000 arasında değişir), binlercesi hapse atılmış veya sürgüne gönderilmiştir.

Paris Komünü aynı zamanda, İngiltere’deki sosyalist ve işçi hareketleri için bir dönüm noktası olmuştur. Karl Marx, Komün’ü “Fransa’da İç Savaş” adlı eserinde analiz ederek proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olarak tanımlamıştır.

Marx’ın Londra’da yaşaması ve Uluslararası İşçi Birliği’nin (Birinci Enternasyonal) merkezi olması nedeniyle, Komün’ün yankıları İngiliz düşünürler arasında hızla yayılmıştır.

William Morris gibi sosyalist yazarlar ve sanatçılar, Komün’ün eşitlikçi ideallerinden ilham alarak İngiliz işçi sınıfı hareketlerini şekillendiren eserler üretmişlerdir. Morris’in “News from Nowhere” gibi ütopik eserleri, Komün’ün doğrudan etkisi olmasa da, onun ruhundan beslenen bir vizyonu yansıtmaktadır.

Komün’ün bastırılmasının ardından, binlerce Komünar (Komün üyesi) Fransa’dan kaçarak İngiltere’ye sığınmıştır. Özellikle Londra, bu sürgünler için bir merkez haline gelmiştir.

Devrimci fikirlerin İngiltere’ye taşınması

Komünarlar, İngiliz toplumuna devrimci fikirleri, sanatı ve politik tartışmaları taşımıştır. Örneğin, Komünar sanatçılar ve yazarlar, Londra’daki bohem çevrelerle etkileşime girerek İngiliz sanatında ve edebiyatında radikal temaların daha fazla yer bulmasına katkıda bulunmuştur.

Komünarların varlığı ayrıca, İngiliz işçi sınıfı ile dayanışma ağlarının oluşmasını sağlamıştır; Enternasyonal’in düzenlediği dayanışma gösterileri, İngiliz halkında sınıf bilincini artırmıştır.

Paris Komünü, İngiliz edebiyatında ve sanatında romantik bir devrim sembolü olarak yer bulmuştur. Victorian dönemin muhafazakâr havasına karşı çıkan yazarlar, Komün’ü özgürlük ve direnişin bir örneği olarak görmüştür.

George Bernard Shaw gibi Fabian sosyalistleri, Komün’ün ideallerini dolaylı yoldan benimseyerek İngiliz toplumunda reformist düşünceleri yaygınlaştırmıştır.

Ayrıca, Komün’ün dramatik sonu (Kanlı Hafta), İngiliz yazarlarda trajik bir estetik uyandırmıştır; bu, dönemin edebiyatında melankolik ve isyankâr tonların artmasına yol açmıştır.

Komün, İngiliz işçi sınıfını radikalleştirdi

1870’lerde İngiltere’de sendikalar büyümekteydi ve Komün’ün cesur eylemleri, işçiler arasında kolektif mücadele fikrini güçlendirmiştir. Komün’ün yenilgisi ise, İngiliz sendikacılara devletin baskıcı gücünü hatırlatmış ve bu da daha örgütlü ve stratejik bir işçi hareketinin gelişmesine zemin hazırlamıştır.

1880’lerdeki sosyalist canlanma, Paris Komün’ün mirasından beslenerek Fabian Topluluğu ve İşçi Partisi’nin temellerini atmıştır.

Öte yandan Paris Komünü, İngiliz egemen sınıflarında da bir korku dalgası yaratmıştır. Fransız devrimcilerin Paris’te iktidarı ele geçirmesi, İngiltere’de benzer bir ayaklanmanın olabileceği endişesini doğurmuştur.

Bu durum, Victorian dönemin katı toplumsal düzenini koruma çabasını artırmış ve kültürel olarak muhafazakar bir tepkiyi tetiklemiştir. Ancak korku, reformların hızlanmasına da yol açmıştır; egemenler, işçi sınıfını yatıştırmak için sosyal politikaları gevşetmek zorunda kalmıştır.

Sonuç olarak Paris Komünü, İngiliz kültürünü tek bir yönde değil, çelişkili ama zengin bir şekilde şekillendirmiştir. Hem devrimci bir ilham kaynağı hem de muhafazakâr bir uyarı olarak işlev görmüştür.

Komün, entelektüel çevrelerde radikal düşünceleri ateşlerken, toplumsal düzeyde işçi hareketlerini güçlendirmiş ve sanatta isyankar bir ruhu beslemiştir.

İngiltere, Komün’ü fiziksel olarak yaşamasa da, onun dalgaları İngiliz toplumunun dokusuna nüfuz etmiş ve modern İngiliz kimliğinin oluşumunda dolaylı ama kalıcı bir rol oynamıştır.

Paylaşın

Avrupa’dan Suriye’de Yeni Diplomatik Angajman Sinyali

Başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler, Suriye’de Beşar Esad rejimini devirerek yönetimi ele geçiren Hayat Tahrir Şam (HTŞ) ile temasa geçmek için düğmeye bastı.

HTŞ, 2020 yılından bu yana AB’nin terör listesinde yer alıyor ve başta insan hakları ihlalleri olmak üzere, cinayetler, işkence, sivillerin rehin alınması ve zorla alıkoymalar gibi suçlamalarla anılıyor.

Almanya Dışişleri Bakanlığı, Alman diplomatların Hayat Tahrir Şam (HTŞ) temsilcileriyle ön görüşmelerde bulunacağını, görüşmelerin odak noktasının Suriye’de siyasi geçişi kolaylaştırmak ve azınlıkların korunmasını sağlamak olduğunu duyurdu.

Alman Dışişleri Bakanlığı kaynakları Bild’e yaptığı açıklamada , görüşmelerin “Suriye’de kapsayıcı bir geçiş süreci ve azınlıkların korunması” konularına odaklanacağını söyledi.

Suriye geçiş hükümetiyle yapılacak görüşmelerin olumlu sonuçlanması halinde, Almanya’nın Şam Büyükelçiliği’nin yeniden açılmasına yönelik hazırlıkların sürdüğü belirtiliyor.

Suriye Özel Temsilcisi Jean-François Guillaume başkanlığındaki Fransız heyeti, on yıldan uzun bir aradan sonra ilk kez Şam’a ulaştı. Heyet, 2012 yılından bu yana kapalı olan Fransa Büyükelçiliği binasını ziyaret ederek, Fransız bayrağını göndere çekti.

Jean-François Guillaume, “Fransa, şu anki geçiş dönemi de dahil olmak üzere Suriyelilerin yanında uzun vadede olmaya hazırlanıyor ve bu sürecin barışçıl olmasını umuyoruz” dedi.

Benzer bir gelişmede, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy, üst düzey İngiliz yetkililerin Suriye’nin yeni liderliğiyle görüşmek üzere Şam’a gittiğini duyurdu.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas da Şam’da AB temsilciliğini yeniden açacaklarını duyurdu. Strazburg’da Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda “Suriye Rejiminin Devrilmesi, Jeopolitik Etkileri ve Bölgedeki İnsani Durum” konulu oturumda konuşan Kallas, iç savaş sırasında Beyrut’a kaydırılan AB Temsilciliği’nin Şam’da yeniden açılacağını söyledi.

Kaja Kallas, “Şam’daki Avrupa delegasyonumuzu yeniden açmaya hazırız ve buradaki temsilciliğimizin yeniden tam olarak faaliyete geçmesini istiyoruz” dedi.

Kallas, X hesabında paylaştığı mesajında da “Suriye’de boşluk bırakamayız, AB orada bulunmalı. Yeni liderlik ve sivil toplumla ihtiyatlı bir şekilde ilişki kurmak üzere bir süreç başlatmış bulunuyoruz. Ayrıca Suriye’deki AB delegasyonunu yapıcı angajman ve sahadan bilgi almak üzere yeniden açacağız” ifadesini kullandı.

AB’den üst düzey bir diplomatik heyetin Şam’da temaslarda bulunduğunu belirten Kallas, şunları söyledi: “Libya ve Afganistan’da yaptığımız hataları Suriye’de tekrar etmemeliyiz. AB olarak Suriye’de çözüm için Suriye halkının yanında olacağız.

Bugün bir AB heyeti yeni yönetimle ve sivil toplumla yapıcı bir diyalog için Şam’da. Şam’daki AB temsilciliğimizin de yeniden açılmasını istiyoruz. Böylece yapıcı katkı sağlarız ve bölgeden daha sağlıklı bilgi alırız. Suriye halkı olumlu ama belirsiz bir gelecekle karşı karşıya.

Bu geçiş döneminde onlara yardım etmek ve insani yardım ulaştırmak için Arap Birliği, BM, ABD ve Türkiye başta olmak üzere, bölgesel aktörlerle bir araya gelmek, aynı prensip ve hedefleri paylaşmak, ortak mesajları yeni yönetime iletmek son derece önemlidir. AB olarak, Suriye’deki herkesi kapsayan geniş katılımlı bir hükümeti destekliyoruz.”

Bu gelişmeler, Batı’nın Suriye’ye yönelik diplomatik ilişkilerinde yıllardır süren izolasyonun ardından daha geniş çaplı bir değişimin sinyalini verdi.

“Silahlı gruplar dağıtacak”

Öte yandan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) örgütünün lideri Ahmed eş-Şara, muhalif silahlı grupları dağıtarak resmi ordunun parçası haline getireceklerini açıkladı. Eş-Şara, Telegram kanalından yaptığı açıklamada, “Gruplar dağıtılacak ve savaşçılar Savunma Bakanlığı saflarına katılmak üzere eğitilecekler. Hepsi kanunlara tabi olacak” dedi.

Şimdiye kadar Ebu Muhammed el-Colani olarak bilinen Ahmed eş-Şara, Suriye’de yönetimi ele geçirdikten sonra gerçek ismini kullanmayı tercih ettiğini açıklamıştı.

HTŞ’den yapılan açıklamada da silahlı grupların dağıtılarak resmi orduya dönüştürüleceği belirtildi. Açıklamada eş-Şara’nın “Muhalefet gibi değil devlet gibi düşünmemiz, devlet kafa yapısına sahip olmamız gerekiyor” dediği aktarıldı.

HTŞ lideri, ülkedeki farklı etnik grupların bir arada varlığını sürdürebilmesi için “sosyal adaleti” sağlamak üzere bir “toplumsal sözleşmeye” ihtiyaç olduğunu kaydetti.

Suriye’de HTŞ ve müttefik güçlerinin yanı sıra çok sayıda faal silahlı grup bulunuyor. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ve omurgasını YPG’nin oluşturduğu ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri, ülkedeki en önemli silahlı güçler arasında yer alıyor.

Paylaşın

İngiltere’deki Dev Tebeşir Figürlerinin Gizemi

İngiltere’de tebeşir zemin üzerine figürler oluşturma geleneği tarih öncesi zamanlara kadar dayanır ve Uffington Beyaz Atı, bu tebeşir figürlerinin en eski ve ikonik örneklerden biridir.

Haber Merkezi / Oxfordshire’da bulunan 110 metre uzunluğundaki bu figürün MÖ 1000 civarında Geç Tunç Çağı veya Erken Demir Çağı’nda yapıldığına inanılıyor. Uffington Beyaz Atı’nın kökeni ve amacı gizemini korusa da, genellikle yerel mitler ve efsaneler ile ilişkilendirilir. Bazı teoriler, kabile sembolü, dini bir ikon veya bir bölge işareti olabileceğini de öne sürüyor.

Dorset’teki Cerne Abbas Devi adlı tebeşir figüri ise önemli bir diğer tebeşir figürü, elinde sopa tutan çıplak bir erkeği tasvir eder. 55 metre uzunluğunda olan bu figür, İngiltere’deki tebeşir zemin üzerine yapılmış en büyük figürlerden biridir. Yaşı tarihçiler ve arkeologlar arasında tartışma konusu olsa da, tahminler Roma’nın İngiltere’yi işgalinden erken ortaçağ dönemine kadar uzanmaktadır. Figür, genellikle doğurganlıkla ilişkilendirilir. Bazı tarihçiler ise figürün Herkül’ü tasvir ettiğini öne sürmektedir.

Doğu Sussex’teki Wilmington’daki iki asa tutan Uzun Adam figürü de, 70 metre boyundadır. Cerne Abbas Devi’nin aksine, tarihsel dönemi daha az tartışmalıdır. Kanıtlar, figürün 16. veya 17. yüzyılda yapıldığını göstermektedir. Ancak figürün neyi sembolize ettiği hala tarihçiler ve arkeologlar arasında spekülasyon konusudur. 

Tebeşir figürleri, yapıldıkları ilk günden günümüze kadar çeşitli kültürel ve dini anlama sahip olmuşlardır. Bu yapılar, antik çağlarda, yerel tanrılar, mitler ve efsanelerle ilişkilendirilmişlerdir. Örneğin, Uffington Beyaz Atı, atların koruyucusu olarak saygı duyulan Kelt at tanrıçası Epona ile ilişkilendirilir. Figür, tanrıçayla ilgili ritüeller ve törenler için kutsal bir yer olarak hizmet etmiş olabilir.

Cerne Abbas Devi de benzer şekilde folklorik olarak zengindir, figürün doğurganlık ve erkekliğin sembolü olduğuna inanılır. Figür ayrıca şifa ve denizle ilişkilendirilen bir tanrı olan Kelt tanrısı Nodens ile de ilişkilendirilmiştir.

Yakın dönem

Tebeşir figürleri oluşturma geleneği, modern çağda da devam etti. Örneğin, Wiltshire’daki Fovant Rozetleri, I. Dünya Savaşı sırasında askerler tarafından alaylarını anmak için yapılmıştır. Bir diğer dikkat çekici bir örnek de, 1933 yılında Bedfordshire’daki Whipsnade Hayvanat Bahçesi’ni tanıtmak için yapılan Whipsnade Aslanı’dır. 147 metre uzunluğunda olan bu figür, İngiltere’deki en büyük tebeşir figürlerinden biridir.

Birçok tebeşir figürünün yaşı ve kökeni tarihçiler ve arkeologlar arasında tartışma konusu olmaya devam etmekte. Uffington Beyaz Atı gibi bazı figürlerin nispeten iyi belirlenmiş tarihleri ​​olsa da, Cerne Abbas Devi gibi diğerleri tartışılmaya devam ediyor.

Paylaşın

Britanya’nın Efsanevi Savaş Kraliçesi: Boudica

M.S. 61 yılında Romalıların Büyük Britanya’daki işgalci güçlerine karşı bir isyan başlatan Boudica, gizemli kalmaya devam eden tarihi bir figürdür. Romalılara karşı isyanındaki rolü dışında kendisi hakkında pek bir şey bilinmiyor.

Haber Merkezi / Ancak, tarihin en güçlü kadınlarından biri olarak tanımlanan Boudica, Britanya’da ulusal mirasın bir simgesi olarak kabul edilmektedir. Peki, Boudica kimdi?

Boudica’nın adı tarih boyunca farklı şekillerde yazılmıştır. “Boudica” en yaygın yazım şekli olsa da, Boudicca, Boadicea, Boudicea ve Buddug olarak da yazılmıştır. İlk iki yazım şekli Brythonic boudi (zafer, kazanmak) ve ka (sahip olmak) kelimelerinden gelir ve bu da isminin “Muzaffer Kadın” anlamına geldiğini gösterir. Boadicea ve Boudicea isimleri onun hakkında Latince anlatılanlardan gelir ve Buddug isminin Galce karşılığıdır. Galce “boudeg” kelimesi de zafer anlamına gelir.

Boudica’nın Camulodunum’da (şimdiki Colchester) seçkin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği ve bir savaşçı olarak eğitildiğine inanılıyor. Camulodunum, Roma tarafından işgal edildikten sonra Roma Britanya’sının ilk başkentiydi.

Boudica, 18 yaşına geldiğinde Kuzey Britanya’nın Norfolk bölgesinde yaşayan Iceni kabilesinin kralı Prasutagus ile evlendi ve Boudica’nın bu evlilikten iki kızı oldu. Boudica’nın kocası ve varlıklı bir ön-Romalı olan Iceni kralı Prasutagus ölünce, İmparatorluğa bağlı müvekkil krallıkların yaptığı gibi krallığını Roma’ya bırakmak yerine kızları ve Roma imparatoruna ortaklaşa olarak miras bıraktı.

Roma kanunlarına göre kadınlar varis olamadığından İmparatorluk bu kararı reddetti ve procurator Catus Decianus tüm mülkünü haczettirdi. Krallık fethedilmiş varsayılarak İmparatorluğa katıldı. Prasutagus’un dulu Boudica kırbaçlatıldı, kızlarına tecavüz edildi. Icenialıların tüm ileri gelenleri aile mülklerinden mahrum bırakıldı ve kralın akrabaları köle olarak muamele gördü. Bu olaylar doğrudan M.S. 60/61 ayaklanmasına yol açtı.

M.S. 60/61 Ayaklanması

60 ya da 61 yılında Roma eyalet valisi Gaius Suetonius Paulinus’un Gallere doğru bir sefere çıkmasını fırsat bilen Iceni, Trinovanteler ve diğerlerini Boudica liderliğinde ayaklandılar. Vali Suetonius Paulinus ve Lejyonları tarafından kesin olarak yenilgiye uğratılmadan önce, Camulodunum (Colchester), Londinium (Londra) ve Verulamium (St Albans) şehirlerini yıkıp, talan ettiler. (Yıkılıp talan edilen üç şehirde ölenlerin toplamı aşağı yukarı 70.000-80.000 kişi arasındadır.)

Britonlar sayıca Romalılardan fazla olduğu halde, Roma lejyonlarının mükemmel disiplin ve taktiği onlara mutlak bir zafer kazandırdı. Roma İmparatoru Nero’nun ortaya çıkan bu kriz karşısında adada bulunan tüm birlikleri geri çekmeyi tasarladığı sırada gelen Suetonius’un bu zaferi, adadaki Roma varlığını sağlamlaştırmıştır.

Bu olayların kayıtları, tarihçiler Tacitus[1] ve Cassius Dio’nun,[2] eserlerinden Rönesans döneminde yeniden öğrenildi ve Victoria devrinde, Kraliçe I. Victoria tarafından adaşı olarak ilan edilmesiyle birlikte Boudica’nın efsanevi ünü ortaya çıktı. Boudica, bu dönemden sonra Birleşik Krallık’ta önemli bir kültürel sembol olarak kalmıştır.

Romalı tarihçiler Claudius Cassius Dio ve Gaius Cornelius Tacitus, Boudica’nın nasıl öldüğüne dair anlatımları farklılık gösterir: Cassius Dio, Boudica’nın hastalandığını ve savaştan sonra öldüğünü öne sürerken, Tacitus ise Boudica’nın kendini zehirlediğini öne sürmüştür.

Cassius Dio’nun “Roma Tarihi” adlı eseridir şöyle yazmıştır: “Yerlileri uyandırmada ve onları Romalılara karşı savaşmaya ikna etmede başlıca etkili olan, onların lideri olmaya layık görülen ve tüm savaşı yöneten kişi, kraliyet ailesinden gelen ve kadınlara ait olandan daha fazla zekaya sahip olan Buduica adlı bir Britanyalı kadındı.

Boyu çok uzundu, görünüşü çok korkutucuydu, bakışları çok sertti ve sesi sertti; kalçalarına kadar uzanan koyu kahverengi saçlardan oluşan büyük bir kütle vardı; boynunda büyük bir altın kolye vardı; üzerinde kalın bir manto ve bir broşla tutturulmuş çeşitli renklerde bir tunik giyiyordu. Bu onun değişmez kıyafetiydi.”

Dio’nun Boudica’yı tasviri, bugün Boudica hakkında bilinen bilgilerin çoğunu sağlar. Dio ayrıca, Boudica’nın kızıl saçlı ve torc takan birçok tasvirine yol açan kahverengimsi turuncu bir renk olan “sarı” saçlara sahip olduğunu belirtir.

Tacitus’un Yıllıkları’nda Boudica’nın Britanyalıları savaşa teşvik etmek için yaptığı konuşma şöyle anlatılır: Biz İngilizler savaşta kadın komutanlara alışkınız. Güçlü insanlardan geliyorum! Ama şimdi krallığım ve servetim için savaşmıyorum. Kaybettiğim özgürlüğüm, yaralı bedenim ve istismara uğrayan kızlarım için sıradan bir insan gibi savaşıyorum.

Popüler kültürde: Boudica

Günümüzde nispeten popüler bir figür olmaya devam eden Boudica, özellikle antik tarihten gelen güçlü, kudretli bir kadın olarak konumlanıyor.

Paylaşın

EURO 2024: Kupanın Sahibi İspanya

2024 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2024) final karşılaşmasında İspanya ve İngiltere, Berlin Olimpiyat Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Karşılaşmadan 2-1 galip ayrılan İspanya kupanın sahibi oldu.

Haber Merkezi / İspanya’yı şampiyonluğa taşıyan golleri 47. dakikada Nico Williams ve 86. dakikada Mikel Oyarzabal kaydetti. İngiltere’nin golü ise 73. dakikada Cole Palmer’dan geldi.

Mücadelenin ilk yarısında iki takımın da atakları sonuçsuz kalınca oyuncular soyunma odasına golsüz eşitlikle girdi. İkinci yarıya hızlı başlayan İspanya, 47. dakikada Yamal’ın pasında ceza sahası sol çaprazda topla buluşan Nico Williams’ın golüyle 1-0 öne geçti.

73. dakikada ceza sahası sağ çaprazdan Bellingham’ın ceza sahası dışına pasında Cole Palmer sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi ve skoru 1-1’e getirdi. 86. dakikada sol kanattan Marc Cucurella’nın ceza sahasına ortasında Marc Cucurella fileleri havalandırdı ve İspanya 2-1 öne geçti.

İspanya, B Grubu’nda İtalya, Hırvatistan ve Arnavutluk’la yaptığı maçlarda gol yemeden üçte üç yaparak lider çıktı. Son 16 turunda Gürcistan’ı ve çeyrek finalde ev sahibi Almanya’yı eledi. Yarı finalde de turnuva öncesi favoriler arasında gösterilen Fransa’yı 2-1 yenen İspanya finale yenilgi almadan ulaşmış oldu.

İngiltere’de ise C Grubu’nda Danimarka, Slovenya ve Sırbistan’la karşılaştı ve 5 puanla grubu lider tamamlayarak son 16 turuna yükseldi. Son 16’da Slovakya karşısında 90+5. dakikada skoru eşitleyen İngiltere, uzatmalarda gol atarak çeyrek finale çıktı. Çeyrek finalde İsviçre’yi penaltılarla geçerken yarı finalde de Hollanda’yı 90+1. dakikada attığı golle yendi ve finalde İspanya’nın rakibi oldu.

Son beş turnuvada üçüncü kez final oynayan İspanya, karşılaşma boyunca topa daha çok sahip olan ve daha fazla pozisyona giren taraftı.

Teknik direktör Luis de la Fuente yönetimindeki İspanya’da Dani Olmo, maçın 90’ncı dakikasında çizgiden çıkardığı topla takımının şampiyonluğa ulaşmasında büyük rol oynadı. İspanyol orta saha oyuncusu Rodri, turnuvanın en iyi oyuncusu seçildi. En iyi genç oyuncu ödülüne ise 17 yaşındaki İspanyol kanat oyuncusu Lamine Yamal layık görüldü.

Avrupa Futbol Şampiyonalarında dördüncü kez mutlu sona ulaşan İspanya, bu kupayı an fazla kazanan takım ünvanını elde etti. EURO 2024’ten önce üç şampiyonlukla Almanya’yla birlikte bu kupada en fazla zafere ulaşan iki takımdan biri olan İspanya, beşinci finalinde dördüncü kez galibiyet elde etti. 1964, 2008 ve 2012’deki turnuvalarda şampiyonluğa ulaşan İspanya, 1984’te ise ikinci oldu.

EURO 2020’de Londra’da oynanan final maçında İtalya’ya penaltılarda yenilerek ikinci olmuştu. Bu üst üste ikinci Avrupa final maçları oldu. Takımın son kupa başarısı İngiltere’de düzenlenen 1966 Dünya Kupası’nda gelmişti.

Paylaşın