Yıl boyunca yerli ve yabancı birçok turistin uğrak noktalarından biri olan Denizli, bir çok uygarlığa evsahipliği yapmıştır. Denizli’nin tarihi yapıları da turistler içinde gezilip görülmesi gereken yerler arasındadır. Bu yerlerden biride Heraklia Salbace Antik Kenti’dir.
Herakleia antik kenti Denizli ili, Tavas ilçesi, Vakıf Köyü sınırları içinde yer almaktadır. Bugün antik kentin bir kısmının üzerinde köy yerleşimi bulunur. Kent, Tabae (Davaz) Ovası’nın kuzey-doğu sonunda Salbacos (Babadağ) dağ silsilesinin eteklerinde Vakıf Köyünün bulunduğu alandadır.
Antik kentin yönetim alanı, Aphrodisias’a komşu olarak küçük Timelos nehri tarafından sınırlandırılmıştır. Bu nedenle hem Aphrodisias’ın, hem de Herakleia’nın nehir tanrısı Timelos’tur.
Bu tanrı her iki antik kentin Roma İmparatorluğu sikkeleri üzerinde gösterilmiştir. Kent adı Sikkeler üzerinde HERAKLEOTON olarak geçmektedir. Adından da anlaşılacağı üzere kent yarı tanrı kahraman Herakles adına kurulmuştur.
Antik kentin, bugüne kadar hiç araştırılmadığı için, ne zaman kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Ancak kentte ele geçen sikkelerin en erken tarihlisi M.Ö. 1. yy’ dan daha geriye gitmemektedir. Bu da kentin Hellenistik dönemde kurulmuş olduğunu göstermektedir.
Antik dönemde Karia Bölgesi sınırlarında yer alan Herakleia Salbace, Roma Dönemi öncesi yönetim birliği olarak Alabanda Conventus’ una dahil edilmiştir. Roma dönemin de ise Aphrodisias yönetim birliğine dahil olmuştur.
Bizans döneminde M.S. 5.yy’ da tüm bölge kentlerinde olduğu gibi antik kentin etrafı sur duvarıyla çevrilmiştir. Bizans döneminden sonra 12.yy’ dan itibaren bölge Türklerin eline geçmiştir.
Roma dönemine ait sikkeler üzerinde Glykon İmparator Neron (M.S.54-68) zamanında Herakleia rahibi, Stephanephoros, Gymnasiarch, Boule, Priteneion ve Statilios Attalos olarak zikredilmiştir. Hatta bu sıfatlar M.S.2.yy’ da Antoninler Dönemi sikkeleri üzerinde dahi görülmektedir.
Herakleia sikkeleri üzerinde; sakallı Herakles, Serapis, arka yüzlerde; ayakta Herakles, tanrıça ya da Amazon çift yüzlü balta taşır şekilde, iki erkek geyik arasında ya da bir tapınak içinde Efes Artemisi, önünde yılan ile tahtında oturan Asklepios, Hygeia, İsis, Hermes, Athena, Dionysos, Aphrodite betimlenmiştir.
Antik dönem de Denizli çevresinde yer alan; Hierapolis, Laodikeia, Attouda, Karura, Herakleia Sallbace ve Eumeneia kentlerinde tıp bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir.
Yazıtlardan ve antik kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre; Herakleia Salbace (Tavas,Vakıf Köyü)’de tıp bilimi çok ileriye gitmiştir. Özellikle aynı aileden olan doktorlar, Roma İmparatorları Trajanus (M.S.98-117), Marcus Aurelius (M.S.161-180) ve Lucus Verus (M.S.161-169)’un baş hekimliklerini yapmıştır.
Yazıtlardan elde ettiğimiz bilgilere göre İmparator Trajanus’un doktoru ve danışmanı Titus Statilius kriton’dur. Yine kentte ele geçen bir yazıtta M.S.50 yıllarında Archelaos’un önemli bir tıp doktoru olduğunu göstermektedir. Yine eldeki belgelere göre, Roma İmparatoru Antoninus Pius (M.S.138-161) ve Marcus Aurelius’un (M.S. 161-180) doktoru Damokrates’tir.
Şüphesiz Roma İmparatorları Marcus Aurelius (M.S. 161-180) ve Lucus Verus (M.S.161-169) dönemlerin de şef doktor Statilius Attalos’tur. Yazıtlarda adı geçen diğer önemli doktor ise Diogenianost’tur.
Herakleia Salbace antik kenti güç tanrısı Herakles adına kurulmuş olmasına rağmen, kentin baş tanrısı Asklepios ve karısı Hygeia’dır. Bu da antik kentin tıp alanında ne kadar ileriye gittiğini ve antik dönemde burada yetişen doktorların tüm dünyada ün saldıklarını göstermektedir.
Ayrıca Herakleia antik kentinde kabartmalar ve heykeller üzerinde sağlık tanrısı Asklepios ve karısı Hygeia sıkça betimlenmiştir. Bunlarla ilgili olarak antik kentte bir tıp okulu vardı ve burada antik dünyanın en meşhur hekimleri yetiştiriliyordu. Bunlarla ilgili bilgiler yapılacak kazılar sonucu kesinleşecektir.
Herakleia antik kenti Aphrodisias, Apollonia Salbace ( Medet Köyü) üzerinde Kibyra (Gölhisar) ‘ya ulaşan ana yol güzergahında yer almıştır. Bu yol daha sonra güneye Attaleia (Antalya)’ya kadar ulaşmaktadır. Bu nedenle kent geçiş noktası üzerinde olması yönüyle çok önemli stratejik bir konuma sahiptir.
Günümüzde antik kent üzerinde Vakıf Köyünün olması sebebiyle fazlaca bir kalıntı göze çarpmaz. Buna rağmen kentin sur duvarlarını, stadyumunu ve tanımlanamayan bazı yapılarını görmek mümkündür.
Yer yer köy içinde yapılan tarımsal çalışmalar sırasında bazı temel kalıntıları, heykel, kabartma, yazıt zahire küpleri gibi eserlere rastlanmaktadır. Köy içinde sağa sola dağılmış halde bir çok mimari bloklara, başlık ve sütun parçalarına da rastlanmaktadır.
Herakleia antik kentin de ele geçen sağlık tanrıçası hygeia heykeli, Zeus Ktesios Patrios ( Çobanların koruyucu babası kabartması, heykel torsoları gibi mermer eserler Hierapolis Arkeoloji Müzesin de sergilenmektedir.
Ayrıca antik kentin önemli bir şahsiyetine ait Ören Sırtında yer alan anıtsal Hieron mezarda Denizli Müze Müdürlüğü kazılar yapmış olup, bu anıta ait kabartmalar bugün yerinde koruma altına alınmıştır. Bu anıta ait bazı mimari parçalar daha önce çevredeki mezarlıklara taşınarak burada mezar taşı olarak kullanılmıştır.
Herakleia antik kenti ve Herakleia Hieron’ unda yapılacak, bilimsel ve sürekli olacak kazı ve restorasyon çalışmaları, bölgeye büyük hareketlilik ve kazanç sağlayacaktır.
Çünkü antik kent ve mezar anıtı Aphrodisias turistik yol güzergahı üzerinde bulunmaktadır. Burada yer alan arkeolojik eserlerin açığa çıkarılması sonucu, bölgeye gelecek olan turistler, el sanatları ve tekstil ürünlerini alacak böylece hem bölgenin arkeolojik zenginlikleri tanıtılacak, hem de ticari hareketlilik ve canlılık sağlanacaktır.
Stadyum
Antik kenti çevreleyen sur ile bugünkü Vakıf köyünün arasındadır. Doğu-batı yönünde olan stadyuma ait yamaçlarda bazı basamaklar görülmektedir. Batı kısmındaki basamaklar ise tamamen tahrip olmuştur.
Herakleia Hieronu
Herakleia Salbace antik kentinin yaklaşık 4 km. doğusunda, bugünkü Tavas-Kızılcabölük kasabasının 1 km. kuzeydoğusunda, Ören Sırtı ve Kocapınar mevkii diye adlandırılan yerdedir.
Salbacos (Babadağ) dağının sırtında yer alan Hieron dikdörtgen şeklindedir. Dört tarafını plakalardan oluşan kabartmalar çevirir. Kabartmalarda Armetis, Apollon, Pan, Dionysos ve Herakles ile ilgili mitolojik sahneler işlenmiştir. Milattan sonra 1.yy Roma dönemine aittir. Üçgen alınlıklarda 12 burcu temsil eden simgeler yer almaktadır.
Aphrodisias lı ustalar tarafından yapılmıştır. Yörenin ileri gelen bir yöneticisine ait bir anıt mezardır. Burada mezar sahibi kendini tanrılarla birlikte göstererek tanrılara yakınlığını anlatmaya çalışmıştır. Hieron’un yer aldığı Höyüğün eteklerinde neolitik döneme ait el aletleri bugün Pamukkale Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kısaca Denizli
Denizli’nin eski adı “Ladik” ya da “Lazik” idi. Bu kelime Laodikeia kelimesinden gelmektedir ve Türkçe’de bir anlam ifade etmemektedir. Yukarı Menderes Vadisinde (bugünkü Denizli şehrinin 6 km kuzeyinde) bulunan Laodikeia şehrinin Türklere geçişi sırasında “Ladik” ismi de miras kalmıştır. Aynı mıntıkada bulunan Khonae-Honas, Khoma-Homa, Tabae-Tavas da bulunduğu gibi Laodikeia’da bu kaideye uygun olarak Ladik ismini almış ve Selçuklu kayıtlarına öyle geçmiştir.
Ancak Selçuklu hakimiyeti ile birlikte şehrin bugünkü yerine taşınması neticesinde “Ladik” adının yanında “Toğuzlu” adı da kullanılmaya başlamıştır. “Toğuzlu” adının “Ladik” adıyla birlikte kullanılmasıyla bu kelimelere “Tonuzlu” ve“Tonguzlu” adları da eklenmiştir.
Ünlü Seyyah İbn-i Batuta 1333 yılında ziyaret ettiği Ladik şehrine aynı zamanda “Donguzlu” dendiğini söylemektedir. Aşağı yukarı aynı yılları kaydeden Mesalik Ül-Ebsar’da “Tonguzlu” ifadesini kullanmıstır. 1350 yıllarına ait bir İlhanlı vergi kaydı ise “Tonğuzlu” diye yazar. Yine 1372 tarihli bir takvimde de “Tonguzlu” yazılışı görülmektedir. Timur’un resmi tarihçileri de “Donguzluğ” ve “Tenguzluğ” diye kayıtlar tutmuşlardır. Bu tarihlerden sonra bu ifadelerin yerine “Tonuzlu” ifadesinin kullanıldığını kesin olarak görmekteyiz. Nitekim erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Nesri ve Aşıkpaşazade eserlerinde “Tonuzlu” imlasını kullanmışlardır.
“Tonuzlu” veya “Tunuzlu” isminin “Denizli” sekline dönüşmesi XVI. Yüzyılın ikinci yarısına rastlar. 1510 tarihli bir Osmanlı kaydında “Dinuzlu” kullanımına rastlamaktayız. Bu dönemde kente uğrayan gezginler eserlerinde “Denyzely”, “Denizley”, “Denisli”, “Degnisli”, “Denizli” adlarını kullanmışlardır.
Ancak XVI ve XVII. yüzyıllarda Laodikeia – Ladik – Lazik çizgisinin Osmanlı Dönemindeki devamı olan “Lazikkiye” ismi de kullanılmıstır. “Denizli” adı ancak 1675 yıllarından sonra “Lazikkiye” ile birlikte yaygın olarak kullanılmış en nihayetinde 1700 yıllarından sonra bu kullanım kesin şekliyle yerleşmiş ve bölgeyi günümüze kadar ifade eden isim hüviyetini kazanmıştır.
Denizli yöresinin ilk ve en önemli yerleşim yeri Beycesultan Höyüğü ’dür. (Günümüzde Beycesultan, Çivril ilçesinin 5 km. kadar güneyinde Çivril –Denizli karayolunun hemen sağında yer alır.) Yerleşimin günümüzden 6000 yıl önce M.Ö. 4000 yıllarında Kalkolitik dönemle başladığı öngörülmektedir.
Tarihi dönemlere gelindiğinde Denizli yöresinin bilinen ilk sakinleri Arzawalılar olmuştur. M.Ö 1200-1700 arası süren Karanlık Çağ’dan sonra yöreye Frigler hakim olmuşlardır. Xenephon’a göre Frigya’nın batı sınırlarındaki en önemli yerleşimlerinden biri Collosai (bugün Honaz) şehri idi. Friglerin yıkılmasının ardından bölge Lidyalıların eline geçmişti. Lidya Devletinin doğu sınırı ünlü Yunanlı tarihçi Heredot’a göre Karura adlı yerleşimdir. Karura şehri bugün Denizli’ye bağlı Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.
Batı Anadolu bölgesi ve dolayısıyla Denizli yöresi M.Ö 129 yılında Romalılarca Asya eyaletine bağlanarak prokonsüllerce yönetilmeye başlanmıştır. Romalılar Asya eyaletindeki mevcut yolları ıslah edip yol akışını Bergama yönünden Efes ve Milet yönüne çevirdiler. Denizli Bölgesi doğu-batı yönünde önemli nokta haline gelmiştir.
Roma Devleti’nin M. S 395 yılında ikiye ayrılması sonucu Anadolu Doğu Roma yani Bizans idaresi altında kalmıştır. Bizans Devleti zamanında Denizli yöresi Helenistik ve Roma dönemlerindeki önemini kaybetmiş ve bir süre sonra bölgeye gelen Türklerin eline geçmiştir.
Türklerin Denizli ile ilk ilişkileri 1070 yılında başlar. Büyük Selçuklu Beyi Afşin Bey yörenin en gelişmiş kentlerinden Honaz’ı aldıktan sonra Laodikeia’yı da yağma ederek istila hareketini Ege kıyılarına değin ilerletmiştir. Ancak bu istila hareketi geçici olmuştur.1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu baştanbaşa zapt edilmiş, bu arada Denizli çevresi de Kutalmışoğlu Süleyman’ın maiyetindeki Beyler tarafından fethedilmiştir.
Denizli ve yakın çevresi 12. Yüzyılın sonlarına kadar Türklerle Bizanslılar arasında sürekli el değiştirir ve sonunda Selçuklu Sultanı I. Giyaseddin Keyhüsrev’in ikinci kez tahta çıkışıyla birlikte, 1206-1207’de tamamen Türklerin eline geçer.
1176 Miryokefalon (Myriokephalon) Savaşı ile Selçuklu Ordusu Bizans Ordusunu yenmeyi başarmıştır. (Myriokephalon geçidinin Denizli’nin Çivril ilçesi yakınlarında olduğu ve savaşın burada cereyan ettiği görüşü birçok taraftar bulmuştur.) Bu tarihten sonra Türkmenler kitleler halinde Denizli il sınırına yığılmıştır.
Denizli toprakları XIII. yüzyıl başlarından itibaren Selçukluların “uc” diye tanımladıkları sınır bölgesinin güneybatı kanadını oluştuyordu. Denizli toprakları bu dönemde çok büyük bir Türkmen nüfusuna sahiptir. Bu dönemde sadece Denizli bölgesinde 200.000 çadır (hane) Türkmen nüfusunun bulunması bize bu konuda fikir vermeye yeterlidir. Denizli Bölgesi bu yönüyle en yoğun Türkmen nüfusunun bulunduğu yer durumundadır.
Beylikler Döneminde Denizli’de ilk Türk Beyliği 1260 tarihinde kurulmuş olup uzun ömürlü olamamıştır. Sahip Ataoğulları, Germiyanoğulları ve İnançoğulları Beylikleri yörede hâkimiyet kurmuşlardır.
Denizli ilk defa 1391 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak 1402 yılında Ankara savasında Osmanlı Devleti’nin Timur tarafından mağlup edilmesi sonucu Denizli yeniden Germiyanoğlu Beyliği’ne verilmiştir. 1429 yılında Denizli tüm Germiyan topraklarıyla birlikte Osmanlıların eline geçmiştir.
Denizli Osmanlı yönetimine geçtikten sonra yöre ahalisinin büyük çoğunluğu kırsal kesimde yasamaya devam etmiştir. Kırsal nüfusun önemli bir bölümü aşiretler halinde göçebe olarak yasıyorlardı. Bunlara ait yer adları günümüze değin varlığını devam ettirmiştir (Avşar, Bayat gibi). Yerleşik olan kent nüfusu ise esnaf loncalarına bağlı olarak ticari faaliyetlerle uğraşmaktaydılar.
İbni- Battuta seyahatnamesinde 1332 yılında uğradığı Denizli’de Ahi Sinan ve Ahi Tuman adlı iki ahi reisinden bahseder. Hatta bazı kaynaklara göre Ahi teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran bir süre Denizli’de kalıp burada bahçıvanlık yapmıştır. Sosyal yönden Denizli 14. ve 15. yüzyıllarda doruk noktasını yaşamıştır.
Osmanlı Devleti idari bakımdan eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar, kazalara, kazalar nahiyelere taksim edilmiştir. Denizli yöresi 1429 yılında hakimiyetine girdiği Osmanlılar tarafından kazalar halinde coğrafi durumuna göre üçe bölünerek, üç ayrı sancağa bağlanmıştır.
Asi Karaağaç’ın Hamid, Tavas’ın ise Menteşe sancaklarına bağlanmasına rağmen, bugünkü Denizli’nin büyük kısmını teşkil eden Homa, Işıklı, Çal, Baklan, Denizli, Honaz, Sarayköy ve Buldan Kütahya sancağına bağlanmıştır.
Denizli kazasının idari yapısı ufak tefek değişiklerle 17. yüzyıla kadar devam etmiş, ancak bu yüzyılda Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliği dağıtılınca Denizli toprakları Aydın Eyaleti topraklarına dahil edilerek bir değişim yaşamıştır.
Denizli’de 1876 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. 1883’te Sarayköy, Buldan ve Tavas İlçelerinin bağlanmasıyla “Sancak” haline getirilen Denizli, 1884’te Çal, 1888’de Acıpayam ilçelerinin katılımıyla Aydın’a bağlı mutasarrıflık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla da 1923’te il olmuştur.