Sancar’dan ‘Dövize Endeksli Mevduat’ Yorumu: Mandacılıktır

Partisinin Meclis’teki grup toplantısında yeni ekonomik önlemlere ilişkin değerlendirmede bulunan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, “Tedbirlere baktığımızda pekâlâ da bir ‘U dönüşü’ yaptıklarını görebiliyorsunuz. Türk lirası mevduatındaki faize bakmadan dövizdeki artışı mevduat sahiplerine verecekler. Yani aslında faizi dolaylı olarak artırmış oldular. Bu, Türk lirasını ve ekonomiyi bütünüyle dolara veya dövize bağlamaktır. Bunun adı, tam da mandacılıktır.” dedi.

Haber Merkezi / Sancar, konuya ilişkin değerlendirmesinin devamında, “Bundan önce ihale ettikleri, yandaşlara verdikleri büyük projeleri Hazine’nin garantisi altına almışlarsa şimdi de bu mevduattaki dövize bağlı artışları karşılamak için Hazine’nin kaynaklarını kullanacaklar. Bunun da bir sınırı var. Faiz ve döviz arasındaki farkı karşılamak için Hazine’nin mevcut kaynakları yetmiyorsa para basacaklar. Para basmak enflasyon demek. Hazine’yi kurutmak, bu ülkeyi soymak demektir. Bu, halkı soymak demektir.” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, TBMM’deki grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sancar’ın açıklamaları şöyle;

“Bu ülkede her gün yeni bir darbeye uyanıyoruz. Bu darbeler, siyasi oluyor, toplumsal oluyor, ekonomik oluyor ama darbesiz bir gün geçmiyor. Siyasi iktidar ancak darbe politikalarıyla ayakta kalabileceğini görüyor ve bu yöntemi sonuna kadar kullanıyor. Dün gece de yeni bir darbe operasyonu gerçekleşti. Ekonomi konusunda yeni bir model uyguladığını iddia eden siyasi iktidar yeni tedbirler aldığını duyurdu. Dolar, döviz, altın günlerdir olağanüstü bir şekilde yükseliyor, TL ise olağanüstü değer kaybediyor. Bunun temelinde neler yattığını ekonomistler açıklıyor ama iktidar inatla kur politikalarını ısrarla sürdürüyor.

Aslında yeni ekonomi modelinin temeli olarak iddia ettikleri politikaları şimdi yeniden başka kılıflarla hayata geçiriyorlar. Önce yeni ekonomik model ilan ettiler, bu ekonomik modelde “kendi tezim ha kendi tezim” diyen AKP Genel Başkanının açıkladığı formül büyük sarsıntılara yol açtı ama “asla bundan vazgeçmeyeceğim” dedi. Ama dün açıklanan tedbirlere baktığımızda pekala bir U dönüşü yaptıklarını görüyoruz. Ne diyordu “faiz sebep enflasyon sonuç” o nedenle faizleri indireceğiz ona bağlı olarak enflasyonu düşüreceğiz. Ama dün açıklanan tedbirlerde bunun tam tersini yaptıklarını çok rahat görebiliriz.

Neler vaad ettiler, sonuçlar ne olacak diye baktığınızda esas söyledikleri; mevduatı bugün dövize endekslemek dışında ciddi bir adım ve önlem olmadığını görüyoruz. Yani TL’ye bağlı mevduatı şimdi dolara endekslediler. AKP Genel Başkanı “Tasarruflarını değerlendiren, değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan endişelerini gidermek isteyen vatandaşlarımıza yeni bir finansal alternatif sunuyoruz” diyor. Nedir bu finansal alternatif, Türkiye’de liraya bağlı mevduat hesaplarının getirisi döviz getirisi altında kalırsa aradaki fark mevduat sahiplerine ödenecek.

“TL yabancı paraya bağlanmış oldu bunun adı mandacılıktır”

Bunun adı ne? Bunun adı döviz yükseldikçe Türk Lirası mevduatındaki faize bakmadan dövizdeki artışı mevduat sahiplerine verecekler. Aslında faizi dolaylı olarak attırmış oldular. Dolara ya da dövize endeksleyerek faizi birkaç kat attırdıklarını görüyoruz. Ama bununla sınırlı kalmıyor. Nedir bu? Türk Lirasını ve bütün ekonomiyi dövize bağlamaktır. Hani bunlar yerli ve milli olduklarını iddia ediyorlardı ya şimdi ekonomi bütünüyle yabancı paraya bağlanmış oldu. Bunun adı tam mandacılıktır. Bu iktidar bu oyunlarla ülkeyi mandacı bir düzene ve statüye sürüklemektedir.

Para sahipleri doların her yükselişinde servetlerine servet katacaklar. Peki bu kaynak nereden gelecek. Asıl mesele bu. Yani kurdaki artışların maliyetini, faturasını kim ödeyecek? Çeşitli açıklamalar yapıyor Erdoğan, kah Nas’tan dem vuruyor kah kendi yarattığı ekonomi doktorininden. Dünyada bir tek kendisinin ortaya attığı, öncülüğünü yaptığı bir doktrin var diyor ve bu başarılı olacak diyor. Orada tökezleyince ekonomi biliminden, kendi yarattığı bilimden sapıyor, bu sefer Naslara başvuruyor. Yani dini istismar etmeye başlıyor. Nas faizi haram kılmış güya. Oysa asıl amaç bu değil. Asıl amacın inanca uygun davranış olmadığı da ortada.

“İnançlara böyle bir saldırıyı kabul etmiyoruz”

Çünkü Nas faizi yasaklıyorsa, haram kılıyorsa ekonominin bütün alanlarında devletin alacaklarında da faizi sıfırlamanız gerekiyor. Ama öyle yapmıyorlar burada da halkın dini inançlarını istismara yönelik bir yalan manevrası olduğunu açıkça görüyoruz. Türkiye’de inançlara bu şekilde bir saldırıyı HDP olarak her yerde ifşa edeceğiz, kabul etmiyoruz. Bunu halka hakikatiyle birlikte açıklamaya devam edeceğiz. Bu düzenin gerçek yüzünü de açığa çıkarmayı sürdüreceğiz

Peki nereden karşılanacak dövize bağlı bu garanti? Nasıl işleyecek bu konuda ayrıntı yok ama ipuçları var. Dün Ziraat Bankası Genel Müdürü bunun hazineden karşılanacağını söyledi. Doğru diyor. Eğer bir kaynak yaratılacaksa  bunun şimdi tek adresi hazinedir. Hazine halkın vergilerinin ve halktan toplanan gelirlerin bulunduğu yerdir. Hani halkın kaynaklarının toplamıdır. Bundan önce Merkez Bankası’nın kaynaklarını, bu politikaları uğruna bir avuç yandaşa peşkeş çektiler. 128 milyar dolar bu şekilde buharlaştı gitti. Bunların hepsi bu halkın emekleriyle oluşan birikimler. Şimdi hazineden karşılayacaklar. Hazineden karşılamak zorundalar başka yolu yok. Ya da bütünüyle kanunları bir kenara bırakır yasadışı bir ekonomik işleyiş yapacaklar. Yani yasaların olmadığı, kuralların bulunmadığı arka kapıda tıpkı karaborsa gibi çalışan bir ekonomik düzen kuracaklar. Bunun da işleyişi o kadar kolay değil, hele dünya ekonomisiyle entegre olma iddiasında olan bir ülke için bunun yataracağı yıkımların ne olacağı ortada.

Bu durumda başvuracakları tek kaynak var. Hazine. Şimdi nasıl bundan önce  yandaşlara verdikleri büyük projeleri hazine garantisi altına almışlarsa şimdi de dövize bağlı mevduatların artışı için hazinenin yani halkın kaynaklarını kullanacaklar. Bunun da sınırı var. Eğer daha çok yükselirse döviz faizle kur arasındaki farkı karşılamak için hazinenin kaynakları mevcut kaynaklara yetmiyorsa ne yapacaklar, para basacaklar. Para basmak enflasyon demektir, hazineyi kurutmak bu ülkeyi, bu halkı halkı soymak demektir. Ne için? Bir avuç rantiye için. Bir avuç servet sahibi için hazineyi boşaltacaklar. Türkiye Merkez Bankası’nı kaynakları tükenmiş, hazinesi boşalmış bir ülke haline getirecekler. Bunun sonucu yoksulluktur, açlıktır, kıtlıktır, zulümdür. Bu açıkladıkları model bir iki gün kurlarda iniş sağlayabilir ama bu geçicidir.

Keşke doğru dürüst bir ekonomik model açıklansa halkın çıkarlarını esas alan tedbirler ikame edilse; hukuka, demokrasiye dönüş eksenli bir yol açılsa da kur böyle düşse. Elbette isteriz ve bunu biz yapacağız. Kurun belli bir dengeye indirilmesi için bu kadar kaynağı israfa gerek yok. Halkın çıkarlarına dayalı, kamu yararını esasa alan, adil paylaşım hedeflerine yönelmiş bir ekonomi anlayışı yeterlidir. Ama bu iktidarda bu anlayışın zerresi yoktur. Olamaz. Bu iktidar “ekonomide kurtuluş savaşı başlattık” dediğinde şunu belirtmiştik; bu savaş halka karşı savaştır. Bu iktidarın ekonomideki savaşının hedefi halktır. Halkın büyük kesimini yoksullaştıracak, sefalete mahkum edecek, açlığa sürükleyecek bir savaş yürütüyorlar. Halka karşı savaşa halkın da birleşerek karşı koymaktan başka bir yol yok. Bunu hep söyledik. Halka karşı yürüttükleri bu savaşa karşı en geniş demokratik ittifakı çıkaracağız, halkın çıkarlarını savunmak için, bu bozuk düzeni durdurmak için, en geniş birlikteliğini hayata geçireceğiz. Başka yolu yok.

“Hazineden kanunsuz tek kuruş para çıkaramazsınız”

Bugün emekçiler meydanlarda bu soygun düzenine karşı mücadelelerini sürdürüyorlar. Bizler de HDP olarak her alanda mücadeleyi, emek, özgürlük, barış, adalet için yürütüyoruz. Yıllardır yapıyoruz bunu. Mirasını devraldığımız yüzyıllık mücadele birikimini ve dünyanın çeşitli ülkelerindeki hak, adalet mücadelelerinden ilham alarak sürdürüyoruz mücadelemizi. Bunu Meclis’teki bütçe görüşmelerinde de sürdürdük. Halk için bütçe halka bütçe şeklinde en geniş şekilde yürüttük Bu yeni açıkladıkları paketi gerçekten hayata geçireceklerse yani faiz ile kur arasındaki farkı TL mevduat sahiplerine vereceklerse bunu hazineden yapmaları gerekiyor. Hazineden tek kuruşun bile kanuni dayanak olmadan çıkarılmasının imkanı yoktur. Ya Anayasayı askıya alacaksınız yani açık ve doğrudan darbe yapacaksınız ya da bu garanti için faiz kur farkı garantisi için bir kanun getireceksiniz. İşte burada bize ve bütün muhalefet partilerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Böyle bir kanunun Meclis’e gelmesi gerekiyor. Meclis’e geldiğinde bunu engellemek; bu halka ve tarihe karşı sorumluluğumuzdur. Böyle bir kanun getirdikleri anda en geniş mücadeleyi alanlarda ve Meclis’te yürüteceğiz ve bu oyunu bozacağız. Böyle bir kanun getirirlerse bunu engelleyeceğiz, engellemek zorundayız. Bu toplumun geleceği için bunu mutlaka yapacağız, mutlaka başaracağız.

Her konuda her yolu mübah gören bir iktidarla karşı karşıyayız. İnanç istismarını sınır tanımadan yapabiliyorlar. Tamamı bunların savaşa, yandaşa, ranta bir avuç sermayedara işleyen ekonomik düzenin sürdürülmesi içindir. Beka dedikleri budur. Beka dedikleri kendi iktidarlarını sürdürmek, yandaşları beslemeye devam etmek, bir avuç sermayedarı semirtmek ve halkı sefalete ve açlığa mahkum etmektir. Beka dedikleri bunun dışında hiçbir şey kastetmediklerini, amaçladıklarını görmeliyiz. Kendilerine milliyetçi diyen de dindar, inanan insanlarımızın da yapılanın bütün değerleri talan etmek olduğunu görmeleri gerekiyor. Biz bıkmadan usanmadan bunu anlatacağız. Dini iktidarlarının devamı ve yandaşlarının daha da zenginleşmesi için halkın yoksulluğu, açlığı pahasına bu düzeni devam ettirmeye çalışan bu iktidara dur demek vicdan ve inanç sahibi herkesin görevidir. En başta inançları bu oyunda kullanılmak istenen insanların buna dur diyeceğine inanıyoruz. Biz bu ülkeyi kurallarla, adil, özgür demokratik anayasayla, hukuk kuralları ile yöneteceğiz. Bu ülke böyle yönetilir. Bunun dışında yapılan her manevranın temelinde hile ve çıkar yattığını herkes görmelidir.

Makyavelli diye bir düşünür var. Önemli bir insandır. Makyavelizm dediğimizde aklımıza gelen “amaca giden her yol mübahtır”. Yani sen amacına ulaşmak istiyorsan her yolu kullanabilirsin. Kirli olsun, hileli olsun, yalan olsun fark etmez yeter ki iktidarını koru, bunun için her şeyi yapma hakkın var diye özetleniyor. Ben Makyavelli iyi okumuş biri olarak söylüyorum; şu anda bu iktidarın yaptıklarını, yöntemlerini görüyorsa büyük bir azap yaşıyor, kemikleri sızlıyordur. Ya ben bu kadarını kastetmemiştim, benim kastettiğim bu kadar değildi. Bu iktidar benim söylediğim ve bana atfedilen her türlü kuralın ötesine geçmiş, artık sonu olmayan bir yola girmiştir bu Makyavelizm konusunda.

“Bu yalan ve düzenini sona erdirmek için varız”

Bu iktidar Makyavelisttir. Bu da yetmiyor kendilerini korumak adına her yolu mübah gören, günah suç ve ayıp dolu bir anlayışa sahiptir. Bu iktidarın varlığı günaha, suca, ayıba dayanıyor. Zulüm buradan geliyor zulmün kaynağı da bu anlayışa dayanıyor. HDP olarak bizim amacımız hakikatle yürümektir, halk için halkın yararına çalışmaktadır. Bu yalan düzenini sona erdirmek için varız ve bütün bunları yürütme adına kan kan politikasına son vermek için varız. Yalana, talana ve kana son verecek mücadelenin öncüsü olmaya devam edeceğiz. Bu ekonomik düzen aslında tam da bir siyasi zihniyete, bir siyasi modele dayanıyor. Ardında bir siyasi yapı var. Bu siyasi yapının otoriterlik, despotizm olduğunu, bu siyasi yapının faşizmi kurumsallaştırma niyetiyle oluşturulduğunu söylüyoruz. Söylemeye devam edeceğiz.

2021 yılını geride bırakıyoruz. Bu yılın son grup toplantımız. İnsan hakları kuruluşlarının raporlarına baktığımızda, işlenen ihlaller, yapılan zulümler ciltlerle ifade edilebilir. Burada hepsini anlatmak mümkün değil. Burada bir kaçına değinmek gerekiyor. Yıl biterken hatırlamamız gereken zulümler var. Bunları, bu zulümleri hatırlayalım ve hatırlatalım ki hesabını sorabilelim. Ve geleceği adalet ve barış üzerine kurabilelim. Sadece acıları sayarak, karamsar bir tablo yaratmak amacında değiliz. Acıları, zulme maruz kalanların yaşadıklarını anlatarak düzeni değiştirmenin yeterli olmadığını biliyoruz. Ama bu düzeni değiştirmek için hafızayı canlı tutmamız lazım. Bu iktidarın zulmünü ve bu düzenden kaynaklanan bütün zulümleri hatırlamalı, hatırlatmalıyız. Amacımız bunların bir daha asla yaşanmamasıdır. O nedenle bu hatırlatmayı yapacağız hepsine nasıl cevap vereceğimiz konusunda halkımızla görüşlerimizi paylaşacağız.

10 yıl önce bu günlerde Roboski Katliamı yaşandı. Birkaç gün sonra 10’uncu yıl dönümüne gireceğiz. Bu katliamda hayatını kaybeden 17’si çocuk 34 canımızı rahmetle anıyorum. Bu acı bitmedi, bu acı dinmedi. Yine aralık ayı, acılar ayı diyeceğimiz zaman dilimi. Maraş Katliamı da o acımasız katliamı da yine aralık ayında yapmışlardı. Alevi canlara ve oradaki demokrat insanlara, o zulmü o acımasız o vahşi katliamı unutmadık, unutmayacağız. Hayata Dönüş Operasyonu adı altında cezaevlerinde yapılan katliam da aralık ayındaydı. Onu da unutmadık, unutmayacağız. Sanıyorlar ki hesabı sorulmayacak. Evet divana kalır hesap ama divandan önce halk var. Divandan önce burada hep birlikte hareket edersek, 40’lar Meclisi gibi bir ruhla yürürsek bu dünyada hesabını mutlaka soracağız.

Şemdinli’de Umut Kitabevi’ni basıp cinayet işleyenler beraat ettiriliyor. Acılar geleceğe devredilsin diye. Çorum, Sivas ve Gezi’de yaşananları da unutmadık, unutmayacağız. Bu anmaları, nefreti büyütmek için siyaseti kör intikam üzerine kurmak için değil, geleceği barış ve adalet üzerine kurmak için hatırlatıyoruz. Hesap sorma politikamız da bunun içindir. Eğer bunlar unutulursa zalim kazanır, hatırlatılırsa halk ve adalet kazanır. Suruç, Ankara Gar Katliamlarını da unutmadık, bunların hepsi bu toplumda bu dünyada mutlaka hesabı görülmesi gereken karanlık, kanlı oyunların örnekleridir. Başka örnekler de vardır. Bugün cezaevleri toplama kamplarına dönüştürülmüştür. Cezaevlerinde işkence, hak ihlalleri almış başını gidiyor. Her gün yeni cenazeler çıkıyor cezaevlerinden. Hasta tutsakların tedavileri engelleniyor, adeta fiili idam cezası uygulanıyor.

Hani kanunlarımızda idam kaldırılmıştı dedik ya, hayır hasta mahpusların tedavilerinin engellenmesi bir idam biçimidir. Bir yargısız infaz biçimidir. Son bir ayda cezaevlerinden maalesef cenazeleri çıkan insanların sayısı 6-7 belki de bugün bunlara da yenisi eklenecek. Bütün bunların kaynağı bu sistem, bu anlayış ve siyasettir. Varlığını sürdürmek için zulümden başka yol görmeyen, halktan desteği azaldıkça zulmü, yalanı, talanı, baskıyı pervasızca yürüten bu anlayıştır. Bunların temelinde savaş politikaları, düşmanlaştırma anlayışı yatmaktadır. Bunların temelinde yatan şey toplumun değişik kesimlerini birbirine düşman kılarak birlikte mücadele etmelerini engellemek, böylece iktidarlarını hileyle, yalanla sürdürmektir. İşte buna karşı çıkmalıyız, en başta Kürt Sorunundaki çözümsüzlük politikalarına, güvenlikçi anlayışlara karşı çıkmalıyız. Kürt Sorunundaki çözümsüzlük politkalarının yarattığı ekonomik maliyeti, bu ülkeden eksilen canları, bu ülkenin geleceğinin karartılması gerçeğini hep anatıyoruz.

“Büyük barış sadece Kürt Sorununda demokratik çözümle sınırlı olamaz”

Bir de bugün yaşadığımız ekonomik çöküşte bunun ne kadar önemli payı olduğunu görmemiz gerekiyor. Kürt Sorununda demokratik çözüm ve barış Türkiye’’de büyük toplumsal barışa giden yolun kilidi durumunda. Büyük barış sadece Kürt Sorununda demokratik çözümle sınırlı olamaz. Demokratik çözümü bu ülkenin yüzyıllık tarihinde bu politikaları yaratan anlayışın açtığı bütün yaralarla yüzleşerek sağlayabiliriz. Büyük barışın yolu bütün acıları görmek ve bu acıları ortak hale getirmektir. Eğer yüzyıllık tarihimiz boyunca yaşanan acıları, yüzleşme yoluyla ortaklaştırabilirsek, büyük barışın yolunu açmış oluruz. Öte yandan açılmış yaraları iyileştirmenin yolu, bu yaraları tanımak, bu yaraların açılmasına sebep olan bütün anlayışları reddetmekten geçiyor. Eğer bu ülkeye bir gelecek vaadinde bulanacaksak bu ülkenin kadınlarına gençlerine ve emekçilerine ve mazlum halklarına bir gelecek umudu vermek istiyorsak bunun adı büyük barıştır.

Bu büyük barışı kurmak için bizim ne yapmamız gerekiyorsa yapma sözümüz var. Bu sözü tekrarlayalım. Büyük barış bizim varoluş sebebimizdir. Kürt Sorununda demokratik çözüm, bugünden geriye doğru yaşanan ve yaşatılan bütün acılarla yüzleşmeye ve yaraları sarmaya dönük bir anlayış. Böyle yaparak geleceği barış, demokrasi ve adalet üzerine kurabiliriz. HDP olarak bu topluma vaadimiz, taahhüdümüz ve sözümüz budur. Bunun da sadece HDP’ye bırakılamayacak kadar büyük bir hedef olduğunu herkes görmeli. Bunu başarabilirsek büyük barış harekatını geleceğin inşası ve geçmişin yaralarını iyileştirmek için kurabilirsek, bu iktidarın dayandığı bütün temelleri ortadan kaldırırız. Bu iktidar yeni yaralar açan bu anlayışıyla, eski yaralara saygısızlığı sürdüren yaklaşımıyla toplumu ayrıştıran, halkları birbirine karşı karşıya getiren politikalarıyla kendini var etmeye çalışıyor.

“Selam olsun yoldaş Gabriel Boric ve demokrasi mücadelesi yürüten Şili halklarına”

Bu iktidarı göndermenin ve bu düzeni değiştirmenin yolu tam tersini yapmaktır. Bundan sonra artık zaman kalmamıştır. Zaman daralmaktadır. Bütün demokrasi güçlerine, vicdanlı insanlara, iyi insanlara, tek tek bireylere bir çağrı olarak yeniliyoruz: Gelin büyük adalet, güçlü demokrasi ve büyük barış harekatını inşa edelim. Önümüzde çok yakında yaşanmış güzel bir örnek var, bizim yaşadığımız darbe, işkence, yargısız infaz ve her türlü insanlık dışı pratiğe tanıklık etmiş, buna maruz kalmış bir toplum Şili. Şili neoliberal politikaların da mutfağıydı. Allende’yi deviren Pinochet de zulmün sembolü oldu. 71’den bugüne 50 yıl geçti ama mücadele hiç durmadı. Şimdi hafta sonu seçimler oldu ve yoldaş Gabriel Boric demokrasi güçleriyle birlikte diktatörlüğü, Neonaziliğini gizlemeyen cepheyi alt etti. İşte demokrasi birlikteliğinin, ortak mücadele birlikteliğinin zaferi budur. Selam olsun yoldaş Gabriel Boric selam olsun. Selam olsun, Şili’nin demokrasi mücadelesini yürüten halklarına ve bütün toplum kesimlerine. Bunu kurabiliriz, bunu kuracak gücümüz var, birikimimiz  var. HDP olarak üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazır olduğumuzu söyledik. Kimsenin bahaneler uydurma imkanı ve zemini kalmamıştır. Bu ortak demokrasi ve büyük  barış mücadelesine katılmamak ya da kaçmak için kim ne bahane üretiyorsa halk ve tarih önünde sorumlu olacaktır. Bunu bir kez daha ilan ediyoruz.

2021’deki mücadelemizin özetini çıkarmaya kalksam bu toplantıyı bir saat daha sürdürmemiz lazım. “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” dedik. Bizim bir Demokrasiye Çağrı deklarasyon hazırlığımız var diye yola çıktık. Kanaat önderleriyle, sivil toplum örgütleriyle istişarelerle deklarasyonumuzu, yol haritamızı, 27 Eylül’de toplumun önüne öneri olarak koyduk. Gelin müzakere edelim diye koyduk, burada istediğimiz, amacımız toplumun bütün farklı kesimleriyle ama ortak hedefi demokrasi ve adalet büyük barış olan, herkesle ortaklığı sağlamaktır, bu ısrarımızı sürdürüyoruz. Bunu da demokrasi mücadelesini en geniş kesimlere taşıyarak en geniş birliktelikler sağlayarak başaracağımız kesin. 2022 başaracağımız yıl olacaktır. Kimse umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmasın. Kimse bu iktidar ne yapar ne eder mutlaka bir yolunu bulur seçimleri kazanır gibi Nihilizm yoluna girmesin. Bu iktidar halka, adalete halkların birlikteliğine düşman bir iktidardır.

“Seçim burnumuzun dibinde olacak kadar yakındır”

Bugün bir oyun yapar, iki gün nefes alır bunun bedeli yıllarca bu halk tarafından ödenir. O nedenle kaybedecek zamanımız yoktur. Birleşmek, birlikte yürümek ve bu ülkeyi 2022’de adalete, büyük barışa, demokrasiye taşımak için derhal harekete geçmeliyiz. Bizler de deklarasyonumuz çerçevesinde zaten görüşmelerimizi çok yönlü devam ettiriyoruz. Bir büyük mücadele ortaklığı amacıyla bütün kesimlerle görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Parlamentodaki partilere de çağrı yapıyoruz. Önümüzde bir seçim var, tarihini kestiremiyoruz ama artık burnumuzun dibinde olacak kadar yakındır. Bunu böyle düşünmek zorundayız. Yarından itibaren dört partiyle eş genel başkanlar düzeyinde görüşme turumuz olacak. Ortak mücadele için, kendilerine de çok temel noktalarda önerilerimizi sunacağız.

Yarın Saadet Partisi’ni ziyaret ediyoruz Pervin Buldan Eş Genel Başkanımla birlikte. Önümüzdeki hafta DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi başkanlarıyla bir araya geleceğiz. Davet bizden geliyor, amacımız her alanda çok temel ilkeler etrafında bir birliktelik sağlamaktır. Bizim zaman kaybetme lüksümüz yok. Aslında herkes biliyor geminin su aldığını. Bu şiiri hatırladınız değil mi çok tekrar ettik. Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu. Şimdi hiç kimse bu yalan döngüsünü görmezden gelme hakkına sahip değildir. Zarlar hileli değilmiş gibi iktidarın kurduğu oyun sahasında kalma hakkına sahip değildir. Zarlar hilelidir, kaptan yalan söylüyor ve bu gemi su alıyor. Bizler şimdi ortak mücadele ile bu gemiyi barış, adalet, demokrasi limanına götürmeliyiz. Önce şu hileli zarları atıp çöpe gömmeliyiz.

Yalanın hakimiyetini kurmak isteyenlere hakikatin sesiyle cevap vermek zorundayız. Bunu başaracağız, buna inancım tamdır. Bu inançla yeni yılı kutluyorum. Bu inançla bütün halklarımıza, gençlerimize, emekçilerimize, kadınlara açlık çeken, yoksullukla boğuşan, geleceği çalınan bütün topluma sesleniyorum; gelin birlikte yürüyelim. Umut mücadeleden doğar, dayanışma umudu besler. Eğer oturursanız ve yerinizde karamsar hikayeler örmeye devam ederseniz gideceğiniz yol kapkaranlık bir umutsuzluktur. Buna kimsenin hakkı yoktur. Bu ülke hepimizindir. Hep birlikte kazanacağız. 2022 yılı birlikte kazanacağımız yıl olacaktır. Bu inançla hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. “

Paylaşın

HDP’li Oluç: Çöküşün Nedeni Saray Hanedanlığıdır!

2022 yılı bütçe görüşmelerinin son günde HDP Grubu adına söz alan Saruhan Oluç, “Bugünkü çöküşün nedeni günümüzün Saray Hanedanlığıdır! Halkın cebindeki parayı yandaşın cebine, halkın sandıktaki iradesini kayyımların, atanmışların eline teslim eden bir sistemdir sizin sisteminiz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında parti devleti sistemiyle tüm kurumları iktidarınızın parti birimlerine çevirdiniz. Tablo ortada; Yargıtay Partisi, Danıştay Partisi, Ağır Ceza Partisi, Emniyet Partisi, SADAT Partisi, TÜGVA Partisi, Vali-Kaymakam-Milli Eğitim-İŞKUR Partisi oluşturdunuz!” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Ekonomik krizin tohumlarının 2015’te atıldığını, 2018’de başladığını belirten Oluç, “Ekonomik kriz siz yok deseniz de her gün etkisini hissettiriyor. Sosyal ve siyasal alana sirayet ederek çoklu kriz özellikleri gösteriyor. Esnaf, alıp satamıyor, hatta son haftalarda fiyat belirleyemiyor. Vatandaş alım gücünü her gün kaybediyor. Türk lirası, değersiz pul haline getiriliyor. Kim yapıyor bunları? Bu iktidar yapıyor” dedi.

İktidarın ömrünü uzatmak için “yeni ekonomik model”den bahsettiğini söyleyen Oluç, modeli “çelişkiler modeli” olarak tanımladı. Oluç, iktidarın her yıl bir yeni ekonomi programı yarattığını, ülke ekonomisini batırdığını, Türkiye’yi tarımda dışa bağımlı hale getirdiğini savundu. Gençlerin iş bulma umudunu yitirdiğini söyleyen Oluç, yoksulluk ve işsizliğin gençleri, en çok da genç kadınları vurduğunu kaydetti.

İktidarın, kutuplaştırma ve gerginlik yaratma üstadı olduğunu belirten Oluç, “Kendisini sınırlar içinde ve dışında Kürtlere karşıtlık üzerinden var eden bu yeni rejim, Kürt sorununu da çözümsüz hale getirmiştir. Önce Kürtleri sonra Kürtçeyi daha sonra Kürt sorununu şimdi ise Kürtlerin siyasal temsilini inkar eden bu rejim demokratik ve barışçıl bir rejimi de reddetmektedir” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, 2022 bütçe görüşmelerinin kapanışında konuştu. Oluç’un konuşmasının tam metni şöyle;

“Günlerdir 2022 yılının bütçesi ve geçtiğimiz yılın kesin hesabı üzerine konuşmalar gerçekleştirdik ama ortada çok tuhaf bir durum var. Çünkü aslında kadük hale gelmiş bir bütçe görüşüldü. Neden mi? Bu bütçe Plan Bütçe Komisyonuna geldiğinde dolar kuru 9,27 idi. Şimdi kapanış konuşmaları yapılırken, dolar 16,5-17 aralığında dalgalanıyor. Yüzde 75 sapma var. Yüzde 75. Yani bütçenin bütün öngörüleri ve değerlendirmeleri boşa düşmüş durumdadır. Aynen iktidarın Orta Vadeli Programında ve Merkez Bankası’nın 10 gün önceki öngörülerinde olduğu gibi. Şimdi ‘maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz’ saçmalığına düşmeyin sakın. Çünkü Türkiye ekonomisini az buçuk bilen bilir ki, ara malları ithalatı üzerinde yükselen bağımlı bir üretim modeli vardır ve döviz kurlarındaki bu yükselme ithalatı ve enerji fiyatlarını doğrudan belirlemektedir. Daha bu bütçeyi oylamadan, ek bütçe yapılacağına dair haberler ortalıkta dolaşıyor ve sizler iktidar kibrinizden dolayı muhalefete kulaklarınızı kapatıyorsunuz.

Aslında bu bütçenin geri çekilerek revize edilmesi gerekirdi. Bütçe tercihlerinin değiştirilmesi ve halkın ihtiyaçlarına göre yeni bir bütçe hazırlanması gerekirdi. Ama bu iktidarın bunu yapacak mecali de yok, vizyonu da. Tükenmiş, halka yeni bir umut hikayesi anlatamayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Ve tek hedefi kendi bekasını sağlamaktır. 2015 yılında tohumları atılan ve 2018’de başlayan ekonomik kriz, siz yok deseniz de her gün etkisini hissettiriyor. Hem de sosyal ve siyasal alana sirayet ederek çoklu kriz özellikleri gösteriyor.

“Türk Lirası değersiz pul haline geliyor”

AKP-MHP ittifakı “ekonomik kriz” kelimesini ağzına almasa da bir ülkede insanlar “Karnımızı doyurduğumuz gün şükrediyoruz” diyorsa; bir esnaf kalkıp “Her şeyimi sattım, borç bitti ama ben de bittim” diyorsa; bir emekçi kadın “Asgari ücretten ucuza çalışıyorum. Yetiştiremiyorum” diye isyan ediyorsa; çiftçi ve köylü gübre, mazot ve tohum fiyatlarındaki yükselişi dehşetle izliyorsa o ülkede ekonomik kriz vardır! Bu ülkede insanlar fırından utanarak bayat ekmek alıp akşam sofra kurarken, iktidar beslemesi medya “İşte 4 lezzetli bayat ekmek tarifi’” diye manşet atmakla meşgul oluyorsa; halkına yabancılaşmış bir iktidar sefası vardır! Saray sefa sürerken, işçinin, emekçinin, çiftçinin, yoksulun, dar gelirlinin mutfağı yangın yerine dönmüştür. Üretici maliyetlerden ötürü üretemiyor, Esnaf alıp satamıyor, hatta son haftalarda fiyat belirleyemiyor. Vatandaş alım gücünü her gün kaybediyor. Türk Lirası değersiz pul haline geliyor.

Cumhurbaşkanı sıfatıyla AKP Genel Başkanı Erdoğan ise ya “Faiz nas’tır” ya da “Stokçuluk haramdır” sözlerini sarf ediyor. Halbuki sorun bu güvensizlik ortamını yaratan iktidardadır. Halk güvenmiyor sizin sözlerinize. Ortadaki günah sizindir, günahkâr olan Saray’dır! Suçlu olan esnaf değil, üretici değil Saray’dır, AKP-MHP ittifakıdır! “Ekonominin kitabını yazdım” diyen Cumhurbaşkanının eğer bir kitabı varsa adı: “Saray’ın Saadet Zinciri”dir. İşte siz bu felakete sıkılmadan “ekonomik kurtuluş savaşı” diyorsunuz. Bizler de “böyle bir savaş yok, siz politikalarınız ve uygulamalarınızla emekçi yoksul halka savaş açtınız” diyoruz. İktidarınızı koruma savaşı.

İktidar ömrünü uzatmak için şimdi de “Yeni Ekonomik Model” lafına sarıldı. Yatıp kalkıyorsunuz, “Yeni Ekonomik Model” diyorsunuz. Her şeyden önce bu model yeni değil, Kenan Evren’in Türkiye’ye 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve tank paletleri ile getirdiği ekonomik modelin makyajlanmış halidir. Bu modelin faturasını halk, 1994 ekonomik krizinde ödedi. 2000 ve 2001 yıllarındaki ekonomik krizlerde ödedi. Biz bu modeli; bankerler krizinden, hayali ihracatlardan, gıda kuyruklarından tanıyoruz. Biz bu modeli; cari açıklardan, ticaret açıklarından, siyaset-iş dünyası-bürokrasi arasında kurulan suç ekonomilerinden biliyoruz. Bu modelin ilk icraatı Merkez Bankasının dolar satışları oldu. Merkez Bankası 1 Aralık, 3 Aralık, 10 Aralık ve 13 Aralık’ta piyasaya 4 milyar dolardan fazla döviz sattı. Bugün de satıyor. Erdoğan, grup toplantısı yaparken bile kurlar oynamasın diye satış yapıldı, ABD FED toplantısı yapılırken satış yapıldı. Faiz açıklamasından sonra satış yapıldı.

“Türkiye’de tek adamın merkez bankası, yani Saray-Bank vardır”

Kimin dolarlarını satıyor bu Merkez Bankası? Kaçtan borçlanıp dolarları alıyor bu Merkez Bankası? Kimlere peşkeş çekiliyor bu dolarlar? Doları düşürmek için piyasaya satılan dövizin etkisi ne kadar sürdü biliyor musunuz, 45 dakika, sadece 45 dakika! Döviz satıldı, dolar düştü. 45 dakika sonra dolar eski fiyatına geri geldi. Bu halkın cebinden çıkan milyarlarca dolar kül oldu ama birilerini cebi şişti. Bütün dünyada ülkelerin merkez bankaları vardır. Türkiye’de ise tek adamın merkez bankası, yani Saray-Bank vardır. Saray Bank size çalışıyor. O da yetmiyor. Bugünlerde kamu bankalarının sermaye yapısını ve kredi kapasitesini desteklemek için çalışmalar yapıyorsunuz. Esnafı, emekliyi, emekçiyi, çiftçiyi batırdıktan sonra şimdi sıra kamu bankalarına geldi.

Bu model bir çelişkiler modelidir. Faize karşıyız diyenlerin yüksek faiz ödediği, yerli ve milliyiz diyenlerin ülkenin geleceğini, zenginliklerini kelepir fiyatına yabancı yatırımcılara ve şirketlere satmaya çalıştığı bir modeldir. Her yıl bir yeni ekonomi programı yaratıyorsunuz. Geçen yıl da öyleydi bu yıl da. Toplumu yüksek kur, yüksek faiz borcu, yüksek işsizlik, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı sarmalıyla kuşatan sisteminiz miadını doldurdu, kilometre ömrünü tamamladı. Sisteminiz pert oldu, hurdaya çıktı. Pert olmuş bir arabayı yürütemeyeceğinizi göreceksiniz. Üç yıllık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminiz, bolca “yeni model”le doludur. Modelleriniz Türkiye’yi ne hale getirdi söyleyeyim. Modelleriniz Türkiye’yi ne hale getirdi size söyleyeyim: Dünya Bankası raporuna göre nüfusun yarısı toplam yıllık ülke gelirinin yüzde 15’ini alırken, en yukarıdaki yüzde 1 gelirin yüzde 24’ünü alıyor. İşte sizin modeliniz.

“Karanlık senaryolar bu iktidarı kurtaramaz”

İktidar bu ülkenin ekonomisini batırıyor. 2018’den bu yana her yıl bir Hazine ve Maliye Bakanı değiştirdiniz, 2018’den beri dört Merkez Bankası Başkanı değiştirdiniz, TÜİK’i Saray’ın hesap makinesine çevirdiniz, sayısız başkan ve başkan yardımcısı değiştirdiniz. Yolsuzluğu Bakanlar Kuruluna, Saray’a kadar taşıdınız. Toplam borçlu sayısını 35 milyon kişiye çıkardınız. 30 milyon insanı açlık sınırının altında bıraktınız. Ne “ekonomik kurtuluş savaşı” diyerek sarıldığınız 1994 model Tansu Çiller ne zamanında vesayet kurumu dediğiniz Milli Güvenlik Kurulu ne de Saray’ın kör kuyularında hazırlanan karanlık senaryolar bu iktidarı kurtaramaz.

Türkiye halklarını, yarattığı çoklu kriz içerisinde yaşam mücadelesi vermeye zorlayan ve utanmadan, sıkılmadan “kriz yok” diyen bir iktidar ortaklığı gerçeği var. Sokak, çarşı, pazar, atölye, manav, bakkal, kasap ve en önemlisi halkın mutfağından bihaber. Halkın arasına gidemeyecek duruma geldiniz. İşte bu yüzden yüzü kızarmadan konuşabiliyorsunuz.

“Ucuza almak için pazara akşam saatlerinde gidin, yerden ürün toplayın, porsiyonlarınızı küçültün, az yiyin, eti gramla, sebzeyi taneyle alın, turfanda yemeyin sağlığa zararlıdır, kombinizi kısık derecede kullanın, üşüyün” diyebiliyorsunuz. Bakın tarımı öyle bir tahrip ettiniz ki… Çiftçiler, köylüler size ne diyeceklerini bilemiyor.

AKP Genel Başkanı, Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını yüzde 80’lerden yüzde 20’lere indirdik diyor.

2020 yılında üretilen buğdayın yüzde 48’i oranında buğday ithal edilmiş. 2021’deki buğday ithalatı ise 11-12 milyon tona yaklaşmış. Sadece buğdayda değil pirinçte, mercimekte, nohutta da Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdiniz. Savunma sanayinde dışa bağımlılığı azaltmakla övünen iktidarınız, ekmeğin buğdayında, pilavın pirincinde Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdi. Eserinizle gurur duyuyor musunuz?!

Mazotun, gübrenin, tohumun fahiş ölçülerde zamlanması nedeniyle bu ülkenin verimli topraklarında traktörler çalışamıyor. Çiftçiler haciz derdiyle boğuşuyor. Ama ithalat vurgunculuğu çalışıyor! Türkiye’de bir de yalan sanayisi kurdunuz. Uçuyoruz, coşuyoruz, şahlanıyoruz, Avrupa bizi kıskanıyor, bolluk içindeyiz, ekonomi büyüyor gibi sürekli yerli ve milli yalan üreten yalan sanayisiyle siyasetinizi yürütüyorsunuz! Bütçedeki faiz ve silahlanma harcamalarınızı, çoklu maaş düzeninizi, rant ve talanınızı, yolsuzlukları ne düşünüyorsunuz ne görüyorsunuz ne de duymak istiyorsunuz.

2021 yılı boyunca, yaşanan ekonomik krize karşı halkın taleplerini ve dertlerini dinlemek üzere HDP olarak İstanbul’dan Van’a, Mardin’den İzmir’e kadar Türkiye’nin dört bir yanında “İş ve Aş Buluşmaları” gerçekleştirdik. 2022 yılı bütçe görüşmeleri başlamadan önce de “Bütçe Buluşmaları” adı altında Ağrı’dan İstanbul’a, Mardin’den Ankara’ya hem sivil toplum örgütleri, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, sivil inisiyatifler gibi kurumlarla görüşmeler yaptık, halkla bir araya gelerek bütçe için taleplerini dinledik.

“Toplumun derdi sizin derdiniz değil”

Bu buluşmalar sonucu ortaya çıkan talepleri Meclis’e taşıdık. 2022 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinin Plan ve Bütçe Komisyonu’nda gerçekleşen görüşmeleri boyunca önergeler verdik. Asgari ücret vergilerden muaf tutulsun dedik. Dinlemediniz, ama şimdi Saray söyledi diye heyecanla savunuyorsunuz. Doğruyu kabullenmeniz ancak Saray size söylerse oluyor. Öğrencilerin kredi borçlarından EYT’lilerin sorunlarına, 3600 ek göstergeden çiftçilerin borçlarına, ataması yapılmayan öğretmenlerden emekli maaşlarına, ev emekçisi kadınların haklarından engellilerin sorunlarına kadar verdiğimiz önergelerin hepsi AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Çünkü işçiyle, emekçiyle, emekliyle, esnafla, çiftçiyle, kadınla, gençle, dar gelirliyle, ücretli çalışanla birlikte dertlenmeyi önemsemiyorsunuz. Toplumun derdi sizin derdiniz değil çünkü.

Bu bütçenin en büyük özelliklerinden birisi KADIN bütçesi olmamasıdır. Bu bütçe toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı olmak bir yana, eşitsizliği derinleştiren bir bütçedir! Kadına yönelik şiddeti engellemeye yönelik, kadın yoksulluğunu ve işsizliğini çözmeye dönük, kadınların esnek, güvencesiz ve düşük gelirle çalışmamasına yönelik politikalar bu bütçede yoktur. Bu bütçe eşit katılımı, eşit temsiliyeti yok sayan bir bütçedir.

Türkiye dünya genelinde gençlerin en yoğun olduğu ülkeler arasında üst sıralardayken, maalesef aynı zamanda gençlerin en mutsuz ve umutsuz olduğu ülkeler arasında da üst sıralardadır. Türkiye’de genç işsizliği TÜİK verilerinde bile yüzde 25’e yakın. Yani her 4 gençten biri işsiz, daha da beteri istatistiklere göre yüzbinlerce genç iş aramaktan vazgeçmiş, iş bulma umudunu yitirmiş. Gençliği bu hale getirdiniz. Bütün bu yoksulluk ve işsizlik gençler arasında en çok da genç kadınları vuruyor. Hal böyleyken liyakatsizlik ve torpille ilgili belgeler, bilgiler klasör klasör ortaya dökülüyor.

Umutsuzluğun normalleştirilmeye çalışıldığı; kuralsızlığın kural, olağanüstünün olağan, hukuksuzluğun norm, eşitsizliğin felsefe, yolsuzluğun sistem haline getirilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. Ancak bizlere yol göstereceklerin, cesaret aşılayacakların kadınlar ve gençler olduğunu çok iyi biliyoruz. Kadınların gücü, mücadelesi, iradesi ve ısrarı bütün engellemelere rağmen büyüyor. Önümüzdeki zaman diliminde bir devri kapatırken gençlerin kendi elleriyle ülkeyi yeniden bu ülkeyi inşa edeceği bir umut var. “Genç başladık, genç başaracağız” diyen gençler her geçen gün artıyor. Kadınları kamusal alandan uzaklaştırmak isteyenlere karşı direnen kadınlar; “çıkar telefonunu” diyen zihniyete cevap veren gençler hepimize yol gösterecek.

“Aynı gemideyiz, ama kaptan ve yardımcıları ehliyetsiz. Değiştireceğiz hepsini”

Bütçe boyunca iktidar sözcülerinin, bakanların burada çizdiği sahte pembe tabloyu, birkaç gün önce Maliye Bakanınız ters yüz etti: “Bitersek hep beraber biteriz” dedi! Biz de diyoruz ki; yok hep beraber bitmeyeceğiz, asıl siz biteceksiniz, siz! Bitiyorsunuz da zaten. Gemi metaforunu çok seviyorsunuz. Aynı gemideyiz, ama kaptan ve yardımcıları ehliyetsiz. Değiştireceğiz hepsini. Başka türlü bu geminin batmaktan kurtulma şansı kalmamıştır.

İçinde bulunduğumuz durum çoklu krizdir ve bu çoklu krizin önemli bir sebebi bu ülkenin tarihinde saklıdır. Bu ülke kuruluşundan bu yana cumhuriyeti demokrasi ile buluşturamamıştır. 100 yıldır aktörleri değişse de Türkiye’de yürürlükte olan düzen anti demokratiktir. Bu ülkede ne sivil demokratik bir anayasa ne de demokratik bir cumhuriyet maalesef inşa edilemedi. Her gelen iktidar yalnızca kendi bekasını esas aldı ve halkları her seferinde sefalete, demokrasisizliğe, hukuksuzluğa ve adaletsizliğe mahkûm etti.

Belirli periyotlarla kriz yaratan bu durum, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte çoklu boyut kazanmıştır. 2018 sonrası otokrasi ile yönetilmeye çalışılan bu ülke; halktan, Meclis’ten ve kurumlardan kaçırılan karar mekanizmalarını Saray’da tek bir kişinin insafına bırakmıştır. Oysa zamanın ruhu bize başka bir şey söylüyor: Tek bir kişi her konuda bilgi ve yetki sahibi olamaz! Tekliği, merkeziyetçiliği bu kadar yüceltirseniz kaçınılmaz olarak yasama, yürütme, yargı ve kitle iletişim araçları ve akademi vesayet altına alınır. İçinde bulunduğumuz çoklu krizin sebebi bu merkeziyetçi, tekçi anlayıştır. Bu sistemde ne yazık ki, yargı kurumu da saygınlığını ve güvenilirliğini yitirmiştir. En üst yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına saygı duyulmamakta, iktidarı rahatsız eden bir karara karşı mahkemenin kapatılması gerektiği iktidar ortaklarınca dile getirilebilmektedir. Yargıya güven bugün yüzde 20’lere kadar gerilemiştir. Sizin sayenizde.

KHK’lar ile on binlerce yurttaş kamu görevlerinden ihraç edilerek -kendi söylemleriyle- sivil ölüme terk edilmiştir. Son derece derin adaletsizliklerin ve hukuksuzlukların yaşandığı bu uygulamalarla haklarında herhangi bir yargı kararı olmayan insanlar, adeta ölüme terk edilmişlerdir. Meclis’in hali ortada; yürütmenin noter makamı gibi çalıştırılmak isteniyor. Ezcümle, istikrardan söz edenler istikrarsızlığın kaynağı haline gelmişlerdir. Bakın, Türkiye’yi her anlamda uçuracağı söylenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi şaibeli bir referandumla kabul edildiğinden bu yana Türkiye’de zaten kadük olan demokrasi her alanda darbe almaya başlamıştır. Türkiye’de eski parlamenter sistem sorun üretiyordu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise hem seri şekilde sorun üretiyor hem eski sorunları derinleştiriyor.

Bugünkü çöküşün nedeni günümüzün Saray Hanedanlığıdır! Halkın cebindeki parayı yandaşın cebine, halkın sandıktaki iradesini kayyımların, atanmışların eline teslim eden bir sistemdir sizin sisteminiz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında parti devleti sistemiyle tüm kurumları iktidarınızın parti birimlerine çevirdiniz. Tablo ortada; Yargıtay Partisi, Danıştay Partisi, Ağır Ceza Partisi, Emniyet Partisi, SADAT Partisi, TÜGVA Partisi, Vali-Kaymakam-Milli Eğitim-İŞKUR Partisi oluşturdunuz! Siyaset mutfağınızda istediğinizi pişirin ama mutfaktaki boş tencereler, sokaklarda geçinemiyoruz diyen milyonlar ve ekmek kuyruklarında “hakkımı helal etmiyorum” diye bağıranlar karşısında sizler kaybedeceksiniz!

Türkiye’yi Sefalet Endeksinde ilk sıralara yerleştiren, sizin yolsuzluk ekonominizdir! Türkiye’yi Küresel Organize Suç Endeksinde 12’nci sıraya getiren, FATF’de gri listeye aldıran sizin hukuk dışı ve meşru olmayan işlerinizdir. Ülkeyi bütün uluslararası demokrasi ve hukuk endekslerinde son sıralara siz yerleştirdiniz. Her ne kadar ABD’nin 9-10 Aralık’ta yaptığı Demokrasi Zirvesi hiç olmamış gibi davranılsa da Türkiye bu zirveden dışlanmıştır. Zambiya’dan tutalım Ekvator’a kadar 111 devletin çağrıldığı Demokrasi Zirvesinde Türkiye’nin olmaması demek, diplomatik ve siyasi dışlanmışlıktır.

İktidar anlayışınız, AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarını uygulamayarak, AİHS Sözleşmesini çiğneyerek Avrupa Konseyinin yaptırım hamleleri ile karşı karşıya kalınmasını da sağlamıştır. Sizin sık sık yok saydığınız AB ilerleme raporları felaketi ortaya sermektedir. Kopenhag Kriterlerinin yerine düşmanlık kriterlerini, hukuktan uzak Saray kriterlerini koydunuz.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde çok devlet az toplum vardır. “Siyasal rekabet”i kötü göstermeye çalışan bu sistem, kendi varlığını sürdürmek için “düşmanlar” yaratmak çabasına girmiştir. Dolayısıyla muhalifler birer siyasal rakip olarak değil bastırılması ve hatta yok edilmesi gereken birer düşman olarak görülmektedir. Toplumsal kutuplaşma zirve noktasındadır. Türkiye toplumu bir toplum olmaktan çıkmış, fay hatlarının sürekli kışkırtıldığı, ortak bir yaşamın dinamitlendiği ayrı mahallelere bölünmüştür. Bunu siz yarattınız. Kutuplaştırma ve gerginlik yaratma üstadısınız. Ama toplum bu kutuplaştırmayı aşıyor, ortak sorunları etrafında size rağmen ve siz iktidar olduğunuz için buluşuyor. Bu yeni ve umudu geliştiren bir gelişmedir.

Kendisini sınırları içinde ve dışında Kürt düşmanlığı üzerinden var eden bu yeni rejim, Kürt sorununu da çözümsüz hale getirmiştir. Önce Kürtleri, sonra Kürtçeyi, daha sonra Kürt sorununu, şimdiyse Kürtlerin siyasal temsilini inkar eden bu rejim, demokratik ve barışçı bir çözümü reddediyor. Bu iktidar çatışma ve güvenlikçi politikaları tırmandırarak bu hayatî meseleyi çözümsüz bırakmak istiyor. Bu yeni sistem bir Amok Koşucusu gibi etrafı dağıta dağıta ilerlerken, Kürt sorunu ve demokratikleşmeyi bu ülkede konuşturmak istemiyor. “Kürt sorununun filmini çekersiniz” diyenler bugün ekonomik krizin kitabını yazmaktadır. Dolmabahçe Mutabakatını inkâr ettiniz, toplumsal barış mutabakatını hedef aldınız. “Kürt sorunu yoktur” deme karşılığında ittifak kurduğunuz yapılar size Tansu Çillerler, Mehmet Ağarlar, mafya bozuntuları ve siyaset simsarlarını hediye etti.

“Türkiye halkları bu ağır bilançoyu geçmişte bırakacak ve demokratik bir cumhuriyeti inşa edecek güce ve deneyime sahiptir”

Milli Güvenlik Kurulu, vesayet kurumu dediniz. Şimdi MGK ile birlikte Kürt halkının iradesine en büyük ipoteği siz koymaya çalışıyorsunuz. Kürt sorunu bu ülkede yaşanan siyasi, toplumsal ve iktisadi krizlerin hepsinin merkezinde yer alan temel bir sorundur. 100 yıldır Türkiye halklarına yönetim rejimi olarak inkâr, asimilasyon ve baskıya dayanan tekçi otoriterlik dayatılmaktadır. Halbuki yapılması gereken, bir arada barış ve eşitlik içerisinde yaşama kültürünü, gönüllü birlikteliği geliştirmektir. Türkiye halkları bu ağır bilançoyu geçmişte bırakacak ve demokratik bir cumhuriyeti inşa edecek güce ve deneyime sahiptir.

Dış politikada kendi planlarınızın yanı sıra aynı zamanda Doğu Akdeniz’den Suriye’ye, Libya’dan Irak’a ve Afganistan’a varıncaya kadar Akdeniz ve Ortadoğu hattında size verilen rolleri bir bir oynadınız! Bu rollerin nasıl oynandığını bizzat yine genel başkanınız söylüyor: Sadece iki sözünü buradan hatırlatacağım: “Türkiye, bölgesinde ve ötesinde güvenilir bir müttefik olarak üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmektedir” dedi. “Eğer hakikaten icraat ortaya konulursa, biz de Türkiye olarak, bize ne düşüyorsa, bunu yapmaya hazırız” dedi. Bu iki söz, verilen rolleri nasıl oynadığınızın kanıtıdır! Savaş tezkerelerini geçirdiğiniz şu parlamentoda barışa dair, çözüme dair, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, insan haklarına dair köklü politika değişikliğini getirseydiniz, bugün bu ekonomik yıkımın sonuçlarını değil, istikrar ve ekonomik büyüme konuşuyor olacaktık. Hukukla, demokrasiyle aranıza mesafe koydukça ekonomi yangın yerine dönüyor. Kurduğunuz her cümle yanmakta olan ekonomiye biraz daha fazla benzin döküyor! Yeter ki Kürtler, Suriye’de birlikte yaşadığı halklarla ortak bir gelecek kurmasın diye uluslararası alanda taviz üstüne taviz verdiniz. Ne rol verdilerse oynadınız. Diplomasiyi, barışçı bir söylem ve politikayı, müzakere ve diyalogu öne çıkarmak yerine askeri operasyonları, vekalet savaşlarını, çatışmayı seçmeniz tarihsel hataları art arda yapmanızla sonuçlandı. Ve çok şey kaybedildi.

Bu topraklara demokratik çözüm ve barışı getirmeyi sadece bizler, sadece Kürtler, sadece HDP’liler için istemiyoruz. Halkların Demokratik Partisi olarak yeni dönemde barış içinde bir arada yaşanabilecek demokratik, denetlenebilir, şeffaf ve eşitlikçi bir ülke hedefiyle üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazırız. Siz bize değil, bu ülkenin demokrasi ve adalet umuduna saldırıyorsunuz. Siz barış umuduna saldırırken, demokratik geleceğimizi baltalıyorsunuz. Kürt halkının ve Türkiye demokrasi güçlerinin siyasi temsiline son vermek, demokratik siyasetten HDP’yi tasfiye etmek için yargıyı kullanmanız çözümsüzlük ve büyük bedeller demektir. Çok açık söyleyeyim; bizlere kaybettirmek isteyenler büyük kaybedecektir. Partimize yargı kumpası kuran, terfi ve ödül almak için fezleke yarışına giren savcılarınıza buradan sesleniyorum: Fezlekeci savcılar, siyasete çok meraklıysanız çıkarın üzerinizdeki cübbeyi ve cesaretiniz varsa gelin siyaset yapın! Suçluları koruma ve suç işleme bakanınız var bir tane. Her gün bir suçluyla fotoğraf albümü ortaya saçılıyor. Bu savcıların sesi çıkmıyor. Sözde adalet arıyorsunuz öyle mi? Geçin bu yalanları! Bunu size bıkmadan söyleyeceğiz.

Demokratik siyasette kararlıyız, sorunlarımızı çatışma ve şiddet yoluyla değil, konuşarak müzakere ederek, diyalogla Ankara’da ve bu mecliste çözme konusunda kararlıyız. Eşitlik taleplerimizde ve mücadelemizde, Edirne’den Hakkari’ye ve Kürdistan coğrafyasına kadar ortak vatan ve demokratik cumhuriyet mücadelemizde kararlıyız. Aydınlık yarınları getireceğiz. Türkiye halkları 100 yıldır kendilerine dayatılan otoriter rejimlere mecbur değildir. Dışlayıcılık, ayrıştırıcılık üzerinden kendini kurgulayan ve var eden rejimler karşısında, eşitliğin ve demokrasinin birleştirici, bütünleştirici ve toplumsal adaleti sağlayıcı özelliğine sıkı sıkıya bağlıyız.

İki farklı blokun tekçilik, merkeziyetçilik, erkeklik üzerinde birleştiği anlayışlar karşısında gerçekçi alternatif Üçüncü Yol siyasetimizdir. Bu anlayışı esas alan partimiz, Türkiye’de cumhuriyeti demokrasi ile buluşturacak, bu adaletsiz düzene son verecek bir güçtür. Yeni bir siyaset, yeni bir yönetim ve yeni bir yaşam kurabiliriz. Türkiye’nin temel ihtiyacı bugün katılım, müzakere ve demokratik ve toplumsal uzlaşı esasına dayalı, evrensel temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde sağlandığı güçlü demokrasidir. Bütçenin saraylara, israfa, yandaşlara, silahlanma ve savaşlara, faize değil halka harcandığı, toplumsal cinsiyete dayalı bütçelemenin olduğu, maceracı dış politika yerine bölgesel barışın ve ilkelerin esas alındığı bir yönetim mümkündür. Kamu yönetiminin iktidar blokunun tekelinde kadrolaşmanın alanı olmaktan çıkarıldığı ve liyakatın esas alındığı, şeffaflığın ilke edinildiği, halktan hesap soran değil hesap veren bir anlayışın hakim kılındığı, eşitliğin eşdeğerlikle buluştuğu, merkezin değil yerelin sözünün geçtiği ve yerel demokrasinin güçlendirildiği, kayyım sisteminin ve anlayışının çöpe atıldığı bir sistem için geç kalınmamıştır. Yargının, yürütmenin ve tek adamın vesayetinden çıktığı, eşitliği esas alarak düzenlenecek yasaların uygulanacağı, adaleti ve yargının bağımsızlığını terazi dengesi ile sağladığı bir hukuk mümkündür. Kâr hırsıyla doğayı sonsuz bir sömürü alanı olarak gören anlayışların son bulması ve başta enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım olmak üzere tüm politikalarda doğa haklarının kabul edilmesini sağlayabiliriz.

“Siz yalanlarınıza devam edin hakikat bizleriz”

Kürt sorununun kalıcı ve onurlu çözümü için müzakere ve inşayı esas almak aslolandır. Demokrasi, adalet, eşitlik, eşdeğerlik ve barış mücadelesini bir programa bağlamak için her seferinde yeni bir keşfe gerek yoktur. Biz bu saydığımız değerlerden bir adım geri atmayacağız. Her türlü baskı, yok sayma, tutuklama tehditlerine karşı ödediğimiz bedel ve mücadelemiz de bunun kanıtıdır. Her zaman nerede zulüm, haksızlık varsa orada olmaya devam edeceğiz ve kazanacağız. Bu, halklarımıza sözümüzdür. Bu söz seçimleri değil demokratik toplumsal değişimi ve dönüşümü, mücadeleyi ve kurucu aklı kendisine rehber edinmiştir. Biz parti olarak tüm bunları halkımızla birlikte yapacağız. Kendimize ve halkımıza inanıyoruz.

Sırf bir seçim kazanacak diye ülkeyi batırmakta ısrar eden AKP-MHP ittifakına sesleniyoruz: Hiçbir entrika açlık, yoksulluk, işsizlik hakikati karşısında dayanamaz ve kazanamaz. Size bir kez daha şunu söyleyelim. Siz tekleşin, çoğunluk bizleriz. Siz karunlaşın, harun bizleriz. Siz zalimleşin, mazlum bizleriz. Siz korkutmaya devam edin, cesaret ve umut bizleriz. Siz yalanlarınıza devam edin hakikat bizleriz.”

Paylaşın

HDP’li Günay: Doların Yükselmesi İle Kimler Zenginleşiyor?

Dolar/TL kurundaki yüksele ilişkin açıklama yapan HDP Parti Sözcüsü Ebru Günay, “Bugün dolar 15 TL’yi geçti. Aslında ülkenin içinde olduğu durum gözler önüne serildi. Doların bu kadar yükselmesinin kimleri zengin ettiğini buradan sormak gerekiyor. Yükselen dolar bu halkı, emekçileri yoksullaştırıyor. Türk lirasını pula dönüştürüyor, iktidarın destek verdiği birilerini de zengin ediyor.” dedi.

Haber Merkezi / Partisine yönelik açılan kapatma davasını da değerlendiren Günay, “Kobanî Kumpas Davasında olduğu gibi kapatma davasını da boşa çıkaracağız. Halkımızla birlikte sokaklarda omuz omuza mücadele ederek Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte mücadele ederek bunu başaracağız, çünkü bu kapatma davası aynı zamanda Türkiye demokrasisine yönelik bir saldırıdır. Hep birlikte omuz omuza Türkiye demokrasisi ve geleceğini korumak için mücadele edeceğiz. ” ifadelerini kullandı.

“Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığına yönelik HDP’nin alacağı tavır nedir?” sorusuna da Ebru Günay, “HDP’nin bu konudaki tavrı daha önce hazırladığımız deklarasyondaki tavrımızdır. Başka bir tartışma bizim açımızdan söz konusu değildir” şeklinde cevap verdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Sözcüsü Ebru Günay, partisinin Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Günay şöyle konuştu:

“Dün akşam üzücü bir haber aldık, hukuk camiasının önemli isimlerinden Prof. Dr. Yücel Sayman’ı yitirdik. Hukuk camiası ve insan hakları mücadelesi açısından önemli bir kayıp. Bize iyi bir hukuk deneyimi ve perspektifi bıraktı. Hukuk camiasına, ailesine sevenlerine dostlarına ve meslektaşlarına başsağlığı diliyoruz.

Bir ülkenin cezaevleri o ülkenin demokrasisinin aynasıdır. Maalesef Türkiye cezaevleri ölüm evine döndü. Sadece son bir haftada cezaevinde iki hasta tutuklu hayatını kaybetti. Halil Güneş Diyarbakır Cezaevi’nde, Abdülrezzak Şuyur ise Şakran Cezaevi’nde hayatını kaybetti ve ailelerine tabutları teslim edildi. Her iki hasta mahpusun tedavileri ve sağlık hakları engellendi ve adeta ölüme terk edildiler. Halil Güneş 29 yıldır cezaevindeydi, tek başına ölüme terk edildi. Kemik kanseri tedavisi görüyordu, Ulucanlar başta olmak üzere birçok cezaevinde kaldı ama bu iktidarın Adalet Bakanlığı’nın kendisine reva olarak gördüğü ölüm, zulüm ve işkence oldu.

Düşman hukukundan vazgeçin Aysel Tuğluk’u tahliye edin

Garibe Gezer, Kandıra Cezaevi’nde tecavüze uğradı, işkenceye maruz kaldı, mektuplarla sesini duyurmaya çalıştı ama Adalet Bakanlığı talebine cevap vermedi. İntihar süsü verilerek bir cinayetin altına imzasını attı. Adli Tıp Kurumu Kürtler söz konusu olduğunda cinayet raporları düzenliyor. Söz konusu kurum mafya çete olunca tahliyelerinin önünü açan raporlar düzenleyen bir kurum haline geldi. Kürtler ve muhalifler söz konusu olduğunda düşman hukuku uygulandığının en somut göstergesidir bunlar. Bunlar bizler açısından kabul edilmez. Bu düşman hukukundan bir an önce vazgeçin. Adalet Bakanlığı’na bir kez daha seslenmek istiyorum. Cezaevlerinin ölüm evlerine dönüştüğü bu uygulamalardan ve düşman hukukundan vazgeçin. Başta Aysel Tuğluk olmak üzere bütün hasta tutukluları tahliye edin.

Doların yükselmesi ile kimler zenginleşiyor?

Bütçe görüşmeleri devam ediyor. Meclis yoğun bir bütçe görüşmesi içinde. Bugün dolar 15 TL’yi geçti. Aslında ülkenin içinde olduğu durum gözler önüne serildi. Doların bu kadar yükselmesinin kimleri zengin ettiğini buradan sormak gerekiyor. Yükselen dolar bu halkı, emekçileri yoksullaştırıyor. Türk lirasını pula dönüştürüyor, iktidarın destek verdiği birilerini de zengin ediyor. Bütçe görüşmeleri başlarken bizler Saray’a, savaşa değil halka bütçe ayrılmasını savunduk. Bunu hem alt komisyonda hem de genel kurulda dile getirdik. Bu düzende bir siyasal kriz olduğu çok açık. Faizin sebep enflasyonun sonuç olduğu ise bir hikaye. Yönetememek sebep, siyasal kriz sebep, ekonomik kriz ise sonuç. Bunu bir çok kez söyledik. Bütçe görüşmeleri esnasında Saray’ın bakanlarının bütçeyi sunamadıklarını, ülkeyi yönetememe hallerinin, emekçiye yoksula bütçe ayrılmadığını, savaşa talana ve ayırdıkları bütçenin savunması yapamadıklarını, buna karşılık vekillere parmak sallayarak hamaset yaparak yönetememe krizlerinin üstünü örttüğüne bütün Türkiye tanıklık etti.

Barınamıyoruz, geçinemiyoruz, grevdeyiz diyenlerin sesini Meclis’te yükselttik

Bizler bütçe görüşmeleri öncesinde hem sahada iş ve aş buluşmalarında hem de kadın yoksulluğu kampanyalarımızda emekçileri, kadınları, gençleri, işsizleri, EYT’lileri dinledik ve onların sesi olduk ve taleplerini Meclis’te dile getirdik. Bütçe görüşmeleri devam ederken halkımız sokaklardaydı, yoksullaşmasına, ekonomik krize tepkisini dile getirdi. Milyonlar geçinemiyoruz diye sokaklardaydı. Biz onlarla sokaklarda omuz omuza mücadele ettik. Barınamıyoruz diyen gençlerin karşısına kolluk dikildi. Milletvekili arkadaşlarımız gençlerin sesini de Meclis’te yükseltti. Görevdeyiz, grevdeyiz diyen sağlık emekçileri ile birlikteydik, dayanıştık. Aynı zamanda sağlık emekçilerinin sesini, taleplerini Meclis’te yükselttik. Bütçe görüşmeleri sırasında DİSK geçinemiyoruz diye İstanbul’da miting yaptı. Biz onlarla da birlikte sahada yan yanaydık. KESK 18 Aralık’ta Diyarbakır’da geçinemiyoruz diyerek bir miting yapacak ve biz orada da olacağız. Çünkü Saray’a, savaşa değil halkın bütçesini destekliyoruz. Halkımızla beraber sokakta mücadele ederek iktidarın bu faşizan uygulamalarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.

Yargının sopaya dönüştürülmesine müsaade etmeyeceğiz

Partimiz iktidara karşı en büyük muhalefeti yapan bir parti. İktidarın muhalefeti siyaseten ekarte etmediği  durumlarda da yargıyı bir sopa olarak kullandığını biliyoruz. Bunun en büyük mağduru partimizdir. Bütçe görüşmeleri devam ederken aynı zamanda Sincan’da da Kobanî Kumpas Davası görüldü. Mahkeme başkanının ve üyesinin değiştirilmesi iktidarın açık bir şekilde yargıya müdahale ettiğinin göstergesi. Savunma yapmak için arkadaşlarımıza makul süreyi vermemesi üzerine arkadaşlarımızın duruşmayı protesto etmesine karşı duruşmalar görüldü. İlk günden bu güne arkadaşlarımız duruşma salonlarında direnerek iktidarı yargıladı ve yargılamaya devam edecek. Çünkü baştan sona kumpas, yalan ve iftiralarla dolu bir yargılama süreci var. Yeterli sürenin verilmemesi, bundan korktuklarının göstergesi, çünkü arkadaşlarımız yalanlarını, kumpaslarını salonda yüzlerine haykırıyor. Hakikatlere tahammülü olmayan iktidar arkadaşlarımızın savunma hakkını engelleyerek kendi sopasına dönüştürdüğü yargısı üzerinden kararlar almaya çalışıyor. Ne arkadaşlarımız ne de HDP’nin dostları ve mücadele arkadaşları yargının iktidarın elinde sopaya dönüşmesine müsaade etmeyecek.

Kapatma davasını halkımızla birlikte boşa çıkaracağız

Partimize yönelik kapatma davasına ilişkin hukukçu arkadaşlarımız meslektaşlarımız, ön savunmamızı hazırladı ve Anayasa Mahkemesi’ne sundu. Sadece ön savunma bile hukuk fakültelerinde ders niteliğinde okutulacak cinsten. Çünkü biz o iddianamenin hangi karanlık odalarda hazırlandığını biliyoruz. Uzun bir süredir AİHM’in kararlarında geçtiği üzere iktidar ve ortağının siyaseten alt edemediği  muhalefeti ekarte etme aracına dönüştü bu yargı kıskacı. Kapatma davası bunun en açık örneğiydi. Kobanî Kumpas Davasında olduğu gibi kapatma davasını da boşa çıkaracağız. Halkımızla birlikte sokaklarda omuz omuza mücadele ederek Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte mücadele ederek bunu başaracağız, çünkü bu kapatma davası aynı zamanda Türkiye demokrasisine yönelik bir saldırıdır. Hep birlikte omuz omuza Türkiye demokrasisi ve geleceğini korumak için mücadele edeceğiz.

İstanbul Kongremizde emeği geçenlere teşekkür ediyoruz

İstanbul Kongremizde o coşkulu fotoğraf, bu saldırılara en büyük cevaptı. “Mecali kalmamış” diyenlere en büyük cevaptı. Emeği geçen bütün arkadaşlarımıza tekrardan teşekkür ediyoruz. İstanbul Kongresi sadece bir örnekti ondan önce Tekirdağ ve Mersin’de yaptığımız mitingler en somut örnekti. Parti kurullarımız sokakta mücadele etme, demokrasi güçleri ile birlikte ortak mücadele zeminini yaratma çalışmalarımızı sürdürüyor. Bu  eylem ve etkinliklerimiz kesintisiz bir şekilde sürecek. Bizler birlikte mücadele edince güçlüyüz, birlikte mücadele ettiğimiz takdirde ülkenin demokrasisini koruyacağız. HDP’ye yönelik saldırılar, demokrasiye yönelik saldırılardır. Gelin hep birlikte HDP’yi savunarak Türkiye’nin demokrasisini ve geleceğini savunalım. Bu Türkiye’nin geleceği açısından barınamıyoruz, geçinemiyoruz, görevdeyiz, grevdeyiz diyen emekçiler açısından da HDP’nin savunulması önemlidir.

Meclis’te Kürt dili ve kültürüne karşı düşmanlaştıklarını gördük

Bütçe görüşmeleri yarın sona eriyor. Bu görüşmelerde çok şeye tanıklık ettik, en önemlisi de iktidarın Kürtçe düşmanlığı oldu. Sahada Kürt dili ile problemi olmadığını iddia eden ama Meclis’te birkaç kelam Kürtçe konuşmaya tahammüllerinin olmadığına tüm Türkiye tanıklık etti. Birkaç deyim, birkaç cümle Kürtçe konuşmaya çalışan arkadaşlarımızın mikrofonları kapatıldı. “Meclis Başkanvekilleri, milletvekilleri ve vatandaşlar anlamıyor” diyerek anlaşılmayan, bilinmeyen dil olarak kayıtlara geçti. Tutanaklarda bilinmeyen dil, X olarak geçirildi ama aynı kürsüde farklı dillerdeki konuşmalara iktidar partisi sesini çıkarmadı. Kürtler söz konusu olduğunda, oy istemek söz konusu olduğunda Kürtlerle kardeş olduğunu, Kürtlerle bir sorunları olmadığını dile getirenlerin nasıl Meclis’te Kürt dili ve kültürüne karşı düşmanlaştığını gördük. Bizler bunlara meydanı asla bırakmayacağız. Kürt dilini ve kültürünü savunmak ve korumak için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Aynı zamanda Türkiye’de konuşulan bütün dillerin özgürce ifade edilebilmesi için her türlü mücadeleyi de yürütmeye devam edeceğiz.”

İktidar aftan önce hasta tutsakları tahliye etmeli

Soru: İktidarın seçimden önce genel af ilan edeceği söyleniyor. Bunun da oy oranları üzerinde etki yaratacağı söyleniyor. Muhalefet partisi olarak sizce Türkiye’de genel af gerekli mi? Sizin bu konudaki tavrınız ne olacak?

İktidarın her dönem kendisini kurtarmak için bu çeşit spekülasyonlar yarattığını hepimiz biliyoruz. İktidarın cezaevi politikaları ortada. İktidar aftan önce hasta tutsakları tahliye etmeli. Cezaevinden cenazelerin değil insanların tedavi görmek için dışarı çıktığı, ailelerini görmek için dışarı çıktığı bir süreç hazırlanmalı. Bu bir kulis bilgisi, doğruluğu tartışılır ama iktidarın ve Adalet Bakanlığı’nın cezaevi politikası ortada. Özellikle Kürt tutsaklara intikam almak için düşmanca yaklaştıklarını hepimiz biliyoruz. Bizim için önemli olan bu uygulamaların bir an önce değiştirilmesidir. Genel af başka bir tartışma konusu. İktidarın cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, insanların yaşam hakları iktidarın seçim kazanmasına ve hesaplarına alet edilemeyecek kadar hayatidir.

Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin tavrımızı deklarasyonumuzda açıkladık

Soru: Erken seçimin yoğunca konuşulduğu bir ortamda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir açıklaması olmuştu. Eğer muhalefet olur derse adaylığımı ilan ederim demişti. HDP ve HDP seçmeni Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik tavrı nedir?

HDP’nin bu konudaki tavrı daha önce hazırladığımız deklarasyondaki tavrımızdır. Başka bir tartışma bizim açımızdan söz konusu değildir.

Paylaşın

Saruhan Oluç: Büyük Bir Peşkeş Operasyonu Var

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, “Büyük bir hırsızlık var ortada. Büyük bir peşkeş operasyonu var ortada. Bu operasyonu yürüten Merkez Bankası’dır. Ayıptır, günahtır; soruyoruz, bu halkın değerleri, zenginlikleri kimlere peşkeş çekiliyor? Açıklanmak zorundadır. Ülke yanıyor, birileri haksız kazanç peşinde” dedi.

Haber Merkezi / Saruhan Oluç, basın toplantısında, “Bu çökmüş olan 2022 bütçesi revize edilmeden AKP-MHP oylarıyla geçecek olursa, kabul edildiği andan itibaren kadüktür. Çökmüş bir bütçe ile karşı karşıyayız. Mutlaka revize edilmelidir. İktidar bu revizyondan kaçamaz.” ifadelerini kullandı.

Merkez Bankası’nın son bir haftadaki müdahalelerinin başarısız olduğunu söyleyen Oluç, doların düşürülmesi ve ateşin söndürülmesi doğrultusunda kesinlikle sonuç alınamadığını belirtti.

Oluç “Ama birileri çok büyük haksız kazanç elde etmiştir. Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor. Merkez Bankası’nda dolar yok. Yüksek faizle borçlanıyor ve o dolarları satıyor, müdahale ederken bankaların emanet dolarlarını satıyor ve sonuç alamıyor. Dolarlar uçup gidiyor. Nereye?” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Genel Kurul’da bütçe görüşmelerinin sürerken TBMM’de düzenlediği basın toplantısında ekonomideki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç’un açıklamaları şöyle;

Bütçe görüşmeleri Genel Kurul’da sürüyor. Bütçe hazırlandığı ve görüşüldüğü sırada dolar 9,27 idi. Şu anda 14 buçukta dalgalanıyor. Bu bütçenin tüm öngörüleri ve değerlendirmeleri çökmüştür. 9,27 nerede 14,5 nerede? Bu çökmüş olan 2022 bütçesi revize edilmeden AKP-MHP oylarıyla geçecek olursa, kabul edildiği andan itibaren kadüktür. Çökmüş bir bütçe ile karşı karşıyayız. Mutlaka revize edilmelidir. İktidar bu revizyondan kaçamaz.

“Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor”

Dolar bugün 14,60’ı gördü ve Merkez Bankası müdahaleye başladı. Duyuru yaptı müdahaleye başladık diye. Kısa süredeki dördüncü müdahale. 14.30’a indi, aradan biraz zaman geçti çıkmaya devam etti. Şimdi dalgalanıyor. Merkez Bankası’nın son bir haftadaki müdahaleleri başarısız olmuştur ve kesinlikle sonuç alınamamıştır, doların düşürülmesi, ateşin söndürülmesi doğrultusunda.

Ama birileri çok büyük haksız kazanç elde etmiştir. Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor. Merkez Bankası’nda dolar yok. Yüksek faizle borçlanıyor ve o dolarları satıyor, müdahale ederken bankaların emanet dolarlarını satıyor ve sonuç alamıyor. Dolarlar uçup gidiyor. Nereye?

“Büyük bir hırsızlık ve peşkeş operasyonu yapılıyor”

Büyük bir hırsızlık var ortada. Büyük bir peşkeş operasyonu var ortada. Bu operasyonu yürüten Merkez Bankası’dır. Ayıptır, günahtır; soruyoruz, bu halkın değerleri, zenginlikleri kimlere peşkeş çekiliyor? Açıklanmak zorundadır. Ülke yanıyor, birileri haksız kazanç peşinde.

Soruyoruz; Merkez Bankası son bir hafta içinde ne kadar döviz sattı? Piyasadan ne kadar faizle borçlandı? 100 bin dolar üstü dolar bozduranlar kimlerdir? 100 bin dolar üstü dolar satın alanlar kimlerdir? Kime peşkeş çekiyorsunuz dolarları? Bu soruların cevabı verilmezse,  her biri yargılama konusu olacaktır günü geldiğinde. Çok açık bir şekilde söylüyoruz.

“Ahlaksızlık neymiş Sayın Kurtulmuş, açıklayın şimdi!”

Bakın, Numan Kurtulmuş’un yaptığı ‘ahlaksızlık’ açıklamasıyla bu yaşananları karşılaştıralım. Ahlaksızlık neymiş Sayın Kurtulmuş, açıklayın şimdi. Ahlaksızlık; kimin olduğu belli olmayan alım satımlarla büyük ve haksız kazançlar elde etmektir. Ve sizin iktidarınız bunu yapmaktadır.

Bu iktidara güven kalmamıştır. Halk, iktidara güvenmiyor, ekonomi politikalarına ve  söylemlerine güvenmiyor. Halk TL’ye güvenmiyor. Az buçuk birikimlerini koruyabilmek için çaresizce ne yapacağını arıyor. Her gün, her an yoksullaşıyor.

Geçmişte haftada bir devalüasyon oluyordu. Şimdi yarım saat, 45 dakikada bir devalüasyon oluyor. Yönetemiyorsunuz. Eğer bugün döviz mevduatları bankalarda yüzde 62’ye ulaşmışsa, 2001 krizinden sonraki en büyük noktaya ulaşmışsa, bu iktidara duyulan güvensizlikten kaynaklıdır. İktidarın uluslararası alana ve topluma güven vermiyor olmasıdır esas nedeni.

“Nebati, kendilerine güvenilmediğini itiraf ediyor”

Bu koşullarda ateş gittikçe büyürken, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati açıklamalar yapıyor.

Bizim modelimiz Çin, Güney Kore modeli değil Türk tipi ekonomi modeli diyor. Yapmayın. Türk Tipi Başkanlık Sistemi icat ettiniz. Bu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi  Türkiye’yi bu hale getirdi. Batırdı. Ne hukukun üstünlüğünü, ne kuvvetler ayrılığını, ne denge denetleme mekanizmalarını bıraktı, ne de ekonomiyi. Şimdi bir de Türk tipi ekonomi modeli yaratacaksınız. İnsanlara korku salıyorsunuz bu ettiğiniz laflarla.

Sayın Nebati diyor ki; çok hızlı düzelecek ekonomi, yeter ki bize güvenilsin. İşte itiraf. İktidara güvenilmediğini itiraf ediyor. Evet, biz de söylüyoruz; iktidarınıza, ekonomi politikalarına güven kalmadı, diyoruz. Bakan da, yeter ki, bize güvenilsin diyor. İnanmayanların,  güvenmeyenlerin sayısının her geçen gün arttığı bir Türkiye’yle karşı karşıyayız.

“Ekmek kuyrukları oluşuyor, ekonomi modelimiz başarısız olursa üzülürüm diyor”

Bakan Nebati, “dışarıdan herhangi bir saldırı yok” diyor. Hani dış güçlerdi? Meclis’te araştırma önergesi indirdik, dış güçleri araştıralım dedik, reddettiniz. Hani dış güçler diyordunuz. Genel Başkanınız Recep Tayyip Erdoğan, ‘dış güçler’ diye konuşup, duruyordu. Bakan Nebati şimdi, “saldırı yok, çok net olarak söylüyorum” diyor.

Haklı çıktık yine değil mi? Dış güçler yok, sizin yanlış ekonomi politikalarınız, yanlış attığınız adımlar var. Esas mesele bu.

Sayın Nebati, “model başarısız olursa üzülürüz” diyor. Üzülmeyi bırakın, kahredin kendinizi. Sizin ekonomi modeliniz zaten başarısız. Bu başarısızlık bu ülkede milyonlarca emekçiyi, işçiyi, çiftçiyi, köylüyü, esnafı, milyonlarca engelliyi, emekliyi, kadını, genci hepsini perişan etmiş durumda. İnsanlar kan ağlıyor. Ekmek kuyrukları oluşuyor,  ekonomi modelimiz başarısız olursa üzülürüm diyor. Üzülmek yetmez, kendinizi kahredin diyoruz. Böyle bir hakkınız var mı? İnsanların bu hale gelmesinden, pahalılığın ve işsizliğin zirve yapmasından dolayı, ortaya çıkan sonuçlar karşısında üzüleceksiniz öyle mi. Kabul edilemez bu.

“Siz biterseniz, Türkiye toplumu kazanacak”

Sayın Nebati, ‘despotik yönetim anlayışım yok’ diyor. Kime söylüyorsunuz bunu? Kimin despotik yönetim anlayışı vardı. Geçmiş bakanlarınıza mı söylüyorsunuz? Lütfü Elvan’ı, Berat Albayrak’ı mı kast ediyorsunuz? Yoksa Genel Başkanınızı mı kastediyorsunuz?

Dünya alem biliyor ki, despotik yönetim anlayışı Erdoğan’dadır. Kiminle hesaplaşıyorsunuz? İşte bu da bir itiraf.

Son olarak diyor ki, “Bitersek hep beraber biteceğiz, kazanırsak hep beraber kazanacağız” Öyle mi? AKP-MHP iktidarı bitince hep beraber bitmiş olmayacağız. AKP-MHP koalisyonu bitecek,Türkiye bitmeyecek, siz Türkiye değilsiniz. Bitersek hep beraber biteceğiz lafı doğu değil.

Biterseniz, Türkiye toplumu kazanacak. Emekçisi, işçisi, köylüsü, çiftçisi, kadını, genci, emeklisi, esnafı kazanacak. Siz biterseniz onlar kazanacak. Sizin siyasi bekanızla ülkenin bekası arasında bir ilişki yok. “Aynı gemideyiz” mantığıyla söylüyorsanız, gemi batmasın diye söylüyorsanız; sizin kaptan ve yardımcı kaptanlar gemiyi batırıyor, burnu aşağı doğru gidiyor geminin. Gemiyi batırmamak için kaptanı ve yardımcılarını değiştirmek gerekiyor. Siz Erdoğan’ı kastederek, ‘onun sözünden çıkmam’ diyorsunuz ya. İşte ancak kaptanı ve yardımcılarını değiştirirsek gemiyi kurtarırız. Siz biterseniz bu ülkenin yoksulları, halkları rahatlayacak. Kurtulacak.

“Yeni bir kriz durumuyla karşı karşıyayız”

Biraz evvel haberlere düştü. Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı ve kamu bankaları genel müdürleri ile görüşecekmiş. Bu ne demek? Hani Merkez Bankası bağımsızdı? Şimdi kamu bankalarının müdürlerine ve Merkez Bankası Başkanına ekonomik direktifler verilecek demek. Yeni bir kriz durumuyla karşı karşıyayız. Daha beter hale getireceksiniz ekonomiyi.

Biraz rahatlamanın yolu, elinizi ekonomiden çekmektir. Susun, kameralardan uzak durun, bu ülkenin Saraydan yöneltilemeyeceği, bu ülke ekonomisinin Saraydan yönetilemeyeceği, tek adam yönetimiyle sürdürülemeyeceği ortaya çıkmıştır. Bu görüşme de ekonomiyi daha sıkıntılı durumlara yuvarlayacaktır.

Akla zarar modeller öneriyorsunuz, buna yeni ekonomi modeli diyorsunuz. Bu yeni deği. Bu ekonomi modeli, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Kenan Evren’in tank paletleriyle uyguladığı ekonomi politikalarıdır. Siz şimdi askeri diktatörlük dönemi ekonomi modeline geri döndünüz. 80’lerdeki ekonomik krizlere, 1994-2000 ve 2001 krizlerine o ekonomik model neden oldu. Banker skandalları, hayali ihracatlar, devalüasyonlar o model yüzünden yaşandı. Siz şimdi o modeli yeni diye satıyorsunuz. Aynı suda iki kere yıkanılmaz. Ortada yeni bir ekonomi modeli yok. Siz bu uygulamalarınızla Türkiye’yi daha ciddi bir krize sürükleyeceksiniz.

“2022 bütçesi kabul edilmeden çökmüştür”

Eskiden bir gecede açıklanan devalüasyon, şimdi saatler içinde ortaya çıkıyor. Bugün bunun en somut örneğini yaşıyoruz. Daha geçen gün Merkez Bankası yıl sonu dolar tahminini 9.95’ten 13,77’ye çıkarmıştı. O zaman, bir hafta sürmez bu tahmin dedik. Ne oldu? Bugün 14.60 seviyelerini gördü. O yıl sonu dolar tahmini de tutmuyor. O Merkez Bankası Başkanı necidir? Neye göre yapıyor tahminleri? Daha geçen hafta 12 aylık tahmini 15.56 diye açıkladı, bugün dolar 14.60’larda. Merkez Bankası Başkanı’na sesleniyoruz. İstifa edemiyorsunuz, affınızı isteyin. Daha fazla orada durmayın.

Tekrar vurguluyoruz. Bu bütçe kadük hale gelmiştir. Bu bütçe revize edilmelidir. Bu bütçe bu haliyle kabul edilirse, orta vadeli plan ve Merkez Bankası tahminleri gibi çökmüştür.

“Sosyal medya olmasaydı, AKP’nin pudra şekeri düzenini toplum öğrenemeyecekti”

Geçen gün dedi ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan, “Sosyal medya demokrasiye tehdittir.”  Şimdi sosyal medyayı neden hedef aldığınızı biz çok iyi biliyoruz.

Sosyal medya olmasaydı;

AKP’nin pudra şekeri düzenini bu toplum öğrenemeyecekti.

Sedat Peker’in ifşa ettiği çete ve mafya ilişkilerine ve suçlarına ilişkin, iktidar içindeki bakanların mafya iltisaklı durumuna ilişkin bilgileri toplum öğrenemeyecekti.

Mafyanın otellere, kamu arazilerine nasıl çöktüğünü, bunların nasıl ucuza kapatıldığını bu toplum öğrenemeyecekti.

İçişleri Bakanı Soylu’nun suçlarını bu toplum öğrenemeyecekti.

Soylu’nun suçlularla ortaya çıkan fotoğraf albümünü bu toplum öğrenemeyecekti.

Sokakta, karakolda, cezaevlerindeki işkenceyi, baskıyı bu toplum öğrenemeyecekti.

Toplumsal muhalefete, öğrencilere, emekçilere yönelik kolluk şiddetini bu toplum öğrenemeyecekti.

Sarayın yolsuzluklarını, şatafatını, israfını öğrenemeyecekti bu toplum.

Pandora Papers belgelerini, yurt dışına kaçırılan paraları duymayacaktı.

Sarayda düğme ilikleyen yüksek yargı üyelerini göremeyecekti.

Erkek şiddeti sonucunda can veren kadınların çığlıklarını duymayacaktı.

İzmir il binamızda katledilen Deniz Poyraz’ın katilinin ilişki ağını toplum duymamış olacaktı.

Yani sosyal medya olmamış olsaydı, bu toplum iktidarın dipsiz medyasının dipsiz yalanlarıyla baş başa kalacaktı. Siz onun için sosyal medyayı demokrasi düşmanı ilan ediyorsunuz. Sosyal medyayı susturmak için hazırlık içinde olduğunuzu biliyoruz, bunu asla kabul etmeyeceğiz.”

Paylaşın

Sancar: Haramilerin, Zalimlerin Saltanatını Yıkacağız

Partisinin İstanbul İl Kongresi’nde konuşan Sancar, “Ne diyordu Vedat Türkali, ‘Bekle bizi İstanbul’ diyordu. Haramilerin saltanatını yıkmaya geliyoruz. İşte HDP işte halkların ortak iradesi. Buradayız, geldik. Evet bekle bizi İstanbul, Amed, Hakkari, Mardin, İzmir Artvin, geldik geliyoruz. Haramilerin, zalimlerin, hırsızların, yalancıların saltanatını yıkıyoruz, mutlaka yıkacağız” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Örgütü, 4. Olağan Kongresi’ni gerçekleştirdi. Küçükçekmece’deki Yahya Kemal Bayatlı Gösteri Merkezi’nde yapılan kongreye geniş bir katılım oldu. Kongrenin yapıldığı salon tamamen dolarken polis salon etrafında geniş güvenlik önlemi aldı. Kongreye gelenlerin üzerini arayarak içeri aldı.

Kongre öncesinde de MA Music bir konser verdi. Konserin ardından İl Eş Başkanı Elif Bulut kongrenin açılış konuşmasını yaptı. Bulut “Bu ülkeye özgürlük, adalet ve demokrasi getirecek ve bu makus talihi değiştirecek olanlar bizleriz, HDP’dir, ezilen bütün haklar, katledilen Kürtlerdir, Alevilerdir, yok edilmeye çalışılan LGBTİ’lerdir, yoksullaştırılan emekçilerdir, doğayı katledenlere karşı direnen ekoloji kurumlarıdır. İşte bütün bunlar HDP’dir ve bu yapısıyla faşistleri ve bu karanlık yapıyı savunanları korkutuyoruz. Onlara dert olmaya devam edeceğiz” dedi.

Daha sonra da HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar kongreye katılanlara hitaben bir konuşma yaptı. Kitleyi Türkçe ve Kürtçe selamlayan Sancar, yazar Vedat Türkali’den bir alıntılama yaptı.

Sancar “Ne diyordu Vedat Türkali, ‘Bekle bizi İstanbul’ diyordu. Haramilerin saltanatını yıkmaya geliyoruz. İşte HDP işte halkların ortak iradesi. Buradayız, geldik. Evet bekle bizi İstanbul, Amed, Hakkari, Mardin, İzmir Artvin, geldik geliyoruz. Haramilerin, zalimlerin, hırsızların, yalancıların saltanatını yıkıyoruz, mutlaka yıkacağız” dedi.

Sancar, HDP olmadan barışın olmayacağını belirterek şöyle konuştu:

“Boşuna demiyoruz. Bizim bu ülkeye, bu ülkenin halklarına, gençlerine en çok, kadınlarına sözümüzdür. Bu ülkeye büyük barışı mutlaka getireceğiz. Bu ülkede adil, özgür, demokratik yaşamı mutlaka kuracağız. İktidar istediğini yapsın. Her gün yeni saldırılar yapsın, operasyonlar düzenlesin ama bizde korkunun zerresinin olmadığını çok iyi biliyor. Bu iktidara, bir kez daha hatırlatalım; kumpas davalarınız sökmedi: Kobanî Davası adı altında, çürük yüzkarası bir kumpas davası başlattınız ama yoldaşlarımız mahkeme salonunda tarihin karşısında halkın vicdanında sizleri yargılamaya devam ediyor. Bu kumpası çökerttik daha da çökerteceğiz.

“Kumpasa doymuyorlar. Cizre’de 3 gündür büyük bir kumpasın peşindeler. Milletvekilimiz üzerinden olmadık iftiralar ortaya atıyorlar. Cizre’yi karıştırmak, ülkeyi kaosa sürüklemek bunların şu an en önemli hedefidir. Cizre’de Soylu’nun işaret edip başlattığı kumpası başlarına yıkacağız. Önce gidin yolsuzlukların hesabını verin, çetelerle, mafyalarla kol kola yürüttüğünüz kirli işlerin hesabını verin.”

“Savaş karşıtı birlikteliği oluşturmalıyız”

İktidarı ayakta tutan en önemli politikanın savaş stratejisi olduğunu dile getiren Sancar, “Kürt sorununda güvenlikçi anlayış, militarist anlayış şiddet politikası bugüne kadar hiç kimseye hiçbir iktidara gün yüzü göstermedi. Bütün iktidarlar bu politika üzerinden yürüdükçe çöktüler. Şimdi de Kürt sorununda şiddeti, militarizmi ve inkarı, ırkçılığı, her gün, her alanda canlandıran bu iktidar çöküyor. Çünkü savaşla hiçbir iktidar ayakta kalmadı kalamayacak. Biz en büyük savaş karşıtı birlikteliği oluşturmalıyız. Kürt sorununda savaş, politikalarına karşı çıkmalı demokratik çözümü birlikte savunmalıyız. Bölgede her türlü savaş oyununun içine bu ülkeye sürükleyen bütün politikaları durdurmalı, büyük barış hareketini mutlaka kurmalıyız” ifadelerini kullandı.

HDP’ye açılan kapatma davasına değinen Sancar, şöyle devam etti: “

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı esas hakkındaki mütalaasını verdi. Biz şimdi esas hakkındaki savunmayı yapacağız. Ama parti odalarında değil, hukuk büromuzda değil, savunmayı meydanlarda sizlerle birlikte yazacağız, sokakta tarlada fabrikada sizlerle birlikte yazacağız. Gençlerle, kadınlarla, emekçilerle yazacağız. O savunmanın kalemi tırnaklarımız, mürekkepleri alın terimiz, yürek suyumuz olacak. HDP’yi halkların sahiplenmesiyle yaşatacağız. Her yerdeki bu coşkulu mücadeleyle bu kumpasınızı boşa çıkaracağız. HDP bu ülkenin ortak eşit yaşamın güvencesidir. Bu ülkede büyük barışın adresidir, o nedenle HDP’yi yaşatmak hepimizin boynunun ağır borcudur. Önemli borcudur. Bu borcu yerine getireceğiz, yaşatacağız.

“Bu ülkede bozuk düzeni, bu sömürü bu yalan, bu talan düzeni mutlaka değiştireceğiz. Birlikte ortak ve büyük hikayeyi yazacağız. Bu hikaye içinde umudun, sevincin, heyecanın, sevginin, saygının, erdemin, mutluluğun eşit bölüşümün kucaklaşmanın dayanışmanın hak ve adaletin olduğu büyük bir hikayedir. Bu hikaye yeni bir yaşamın hikayesidir. Bu hikaye, haramilerin düzenini bitirme hikayesidir. Hakların ortak eşit yaşam hikayesidir. Bu hikaye Kürdün, Türkün, Alevinin, bütün inançların ve kimliklerin, bütün emekçilerin, yoksulların, emeklilerin, esnafın, üreticinin kadınların gençlerin hakça, eşitçe yaşama hikayesidir.”

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Pervin Buldan: Bu Seçim Rejim Seçimi Olacak

Van’da katıldığı bir etkinlikte konuşan HDP Eş Genel Başkanı Buldan, açıklamasında, “Bu seçimler cumhurbaşkanlığı seçimi değil rejim seçimidir. Gelecek 100 yılı belirleme seçimidir. Bu seçim, halkın huzur ve refah içinde eşitçe yaşayacağı güçlü bir demokrasi ve herkes için adalet düzeniyle, hukuksuzluk, talan ve soygun düzeni arasındaki bir seçim düzenidir” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP)  Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin Van’da “Birlikte kazanalım” sloganıyla gazeteci, yazar ve aydınlarla düzenlediği etkinliğe katıldı. Buldan, konuşmasına Kocaeli 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde şüpheli şekilde yaşamını yitiren Garibe Gezer’e ilişkin konuştu.

Gezer’in yaşadıklarına ilişkin HDP tarafından birçok çağrı yapıldığını ancak bu çağrılara kulak verilmediğini söyleyen Buldan, “Gezer’in şaibeli bir şekilde yaşamına yitirdiğine tanıklık ettik. Garibe’nin yaşamını yitirmesi şaibelidir.

Adli Tıp Kurumu’ raporunun aileye verilmemesi bile bu durumun şaibeli olduğunu ortaya koyuyor. Adalet Bakanlığı bu şaibeli ölüm ile ilgili olan tüm sorumluları ortaya çıkarması gerekiyor. Biz HDP olarak hukuken bu işin peşini bırakmayacağız. Bu şaibeli ölümün nasıl olduğunu ortaya çıkarılması için mücadele edeceğiz” dedi.

Buldan’ın konuşmasından satırbaşları şöyle:

“Bugün tüm ülkeyi adım adım çöküşe götüren büyük bir demokrasi ve siyaset krizlerinin sonucu olan ekonomi, sosyal ve toplumsal bir buhranla karşı karşıyayız. Bu kriz Cumhuriyet tarihinin en büyük krizidir. Cumhuriyetin demokrasi ve barışla buluşturulması çabalarının her defasında otoriter rejimin darbe uygulamalarıyla akamete uğratılması, çoğulculuğun ve farklıkların reddi, yaşanan çoklu krizlerin, çöküşlerin temel nedenidir.

Demokratik siyaseti, katılımcılığı hak ve adalet arayışları ile barış çabalarını tasfiye ederek faşizmin her alanda kurumsallaştırılması çoklu krizin temel nedenidir. Tarihsel bir sorun olan Kürt sorunun 100 yıllık ret ve inkar politikasına, Alevi toplumunun sorununu inanç tekçiliğine, kadınların eşitlik taleplerini erkek düzene, emekçilerin sosyal adalet talebi sömürü çarkına, adil paylaşılması gereken ekonomik kaynakları yolsuzluk cenderesine, doğayı rant mekanizmasına mahkum etmeye çalışan bu ceberut düzen, tüm krizlerin, yıkımların ve kötülüklerin ana kaynağıdır.

Türkiye’nin artık bir yol ayrımında. Bir tarafta, yeni sahipleriyle kendisini gelecek yüzyıla taşımak isteyen bir asırlık ret ve inkarcı, tekçi düzenin faşizm dayatması vardır. Bunun karşısında ise, Cumhuriyete demokrasiyle taçlandırarak, barışı ve adaleti esas alan eşit ortaklığa dayalı yeni bir yaşam kurmak isteyen, Kürdüyle, Alevisiyle, tüm inanç ve kimlikleriyle, emekçileriyle, kadın ve gençleriyle umudu ayağa kaldıran Türkiye halklarının sımsıkı sarıldığı güçlü demokrasi vardır.

Köhnemiş bu sistemin karşısında mücadele üstünlüğü, demokrasiden, barıştan, adaletten ve halklardan yanadır. Rüzgar, bizden yanadır. Çünkü bu mücadele inkarcı sistemin politikalarında önemli kırılmalar yaratmaya başlamıştır.

“Çıtayı yükselttik”

En önemli başarı, farklılıkların, kimlik ve inançların tekleştirilmemiş olmasıdır. Bu başarı, kadınların ilmek ilmek örerek, bedel ödeye ödeye, ama bir an olsun vazgeçmeyen kararlılıkla sürdürdüğü eşitlik ve özgürlük mücadelesinde çıtayı daha da yükselmiş olmasıdır.

HDP’nin fikriyatı, çözüm politikaları ve örgütlülüğüyle Türkiye siyasetinde belirleyici bir güç. Kobanê kumpas davası, intikam amaçlı kapatma davasıyla gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla HDP’yi saldırmalarının nedeni budur, onlara kaybettirecek olmamızdır. Kendilerine HDP’nin olmadığı dikensiz bir gül bahçesi oluşturmak istediklerini görüyoruz. Vakti zamanında bir bakan ’Okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdik’ demişti.

AKP-MHP iktidarı da aynı akla sahiptir. Bu iktidarın tüm hukuksuzluklarını, usulsüzlüklerini, yolsuzluklarını, savaş ve rant düzenini teşhir eden, hakikatleri her gün iktidarın karşısına çıkaran HDP’dir.

İktidarın yalanları, çarpıtmaları karşısında hakikati dimdik ayakta tutan ‘kral çıplaktır’ diyen HDP’dir. Kürt sorunun demokratik müzakereyle çözümünü, bu sorun çözülürse demokrasinin de adaletin de ekonomik refahında büyüyeceği gerçeği siyasetin ve toplumun gündemine taşıyan HDP’dir.

“Rejm seçimi olacak”

Bu seçimler cumhurbaşkanlığı seçimi değil rejim seçimidir. Gelecek 100 yılı belirleme seçimidir. Bu seçim, halkın huzur ve refah içinde eşitçe yaşayacağı güçlü bir demokrasi ve herkes için adalet düzeniyle, hukuksuzluk, talan ve soygun düzeni arasındaki bir seçim düzenidir.

Bu seçim, karanlık ve aydınlık arasında bir seçimdir. Gasp edilen, yok sayılan tüm haklarımızı söke söke geri alacağımız, karanlığın kuşatması altındaki geleceğimizi kurtaracağımız bir sürecin önemli bir aşamasıdır.”

Paylaşın

Sancar’dan Dikkat Çeken ‘Sol İttifak’ Açıklaması

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Zor Soru’da Kemal Göktaş’ın ekonomide Çin modeli ve otoriterleşme tartışmaları, CHP’nin yeni muhalefet anlayışı, HDP hakkında açılan kapatma davası, ‘sol ittifak’ görüşmeleri ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TBMM’deki davranışları ile ilgili sorularını yanıtladı.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, iktidarın ekonomide Çin modeline yönelmesiyle otoriterleşmenin kaçınılmaz hala geldiğini ve buna karşı “barış, demokrasi ve refah” hedefleyen bir programın şart olduğunu söyledi.

Sancar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Osman Kavala hakkındaki Avrupa Konseyi kararını tanımayacaklarını açıklaması ile ekonomik kriz arasında da bağ kurarak “İktidar, bu ekonomi modelinde kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir” dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Meclis bütçe görüşmeleri sırasında ortaya koyduğu davranışların “acizlik ve sefalet görüntüsü” olduğunu ifade eden Sancar, iktidarın yeni ekonomik modeli ve siyasi çizgiyi yürütmek için Soylu gibi sürekli kavga havasını canlı tutan ve hamaseti üst noktaya taşıyan kişilere ihtiyaç duyduğu için Soylu’yu koltukta tuttuğunu savundu.

Sancar, devam eden sol ittifak görüşmeleri için de “Karamsar olmak için bir neden olmadığını” ve görüşmelerin geldiği düzeyden memnun olduklarını da belirtti.

Sancar’ın Kısa Dalga’nın sorularına verdiği yanıtlar özetle şöyle:

“Çin modeli ve ucuz iş gücü için otoriterliği artırmak kaçınılmaz”

İçerde iş gücünü ucuzlatmanız için özgürlükleri ve demokrasiyi askıya almanız, sendikal hakları budamanız, toplumsal muhalefeti susturmanız, itirazları bastırmanız gerekiyor. Bu modelin daha fazla otoriterlik olmadan uygulanması mümkün değil.

Bu ülkeyi ucuz işgücü üzerinden daha fazla ihracat yapan bir ülke yapmak isterseniz, kaçınılmaz olarak otoriterliği artıracaksınız.

Türkiye’yi uluslararası pazarlar için ucuz işgücü cennetine çevirmek istiyorlar. Bu emekçiler için cehennem demektir. Daha fazla otoriterlik daha fazla yoksulluk, gelir dağılımında adaletsizlik, daha fazla baskı, daha büyük bir sömürü sistemi ve küçük bir sermaye grubunun zenginleşmesi ve daha geniş bir kesiminin yoksullaşması demek.

Böyle bir modelde büyüme devam edebilir ama bundan emekçilerin payına düşecek olan çok azdır. Büyümenin kaymağını yiyecek olan sermayedir. Ekonomi ile özgürlük arasında, iş ve aş ile demokrasi arasında kopmaz bir bağ vardır. Muhalefetin bu bağı işlemesi, dikkate alması ve bir gelecek perspektifi ile topluma sunması gerekiyor. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.

“Anketlere mutlak bir değer atfetmek yanıltıcıdır”

İktidarın bu anket sonuçlarına karşı neler yapabileceğini, muhalefetin iyi analiz etmesi gerekir. Hiçbir iktidar, hele 19 yıl süren, kaybetmesinin ciddi sonuçlar doğuracağını bilen bir iktidarın oy kaybını dikkate almadan politikalarını sürdüreceğini sanmak gerçekten gaflettir.

Siyaset, çoklu dinamikleri dikkate alan bir bakış ister. Bu çoklu dinamiklere ve çelişkilere uygun mücadele yöntemleri geliştirmeniz gerekir. ‘İktidarın oy tabanı eriyor ve zaten bu ilk seçimde iktidar kaybedecek seçimde’ şeklindeki yaygın algıyı esas almayan, iktidara kaybettirecek politik bir program ortaya çıkarma zorunluluğu ile karşı karşıyayız.

Evet, bir final dönemine giriyoruz. İktidar blokunun bu finali hazırlıksız, kendine kazandıracak başka yöntemler arayışına girmeden oynayacağını varsayamayız.

Biz halkın önüne inandırıcı alternatiflerle çıkmalıyız. İttifaklar bakımından da ortaya koyacağımız projeler bakımından da… Toplumu ikna eden, şu anda AKP’den kopmuş olan ama henüz başka yere de yönelmemiş olan geniş kitleyi kazanabilecek bir çalışmaya ve yaklaşıma ihtiyaç vardır.

“Sol ittifak konusunda karamsarlık için bir neden yok”

Demokrasi ittifakını sadece sol birlikten ibaret görmüyoruz ama solda mümkün olan en geniş birlikteliği demokrasi ittifakının çok önemli bir unsuru olarak değerlendiriyoruz. Türkiye’de bu gidişattan rahatsızlık duyan, mevcut sistemden canı yanan, kimliği itibariyle, sınıfsal konumu nedeniyle ve diğer bütün mağduriyetler açısından canı yanan bütün kesimleri bir araya getirecek bir çalışma yürütüyoruz. Bizim demokrasi ittifakından anladığımız budur. Sol ittifak bunun kesinlikle çok önemli bir unsurudur. Bugüne kadar geldiğimiz noktadan karamsarlığa kapılmamız için herhangi bir neden yok, hatta memnun olduğumuzu söyleyebilirim.

Ortak noktalarımız farklılıklarımızdan daha fazla. Bazı tartışmaların yaşanması ise kaçınılmaz.

TKP Genel Sekreterinin başlattığı tartışma yeni başlamış değil. Biz basın üzerinden bu tartışmayı yürütmeyi hiç tercih etmiyoruz. O nedenle biz HDP yönetimi olarak bu tartışmaya dahil olmak istemedik. Çünkü kamuoyunun önünde yürütülmesinin hiçbir faydası yok.

Selahattin Demirtaş, değerli bir siyasetçi, bir entelektüel olarak görüşlerini açıklayabilir. Biz de kendisiyle sürekli görüş alışverişi yapıyoruz.

En geniş birlikteliği sağlamak için sonuna kadar çalışmamızı yürüteceğiz. Bütün görüşeceğimiz kesimlerle mutabakata ulaşmak konusunda çok sabırlı ve esnek olacağımızı bir kez daha vurgulamak isterim.

“CHP, iktidarın ateş çemberinden ve kıskacından çıkmak için hamleler yapıyor”

İktidar, muhalefeti kendi oyun sahasında tutmaya uzun süre başardı. Bu iktidarın ömrünü uzatan bir faktördü. CHP’de daha öncekinden farklı bir çizginin, farklı bir tarzın denendiğini görüyoruz ve bunun olumlu yanları olduğunu düşünüyoruz. CHP’nin denediği tarzın önümüzdeki dönemde demokrasi mücadelesine katkı verdiğini görüyorsak elbette takdir ederiz.

Şimdiye kadar iktidarın çizdiği oyun tarzının dışına çıkmak ve çok farklı kesimlerle diyaloğu denemek doğru bir tarzdır. Bunu olumlu buluyoruz. Helalleşme açıklaması ve tezkeredeki tutumunu kastediyorum.

Halkın çıkarlarına uygun bir oyun kurmak ve kutuplaştırmayı yeniden üreten her yaklaşıma karşı bir anlayış ortaya koymak gerekir diyorduk ve muhalefete eleştirinin temel noktası buydu.

Muhalefet partileri, iktidarın Suriye politikasını, Libya’daki konumunu eleştiriyor ama tezkereler geldiğinde iktidarla aynı yönde oy veriliyordu. İktidar, Kürt sorununda güvenlikçi anlayışı, militaristleşme ve kutsal devlet üzerinden bir milliyetçi hamasetle yönetiyor ve muhalefeti de böyle bölmeyi hedefliyordu.

Biz, bütün toplum kesimleri ile diyaloğa ve müzakereye açık olduğumuzu deklarasyonumuzda vurguladık. Bunları önemsiyoruz ve muhalefetin iktidarın yarattığı ateş çemberinden, yarattığı kıskaçtan çıkması gerektiğini söylüyorduk. CHP bunun dışına çıkma konusunda hamleler yapıyor ve doğru yapıyor.

“İlkelerden önce adayın ismini konuşmak Cumhur İttifakının tuzağı”

Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusuna gelmeden önce üç aşama var. Birincisi, biz demokrasi ittifakını kurmaya çalışıyoruz. Bunun mücadele ortaklığı ve sonra da bu ortaklık zemininde seçim ortaklığı olmak üzere iki ayağı var. Ortak mücadele zeminini yarattığımız takdirde zaten seçim meselesini de yok sayma gibi bir şansımız bulunmuyor. Mücadele ortaklığı zemini toplumsal muhalefetin aynı zamanda seçim ittifakını kurma imkanını artıracaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ise farklı bir sistemle işliyor ve biz orada diyoruz ki, önceliklerimizi gözetirken bizim önerdiğimiz bir çerçeve var: Millet ittifakı ve diğer tüm partilerle öncelikle ortak ilkelerin ne olabileceğini konuşmak gerekir. Şimdiki dönemin tahribatlarını gidermek konusunda nasıl bir program ortaya koyacağız? Geçiş dönemi ilkelerini ortaya koymamız gerekiyor. Buluşacağımız ortak noktaları yürütebilecek isim konusunu sonra konuşuruz. Bunları konuşmadan aday meselesini konuşmayı doğru bulmuyoruz. Bunun aksi, büyük bir tuzaktır ve cumhurbaşkanlığı seçiminin sulandırılması ve Cumhur İttifakının istediği zeminde yürütülmesidir. Biz bunu bir risk ve tehlike olarak görüyoruz.

“HDP’nin kendisine koyduğu başarı barajı yüzde 15”

HDP’nin yüzde 15 hedefinin rasyonel temelleri var. HDP, barış ve demokrasi konusunda kimlik hakları ile emek haklarını buluşturmak konusunda kararlı bir çizgiyi bozmadan yürüdü. Son 20 ayı incelerseniz bunu görebilirsiniz. Kürt sorununa barışçıl çözümün bu ülkenin ekonomisi ve demokrasi için ve başka alanlarda da hayati önem taşıdığını söylüyoruz. Bunun öncülüğünü, muhataplığını üstlenmeye hazırız. Çalışmalarımızı da hiçbir faktörden etkilenmeden yürütme çabasındayız.

İkincisi, çok güçlü bir tabanımız var. Baskılarla kendi hedeflerinden ve değerlerinden vazgeçmeyecek, olgun bir tabanımız var. Acıyı olgunluğa, olgunluğu da kurucu siyasete tahvil edebilecek bir tabanımız var.

Analistler, yüzde 15 derken ayrıca yeni seçim kitlesi içinde çok sayıda Kürt genç nüfusun olmasını da hesaba katıyorlar. Ama genel olarak Kürt olsun olmasın bütün genç nüfusa geleceğin HDP’de olduğunu anlatabiliriz.

Kapatma davası: “Vicdanı ile hareket etmek isteyen AYM üyelerinin sayısının az olmadığına inanıyorum”

Kapatma davasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının esas hakkındaki mütalaasını sunması aşamasındayız. Mütalaayı bekliyoruz ve ardından biz de esas hakkındaki savunmamızı daha sonra somutlaştıracağız.

Ön savunmamız çok güçlü, hem çok güçlü hukuki argümanlar var hem de siyasi gerekçeleri var. Ben mahkemede küçümsenmeyecek sayıda üyenin hukuki gerekçeleri dikkate alma eğiliminde olduğunu düşünüyorum. Vicdanı ile hareket etmek isteyen Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayısının az olmadığına inanıyorum.

Kapatma kararı çıkması halinde ne yapacağımıza dair çalışmalarımızı daha dava açılmadan yapmaya başlamıştık. Alternatiflerimiz, seçeneklerimiz var. Biz Türkiye’ye kazandırma amacıyla siyaseti yapıyoruz. Kötüye kaybettirirken iyinin de kazanmasına çaba gösteriyoruz.

İktidara iki kere çok ağır kaybettirdik. Şimdiki yönetme krizinin nedeni bu iki kayıptır. 7 Haziran 2015 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimlerinde kötüye kaybettirme potansiyelimizi gördüler.

Kötüye kaybettirme hedefini bir kenara koymuş değiliz. Fakat sadece kötüye kaybettirme değil, iyiyi inşa etme yolunu da mutlaka bulacağız.

Siyaset yasağı verilmesi, bizim siyaset yapmamızı engellemez. Siyasi yasak gelirse daha fazla motivasyonumuz olur. Siyasi kadro bulmak konusunda da içinde olduğumuz siyasi geleneğin bir sıkıntısı olmadı şimdiye kadar. Düşünün ki on binlerce üyemiz içerde ama il ilçe örgütlerimiz çalışıyor.

Erdoğan’ın Kavala açıklaması ile Çin modelinin ilişkisi

Gerçekten ucuz emek gücüne dayalı bir modelle Avrupa’nın ve küresel piyasaların yatırımını ucuz işgücü üzerinden çekmeyi akıllarına koymuşlarsa demokrasiden ve uluslararası kurumların işleyişinden daha çok uzaklaşmaları karşımıza çıkacaktır.

Çin modeli demokrasi ve insan haklarından ayrılmak üzerine kuruluyor. Başka türlü yürümez.

Gerçekten bu iktidar, bu ekonomi modelini bütün tutarlıkları ile uygulamaya karalı ise Avrupa kurumlarından kopuşu da göze alacaktır. O yüzden önümüzde geniş bir demokrasi mücadelesi yükümlülüğü görevi var. Biz bunu 1,5 yıldır söylüyoruz, şimdi ne kadar önemli olduğu aşikâr hale geldi.

Bunu ciddiye almak gerektiği kanasındayım. Bu karamsarlık yaymak değildir. Bu tabloyu ortaya koyduktan sonra Gramsci’nin önem verdiğim sözü var: ‘Aklın karamsarlığı, iradenin iyimserliği.’ Umut ve umutsuzluk, iyimserlik ve karamsarlık aynı şey değildir.

“İktidar, bu ekonomi modelinde kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir”

Çin modeli demokrasi ve insan haklarından ayrılmak üzerine kuruluyor. Bu iktidar, bu ekonomi modelini hayata geçirmeye kararlı ise Avrupa kurumları ile bağları koparmayı göze alabilir.

Bizim yapacağımız şey en geniş demokrasi ittifakı ile bu gidişatı durdurmaktır. Bu gidişatı durdurmak mümkündür hatta hiç zor değildir. Yeter ki biz toplumun önüne demokrasi, barış ve refah hedeflerini birlikte, inandırıcı biçimde koyan bir program koyabilelim. Bunu yaparsak Türkiye’de demokrasi güçlerinin kazanması kolaydır ama çalışmak gerektirir. Bu güçlü alternatifin yaratılması gerekir.

“Soylu’nun davranışları acizlik ve sefalet görüntüsüydü”

Süleyman Soylu’dan beklenecek davranışlardı bunlar. Burada bir sürpriz yok ama Soylu da eski performansından uzaktı, özgüveni yoktu. Davranışları acizlikti ve bir sefalet görüntüsüydü.

Sanırım iktidar bu dönemde bu ekonomik modeli ve siyasi çizgiyi yürütecekse, Soylu’nun yaptığı gibi sürekli gerilim yaratan, sürekli kavga havasını canlı tutan, hamaseti en üst noktaya taşıyan, devlet, milliyetçilik, şehitler, gaziler üzerinden istismarı ün üst düzeye götürecek kişilere ihtiyacı olacaktır. Soylu’yu görevde tutuyorlarsa bunu daha işlevsel kullanabileceklerine ilişkin bir öngörüleri vardır. Ama gördük ki yanlış hesap yapıyorlar. Bu tür şahıs ve yöntemlerle toplumun karşısına çıkacaklarsa, kaybetmeleri daha da mukadderdir.”

Paylaşın

Pervin Buldan: Bu Bütçe İktidarınızın Son Bütçesidir

TBMM’de Bütçe Kanun Teklifi üzerine konuşan HDP Eş Başkanı Pervin Buldan, “Toplumsal barış taleplerini ve bu ülkenin çoğulculuğunu, farklılıkları reddeden tekçi sistemin retçi bütçesidir. Kadınları ve eşitlik talebini reddeden erkek düzenin bütçesidir. Ve bu bütçe iktidarınızın son bütçesidir! Dönüşü olmayan gidiş bütçenizdir” dedi.

Haber Merkezi / Buldan, konuşmasının devamında, “Bir taraftan ‘ülke bolluk içinde’ yalanına sarılırken, diğer taraftan tahıl ambarı olan bu ülkeyi ithalat ambarına çevirdiniz. Daha geçenlerde 285 milyon dolarlık buğday, arpa, yağ ihalesi yaptınız. Açlığı ihaleye çevirip üzerinden ithalat zenginleri yaratan bir iktidar olarak tarihe geçtiniz.” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında, açlık ve yoksulluk sınırına da değinen Pervin Buldan, “Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 10 bin 396 liraya ulaştı. Sarayınızın zenginlik sınırı ise 128 milyar dolardır. Açlık sınırı asgari ücreti geçti. Bugün açlık sınırı 3 bin 192 liradır. İktidarınızın tokluk sınırı ise çifter, hatta üçer beşer maaşlarınızdır. Yarattığınız ülke tablosu işte budur” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, 2022 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi üzerine Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma yaptı. Buldan’ın konuşması şöyle:

“Bugün burada görüştüğümüz bütçe, geçim derdindeki halkın değil seçim derdindeki bir iktidarın bütçesidir. Halkın bütçe hakkının yok sayıldığı, katılımdan uzak, Saray’ın emir ve isteğine göre hazırlanan bir bütçedir. Asgari ücret artışı başta olmak üzere grubumuzun bütçeye ilişkin verdiği tüm değişiklik önergeleri bir bir ret edildi, çünkü bu bütçe retçi iktidarınızın retçi bütçesidir.

Bu bütçe; ekmeği büyütme bütçesi hiç değildir. Halkın sofrasındaki ekmeği daha da küçültme, yoksulluğu, açlığı daha da büyütme bütçesidir. Bu bütçe, adaletsizliği ve eşitsizliği daha da çoğaltma bütçesidir. Saray’a kemer gevşettiren, halka ise kemer sıktıran bir bütçedir.

“Bu bütçe iktidarınızın son bütçesidir”

Toplumsal barış taleplerini ve bu ülkenin çoğulculuğunu, farklılıkları reddeden tekçi sistemin retçi bütçesidir. Kadınları ve eşitlik talebini reddeden erkek düzenin bütçesidir. Ve bu bütçe iktidarınızın SON bütçesidir! Dönüşü olmayan gidiş bütçenizdir!

Geldiğimiz noktada; Türkiye toplumunun talep ve ihtiyaçlarıyla iktidarınızın tercihleri keskin bir şekilde ayrışmıştır. Halkın talebi huzurdur, refahtır, adalettir, gelir dağılımı eşitliğidir, toplumsal barıştır, özgürlüktür, güven duyacağı demokratik bir sistemdir. İktidarınızın hedefi ise çoklu kriz üreten bu yozlaşmış otoriter, rantçı sistemin ömrünü biraz daha uzatmaktır.

Ekonomik ve sosyal olarak çökmekte olan halka, diriliş, şahlanış, uçuş hamasetini izlettirmek isteyen, kitlesel açlığın karşısında iktidar yandaşlarının tokluğunu güvence altına almaya çalışan bir anlayış bu ülkeden de halktan da sokağın gerçekliğinden de çoktan kopmuştur.

Tanzim kuyruklarından sonra halkın ekmek kuyruklarına girdiği, bebek mamalarının raflara kelepçelendiği, açlığın sefaletin kol gezdiği, kasapların sadece camından bakıldığı bir ülke, iktidarınızın bir özetidir. Marketlerde ürünlere uygulanan kotalar, Saray sefanızı sürdürmek için temel gıdalara, elektriğe, suya, gaza, benzine varıncaya kadar her şeye yaptığınız yüksek zamlar iflasın, çöküşün birer fotoğrafıdır.

İşsizlikten intihar eden insanlar, inşaatlarda can veren ataması yapılmayan gençler, yurt bulamayan öğrenciler, borcu nedeniyle cezaevine atılan çiftçiler, geleceği çalınan gençler, her gün katledilen kadınlar, çocukları uyuduktan sonra evine gidebilen işsiz babalar, “geçinemiyoruz” diye sokaklara dökülen yoksullar iktidarınızın özetidir.

Halk yokluk içindeyken rantın bolluğu içindeki TÜGVA’larınız, torpilli yandaş atamalarınız, çifter maaşlarınız, bitmek tükenmek bilmeyen saray israfınız, 5’li çetenize vergi aflarınız, iktidarınızın bir özetidir. Pandemide, yangında, selde, depremde kaderiyle baş başa bıraktığınız, destek yerine tepelerine çay attığınız halkın yaşadıkları iktidarınızın bir özetidir.

“Ülkeyi bu hale getiren sizin iktidarınızdır”

Sokaklarda kıtlığın konuşulduğu günlerden geçiyoruz. Ülkeyi bu hale getiren sizin iktidarınızdır. Dış güçler değildir. Sizlersiniz! Herkese yetecek kaynaklara sahip olan bu bereketli ülkeyi tarımda, hayvancılıkta, gıdada dışa bağımlı hale getirdiniz. Eli nasırlı üreticilerin yerine yandaş ithalat vurguncularınızı, verimli toprakların yerine ithalat limanlarını koydunuz.

Bir taraftan “ülke bolluk içinde” yalanına sarılırken, diğer taraftan tahıl ambarı olan bu ülkeyi ithalat ambarına çevirdiniz. Daha geçenlerde 285 milyon dolarlık buğday, arpa, yağ ihalesi yaptınız. Açlığı ihaleye çevirip üzerinden ithalat zenginleri yaratan bir iktidar olarak tarihe geçtiniz!

Aynı zihniyet iki de bir çıkıp, “halkı faize ezdirtmeyeceğiz” diyor.  2022 bütçesinde yurttaşın sırtına yüklediğiniz faiz borcu 240 milyardır. Diliniz faiz indirmekte, eliniz ise durmadan faiz borcunu arttırmaktadır. Nas ortadaysa buyurun ilk devletten başlayın; öğrenciden, çiftçiden, borçlu vatandaştan aldığınız yüksek borç faizlerini hemen şimdi silin! Nas yurttaş için geçerli değil midir? Kendinize gelince Nas, yurttaşa gelince acı reçete sunmaktan artık vazgeçin.

Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 10 bin 396 liraya ulaştı. Sarayınızın zenginlik sınırı ise 128 milyar dolardır. Açlık sınırı asgari ücreti geçti. Bugün açlık sınırı 3 bin 192 liradır. İktidarınızın tokluk sınırı ise çifter, hatta üçer beşer maaşlarınızdır. Yarattığınız ülke tablosu işte budur!

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminiz bir yüksek kur, yüksek enflasyon, yüksek faiz borcu, yüksek işsizlik, yüksek yoksulluk sistemidir. Kitabını yazamıyorsunuz ama faizi, rantı, yolsuzluğu kitabına gayet iyi uyduruyorsunuz. İşte sizin bütçeniz de budur!

“Kriz yok” dediniz. “En kötüsünü geride bıraktık” dediniz. “Türkiye şaha kalkıyor” dediniz. Sonuç ortadadır; tam anlamıyla yerli ve milli bir çöküştür! Katar’ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni kayyım yaptığınız ekonomi hızla çökmektedir!

“Sizinki ekonomiyi değil, tek adamı kurtarma savaşıdır”

Haksız ve emeksiz zenginleşen iktidar düzeniniz sebeptir, ekmeksiz bırakılan halk ise sonuçtur. Saraylarınızın sınırsız israfı sebeptir, ülkenin topyekûn iflası ise sonuçtur. Suriye savaşına, çetelere, S400’e harcadığınız paralar, 2022 bütçesinde güvenlikçi politikalara ayırdığınız 246 milyar sebeptir; ekmek kuyrukları, işsizlikten intiharlar, kararan hayatlar sonuçtur. Bir de kalkmış “ekonomik kurtuluş savaşı” diyorsunuz. Sizinki ekonomiyi değil, tek adamı kurtarma savaşıdır.

Buradan söylüyorum: Sizin savaşınızın finali “Er Ryan’ı Kurtarmak” filminin finali gibi asla ama asla olmayacaktır. Çünkü derdiniz vatandaşın geçimi değildir, seçimi nasıl kazanırız derdidir. Derdiğiniz enflasyonu, işsizliği, hayat pahalılığını düşürmek değildir, 50+1’i düşürme derdidir. Amacınız yurttaşın huzuru değildir, yandaşlarınızın huzur hakkıdır. Amacınız milletin aşını çoğaltmak değildir, çifter maaşlarınızı çoğaltmaktır. Amacınız vatandaşın borcunu silmek değildir, 5’li çetenizin vergi borçlarını sıfırlamaktır. Hedefiniz gençlere istihdam yaratmak değildir, eş dost, akrabalarınızı kamuya doldurmaktır. Amacınız hukuka uymak değildir, hukuku kendinize uydurmaktır. Artık şapkadan tavşan çıkarma döneminiz çoktan bitmiştir. Tavşanı da yürüttüğünüz için şapka artık boştur!

Zihniyetinizi değiştirmeden sık sık Hazine Bakanı, Merkez Bankası Başkanı değiştirerek farklı sonuç beklemeniz beyhudedir. Einstein’ın dediği gibi; “Bir sorunu ortaya çıkaran zihniyet o sorunu çözemez”.

TÜİK’in yalan rakamları bir yana, halkın mutfağındaki gerçek enflasyon bugün yüzde 60’a dayanmış durumdadır. AKP Genel Başkanı ise, “Göreceksiniz seçim öncesi enflasyon düşecek” diyor.  Evet, iki düşüşü birden göreceğiz. Önce iktidarınızın sandıkta düşeceğini göreceğiz, sonra da mutfaktaki enflasyonun düştüğünü göreceğiz. TÜİK’niz de yalanlarınız da sizi kurtarmaya yetmeyecektir. Bunu biz başaracağız, enflasyon altında inim inim inlettiğiniz emekçi yoksul halklarımız başaracaktır.

Eğer bir ülkede kalıcı barış ortamı yoksa, demokrasi her gün siyasi darbe uygulamalarıyla karşı karşıysa, denge denetleme, demokratik tartışma zemini, adalet ve hukuk yoksa, kayyım rejimi devredeyse o ülkede güven ve ekonomik istikrar olmaz, olamaz. Her şeyden önce sistem demokrasiye kapalıysa, halk iradesini dışlıyorsa, çoğulculuğu reddediyorsa o ülke düzlüğe çıkamaz.

Bugün yaşamakta olduğumuz çöküş büyük bir demokrasi krizidir, iktidar ortaklarının yarattığı çoklu siyaset krizidir. Toplumsal alanı olabildiğince daraltan, demokratik sivil siyaseti yok etmeye çalışan, bunun karşısında ise otoriter iktidarı devasa büyüterek devletleştiren bir siyasal anlayış, krizin en temel nedenidir. Mutlak güç ve otoriteyle bu ceberut düzeni ayakta tutmak için kaynakları askeri güvenlikçi politikalara ayıran anlayış, krizin tam da sebebidir.

Bir asırlık tekçi, inkârcı, otoriter sistemin, vesayetin ve statükonun yeni sahipleri olarak bir yüzyıl daha bu sistemi ayakta tutma çabası içerisinde olduğunuzu elbette ki biliyoruz. Sisteminiz, bu ülkenin tüm kurucu halklarının, ötekileştirilen, tekleştirilmek istenen kimliklerin, inançların, yoksulların, emekçilerin ülke yönetiminde söz sahibi olmaması, eşit ortaklığa dayalı yeni bir yaşam ve demokratik bir gelecek oluşturmaması için örülen bir duvardır. Kürt’ün de, Alevi’nin de, Arap’ın da, Ermeni’nin de, Süryani’nin de, Ezidi’nin de Rum’un da, Roman’ın da, Çerkes’in de, Laz’ın da, Pomak’ın da, Yahudi’nin de, Hristiyan’ın da haklar ve kimlikler temelinde güvende olmadığı, eşit olmadığı bir düzendir bu.

Hızlı karar alma mekanizması vs. diyerek bu sistemi allayıp, pullayamazsınız. Hızlı kararlarınızın ne olduğunu halk gayet iyi biliyor. Hızlı işleyen kararınız halkı sopayla, baskı ve korkuyla hizaya getirme kararıdır. Yurttaşların hak taleplerini bastırma ve ezme, kapısına kolluk gücünü dayama kararıdır.

Kadınların eşitlik talebini engelleme kararıdır. Adalet arayan insanlara adaletin kapısını kapatma kararıdır. Roboski’de, Soma’da, Çorlu’da, Suruç’ta, Ankara Gar’da gerçek adaleti işletmeme kararıdır.

Urfa’da iki oğlu ve eşi gözlerinin önünde katledilen bir anne, Emine Şenyaşar, adaleti aylardır sokaklarda, vicdanlarda aramaktadır. Siz, kadim peygamberler şehri olan Urfa’yı, adaletin yerin dibine gömüldüğü çorak bir toprağa çevirdiniz! Mısra Öz’ün üç yıldır yollara düşerek aradığı adaleti, Çorlu’da rayların altına gömdünüz. Cumartesi Annelerinin adalet ve hakikat mücadelesini engelleyerek 1990’ların Susurluk karanlığına sahip çıktınız. İşte Türkiye’nin ortak vicdanı olan annelerin yaşadıkları, iktidarınızın da düzeninizin de bir özetidir.

Ayrımcı, ötekileştirici, hedef gösterici, tehdit edici dille toplumu kutuplaştırdınız, ülkeyi kamplaştırdınız. “Biz ve onlar” diyerek birbirine sırtını dönen “bizler” ve “onlar” yaratmaya çalıştınız. Ortak duyguyu, ortak değerleri hedef aldınız. Erdemli olmayan bir siyaset anlayışı toplumu da ülkeyi de yıkıma uğratır, siyaset kurumunu çökertir. İşte bugün yürüttüğünüz siyaset tam anlamıyla değerler sistemini tüketen, toplumu yıkıma uğratan bir anlayışa dayanmaktadır.

Siyaset denilince bugün Türkiye toplumunun tanıklıkları ile tecrübe ettiği yalan siyasetidir, dolandırıcılık ve talan düzenidir, kayırmacılıktır, iktidar yandaşçılığıdır, partizanlıktır, başkasının hak ve hukukunu çiğnemektir, kibirdir, güç zehirlenmesidir.

Kurumsallaştırmaya çalıştığınız partizanlık sistemiyle parti devleti, parti yargısı, parti kurumları, parti bürokrasisi, parti medyası projesini adım adım hayata geçirmeye çalıştığınızı görüyor ve biliyoruz. Her gün düşman üreten, düşmansız ayakta kalamayan güvenlikçi sistemin ömrünü uzatabilmek için iç politikada, dış politikada, her yerde çatışma politikasından beslendiniz. Yayılmacı, emperyal hayallere kapıldınız. “Oyunu bozacağız” derken, izlediğiniz yanlış politikalarla kendi ülkenizin içini bozdunuz. Oraya buraya parmak sallarken, ülke parasını pula çevirdiniz. Uluslararası alanda kriz fırsatçılığına çıktınız, krizi kendi ülkenizde büyüttünüz!

“Rotası barış olmayanlar kriz ve istikrarsızlıktan kurtulamaz”

Kürtler hiçbir yerde rahat nefes almasın diye her yerde Kürt düşmanlığı yürüttünüz, çatışma politikasıyla Türkiye’yi nefes alamaz hale getirdiniz. Kürt’e kaybettirme politikasıyla, Türkiye’ye kaybettirdiniz! Hem de çok büyük kaybettirdiniz. Rotası barış olmayanlar kriz ve istikrarsızlıktan kurtulamaz!

Ekonomi politikasını polisiye yöntemlerle yürütmek için yeniden Milli Güvenlik Kurulu’nu devreye koydunuz. Oysa ekonomideki yıkımın sebeplerinden birini görmek istiyorsanız Çözüm Sürecini bitirerek savaş kararı aldığınız Aralık 2014’teki MGK toplantısına bakmanız yeterlidir. Çöküşün temellerinden birini ta o gün attınız.

Bugünkü yıkımın sebebi ürün stokçuluğu değildir, iktidarınızın savaş ve kriz stokçuluğudur. Kin, nefret ve düşman stokçuluğudur. Çözüm Sürecinde 12 bin dolar olan milli gelir, bugün 8 bin dolara inmiştir. Kişi başı 4 bin doları savaşa harcadınız. Oysa Çözüm Sürecinde ekonomi de büyüyordu, demokrasi de gelişiyordu.

Barış çabaları büyürse ekonomi de büyür, istikrar da gelişir. Savaşı büyüttüğünüzde ise ekonomiyi yerlerde süründürürsünüz. “Bu sorunu izin verilirse bir haftada çözerim” diyerek cesur bir irade ortaya koyan Sayın Öcalan’ın çözüm çağrısına tecritle karşılık verdiniz. Hukuka aykırı görüş engelleriyle çözümsüzlüğü büyüttünüz. Sonuç: Her yönüyle çözülen Türkiye’dir!

İçeride barışa kapattığınız kapı sebeptir, dışarıda uluslararası alanda medet umduğunuz ve saatlerce bekletildiğiniz kapılar ise birer sonuçtur. 2013’teki çözüm iradesinin reddi sebeptir, 2021 Türkiye’sinin çöküşü ise sonuçtur. “Ne Dolmabahçesi, ne çözümü?” diyen akıl, bugün Kürt sorununun çözüldüğünü savunmaktadır. Dik duramayanlar, cesaretli olamayanlar, inkâra sarılanlar sorunu çözemez!

Dolmabahçe masasının yerine savaş koalisyonuyla çözümsüzlük masası kuranlar sorunun karşısında çözülür, nitekim çözülüyor da. Evet, çözülenlerle sorun çözülemez. Bu mesele samimiyetle yaklaşan, geçmişten ders alan, demokratik müzakereye, diyaloğa inanan bir irade ve siyasi akılla çözülür ve çözülecektir de! Bu irade de Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin bugünkü ortak barış iradesidir ve demokratik parlamenter zemindir.

HDP, demokratik müzakerenin ve ortak çözümün siyasi bir aktörü ve öznesidir. Çözümsüzlüğü büyütmek için HDP’ye ve demokratik siyasete karşı her gün siyasi darbe politikası yürütüyorsunuz. Ülkede o kadar çürümüşlük, yolsuzluk, dolandırıcılık, çetecilik varken partimiz hakkında açılan Kobanî Kumpas Davası ve siyasi intikam amaçlı kapatma davası siyasi bir darbe girişimidir. Türkiye’nin üçte birinde halk iradesini hiçe sayarak belediyelerimize kayyım atamanız siyasi bir darbedir. Eşbaşkanlık sistemimizi hedef alan tüm saldırılarınız kadına karşı erkek darbesidir.

Sevgili Demirtaş ve Sevgili Yüksekdağ başta olmak üzere tutuklu binlerce seçilmiş, siyasetçi arkadaşımız darbe hukukuyla cezaevlerinde tutulmaktadır. Kobanî Kumpas Davası, iktidarınızın bir seçim kampanyasıdır. Merkez Bankası Başkanı değiştirir gibi sık sık değiştirdiğiniz mahkeme üyeleri Saray’ınızın birer partizanıdır!

“Kumpas ve komplo siyaseti yenilecektir!”

IŞİD’in Kobanî’de kendi karanlığına gömülmesi sizin politikalarınızı çökertti. Siz de HDP’yi ve demokratik siyaseti tasfiye ederek intikam almak istiyorsunuz. Biz bunun farkındayız. 7 Haziran’ın, 31 Mart’ın siyasi intikamını almaya çalıştığınızı çok iyi biliyoruz. Ortada bir hukuk yoktur, bağımsız bir yargı yoktur, engizisyon mahkemeleriniz vardır AKP’li üyeler! Ama unutmayın; darbe mahkemelerinizle siyaseti de geleceği de şekillendiremeyeceksiniz. Sandıkta, meydanlarda yenemediğiniz HDP’yi mahkeme salonlarında da yenemeyeceksiniz. Kumpas ve komplo siyaseti yenilecektir!

Şunu da hatırlatırım: HDP’nin mücadele geleneği, bugüne değin sayısız yargı darbesi, siyasi kumpas ve komplo gördü. 1990’larda Mehmet Sincarları, Vedat Aydınları katleden zihniyetin bugünkü sahipleri İzmir’de parti binamızda Sevgili Deniz Poyraz’ı katletti. HDP’yi suikast, linç, siyasi soykırım operasyonları ve yargı kumpasları kıskacına alarak siyaset yapamaz hale getirmek isteyenler iyi bilsin; biz diz çökmeyiz, boyun eğmeyiz, demokratik siyasetten ve barış mücadelemizden asla vazgeçmeyiz!

Siz yasakladıkça demokratik siyaseti yaşamın her alanında daha fazla büyütmeye devam edeceğiz. Tutuklu ama özgür siyasetimiz mutlaka kazanacaktır. İradeye kelepçe vuran erdemsiz, yozlaşmış, korkak siyaset ise büyük kaybedecektir!

Sevgili Musa Anter’in dediği gibi:

“Ve cellat uyandı yatağında bir gece,

Tanrım dedi bu ne zor bilmece

Öldükçe çoğalıyorlar,

Ben tükenmekteyim öldürdükçe.”

İşte HDP budur! Bir gidip bin gelen, milyonlarla yoluna devam eden, cezaevlerine de meydanlara da sığmayan köklü bir mücadele deryasıdır. Halkları hak, adalet, eşitlik ve barış temelinde birleştiren ve Türkiye’nin özgür geleceğinin teminatı olan bir fikriyattır. Bir ucu Anadolu’da, diğer ucu Mezopotamya’da olan bu fikriyatı durduramayacaksınız, engelleyemeyeceksiniz.

Ülke olarak yaşadığımız bu büyük çöküş, aynı zamanda çıkış için de önemli fırsatlar yaratmaktadır. İktidarın her ne kadar uykuları kaçsa da ülke artık bir seçim sürecine girmiştir. Buradan çağrı yapıyorum: Politikanıza güveniyorsanız, cesaretiniz varsa buyurun sandığı hemen getirin, halk kararını versin. Seçim koşulları çoktan oluşmuştur. Halk sabırsızlıkla sandığı beklemektedir. Oyalamayla zaman kazanmaya çalışmayın.

Ne yaparsanız yapın o büyük yüzleşme günü gelecektir. Eninde sonunda o sandık kurulacak ve gerçeklerle, yarattığınız tabloyla mutlaka yüzleşeceksiniz. Yurttaşlarımız şunu bilmelidir: Bu seçim bir cumhurbaşkanlığı seçimi değildir; bu bir rejim seçimidir, gelecek yüzyılı belirleme seçimidir!

Bu seçim, halkın huzur ve refah içinde eşitçe yaşayacağı güçlü bir demokrasi ve herkes için adalet düzeni ile hukuksuzluk, talan ve soygun düzeni arasındaki bir seçimdir. Haksız zenginleşme ve yolsuzluk düzeni ile ekmeği, aşı büyütme arasındaki bir seçimdir. Bu seçim, halklarımıza tekçiliği dayatan düzen ile kimliği, dili, inancı ve kültürü reddedilmeden herkesin eşit ve özgürce birlikte yaşayacağı ortak gelecek arasındaki bir seçimdir. Bu seçim, en büyük şiddet ve ayrımcılığa uğrayan, kazanımları her gün saldırı altında olan kadınların özgürlük ısrarı ile erkek düzen arasındaki seçimdir.

“Mücadelemize güveniyor ve inanıyoruz!”

Bu seçim, özgür bir gelecek kuracak olan gençler ile bu geleceği karartmak isteyen kötülük düzeni arasındaki bir seçimdir. Bu seçim, en büyük barış ittifakı ile ülkeyi yıkıma götüren savaş koalisyonu arasındaki seçimdir. Bu seçim, rant için talan edilen ormanlar ve dereler ile rantçı iktidar arasındaki bir seçimdir.

Evet, Türkiye halkları asla karamsarlığa ve kaygıya kapılmamalıdır. Büyük demokratik dönüşümü mutlaka başaracağız. İşçisiyle, emekçisiyle, esnafıyla, çiftçisiyle, kadınıyla, genciyle omuz omuza vererek ve ortak mücadeleyi büyüterek bu düzeni birlikte değiştireceğiz. Mücadelemize güveniyor ve inanıyoruz!

Bu mücadele, ekmeğimizi de aşımızı da büyütme mücadelesidir. Herkes için ekmek, herkes için barış, herkes için adalet, herkes için demokrasi mücadelesidir. Ortak, eşit gelecek mücadelesidir. Bu mücadele, bizim olan kazanımlarımızı söke söke bu düzenden geri alma mücadelesidir. Halktan gasp ettiğiniz hakları ve özgürlükleri, alın terinin hakkını söke söke misliyle geri alacağız. Sevgili halkımız bunu asla unutmayın, asla kaygıya kapılmayın.

Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere gasp ettiğiniz tüm hakları söke söke erkek düzeninizden geri alacak ve bu erkek düzeninize son verecektir!

Gasp ettiğiniz belediyelerimizi yolsuzluk ve yüzsüzlük yarışına giren o kayyımlarınızdan bir bir geri alacağımızın sözünü veriyoruz halkımıza. Halkın ekmeğiyle, geleceğiyle oynamanın siyasi bedelini sandıkta çok ağır ödeyeceksiniz!

“Cumhuriyeti büyük demokrasiyle, büyük barışla buluşturalım”

Demokrasiden, barıştan, adaletten, emekten, birlikte yaşamdan yana olan, bu düzenin zulmü altında her gün bedel ödeyen tüm yurttaşlarımıza, toplumsal muhalefete, tüm demokratik muhalefete buradan mücadele ortaklığı çağrısı yapıyorum: Gelin yeni bir dönemi hep birlikte başlatalım. Korkuları, siyasi kaygıları, hesapları bir kenara bırakalım. Siyaset üstü bakalım. Bu ülke halklarının enkazdan kurtarılması için en güçlü birlikteliği kuralım. Türkiye toplumunu yoksulluk-işsizlik-açlık-adaletsizlik sarmalıyla kuşatan bu zulüm düzeninin karşısında demokrasi, adalet, barış, özgürlük ve ekmek mücadelesini büyütelim. En güçlü demokrasi ittifakıyla, büyük barış ittifakıyla yüzüncü yılında  Cumhuriyeti büyük demokrasiyle, büyük barışla buluşturalım!

HDP buna vardır, bu cesarete ve kararlılığa her zamankinden daha fazla sahiptir ve bunu başaracaktır. Herkes umutlu olmalıdır. Değişim gücü halklarımızın elindedir. Karunlaşan iktidar düzenini değiştirecek olan halklarımızın Harunlaşan mücadelesi olacaktır.

Unutulmamalıdır: Karanlığın en koyu olduğu an aydınlığın en yakın olduğu andır. Ve o an hızla yaklaşmaktadır. Büyük değişime az bir süre kalmıştır. Ve bu büyük değişimin kapısını HDP şimdiden açmıştır. Milyonların iradesi ve umudu yeni bir dönemi başlatacaktır. Güneşi gülüşüne, direnişi yaşamına sığdıran kadınlar ve cesaretini gelecekle buluşturan gençler, bu yüzyılı demokrasi ve özgürlük yüzyılına çevirmeyi başaracaktır.”

Paylaşın

HDP Eş Genel Başkanı Sancar’dan Dikkat Çeken İttifak Açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, katıldığı bir etkinlikte yaptığı konuşmada, “HDP olarak her yerde halkla buluşmalar gerçekleştirerek önerilerimizi ortaya koyuyoruz, çözüm için birlikteliği güçlendirmeye çalışıyoruz. Çıkış yolumuz en geniş demokratik ittifakı oluşturmaktır. Bunu gerçekleştirebilirsek; bütün soygun, talan, savaş düzenine karşı ortak mücadele yaratabilirsek ittifak tartışmaları kendiliğinden bir sonuca bağlanacaktır. Esas olan sahada ortak mücadeledir. Önce ortak demokratik mücadele, bu mücadele zemininde güçlü demokrasi ittifakları oluşturmak lazım.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Sancar, açıklamasının devamında, bu yönetimin istifa etmesi gerektiğini belirterek, “Tek bir dertleri var, iktidarda kalmak. Bizim de birinci sorumluluğumuz, bu yönetimin bir an önce gitmesini sağlamaktır. Bunun için ortak demokratik mücadele şarttır.  Bunun halka mal olmasıyla erken seçim gerçekleştirilebilir. Eğer bunu sağlayamazsak ülkeyi bu şekilde yönetmek için ellerinden geleni yapacaklar.” dedi.

Açıklamasının sonuna doğru “Ortak mücadele bu ülkeyi cehennemden çıkarmak için şarttır” diyen Sancar, “Türkiye’nin kaynakları bu topluma yeter. Bizim ülkenin kaynaklarını halkçı bir yönetimle paylaştıracağımız bir düzeni kurmamız gerekiyor, buna gücümüz yeter. Ülkenin geleceğini demokrasi özgürlük ve barış üzerine kurmamız görevimizdir. İktidarı ayakta tutan temel sütunların Saray’a bütçe, yandaşa rant, savaşa yatırım olduğunu görürsek demokrasi mücadelesini, sömürüye karşı emekçilerin birlikteliğini, savaşa karşı barış mücadelesini yürütmemiz de zor olmayacaktır. Bu mücadeleyi bütünlüklü yürütmek önemlidir.” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Adana’da sivil toplum örgütleri ve demokratik kurumların temsilcileriyle bir araya geldi. Sancar, toplantıda toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Çukurova’nın kalbinde Adana’da siz değerli demokratik kitle örgütü temsilcileriyle buluşmanın sevincini yaşıyorum. Çok değerli bir bölge ve bu bölgenin merkezi olan Adana’dayız. Bizler yarın Mersin’de bir miting düzenleyeceğiz, öncesinde Adana’da sizlerle buluşmayı istedim. Kısa sürede hazırlıkları ancak yapılabildi, buna rağmen geniş katılımdan büyük memnuniyet duyuyorum. 27 Eylül’de açıkladığımız deklarasyonumuzun ruhuna vurgu yapmak isterim. Amacımız tüm ezilenleri, dışlananları, mağdurları, emekçileri birleştiren bir ortak mücadele hattı oluşturmaktır. Tüm kesimlerle diyaloğu hayati önemde buluyoruz.

Böyle bir mekanizma kurabilirsek yani tüm ezilenlerin birbiriyle konuşup ortak mücadele yürütebilecekleri bir zemin yaratabilirsek Türkiye çöküşten çıkacaktır. Bu çöküş, çok boyutlu krizlerin sonucu olarak gerçekleşiyor. Türkiye uzun süredir çoklu krizler içindedir. Bu krizlerin kaynağı iktidarın yönetim anlayışıdır. Bütçe görüşmelerinin ilk etabı komisyonda tamamlandı. Bütçeye bakınca bu iktidarın tercihlerini görebiliyorsunuz. Bu bütçe halkın bütçesi değildir, bu bütçe 19 yıllık AKP iktidarının politikalarının bir özetidir. Saray’a, yandaşa kaynak aktarmayı esas alan, halkı yok sayan, halkın çıkarlarına önem vermeyen bir bütçedir.

Bu anlayışın yol açtığı sonuçları son 2 haftada daha çarpıcı biçimde yaşıyoruz. Türkiye’de liranın değer kaybının yarattığı yıkımı canlı şekilde izledik. Son 1 haftada liranın değer kaybı o kadar çok boyutlu ki neredeyse geleceğimiz mahvedilmektedir. Halkın geleceği yok edilmek istenmektedir. Önümüzdeki dönem sadece yoksulluktan söz etmeyeceğiz, bir de gıda krizi, yani açlık olacak. Sadece yoksulluk ve sömürü değil, açlık yaşamak zorunda kalacak bu ülke. Tüm bunlar bir avuç sermayedarın çıkarlarına hizmet amacıyla yürütülen anlayışın sonucudur.

“Esas olan sahada ortak mücadeledir”

Bizim bu anlayışa, bu düzene karşı birlikte mücadele etme sorumluluğumuz var. HDP olarak her yerde halkla buluşmalar gerçekleştirerek önerilerimizi ortaya koyuyoruz, çözüm için birlikteliği güçlendirmeye çalışıyoruz. Çıkış yolumuz en geniş demokratik ittifakı oluşturmaktır. Bunu gerçekleştirebilirsek; bütün soygun, talan, savaş düzenine karşı ortak mücadele yaratabilirsek ittifak tartışmaları kendiliğinden bir sonuca bağlanacaktır. Esas olan sahada ortak mücadeledir. Önce ortak demokratik mücadele, bu mücadele zemininde güçlü demokrasi ittifakları oluşturmak lazım.

Aslında yaşadığımız şey tam bir cehennemdir. Cehennem nedir diye sorarsanız; Turgut Uyar’ın “Açlık çoğunluktadır” şiiri var. Bu şiir, Türkiye’nin şimdiki durumunu anlatıyor: “Cehennem başarılmamış bir savaştır, başarılmamış bir mücadeledir.”

Pamuğun üretiminde de çok gerilere gidildi. Bunun sebebi, iktidarın izlediği ekonomi politikalarıdır. Ekilebilir arazilerin büyük kısmı imara açılmıştır. Sürekli binalar dikilmektedir. İktidar, kendini inşaat sektörü üzerinden var etmek istemektedir. O nedenle bu ülkenin geleceğinin, çiftçisinin gözünün yaşına bakmamıştır.

Sadece 80’li yıllarda 2,5 milyon dekarda pamuk üretiliyordu, 2020 yılında 600 bin dekara düştü. Ne için kullanılıyor bu alan? İmara açılıyor, bu imar üzerinden yandaş sermayenin tahakkümünü sağlıyorlar. Pamuk üretimi tarihe karışıyor. 2000 yılında 577 bin ton pamuk ithal edilmiş, 2020 yılında 1 milyon 81 bin ton. Bugünkü ithalat miktarı bu. Buğdayda yaşadığımız durumda aynı şekilde.

Döviz kurundaki artışın maliyete yansıması korkunçtur. Geçen gün bir üretici ile konuşurken unla ilgili şu örneği verdi. Biliyorsunuz sınırlı miktarda satış yapılıyor, çünkü yarın ne olacağını bilmiyorlar. 150 km ötedeki bir yere ısmarladığı unu götürmek için sabit fiyat veremiyor un satıcısı. Çünkü 2 saat sonra “istediğin yere ulaştırdığımda fiyat değişmiş olacak” diyor. Bir ekonomide fiyat bile belirlenemiyorsa bu çöküştür, bunun sonuçları ağırdır. Bizim amacımız bu çöküşün enkazının halkın üzerinde kalmasını önlemektir. Hep birlikte mutlaka ortak ilkeler ve ortak hedefler için buluşmak zorundayız. Bizim acil öneriler programımız var. Bu önerilerin hiçbiri bütçe görüşmelerinde kabul edilmedi.

“Bu yönetim istifa etmelidir, ülkeyi çöküşe götürüyor”

Şu an acil olarak dile getirmemiz gereken taleplerden birincisi derhal seçim talebidir. Bu yönetim istifa etmelidir, ülkeyi çöküşe götürüyor. Eminim Cumhurbaşkanı ne yaptığını biliyor, çünkü bu politikalar izledikleri yolun sonucudur. Halkı önemsemeyen, halkın geleceğini önemsemeyen zihniyetin bilinçli politikalarıdır. Bu ülkeyi ucuz emek cehennemine çevirmek istiyorlar. Asgari ücretin 30-40 dolara indiği bir ülkede burayı köle yuvasına dönüştürmek istiyorlar. Yandaş sermayenin desteği ile iktidarlarını sürdürmek istiyorlar. Tek bir dertleri var, iktidarda kalmak. Bizim de birinci sorumluluğumuz, bu yönetimin bir an önce gitmesini sağlamaktır. Bunun için ortak demokratik mücadele şarttır.  Bunun halka mal olmasıyla erken seçim gerçekleştirilebilir. Eğer bunu sağlayamazsak ülkeyi bu şekilde yönetmek için ellerinden geleni yapacaklar.

Biz sizlerle bu buluşmada dile getiriyoruz, yarın mitingimizde de çağrımızı yineleyeceğiz. Bundan sonraki çalışmalarımızda da bu talebi en geniş kitlelerin ortak talebi haline getirmek için çalışacağız. Ortak mücadele bu ülkeyi cehennemden çıkarmak için şarttır. İnce Memed romanı bize “mücadele haktır” diyor. Buna ekleme yapıyoruz; mücadele görevdir, sorumluluktur. Bunu en geniş birliktelikle yapmak da bu ülkenin bütün insanlarına karşı bir vicdani yükümlülüktür. Bundan kim kaçarsa gelecek nesillere nasıl hesap vereceğini düşünmesi gerekir. Biz demokratik birliktelik ile bu ülkenin bunlara mecbur olmadığını göstereceğiz. Türkiye’nin kaynakları bu topluma yeter. Bizim ülkenin kaynaklarını halkçı bir yönetimle paylaştıracağımız bir düzeni kurmamız gerekiyor, buna gücümüz yeter. Ülkenin geleceğini demokrasi özgürlük ve barış üzerine kurmamız görevimizdir. İktidarı ayakta tutan temel sütunların Saray’a bütçe, yandaşa rant, savaşa yatırım olduğunu görürsek demokrasi mücadelesini, sömürüye karşı emekçilerin birlikteliğini, savaşa karşı barış mücadelesini yürütmemiz de zor olmayacaktır. Bu mücadeleyi bütünlüklü yürütmek önemlidir.”

Paylaşın

HDP’li Paylan, Partisinin 6 Maddelik Ekonomik Tedbirler Paketi Önerisini Açıkladı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekonomiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan, Meclis’te düzenlediği basın toplantısıyla, partisinin hazırladığı Acil Ekonomik Tedbirler Paketini açıkladı.

Haber Merkezi / Açıklamasında, “HDP olarak en azından bütçenin bu son gününde büyük bir ekonomik kriz koşullarında yaşayan halkımıza nefes aldıracak tedbirlerin alınmasını öneriyoruz” diyen Paylan, özetle şunları söyledi;

“Bugün, bir aydır görüşülmekte olan 2022 yılı bütçesinin tercihlerini değiştirme imkanının olduğu son gün. Halka nefes aldıracak bir bütçe yapmak, eğer tam da bugün bütçe tercihlerini değiştirebilirsek mümkün olacak! Aksi takdirde Saray’dan gelen bütçe Meclis’te aynı şekilde, geldiği gibi kabul edilecek.

Saray’dan gelen bütçe, doları 2022 yılında 9 lira 27 kuruş tahmin etmişken, şu anda dolar 2022’ye girmeden 12-13 liraya çıkmıştır. İktidarın aymaz politikaları nedeniyle oluşan bu dolar artışı sonucunda, yurttaşlarımızın üzerine zam yağmaktadır.

Yurttaşlarımız, benzini daha ucuz almak için uzun kuyruklar oluşturmakta, market market dolaşıp ayçiçek yağının 5 lira daha ucuz olduğu yer aramaktadır.  Mutfakta, çarşıda, atölyede, pazarda yangın var. Çiftçi tarlasına gübre atamamakta, çünkü gübre fiyatları 5 kat artmıştır. Yurttaşlar mutfak masraflarını karşılayamamakta, emeklilerimiz ay sonunu getirememektedir.

Saray’dan gelen bütçe çökmüştür. Bu zam yağmuru altında 2022 yılı Türkiye’nin yaşadığı en zor yıllardan biri olacaktır. Saraydakiler bunun farkında değiller çünkü onlar paralel evrende yaşıyor. Onlar “Türkiye uçuyor” diyorlar. Kim uçuyor? Evet birileri uçuyor. Halkımıza sorduğumuzda “Türkiye baş aşağı gidiyor” diyorlar.

“Bütçe tercihleri değiştirilmelidir”

Bu şartlarda belki saraydaki vicdansızlar ülkedeki yangını, zam yağmurunu alım gücünün erimesini görmüyorlar o noktada Millet Meclisi’nin devreye girmesi gerekiyor. Saraydan gelen bütçede kaynaklar saraya, şatafata, israfa, yandaşlara ve faize akıyor. Bu bütçe tercihleri mutlaka değiştirilmelidir.

HDP olarak, ekonomik buhran yaşadığımız bu günlerde bir kriz masası oluşturduk. Kriz Masamız ekonomide alınacak acil önlemlere ilişkin bir teklif hazırladı. Biz Halkın Bütçesi teklifimizi sunmuştuk, orada çok sayıda önerimiz vardı ama şu an iktidar, bütçedeki kaynakları tüketmiş olduğu için bu adımları atma olasılığı artık yoktur!

Bizler, HDP olarak en azından bütçenin bu son gününde büyük bir ekonomik kriz koşullarında yaşayan halkımıza nefes aldıracak tedbirlerin alınmasını öneriyoruz.

Halkın vicdanlı temsilcilerine, bu önerilerimize destek verme çağrısı yapıyoruz. HDP Ekonomi Kriz Masası olarak hazırladığımız, Acil Ekonomik Tedbirler Paketini 6 maddede topladık:

  • Elektrik, su, doğalgaz ve internet tüm hanelere ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz sağlansın.
  • Çiftçilerin tarlasına gübre atabilmesi için bütçeye kaynak eklensin.
  • Asgari Ücret vergi dışı bırakılsın.
  • Üniversite öğrencilerine karşılıksız aylık 2.000 TL burs sağlansın.
  • Esnafın banka ve vergi borçları faizsiz uzun vadeli yapılandırılsın.
  • Geliri olmayan tüm yurttaşlarımıza aylık 2.000 TL Asgari Gelir sağlansın.

Bu 6 maddelik paketin hayata geçmesi için bugün Meclis, Plan ve Bütçe Komisyonu’na önergeler vereceğiz. Şu anda Sarayda, paralel evrende yaşayıp, uçuyoruz zannedenlere karşı; inim inim inleyen, alım gücü biten halkın feryatlarına cevap veren bir meclis olup olmadığımızı göstereceğiz.

Halk zamlar altında kendisine kalkan olacak bir Meclis arıyor. Bu bütçe, halkın alım gücünü destekleyecek bir bütçe olmalıdır. Bu bütçe, Sarayın değil Halkın Bütçesi olmalıdır. Bunu yapmak, bütçe tercihlerini değiştirirsek mümkündür. HDP olarak açıkladığımız 6 maddelik ‘Acil Ekonomik Tedbirler Paketi’ önerisini bütün siyasi partilerin desteklemesini talep ediyoruz.

“Derhal istifa, hemen seçim diyoruz!”

Şu da bilinmeli; Tek Adam Rejimi sürdükçe yara kanamaya devam edecektir. Tek Adam Rejimi sürdükçe her gün soframızdan bir dilim ekmek eksilmeye devam edecektir. Bu açıdan biz HDP olarak, bu iktidarın bir an önce istifa etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu iktidar istifa etmeli ve derhal erken seçime gidilmelidir! Bu iktidarla geçen her gün ekmeğimiz, huzurumuz ve refahımız eksilecektir. Bu açıdan derhal istifa, hemen seçim diyoruz!

Paylaşın