Ekonomi Yönetimine Güvenenlerin Oranı Yüzde 16,6

Asal Araştırma’nın kasım ayı araştırmasına göre; ekonomi yönetimine “güveniyorum” diyenlerin oranı yüzde 16,6, “çok güveniyorum” diyenlerin oranı ise sadece yüzde 2,6 oldu.

Asal Araştırma tarafından Kasım 2025’te gerçekleştirilen Türkiye Siyasi Gündem Araştırması, halkın ekonomi yönetimine olan güveninin oldukça zayıf olduğunu ve en önemli ekonomik sorunun açık şekilde konut ve gıda fiyatlarındaki artış olduğunu ortaya koydu.

Katılımcılara yöneltilen “Ekonomi yönetimine güveniyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtlar, ekonomi politikalarına duyulan güvenin oldukça düşük seviyelerde seyrettiğini gösterdi.

Yanıtların dağılımı şu şekilde oldu:

Güvenmiyorum: Yüzde 36,0
Hiç güvenmiyorum: Yüzde 34,4
Ne güveniyorum ne güvenmiyorum: Yüzde 10,2
Güveniyorum: Yüzde 14,0
Çok güveniyorum: Yüzde 2,6
Fikrim yok/Cevap yok: Yüzde 2,8

Bu veriler doğrultusunda, ekonomi yönetimine güvenmeyenlerin oranı toplamda yüzde 70,4’e ulaşırken, güven duyanların oranı yalnızca yüzde 16,6 oldu. Kararsızların ve yanıt vermeyenlerin oranı ise toplamda yaklaşık yüzde 13 seviyesinde kaldı.

Anket sonuçları, ekonomi politikaları konusundaki toplumsal memnuniyetsizliğin derinleştiğine işaret ederken, ekonomi yönetimiyle ilgili olumlu görüşlerin ciddi biçimde azaldığını gösterdi.

Araştırmanın dikkat çeken ikinci bölümü ise “Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu nedir?” sorusuna verilen yanıtlardı. Katılımcıların büyük bölümü, yaşam maliyetlerine doğrudan etki eden barınma ve gıda fiyatlarındaki artışı öne çıkardı.

Verilere göre en önemli ekonomik sorunlar şu şekilde sıralandı:

Kira ve konut fiyatlarındaki artış: Yüzde 22,6
Gıda fiyatlarındaki artış: Yüzde 17,0
Enflasyonun yüksekliği: Yüzde 10,5
Faizlerin yüksekliği: Yüzde 5,4
Elektrik, su, aidat ve doğalgaz fiyatlarının yüksekliği: Yüzde 5,3
Ekonomi yönetimi: Yüzde 4,9
İşsizlik: Yüzde 4,2
Üretimde yetersizlik: Yüzde 4,0
Akaryakıt fiyatlarının yüksekliği: Yüzde 3,8

Vergi oranlarının yüksekliği: Yüzde 3,5
Liyakatsizlik: Yüzde 3,3
Eğitim harcamaları/sistemi: Yüzde 3,0
Sosyal eşitsizlik: Yüzde 2,7
Kamuda israf: Yüzde 2,2
Diğer: Yüzde 2,6
Sorun yok: Yüzde 1,8
Fikrim yok/Cevap yok: Yüzde 3,2

Ankete katılan her 5 kişiden biri, barınma maliyetlerindeki artışı birincil sorun olarak tanımladı. Onu gıda fiyatlarındaki artış ve genel enflasyon izledi. Bu veriler, enflasyonun doğrudan etkilediği temel tüketim kalemlerinin halkın hayatında en büyük baskıyı oluşturduğunu ortaya koydu.

“Ekonomi yönetimi” yalnızca güven anketinde değil, sorun algısında da doğrudan bir başlık olarak yer aldı. Katılımcıların yüzde 4,9’u doğrudan ekonomi yönetiminin kendisini Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu olarak tanımladı.

Paylaşın

Türkiye’de Her Dört Çalışandan Biri Sigortasız

Türkiye’de toplam istihdam 33.09 milyon kişi olurken, bu çalışanlardan 8.91 milyonu herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı değil. Başka bir ifadeyle Türkiye’de ortalama her dört çalışandan biri sigortasız.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2025 yılı üçüncü çeyrek verileri, çalışma hayatındaki “kayıt dışı” gerçeğini ve bunun ekonomiye faturasını bir kez daha gözler önüne serdi. Çalışma çağındaki 66,5 milyon kişinin yarısının bile istihdamda olmadığı Türkiye’de, çalışanların önemli bir bölümü sosyal güvenlik şemsiyesinin dışında kalıyor.

Dünya Gazetesi’nden Naki Bakır’ın aktardığına göre, toplam 33 milyon 69 bin kişilik istihdam ordusunun 8 milyon 910 bini kayıt dışı, yani sigortasız çalışıyor. Bu rakam, toplam istihdamın yüzde 26,9’una denk geliyor.

Kayıt dışılıkta cinsiyet ve sektör dağılımı ise dikkat çekici:

Erkeklerde yüzde 23,9 olan kayıt dışı çalışma oranı, kadınlarda yüzde 33,1’e yükseliyor.
Tarım dışı sektörlerde kayıt dışılık yüzde 16,9 seviyesindeyken, tarım sektöründe bu oran yüzde 83,3’e fırlıyor.
“Ücretsiz aile işçisi” olarak tanımlanan grupta kayıt dışılık oranı yüzde 88,1 ile zirve yapıyor.

Kayıt dışı istihdamın SGK bütçesi üzerindeki etkisi hesaplandığında ortaya çıkan tablo ise çarpıcı.

Mevcut asgari ücret (Brüt 26.005 TL) baz alındığında, bir çalışan için SGK’ya ödenmesi gereken aylık toplam prim (işçi ve işveren payları dahil) 8 bin 516 TL seviyesinde. Bu, çalışan başına yıllık 102 bin 201 TL’lik bir prim geliri anlamına geliyor.

Eğer 8,9 milyon kayıt dışı çalışan sisteme asgari ücret üzerinden dahil edilebilseydi:

Aylık İlave Gelir: 75,9 milyar TL,
Yıllık İlave Gelir: 910,6 milyar TL olacaktı.

Bu rakam, SGK’nın 2025 yılı için hedeflediği 3 trilyon 752 milyar liralık toplam prim gelir hedefinin dörtte birine tekabül ediyor.

SGK’nın 2025 yılı bütçe hedeflerinde 322,8 milyar TL açık öngörülmüştü. Yılın ilk sekiz ayında açık 74,1 milyar TL olarak gerçekleşti. Kayıt dışı istihdamın oluşturduğu yıllık 911 milyar TL’lik teorik gelir kaybı, kurumun finansman açığını fazlasıyla kapatabilecek bir potansiyeli barındırıyor.

Uzmanlar, özellikle 3,2 milyon kişiyle en büyük grubu oluşturan ücretli ve yevmiyelilerin kayıt altına alınmasının bile kuruma yıllık 322 milyar TL kazandıracağını, bunun da sistemin sürdürülebilirliği için hayati önem taşıdığını vurguluyor.

Paylaşın

Sosyal Yardıma Muhtaç Hane Sayısı 4,5 Milyonu Aştı

Giderek derinleşen ve çözülemez hale gelen ekonomik kriz, 18,2 milyon vatandaşı sosyal yardıma mahkum etti. Türkiye nüfusu göz önüne alındığında ortalama her 5 kişiden biri sosyal yardımlara muhtaç durumda.

Ekonomiye dair hedef ve politikaların detaylandığı 2026 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, sosyal yardıma muhtaç hane sayısının 4,5 milyonu aştığını ortaya koydu. Raporda ayrıca, Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcunu ödeyemeyen kişi sayısının 9,5 milyona dayandığı vurgulandı.

BirGün’den Mustafa Bildircin’in aktardığına göre, Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, Türkiye’deki yoksulluğun boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Program, 2026 yılı için belirlenen ekonomik hedefler ve politikalarla birlikte, sosyal destek alan hanelerin durumuna da ışık tutuyor.

Sosyal yardıma muhtaç hane sayısının, Covid-19 salgını nedeniyle sosyal yardımların artırıldığı 2022 yılı sayısını geçtiği dikkat çekiyor. Rapora göre, 2022’de 4 milyon 498 bin 852 olan sosyal yardım alan hane sayısı, 2024 sonunda 4 milyon 574 bin 684’e yükseldi.

TÜİK’in dört kişilik hane hesabıyla yapılan hesaplamaya göre, Türkiye’de sosyal yardıma muhtaç kişi sayısı 18 milyon 298 bin 736’ya ulaştı.

Paylaşın

Otomobilden Konuta Yeni Vergiler Geliyor

AK Parti’nin bazı vergi istisnalarının kaldırılması ve vergi dışında kalan alanların vergi kapsamına alınmasına yönelik düzenlemesi, bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) ele alınacak.

AKP milletvekilleri, vergi kanununda değişiklik öngören kanun teklifini geçen hafta TBMM Başkanlığına sunmuştu. Teklif 21 Ekim Salı günü Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülecek.

Düzenleme ile konut kira gelirlerine uygulanan istisnanın kaldırılması hedefleniyor. Daha önce 2025 yılı için 47 bin TL’ye kadar olan kira gelirleri vergiden muaf tutuluyordu. Yeni paket ise, emekli konut sahipleri hariç kira geliri ne kadar olursa olsun gelir vergisi ödenmesini öngörüyor.

İşverenlere Hazine’den sağlanan yüzde 4’lük Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) prim desteği de yüzde 2’ye düşürülüyor. İmalat sektörü için ise sigorta primlerine yönelik yüzde 5’lik destek aynen sürdürülecek.

Teklif daha önce alınmayan yeni harçlar da getiriyor. Buna göre; muayenehane, poliklinik, ağız ve diş sağlığı merkezleri ile veteriner hekim muayenehane, poliklinik ve hayvan hastanesi ruhsatları yıllık harca tabi olacak. Mevcut durumda ayakta teşhis ve tedavi yapılan özel sağlık kuruluşları ile ağız ve diş sağlığı hizmeti sunulan özel sağlık kuruluşlarına ait belgeler; ayrıca veteriner hekim muayenehane ve poliklinikleri ile hayvan hastanelerine verilen ruhsatlar harca tabi değildi.

Değişiklik ile; her yıl için muayenehane uygunluk belgesi 20 bin lira, özel poliklinik ruhsatnamesi 30 bin lira, özel tıp merkezi ruhsatnamesi 50 bin lira olacak. Ağız ve diş sağlığı muayenehanelerinden her yıl alınacak bedel 20 bin lira, ağız ve diş sağlığı polikliniklerinden 30 bin lira, ağız ve diş sağlığı merkezlerinden 40 bin lira, ağız ve diş sağlığı hastanelerinden 40 bin lira olacak. Bu harçlar, büyükşehir belediyesi olan illerde bir kat artırımlı olarak uygulanacak.

Her yıl için veteriner hekim muayenehane ruhsatı 10 bin lira, veteriner hekim poliklinik ruhsatı 20 bin lira, hayvan hastanesi ruhsatı ise 40 bin lira olarak belirlendi.

Özel hastane ve laboratuvarlar ile turizm işletmeleri için verilen işletme belgelerine ilişkin harçlar da yıllık hale getiriliyor. Normalde bu tesisler için yalnızca ruhsat alımında tek seferlik harç ödeniyordu.

Kuyum ve ikinci el motorlu kara taşıtı ve taşınmaz ticareti yetki belgelerinden de yıllık harç alınacak. Buna göre, her yıl için şubeler dahil kuyum işletmeleri adına düzenlenen yetki belgelerinden 30 bin lira; ikinci el motorlu kara taşıtı ile taşınmaz ticareti için şubeler dahil düzenlenen yetki belgelerinden ise 20 bin lira alınacak. Bu harçlar da büyükşehir belediyesi olan illerde bir kat artırımlı uygulanacak.

Tasarının yasalaşmasıyla, noterler tarafından gerçekleştirilen ikinci el araçların satış ve devir işlemlerine ilişkin harç istisnası da kaldırılacak. Buna göre; noterde yapılan sıfır araçların ilk tescili işlemlerinden ve ikinci el araçların satış ve devrine ilişkin işlemlerden, bin liradan az olmamak üzere satış ve devir bedeli üzerinden nispi harç alınacak.

Paket Cumhurbaşkanı’na, Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) halen yüzde 30 olan devlet katkısı oranını sıfıra kadar indirme veya yüzde 50’ye kadar artırma yetkisi de veriyor.

Yeni düzenleme ile, vakıf üniversitelerinde hazırlık dönemi hariç eğitim ücretlerini belirleme yetkisi Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) bırakılıyor. YÖK fiyat belirlerken haziran ayı yıllık üretici fiyat endeksi (ÜFE) artışı ile aynı ayın yıllık tüketici fiyat endeksi (TÜFE) artışı ortalamasını dikkate alacak.

Paylaşın

Türkiye’de Gıda Fiyatları Altı Yılda Yüzde 790 Arttı

Türkiye’de fiyatlar, 2019 yılından bu yana, kümülatif olarak yüzde 640,5, gıda fiyatları ise kümülatif olarak yüzde 790 arttı. Bu oran, OECD ülkeleri arasında açık ara en yüksek seviye olarak kayıtlara geçti.

OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü) Ekim 2025 tarihli Tüketici Fiyatları raporu, Türkiye’de enflasyonun diğer üye ülkelere kıyasla ne kadar yüksek olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Karar’dan Berfu Kargı’nın aktardığına göre; OECD ülkeleri arasında en yüksek gıda ve genel enflasyon Türkiye’de görüldü.

OECD verilerine göre Türkiye’de tüketici fiyat endeksi (TÜFE), Ağustos 2025 itibarıyla yıllık bazda yüzde 33 arttı. Aynı dönemde gıda fiyatlarındaki artış yüzde 33,3; enerji fiyatlarındaki artış yüzde 28,5; gıda ve enerji hariç çekirdek enflasyon ise yüzde 33,6 olarak kaydedildi.

Rapora göre, OECD genelinde yıllık enflasyon oranı Ağustos 2025 itibarıyla yüzde 4,1 seviyesinde sabit kaldı. Bu oran mart ayından bu yana fazla değişmedi. Ancak Türkiye bu ortalamanın yaklaşık sekiz katı enflasyonla örgütün en dikkat çeken ülkesi konumunda.

OECD ülkelerinde gıda fiyatları ortalama yüzde 5 artarken, enerji fiyatları yüzde 0,7 yükseldi. Gıda fiyatları OECD ortalamasında Aralık 2019’a göre yüzde 45,8 artmış durumda. Buna karşın Türkiye’deki gıda fiyatlarındaki artış aynı dönemde yüzde 790’a ulaştı.

OECD’ye göre, enflasyon Kolombiya’da yüzde 5,1, Estonya’da yüzde 6,1 olarak ölçüldü. Bu iki ülke, Türkiye’nin ardından en yüksek oranlara sahip ülkeler arasında yer aldı. İsviçre’de enflasyon yüzde 0,2 seviyesinde kalırken, Kosta Rika’da ise fiyatlar düşmeye devam etti. Japonya’da enerji ve gıda fiyatlarındaki gerilemeyle birlikte yıllık enflasyon yüzde 2,7’ye indi.

Euro Bölgesi’nde enflasyon üç aydır yüzde 2,0 seviyesinde sabit kalırken, Almanya’da yüzde 2,2, Fransa’da yüzde 0,9, İtalya’da ise yüzde 1,6 olarak ölçüldü.

G7 ülkelerinde genel enflasyon ortalaması yüzde 2,7 seviyesinde seyretti. ABD, Almanya ve Kanada’da oranlar hafif artarken, Japonya’da gerileme görüldü.

OECD, raporunda fiyat artışlarının ülkeden ülkeye büyük farklılıklar gösterdiğini belirtti. Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı kur dalgalanmaları, gıda arz zincirlerindeki kırılganlıklar ve yüksek enerji ithalat maliyetleri bu farklılığın başlıca nedenleri arasında sayılıyor. Aynı dönemde İsviçre’de toplam gıda fiyatları sadece yüzde 6,9 oranında arttı.

Paylaşın

Türkiye, Gelir Eşitsizliğinde Avrupa Birincisi

Türkiye, Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke haline geldi. Bu durum, milli gelirin toplumun geniş kesimlerine ulaşmamasına, zenginlerle yoksullar arasındaki makasın açılmasına ve orta sınıfın giderek yok olmasına yol açtı.

Haber Merkezi / Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş Sendikası, “Türkiye’de Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk Raporu” yayınlandı. Raporda öne çıkan bölümler şu şekilde:

“Yoksulluk sadece ekonomik değil; aynı zamanda sosyal, siyasi ve insani bir krizdir. Kişi başına düşen millî gelirin azalmasıyla başlayan bu süreç, ortalama yaşam süresinden beslenmeye, sağlık hizmetlerinden yararlanmadan temiz içme suyuna erişmeye kadar birçok temel hakkı doğrudan etkilemektedir. Türkiye’de her geçen gün artan ekonomik ve siyasal krizler, toplumun yaşam koşullarını ağırlaştırdı. Adaletsizlik; adliyelerden emekçilerin cüzdanlarına kadar hayatın her alanında arttı.

TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre Türkiye’de en az 17 milyon 821 yurttaş en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak kadar yoksul. Yoksulluk oranı yüzde 21,2’ye yükselirken her on yurttaştan ikisi yoksul hale geldi. Yoksulluk sınırı 2014 yılına göre tam 12 kat arttı. 2014 yılında 6 bin 665 TL olan yoksulluk sınırı, 2024’te 81 bin 742 TL’ye yükseldi. Bu artış, özellikle 2022 sonrası dönemdeki yüksek enflasyonun etkisiyle dramatik bir şekilde hızlandı. 2022’de 21.296 TL iken 2023’te 38.531 TL’ye, 2024’te ise 81.742 TL’ye çıktı.

Türkiye’de milyonlarca yurttaş, çalışmasına rağmen kendisini ve ailesini geçindirebilecek bir ücrete ve insanca yaşam koşullarına sahip olamadığı için yoksuldur. Düşük asgari ücret, ağır vergiler ve adaletsiz gelir dağılımı, çalışan yoksulluğunu her geçen gün artırmaktadır. 2024 yılında Türkiye’de çalışanların yoksulluk oranı yüzde 10,7’dir. İşsizliğin yüksekliği, bu yoksulluğun daha geniş kitleleri ve aileleri etkilemesine yol açmaktadır.

“Asgari ücret açlık sınırının altında”

Ücretler enflasyon karşısında hızla erirken, milyonlarca emekçinin alım gücü her geçen gün daha da düşmektedir. Bugün Türkiye’de ücretli çalışanların çok büyük bir bölümü asgari ücret düzeyinde maaş almakta, bu durum ise yoksulluğun kitlesel bir hâl almasına yol açmaktadır. Veriler, çarpıcı gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır:

2025’in Ağustos ayında açlık sınırı 26 bin 149 TL olarak belirlenmiştir, yoksulluk sınırı ise 90 bin 450 TL’dir.

Asgari ücret ise yalnızca 22 bin 104 TL’dir.

Aynı dönemde en düşük memur maaşı 50 bin 503 TL, en düşük memur emekli aylığı ise 22 bin 671 TL seviyesinde kalmıştır.

2024 yılında 18 yaşından küçük çocukların yüzde 38,9’u yoksul ya da sosyal dışlanma riski altında. TÜİK’in açıkladığı verilere göre bu oran; 18–64 yaş grubunda yüzde 26,3, 65 yaş üstünde ise yüzde 23,3’tür. Toplam yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında olanların oranı ise yüzde 29,3 seviyesindedir. Çocukların hayatlarının en çok ihtiyaç duydukları döneminde sağlık, beslenme ve eğitim gibi temel haklardan mahrum kalmaları, onların fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkilemektedir.

Çocuk yoksulluğunun yüksek olması, yalnız bugünün değil, geleceğin de ağır bir yoksulluk sarmalıyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Yoksulluk içinde büyüyen çocuklar, erken yaşta çalışma hayatına girmek zorunda kalmakta ve çocuk işçiliği hızla artmaktadır.

2023’te toplam hanehalkı başına aylık ortalama tüketim harcaması 24 bin 383 TL iken, 2024’te bu tutar neredeyse iki katına çıkarak 45 bin 344 TL’ye ulaştı. Bu artış, yüksek enflasyon ve temel ihtiyaç kalemlerindeki fiyat yükselişlerinin harcamaları doğrudan etkilediğini ortaya koymaktadır. Özellikle konut ve kira harcamalarının payı yüzde 23,9’dan yüzde 26’ya yükselmiş, ulaştırma ise yüzde 21,9’dan yüzde 21,6’ya çok az bir düşüş göstermesine rağmen hâlâ hanehalkı bütçesinin en büyük kalemlerinden biri olmayı sürdürmüştür.

Gıda ve alkolsüz içecekler ise payını yüzde 20,6’dan yüzde 18,1’e düşürmüştür; ancak nominal değerler dikkate alındığında gıda harcaması 5 bin 25 TL’den 8 bin 138 TL’ye yükselmiştir. Diğer kalemlerde ise özellikle eğitim harcamalarında (Yüzde 1’den yüzde 1,6’ya) ve eğlence, spor ve kültür harcamalarında (Yüzde 1,9’dan yüzde 2,3’e) oran bazında artış görülmektedir.

“Gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisiyiz”

Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır sosyoekonomik kriz, gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da büyütmüş ve ülkeyi Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülke hâline getirmiştir. Bu durum, millî gelirin toplumun geniş kesimlerine ulaşamamasına, zenginlerle yoksullar arasındaki makasın açılmasına ve orta sınıfın giderek yok olmasına yol açmıştır.

Eurostat’ın verileri, bu gerçeği net biçimde ortaya koymaktadır: AB ülkelerinin ortalama Gini katsayısı: 0,344, Türkiye’nin Gini katsayısı: 0,461. Bu oran, Avrupa’daki hiçbir ülke tarafından görülmemektedir. Rekor seviyedeki Gini katsayısı, yalnızca ekonomik açıdan değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal krizlerin derinleşmesine de neden olmaktadır.

Gelir eşitsizliğinin artarak sürmesi, toplumda zengin kitleler ile yoksullar arasındaki uçurumun derinleşmesine yol açmaktadır. Eurostat verilerine göre, Avrupa Birliği ülkelerinde en zengin yüzde 20’lik kitleyle en yoksul yüzde 20’lik taban arasındaki gelir farkını gösteren S80/S20 oranı 4,66 iken Türkiye için bu oran 9,06’dır. Türkiye’deki zengin tabaka Avrupa ortalamasının iki katı olacak şekilde yoksulların 9 katı gelir elde etmektedir.

Bu durum, Gini katsayısında olduğu gibi gelir adaletsizliği açısından da Türkiye’yi Avrupa ülkeleri arasında en olumsuz konuma yerleştirmektedir. Belçika, Almanya, Slovenya ve Norveç gibi pek çok Avrupa ülkesinde S80/S20 oranı 3–4 kat arasında seyretmektedir. Türkiye’de ise en zengin kesimin geliri, en yoksul kesimin gelirinin yaklaşık 9 katına ulaşmaktadır. Avrupa ülkeleri arasında Türkiye’ye en yakın değer Bulgaristan’da görülmekte olup, bu oran 6,96’dır.

2024 yılı itibarıyla Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 15 bin 463 dolardır. Bu rakam, Avrupa ortalaması olan 36 bin 590 doların oldukça altında kalmakta ve Türkiye’yi Avrupa ülkeleri arasında kişi başına düşen milli geliri en düşük ülke konumuna getirmektedir. Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) içindeki işçi sınıfının payının azalması ve yoksulluğun artması, bu durumun başlıca nedenleri arasında yer almaktadır.

“Her 10 kişiden 6’sı borçlu”

Konut masrafı dışındaki giderler nedeni ile 2024 yılında kurumsal olmayan nüfusun yüzde 60,9’u borçlu hale gelmiştir. Buna göre her 10 kişiden 6’sı borçlu durumdadır. TÜİK verileri incelendiğinde nüfusun sadece yüzde 39,1’inin borçlu olmadığı, halkın yüzde 12,5’inin ise borçlarını ödemekte çok zorlandığı tespit edilmiştir. Nüfusun yüzde 43,3’ü için borçların biraz yük getirdiği, yüzde 5,2’nin ise yük olmadığı görülmüştür.

Emek ve sermaye gelirleri arasındaki dengesizlik önemli bir sorun olarak devam ediyor. Son verilere göre, işgücü ödemelerinin milli gelir içindeki payı 2020 yılında yüzde 32,5 iken 2024 yılında yüzde yüzde 37’dir. Bu, işçilerin elde ettiği gelirin milli gelir içindeki payının arttığını göstermektedir. Ancak bu artışa rağmen, işverenlerin milli gelirden aldığı pay hâlâ emeğin aldığı payın neredeyse iki katıdır.

Özellikle sermayenin aldığı payın, yani net işletme artığının, 2020 yılında yüzde 49,7 iken; 2024 yılında yüzde 43,1’e gerilemesi dikkat çekicidir. Bu durum, sermaye sahiplerinin milli gelirden aldığı payın azaldığını, ancak hâlâ emeğin önemli bir kısmının sermaye lehine kullanıldığını göstermektedir.

Talepler:

Krizin faturasını halka ve işçilere yükleyen ekonomi politikalarından vazgeçilmelidir.

Gelir dağılımı eşitsizliğinin temel kaynağı olan emek ve sermaye arasındaki eşitsizlik son bulmalıdır. Tüm ücretliler, ürettikleri değerin karşılığını eşit ve adil bir şekilde almalıdır.

Kamusal haklar olan eğitim, sağlık, barınma gibi haklardan herkes eşit şekilde faydalanmalı, bu temel haklar nitelikli ve parasız olmalıdır.

Gelirde adalet ve vergide adalet sağlanmalı, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınması uygulamasına gidilmelidir.

Herkes için temel bir gelir güvencesi sağlanmalıdır.

Asgari ücret ve tüm ücret düzeyleri insan onuruna yaraşır düzeye çekilmelidir. Asgari ücret hesaplaması bir kişinin harcamasına göre değil, en az 4 kişilik bir ailenin giderleri üzerinden yapılmalıdır.

Enflasyonla mücadelede gerçekçi ve koruyucu ekonomi politikaları uygulanmalıdır.

Yoksullukla mücadele için sosyal koruma programları oluşturulmalı ve yoksulluktan en fazla etkilenen kesimler olan kadınlar ve çocuklar için sosyal koruma politikaları hayata geçirilmelidir.

Çalışan yoksulluğunu önlemek için asgari ücret başta olmak üzere tüm ücretlilere insanca yaşayabilecekleri bir gelir güvencesi sağlanmalıdır.

Borçluluğu azaltmak için sosyal koruma politikaları hayata geçirilmelidir.

Sosyal yardımlar bireysel değil, herkes için ulaşılabilir olmalıdır ve nitelikli bir şekilde sağlanmalıdır.”

Paylaşın

Konkordato Başvurularında Rekor Artış

2025 yılınım ilk dokuz ayında mahkemeler tarafından verilen geçici mühlet kararı sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 76 artarak 2 bin 85’e ulaştı. Kesin mühlet kararı verilen dosya sayısı ise yüzde 171 artışla 1212’ye yükseldi.

Finansmana erişim sorunları ve işletme sermayesi yetersizliği nedeniyle zorlanan reel sektörde, konkordato başvuruları endişe verici boyutlara ulaştı. Konkordatotakip.com verilerine göre, Eylül 2025’te 172 dosya için kesin mühlet kararı verilerek tüm zamanların aylık rekoru kırıldı.

Ekonomim’in haberine göre yılın son çeyreğine girilirken, ilk dokuz aylık konkordato karnesi ciddi bir ekonomik baskıyı işaret ediyor:

Geçici Mühlet: Ocak-Eylül döneminde geçici mühlet kararı verilen toplam dosya sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 76 artarak 2 bin 85’e ulaştı. (Bu sayı, 2024 yılının toplam sayısını şimdiden aşmış durumda.)

Kesin Mühlet: Kesin mühlet kararı verilen dosya sayısı ise yüzde 171 artışla 1212’ye yükseldi.

En büyük endişe kaynağı ise konkordato süreçlerinin başarıyla sonuçlanamaması oldu. Dokuz aylık dönemde mahkemeler 165 iflas kararı verirken, alacakların ödenmeye başlanmasını ifade eden tasdik kararı sayısı sadece 67’de kaldı. Bu, konkordato müessesesinin borçlu şirketleri koruma amacının ötesine geçerek, iflasa sürüklenen şirket sayısının ciddi oranda arttığını gösteriyor.

Konkordato başvurularının sektörel dağılımında tekstil ve hazır giyim sektörü negatif ayrışmaya devam etti. Yılın 9 ayında sadece tekstil sektöründe 147 dosya için geçici mühlet kararı verilirken, hazır giyim dahil edildiğinde toplam konkordato sayısı 192’ye yükseldi. Tekstili, 92 dosya ile inşaat sektörü takip etti.

İş insanları, konkordato sisteminin suistimal edildiği ve alacaklıları riske attığı konusunda ısrarcı. Adalet Bakanlığı’nın İcra İflas Kanunu reform paketi hazırlığı sürerken, piyasa temsilcileri konkordato kalkanının sadece kamu ve banka borçlarını kapsaması, piyasa borçlarının ise kapsam dışında tutulması gerektiğini talep ediyor.

Paylaşın

Bireysel Kredi Kartı Borçları 2,5 Trilyona Dayandı

Bireysel kredi kartı borçları rekor üstüne rekor kırıyor. Taksitli ve taksitsiz bireysel kredi kartı borçları, yüzde 30 artışla 2 trilyon 491 milyar liraya ulaştı.

Türkiye’de hane halkının ekonomik zorluklar nedeniyle borçlanma eğilimi hız kesmiyor. Nefes’in haberine göre, 2025 yılının Ocak ayında 3 trilyon 970.9 milyar lira olan toplam tüketici borçları, sekiz aylık süreçte yüzde 26 artışla 5 trilyon liraya ulaştı. Bu, vatandaşın borç yükünün sadece sekiz ayda 1 trilyon 35 milyar lira arttığı anlamına geliyor.

Toplam borç içindeki en hızlı yükseliş kredi kartlarında yaşandı. Taksitli ve taksitsiz bireysel kredi kartı borçları, yüzde 30 artışla 2 trilyon 491 milyar liraya ulaştı. Özellikle kısa vadeli ve yüksek faizli olan taksitsiz bireysel kredi kartı borcunun 1 trilyon 631 milyar liraya yükselmesi, vatandaşın temel ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu borçlanmaya yöneldiğini gösteriyor.

Vatandaşların borçlarını ödemekte zorlandığının en somut kanıtı, takipteki kredi miktarlarındaki fırlama oldu. Sekiz aylık süreçte takipteki krediler yüzde 54 gibi rekor bir artışla 199.5 milyar liraya çıktı. Takipteki krediler içinde en büyük artışın ise yüzde 60 ile yine bireysel kredi kartlarında görülmesi, ekonomik baskının hane halkı üzerindeki etkisini teyit ediyor. Tüketici kredileri de bu dönemde yüzde 22 artarak 2.5 trilyon liraya çıktı.

Tüketicinin yaşadığı bu zorluğun aksine, bankacılık sektörü kârlılıkta rekor kırdı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, bankacılık sektörünün net kârı, yılın ilk sekiz ayında 563.4 milyar liraya ulaştı.

Paylaşın

Türkiye’de Yaşlı Yoksulluğu Artıyor

Yaşlı kadınlar arasındaki yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 15,4 iken 2023 yılında yüzde 22,4’e yükseldi. Yaşlı erkeklerde ise yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 12,8 iken 2023 yılında yüzde 20,7 oldu.

Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD) tarafından hazırlanan rapora göre, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri yaşlılık döneminde daha da derinleşiyor. Yaşlı nüfusun toplam nüfusa oranı ilk kez 2023’te yüzde 10’u aşarken, 2020’de yüzde 9,5 olan bu oran, 2023’te yüzde 10,2’ye, 2024’te ise yüzde 10,6’ya ulaştı.

Küresel yaşlanma eğilimi ile paralel olarak Türkiye’de de yaşlı nüfustaki artışın devam edeceği uzmanlarca öngörülürken artan yaşlı nüfusla birlikte yaşlı bireylerin karşı karşıya kaldığı eşitsizlikler ve sorunlar da büyüyor.

TÜİK’in 2021-2023 verilerine göre, Türkiye’de kadınların doğumda beklenen yaşam süresi 80 yıl iken, erkeklerinki 74,7 yıl. Kadınlar erkeklerden ortalama 5 yıl daha uzun yaşıyor. Doğumda beklenen sağlıklı yaşam süresi erkekler için 59 yıl iken, kadınlar için bu süre 56,3 yıla düşüyor. Ayrıca, 65 yaşındaki bir bireyin geriye kalan sağlıklı yaşam süresi, kadınlar için 5,6 yıl; erkekler için ise 6,9 yıl olarak öngörülüyor.

Rapora göre, yaşlı kadınların sadece yüzde 16,5’i kendi sağlık durumunu “iyi” olarak tanımlarken, erkeklerde bu oran yüzde 27,5’e çıkıyor. Benzer şekilde, 2022 verilerine göre yaşlı kadınlardaki obezite oranı (yüzde 36,4), erkeklerdeki oranın (yüzde 18,3) neredeyse iki katı. Yani kadınlar erkeklere göre daha uzun yaşıyorlar ama yaşamlarının ciddi bir kısmını sağlıksız geçiriyorlar.

Ekonomik tablo yaşlılar için endişe verici halde. Yaşlı kadınlar arasındaki yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 15,4 iken 2023 yılında yüzde 22,4’e yükseldi. Yaşlı erkeklerde ise yoksulluk oranı 2022 yılında yüzde 12,8 iken 2023 yılında yüzde 20,7 oldu.

Yoksulluk ve yaşam koşulları istatistiklerine göre 2024 yılında yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındaki yaşlı kadınların oranı yüzde 24,2, yaşlı erkeklerin oranı ise yüzde 22,3. Rapora göre yaşlı kadınlarda yoksulluğun daha çok olması, hayat boyu biriken dezavantajların yaşlılık dönemindeki somut bir yansıması.

Yaşlı kadınların yüzde 19,9’u okuma yazma bilmezken, bu oran erkeklerde sadece yüzde 3,3. Eğitim hakkına erişememe, yaşamları boyunca üstlendikleri karşılıksız bakım sorumlulukları, çalışma hayatına ve sosyal hayata daha az katılma, kayıt dışı çalıştırılma ve emeklilik sistemine yeterince dahil olamama gibi nedenler kadınları yaşlılıkta yoksulluğa itiyor.

2024 verilerine göre, yaşlı kadınların neredeyse yarısının (yüzde 45,7) eşi vefat etmiş iken, bu oran yaşlı erkeklerde yüzde 10,8. Tek başına yaşayan yaşlı fertlerin yüzde 74’ünü yaşlı kadınlar, yüzde 26’sını yaşlı erkekler oluşturuyor.

“Günlük Yaşam Aktiviteleri” verileri, yaşlı kadınların temel öz bakım ihtiyaçlarını karşılamada erkeklere göre daha fazla zorlandığını gösteriyor. Örneğin, kendi başına banyo yapabilen yaşlı erkeklerin oranı yüzde 90,9 iken, bu oran kadınlarda yüzde 82,9’a düşüyor. Alışverişini kendi yapabilen erkeklerin oranı yüzde 71,7 iken kadınlarda bu oran yüzde 41,7; parasal işlerini yapabilen erkek oranı yüzde 87,5 iken kadınlarda yüzde 63,2.

Bu veriler, tek başına yaşayan yaşlı kadınlara yönelik evde bakım ve sosyal destek hizmetlerinin ne kadar hayati olduğunu kanıtlıyor. Nitekim evde bakım desteğine ihtiyacı olan 65 ve daha yukarı yaştaki kişilerin oranı 2023 yılında yüzde 16,4 iken; bu oran yaşlı erkeklerde yüzde 12,3, yaşlı kadınlarda yüzde 19,6.

Hem büyükanneler (yüzde 10,3) hem de büyükbabalar (y üzde8,3) torun bakımına “yardım” ediyor. 2023 verilerine göre, torunlarına bakan büyükannelerin yüzde 68’i, büyükbabaların yüzde 59,1’i bu işi “her gün” yapıyor. Kadınlar için daha fazla olmakla birlikte yaşlılar için torun bakımı bir “yardım” olmaktan çıkıp, tam zamanlı ve karşılıksız bir bakım emeğine dönüşüyor.

Yaşamı destekleyen politikalar geliştirilmeli

Yaşlılar için bağımsız yaşamı destekleyen politikaların geliştirilmesi ve uygulanması çağrısı yapan CEİD, şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Daha uzun ama daha sağlıksız bir yaşam, derin bir yoksulluk riski, yalnızlık ve hiç bitmeyen bakım sorumlulukları… Tüm bunlar, Türkiye’de ‘yaşlanma’nın tek tip bir deneyim olmadığının altını çiziyor. Her yaş döneminde farklı nüfus gruplarının, farklı cinsiyetten bireylerin farklı beklentileri olduğunu hatırda tutarak, ihtiyaç ve beklentilerin ilk ağızdan saptanması önem taşıyor.

Dünya ve Türkiye nüfusu hızla yaşlanırken, insana yaraşır bir yaşlılık için yaşlıları kendi yaşamlarının öznesi olarak gören ve bağımsız yaşamı destekleyen politikaların geliştirilmesi ve uygulanması önemlidir. Bu politikaların, savunuculuk yapan sivil toplum kuruluşlarının katkısıyla, yerel yönetimlerden başlayarak hükümet düzeyinde hayata geçirilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.”

CEİD, Dr. Gülçin Con Wright tarafından hazırlanan “Yaşlılık ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Raporu (2021–2024)” kapsamında şu sorulara dikkat çekiyor:

Ülkeler nüfusun yaşlanmasına hazır mı?
Yaşlı nüfus farklı beklentilerini, ihtiyaçlarını yetkili makamlara ulaştırabiliyor mu?
Bu nüfus grubuna yönelik politikalar yeterli mi? Değişen ihtiyaçlara göre revize ediliyor mu?

Paylaşın

Türkiye, Kişi Başı Servette 46. Sırada

Türkiye’deki hane halkı serveti, enflasyon karşısında reel olarak yüzde 8 geriledi. Bu reel kayıp nedeniyle Türkiye, kişi başı servet sıralamasında 2023 yılındaki yerini koruyarak 46. sırada kaldı.

Sigorta devi Allianz, 60’a yakın ülkenin hane halkı varlık ve borçlarını inceleyen 16. Küresel Varlık Raporu’nu yayımladı. Rapor, 2024 yılında küresel çapta finansal varlıkların büyümede yeni bir rekora imza attığını ortaya koydu. Küresel finansal varlıklar, bir önceki yılın yüzde 8’lik artışını aşarak yüzde 8.7 oranında büyüdü.

Raporda, küresel büyümenin asıl lokomotifinin ABD olduğu vurgulandı; finansal varlık artışının yarısı ABD’de gerçekleşirken, Çin’in payı yüzde 20’de, Batı Avrupa’nın payı ise yüzde 12’de kaldı. Allianz Başekonomisti Ludovic Subran, “ABD’deki varlık büyümesi tek kelimeyle inanılmaz” ifadesini kullandı.

T24’ün haberine göre Türkiye, hane halklarının brüt finansal varlıklarındaki yüzde 45.8’lik nominal artışla dünyada Arjantin’den sonra en hızlı büyüyen ikinci ülke oldu. Ancak bu güçlü nominal artış, ülkedeki yüksek enflasyon nedeniyle tersine döndü. Türkiye’deki hane halkı serveti, enflasyon karşısında reel olarak yüzde 8 geriledi. Bu reel kayıp nedeniyle Türkiye, kişi başı servet sıralamasında 2023 yılındaki yerini koruyarak 46. sırada kaldı.

Türk hane halklarının toplam varlıkları 2024’te yüzde 34 artarak 112 milyar Avro’ya ulaştı. Varlık artışına en büyük katkıyı, yüzde 75.5’lik yükselişle menkul kıymetler sağladı. Portföyün yüzde 58’ini oluşturan banka mevduatları ise yalnızca yüzde 31 büyüyerek menkul kıymetlerin ve sigorta/emeklilik tasarruflarının (yüzde 67.2 artış) gerisinde kaldı.

Paylaşın