2 Yılda Deprem Bölgesinde “158 İnşaat İşçisi” İş Kazalarında Hayatını Kaybetti

2023 yılında en az 51, 2024 yılında en az 107 inşaat işçisi, deprem bölgesindeki inşaat faaliyetlerinde çalışırken hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenler arasında 7 çocuk da vardı.

İnşaat, en yüksek 3’üncü ücretli çalışana sahip işkolu. Buna rağmen bu işkolunda sendikalaşma oranı, yüzde 3,16 ile ülkedeki en düşük seviyede. İnşaat işkolu, kayıtdışılığın yaygın olduğu ve güvencesizliğin işçi sağlığı ve iş güvenliğini tehdit ettiği işkollarının da başında geliyor.

Ülkede her yıl yüzlerce inşaat işçisi, çalışırken iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Özellikle 6 Şubat depremlerinin ardından depremden etkilenen 11 kentte yoğunlaşan inşaat faaliyetleri, iş cinayetlerinin de burada daha sık kaydedilmesine yol açtı. Bu ölümlerin her biri, düşük maliyetli işçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) önlemleri ile gerçekleşmeyebilir, yüzlerce inşaat işçisi güvenli koşullarda yaşayıp çalışmaya devam edebilirdi.

Ancak 2023’te en az 51, 2024’te en az 107 inşaat işçisi, deprem bölgesindeki inşaat faaliyetlerinde çalışırken öldü. Ölenlerin arasında 7 çocuk da vardı.

Bölgede yoğunlaşan inşaat faaliyetleri, işçilerin çalışmak için buraya yönelmesine neden oldu. Taşeronlaşmanın da arttığı bölgede 12 saati aşan çalışma sürelerinde, önlemsiz biçimde, kullanıma uygun olmayan iskele ve iş makineleri ile iş yapmaya zorlanan işçiler için barınma koşulları da ağır. Onlarca işçi aynı konteynerde kalıyor; yemek, mutfak, tuvalet ve hijyen sorunları yaşıyor. Elektriksiz konteyner koğuşlarda duş alma ve ısınma imkânı da yok.

İSİG Meclisi Genel Koordinatörü Murat Çakır, depremden etkilenen kentlerde iş cinayetlerinde ölen inşaat işçileri ile ilgili BirGün’den Melisa Ay‘a değerlendirmelerde bulundu.

“Her ay ortalama 9, 10 ölüm kaydediyoruz”

Çakır, ölümlerin her birinin kolaylıkla önlenebilecek olduğunu anlattı, “2023 Şubat’ından sonra bölgede 51 inşaat işçisinin öldüğünü tespit ettik. Yüksekten düşme, ezilme, göçük altında kalma, elektrik akımına kapılma başlıca nedenlerdi. Hepsi ama hepsi basit, ucuz önlemlerle önlenebilecek ölümlerdi. 2023 Kasım’a kadar ölümlerin ana sebebi yıkımlardı. Ardından yeniden inşa başladı. 2023 Aralık ile başlayan özellikle TOKİ konutlarında yoğunlaşan inşaat faaliyetleri, 2024’te de sürdü. Ölen her 4, 5 inşaat işçisinden birinin bölgede öldüğünü biliyoruz. Biz Ocak ayında da ölümler tespit ettik. Her ay ortalama 9, 10 ölüm kaydediyoruz” diye konuştu.

Kimi kentlerdeki inşaatların, daha güvencesiz olduğuna dikkat çeken Çakır, “Antep, Urfa, Adıyaman, Malatya, Hatay’da özellikle artan iş cinayetleri gözlemledik. Bu kentlerdeki tablo gerçekten vahim boyutta. Adıyaman İndere’deki Zey köyü, TOKİ’de 9 işçi ölümü ile adeta iş cinayeti havzası oldu. Geçen hafta da burada 1 işçini daha öldüğünü öğrendik ve 10 ayda bu inşaatlarda 10 işçi ölmüş oldu. Bu da bu bölgede önlemsiz, güvencesiz çalışmanın ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor” diye konuştu.

İSİG Meclisi gönüllülerinin derlediği bilgilere göre, işçi havuzu genişledikçe ölümler çocuklara kadar uzandı. Çakır, “Bölgedeki inşaatlarda 7 çocuk çalışırken iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Kilis’te MESEM’de çalışırken yüksekten düşerek ölen 17 yaşındaki Murat Can Eryılmaz da depremin ardından yapılan bir inşaatta çalışıyordu. Bölgedeki işçi havuzunda çocuklara, genç işçilere doğru bir genişleme var. Yoğun faaliyet daha fazla işçi ihtiyacı doğuruyor. Güvencesizliğin de ne kadar fazla olduğunu görebiliyoruz. Deprem kentlerinde inşaatlarda ölen 6 Suriyeli, 3 İranlı ve 1 Cezayirli işçi de tespit ettik. Bu da ölümlerin yüzde 9’u ediyor. Onlar da kayıtdışı, güvencesiz çalışıyordu” dedi.

Çakır, iş kazalarında ölmeyen işçilerin de insan onuruna yaraşır şartlardan uzak çalışmaya mecbur bırakıldığını anlattı: “Sakat kalanların, ağır yaralananların sayısını ise belki de 100 ile çarpmak lazım. Bu işçiler yerleşimden uzak konteynerlerde hijyen, ısınma, elektrik, duş, yemek sorunları ile koğuş koğuş yaşıyor. Toplu para biriktirmek için, toplu halde deprem bölgelerindeki inşaatlara geliyorlar. Çünkü tüm yurttaki inşaat faaliyetleri de özellikle bölgede yoğunlaştı. Biz bu inşa sürecinin en az 4-5 yıl sürmesini bekliyoruz. Daha TOKİ’ler tamamlanınca inşa edilecek kent merkezleri var…”

Paylaşın

“Deprem Bölgesinde İşkence Ve Kötü Muamele Yapıldı” İddiaları

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 11 ilde büyük yıkıma neden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybının 50 bin 399’a yükseldiğini açıkladı. Soylu ayrıca, “Bin 120 kimliksiz var. Bunların birbiriyle eşleşecek olanlar var eşleşmeyecekler var. Adli tıp çalışıyor” dedi.

Öte yandan Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’de kolluk görevlilerinin deprem bölgesinde işkence ve kötü muamelede bulunduğu iddialarına ilişkin ortak raporunu kamuoyu ile paylaştı.

DW Türkçe’den Elmas Topçu’nun aktardığına göre, iki insan hakları örgütünün tespitlerine göre yıkıma uğrayan bölgeyi denetlemek üzere gönderilen kolluk görevlileri, hırsızlık ve yağma olaylarına karıştıklarından şüphe edilen kişilere işkence veya kötü muamele yaptı. İşkenceye uğrayan bir kişinin de gözaltında hayatını kaybettiği belirtildi. Raporda bazı vakalarda ise kolluk güçlerinin suç işledikleri iddia edilen kişilere yönelik saldırıları önlemeye çalışmadığı da kayıtlara geçti.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, sonuçlarını açıkladığı rapor için, bölgede görevlendirilen polis, jandarma ve askerlerin faili olduğu iddia edilen 13 işkence ve kötü muamele vakasına ilişkin 34 kişiyle görüşmeler yaptı. Her iki örgüt ayrıca kimi vakalarda mevcut video görüntülerin de incelendiğini, araştırmacıların, güvenlik güçleri tarafından işkence edilen başka kişiler hakkındaki tanıklıkları da dinleyip fiziksel şiddet içeren videoları değerlendirdigini, ancak bu olayları tümüyle doğrulayamadığını vurguladı. Görüşülenler arasında işkence ve kötü muameleye maruz bırakılan 12 kişi ile jandarmaların başlarına silah dayayarak tehdit ettiği iki kişi, tanıklar ve avukatlar olduğunu belirtildi.

Belgelenen dört vakada da yardım çalışmalarında yer alan sivillerin de şiddet olaylarına katıldığı, ancak rapor hazırlanırken bunlardan çok kamu görevlilerinin sorumlu olduğu işkence vakalarına odaklanıldığı kaydedildi.

Üç vaka dışında tüm işkence ve kötü muamele olaylarının Hatay’ın Antakya ilçesinde meydana geldiği, dört vakada da mağdurların Suriyeli sığınmacılar olduğu saptandığı belirtildi. Sığınmacılara yönelik saldırılarda yabancı düşmanlığı temelli ek saiklerin belirleyici rol oynadığı da tespit edildi.

Yağma ve hırsızlık iddiaları

Raporu hazırlayan hak kuruluşları, söz konusu olaylar, büyük bir afet sırasında kolluk görevlilerini ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmış olsa da uluslararası hukuk ve Türkiye’nin kendi mevzuatları gereği, koşullardan bağımsız olarak şüphelilere işkence ve kötü muamele yapılmasını engellemekle yükümlü olduğunu hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Polis, jandarma ve askeri personellerin, suç işlediğinden şüphelendikleri kişileri uzun süreli fiziksel şiddete maruz bıraktığına, keyfi ve gayri resmi olarak alıkoyduğuna ilişkin güvenilir bildirimler, Türkiye’nin deprem bölgesindeki kolluk uygulamalarının şoke edici bir göstergesidir. Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor” eleştirisini getirdi.

Raporda yer alan bilgilere göre görüşülen mağdurlardan biri, bir jandarma görevlisinin kendisini tehdit ettiğini aktarırken “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız” dediğini anlattı. Görüşülen mağdurlardan Suriyeli bir erkek de yüzüne yumruk atan bir memuru şikayet ettiği üst rütbeli bir askerin kendisine “OHAL var burada. O sizi öldürse bile kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse ona bir şey diyemez” sözleriyle cevap verdiğini söyledi.

“Vakalar olgusal temelden yoksun iddialar”

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, yaptıkları araştırmanın sonuçlarını paylaşmak ve iddialara yönelik bilgi talep etmek üzere Türkiye İçişleri ve Adalet Bakanlığı’na başvurduklarını, aldıkları cevapta ise “Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin işkenceye sıfır tolerans gösterdiği ifadesinin ve yöneltilen suçlamaların da olgusal temelden yoksun belirsiz iddialar olduğu” değerlendirmesinin yer aldığını belirtti.

Rapor için görüşülen kişilerin çoğu, depremde yıkılan binalardaki arama-kurtarma çalışmalarına katıldıkları sırada ya da Antakya’nın çeşitli mahallelerinden geçerken polis, jandarma veya asker grupları tarafından alıkoyulduklarını ifade etti. İncelenen olayların çoğunda, mağdurlar hakkında resmi gözaltı işlemi yapılmadıysa da doğrudan fiziksel şiddete maruz bırakıldıkları saptandı. Kimi mağdurlar dizlerinin üzerine çökmeye veya yere yatmaya zorlandıklarını aktarırken bazıları da elleri kelepçelenmiş halde uzun süre tekme, tokat ve küfürlere maruz bırakıldığını anlattı.

“Evim yıkılmış, üzerine polis beni dövüyor”

Raporda anlatımlarına yer verilen mağdurlardan birinin, “Evim yıkılmış, çadırda kalıyoruz, üzerine polis beni dövüyor, kafama silah çekiyor ya. Sanki burası vahşi Batıymış gibi davrandılar” dediği görüldü. İşkence gördüğünü belirten 19 yaşındaki bir kişi de “Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Önce üç kişiydiler, sonra daha büyük bir polis grubu geldi ve tekme yumruk dayağa katıldılar” diye başına gelenleri anlattı.

İncelenen 13 vakadan sadece altısında mağdurlar veya aileleri, gördükleri şiddetten ötürü şikayetçi oldu. Kendisine ve erkek kardeşine, jandarma tarafından alıkonuldukları sırada belirli aralıklarla, uzun süreli işkence yapıldığını ve erkek kardeşinin yere yığılarak gözaltında öldüğünü bildiren Sabri Güreşçi şikayetçi olanlardan biri.

Misillemeden korktular

Diğer yedi vakada mağdurlar, misillemeden korktukları ve adil bir sonuca ulaşamayacakları endişesiyle şikayette bulunmayacaklarını ifade etti. Bazıları ise aile üyeleri ve arkadaşlarının depremde ölmesinin ve hayatlarının bir anda alt üst olmasının, polis veya jandarma eliyle maruz kaldıkları fiziksel şiddeti gölgede bıraktığını anlattı.

Raporda, yaşadıkları mağduriyeti bildirme konusunda Suriyeli olanların bilhassa çekimser davrandığına da işaret edildi. Diğer ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinden birine çevirmenlik yapan Suriyeli bir kadın, “Jandarmaların çoğu Suriyelilere hırsız muamelesi yaptı ve onlara karşı çok saldırgan davrandılar. Suriyelilerin kurtarma ekipleriyle olmalarını kabul etmediler ve çok sinirliydiler” cümleleriyle karşı karşıya kaldıkları durumu ifade etti.

Kendi de enkaz altında kalan, Türkiye ve Suriye vatandaşı çok sayıda insanın kurtarılmasına yardım ederken jandarma ve kalabalığın şiddetine maruz kaldığını bildiren Suriyeli bir arama-kurtarma gönüllüsü de şikayetçi olmayacağını belirterek şöyle devam etti: “Dışarı çıkmaya korkuyorum çünkü arabamın fotoğrafları ve bizim dayak yediğimiz videolar sosyal medyada dolaşıyor. Tekrar saldırıya uğramaktan korkuyoruz. Hastaneye gidip darp raporu almadım, çünkü Suriyeli olduğum için yağmacı sanılmaktan korktum.”

Bir görgü tanığı da “İşçi ve yoksul görünen 20-25 yaşlarındaki üç kişi onları ‘yağmacılıkla’ suçlayan askerlerce dövüldü. Askerler bir yandan da etraftaki insanları lince kışkırtıyordu” dedi. Bir diğer tanık ise kıdemli bir askeri görevli olduğunu tahmin ettiği bir kişinin Antakya yakınlarındaki Samandağ ilçesinde insanlara, “Dövün, hakkını verin ama öldürmeyin. Bizi çağırın” dediğini duyduğunu söyledi.

Türkiye’ye kapsamlı soruşturma çağrısı

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü”nün ortak açıklamasında, “Türkiye yetkilileri deprem bölgesinde, mağdurların suç teşkil eden eylemlerde bulunduklarından şüphelenip şüphelenmediklerine bakılmaksızın polis, jandarma ve askeri personelin insanlara işkence ve diğer türde kötü muamele yaptığına ilişkin tüm bildirimler hakkında eksiksiz ve tarafsız cezai ve idari soruşturmalar yürütmelidir” talebi de dile getirildi.

“Orası atalarımızın, geri döneceğiz”

“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks ayrıca “Mülteci olanlar da dahil tüm mağdurların, maruz bırakıldıkları şiddete karşılık adalet ve tazminat hakkı var. Yetkililer polis, jandarma ve diğer kolluk görevlilerinin yaptıkları tüm işkence ve diğer türde kötü muamele vakaları hakkında gecikmeksizin ceza soruşturmaları başlatmalı ve sorumluları adalet önüne çıkarmalıdır” diye konuştu.

Paylaşın