Afganistan’da 6,5 Milyon Kişi Barınma Sorunu Yaşıyor

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), depremler, heyelanlar ve şiddetli yağışlar gibi doğal afetlerle de karşı karşıya kalan Afganistan’da yaklaşık 6,6 milyon kişi barınma sorunu yaşadığını açıkladı.

Haber Merkezi / Afganistan’daki insani durum, Taliban’ın Ağustos 2021 yılında iktidarı geri almasından bu yana git gide kötüleşiyor.

Afganistan İnsani İhtiyaçlar ve Müdahale Planı (HNRP) 2024’e göre, tahmini 23,7 milyon Afgan’ın (nüfusun yarısından fazlası) insani yardıma ihtiyacı var. Bunların yüzde 52’si çocuk ve yüzde 25’i kadın.

Afganistan aynı zamanda depremler, heyelanlar ve şiddetli yağışlar gibi doğal afetlerle de karşı karşıya kaldı. Bunlar yalnızca insan kayıplarına yol açmakla kalmadı, aynı zamanda zaten yoksul olan halk için önemli maddi kayıplara da neden oldu.

Birleşmiş Milletlerin (BM) Afganistan için 3,07 milyar dolarlık insani yardım çağrısı yetersiz finanse ediliyor ve şu ana kadar gereken fonların yalnızca yüzde 25’i sağlandı. İnsani yardım kuruluşları, yeterli kaynak olmadan Afgan topluluklarının artan ihtiyaçlarını karşılayamayacakları konusunda uyarıyor.

Uluslararası yardım kuruluşları, devam eden krizin yalnızca insani yardımla çözülemeyeceğini vurguluyor. Afganistan’ın derinleşen ekonomik, sosyal ve çevresel zorluklarını ele almak için uluslararası toplumdan kapsamlı, sürdürülebilir ve bağlama özgü bir yanıt çağrısında bulunuyorlar.

Taliban ve Afganistan

Taliban Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareket ve askeri organizasyondur. Kendilerine Afganistan İslam Emirliği demekte olup ülke içinde bir savaş (veya cihat) sürdürmüştür.

İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulan Taliban’ın 2016’dan beri lideri Mevlevi Hibetullah Ahundzade’dir.

Taliban, 1996’dan 2001’e kadar, Afganistan’ın kabaca dörtte üçüne hükmetmiş ve kendilerine göre yorumladıkları şeriatı uygulamıştır. 1994 yılında Afgan İç Savaşı’nın önde gelen gruplarından biri olarak ortaya çıkmıştı ve büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştun bölgelerindeki geleneksel İslami okullarda (medreselerde) eğitim görmüş ve Sovyet-Afgan Savaşı’nda savaşmış öğrencilerden (talebe) oluşmaktaydı.

Muhammed Ömer’in önderliğindeki hareket, Mücahid liderlerinden aldığı güçle Afganistan’ın çoğu bölgesine yayıldı. 1996’da totaliter Afganistan İslam Emirliği kuruldu ve Afganistan’ın başkenti Kandahar’a transfer edildi. 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık 2001’de Amerikan liderliğindeki Afganistan işgaliyle devrilene kadar ülkenin çoğunu kontrol etti.

En etkin dönemlerinde, Taliban hükûmeti diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Grup daha sonra Afganistan Savaşı’nda Amerikan destekli Hamid Karzai yönetimine ve NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne karşı bir direniş hareketi olarak yeniden bir araya geldi.

Taliban, birçok Afgan’a uygulanan sert muameleyle sonuçlanan şeriat yorumu nedeniyle uluslararası alanda kınandı. 1996’dan 2001’e kadar olan iktidarları sırasında, Taliban ve müttefikleri Afgan sivillere karşı katliamlar gerçekleştirdi, açlıktan ölmek üzere olan 160.000 sivile Birleşmiş Milletler’in gıda tedarikini engelledi ve yakıp yıkma taktiği uyarınca geniş ve verimli toprakları yakarak on binlerce evi yok etti.

Taliban, Afganistan’ı kontrol ederken, insanları veya diğer canlıları tasvir eden resimler ve filmler ile def haricinde bir enstrümanın kullanıldığı müziği yasakladı, kadınların okula gitmesini engelledi, kadınların sağlık hizmetleri dışındaki işlerde çalışmasını yasakladı (erkek doktorların kadınları görmesi de yasaklandığı için) ve kadınların dışarıda bir erkek akraba ile dolaşmalarını ve burka giymelerini zorunlu kıldı.

Belirli kuralları çiğneyen kadınlar alenen kırbaçlandı veya idam edildi. Dini ve etnik azınlıklar, Taliban yönetimi altında ağır bir şekilde ayrımcılığa uğradı. Birleşmiş Milletler’e göre, 2010’da Afgan sivil ölümlerinin %76’sından, 2011 ve 2012’de ise %80’inden Taliban ve müttefikleri sorumluydu. Kültürel soykırıma da girişen Taliban, Bamyan’ın 1500 yıllık Buda heykelleri de dahil olmak üzere çok sayıda anıtı yok etmiştir.

Taliban’ın ideolojisi; Diyubendi köktendinciliği ve militan İslamcılığın, Peştunvali olarak bilinen Peştun sosyal ve kültürel normlarıyla birleştirilmesine dayanan “yeni” bir şeriat hukuku biçimi olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası topluluklar ve Afgan hükûmeti; sıklıkla Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat’ını ve ordusunu; kuruluşunda, iktidarda oldukları süre boyunca ve direniş süreci boyunca Taliban’a destek sağlamakla suçlamıştır. Pakistan ise 11 Eylül saldırılarından sonra gruba yönelik tüm desteğini kestiğini belirtmiştir. 2001 yılında, El Kaide lideri Usame bin Ladin komutasındaki 2.500 Arap’ın Taliban için savaştığı bildirilmiştir.

2020’nin Şubat ayında Trump yönetimi, 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair Taliban ile anlaşma imzaladı. Karşılığında Taliban, El Kaide gibi terörist gruplarıyla bağlantısını kesecek, şiddeti azaltacak ve Amerika destekli Afgan hükûmetiyle müzakere edecekti. Her iki taraf da bu anlaşmanın şartlarını tam olarak yerine getirmese de, çekilme başladı.

15 Ağustos 2021’de Kabil’in düşmesiyle Taliban, Afganistan yönetimine tekrar sahip oldu.

Paylaşın

Deniz Yoluyla İtalya’ya Ulaşmaya Çalışan 6 Mülteci Açlık Ve Susuzluktan Öldü

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), deniz yoluyla İtalya’ya ulaşmaya çalışan ve Sicilya Adası’ndaki Pozzallo kıyısına gelen altı Suriyeli mültecinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

BMMYK, Orta Akdeniz’de günlerdir sürüklendiği tahmin edilen ve içinde mültecilerin bulunduğu bir tekneden ikisi bebek (1 ve 2 yaşında), biri 12 yaşında ve üçü kadın olmak üzere Suriyeli toplam altı kişinin “büyük olasılıkla açlık ve susuzluktan öldüğünü” kaydetti.

BMMYK İtalya Temsilcisi Claudia Cardoletti de dün (12 Eylül) sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, “Aralarında kadınlar, çocuklar ve gençlerin de olduğu altı Suriyeli mülteci denizde hayatını kaybetti. Susuzluk, açlık ve ağır [güneş] yanıklar[ı] sebebiyle öldüler” dedi.

Claudia Cardoletti, mesajında, “Bu kabul edilemez. Denizde kurtarma [çalışmalarını] güçlendirmek bu trajedilerin önüne geçmenin tek yolu. BMMYK İtalya, hayatta kalanlara yardım etmek için Pozallo’da” dedi.

Teknedeki diğer mültecilerin durumuyla ilgili de açıklamada bulunan BMMYK, tekneden sağ kurtulan 26 mültecinin oldukça bitkin olduğunu, bazılarının sağlık durumlarının ciddi olduğunu belirtti.

“Akdeniz daha ölümcül hale geldi”

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) 10 Haziran 2022’de bir açıklama yaparak, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçen mültecilerin sayısının 2015’den bu yana düşüş gösterdiğini, fakat geçişler sırasında hayatını kaybeden mültecilerin sayısının arttığını kaydetmişti.

Açıklamada özetle şu bilgiler paylaşılmıştı:

“Üç milyondan fazla mülteci ve göçmenin Akdeniz’den Avrupa’ya geçtiği ve bu açıdan zirvenin görüldüğü 2015 yılından bu yana, bu yolculukları yapanların sayısında COVID-19 pandemisinden de önce başlayan bir düşüş eğilimi var. 2021 yılında 123 bin 300 bireysel geçiş bildirildi. Bu sayı, 2020 yılında 95 bin 800, 2019’da 123 bin 700 ve 2018 yılında 141 bin 500 idi.

Düşen geçiş sayılarına rağmen ölü sayısında ciddi bir artış oldu.

Geçen yıl Akdeniz ve kuzeybatı Atlantik’te 3 bin 231 kişinin öldüğü veya kaybolduğu bildirildi. Bu sayı, 2020 yılında bin 881, 2019 yılında bin 510 ve 2018 yılından 2 bin 277’nin üzerindeydi.

Çok daha fazla sayıda kişi ise Sahra Çölü ve uzak sınır bölgelerinden karayoluyla gelirken hayatını kaybetmiş veya kaybolmuş olabilir.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

2050’ye Kadar 1,2 Milyar İnsan ‘İklim Mültecisi’ Olabilir

İklim değişikliği sebebiyle büyük kitlesel nüfus hareketleri bekleniyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, 2008’den beri yaklaşık 21,5 milyon insan sel, fırtına, orman yangınları ve aşırı sıcaklıklar gibi iklim değişikliğine bağlı afetler nedeniyle zorla yerinden edildi.

İklim değişikliği tehdidi küresel olarak artarken, yaşam koşulları yeryüzündeki tüm canlılar için daha da tehlikeli hale geliyor. Uluslararası Çevre Ortaklığı’na (IEP) göre iklim değişikliği ve afetler nedeniyle 2050 yılına kadar küresel olarak 1,2 milyar insanın göçe sürükleneceği tahmin ediliyor.

Kasım 2020’de Honduras, Guatemala ve El Salvador’u vuran kasırgalarda, insanlar sağanak yağışlar ve toprak kaymaları nedeniyle evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetti. Bu bölgedeki insanlar sınırı geçerek Meksika’ya akın etti ve ardından da Amerika Birleşik Devletleri’ne yöneldi.

İklim mültecileri kimdir?

Görece yeni bir kavram olan iklim mülteciliğine dair merak edilen soruları Avukat Arif Ali Cangı, bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın sorularını yanıtladı.

“İklim mültecisi” olarak tanımlanan insanların uluslararası hukuk tarafından tanınan bir statüleri olmadığına değinen Cangı, şunları kaydetti:

“İklim mültecisi kavramı, iklim değişikliği ve çevre felaketleri nedeniyle yurdunu terk etmek zorunda olan insanları tanımlıyor. Ancak hukuksal bir güvence olması açısından hâlâ iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalanların uluslararası hukukça tanınan bir statüleri yok. Kavramın doğrudan çevresel tahribatla ilişkisi kurularak uluslararası gündeme girmesi, 1985 BM Çevre Programı’nda (UNEP) Essam El-Hinnawi’nin bir yazısı ile oldu.

El-Hinnawi, iklim mültecilerini, ‘Varlığını tehlikeye atan veya yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen belirgin bir çevresel bozulma (doğal süreçler ve/veya insanlar tarafından tetiklenen) nedeniyle geçici veya kalıcı olarak geleneksel yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar,’ olarak tanımladı.”

Mültecilik statüsüne dair bilgi veren Cangı, şunları ekledi: “Zorunlu olarak ülkelerinden göç eden insanların yurttaşlık durumunu tesis eden mültecilik statüsü, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Ek Protokol düzenledi.

Cenevre Sözleşmesi ve ek protokolüne göre ‘ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen, yahut zulüm korkusu nedeniyle ülkesine geri dönmek istemeyen kişi’ olarak tanımlanmaktadır.”

Sığınma hakkı tanınmaması ciddi bir hukuki sorun

İklim değişikliği nedeniyle göçe zorlananlara mülteci statüsü verilmemesinin ciddi bir hukuksal sorun olduğuna işaret eden Cangı, ülkelerin iklim krizine yönelik politikalarında samimiler ise bu konuda da adım atmaları gerektiğini söylüyor. Cangı, devamında ise şu ifadeleri kullandı;

“İklimsel ve ekolojik yıkımları yaşamak zorunda kalan insanların yaşam hakkı tehdit altında olduğu için iklim değişikliğinin ve çevresel yıkımların insanların yaşamlarına kast eden bir zulüm olduğu aşikâr. İklim değişikliği zulümse, zulmün faili kimlerdir? Buna yol açanlar, dönemsel kârları için dünyayı yaşanmaz hale getirenler, bu politikaların uygulayıcılarıdır.

Bir yandan iklim krizinin varlığını kabul edip, önlemek için niyetler, taahhütlerde bulunup, diğer yandan önlenmemesi sonucunda sağlıklı yaşamaları mümkün olmayan ve yurtlarından göçmek zorunda kalan insanlara sığınma hakkı tanınmaması, günümüz yöneticilerinin ayıbıdır.”

İklimin değil, düzenin değişmesi gerekiyor

Cangı, iklimi değil sistemi değiştirmenin gerekliliğine dikkat çekerek ise şunları kaydetti:

“Bu yaklaşım aynı zamanda iklim krizini önlemeye yönelik sözlerin, niyetlerin koca koca yalanlardan ibaret olduğunu gösteriyor. Yapılması gereken iklim krizini önleyecek adımlar atmak, örneğin öncelikle fosil yakıt endüstrisinden vazgeçmek ve ne pahasına olursa olsun büyüme, kalkınma çılgınlığına son vermek olmalıdır.

İnsanın doğanın bir parçası olduğunu kabul edip, tüm yaşamımızın doğaya uyumlu hale getirilmesinden başka yol yok. Bu da ciddi bir zihniyet ve politikalar değişikliğini, kapitalist endüstriyalizm düzen değişikliğini gerektiriyor.”

Paylaşın

Ukrayna’dan Kaçanların Sayısı 1 Milyon 700 Bini Aştı

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Rusya’nın saldırılara başladığı 24 Şubat’tan bu yana Ukrayna’dan 1 milyon 700 binden fazla kişinin kaçtığını açıkladı.

UNHCR’dan Pazartesi günü yapılan açıklamaya göre bir gün içinde Ukrayna’yı terk edenlerin sayısının yaklaşık 200 bin olduğuna dikkat çekildi. UNHCR verilerine göre Ukrayna’yı terk eden her on kişiden altısı Polonya’ya kaçtı.

Ukrayna’nın batısındaki Polonya’da kaydedilen Ukraynalı sığınmacı sayısının 1 milyon civarında olduğu belirtiliyor. Macaristan’da 180 bin civarında, Slovakya’da 128 binden fazla, Moldova’da yaklaşık 83 bin, Romanya’da ise yaklaşık 79 bin Ukraynalı sığınmacı bulunuyor. Alman hükümeti ise 50 binden fazla Ukraynalı sığınmacının Almanya’ya geldiğini, ancak kaçının burada kalacağının henüz belli olmadığını açıkladı.

“Ukrayna’dan kaçanların sayısı 5 milyonu bulabilir”

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Rusya’nın bombardımanının devam etmesi durumunda ülkeyi terk eden Ukraynalıların sayısının 5 milyonu bulabileceğini kaydetti.

Ukraynalı sığınmacıları kabul edecek ülkelere yardım için tüm kaynakların seferber edilmesi gerektiğini vurgulayan Borrell, “Daha fazla okula, daha fazla kabul merkezine, her şeyin daha fazlasına ihtiyacımız var” dedi. AB yetkilisi, Rusya’yı diplomatik olarak destekleyen ya da Moskova’yı eleştirmekten kaçınan ülkelere yardım harcamalarının da gözden geçirilmesini istedi.

Ukrayna Rusya’nın “tahliye koridoru” önerisini reddetti

Ukrayna hükümeti, Moskova’nın Rusya ve Belarus’a tahliyeler için insani koridor açma teklifini reddetti. Başbakan Yardımcısı İrina Vereşçuk, bunun kabul edilebilir bir öneri olmadığını belirterek, “Siviller Belarus’a gidip oradan Rusya’ya uçakla uçmayacak” dedi. Rusya’nın önerisi, Harkiv, Kiev, Mariupol ve Sumi kentlerinden sivillerin tahliyesi için TSİ 10.00’dan itibaren koridorların açılmasını içeriyordu.

Rus RIA ajansının yayınladığı haritalara göre Kiev’den açılan koridor Belarus’a yönlendirilirken Harkiv’dekilerin sadece Rusya’ya geçişi mümkün olacak. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin sözcüsü, Rusya’nın girişimini “tamamen ahlak dışı” olarak nitelendirerek, Moskova’yı “insanların acısını bir televizyon şovu için kullanma çabası” içinde olduğu gerekçesiyle eleştirdi. Sözcü, “Bu insanlar Ukrayna vatandaşı ve Ukrayna içinde tahliye edilme hakkına sahip olmalılar” dedi.

Ukrayna ve Rusya dışişleri bakanları Antalya’da bir araya gelecek

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba ile Rusya Fedarasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Antalya Diplomasi Forumu’nda 11-13 Mart tarihleri arasında bir araya geleceğini belirterek, “Her iki bakan Antalya’daki bu toplantıda özellikle benim de yer almamı, üçlü bir toplantı yapmamızı istediler. Dolayısıyla bu toplantıyı 3’lü formatta gerçekleştireceğiz” dedi.

Çavuşoğlu, ayrıca bu sabah itibarıyla yaklaşık 12 bin Türk vatandaşının Ukrayna’dan tahliye edildiğini bildirdi. Kuzeydeki sınır kentlerinden özellikle Çernigiv’de yaklaşık 30, Sumi’de 180, güneyde Herson’da yaklaşık 380, Mariupol’da yaklaşık 50 Türk vatandaşının bulunduğunu belirten Çavuşoğlu, çatışma bölgelerinden tahliyeler için hem Ukrayna hem de Rusya tarafıyla temas halinde olduklarını kaydetti.

Paylaşın