Babacan, “Ekonomi” Üzerinden İktidara Yüklendi

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “İktidarın ekonomi politikalarının tamamı dar ve sabit gelirliyi ezme, sırtından bir avuç varlıklıya servet transferi yapmak üzerine kurulmuştur” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin 2. Olağan İstanbul Gaziosmanpaşa İlçe Kongresi’ne katıldı. Babacan, burada yaptığı konuşmada, “Tek sayfaya atılan imza, bize Filistinlileri unutturamaz” diyerek, Gazze’de ateşkese rağmen devam eden savaşa dikkat çekti. Babacan, konuşmasında şunları kaydetti:

Gazze’de tam iki yıl süren büyük bir katliam yaşandı. Geçtiğimiz haftalarda, geçici de olsa bir ateşkes mutabakatına varılmasını, insani yardımların bölgeye ulaşmaya başlamasını memnuniyetle karşıladığımızı belirtmiştim. Ancak görüyoruz ki, ateşkes ihlalleri hız kesmeden devam ediyor. Özellikle 28-29 Ekim gecesi Gazze’nin kuzeyinde yapılan saldırılar, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yüzden fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu. Buldukları her fırsatta savaş suçu işlemeye, insanlık suçu işlemeye, soykırım yapmaya devam ediyorlar. Biz bu yaşananları unutmayacağız. Tek sayfaya atılan imza, bize Filistinlileri unutturamaz. Biz, İsrail vahşetine karşı dimdik buradayız. Türkiye, temkini asla elden bırakmamalıdır.

Babacan, Kocaeli Gebze’de meydana gelen ve aynı aileden dört kişinin hayatını kaybettiği bina çökmesine ilişkin şunları söyledi: Bu hafta Gebze’de hepimizin yüreğini acıtan bişr olay yaşadık. İçinde insanların yaşadığı 7 katlı bir bina olduğu yere çöktü. Yıkılan bina, bir ailenin yuvasıydı. Ancak şimdi o ailenin mezarı oldu. Öncelikle bu elim olayda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. O binanın hemen yanında oturan vatandaşlarımız 5 ay önce durumu fark edip CİMER’e başvurduklarını söylüyorlar. Kayıtları ortada. Devletin ilgili kurumlarını uyarmışlar ama hiçbir adım atılmamış. Yakınlardaki metro inşaatının sebep olduğu zemin kaymasının bu faciayı tetiklediği iddiası da var. Bunlar vahim iddialar. Hepsi titizlikle incelenmeli ve sorumluluk kimlerdeyse ortaya konmalıdır. Unutmayalım, devletin birinci görevi vatandaşının canını korumaktır. Yollar, köprüler, tüneller elbette önemli ama insan yoksa bunların hiçbirinin kıymeti yok.

Biz bir deprem ülkesiyiz. Bu gerçeği her acı olaydan sonra hatırlıyoruz. Ama ne yazık ki hatırlıyoruz, sonra çabuk unutuyoruz. Deprem, ‘her an gelebilirim, daha kendimi nasıl hatırlatayım, önlem alın’ diyor. Türkiye’de her ay, hatta her hafta büyük ya da küçük depremler oluyor. Daha yeni Balıkesir Sındırgı’da yaşadık. Üstelik 6 şiddetinde bir deprem… Fakat iktidardakiler duymazdan geliyor. Kulaklarının üstüne yatıyorlar. Belediyelerse duyuyorlar fakat ne yapacaklarını bilemiyorlar. Afetle mücadelede yalnızca bir mühendislik çalışması söz konusu olamaz. Bu bir vicdan, liyakat, yönetim meselesidir.

Merkezi hükümette de yerel yönetimlerde de yıllarca öylece beklemiş, çözüm yolunu tartışmamış, plan, proje üretmekte geç kalmış yöneticilerle karşı karşıyayız. Buradan hem iktiddara hem de yerel yöneticilere seslenmek istiyorum; deprem meselesini yönetmeye niyetiniz yoksa bu işi bırakın. Vatandaşa hizmet etmeye niyetiniz yoksa, deprem için gerekli önlemleri alma beceriniz yoksa, sorumluluğu birbirinize artıyorsanız derhal bu işi bırakın, ‘yapamıyorum’ deyin ve bu milletin sırtına yük olmayın. Bu iş gönül işi. Millet çözüm bekliyor.

“Şu an Türkiye’de geniş kesimler hızla yoksullaşırken, bir avuç insan servetine servet katıyor”

Babacan, ülke ekonomisinin kötüye gittiğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: Bugün ülkemizde milyonlarca aile artık sadece deprem korkusuyla değil, büyük bir geçim korkusuyla da yaşamaya çalışıyor. Bıçak kemiğe dayandı. Edirne’den Hakkari’ye milletimiz feryat ediyor. Milletimiz ‘bıktık artık’ diyor. Evine ekmek götürmekte zorlanan, ay sonunu getiremeyen insanların ülkesine dönüştük. Aileler pazara gidip fileyi dolduramıyor. Markete gidip sadece etiket okuyup çıkıyorlar. Bir zamanlar ‘orta direk’ dediğimiz kesim tamamen çökmüş durumda. Şu an Türkiye’de geniş kesimler hızla yoksullaşırken, bir avuç insan servetine servet katıyor. Emeklilerimiz yıllarca alın teri döktükten sonra, bugün torunlarına harçlık dahi veremeyecek duruma düştüler.

“Asgari ücretlimizi, emeklimizi fitreye, sadakaya muhtaç hale getiren bir yönetimden bahsediyoruz. Gençlerimiz hayal kurmak yerine gelecek kaygısıyla yaşıyor. Bugün Türkiye’de artık hiçkimse ‘yarın ne olacak’ sorusuna güvenle cevap veremiyor. Özellikle dar gelirli vatandaşlarımızın vergi yükü çok artmış durumda. İktidarın ekonomi politikalarının tamamı dar ve sabit gelirliyi ezme, sırtından bir avuç varlıklıya servet transferi yapmak üzerine kurulmuştur. Kitleleri topyekün zenginleştirmedikten sonra bu ekonomi programını ne yapalım biz Allah aşkına? Enflasyon konutta, eğitimde, gıdada tavan yapmış durumda.

Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? ‘Enflasyon pandemi sebebiyle arttı’ dedi. Ben de bunu hesap ettim. Size, pandemiden bu yana kümülatif enflasyon rakamını söyleyeceğim. Yani 5 yılda toplamda gıda enflasyonu dünyada ne olmuş, Türkiye’de ne olmuş. Ekim 2020’den bu yana OECD ülkelerinde ortalama kümülatif enflasyon yüzde 41. Türkiye’de ise yüzde 713. Sebep pandemi mi yoksa başka bir şey mi rakamlar gayet açık söylüyor. Bu ülkede gıda enflasyonunun sebebi maliyetlerdeki artıştır. Türkiye’de gıda enflasyonunu düşürmenin yolu tarıma daha çok destek vermektir. Ben, ülke ve ekonomi yönetiminin püf noktasını açıklıyorum; bu işin püf noktası adalettir, hukuktur, ehliyetli ve liyakatli kadrolardır, her daim kararları istişareyle almaktır. Bunu öğrenmeden ülkeyi yönetmeye kalkarsanız çuvallarsınız.

Paylaşın

Babacan’dan İktidara Sert Eleştiriler

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, Türkiye’de demokrasinin ciddi bir gerileme içinde olduğunu belirterek, “Bu ülke bunu hak etmiyor. Gençler daha demokratik, daha özgür bir ülkede yaşamayı hak ediyor” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Halk TV’ye konuştu. Babacan, iktidar medyasının ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a sandalye tutmasını gündeme taşımasına tepki göstererek, “Türkiye, bu kadar ezik bir ülke değil ya! Trump’ın Cumhurbaşkanını nereye oturttuğu onun değerini düşürmez de artırmaz da. Buradan meşruiyet devşirmek üzücü” dedi.

Trump’ın, “Erdoğan’dan Brunson’u istedim, verdi” sözlerine değinen Babacan, bu açıklamanın Türk yargısının bağımsız olmadığı gerçeğini dünya önünde ortaya koyduğunu söyledi. Babacan, “Yargının ne kadar iktidarın baskısı altında hareket etmek zorunda kaldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanının talimatıyla insanların tutuklanıp bırakıldığını dünya basını önünde ilan etmiş oldu” ifadelerini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun, “Trump’la görüşmek için yalvarıyorlar” sözlerine Türkiye’nin yanıt vermemiş olmasını da eleştiren Babacan, “Bu gerçekten hadsizliktir. Dışişleri Bakanı çıkar, gerekli cevabı verir. Ancak bizimkiler sessiz kalmayı tercih etti” dedi.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın, “Erdoğan’a meşruiyet veriyoruz” sözlerine tepki gösteren Babacan, “Bu kadar baskıyla sürdürülebilen bir iktidarın siyasi meşruiyet sorunu var demektir. Rakiplere hayat hakkının tanınmadığı, özgür bir ortamda seçim yapılmadığı bir ülkede meşruiyet sorgulanır. Yargıya aşırı müdahale, hukukla ilgili kararların meşruiyetini de sorgulatıyor” diye konuştu.

“Mesele Amerika olunca laf da yok, icraat da yok”

Babacan, Türkiye’nin Gazze konusunda söylemleriyle eylemlerinin uyuşmadığını savunarak, “Türkiye pek çok ülkenin gerisinde kaldı. Ticaret kesildi denildi ama İsrail’in en çok ithalat yaptığı ülkeler arasında Türkiye beşinci sırada. Mesele İsrail olunca laf çok, icraat yok. Mesele Amerika olunca laf da yok, icraat da yok” dedi.

CHP’ye yönelik davaları ve Ekrem İmamoğlu hakkında alınan kararları da değerlendiren Babacan, “Davaların usulüne baktığımızda tamamen siyasi operasyon olduğunu görüyoruz. İmamoğlu ‘cumhurbaşkanı adayıyım’ demeseydi diploması iptal edilir miydi? Bu koordinasyon ancak siyasi olabilir” ifadelerini kullandı.

Türkiye’de demokrasinin ciddi bir gerileme içinde olduğunu belirten Babacan, “Bu ülke bunu hak etmiyor. Gençler daha demokratik, daha özgür bir ülkede yaşamayı hak ediyor. İlk defa bir nesil, çocuklarının kendilerinden daha baskıcı ve daha fakir bir Türkiye’de yaşayacağından korkuyor” diye konuştu.

Dışişleri Bakanlığı’nın güvenlik odaklı bir yapıya dönüştürülmesinden endişe duyduğunu da söyleyen Babacan, “Dışişleri Bakanlığı binasına ‘karargâh’ denmez. Güvenlik enstrümanları sorun çözümünde tek başına yeterli değildir. Diplomasi kapısı her zaman açık olmalıdır” dedi.

Paylaşın

Babacan’dan “Erken Seçim” Yorumu: Ekonomik Şartlar Uygun Değil

Erken seçim ihtimaline dair değerlendirmede bulunan DEVA Lideri Ali Babacan, “Şu andaki uygulamalara baktığımızda, erken seçime yönelik özel bir ekonomi politikası görmüyorum. Fakat artık eski dönemlerden farklı bir tablo var” dedi ve ekledi:

“Seçim sonuçlarını yalnızca ekonomi ya da geçim şartları belirlemiyor. İktidar, elindeki propaganda gücüyle topluma sürekli şu mesajı veriyor: ‘Tehlike çok, düşman çok. Fakirliğe razı ol ama yine de beni destekle; çünkü seni bu risklere karşı ancak ben koruyabilirim.’ Bu söylem, ekonomik sıkıntılara rağmen desteği konsolide etmeyi hedefliyor. Dolayısıyla sadece ekonomiye bakarak seçim tarihini öngörmek kolay değil.”

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ankara’da gazetecilerin sorularını yanıtladı. TELE1’de yer alan habere göre Babacan’ın açıklamalarının başlıkları şöyle:

“Bundan sonraki 10 yılı, 20 yılı, 30 yılı belirleyecek en önemli konu Amerika ve Çin olacak. Biz belki kendi içimizde çok dağıldığımız için, içeride bir sürü sorunlarla uğraştığımız için fazla konuşmuyoruz, tartışmıyoruz. Türkiye’nin bu konuda politikası nedir? Böyle bir şey yok. Peki Türkiye ne yapacak? Yok. Son dönemlerde de jeopolitik konularda gittikçe artan bir Çin-Amerika rekabeti değil, artık Çin-Amerika husumeti başlamış durumda. Bundan sonraki süreçte dünyadaki gelişmelerin gelinecek en önemli konulardan birisi o olacak.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi etkisiz. Konu Çin’i ilgileniyorsa Çin veto ediyor, Amerika’yı ilgilendiriyorsa Amerika veto ediyor, Rusya’yı ilgilendiriyorsa Rusya veto ediyor ve sistem işlemiyor. Uluslararası güvenlik açısından baktığımızda ciddi sıkıntılar var. NATO vardı ama NATO eski koruma şemsiyesi değil artık, bunu artık görmemiz gerekiyor. Amerika Avrupa’nın arkasındaki desteğini çekti. Amerika kendi savunma işlerine kendisi baksın diyor.

Türkiye bu Avrupa’nın kendi oluşturacağı savunma sistemine ne kadar entegre olabilir, ne kadar siyasi şartlar buna müsait ve bunu da görmemiz gerekecek. Bana göre Türkiye’ye çok önem kazandırır, Türkiye’ye çok çok faydalı olur. Ama buradaki pazarlık, müzakere nereye gider, nasıl olur? Avrupalılar eğer bize yönelse Türkiye’ye baştan katmaları gerekir. Yok siyasi gerekçelerle de Türkiye’ye bir miktar oyalayalım, pazarlık edelim diye düşünürlerse bu kayıp olur Türkiye için de Avrupa için de…

“Umut siyaseti bitti”

Hükümet, başarı üretemeyince ancak korkuyla insanların desteğini alacağını düşünüyor. Yani artık umut siyaseti bitti. 10 yıldır korku siyasetiyle yönetiliyor. İnsanları sürekli bir şeylerle korkutuyor. Korkutarak destek sağlamaya çalışıyor. Halbuki mesele dış güvenlikse, dış politikaysa, ülkenin ulusal çıkarları önemlidir. Ve bunun iletişimi kesinlikle Türkiye’nin zafiyetlerini açığa çıkarmaya dönük değil, Türkiye’nin gücünü perçinlemeye dönük olmalıdır. Ama iç siyaset kaygısı var

Demokraside ciddi bir kriz var dünyada. Popülist otokrat liderler çoğalıyor. Ve özellikle bu güvenlik riskleri de popülist otokrat liderleri besleyen bir zemin de oluşturuyor pek çok ülkede. ‘Kardeşim tehlike altındayız. Ne demokrasisi ne hukuku. Aklıma geleni yaparım siz bana destek verin ben de ülkeyi kurtarayım’ önerisi geniş kitlelerde kolay kabul görebiliyor. Bu tabii son derece tehlikeli son derece riskli bir durum.

Erdoğan’ın Gazze ile ilgili etkisi sıfırlanmış durumda. Sıfır… Sayın Erdoğan’ı bırakın Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı ortak zirve yapıyor. Daha zirvenin sonuç bilgisi yazılırken İsrail Gazze şehrini ilhak amaçlı işgal ediyor. Gerçekten çok ağır bir meydan okuma.

Öte yandan bakıyoruz Güney Afrika Cumhuriyeti dünyanın bir ucunda İspanya başka ucunda, onların attığı adımlar daha etkili oluyor. Biri gidiyor Lahey’e dava ediyor. Biri İsrail’e pek çok uluslararası etkinlikten dışlayacağıyla ilgili, protesto edeceğiyle ilgili, boykot edeceği gibi açıklamalar yapıyor. Dolayısıyla bu da tabii ülkemiz açısından, İslam dünyası açısından ve Arap dünyası açısından son derece üzücü.

Günün birinde her iki tarafta da makul liderler olursa, makul liderler konuşarak pek çok sorunu çözebilir. Ama şu anda aklını, terazisini tamamen yitirmiş, sadece sadece kendi koltuğuna odaklanmış bir İsrail Başbakanı var. Türkiye’de de bugünden koltuk korumanın derdine düşmüş, hukuk dışı yollarla, yargıyı kullanarak muhalefetle uğraşan bir Cumhurbaşkanı var. Dolayısıyla iki tarafa baktığımızda da endişe var.

İç gündemde tabii en önemli konumuz hani ülke açısından 1 Ekim süreci dediğimiz bir süreç. Bahçeli geçen sene Meclis açılırken DEM milletvekillerinin elini sıktı. İlk o zaman gördük. Bu süreci, Türkiye’nin terör sorunu çözülmesi değil aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerle ilgili sorunların da çözülmesi gereken bir süreç olarak görüyoruz. Önce şu güvenlik meselesi bitsin. Ondan sonra diğer konulara geçilsin diyoruz. Yani biri bitsin, ondan sonra diğeri başlasın istiyoruz. Yoksa 10 yıl önceki çözüm sürecindeki komplikasyonların hepsini burada da görebiliriz.

Tabii bu komisyon çalışmaları, örgütle ilgili konular Suriye’de olup bitenden bağımsız değil. Yani aslında da pek konuşulmayan pek günlere getirilmeyen ama Suriye’deki gelişmelerle de paralel yürüyen bir süreçten bahsediyorum burada. Dolayısıyla Suriye’de SDG’nin Şam yönetimiyle entegrasyonu herhalde en kritik konu şu anda. Bu sadece milli güvenlik meselesi değil. Sadece elinde silah olan insanların Şam yönetiminin güçleriyle nasıl birleşeceği, nasıl entegre olacağının detayları önemli.

Zaten pazarlığın müzakerenin özünde o var. Ama aynı zamanda şu anda SDG’nin kontrolündeki bölge hem Suriye’nin hidrokarbon kaynaklarının hem de önemli su kaynaklarının, yani tarım arazilerinin olduğu bir bölge. Dolayısıyla bu sadece güvenlik değil aynı zamanda ekonomi, bütçe, doğal kaynaklar, onların da konuşulması gerekiyor ve umarım ki Suriye kaynaklı bir sıkıntı çıkmaz. Umarım ki Suriye’de gidecek herhangi bir terslik gelip bizim içerideki sürecimizi olumsuz etkilemez.

“Tutukluluk istisna olması lazım”

CHP ile ilgili yaşanan sürece baktığımızda iktidarın yargıyı kullanarak muhalefeti etkisizleştirmeyi amaçladığını görüyoruz. Hatta dizayn etmeye çalışıyor. Bir zamanlar, “Muhalefetin de yerli ve millisini oluşturmak herhalde bize düşecek” demişti. Bütün bu olanlara bakınca ben bu konuşmasını hatırlıyorum. Demokrasimiz adına son derece kaygı verici, son derece endişe verici bir gelişme. Tutukluluk istisna olması lazım.

Erdoğan kendisi tutuksuz yargılandı. Kendisiyle ilgili dava en son aşamalarda onaylandıktan sonra hapis cezası uygulandı. Mahkemenin kararı da yetmedi. Üst mahkemelere yargı yolu getirdikten sonra hapse girdi. O zaman da biz isyan ediyorduk. Ya hapse girdi yazıktır diyorduk. Fakat şu anda tutukluluk çok yaygın bir ceza aracı. Peşin hüküm, peşin infaz aracı olarak kullanıldı. Bu çok yanlış.

Sayın Erdoğan sık sık milli irade diyor. Milli iradeyi temsil ediyor. Ama muhalefet de milli iradeyi temsil ediyor. Bunu unutmayalım. Muhalefet milli piyangodan çıkmıyor ki. Sayın Erdoğan’a oy veren, AK Parti’ye oy veren her bir vatandaşımızın oyu ne kadar kutsalsa her bir muhalefet partisine oy veren vatandaşlarımızın oyu da bir o kadar kutsal. Dolayısıyla milli iradeyi tek ben temsil ediyorum. Aklıma eseni yaparım. Bu yanlış bir zihniyet.

Detaylara indiğimizde kurultaymış, İstanbul’un kongresiymiş, belediyelerin iddialarıymış, şunlarmış bunlar. Bunlar tarafsız yargı süreçlerinde yürütülebilir. Hatası olan varsa cezasını çeker. Yok gayet temiz şekilde yönetilirse belediye beraat eder. Şu andaki siyasi operasyonu görmemiz lazım. Onun için biz ilkesel olarak bu operasyonların yanlış olduğunu söylüyoruz.

Kaldı ki Sayıştay denen bir kurum var. Bu işlerde ehil bir kurumdur. Yani bir hakim, bir tane de bilirkişi. İki şahısla gidiyor her şey. Halbuki Sayıştay’ın bir kurumsal yapısı var. Hesap kitabı işini bilen, yolsuzluk var mıdır yok mudur bilen orada iki kişiler var. Sayıştay neden devrede değil ben anlamıyorum. Üstelik Sayıştay Meclis adına denetim yapar. Gider belediyeleri denetler, hazineyi denetler, bakanlığı denetler. Şimdi Sayıştay’ı da maalesef iktidar etkisizleştirdiği için Sayıştay da rahat çalışamıyor. Buralarda varsa sıkıntılar Sayıştay’ın ön planda olması lazım.

Diyanet İşleri Başkanlığına atanan yeni başkanımız Profesör Doktor Sarafet Arkavuş’a hayırlı olsun diyorum. Umarım ki Diyanet İşleri Başkanları’nın daha bağımsız çalıştığı bir dönem olur. Umarım ki Diyanet İşleri Başkanları toplumla gençlerle daha yakın bir bağ kurabilir. Günlük siyasetin etkisinde değil, dinimizin asıl kutsallarının ön planda olduğu bir dönem olur diye ümit ediyorum.

Dindar retorikle yanlış muamele aynı pakete girdiği zaman bu dinden uzaklaşmayı beraberinde getirebiliyor. Dindar retorikle yanlış muamele aynı pakette olduğu zaman özellikle gençlerde dinden soğumayı da beraberinde getiriyor. Çünkü bakıyor, muameleye bakıyor gençler. Ya müslümanlık buysa ben onlar gibi olmak istemiyorum diyorlar. Bu çok büyük bir tehlikedir Türkiye için.

Peygamberimizin sahih hadisi. Din muameledir. Hazreti Ali de devletin dini adalettir. Devletin dini adalettir. Bu iki söz çok önemli. Devletin dini adalettir. Yani sen adil misin değil misin devlet olarak. Sen millete adalet sağlıyor musun sağlamıyor musun? Sadece yardımda adalet değil, sosyal adalet değil, işe giren adalet değil, eğitimde adalet değil, fırsat işliği değil. Bu var mı? Yok mu? Din muameledir de çok önemli. Çünkü din muameledir demek aslında nedir? Söz verince tutuyor musun? Konuşunca doğruyu söylüyor musun? Emanete hıyanet ediyor musun?

“Ekonomiye bakarak seçim tarihini öngörmek kolay değil”

Ekonomik açıdan baktığımızda zaten hukuk ve adalet olmayınca ekonomi olmaz. Hep söylüyoruz. Olmuyor da, olmayacak da. Bunların tahrip edildiği, kuralların yok sayıldığı bir ülkede ekonomide olumlu sonuç beklemek beyhude. Ülkede bir kriz var mı? Bir yoksul krizi var. Bir gelir ve servet dağılımı krizi var.

Cevdet Yılmaz ve Mehmet Şimşek arkadaşlarımız var. Çünkü Cevdet Bey ile 2005-2015 beraber çalıştık. Mehmet Bey ile 2007-2015 beraber çalıştık. Arkadaşlar 2023 seçimlerinden sonra göreve gelince biraz ümit oluştu. Ne de olsa dediler Ali Babacan’ın ekibinden bir şeyler bilir bunlar diye. Fakat güçleri yok arkadaşların. Bir de son zamanlarda gittikçe yanlışı savunma gibi bir hatanın içine düşüyorlar. Yani doğruyu söylemek ayrı bir şey.

Konuşmamak bir tercih. Doğruyu söylemek ayrı bir şey. Yanlışı savunmak kendi itibarlarından götürüyor. Bir de üstelik kötüye gidebilecek bir senaryoda Sayın Erdoğan’ın rahatlıkla suçu yükleyebilecekleri, günah keçisi olarak ilan edip görevden uzaklaşabilecekleri kişiler aynı zamanda. Dolayısıyla Cüneyt Arkın karakteri vardır hep böyle kahraman, kurtarıcı. Ama sonları Erol Taş karakteri gibi olmaz diye ümit ediyorum. Erol Taş’a döndürebilirler. Çünkü yanlış savunuyorlar.

Şu andaki uygulamalara baktığımızda, erken seçime yönelik özel bir ekonomi politikası görmüyorum. Fakat artık eski dönemlerden farklı bir tablo var. Seçim sonuçlarını yalnızca ekonomi ya da geçim şartları belirlemiyor. İktidar, elindeki propaganda gücüyle topluma sürekli şu mesajı veriyor: ‘Tehlike çok, düşman çok. Fakirliğe razı ol ama yine de beni destekle; çünkü seni bu risklere karşı ancak ben koruyabilirim.’ Bu söylem, ekonomik sıkıntılara rağmen desteği konsolide etmeyi hedefliyor. Dolayısıyla sadece ekonomiye bakarak seçim tarihini öngörmek kolay değil.”

Paylaşın

Ali Babacan: Yargı İle Muhalefet Şekillendirilmek İsteniyor

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, CHP İl Başkanlığına “Kayyum” atanmasına ilişkin, “Şu anda iktidar yargı kullanarak, yargı üzerindeki nüfuzunu kullanarak muhalefeti şekillendirmeye çalışıyor” dedi ve ekledi:

“Bundan bir süre önce Sayın Erdoğan’ın ifadesi olmuştur. Yani “Türkiye’deki muhalefeti de şekillendirmek, dizayn etmek galiba bize düşecek” demişti. Yani şu anda fiilen onu yapmaya başladı.”

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gazeteci Fatih Altaylı’nın “Boş Koltuk” programına konuk oldu.

Ali Babacan, CHP İstanbul İl Kongresi’nin iptaline ilişkin soruya verdiği cevapta şunları söyledi: Şu anda iktidar yargı kullanarak, yargı üzerindeki nüfuzunu kullanarak muhalefeti şekillendirmeye çalışıyor. Bundan bir süre önce Sayın Erdoğan’ın ifadesi olmuştur. Yani “Türkiye’deki muhalefeti de şekillendirmek, dizayn etmek galiba bize düşecek” demişti. Yani şu anda fiilen onu yapmaya başladı.

Tabii ki dosyaların derinlerine inip, derinlerine bakınca her bir belediyeyle ilgili ne vardır ne yoktur, o yargı süreçlerinden hepsi ortaya çıkacaktır ama yani çok benzer durumlarda olan bir AK Partili belediyeyle CHP’li belediyeye eğer farklı muamele yapılıyorsa, yani yargı süreçleri CHP’li belediyelerle ilgili çok sert yürütülürken AK Partili belediyelerle ilgili hemen hemen hiçbir yargı denetimi yapılmıyorsa burada bir taraflı bir duruş var. Burada bir yargıyı siyasi amaçlar hedefiyle etkilemek var. Yani bu tabii çok vahim bir durum.

“Bu ülkede enflasyon düşmez, ekonomi düzelmez”

Babacan hükümetin ekonomi politikaları ile ilgili de şunları söyledi: Enflasyon sadece faiz artırarak inmez. Enflasyon aynı zamanda devletin tasarruf etmesiyle iner. Bakın, ilk başta özelleşme dediniz değil mi? Biz ne yaptık? Özelleşme gelirinin tamamını borcu azaltmakta kullandık. O kadar borca faiz ödemedik. Diyelim ki o gün 8 milyar dolar para geldiyse, 8 milyar dolar borcu azaltınca 8 milyar doların faizinden kurtulduk mesela, değil mi? Bu nedir? Onu harcayabilirdik o gün ama öyle bir ekonomi programı yazdık ki, ‘yok’ dedik. Böyle bir şey olmaz. Devlet bunu böyle har vurup harman savuramaz.

Madem borcumuz var, varlığımız var; eğer bir özelleşme varsa bu sadece borç ödemede kullanılır dedik. Şu anda öyle bir şey yok. Bir tasarruf kaygısı yok devletin. Vatandaşa diyorlar ki: ‘Sabır, tasarruf edeceksin, biraz daha bunlara katlanacaksın. Türkiye’nin düşmanı çok.’ Peki, devlet olarak sen hangi tasarrufu yaptın bugüne kadar? Hangi harcamanı azalttın? Neye dikkat ettin? Vatandaştan istediğin tasarrufu devlet olarak sen yapmazsan bu ülkede enflasyon düşer mi? Düşmez.

Mesela Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz. Bunların ne yapması lazım? Tasarruf için gidip Erdoğan’ı ikna etmeleri lazım. ‘Efendim olmaz, bakın bu kadar vatandaş perişan, bizim de devlet olarak tasarruf etmemiz lazım’ diye ikna etmeleri lazım. Ne yapmaları lazım? Kamu İhale Yasası’nı değiştirmeleri lazım. Biliyorum ki şu anda masalarının üzerinde hazır Kamu İhale Yasası var. Hangi yasa? Avrupa Birliği’ndeki 27 ülkenin uyguladığı, hatta ayrılan İngiltere’nin de uygulamaya devam ettiği; Avrupa Birliği’ndeki 33 fasıldan bir tanesi olan Kamu İhale Yasası’nın Türkiye’de de uygulanması lazım. Biz hep bunu savunuyoruz.

Diyoruz ki: Bu kadar ülke bunu uyguluyorsa, Türkiye’den çok daha büyük ekonomisi olan ülkeler yatırım yaparken, kamu parasını harcarken bu kurallara uyuyorsa biz neden kaçıyoruz? Bugün ben bu ülkenin cumhurbaşkanı olsam, halkımızdan o yetkiyi alsam inanın bir ayda bunun meclisten geçmesini sağlarım. En geç üç ayda da yeni Kamu İhale Yasası’nı uygulamaya başlarım. Siz o zaman tasarrufu görürsünüz. Şu anda 3 liraya mal ettikleri deprem konutunu, bakın iddialı söylüyorum, biz 1 liraya mal ederiz. 200 bin konut bitirdik diyorlar değil mi? Biz aynı parayla 600 bin konutu yapardık. Hepsi açık. Mimarlar, mühendisler odalarının açıkladıkları inşaat maliyet tablosu var. Bir de bu deprem konutlarına verdikleri fiyatlar var.

Verdikleri fiyat diyorum çünkü ihale falan yok. Bakın, Türk Telekom’da 13-14 firmadan bahsediyorum; 4 firma gelmiş kıyasıya rekabet etmiş, öyle özelleştirilmiş. Burada rekabet falan da yok. ‘Arkadaş, şurada 4 bin deprem konutu var, bunu sen yap. Şurada da 3.000 konut var, bunu da sen yap.’ Yarışma yok. ‘Kim daha ucuza yaparsa ben ona vereceğim’ demek yok. Dolayısıyla bakıyorsunuz inşaat maliyet tablolarına, bir de verdikleri fiyatlara, korkunç farklar var. Sadece deprem konutu bu değil mi? Memleketin en acil ihtiyacı. Tasarruf olmayınca, yani Kamu İhale Yasası değişmeyince, bu ülkede enflasyon düşmez, ekonomi düzelmez.

Çünkü ‘itibardan tasarruf olmaz’ diye bir mottosu var ya Sayın Erdoğan’ın. Öyle ki, o bana verilmiş bir cevaptır. Ben zamanında tasarruf derken, ülkenin en hızlı büyüdüğü dönemlerde görevliydim. ‘Bugünler iyi günler, bugünlerde tasarruf etmeliyiz ki kötü günler geldiğinde o tasarruflarımızı kullanalım, bir denge sağlayalım’ dedim. Ak akçe kara gün içindir dedik, değil mi? Biriktirdiğimiz her şeyi sıfırladılar. Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini sıfırladıkları gibi, Merkez Bankası’nın yedek akçelerini de sıfırladılar. O günlerde bu dikkatten kaçtı. Damat döneminde Merkez Bankası’nın yıllardır biriktirdiği yedek akçeler bir günde sıfırlandı ve bütçe harcamasına eridi gitti para. İçim cızladı. ‘Yazık’ dedim. Yıllardır bu ülkenin kara günü için biriktirdiği Merkez Bankası’nın yedek akçesidir bu. Yapılır mı? Sırf kötü yönetimin sonucunu kapatmak için yaptıkları işler bunlar maalesef.

“Geçmiş kaliteye özlem var”

Babacan konuşmasında şunları kaydetti: TRT tamamen bu ülkenin vergileriyle finanse edilen bir kuruluş. Yani herkes KDV ödüyor, ÖTV ödüyor. Gidiyorsunuz bir ekmek alıyorsunuz, onun içinde yüzde 1 de olsa bir KDV var, o paradan TRT’ye para gidiyor. Şimdi böyle bir kuruluşa DEVA Partisi kuruldu kurulalı bir kere bile davet edilmedim. Benimle ilgili tek bir haber yaptı TRT, o da Covid olduğumda. Hangi duygularla o haberi yaptılar bilmiyorum ama baktım, akşam ana haberlerde ‘Ali Babacan Covid oldu’ haberi. Yani haber bu, tek haber. 5 yıldır TRT’de benimle ilgili çıkan haber bu.

E şimdi bu adil değil ki. Eskiden biliyorsunuz TRT ne yapardı? Bütün liderlere eşit dakikalı programlar yapardı değil mi? TRT’de açık oturumlar, liderler açık oturumları olurdu. O dönemin siyasetine, siyasetçilerin kalitesine bakıyorum; Türkiye Avrupa’ya daha kaliteli ürün satıyor ama siyasette bazen o dönemlerin kalitesini arıyor insan. Gazetecilikte, habercilikte, siyasette bir geçmiş kaliteye özlem var. O da yazık bu ülke için. Dolayısıyla geniş kitlelere ulaşacak mecralarla ilgili de sorunumuz var.

Mesela Anadolu Ajansı… Bizimle ilgili çok nadir haber geçer. Çok nadir, o da birkaç satırla. Onun dışında yok. Eskiden Anadolu Ajansı dediğimiz kurum bir referans haber kaynağıydı. Gerçekten tarafsız, objektif; her gün yüzlerce haber akışı sağlardı ve her medya kuruluşu onu sağlam, güvenilir bir referans olarak alıp televizyonlarda, gazetelerde, internet haber sitelerinde görürdü. Ama şu anda öyle değil. Çok kısa, bazı konuları görmeyen ya da çoğu zaman iktidarın propagandasını yapan bir aygıt haline dönüşmüş durumda. Yazık. Bunlar devlet kuruluşu olduğu için söylüyorum.

Paylaşın

Babacan: Yargı Siyasi Koordinasyonla Hareket Ediyor

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Türkiye iktidarın yargı gücünü de kullanarak rakiplerini elimine ederek yürüdüğü bir süreçten geçiyor. İddialar var, yolsuzluk iddiaları var, CHP kurultayı ile ilgili iddialar var. İddiaların bağımsız yargının ele alması lazım. Böyle değil açıkçası böyle görmüyoruz. Yargı sürecinde gibi olan konuların siyasi koordinasyonda yürüdüğünü görüyoruz” dedi.

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkanı Ali Babacan, KARAR TV Taha Akyol ve Elif Çakır’ın sorularını yanıtladı. Ali Babacan’ın sorulara verdiği yanıtlarda, öne çıkan bölümler şöyle:

“Türkiye iktidarın yargı gücünü de kullanarak rakiplerini elimine ederek yürüdüğü bir süreçten geçiyor. İddialar var, yolsuzluk iddiaları var, CHP kurultayı ile ilgili iddialar var. İddiaların bağımsız yargının ele alması lazım. Böyle değil açıkçası böyle görmüyoruz. Yargı sürecinde gibi olan konuların siyasi koordinasyonda yürüdüğünü görüyoruz. Birbirinden farklı konuların aynı zaman dilimine denk getirildiği hedefli bir şekilde operasyona döndürülmesi yargının doğal akışında olmaz.

Konu sadece İBB değil şu an 13 belediye başkanı tutuklu. Buna normal bir yargı süreci gibi bakamayız. Dava sürecinin televizyonlarda yayınlanması ile ilgili buna mahkeme heyetinin izin vermesi gerekiyor. Herkes kendine güveniyorsa iddialar ortaya konulur savunmalar yapılır, milletin vicdanında bazı konular yerini bulur. TRT’de duruşmayı Cumhurbaşkanına soracaklardır. Sayın Bahçeli’yi olumluyor ama ne olacağını göreceğiz. Erdoğan ister mi? Milletin vicdanından korkmamak lazım ama Cumhurbaşkanı bunu ister mi çok emin değilim.

Senin yargın, benim yargım olarak değil, yargının sadece siyasetten bağımsız değil kendi kendine çalışırken de tarafsız bir yapıya kavuşması işin aslıdır. Buraya nasıl gelindi? İşin aslı Sayın Erdoğan’ın görev süresiyle ilgili. Devlet gücünü kullanmak insanlarda güç zehirlenmesine yol açıyor. Sayın Erdoğan’ın 2001, 2002, 2003 konuşmalarına bakın, “Bizim partimizde lider suntası olmayacak. Benim dönemim 3 dönemle sınırlı” der. 3 dönem diye bir şey kalmadı. Erdoğan’ın 3 dönemi 2014’te doldu. 2014’ten sonra devam etmemesi gerekiyordu. Anayasa’da da cumhurbaşkanının görevi 2 dönemdir.

Erken seçim kararını Meclis alırsa 1 dönem daha yapabilir diyor. Bize göre 2023’te bile aday olması mümkün değildi. DEVA Partisi olarak YSK’ya dilekçe verdik. YSK bize 2017’de Anayasa değişti o zaman Erdoğan’ın kilometresini sıfırladık önceki dönemleri saymıyoruz’ dedi. Ana muhalefet partisi böyle bir dilekçe vermedi. Bir bankanın şube müdürlerini bile 5 yıldan fazla görevde tutmazlar. Çünkü 5 yıl sonra bankanın kurallarını dinlemez, kişisel ilişkilerle karar almaya başlar. Yargının bozulmasının sebebi budur işte. Bir süre sonra devlet yönetimi ve halkın verdiği yetki emanet olarak görülmüyor. Cumhurbaşkanı’nın ofisi, arabası, masası emanettir.

“Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararları alt mahkemeler uygulamıyor bu ülkede”

Süre uzayınca o emanet hissi kalkar hepsi benim der. Yargıda 2017’de bütün yetkileri kendi elinde topladıktan sonra yargıdaki görevlendirmeler ve atamalar liyakat ve ehliyete göre değil ‘bu benim dediğimi yapar mı yapmaz mı?’ oldu. Kriter bu olmaya başladı. Devlet devam etmiyor kişi devam ediyor. Yargıya olan aşırı müdahale bugün yargı kararlarının yanlış çıkmasına neden oluyor. Adaletsizlik olur. Kendi Anayasa Mahkememizin aldığı kararları alt mahkemeler uygulamıyor bu ülkede. AİHM karar alıyor ancak mahkemede uygulanmıyor bunu Erdoğan teşvik ediyor. Kendisi de söylüyor ‘kararları kabul etmiyorum’ diyor. Bu çok uzun süre devlet yönetmenin getirdiği bir hastalık.

Hukukta usül ve esas var. Yargı süreçlerinin usülüne baktığımızda tamamen siyasi yürüyor. Sayın Erdoğan yargı süreçleriyle ilgili herkesten önce yorum yapıyor. Yargı dosyaları ile ilgili pek çok bilgiyi biz herkesten önce cumhurbaşkanından duyuyoruz. Ya çok meraklı ‘getirin arkadaşlar dosyalara bakayım’ diyor ya da bazı yargı mensupları dosyaları kendiliğinden Erdoğan’a götürüyor.

‘Turpun büyüğü heybede’ diyor, nasıl biliyor bunu. Yargı bağımsız çalışsa bu bilgi nasıl gidecek Erdoğan’a? Diploma, kurultay, yolsuzluk iddialar ve SGK meselesi… Bunların hepsi paketleniyor, 18 Mart akşamı diploma, ertesi gün tutuklama. Birbirinden farklı konular nasıl oluyor da aynı zamana denk geliyor? Burada bir koordinasyon var. Dosyalara bakıyoruz tutuksuz yargılanabilir ancak tutuklanıyor. Sayın Erdoğan şiir okuduğu için kendisine dava açıldığı o dönemde dava sürecinde görevine devam etti.

Mahkeme suçlu diye karar almıştır ancak görevine devam etmiştir. Bugün tutuklu 13 belediye başkanı arkadaşımız da tutuklanmadan yargılanabilir. Bu da bizim yargı sistemimizin en önemli yanlışlarından birisi. Normal şartlarda tutuklu yargılanma istisna olmalı. İktidara mensup belediyelerde hiçbir şey yok mu? Aynı iş insanı itirafçı olup ‘rüşvet verdim’ diyor aynı iş adamı iktidar belediyelerinde de çalışıyor çok daha fazla ihale almış ama orada ‘hiçbir şey yapmadım’ diyor. Belediyelerle böyle çalışan birisinin sadece CHP’li belediyelere rüşvet verip AK Partili belediyelere rüşvet vermemesi mantıklı mı?

“Erdoğan, demokrasinin önünü açsın”

Yargı ne kadar bağımsızsa Merkez Bankası da o kadar bağımsızdır. Enflasyonun düşmesini istiyorsak Merkez Bankası bağımsız olmalı. Ama Erdoğan sürekli Merkez Bankası’na sürekli baskı yapmıştır. ‘Laf dinlemiyorlardı’ deyip Merkez Bankası Başkanı’nı görevden aldı ve laf dinleyenleri göreve getirdi. Sayın Erdoğan belki ilk 10 yılda güzel şeyler yaptı. Görev süresinin sonuna doğru yaklaştığı bir dönemde iyi bir iz bırakıp da ayrılsın. Türkiye’de demokrasinin önünü açsın. Akıllı bir lider bunu yapar. Merkel Almanya’da tekrar seçilemez miydi? Çok rahat seçilirdi ama kendisi istemedi. Hiç olmazsa bu tatta bıraksın diye ben Sayın Erdoğan’a tavsiyede bulunuyorum.

Bir belediye temiz yönetiliyor mu yönetilmiyor mu orasıyla iş yapan firmalardan ya da iş insanlarından öğrenirsiniz. Bizim derdimiz yolsuzluğun önünü kapatmak. Neden yolsuzluğa alan açıyorsunuz da sonrasında suç teşkilatıydı, ahtapottu, şebekeydi diyorsunuz. Kendi belediyelerinin 1 tanesiyle işlem yapmazken muhalefete bu kadar yüklenmek başka bir şey.

Bugün hak ettiğimizin yarısı bir refah seviyesinde sürünüyoruz. Bir kişinin inadı için. Bir kişinin kurumlar değil benim dediğim olacak dediği için. Umutsuzluğa kapılmayalım çabuk düzelir yeterki dürüst, ehil kadrolar olsun.

İslam’da devlet yönetmenin 3 ilkesi var; adalet, liyakat, istişare. Adalet kimseye haksızlık yapmamak, devlet imkanlarını herkese eşit kullandırmak demektir. Devlet imkanlarını kullandırırken kimseye vermediğiniz izni sadece bir firmaya veriyor ve o firma büyük paralar kazanıyorsa bu adil değildir. Bizim devlet sistemimiz dini kurallarla yönetilmiyor. Devlet dini kurallarla yönetiliyor olsaydı ülkenin cumhurbaşkanı sanal kumar için izin verir miydi? Kumarla ilgili çok sağlam ayetler var. Ülkenin cumhurbaşkanı bir kişiye izin veriyor ve sadece siz oynatın diyor. çıksınlar bu konuları konuşalım. Devlet teşvikleri şeffaftı, Resmi Gazete’de yayımlanırdı. Ama bugün büyük firmalara verilen teşvikler gizli veriliyor. Hangi firma ne kadar teşvik alıyor bilmiyoruz. Enflasyonla mücadele sadece faiz artırmakla olmaz kamuda tasarruf edeceksiniz. Tasarruf etmezseniz enflasyonu asla düşüremezsiniz.

Mart operasyonlarının Türkiye’ye büyük maliyeti oldu. Merkez Bankası’nın faizleri düşme döngüsüne girmişti. Marttan sonra faiz arttı. Marttan bu yana faiz inmiyor. Mesele İmamoğlu ya da CHP değil. Mesele artık Türkiye’nin güvenilir bir ülke olmaması. Halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarının zayıf dosyalarla tutuklandığı bir ülkede ben nasıl yatırım yapacağım? Yerli iş insanlarımız neden Türkiye’de yatırım yapsın? Çin’de demokrasi yok ama Türkiye’de olmayan liyakat bazlı ve kural bazlı bir yönetim anlayışı var. Bugün Amerika’ya rakip bir ekonomisi var. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görürseniz 50+1’i cebe atarım Anayasa, hukuk tanımam derseniz olmaz. Demokrasi içinde de Türkiye büyüyemiyor.

“TÜİK’in gerçekleri ortaya çıktığı anda damadın foyası ortaya çıkacak”

TÜİK’in mutlaka bir dış göz denetime ihtiyacı var. TÜİK’in gerçekleri ortaya çıktığı anda damadın foyası ortaya çıkacak. TÜİK’in rakamlarıyla damadın Hazine Bakanlığı döneminde oynanmaya başlandı. Faizler inecek dedi, seçimi milleti aldatarak kazandı. Seçimlerden önce yüzde 8.5 ama seçimden sonra yüzde 50’lere çıkaracağım faizi deseydi kazanamazdı. Mülakatı kaldıracağım dedi kaldırmadı. 2023 seçimlerini helalinden kazanmadı. Montaj videolar gösterdi. Masanın altında teröristler var diyordu dün Külliye’de onları ağırladı.

Mehmet Şimşek, Hazine’den borçlanıyor, maliyeden vergi topluyor ve bu parayı Erdoğan’ın emrine sunuyor, Erdoğan da o parayı harcıyor. Eskiden Maliye Bakanı’nın, Hazine Bakanı’nın izni olmadan ödenek serbest bırakılmazdı. Bütçeden daha fazla para harcayabiliyor Erdoğan. Türkiye’de bütçe hakkı şu an Erdoğan’ın. Böyle ekonomi yönetimi olamaz. Onun için fakirlik ve yoksulluk yaygınlaşıyor.

Bu süreç 1 Ekim’de sayın Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasıyla başladı. Biz ilk günden destekledik. Maalesef biraz yavaş ilerliyor ben bu yüzden kaygılıyım. Terörün Türkiye’ye çok büyük zararı oldu. Ayın 11’inde silah bırakma kararının uygulanmasına başlanacak. Bu ilk bir adım ne zamana kadar sürecek belli değil. MİT Başkanlığı bunun denetim sistemini kurmadan ayın 11’inde bir açıklama gelirse bu milleti kandırmak olur. Ailesinden zorla koparılıp dağa çıkarılan gençler var. Hiçbir eyleme bulaşmamış. Yönetim kademesinde olmayan ancak talimatları yerine getirenler var. Her kategorideki örgüt elemanlarıyla ilgili düzenlemeler gerekir.”

Paylaşın

Babacan, Erdoğan’a Seslendi: Hangi Bedeli Ödediğini Bir Söyle Ya

Erdoğan’ın “Ekonomide kendimiz bedel ödedik ama milletimize bedel ödetmedik” sözlerine tepki gösteren DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Sayın Erdoğan, kendiniz bedel ödedik diyorsunuz da hangi bedeli ödediğinizi bir söyleyin ya… Hayat standardınızdan ne kaybettiniz?” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Yeni Yol Grubu toplantısında konuştu. Babacan, Meclis’teki Yeni Yol Grubu’nun haftalık toplantısında yaptığı konuşmada hem güncel ekonomik sorunlara hem de Türkiye’nin afet yönetimine ilişkin çarpıcı eleştirilerde bulundu.

DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, hükümeti “toplumun kanını emen sanal kumarı yaygınlaştırmakla” suçlarken, 2 Temmuz Madımak ve 5 Temmuz Başbağlar katliamlarını da anarak toplumsal birlik çağrısı yaptı.

Konuşmasının başında hem Saadet Partili Mesut Doğan’ın annesi için taziye mesajı paylaşan hem de Madımak ve Başbağlar katliamlarını hatırlatan Babacan, “Madımak yakın tarihimizin karanlık sayfalarından biridir… Hatırlayacağız, hatırlatacağız ki bir daha Madımaklar yaşanmasın” dedi. Başbağlar için de aynı uyarıyı yapan Babacan, “Bugün hâlâ toplumumuzu kutuplaştıranlar… Madımak’ı da Başbağlar’ı da unutmasınlar” ifadelerini kullandı.

Yaz aylarında artan orman yangınları üzerinden hükümetin afet politikalarını eleştiren Babacan, “Her doğal afeti izleyen iktidar bunu da sadece izlemekle yetiniyor” diyerek şu eleştiride bulundu: “Cumhurbaşkanından talimat gelmeden kimsenin kılı kıpırdamadı, kıpırdayamadı… Böylesine merkezileşmiş bir yönetim anlayışıyla Türkiye’de afetle mücadele edilmez.”

Babacan, iktidarın itibar masraflarını hatırlatarak, “Ben diyorum ki ‘itibardan tasarruf olmaz’ diyeceğinize, ‘doğal afetlerde tedbirden tasarruf olmaz’ deyin” ifadelerini kullandı.

Konuşmasının en sert bölümlerinden biri sanal kumar ve sanal bahis üzerineydi. Babacan, Diyanet’in ve Yeşilay’ın uyarılarına rağmen hükümetin bu alanda sessiz kaldığını söyledi. “Yeşilay Başkanı uyarıyor. Diyanet cuma hutbeleri uyarıyor. Fakat iktidardakiler kulaklarının üstüne yatıyor” diyen Babacan, lisans verilen firmaları kast ederek, “Sanal ortamda altı firmaya bahis oynatma ve bir firmaya da kumar oynatma iznini veren bizzat bu hükümet” ifadelerini kullandı.

Babacan, kumarın internet reklamlarıyla yaygınlaştırıldığına dikkat çekti: “Bir arkadaşını getir diyor. O arkadaşına 200 lira avans açacağım diyor… Bu reklam bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde muhafazakâr kimliğiyle siyaset sahnesinde bulunan bir cumhurbaşkanının yönettiği bir ülkede oluyor.”

Sanal kumarın “uyuşturucu bağımlılığı gibi” bir tehdit olduğunu söyleyen Babacan, 550 farklı reklam türüyle gençlerin hedeflendiğini ifade etti: “Sanal ortamda altı firmaya bahis oynatma ve bir firmaya da kumar oynatma iznini veren bizzat bu hükümet arkadaşlar. Bizzat Sayın Erdoğan’ın tercihleriyle ve onun talimatıyla verilmiş izinler bunlar ya. Haberim yok falan demesin sakın ha.

Kendini en çok destekleyen medya kuruluşuna bunun iznini veriyor. Al sen oynat buradan biraz para kazan diyor. 1 Ocak’ta vergiyi düşürdüler vergiyi. Sanal kumar, sanal bahsin vergisini düşürdü bunlar utanmadan ya. Kumara ulaşmayı son derece kolay bir hale getirdiler. Herkesin cep telefonunda kumarhane açtılar. Yüzlerce kumar makinesini herkesin cep telefonuna yerleştirdi bunlar.”

Sanal kumarın reklamına izin verilirken, sigara ve içki reklamlarının yasak olduğuna dikkat çeken Babacan, “Kumar kötü bir alışkanlık mı? Evet. Peki bunun reklamı niye serbest? Niye izin veriyorsun buna ya? Cevap yok. Tık yok” dedi.

“Hangi bedeli ödediğinizi bir söyleyin ya”

Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ekonomide kendimiz bedel ödedik ama milletimize bedel ödetmedik” sözlerine de sert tepki gösterdi: “Sayın Erdoğan, kendiniz bedel ödedik diyorsunuz da hangi bedeli ödediğinizi bir söyleyin ya… Hayat standardınızdan ne kaybettiniz?”

Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığını vurgulayan Babacan, “Haziran sonunda açlık sınırı 26 bin oldu, yoksulluk sınırı 85 bin. Siz asgari ücreti artırmıyorsunuz” dedi. Zamların Ocak ve Temmuz’a yığıldığını belirten Babacan, “Enflasyonu üretmek en büyük hırsızlıktır. Sebep olduğu yoksulluğu telafi etmemek katmerli hırsızlıktır” ifadelerini kullandı.

Babacan, İmralı’dan gelen çağrılara değinerek, “Sıra artık terör örgütünün silah bırakmasına gelmiş durumda” dedi. Sürecin çok karmaşık olduğunu ve özellikle Suriye sahasındaki gelişmelerin kritik önemde olduğunu belirten Babacan, “Suriye’de bu işi bozabilecek en önemli aktör İsrail’dir” diyerek uyarıda bulundu.

Konuşmasının son bölümünde Gazze’ye değinen Babacan, “Sadece Haziran ayında öldürülen Gazzeli sayısı 2113. Bunların çoğu ekmek kuyruğunda beklerken öldürüldü” dedi. İsrail askerlerinin ifadelerine dikkat çeken Babacan, “Komutanlar yardım noktalarında ateş etme emri veriyor” şeklindeki itirafları aktardı. İsrail hükümetini savaş suçları nedeniyle uyararak, “Tarih sizi Milosevic’lerle, Karadziç’lerle, SS subaylarıyla yazacak” ifadelerini kullandı.

Babacan konuşmasını demokrasi vurgusuyla tamamladı: “Bugünlerde artan sayıda kişi soruyor, bir daha seçim olur mu diye? Ben de onlara diyorum ki: Yok, o kadar da değil. Yapamazlar. Çünkü haksızlar. Biz haklıyız. Haklı olan güçlüdür.”

Paylaşın

Babacan’dan İran’dan Türkiye’ye Göç Uyarısı

İsrail – İran savaşına ilişkin değerlendirmede bulunan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “1979’da İran Devrimi sırasında 2 milyon insan Türkiye’ye sığındı. Benzer bir senaryo tekrarlanabilir” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ekol TV’de katıldığı bir programda, İran-İsrail Savaşı’na ve olası rejim krizine dair dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu:

“İran’da zaten bir değişim talebi yükseliyor. Şimdi halkta çok ciddi bir değişim talebi var. Evet bir devrim oldu İran’da. Ama devrimin üzerinden 45-46 sene geçti. Dolayısıyla bir değişim talebi var. İran’ın kendini yenilemesi gerekiyor gerçekten. Bu çok önemli. Ama bu yenilenmenin içeriden olması lazım ve dost ülkelerin de tavsiyesiyle dost ülkelerle de biraz belki istişarelerle olması lazım. Yani ilham kaynağı olarak görebilecekleri ülkelerle de böyle istişareyle.

İran’ın istikrarsızlaşması bir sefer Türkiye için kötüdür. Bakın, hatırlayalım o İran devriminde o günkü nüfusa göre Türkiye’ye 2 milyon göç olmuştur. 79’da 2 milyon insan göçmüştür Türkiye’ye. Yani İran’da yeniden bir istikrarsızlık, yeniden Allah korusun bir iç çatışma ilk ve en çok etkilenen ülke biz oluruz yani, biz bunu istemeyiz. Şimdi diyorlar ki ‘biz Ayetullah Hameney’yi öldüreceğiz.’ Hemen bir haftada yenisini seçerler yani.

Sistem değişmez ki. Dolayısıyla bu rejim değiştirmek, dışarıdan savaşarak İran’ı reforma etmek böyle bir şey yok yani. Çünkü İran halkı onurlu bir halktır. Şii kültürü çok farklıdır. Bu Şii kültürünü Batılılar anlamaz asla. Bizim Sünni kültüründen de çok farklıdır. Yani önce onların o kültürünü bir iyi anlamak, tanımak lazım. Davranış şekillerini iyi bilmek lazım ve her ülke olduğu gibi İran halkının da onurunu koruyan bir çıkış lazım.

“Amerika ile İran’ın anlaşma ihtimali sıfır”

Şimdi Amerika’yla İran’ın bir masaya oturtursanız onların anlaşma ihtimali sıfır. Zaten o ilk müzakere masası kuruldu ya 67 gün önce. Evet. Biz dedik ki bunun bu masada çözülme ihtimali ancak 3’te 1’dir. Savaş çıkma ihtimali 3’te 2’dir dedik. Biz derken kim? Kendi dış politika ekibimiz. Çok yetkin bir dış politika ekibimiz var bizim. Büyükelçilerden oluşan, genç uluslararası siyaset bilen arkadaşlarımızdan oluşan çok sağlam bir ekibimiz var.

Orada hemen değerlendirdik dedik bu masanın başarı şansı 1 bölü 3’tür. 2 bölü 3’te bu savaşa gider diye ve bizim 2 bölü 3 ihtimal verdiğimiz savaş gerçekleşti. Bugün yine müzakere masası kurulabilir ama İran’la Amerika’yı baş başa bırakarak asla. Yani her iki tarafın da güvendiği muteber ve tarafsız birkaç ülkenin de artık o masaya oturması lazım ki bu iş masada çözülsün. Ve tekrar ediyorum bu müzakere masasının İran için bir onurlu çıkış masası olması lazım. İran’a diz çöktürme masası olmaması lazım.”

Paylaşın

Ali Babacan: Enflasyonun Sorumlusu Bu İktidar

Yeni Yol Grup toplantısında konuşan DEVA Lideri Ali Babacan, “Enflasyonu patlatan bu hükümettir. Enflasyonun sorumlusu bu iktidardır. Kendi suçunun cezasını vatandaşa çektirmek zulümdür” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Yeni Yol Grubu toplantısında konuştu. Konuşmasına İsrail-İran savaşıyla ilgili uyarılarla başlayan Babacan, nükleer meselelerin çözümünün ancak diplomasiyle mümkün olabileceğini vurguladı.

Babacan, “Son günlerde ısrarla ABD’yi bizzat saldırılara katılmaya zorluyor. ABD’nin ‘saldıran taraf’ olarak savaşa katılması tüm bölgeyi ateşin içine atmak demektir. Uyarıyorum: Felaket yanı başımızda, insanlık için felaket kapıda. Şımarık, arsız, hadsiz, hukuksuz bir terör devletiyle karşı karşıyayız. Bu devletin karşısında dünya sessiz. Vaktiyle insan haklarını, uluslararası hukuku dillerinden düşürmeyenler, şimdi hizaya dizildi, bu arsızlığı izliyor” ifadelerini kullandı.

Ekonomi başlığında hükümeti sert sözlerle eleştiren Babacan, temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılmamasını “hak gaspı” olarak nitelendirdi. “Enflasyonu patlatan bu hükümettir. Enflasyonun sorumlusu bu iktidardır. Kendi suçunun cezasını vatandaşa çektirmek zulümdür” diyen Babacan, asgari ücretliye ve emekliye hak ettikleri zamların verilmesi çağrısında bulundu.

Babacan konuşmasının bir diğer bölümünde, 26 yaşındaki Kadir adlı bir gencin kumar borcu yüzünden yaşamına son verdiğini aktararak, gençler arasında hızla yaygınlaşan sanal bahis ve kumar konusuna dikkat çekti. “Eyy Erdoğan! Ülkeyi ne hale getirdiğinizin farkında mısınız? Kumarhaneleri herkesin cebine soktunuz, sanal kumara lisans verdiniz. Bu gençlerin hayatı üzerine bahis oynuyorsunuz” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı doğrudan hedef aldı.

Madde bağımlılığı konusunu da gündeme taşıyan Babacan, Türkiye’de uyuşturucuya başlama yaşının 9’a kadar düştüğünü vurguladı. Rehabilitasyon merkezlerinin ve devletin müdahalesinin yetersiz olduğunu söyleyen Babacan, “Sokaklarda çeşit çeşit uyuşturucu satılıyor. Okul çevreleri tehlike altında. Toplumun ahlakını, neslin ruhunu koruyamayan bir iktidar; kendi meşruiyetini de koruyamaz” ifadelerini kullandı.

Babacan, partisinin bağımlılıkla mücadeleye yönelik “Hesap Vakti” kampanyasını da duyurdu. “Yıllardır görmezden gelenlere karşı milletin duruşunu, vicdanın çağrısını kamuoyuyla paylaşacağız” diyen Babacan, hükümete “Neredesiniz?” diye sordu.

“Bu topraklarda yeniden adaleti, bereketi ve kardeşliği hâkim kılacağız”

Konuşmasında demokrasi ve özgürlük vurgusunu da sürdüren Babacan, güvenliğin ancak demokrasi ve hukukla sağlanabileceğini ifade etti. “Türkiye’nin güçlü olmasının tek yolu; demokrasidir, özgürlüklerdir, hukuktur, adalettir. Hukuktan, adaletten daha önemli bir güvenlik politikası yoktur” dedi.

Ekonomik sorunlara da geniş yer veren Babacan, petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye ekonomisine olası etkilerini anlattı. “Böyle zor dönemlerde, ekonomiyi sağlam tutmanın yolu da hukuktan geçer, adaletten geçer. Kamu ihale mevzuatı derhal değiştirilmeli, israf durdurulmalıdır” diyerek çözüm önerilerini sıraladı.

Babacan konuşmasını topluma seslenerek tamamladı. Gençlere, annelere, işçilere, emeklilere seslenen Babacan, “Sizi görüyoruz. Sizi duyuyoruz. Yalnız değilsiniz. Bu ülkenin derdiyle dertlenmeyenlere inat, sizlerin sesi olmak için buradayız. Bu topraklarda yeniden adaleti, bereketi ve kardeşliği hâkim kılacağız” dedi.

Paylaşın

Babacan’dan “Anayasa” Açıklaması: Bir Kez Delinirse Çok Şey Olur

Yeni Yol Grubu toplantısında konuşan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Küçük bir hukuksuzluk, büyük bir çürümeye yol açar. Anayasa bir kez delinirse çok şey olur. Bu ülkede artık hiçbir şey dikiş tutmaz” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Yeni Yol Grup toplantısında iktidarı hedef alan sert açıklamalarda bulundu. Babacan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Siyaset demokrasiyi güçlendirmek için yapılır. Milleti dinlemez, halkın sorunlarına çözüm üretmezseniz, halkçı değil rantçı olursunuz” sözlerine atıfta bulunarak, “Bu sözleri söyleyen sanki yargıyı siyasallaştıran, adaleti çizgisine çeken, halkı değil menfaat gruplarını önceleyen bir iktidarın başı değilmiş gibi konuşuyor” dedi.

Babacan, iktidarın ekonomi yönetimini de hedef aldı. Enflasyon ve faiz oranlarına dikkat çekerek, “Halkçılık adil olmaktır, şeffaf olmaktır, hesap verebilmektir. Rantçılık ise enflasyonu patlatmak, faizi yüzde 50’ye çıkartmak, kur korumalı mevduatla millete yük bindirmektir. Şimdi kim halkçı, kim rantçı siz karar verin” ifadelerini kullandı.

“Anayasa bir kez delinirse çok şey olur”

Hakimler ve Savcılar Kurulu seçimlerinde Anayasa’nın ihlal edildiğini savunan Babacan, Karma Komisyon’un kura usulünü hiçe saydığını belirtti. Bu durumu ünlü “kırık cam” teorisiyle açıklayan Babacan, “Küçük bir hukuksuzluk, büyük bir çürümeye yol açar. Anayasa bir kez delinirse çok şey olur. Bu ülkede artık hiçbir şey dikiş tutmaz” dedi.

Bağımlılıklarla ilgili çarpıcı veriler de paylaşan Babacan, sigara tüketiminin 2022’de 116 milyardan 2024’te 150 milyara çıktığını söyledi. Sanal kumarın ülke çapında yaygınlaştığını, bazı şebekelere devlet eliyle lisans verildiğini vurgulayan Babacan, “13 milyar liralık işlem hacmi olan bir şebekeye 8 yıl boyunca göz yumuldu. Sayın Erdoğan, bu kişilere lisansı siz verdiniz. Neden beklediniz? Neden müdahale etmediniz?” diye sordu.

Bursa’da bağımlılıkla mücadele eden bir derneği ziyaret ettiğini aktaran Babacan, “O kurumda 300 genç tedavi görüyor ama başvuru bekleyen 8 bin genç var. Bu 2025’in aile yılı olarak ilan edildiği ülkede yaşanıyor. Huzur yok, bereket yok; kumar var, sigara var, uyuşturucu var” dedi. Anayasa’nın 58. maddesini hatırlatan Babacan, devletin gençleri koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini ifade etti.

Babacan konuşmasının sonunda, gençleri hedef alan bağımlılık ekonomisine karşı sert çıktı: “Uyuşturucuyu taşıyan gemiler, sanal kumarı yöneten şebekeler, göz yumanlar… Hepinize sesleniyorum: Daha doymadınız mı? Üç-beş kişi dolar çuvalını doldursun diye milyonlarca gencin hayatı mahvediliyor. Karşınızda biz varız. Bu kürsülerde, bu sıralarda susmayacağız.”

Paylaşın

Babacan’dan “Yeni Anayasa” Yorumu: Erdoğan, Referandum Riskini Göze Alamaz

Erdoğan’ın “400 milletvekili” çıkışını yorumlayan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, Erdoğan’ın referandum riskini göze alamadığını, bu nedenle parlamentoda sayı arayışına yöneldiğini öne sürdü.

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkanı Ali Babacan, Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu Yeni Bir Sabah programında gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Babacan, yeni Anayasa, PKK’nın fesih açıklaması, çatışma çözümünün dünyadaki örnekleri, yüksek enflasyon ve konularında açıklamalarda bulundu:

“Bahçeli’nin konuşmasını yaptığı günün akşamında olağanüstü bir toplantı yaptım. İlgili bütün arkadaşlarla bir araya geldik Genel Merkezde. Ve dedim ki ‘Bakın bu çok önemli, yeni bir şey başlıyor.’ Hemen o gün akşam… Çünkü metni okuyunca baktım ki metinde bir sürü kilit cümleler var. Şimdi bir meseleyi bilirseniz siz orada ciddiyetini anlarsınız. Puzzle’ın parçaları gibi düşünün, 1000 parçalı puzzle… Ama 50 parçasını gördüğümüz anda biz dedik ‘Tamam nereye gideceği belli bu işin.’ Dolayısıyla hemen analizini yaptık ve derhal bir basın toplantısında dedik ki ‘Biz elimizi taşın altına koymaya hazırız.’ Bu çözüm süreci ya da adına ne diyeceksek ‘%5 ihtimalle bile başarıya ulaşsa biz o %5 ihtimali bile gider destekleriz’ dedik. Kesin duruşumuzu ortaya koyduk.

Kürt vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleriyle ilgili ayrı bir çalışma hattı gerekiyor. Bu da Bahçeli’nin konuşmalarında var. Bundan da biz bir şey derledik, baktık. Aslında orada da hükümetin ya da diyelim ki devletin ilgili birimlerinin o konuda da belli ki hazırlığı var. Yani Sayın Bahçeli’nin önünde iki tane dosya duruyor. Bir, terör örgütünü feshetme, bitirme, terörsüz Türkiye ama ikincisi de hak ve özgürlük dosyası. Hatta arkadaşlarımız hem MHP’den insanlarla, hatta Sayın Bahçeli’yle de bir arkadaşımızın teması oldu bu konuda.

DEVA Partisi kuruldu kurulalı diyorduk ki ‘Bakın terör örgütüyle mücadele ayrı bir hatta yürümeli, hak ve özgürlük meselesi ayrı bir hatta yürümeli. Bu iki hat birbirine karışmamalı. Bunlar aynı masada pazarlık konusu edilmemeli’ diyorduk. Yani kendi vatandaşlarımızın hak ve özgürlüğü ise bunu herhangi bir örgütle falan bunun pazarlık edilmesi yanlış bir şey. Zaten bir önceki çözüm sürecinin sıkıntıya girmesinin sebebi olarak da biz bunu söylüyorduk. Benim defalarca açıklamam var bu konularda.

Filipinler’in Dışişleri Bakanı geldi benden güney adalarına yerleşmiş bir terör örgütü ile ilgili yardım istedi. Dedi ki ‘Biz bu terör örgütü ile bir şekilde bu işleri konuşmak istiyoruz.’ Dışişleri Bakanı’yken… ‘Bunlar size güveniyor, Türkiye’ye güveniyor’ dedi. ‘Ama kimse duymasın. Çünkü biz hükümet olarak zora düşeriz’ dedi. Siz bize yardım edebilir misiniz? ‘Derhal’ dedik. Kolları sıvadık. Çalışmaya başladık. Filipinler’in güney adalarında yaşayan Müslüman nüfus var. Baskı altında. Yani haklarını yaşayamıyorlar. Sıkıntıları var. Onlar da artık örgütleşmişler. Biz de hakkımızı silahla arayacağız diye başlamışlar. Silahlı eylem yapıyorlar. Sistemi kurduk. Çalıştırdık. Bugün itibariyle Filipinler’de terör diye bir şey kalmadı. Güney adalarında yaşayan Müslüman nüfus dini haklarını, ibadet haklarını tam rahat bir şekilde yaşıyor. Ve kazan kazan sonucu elde edildi bugün Filipinler’de. Ama o kadar detayı var ki bu işin. Yani ben şimdi iki dakikada bunu özetliyorum. Sayfalar dolusu sayfalar dolusu plan, hazırlık.”

PKK’nın fesih açıklamasındaki sorunlara işaret eden Babacan, “Orada ben bazı tehlikeler sezdim. Dikkat edilmesi gerekir. İktidara diyorum ki, ‘Bak bunlara dikkat edin. Bu iş büyümeden bir şekilde yönetin.’ Bir de tabii şu da dikkat edilmesi gereken bir konu; yani devletin birimleri bu işi yakından takip ediyor değil mi? Yani MİT başta olmak üzere. Yani aylarca süren bir çalışma var, bir hazırlık var. Bu çalışmada, bu hazırlıkta, böylesine kontrolsüz bir açıklamanın oradan çıkmasıyla ilgili devlet birimleri bunu nasıl gözden kaçırdı? Ona da şöyle kocaman bir soru işareti de koymak lazım.

Yani bu kadar dikkat edilen Öcalan’ın o 27 Şubat açıklamasıyla ilgili böyle didik didik nokta nokta ince ince çalışılan bir konu adeta nakış işler gibi bir çalışma var. 27 Şubat’a göre. Bu nasıl girmiş oraya? Bu böyle apar topar hababam işi bir şey olmuş bu açıklama. Yani dolayısıyla bunu bir devletin ilgili birimlerinin biraz daha dikkatli olması lazım. Bu bizim uyarımızdır, memleketimize uyarıdır. Yoksa PKK’nın kendini feshi tabii ki önemlidir. Tarihi bir meseledir. Bakın bunun altını çiziyorum. Tarihi bir meseledir” dedi.

“Türkiye’nin önünde korkunç bir fırsat penceresi var”

Hukuk ve ekonomi arasındaki ilişkiye dikkat çeken Babacan, şu ifadeleri kullandı: “Şu anda Türkiye’nin önünde korkunç bir fırsat penceresi açılıyor. Biz bu terör sorunumuzu inşallah ümit ediyoruz ki çözeriz. Vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükle ilgili sorunlarımızı da çözmek için ne gerekiyorsa her türlü desteği veririz bakın DEVA Partisi olarak. Her türlü desteği veririz. Dünyada nasıl bir zamanlar 2008-2009 krizinden sonra ekonomide parlayan bir yıldız haline geldiysek, şu anda Türkiye’nin demokraside ve hukukta da parlayan bir yıldız haline gelmesiyle ilgili koskoca bir fırsat penceresi açılmış durumda.

Yapılması gereken nedir bakın. Şu AİHM kararları var ya uygulanmayan, hemen uygulanması… Osman Kavala, Can Atalay… Kendi AYM kararlarımız var uygulanmayan, bunların derhal uygulanması… Bu siyasi operasyonların derhal sona erdirilmesi. Yani Sayın Erdoğan’ın siyasi rakip gördüğü kim var kim yoksa bir operasyon düzenliyor, düzenletiyor. Bunların derhal sona ermesi. Ve böylece dünyanın demokraside ve hukukta gerilediği bir dönemde Türkiye’nin yeniden bir parlayan yıldız olarak ortaya çıkması. Büyük bir fırsat var.”

Hukuk devletini iyi çalıştıran, ekonomide mantıklı işler yapan bir Türkiye olsa inanın dünyada ilk üçe girer Türkiye. Niye girer? Bakın çok basit. Toplam diplomatik misyon sayısında zaten ilk üçteyiz. Bugün Amerika ve Çin’den sonra en çok büyük elçilik ve başkonsolosluğa sahip olan ülke Türkiye. Türk Hava Yolları 128 ülkeye uçuyor. Niye? Çünkü Türkiye’nin doğal bir pozisyonu var burada. Sadece Türkiye’nin bu doğal pozisyonunun potansiyelinin önünü açmak… Yani barajın arkası su dolu. Ağzına kadar dolu. O barajın kapağını açıyorsunuz ve potansiyel atıyor. Türkiye böyle bir ülke. Onun için ben üzülüyorum. Bu potansiyeli gerçekleştiremediğimiz için üzülüyorum.”

Sayın Erdoğan’ın maalesef dar bakışı ve tamamen kendi ikbaliyle ilgili o zihin dünyası Türkiye’nin önüne koca bir set çekmiş durumda. Ben bakın burada da söyledim. ‘Erdoğan’a tavsiyem bırakıp Türkiye’nin, demokrasinin önünü açmasıdır’ dedim. Bu gerçekten samimi bir dost tavsiyesi. Ülke için tavsiye. Şimdi 22 sene sonra bu ülkenin gücünü elinde tutmak, tek yetki olarak yönetmek güç zehirlenmesine yol açıyor. Bu tarihi bir gerçek. Merkel niye bıraktı? Merkel istese bir beş sene daha rahatlığında Başbakan olamaz mıydı? Olurdu. Niye bıraktı? Çünkü ‘Artık zaman doldu’ dedi. ‘Ben ne kadar da başarılı olsam, Avrupa’nın ne kadar da en önemli lideri olsam artık zaman doldu’ dedi. ‘Bundan sonra ben bile yoldan çıkabilirim’ dedi.”

“Hukuk olmadan yatırım olmaz

“İmamoğlu, Özdağ, Demirtaş ve Kavala’nın tutukluluklarına dikkat çeken Babacan, hukuk olmadan ekonominin olmayacağının altını çizdi. Babacan, şu ifadeleri kullandı: “Türkiye şu anda milli gelirini çoktan 25 bin dolara çıkartması gerekiyordu. Bakın 12 bin 500 dolara çıkarttık. 25 bin dolar hedef koyduk. 2023’te 13 binde kaldı. Büyük potansiyeli gerçekleştiremiyor. Hukuk olmadığı için, demokrasi iyi çalışmadığı için o büyük potansiyeli Türkiye’nin işlemiyor şu anda.

Avrupa’nın şimdi çok büyük bir savunma sanayi pazarı oluşuyor. O savunma sanayi pazarına üretim yapacak insanların öncelikle güvenmesi lazım bu ülkeye. Benim hukuki güvenliğim olması lazım. Bunca yatırım yapacağım, ihracat yapacağım büyük pazar var ama Türkiye’ye yatırım yaptığında acaba bir gün birileri çöker mi? Bir gün olmadık bir vergi cezası gelir mi? Bir gün ülke yönetenler bana şöyle bir yan bakar. Taleplerde bulunurlar. Ben de yapamazsam acaba teslim elden gider mi diye korkuyor insanlar. Yatırım olmayınca ihracat artmaz. Mutlaka yatırım lazım. Yatırım için de hukuk lazım. Hukuk buradayken yatırım olmaz.

Ben bu ülkenin şu anda Cumhurbaşkanı olsam, inanın 10 tane sağlam, düzgün insanı, dürüst ve iyi insanı ekonominin başına koyarım. Derim ki ‘Arkadaş hemen ekibinizi değiştirin.’ Ve haftada sadece iki kere, ikişer saatlik toplantıyla zaten ekonomiyi ayağa kaldırırım. İnanın o kadar basit. Ama ondan sonra dönerim vaktimi hukuk ve adalet sistemini ayağa kaldırmaya harcarım. Çöken eğitim sistemini ayağa kaldırmaya çalıştım. Çünkü ekonomide bir yandan saçmalıklar, tamamen rasyonalite dışı işler bunları toparlarken, öbür taraftan da hukuk, adalet, eğitim, demokrasi zeminini güçlendirdim. Ve Türkiye hemen ayağa kalkar ya. İnanın 6 ayda kurumlar şöyle bir kendine gelir. 1 ayda kurumlar düzelir ama, 6 ayda sistem tıkır tıkır işlemeye başlar. En geç 2 sene sonra enflasyon tekrar ülkede tek haneye iner ve orada kalır.”

İmamoğlu’nun tutukluluk sürecini de değerlendiren Babacan, “Yanlış olan şu ki dört meseleyi eğer siz paketleyip 12 saat içerisinde bir operasyonla uygulamaya geçiriyorsanız bu yanlış. Hangi dört mesele? Diploma meselesi. Büyükşehirle ilgili yolsuzluk iddiaları, CHP’nin kurultayıyla ilgili o şaibeler ve terör iş birliği bu yerel seçimlerdeki kent uzlaşışı… Şimdi dört ayrı konu, dört ayrı hatta yürümesi gereken konu, ayrı zamanlarında doğal akması gereken konuyu eğer paketleyip de 12 saat içerisinde akşam diploma iptal, sabah gözaltı, tutuklama o zaman bunun usul açısından baktığımızda bu siyasi bir operasyon olarak görüyoruz biz bunu. Usul açısından baktığımızda… Esaslarına inilmeden ne olduğunu bilmemiz zor. Şöyledir böyledir dememiz de zor” diye konuştu.

Babacan, AK Parti seçmeninin yarısının İmamoğlu’na yönelik operasyonun siyasi olduğuna dair kanaat taşıdığı tespitine iktidar medyasından gelen eleştirileri de değerlendirdi. Babacan, “Bu sadece bizim gözlemimiz değil. Nisan ayında ve Mayıs ayında yapılan toplumsal araştırmalara, kamuoyu yoklamalarına baktığınızda bunun hepsi açık açık görünüyor. Yani onun için bu yandaş medyada yazanlar, yazdıranların bir kıymeti yok. Şimdi bunu neye dayanarak söylüyor? Çok sayıda araştırma var ben ona dayanarak söylüyorum yani. Tabii ne yapacak işte patronları gereği ya da yaptığı iş gereği yazıyor. Onların sıfır değeri sıfır yani orada yazılanların bizim için hiç önemi yok. Arkasına rakamlarla koyuyorsa öyle kendi yönlendirdikleri araştırma şirketleri değil, gerçekten bağımsız tarafsız çalışan araştırma şirketlerinin rakamlarını koyarak konuşuyorsa konuşsun. Yoksa boşa konuşur herkes” dedi.

“Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet, sanal kumara karşı ama aynı Cumhurbaşkanlığı bir imzayla izin veriyor”
İktidarın sanal kumarla mücadelesinin algıdan ibaret olduğunu dile getiren Babacan, “Sanal kumarla mücadele ediyoruz. Algı o. Halbuki yasa dışıyla mücadele ediyorlar. Yasalla bir dertleri yok. Yasalı oynatıyorlar. Geçen iki hafta önceki cuma hutbesinden ya. Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı kime bağlı? Cumhurbaşkanlığı’na bağlı değil mi? Evet. Sanal kumar, sanal bahis diyor hocalar. Türkiye’nin dört binlerinde cuma hutbesinde ‘Çok kötü alışkanlıktır’ diyor. ‘Sanal kumar, sanal bahis’ diyor. ‘Bunlar olmaması lazım’ diyor. ‘Dinimizin emri’ diyor hutbeden, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı. Aynı cumhurbaşkanlığı sanal kumarın oynatmasıyla ilgili imzayı atmış. Bu adamlara sanal kumarı oynatıyor. Şimdi faize nas var da, sanal kumara, kumara bahise, nas yok mu? Erdoğan’ın terminolojisiyle anlatayım yani. İnanılır gibi değil. Hiçbir tutarlılık yok yani” dedi.

Paylaşın