2024 yılında AİHM’e En Çok Başvuru Türkiye’den Yapıldı

31 Aralık 2024 itibarıyla, AİHM’e 60 bin 350 dava başvurusu bulunuyor. Bu başvuruların 21 bin 600’ü Türkiye kaynaklı hak ihlali iddialarından oluşuyor. Türkiye bu rakamla halihazırda AİHM iş yükünün yüzde 35,8’ini oluşturuyor.

Türkiye’yi bu alanda sırasıyla Rusya Federasyonu (8 bin 150), Ukrayna (7 bin 700), Romanya (3 bin 850), Yunanistan (2 bin 600), İtalya (2 bin 150), Polonya (2 bin 50), Azerbaycan (bin 950), Moldova (bin 150), Slovenya (bin) ve diğer 37 devlet (8 bin 150) izliyor.

AİHM gündeminde 2023 sonunda toplam 68 bin 450 dava başvurusu bulunuyordu. Türkiye 2023 yılını 23 bin 397, 2022 yılını 20 bin 115, 2021’i ise 15 bin 251 dava başvurusuyla kapatmıştı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2024 yılı bilançosunu içeren raporunu yayınladı. Rapora göre, AİHM’de 2024 yılında 28 bin 800 başvuru kayda alındı. Bu rakam, 2023 yılındaki 34 bin 650 başvuruya göre yüzde 17’lik genel düşüşü temsil ediyor. Raporda bu durumun, “Türkiye, Macaristan, Belçika, Slovenya ve Sırbistan’a yönelik başvuru sayısındaki azalmadan kaynaklandığı” belirtiliyor.

AİHM’in gündeminde toplam 60 bin 350 dava başvurusu bulunuyor. Türkiye, 21 bin 600 dava başvurusuyla, mahkemenin iş yükünün yüzde 35,8’ini temsil ediyor. Bu başvuruların 18 bine yakınının “FETÖ/PDY başvurularıyla ilgili” olduğu belirtiliyor.

Türkiye’yi bu alanda sırasıyla Rusya Federasyonu (8 bin 150), Ukrayna (7 bin 700), Romanya (3 bin 850), Yunanistan (2 bin 600), İtalya (2 bin 150), Polonya (2 bin 50), Azerbaycan (bin 950), Moldova (bin 150), Slovenya (bin) ve diğer 37 devlet (8 bin 150) izliyor.

AİHM gündeminde 2023 sonunda toplam 68 bin 450 dava başvurusu bulunuyordu. Türkiye 2023 yılını 23 bin 397, 2022 yılını 20 bin 115, 2021’i ise 15 bin 251 dava başvurusuyla kapatmıştı.

Geçen yıl Türkiye hakkında 73 davada karar açıklayan AİHM, bunlardan 67’sinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) en az bir maddesinin ihlal edildiğine hükmetti. Bunlardan 15’i AİHS’in “ifade özgürlüğünü” düzenleyen 10’uncu maddesi, 19’u “özgürlük ve güvenlik hakkını” düzenleyen 5’inci maddesi, 13’ü de “adil yargılama hakkını” düzenleyen 6’ıncı maddesiyle ilgili verildi.

Paylaşın

AİHM’den Türkiye Hakkında Bir Hak İhlali Kararı Daha!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’de boşanan kadınların hamile olmadıklarını gösteren bir rapor sunmadıkları takdirde yeniden evlenebilmek için 300 gün beklemelerini zorunlu kılan kanun hükmünü hak ihlali olarak değerlendirildi.

Nurcan Bayraktar’a karşı Türkiye davasındaki kararda, bu uygulamanın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “özel hayata saygı hakkı” başlıklı 8’inci maddesinin ve “evlenme hakkı” başlıklı 12’nci maddeyle bağlantı olarak da “ayrımcılığın engellenmesi” başlıklı 14’üncü maddenin ihlal edildiğini belirtti.

Dava, Türkiye’de Ocak 2014’te boşandıktan sonra aynı yıl 300 günlük bekleme süresinin tıbbi rapor olmaksızın kısaltılması için mahkemeye giden ancak yargıdan olumsuz yanıt alan Nurcan Bayraktar’ın iç hukuk yolunun tükenmesinin ardından Haziran 2020’de AİHM’ye bireysel başvuruda bulunması üzerine Strazburg merkezli uluslararası mahkemeye taşınmıştı.

Türkiye’de yasalar kadınların eski eşlerinden farklı biriyle evlenmek için boşanmalarının kesinleşmesinden sonra asgari 300 gün beklemelerini şart koşuyor. İddet süresi olarak da adlandırılan bu süreyi beklemek istemeyen kadınların hamile olmadıklarını tıbbi testlerle ispatlamaları gerekiyor.

Türk Medeni Kanunu’nun 132. Maddesinde iddet süresinin çerçevesi şöyle çiziliyor: Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemez. Doğurmakla süre biter. Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.

AİHM, hak ihlali tespit ettiği davada, mahkemeye başvuran Nurcan Bayraktar adlı şikayetçiye 300 gün bekleme zorunluluğu getirilmesi ve bu kişiden tıbbi rapor istenmesinin hiçbir zorunlu toplumsal gereksinime hizmet etmediğine hükmetti.

Söz konusu uygulamanın “hedeflenen meşru amaçlarla orantısız olmasının yanı sıra yeterli ve uygun sebeplerle de gerekçelendirilmediğini” belirten AİHM, “başvuru sahibinin özel hayatına saygı hakkına müdahaleyle sonuçlanan” bu eylemin “demokratik bir toplumda gerekli olmadığı” hükmüne vardı.

“İhlalin tespit edilmesinin tek başına yeterli adil tazmin oluşturduğuna” hükmeden AİHM, başvuru sahibine herhangi bir tazminat ödenmesine gerek görmedi. Ancak AİHM, Türkiye’yi Bayraktar’ın 564 euroluk mahkeme masraflarını ödemeye mahkûm etti.

Mahkeme ayrıca, bu uygulamanın doğrudan bir cinsiyet ayrımcılığı anlamana geldiğini ve doğacak çocuğun babasının kim olduğu üzerindeki belirsizliği önlemek amacıyla alınan bir tedbir olduğu savının bu ayrımcılığı haklı gösteremeyeceğine hükmetti.

Davacının cinsiyeti nedeniyle gördüğü muamelenin gerekli olmadığı ve hiçbir gerekçeyle haklı gösterilemeyeceği ifade edildi.

Ayrıca “soy kütüğünde karışıklık olmasını” önlemek gibi bir amacın, yani biyolojik babanın kim olduğunu tespit etme niyetinin, modern toplumda yeri olmadığı belirtildi. AİHM’in ön kararının ardından tarafların nihai bir karar alınmasını talep etmek için üç ay süreleri bulunuyor.

Paylaşın

AİHM, Cezaevinde Cuma Namazı İsteyen Hizbullah Üyesini Haklı Buldu

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) cezaevinde cuma namazı kılmasına izin verilmeyen bir Hizbullah hükümlüsünün yaptığı başvuruyu haklı buldu. Diyarbakır Mahkemesi, başvuru sahibinin şikayetini geri çevirmişti.

Diyarbakır’da yaşayan 1973 doğumlu Abdullah Yalçın’ın 2010’da yaptığı Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. maddesi olan inanç özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti.

Türk hükümetinin savunmasında temel olarak kullandığı, “Bazı din uzmanlarına göre cuma namazı özgür kişiler için zorunludur, tutuklular için değildir” argümanı ise kabul görmedi.

Türkiye’nin “Çok sayıda mahpusun hücrelerinden bırakılarak bir araya gelmesi güvenlik riski oluşturur” savunması da etkili olamadı.

Türk hükümetinin “Koğuşundaki diğer üç mahpusla birlikte namaz kılabilir” açıklaması ise “Koğuşundaki diğer hükümlülerin cuma namazına katılmak isteyip istemediğini bilemeyiz” diyerek reddedildi.

Yalçın 2010 yılında cezaevi yönetiminden cuma namazları için bir oda ayrılmasını talep etmiş, bunun reddedilmesi üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne yaptığı başvuru da kabul görmemişti.

AİHM Türkiye’nin “Cuma namazı tutuklulara zorunlu değil” argümanına rağmen başvurucunun Müslüman olduğunu ve bu yüzden cuma namazına katılma isteğinin içten olduğuna ve bu yüzden de AİHS’in 9. maddesiyle korunması gerektiğine karar verdi.

Türkiye’nin bu talebi reddederken Yalçın’ın bir güvenlik riski oluşturup oluşturmadığına dair özel bir değerlendirme yapmadığını belirten AİHM, yetkililerin cezaevinde Cuma namazını mümkün kılmak için de hiçbir girişimde bulunmadığını vurguladı ve Türkiye’yi haksız buldu.

Yalçın bir tazminat başvurusu yapmadığı için herhangi bir tazminata karar verilmedi.

Paylaşın