Gündoğdu Sanımer Kimdir? Hayatı, Eserleri
1935 yılında Trabzon’da dünyaya gelen Gündoğdu Sanımer, 23 Haziran 2003 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Küçük yaşta babasını yitirdi. İlk ve ortaöğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini (1966) bitirdi.
Haber Merkezi / Otuz yıl jinekolog hekim olarak Trabzon’da görev yaptı. 1990’ların başında İstanbul’a yerleşti. 1960’larda, yayımlanmasına katkıda bulunduğu Kıyı dergisinin daha sonra sanat danışmanlığını ve yayın yönetmenliğini üstlendi.
Şiir ve yazıları Hakimiyet (Trabzon) adlı yerel gazete ile Kıyı, Yazko Edebiyat, Karşı Edebiyat, Varlık, Genç Öğretmen, İstanbul, Türk Sanatı, Güzel Yazılar ve Şiir Ülkesi dergilerinde yayımlandı. Son Haber, Yenigün, Karadeniz ve Kuzey Haber gibi yerel gazetelerde köşe yazıları yazdı. Resim ve ebru çalışmaları yaptı, sergiler açtı.
Attila Aşut, onun için, “Bildik bir gidişti onunkisi, ipuçları önceden verilmiş: ‘ben gündoğdu sanımer karşınızda/ sakladım şiirlerimi sizden bağışlayın/ utancın en uzun savaşı susmak/ daralsa da yüreği insanın’. Lirik bir dille yazdığı şiirlerinde, insanı ve doğayı tarihsel bütünlük içinde anlatma çabası sezilir. Kendi yaşamından ve çocukluğundan belirgin izler taşıyan ‘çocuk’ imgesi ise şiirinde ağırlıklı bir yer tutar. Az ve öz üreten bir ozandı.” ifadelerini kullanmıştır.
Eserleri; Karayelin Sürüleri (1987), Suyun İnce Sesinde (1991).
“O ilk gün”
Sancılı bir gece uyandı benimle
Korkunun deli atına binmiş
Çatıyı uçuran sağır muştu
Beklediği bir yolcu var yaşamın
Taşıdım geceyi
Öpülmemiş dudağında üryan
Alacakaranlığın gülü
Çığlığa sığınıyor gizemi
Çarpıntısında göğsün
Çatıya çıktığında tasa
Karnını okşar bir kadın umudun
Irmak olur akıp gider içinde
Sevginin bilinen adıdır ana
Yüklenmişti duvarına karanlığın
Nereden bellemiş özgürlüğü
Neler geçiriyor aklından bebek
O ışığın akmadığı denizde
Tanışıyor acıyla soluğumuz
Karaya çıktığımız o ilk gün
Ağlamak geliyor içimden
Yorgundu yürüdüğüm yol
Doğarken gördüm ışığınızı
Başını sudan çıkaran nilüfer
Onurlu güzelleşen evrende

“Suyun ince sesi”
Donayazmış ağulu otlar gördüm
İlk kar düştüğünde yanmış dudakları
Kaygıyla soluklanan soluk bacalar
Uçsa kelebek çalılıklar üstünde
Bozkırın duyulsa kımıldanışı
Çıksa yuvasından yusufçuk
Kül yüzlü bir gül geçti yanımdan
Duymadı sessizliğin trompetini
Belirsiz bir denize aktı şiir
Başımın üstünde duran yazının
Saklanıyorum çok eski harflerine
Bakmadığım yerde suyun ince sesi
Korkuyorum yalnız kaldı şarkım
Yas tutmasın yağmur toprağımda
Çiçeğini geri istediğinde doğa
“Uzaktı çocukluğum”
-mustafa cansız’a-
Yoktun bu şehirde
Aldın başını gittin denizlerden öteye
Sezmiştin belki bir yaprağın kımıltısından
Yıllarca sessiz sevdiğimi seni
Uzaktı çocukluğum böğürtlen dikenliğinde
Guguk kuşlarının çağrısını gizledim sizden
Avare dolaştım aranızda gülerek
Sevgi bir yerlerde kilitlediğim sandık
Çocuk acılarımı paylaşmadım sizinle
Doğduk yaşıyoruz ne olsa
Yaşıyoruz anlamsız günlüğümüzü
Ağaçları görmeden duymadan rüzgarları
Uydurulmuş kavgaları var evrenin
Bitmez bir gün yaşam bitse de
Yoksun bu şehirde sen
Ak saçların kapatmıyor yorgun başını
O akıl/o bitmez bilgi gömütü
Adını çoktan unutan dostlarla bitti
Seni çok uzaklara götürmüşüz meğer
Hangi akasya okuyacak şiirlerini
Hangi çiçek renk verecek günlerine
Neden çıkıp gelmiyorsun yıllarca
Sokaklara acılı bir gölge gibi düşmüyor belki
İçimde külçe gibi yoğunlaşan yokluğun






























