Modern Çağın Hastalığı Alzheimer’in Sırrı Çözüldü

Beyinde protein birikmesiyle karakterize, beyin hücrelerinin ölümüyle gelişen Alzheimer, öncelikle bilişsel işlevleri etkileyen, kişinin düşünme, hatırlama ve günlük işlerini yerine getirme yeteneğini yavaş yavaş azaltan ilerleyici ve yıkıcı bir nörolojik hastalıktır.

Yeni yayınlanan bir çalışma modern çağın hastalığı olarak da tanımlanan Alzheimer’ın tedavisinde umut oldu. Çalışma, beyin hücrelerinin ölümüne ilişkin yeni bulgular ortaya koydu. Bu bulgular, etkili Alzheimer ilaçlarının geliştirilmesine olanak sağlayabilir.

Dünya çapında yaklaşık 55 milyon insan, Alzheimer hastalığını da içeren demanstan muzdarip. Hastalığa yakalananların üçte ikisi gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. Yaşlanan nüfus göz önüne alındığında, bu sayının 2050 yılına kadar yaklaşık 139 milyona yükseleceği ve özellikle Çin, Hindistan, Güney Amerika ve Afrika’da dramatik bir hal alacağı tahmin ediliyor.

Dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar, onlarca yıldır Alzheimer’ı tedavi edecek bir ilaç arayışında. Şimdiye kadar elde edilen başarılar oldukça sınırlı düzeydeydi. Araştırmaların geldiği son noktada ise “Lecanemab” adlı etken maddeye büyük umutlar bağlanmış durumda. ABD Gıda ve İlaç Dairesi tarafından 2023 yılı sonuna kadar onaylanması beklenen bu antikor, hastalığın erken aşamalarında ilerlemesini yavaşlatabilir.

Etkili ilaçların geliştirilmesi bugüne kadar oldukça zordu. Çünkü Alzheimer hastalığına dair tüm beyin süreçleri henüz açıklığa kavuşturulmamıştı. Buna Alzheimer hastalarında beyin hücrelerinin neden öldüğü sorusu da dahildi. Alzheimer hastalarının beyinlerinde amiloid ve tau adı verilen birçok anormal protein birikiyor. Ancak bu iki protein arasındaki doğrudan bağlantı şimdiye kadar belirsizdi.

Gizem çözüldü

Belçikalı ve İngiliz araştırmacılar şimdi bu gizemi çözdüklerine inanıyor. “Science” dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmaya göre, beyinde biriken anormal proteinler ile bir tür hücre ölümü olan “nekroptoz” arasında doğrudan bir bağlantı var.

Normalde nekroptoz, özellikle bağışıklık reaksiyonları veya enflamatuar (iltihap) süreçleri sırasında istenmeyen hücrelerin ortadan kaldırılmasını ve böylece yeni hücrelerin oluşmasını sağlar. Besin kaynağı kesildiğinde hücreler şişer, plazma zarları tahrip olur, hücre iltihaplanır ve ölür.

Araştırmaya göre, Alzheimer hastalarında beyin hücreleri iltihaplanıyor çünkü nöronlar arasındaki boşluklarda anormal amiloid birikiyor. Bu da hücrenin iç kimyasını değiştiriyor.

Amiloid, “plaklar” oluşturmak üzere bir araya toplanıyor ve tau proteini “yumak” adı verilen lif demetleri halinde birikiyor. Bu etkileşim sayesinde beyin hücreleri, MEG3 molekülünü üretmeye başlıyor. Araştırma ekibi, MEG3’ü bloke etmeyi başardı ve beyin hücreleri de hayatta kaldı.

Bunu yapmak için araştırmacılar,  insan beyin hücrelerini, özellikle büyük miktarlarda anormal amiloid üreten ve genetiği değiştirilmiş farelerin beynine nakletti.

Araştırma ekibinin üyelerinden olan İngiltere Demans Araştırma Enstitüsü’nden Prof. Bart De Strooper, Alzheimer konusunda dönüm noktası niteliğindeki bulguyu şöyle açıklıyor: “İlk defa Alzheimer hastalığında, nöronların nasıl ve neden öldüğüne dair bir ipucu elde ettik. Bu konuda 30-40 yıldır pek çok spekülasyon yapıldı ama kimse mekanizmaları tam olarak belirleyemedi.”

Belçikalı ve İngiliz araştırmacılar, bu yeni bulguların Alzheimer ilaçlarının geliştirilmesi için yepyeni imkanlar sağlayabileceğini umuyor. Bu umut temelsiz değil, çünkü son zamanlarda Lecanemab gibi, özellikle amiloid proteinini hedef alan ilaçlar geliştirildi. Eğer MEG3 molekülünü uygun ilaçlarla bloke etmek mümkün olursa, beyin hücrelerinin ölümü de durdurulabilir.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Peynir, Demansı Önleyebilir Mi? Dikkat Çeken Araştırma

Genellikle hafıza kaybıyla ilişkilendirilen demans, düşünmeyi, hafızayı ve sosyal yetenekleri günlük yaşamı ciddi şekilde etkileyebilecek bir dizi semptomu barındırır. Bu spesifik bir hastalık değil, kişinin itibarını da etkileyebilen bilişsel yeteneklerdeki azalmayı ifade eden genel bir terimdir.

Haber Merkezi / Alzheimer hastalığı demansın en yaygın nedenlerinden biridir ve vakaların yüzde 60-80’ine katkıda bulunur. Ayrıca, vasküler demans, lewy cisimcikli demans, karışık demans vb. yer alır.

Japonya’da bilim insanları, peynir tüketmenin demans riskinin azalmasıyla potansiyel bir bağlantısının olup olmadığını belirlemek için 65 yaş ve üzeri 1.500’den fazla yetişkinin katılımıyla bir araştırma gerçekleştirdiler.

Araştırma, özellikle bilişsel gerilemeye daha duyarlı olabilecek yetişkinlerde, peynir tüketimi ile bilişsel işlevler arasında ilgi çekici bağlantıları ortaya çıkardı.

Araştırma, beslenmelerine peynir eklenen yetişkinlerin bilişsel testlerde sürekli olarak daha yüksek puan aldığını ve beyin fonksiyonlarının daha iyi olduğunu ortaya koydu. Düzenli olarak peynir tüketen yetişkin katılımcılar, 30 puanlık bilişsel işlev sınavında ortalama 28 puan alırken, peynir tüketmeyenlerin ortalaması 27 oldu.

Peynir tüketenlerde ayrıca, biraz daha düşük BMI ve kan basıncı, daha hızlı yürüme hızı tespit edildi.

Demans tedavi edilebilir mi?

Özellikle yaşlanan dünya nüfusuyla birlikte büyüyen bir endişe kaynağı olan demansın, şu an için tedavisi bulunmamakta.

Ancak, düzenli fiziksel aktivite, dengeli beslenme, aşırı alkol tüketiminden kaçınmak, sigara içmemek ve kan basıncını kontrol altında tutmak, riskin azaltılmasına yardımcı olabilecek proaktif önlemler arasındadır.

Bazı araştırmalar, okuma, bulmaca çözme veya yeni beceriler edinme gibi zihinsel olarak uyarıcı faaliyetlerde bulunmanın da beyin sağlığını destekleyebileceğini ve potansiyel olarak demans başlangıcını geciktirebileceğini öne sürmekte.

Demans hastalarının bakımı

Duygusal destek, anlayış ve sabırlı bakım… Yapılandırılmış bir rutin sağlamak, güvenli bir ortam yaratmak ve günlük aktiviteler için hafif hatırlatmalar sunmak demans hastası kişiler için faydalı ve kimlik duygularını kaybetmemelerine yardımcı olabilir.

Demans hastalığının ilk belirtileri nelerdir?

Demansın ilk belirtileri hafıza kaybı, planlama ve problem çözmede zorluk, kafa karışıklığı, yönelim bozukluğu, dil sorunu, iletişim sorunları, tanıdık görevleri yerine getirmede zorluk ve ruh halindeki değişiklikler.

Demans için en yaygın risk faktörü nedir?

Yaş, demans için en yaygın risk faktörü olarak kabul edilir, ancak diğer faktörler demansın başlangıcını tetikler.

Paylaşın

James Webb, Dünya’daki Yaşamı 40 Işık Yılı Uzaklıkta Buldu

“Uzayda yaşam var mı?” sorusu artan bir ilgiyle gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu, Dünya’dan 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir gezegende dinamik bir atmosfer ortaya çıkardı.

James Webb Uzay Teleskobu, Samanyolu Galaksisi’ndeki başka bir yıldız sisteminden bakarak Dünya’daki insan uygarlığını tespit edebilecek seviyeye geldi.

Bu da son teknolojiye sahip uzay aracının galaksideki uzak gezegenleri gözlemlerken olası uzaylı uygarlıklarını bulabileceği yönündeki umutları artırıyor.

Gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobu diye bilinen cihaz, 2021’in sonlarında fırlatıldığından beri evrenin nasıl oluştuğunu bulmak için eski galaksi ve yıldızları tarıyor.

Ancak teleskobun ikincil hedeflerinden biri, yakındaki ötegezegenlerin atmosferlerini analiz ederek biyolojik imza diye anılan yaşam belirtilerini aramak.

Bu imzalar genellikle canlılar tarafından üretilmiş olabilecek gazları veya yapay moleküller gibi teknolojik izleri kapsıyor.

Yine de James Webb Teleskobu’nun olası zeki uygarlıkların işaretlerini ne kadar iyi tespit edebileceği belirsizdi. Bu soruyu yanıtlamak isteyen araştırmacılar da teleskobu insanlar üzerinde denemeye karar verdi.

Böylece teleskop, halihazırda yaşama ev sahipliği yaptığı bilinen tek gezegen olan Dünya’ya çevrildi.

28 Ağustos’ta bilimsel makale arşivi arXiv’e yüklenen ve henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen yeni araştırmada bilim insanları, Dünya atmosferinin spektrumunu çıkardı ve bunun onlarca ışık yılı uzaklıktaki bir gözlemciye nasıl görüneceğini düşünerek verilerin kalitesini kasten düşürdü.

Teleskobun sensörlerinin yeteneklerini taklit eden bir bilgisayar modeli üreten araştırma ekibi, uzay aracının yaşama işaret eden metan, oksijen, azot dioksit ve kloroflorokarbonlar gibi biyolojik ve teknolojik imzaları saptayıp saptayamadığını kontrol etti.

Sonuçlar, James Webb’in Dünya atmosferindeki biyolojik ve teknolojik tüm önemli işaretleri tespit edebileceğini gösterdi.

Araştırmacılar, değiştirilen veri kümesinin kalitesinin, Dünya’dan yaklaşık 40 ışık yılı uzaklıktaki bir kırmızı cüce yıldızın yörüngesinde dönen 7 gezegeni içeren TRAPPIST-1 sisteminin gözlemlerine denk olduğunu belirtiyor.

Bu da teleskobun Dünya’dan yaklaşık 40 ila 50 ışık yılı uzaklıktaki ötegezegenlerde olası yaşamın işaretlerini yakalayabileceği anlamına geliyor.

Öte yandan Dünya’dan 50 ışık yılı uzaklıkta yalnızca 20 ötegezegen resmen keşfedilebildi. Ancak uzayın bu bölgelerinde varlığı henüz doğrulanamamış yıldız adaylarının sayısı çok fazla.

Bu yüzden bilim insanları, James Webb’in menzilinde aslında 4 bin kadar ötegezegen olabileceğini düşünüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünya’nın Ürkütücü Sonunu Canlandırdı

Güneş ömrünü tamamladığında şimdiki boyutunun çok ötesine geçerek şişecek. Dünya’daki okyanuslar kaynarken, nihayetinde yıldız, gezegeni ve kalabilecek son yaşam kırıntılarını da yutacak.

Üstelik Dünya yutulduktan sonra da Güneş şişmeye devam edecek. Yıldız yaklaşık 7,59 milyar yıl içinde tam gelişmiş bir kırmızı dev haline geldiğinde yarıçapı, şimdikinin 256 katına ulaşmış olacak.

Aralarında Avrupa Güney Gözlemevi’nin (ESO) de yer aldığı birçok kurumdan bilim insanları ve tasarımcılar, Güneş’in son günlerinde nasıl görüneceğine dair önemli ipuçları veren videolar servis ediyor.

Şimdiye dek yapılan araştırmalar ve ömrünün sonlarına gelmiş Güneş benzeri yıldızlardan toplanan veriler doğrultusunda hazırlanan bu canlandırmalar, aynı zamanda Dünya’nın nasıl yok olacağını da dehşetengiz biçimde gözler önüne seriyor.

Buna göre birkaç milyar yıl içinde Dünya yok olmaya başlayacak. Güneş ömrünü tamamladığında şimdiki boyutunun çok ötesine geçerek şişecek. Yıldızlar bu aşamada “kırmızı dev” adını alıyor.

Dünya’daki okyanuslar kaynarken, nihayetinde yıldız, gezegeni ve kalabilecek son yaşam kırıntılarını da yutacak. Üstelik Dünya yutulduktan sonra da Güneş şişmeye devam edecek.

Yıldız yaklaşık 7,59 milyar yıl içinde tam gelişmiş bir kırmızı dev haline geldiğinde yarıçapı, şimdikinin 256 katına ulaşmış olacak.

ESO’nun YouTube kanalında yayımlanan bir videoda, Güneş’in bu devasa boyutlara nasıl ulaşacağı ayrıntılı biçimde gösteriliyor. Videoda Dünya’nın konumu değişmezken, Güneş’in giderek büyüdüğü ve gezegene hızla yaklaştığı, sonunda da onu içine yuttuğu görülüyor.

Bu gerçekleştiğinde Güneş Sistemi’nin halihazırda Dünya’yı kapsayan yaşanabilir bölgesi de çok daha uzağa kaymış olacak.

Bilim insanları o gün geldiğinde sistemin yaşanabilir bölgesinin Kuiper Kuşağı olabileceğini düşünüyor. Güneş Sistemi’nin uzak kenarında yer alan bu kuşak, uzay kayaları ve cüce gezegenlerden oluşuyor. Bu da Dünya’nın yok olmasının ardından bu kayalık cisimlerde hayatın var olabileceği anlamına geliyor.

Coconut ScienceLab adlı YouTube kanalında yayımlanan bir diğer videodaysa Güneş’in genişlemesi, yörüngesinde dönen diğer gezegenlerle birlikte resmediliyor.

Öte yandan Güneş, bir gün kırmızı dev evresini aşıp çok daha kararlı olan ve hiç rüzgar yaymayan beyaz bir cüceye dönüşecek. İşte bu noktada sistemdeki bir gezegenin hayatta kalmasının mümkün olabileceği düşünülüyor.

Zira bilim insanları, beyaz cüce yıldızların, yörüngelerinde yaşanabilir gezegenlere ev sahipliği yapabileceğini düşünüyor. Ancak bu gezegenlerin, kırmızı dev evresinden sonra ortaya çıkması gerekiyor. Diğer bir deyişle Dünya’nın beyaz cüceye dönüşen Güneş’in etrafında dönmeye devam etmesi mümkün görünmüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Tek Ayak Üzerinde 10 Saniye Duramayanlar Dikkat: Ölüm Riski 10 Yıl İçinde İki Kat

Yayınlanan yeni bir araştırmaya göre, yaşamın orta ve ileri dönemlerinde 10 saniye boyunca tek ayak üzerinde duramama, 10 yıl içinde herhangi bir nedenden dolayı ölüm riskinin neredeyse iki katına çıktığını ortaya koydu.

Araştırmayı yapanlar, bu basit ve güvenli denge testinin yaşlı yetişkinler için rutin sağlık kontrollerine dahil edilebileceğini söylüyor.

Hakemli bilimsel dergi British Journal of Sports Medicine’de yayımlanan araştırmada ilk olarak 1994’te kurulan CLINIMEX veritabanının kayıtları kullanıldı. Bu veritabanında kayıtlı bireylerin sağlık durumu ve egzersiz faaliyetleri arasındaki ilişki yıllardır takip ediliyor.

Yeni araştırmadaysa 2009 ve 2020 arasında takip edilen ve 1702 katılımcıdan oluşan bir grup değerlendirildi. Kontrol muayenelerine çağrılan bu katılımcılardan herhangi bir destek almadan 10 saniye boyunca tek ayak üzerinde durmak da dahil olmak üzere bir dizi hareketi yapmaları istendi.

Katılımcılar testler sırasında bir ayağını kaldırarak yerde sabit duran bacağının arkasına yerleştirdi. Araştırma ekibi kendi geliştirdikleri bu teste tek bacaklı duruş (one-legged stance / OLS) adını verdi.

Grubun beşte birinin testte başarısız olduğu görüldü. Üstelik başarısızlıkla yaş arasında da kolerasyon vardı. Testi geçememe ihtimali, 51-55 yaşlarından itibaren 5 yıllık aralıklarla ikiye katlanıyor gibi görünüyordu.

Araştırmacılar bu grubu ortalama 7 yıl boyunca takip etti. Katılımcıların yüzde 7’si bu süre içinde hayatını kaybetti.

Ölümlerin yüzde 32’si kanserden, yüzde 30’u kalp-damar rahatsızlıklarından, yüzde 9’u solunum yolu hastalıklarından ve yüzde 7’si de Kovid-19 komplikasyonlarından kaynaklandı. OLS testinde başarısız olanlar arasında ölüm oranı yüzde 17,5 olarak belirlendi. Testi geçebilenlerde bu oran yüzde 4,5’ti.

Araştırmacılar yaş, cinsiyet ve sağlık durumlarını hesaba katarak 10 saniyelik OLS testini tamamlayamayanların 10 yılda herhangi bir nedenden dolayı ölüm riskinin yüzde 84 arttığını belirledi.

Testi geçemeyenlerin sağlık durumu genel olarak daha kötü seyrediyordu: Tip 2 diyabet, başarısız olan grupta üç kat fazlaydı. Obezite, yüksek tansiyon, sağlıksız yağ profilleri ve/veya kalp hastalığı oranı da daha yüksekti.

Makalenin başyazarı Dr. Claudio Gil Araujo, bu testin rutin sağlık kontrollerinde uygulanması gerektiğini düşünüyor.

IFL Science’a konuşan bilim insanı, “51 ve 75 yaş arası kişilerin genel olarak sağlık kontrollerine gitmesini öneririm” ifadelerini kullandı: Konsültasyona boy, kilo ve kan basıncı ölçümleriyle birlikte 10 saniyelik OLS testi de dahil edilmeli. Bu çok basit bir yöntem.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, ‘Yaşam’ Molekülünü Başka Bir Gezegende Bulmuş Olabilir

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), okyanus olduğundan şüphelenilen bir gezegenin atmosferinde karbon bazlı moleküllerin kanıtlarını keşfetmiş olabilir: Dimetil Sülfür. Bu molekül sadece Dünya’daki canlılar tarafından üretiliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. Dimetil sülfür yani DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Bilim insanları, diğer gezegenlerdeki canlıların araştırılmasında büyük bir ilerleme kaydederek, Dünya’da sadece canlıların ürettiği bir molekül tespit etmiş olabilir.

Araştırmacılar, NASA’nın Webb teleskobunun olası bir dimetil sülfür, yani DMS tespiti gerçekleştirdiğini söyledi. Dünya’da sadece canlıların ürettiği bu maddenin çoğu deniz ortamlarındaki fitoplanktonlardan geliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Bu keşif K2-18 b’nin, araştırmacıların Hiyanus ötegezegeni diye adlandırdığı şey olabilir: Hidrojen bakımından zengin atmosfere ve suyla kaplı yüzeye sahip bir gezegen. Her iki koşulun da olası bir uzaylı yaşamı için elverişli olduğu düşünülüyor.

K2-18 b, K2-18 diye bilinen soğuk bir cüce yıldızın yörüngesinde dönüyor. Her iki gök cismi de Dünya’dan yaklaşık 120 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegen, Dünya’dan 8,6 kat daha büyük: Araştırmacılar bu gezegenleri “alt-Neptünler” diye adlandırıyor. Güneş Sistemimizde bunlara benzer hiçbir şeyin olmaması, bilim insanlarının alt-Neptünleri tam olarak anlayamaması anlamına geliyor.

Örneğin araştırmacılar bu tür gezegenlerin atmosferlerinin neye benzeyebileceğini bilmiyor. Ancak yeni bulgular, uzaylı yaşamını aramak için verimli bir yer olabileceklerine işaret ediyor.

Sonuçları açıklayan yeni makalenin başyazarı olan, Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Yine de K2-18 b’yi yaşam için zorlaştıran koşullar olabilir. Bir okyanus yüzeyine sahip olduğuna inanılıyor fakat bu okyanus yaşanamayacak kadar sıcak olabilir ve hatta hiç sıvı bile olmayabilir.

Bilim insanları daha fazla gözlemle gezegen ve diğer alt-Neptünler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. Ancak galakside bilinen en yaygın gezegen türü olmalarına rağmen zor görülebilirler çünkü genellikle yıldızlarından gelen parıltılarla örtülürler.

Bunun yerine, K2-18 b ilk olarak bu parıltı kullanılarak ve gezegen, yıldızının önünde hareket ederken meydana gelen ışık düşüşünü izleyerek tespit edildi. Yeni bulgularda da aynı süreç kullanıldı: Webb teleskobuyla yıldız ışığını incelemek ve atmosferdeki kimyasalların geride bıraktığı izleri aramak.

Cambridge Üniversitesi’nden ekip üyesi Savvas Constantinou, “Bu sonuçlar, K2-18 b’ye yönelik sadece iki gözleminin ürünü ve çok daha fazlası yolda” dedi: Bu, buradaki çalışmamızın Webb’in yaşanabilir bölge ötegezegenlerinde gözlemleyebileceklerinin yalnızca ilk göstergelerinden biri olduğu anlamına geliyor.

Daha fazla çalışma, bu kimyasalların daha iyi bir resmini verecek ve DMS’nin olası varlığını doğrulamayı sağlayacaktır.

Profesör Madhusudhan, “Nihai hedefimiz, yaşanabilir bir ötegezegende yaşamı tespit etmek, bu da Evren’deki yerimize dair anlayışımızı dönüştürecektir” dedi: Bulgularımız, bu arayışta Hiyanus gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına yönelik umut verici bir adım.

Çalışma, The Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanacak “Carbon-bearing Molecules in a Possible Hycean Atmosphere” (Olası Hiyanus Atmosferde Karbonlu Moleküller) başlıklı makalede anlatılıyor.

Yaşamı destekleme ihtimali

Bir gezegenin yaşamı destekleme ihtimali sıcaklığına, karbonun ve muhtemelen sıvı suyun varlığına bağlı. Yapılan gözlemler, K2-18b’nin tüm bu kutuları işaretlediğini gösteriyor gibi görünüyor.

Ancak bir gezegenin yaşamı destekleme potansiyeline sahip olması, öyle olduğu anlamına gelmiyor. DMS’nin olası varlığının bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de bu.

Gezegeni daha da ilgi çekici kılan ise, uzak yıldızların yörüngesinde keşfedilen ve yaşama aday olan kayalık gezegenler olarak adlandırılan Dünya benzeri gezegenler gibi olmaması. K2-18b, Dünya’nın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde.

Boyutları Dünya ve Neptün arasında olan, diğer yıldızların yörüngesinde dönen gezegenler olan dış gezegenler, güneş sistemimizdeki diğer hiçbir şeye benzemiyor.

Analiz ekibinin bir diğer üyesi olan Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Subhajit Sarkar’a göre bu ‘alt Neptünlerin’ ve atmosferlerinin doğası yeterince anlaşılmıyor.

Sarkar, “Her ne kadar güneş sistemimizde bu tür bir gezegen bulunmasa da alt Neptünler, galakside şu ana kadar bilinen en yaygın gezegen türü” diyor ve devam ediyor:

“Bugüne kadar yaşanabilir bir alt Neptün’ün en ayrıntılı spektrumunu elde ettik ve bu, onun atmosferinde var olan moleküller üzerinde çalışmamıza olanak sağladı.”

(Kaynak: Independent Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Yalan Haber Tekrarlandıkça Daha Çok İnanılıyor

Günümüzün en ciddi meseleleri arasında, yalan haber, dezenformasyon veya manipülasyon yer alıyor. Sosyal medyayla birlikte yalan haber, dezenformasyon ve manipülasyon farklı bir boyut kazandı.

Araştırmalara göre tekrarlanan yalan haberlere insanlar daha çok inanıyor. Ancak bununla kalmıyor. İnsanlar artık inandıkları konuda daha umursamaz hale geliyor; yanlış uygulamaları zamanla kanıksıyor.

“Bir yalanı yeterince tekrar et, o artık gerçeğe dönüşür” ve “Yalan ne kadar büyük olursa inananlar o kadar çok olur” sözleri Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’e atfedilir. Goebbels ise bunu İngiliz taktiği olarak eleştiriyor ve dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill’i bunu yapmakla suçluyor.

Başta Avrupa Birliği olmak üzere gelişmiş ülkeler bununla mücadele etmenin yollarını arıyor. Yalan haber devletler arası propagandanın önemli araçlarından biri.

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre de yalan haber tekrarlandıkça insanlar daha çok inanıyor. Ancak insanlar aynı zamanda daha umursamaz hale geliyor ve yanlış uygulamaları zamanla kanıksıyor.

Euronews Türkçe‘nin aktardığına göre; Amerikan Vanderbilt Üniversitesi’nden Raunak M Pillai ile Lisa K Fazio ve Londra İşletme Okulu’ndan Daniel A Effron’un yaptıkları araştırma, Psychological Science (Psikoloji Bilimi) dergisinde yayımlandı. Üç akademisyen ABD’den 607 kişinin katıldığı bir araştırma yaptı.

Bu kişilere 15 gün boyunca kozmetik şirketlerinin hayvanlara zarar verdiğine dair 8 yalan haber başlığı gönderildi. 16’ncı gün ise katılımcılardan bu 8 haber başlığını ve o gün alakasız başka bir konuda gönderilen 8 yeni haber başlığıyla ilgili değerlendirmeleri soruldu.

Katılımcılar 8 yalan haberden ikisini 2 kez, ikisini 4 kez, ikisini 8 kez ve diğer ikisini ise 16 kez gördü. Dolayısıyla yanlış haberlerden ikisi katılımcılara her gün gönderildi ve bu kişiler bu iki haberi 16 kez görmüş oldular. 16’ıncı gün gönderilen 8 yeni haber başlığını ise herkes bir defa gördü. Gönderilen haberler toplam 26 haber arasından seçildi. Bunların 10 tanesi doğru; 16’sı ise yalan haberdi.

Araştırmada katılımcılara gönderilen yanlış haberlerden bazıları şunlardı:

– Bir elektronik şirketi, bir adamın kulağında patlayan kulaklıklar üretti.
– Bir uçuş görevlisi, uçuş sırasında ağladığı için 7 aylık bir bebeğin yüzüne tokat attı.
– Bir mesajlaşma uygulaması, FBI ve CIA için yüz tanıma veri tabanı oluşturmak üzere fotoğraf filtreleme teknolojisini kullandı.

Akademisyenler katılımcılardan aldıkları cevapları bilimsel istatistik yollarıyla analiz etti. Vardıkları ana sonuç şu oldu:

– Tekrarlanan yalan haberler ahlaki yargıları etkileyebiliyor. Tekrar sayısının artması genellikle ahlaki yargıları daha yumuşak hale getiriyor.
– Yanlış uygulamaya veya kabahatlere dair tekrarlanan yalan haberleri doğruymuş gibi gösteriyor. İnsanlar yanlış/yalan haberi ne kadar çok okurlarsa inanma dereceleri de artıyor.
– Tekrar edilen haberler yeni duyulan haberlere göre ahlaki anlamda daha az sorunlu görünüyor.
– Bir kabahati ne kadar çok duyarsak, ona o kadar çok inanabiliriz. Ancak bir o kadar da az umursayabiliriz. Çünkü o haberi insanlar kanıksamaya başlıyor.

Paylaşın

Kara Delikler Yıldızları Parça Parça Yutuyor!

Çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan kara deliklerin, yıldızları parça parça yuttuğu ortaya çıktı.

Bazı galaksiler güneşlerinin kütlesinden yüz milyonlarca kat büyük süper kütleli kara delikler barındırıyor.

Kara delikler genellikle yakınlarından geçen yıldızları bir nefeste yutan ve devasa çekim güçleriyle onları yok eden obur gök cisimleri olarak bilinir. Ancak araştırmalar kara deliklerin yılzdızları parça parça yuttuğunu ortaya koyuyor.

Araştırmacılar, bir galaksinin merkezindeki süper kütleli bir kara deliğin, Güneş’e benzer büyüklük ve yapıdaki bir yıldızdan lokmalar kopardığını gözlemledi. Ayrıca yıldız her seferinde kara deliğin uzun oval yörüngesinin yakınından geçtikçe Dünya’nın kütlesinin üç katına eşit madde tükettiği görüldü.

Araştırmacıların gözlemlediği spiral şeklindeki bir galaksinin merkezindeki yıldız, güneş sistemimizden yaklaşık 520 milyon yıl ötede bulunuyor. Bir ışık yılı, ışığın bir yılda katettiği 9,5 trilyon kilometrelik mesafeye denk geliyor.

Yeni çalışmada bilim insanları tarafından kullanılan verilerin çoğu Amerikan Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) Dünya’nın yörüngesindeki Neil Gehrels Swift Gözlemevi’nden geldi.

Yıldız kara deliğin yörüngesinde her 20-30 günde bir dönüyor. Yıldız, yörüngesinin ucunda her geçişinde atmosferinden madde emmesine olanak verecek, ancak parçalanmasına neden olmayacak kadar kara deliğin yakınından geçiyor, ya da birleşiyor. Böyle bir olay “tekrarlayan kısmi gelgit bozulması” olarak adlandırılıyor.

Uzay gözlemevinin tespitlerine göre, yıldızın kara deliğin içine düşen maddesi yaklaşık 3,6 milyon Fahrenheit (2 milyon santigrat derece) dereceye kadar ısınarak muazzam miktarda X-ışını açığa çıkarıyor.

Nature Astronomy dergisinde bu hafta yayınlanan çalışmanın yazarlarından astrofizikçi Rob Eyles-Ferris’e göre, yıldızın yörüngesi yavaş yavaş azalacak ve bu durum süper kütleli kara deliğin yıldızı tamamen dağılmasına olanak verecek mesafeye yakınlaşıncaya kadar devam edecek. Eyles-Ferris bu sürecin yıllar, hatta on yıllar ya da yüzyıllar alabileceğini de sözlerine ekledi.

Gözlemlenen kara deliğin Güneş’ten yüzlerce kat büyük bir kütlesi olduğu tahmin ediliyor. Işığın bile kaçamayacağı kadar güçlü yerçekimine sahip olağanüstü yoğun gök cisimleri olan kara delikler söz konusu olduğunda, bunun nispeten küçük olduğu söylenebilir.

Örneğin, bizim galaksimizin merkezindeki Sagittarius A adlı süper kütleli kara delik, Güneş’in kütlesinden yaklaşık dört milyon kat büyük. Diğer bazı galaksiler de güneşlerinin kütlesinden yüz milyonlarca kat büyük süper kütleli kara delikler barındırıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Çankırı’da Bulunan Fosil: İnsanlar Avrupa’da Evrimleşmiş Olabilir

Çorakyerler fosil alanında bulunan ve “Anadoluvius turkae” adı verilen canlının analizi, kuyruksuz maymunların ve insanların aslında 7 ila 9 milyon yıl önce Afrika’ya Avrupa’dan göç ettiğini düşündürüyor.

Anadoluvius muhtemelen bugün Afrika’daki büyük hayvanlara benzer canlılarla birlikte yaşıyordu ve grubun tamamı 8 milyon yıl önce Afrika’ya göç etmeye başladı. Kalıntıları ilk kez 2015’te gün yüzüne çıkarılan Anadoluvius, büyük bir erkek şempanze veya ortalama bir dişi goril boyutundaydı.

Çankırı’daki 8,7 milyon yıllık bir bölgeden çıkartılan kuyruksuz maymun fosili, insanın kökenine dair uzun süredir kabul gören fikirlere meydan okuyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle Çorakyerler fosil alanında bulunan ve “Anadoluvius turkae” adı verilen canlının analizi, kuyruksuz maymunların ve insanların aslında 7 ila 9 milyon yıl önce Afrika’ya Avrupa’dan göç ettiğini düşündürüyor. Diğer bir deyişle insanlar Afrika yerine ilk kez Avrupa’da evrimleşmiş olabilir.

Hakemli bilimsel dergi Communications Biology’de 23 Ağustos’ta yayımlanan araştırma makalesinde Akdeniz’deki kuyruksuz maymun fosillerinin çok çeşitli olduğu ifade edildi.

Makaleye göre bu yeni fosil, erken insansıların (hominin) bilinen ilk örneklerinin parçası. Bu erken homininler; Afrikalı kuyruksuz maymunları (şempanzeler, bonobolar ve goriller), insanları ve onların atalarını içeriyordu.

Daha önce, bilinen en eski insanların fosilleri Afrika’da bulunmuştu. Ancak ekip, bu yeni fosilin, Afrikalı kuyruksuz maymunların ve insanların atalarının Afrika’dan önce Avrupa’da bulunduğuna dair kanıtlar sağladığına inanıyor.

Toronto Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden Profesör David Begun, “Bulgularımız, homininlerin yalnızca Batı ve Orta Avrupa’da evrimleşmediğini, aynı zamanda muhtemelen değişen ortamlar ve azalan ormanların bir sonucu olarak, Doğu Akdeniz’e yayılarak sonunda Afrika’ya dağılmadan önce 5 milyon yıldan fazla zaman harcadığını gösteriyor” dedi:

Anadoluvius’un ait olduğu bu yayılımın üyeleri şu anda sadece Avrupa ve Anadolu’da tespit edildi.

Hakim teori ne diyor?

Türkçede bazen “insansı maymunlar”, İngilizcede ise “ape” diye anılan Hominoidea süper ailesi, bugün genellikle daha doğru olduğu kabul edilen “kuyruksuz maymunlar” ifadesiyle niteleniyor.

Bu aile; modern insanları, Neandertaller ve Denisovalılar gibi soyu tükenmiş insan türlerini, insansı ataları ve yakın akrabalarını (şempanzeler, bonobolar, goriller, orangutanlar) içeren primatlardan oluşuyor.

Bilim insanları arasındaki hakim görüş, bu canlıların tümünün ilk olarak Afrika’da evrimleştiği ve daha sonra dünyanın çeşitli bölgelerine göç ettiği yönünde.

Charles Darwin, 1871 tarihli İnsanın Türeyişi (The Descent of Man) adlı kitabında grubun Afrika’da ortaya çıktığını öne sürmüştü. Bugün çoğu antropolog da bu fikre inanıyor.

Öte yandan Prof. Begun, son dönemde elde edilen yeni bulgular ışığında bu hakim görüşün giderek sarsıldığı görüşünde: Bu bulgular, Afrika maymunlarının ve insanlarının yalnızca Afrika’da evrimleştiğine dair uzun süredir kabul gören görüşle çelişiyor.

Öte yandan Darwin de bu grubun aslında Avrupa’da ortaya çıkmış olabileceğini, çünkü o dönemde büyük maymun fosillerinin orada halihazırda gün yüzünde çıkarıldığını da yazmıştı. Prof. Begun, “Darwin açık fikirliydi” diyor.

Üstelik Prof. Begun ve meslektaşları bu teoriyi ilk kez savunmuyor. Ekip, 1990’larda Yunanistan’ın kuzeyindeki Nikiti’de yer alan 8 ila 9 milyon yıllık yataklarda ortaya çıkarılan fosiller üzerinde de çalışmıştı.

Bilim insanı, Nikiti’de bulunan kuyruksuz maymunun insanların evrimleştiği atasal grubu temsil ettiğini savunmuştu. Bu görüş de ilk homininlerin Güneydoğu Avrupa’da yaşadığı anlamına geliyordu.

Türkiye’de keşfedilen Anadoluvius fosili de Prof. Begun ve meslektaşlarının görüşlerine ağırlık kattı. Ancak bu fosilin, insanların Avrupa’da evrimleştiği teorisini tek başına kanıtlaması mümkün değil.

“Bu yeni kanıt, homininlerin Avrupa’da ortaya çıktığı ve 7 ila 9 milyon yıl önce diğer birçok memeliyle birlikte Afrika’ya dağıldığı hipotezini destekliyor. Ancak bunu kesin olarak kanıtlamıyor” diyen Begun, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bunun için, iki grup arasında kesin bir bağlantı kurabilmek lazım. Yani Avrupa ve Afrika’dan 7 ila 8 milyon yıl öncesine dayanan daha fazla fosil bulmamız gerekiyor.

Anadoluvius nasıl bir canlıydı?

Ekibe göre, Anadoluvius muhtemelen bugün Afrika’daki büyük hayvanlara benzer canlılarla birlikte yaşıyordu ve grubun tamamı 8 milyon yıl önce Afrika’ya göç etmeye başladı.

Kalıntıları ilk kez 2015’te gün yüzüne çıkarılan Anadoluvius, büyük bir erkek şempanze veya ortalama bir dişi goril boyutundaydı.

Ankara Üniversitesi’nden ve makalenin yazarlarından Prof. Dr. Ayla Sevim Erol, “Elimizde uzuv kemikleri yok ama çene ve dişlerine, fosilin yanında bulunan hayvanlara ve çevredeki jeolojik göstergelere bakılırsa, Anadoluvius muhtemelen büyük maymunların yaşadığı orman ortamlarının aksine nispeten açık alanlarda yaşıyordu” ifadelerini kullandı:

Yaşadıkları ortam, Afrika’daki ilk insanların çevrelerine daha çok benziyor. Güçlü çeneler ve büyük, kalın mineli dişler; kökler ve rizomlar gibi karasal kaynaklardan elde edilen sert gıda maddelerini içeren bir beslenme tarzını akla getiriyor.

Anadoluvius’la birlikte yaşamış hayvanlar; zürafalar, gergedanlar, antiloplar, zebralar, filler, kirpiler, sırtlanlar ve aslan benzeri etoburlar gibi günümüzde yaygın olarak Afrika çayırları ve kuru ormanlarında görülen hayvanlardı.

Bu yüzden ekip, bu ekolojik topluluğun Doğu Akdeniz’den Afrika’ya topluca dağıldığı görüşünde.

Sevim Erol, “Bugün Afrika’daki açık ülke faunasının Doğu Akdeniz’deki oluşumu uzun süredir biliniyor. Artık Afrika maymunlarının ve insanlarının atalarını da bu adaylar listesine ekleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Venüs’te “Olası Yaşam Belirtileri” Bulundu

Dr. Michelle Thaller, “Venüs’ün atmosferinde olası yaşam belirtileri görüyoruz. Muhtemelen Jüpiter ve Satürn’ün buzlu uydularındaki buzun altında da hayat olabilir. Güneş Sistemi basit yaşamla, mikrobik yaşamla dolu olabilir. Uzayda yaşımı keşfettiğimizi söyleyebilmemiz için yüzde 100 kesinliğe ulaşmamız gerekiyor ve henüz buna sahip değiliz.” dedi.

Dr. Thaller, “Venüs’ü hiç beklemiyordum. Venüs şu anda atmosferinde bakteriler tarafından üretilebilecek gibi görünen maddeleri gördüğümüz bir gezegen. Bence Güneş Sistemi’nde hayat olduğuna dair kanıt elde etmemiz sadece bir zaman meselesi. Henüz elimizde kesin bir kanıt yok. Dışarıda bir yaşam olduğunu düşünüyor muyum? Kesinlikle.” ifadelerini kullandı.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapan Dr. Michelle Thaller, ABD’nin New York kentinde yer alan Artechouse’da düzenlenen ve ziyaretçileri derin bir uzay keşfi deneyimine sürüklemeyi amaçlayan ‘Beyond the Light’ (Işığın Ötesi) adlı sergisinde The Sun gazetesine konuştu.

Thaller, “Kesinlikle başka bir gezegende yaşam bulacağımızı düşünüyorum. Mars’ta, Dünya’da olsaydı yaşamdan kaynaklandığını söyleyeceğimiz bir kimya görüyoruz. Ancak asıl soru şu: Mars’ı ne kadar iyi anlıyoruz ve bir şeyler bizi kandırıyor mu?” diye konuştu.

Thaller sözlerine şöyle devam etti: “Venüs’ün atmosferinde olası yaşam belirtileri görüyoruz. Muhtemelen Jüpiter ve Satürn’ün buzlu uydularındaki buzun altında da hayat olabilir. Güneş Sistemi basit yaşamla, mikrobik yaşamla dolu olabilir. Uzayda yaşımı keşfettiğimizi söyleyebilmemiz için yüzde 100 kesinliğe ulaşmamız gerekiyor ve henüz buna sahip değiliz.”

‘Venüs’ü hiç beklemiyordum’

Diğer taraftan, tüm bu seçenekler arasında Dr. Thaller, Venüs’ün yaşam barındırma potansiyeli konusunda heyecan duyuyor. Kalın asidik atmosferinin altında 475 derece kavurucu sıcaklıklara maruz kalan Venüs,oraya inen bir insanı anında öldürebilir, ancak yine de birçok çalışma, bu gezegenin bulutlarında mikrobik yaşamın olabileceğini gösterdi.

Dr. Thaller, “Venüs’ü hiç beklemiyordum. Venüs şu anda atmosferinde bakteriler tarafından üretilebilecek gibi görünen maddeleri gördüğümüz bir gezegen. Bence Güneş Sistemi’nde hayat olduğuna dair kanıt elde etmemiz sadece bir zaman meselesi. Henüz elimizde kesin bir kanıt yok. Dışarıda bir yaşam olduğunu düşünüyor muyum? Kesinlikle.” diye konuştu.

(Kaynak: Sputnik Türkçe)

Paylaşın