TİP Başkanı Erkan Baş: Gidişleri Gelişlerinden Cümbüşlü Olacak

TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren TİP Başkanı Erkan Baş, “Beşli çetenin muhalefete yönetimiyle görüşmek için sıraya girdiği öne sürülüyor, bütün bu hengamede işin en eğlenceli bölüm başlıyor; yani gidişleri… Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!” dedi.

Haber Merkezi / Erkan Baş, açıklamasının devamında, “Bundan sonra “beraber yürünülen yolların nasıl ayrıldığını” göreceğiz, “aldatıldım” diye nedamet getirenlere şahit olacağız, şimdi sarayın çevresini saranların yarın nasıl kaçıştığını izleyeceğiz, en çok besledikleri en önce sıvışacaklar, en büyük suç ortakları en önce itirafçı olacak! Çok yakında hepsini göreceğiz. Yarın mahkeme önünde hesaplaşma günü geldiğinde sözümüzü şimdiden söyleyelim: Hepiniz oradaydınız!” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, Ethem Sancak’ın AK Parti’den istifasına ilişkin “Sancak ile Erdoğan arasındaki aşk bitti. Ayrıca kulislerden kulağımıza başka aşkların da çatırdamaya başladığı haberleri de geliyor” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gençlere yönelik, “İmkânınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” sözlerine tepki gösteren Erkan Baş, “Yol parası nedeniyle otobüsle bile okulundan memleketine anasını babasını görmeye gidemeyen gençlere sesleniyor” ifadelerini kullandı.

TİP Lideri Baş, “Saray cephesinde işler bildiğimiz gibi dedik ya halk cephesine döndüğümüzde de aslında her şey bildiğimiz gibi… Bu hikâyeden bizlerin payına düşen açlık yoksulluk, sefalet” ifadeleriyle sözlerini sürdürdü.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, TBMM’de haftalık basın toplantısı düzenleyerek gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Baş’ın açıklamaları şöyle: “Bu hafta saray cephesinde yine değişen bir şey yok. Şatafat lüks,  hurmalar,  manda yoğurtları, ejder meyveleri hak edilmeyen paralar, üçer beşer maaşlar…

Bu iktidar resmen ve alenen memleketi ikiye böldü, bir tarafta “tek maaş” ile artık meyveyi sebzeyi teker teker almak zorunda kalanlar, markete-pazara gidemeyenler var diğer tarafta en az iki bazen 4-5 yerden “Ak maaş” alanlar var. Halk derin sıkıntılar yaşarken onlar patronları hiç ama hiç üzmeyelim derdinde. Kendileri de birden fazla maaşla günlerini gün ediyor nasılsa.

Işıltılı gözlü bakanın dört yardımcısının da çift maaşlı olduğu ortaya çıktı. O muhteşem analizleri yapan bakana akıl veren danışmanların biri yaklaşık 19 asgari ücret, diğeri 25 asgari ücret alarak alıyor bu çok zorlu görevi layıkıyla yerine getirebilmek için!

Sarayda her şey bildiğimiz gibi… Öte yandan sarayın başındaki gerçeklikle bağı kalmamış kişi ise yine gençlere akıl vermeye devam ediyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan gençlere “İmkanınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” buyurdu! Yol parası nedeniyle otobüsle bile okulundan memleketine anasını babasını görmeye gidemeyen gençlere sesleniyor.

Neredeyse 8,5 milyon gencin işsiz olduğu, genç işsizliğinin kadınlarda yüzde 26, erkeklerde yüzde 29’u bulduğu bir memlekette, bir döner ekmek bile alamayıp boş dürüm yiyerek öğün geçirenlerin yaşadığı  bir ülkede, yüzlercesinin barınamıyoruz diye parklarda yattığı bir dönemde, onlarcasının umutsuzluk ve gelecek kaygısı nedeniyle canına kıydığı bir zamanda, ulaşım ücretlerine sürekli zam gelmesinin 1 numaralı sorumlusu çıkıyor ve “yurt dışını gezin” diyor…

Zira biz bilmiyoruz yaşamayı dünya nimetlerinden faydalanmayı, eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi hayatımızın baharında ne gam demeyi, şöyle ağız dolusu gülmeyi biz bilmiyoruz, akıl edemiyoruz ya bir adam çıkıp her hafta bize hayatın güzelliklerinden bahsediyor, bir hafta gurmeliği, diğer hafta seyyahlığı öbür hafta başka bir başka estet faaliyetiyle ve hayal aleminden nasihatleriyle ön plana çıkıyor. Ve biz hala delirmiyoruz ya asıl maharet bu bizce…

Saray cephesinde işler bildiğimiz gibi dedik ya halk cephesine döndüğümüzde de aslında her şey bildiğimiz gibi… Bu hikayeden bizlerin payına düşen açlık yoksulluk, sefalet. Her geçen gün daha yoksul, daha umutsuz daha yorgun olduğumuz bir ömür payımıza düşen.

Bakın bu sarayın çevresindeki dalkavuklar değil gerçekten bu işin ilmini bilen akademisyenlerin oluşturduğu bir çalışma grubu var ENAG… Mart ayı aylık artış yüzde 11,93 olurken, 12 aylık enflasyonu yüzde 142,63 olarak  açıkladı.

Bu ne demek biliyor musunuz hiç uzatmaya gerek yok bu şu demek;

– Türk şekerin, şeker fiyatına yüzde 31 zam yapması demek

– Toprak Mahsulleri Ofisi, buğday satış fiyatına yüzde 22 zam yapması demek

– Et ve Süt Kurumunun, kırmızı et fiyatlarına yüzde 48 zam yapması demek, metrelerce kuyrukta bankamatik sırası alarak saatlerce beklemek ve 200 gram kıyma almak demek

– Benzin fiyatı yüzde 19,6 zamlanması, motorin fiyatının yüzde 36,7 artması demek

– Süt fiyatının  satış fiyatının yüzde  yüzde 21 artması demek!

Bunlar sadece rakam değil! Bu ne demek şöyle anlatabiliriz;

5 dakikada bir hasta bakmaya, saatlerce nöbet tutmaya mahkum edilen, üç kuruş parayla geçinmesi öğütlenen üstüne de giderlerse gitsinler diye kovulan hekimler var ya onlar bir araştırma yapmış. Çok önemli bu araştırmanın sonuçlarını paylaşmak istiyorum; Her geçen gün derinleşen yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkisini araştırmışlar!

Türk Aile Hekimleri dergisinde yayımlanan bir çalışma ortaya koyuyor. Bir aile sağlık merkezinde yapılan bu çalışmaya göre her dört çocuktan birinin kilosu çok düşük. Çocuklarda gözlenen bir diğer tehlike ise potansiyel kalp hastalığı.

Kız çocuklarının yüzde 85’inin, oğlan çocuklarının ise yüzde 68’inin kansızlıkla mücadele ettiğine dikkat çekilen çalışmada, Avrupa’da bu oranın yalnızca yüzde 18 olduğu belirtiliyor. Yine çalışmadaki verilere göre, çocuklardaki zayıflık oranı yüzde 25 (ilkokul öğrencilerinde bu oran yüzde 14,9, ortaokul öğrencilerinde yüzde 19,8, kız çocuklarında kansızlık oranı yüzde 85,2 ve oğlan çocuklarında kansızlık oranı yüzde 68,6 olarak gözlemlenmektedir.

Araştırmaya konu olan çocukların olması gerekenden daha zayıf olmasının ve kansızlıklarının sebebi yetersiz beslenme! Yetersiz beslenen çocuklarda ileride fiziksel ve bilişsel sorunların baş göstermesi muhtemel.

İlginç bir nokta, genelde gelişmiş ülkelerdeki düşük sosyoekonomik gruplardaki çocuklarda yüksek oranlı obezite gözlemlenir. Daha çok karbonhidrat ağırlıklı beslendikleri için. Oysa ki besinsizlikten düşük kilolu olma daha çok Afrika ülkelerinde gözlemlenir.

AKP’nin berbat ekonomi yönetiminin ve ekonomik tercihlerini kendisinden ve yandaşlarından yana yapmasının bedelini çocuklarımız da ödüyor. Ez cümle çocuklarımız aç! Bu iktidar bu ülkede çocukları aç bırakıyor.

Devam edelim bu denli yüksek enflasyon ne demek;

– Patatesin yüzde 207 artması

– Salatalığın yüzde 193,

– Patlıcanın yüzde 185

– Margarinin yüzde 161

– Domatesin yüzde 125

– Nohutun yüzde 118

– Ekmeğin, sarayın aymazlarından birinin “eğer kuru ekmek yiyorlarsa aç değildirler” dediği  ekmeğin   %74 artması demek.

Son 20 yılın en yüksek enflasyonu demek olan bu oran ne demek biliyor musunuz her geçen gün hepimizin biraz daha yoksullaşması demek. Çiftçisi, köylüsü, emeklisi, memuru, fabrikadaki işçisi, öğrencisi, öğretmeni, doktoru, plazada çalışanı… Senin benim hepimizin daha fazla yoksullaşması demek.  Bu iktidar o koltukta oturmaya devam ettiği sürece yarın bugünden daha yoksul olacağız demek!

Asgari ücret zammının birkaç ay içinde nasıl tuzla buz olduğunu gördük. Vatandaş sebze meyveyi markette pazarda kiloyla değil taneyle alıyor artık! İnanması güç ama insanlar artık domatesi, biberi, salatalığı sayıyla alıyor. Her geçen gün iktidarın yarattığı azgın azınlık dışında kalanlarımız yoksullaşıyor.

“Saray Rejimine göbekten bağlı olanlar dışında, her yurttaş yoksullaşıyor”

Bakın, hep beraber yoksullaşıyoruz: genç mühendislerimiz, fabrikadaki işçilerimiz, üniversite öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, emeklilerimiz. Türkiye Cumhuriyeti’nde, “azgın azınlık”, Saray Rejimine göbekten bağlı olanlar dışında, her yurttaş yoksullaşıyor.  Yarınına korkuyla bakıyor.

Türkiye İşçi Partisi olarak geçtiğimiz yılın sonunda bir asgari ücret raporu açıklamış, açıklanacak asgari ücretten daha çok Türkiye’de asgari ücretin belirlenmesinde 16 asgari şartın olması gerektiğini belirtmiştik. Enflasyonun yükseldiği bir ortamda sadece bir rakam açıklamanın bir anlamı yok, enflasyonun nereye gittiği bile belli değil demiştik.

İster yüzde 50 açıklayın ister yüzde 60 önemli olan emekçinin alım gücünün düşmemesi, artan refahtan payını alması, genel ücretin asgari ücret olmasını engelleyecek tedbirlerimizi madde madde sıralamıştık. Dediğimiz maalesef çıktı.

İktidarın yüzde 50 asgari ücret zammını nasıl büyük bir şeymiş gibi sunmaya çalıştığını hatırlatmak isterim. Ama iktidarın asgari ücretin açıklamasından hemen sonra, Daha asgari ücretli 1 Şubatta ilk yeni maaşını almadan yüzde 25’e yakın alacağı ücret erimişti bile.

Asgari ücret raporumuzda demiştik ki hala Merkez Bankası raporlarında 2022 yılı enflasyon hedef oranı yüzde 5 görünüyor. O zaman asgari ücrete yılda bir kez zam yapmayı bırakın, yıl içerisinde hedef enflasyonu aştığı andan itibaren her ay asgari ücreti güncelleyin demiştik.

Şimdi bakıyoruz sadece 2022 yılında 4 ayda oluşan resmi enflasyon yüzde 23 ve yılın bitmesine daha 8 ay var. Her ay açıklanan aylık enflasyon ile her ay alım gücü düşmeye devam edecek. Birileri sarayda rahat yaşasın diye halk yoksullukla boğuşacak!

Bundan dolayı acilen asgari ücrete yüzde 23 zam yapılmasını ve bundan sonra da açıklanan aylık enflasyon oranları ile güncellenmesini talep ediyoruz. Bu yağmacı politikalarınızla ekonomideki yarayı iyileştirmenize imkân yok sadece talebimiz bari akan kanın şiddetini durdurun.

Bahaneleri hazır! Dünyada da fiyatlar artıyor, emtia fiyatları artıyor diyecekler. Tüm dünyada 1 birim enflasyon varsa bizde 5 birim var. Dünya bir vuruyorsa AKP 5 vuruyor.

Ancak nasıl bir ekonomik kriz ise emekçiler marketlerden pazarlardan alışveriş yapamadan dönüyor, domatesi tane ile alıyor, maydanoza uzaktan bakıyor ama batan bir tane yandaş şirket bile yok! Neden sadece ekonomik krizin bedelini emekçiler ödüyor?

Saray zenginleşiyor, Saray’ın memurları 3-5 maaş ile rahat rahat yaşıyor. Büyük şirketler, yandaş patronlar karlarına kar katıyor, zenginlikleri artıyor. Bundan sonra dişini sıkan birileri varsa patronlar olacak!

Memleket bunlarla boğuşsun, bütçesiyle sürekli yetinemeyen Diyanet İşleri kendine başka dertler edinsin. Meclis artık AKP’nin ve Diyanet İşleri’nin sorunlarını çözsün diye çalışıyor. Geçen hafta Diyanet İşleri’ne eğitim akademisi hediye eden kanun teklifi yetmemiş anlaşılan.

Kürsüden yaptıkları iktidar propagandasına ve toplumu İslamcı zihniyetle dönüştürme çabalarına dokunulmasın istiyorlar.  “Minber dokunulmazlığı” istiyorlar. Kimsenin dokunabildiği yok da yine de dokunulmazlık zırhı talep etmeleri, ne kadar arsızlaştıklarını gösteriyor; bir de galiba korkularını…

Belli ki iktidarı kaybetme korkusu onları da sarmış, iktidara diyorlar ki, “Biz sizin emrinizle sizin için konuşuyoruz, yarın öbür gün başımız belaya girmesin, bizi yasal korumaya alın”

“Barınamıyoruz” diyen öğrenciler, hakkını arayan işçiler, akademisyenler, öğretmenler, doktorlar, şiddete ve ayrımcılığa karşı meydanları dolduran kadınlar, Kürtler, LGBTİ+lar, devletin tüm şiddetiyle ve baskısıyla karşı karşıya kalıyor. İktidarın siyasi ve dini aparatı haline gelmiş Diyanet yöneticileri ne doymak biliyor ne de onlara şu an sahip oldukları ayrıcalıklar yetiyor.

Hepimiz sorumluyduk Enes Kara’yı yitirmemizde. Ve elbette en büyük sorumluluk o tarikatların ve onları besleyen iktidarındı!

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı çıkmış utanmadan “Orada bir sorumlunun olması için intihara yönlendiren birinin olması lazım” diyor. Her hafta bir AKP’li bakanın saçmalamalarını size bu kürsüden anlatıyorum. Bakanın aklına sorumlu deyince ‘bir kişi, insan’ geliyormuş.

Haydi diyelim, Bakan kavrayamamış olabilir. Ben ona izah edeyim. Gençleri tarikatların ellerine teslim ettiniz, Siyasal İslamcı bir anlayışla gençleri çevrelediniz, sizin doğru bildiklerinize aykırı yaşamasınlar, düşünmesinler istediniz. Gençleri geleceksiz, umutsuz bıraktınız. Bu yüzden Sayın Bakan, Enes’in intiharından siz ve beslediğiniz tarikatlar sorumlu.

“Yok öyle yağma!”

Bu devletin anayasası, kanunu, vergi sistemi var. Bunları Kızılay Başkanı’nın dahiyane projesi için söylüyorum. Neymiş, Kızılay şirketlerden zekat toplayacakmış; bunlar da vergiden düşülecekmiş. Kızılay istediği gibi ‘kendi vergisini’ toplasın sonra da kimseye hesap vermeden uygun gördüğüne bunu sadaka olarak dağıtsın istiyorlar. Yok öyle yağma!

Patronlardan o vergiler kuruşu kuruşuna toplanacak, verilen vergi afları geri alınacak. Bunlar devletin kasasına koyulacak ve vatandaşa kamu hizmeti olarak geri dönecek. Yarattıkları sistem Tayyip Erdoğan’dan, sadaka kültüründen güç alıyor. Vatandaş sizden sadaka değil, yurttaş olarak hakkını istiyor!

AKP iktidarında kurumların başına liyakatinizden çok iktidara yakınlığınızla gelebildiğiniz gerçeği herkesin malumu. Okulların müdürlüklerine kadar gözlemliyoruz bunu. Geçtiğimiz haftalarda Bursa’da bir okulda kız ve erkek öğrencileri ayrı oturtan, göstermelik bir soruşturma sonrasında da görevine iade edilen bir müdürle uğraştık.

Bu hafta da İstanbul Atilla Uras Anadolu Lisesi Müdürü’nün, “Ramazanda Uyulması Gereken Kurallar” yazısı ile Ramazan’da kantin dışında öğrencilere yeme/içmeyi yasakladığına şahit olduk. Okul müdürleri bu gerici uygulamaları iktidara güvenerek atıyor. AKP eliyle gençlerin kuşatılmasına, geleceksiz ve umutsuz bırakılmalarına izin vermeyeceğiz.

Bugün 5 Nisan Avukatlar Günü. Adalet mücadelesinin önemli bir bileşeni olan, halkın hak arama özgürlüğünün ve savunma mesleğinin temsilcilerinin günü kutlu olsun. Yaşamını adalet mücadelesinde kaybeden tüm avukatları saygıyla anıyor, hukuksuz biçimde cezaevlerinde tutulan tüm avukat arkadaşlarımıza dayanışma duygularımızı iletiyoruz.

Erdoğan’ın gözdelerinden bir zamanlar ona bakınca ilahi bir aşk gören çoluğunu çocuğunu feda eden Ethem Sancak ile Erdoğan arasındaki aşk bitti. Aşk bitti, çünkü para bitti! Ayrıca kulislerden kulağımıza başka aşkların da çatırdamaya başladığı haberleri de geliyor.

“Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!”

Beşli çetenin muhalefete yönetimiyle görüşmek için sıraya girdiği öne sürülüyor, bütün bu hengamede işin en eğlenceli bölüm başlıyor; yani gidişleri…  Gidişleri gelişlerinden çok daha cümbüşlü olacak!

Bundan sonra “beraber yürünülen yolların nasıl ayrıldığını” göreceğiz, “aldatıldım” diye nedamet getirenlere şahit olacağız, şimdi sarayın çevresini saranların yarın nasıl kaçıştığını izleyeceğiz, en çok besledikleri en önce sıvışacaklar, en büyük suç ortakları en önce itirafçı olacak!  Çok yakında hepsini göreceğiz. Yarın mahkeme önünde hesaplaşma günü geldiğinde sözümüzü şimdiden söyleyelim: Hepiniz oradaydınız!”

Paylaşın

Yedi Siyasi Parti Ve Örgütten ‘1 Mayıs’ Çağrısı

Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne dair yazılı açıklama yaptı.

“Zamlara, yoksulluğa, savaşa ve sömürüye karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız. Ekmek, barış, özgürlük için haydi 1 Mayıs’a!” başlıklı açıklamada, işçi ve emekçileri acımasızca çarklara süren işverenlerin, pandemi ve ekonomik krizin tüm yükünü yoksul halkın sırtına bindirdiği belirtildi.

Açıklamada, şu ifadeler yer aldı: “AKP’li bakanların gözlerindeki ışıltı arttıkça yoksulların gözlerinde fer sönüyor. Maalesef ki 2022 yılının 1 Mayıs’ını zenginlerle yoksullar arasında uçuruma dönüşen mesafe ile karşılıyoruz. Neoliberal politikalarla tarımı bitme noktasına getiren, ülkeyi uluslararası tekellerin ucuz emek cennetine dönüştüren ve talan politikalarına yol veren AKP hükümeti, yaşanan yoksulluğun asıl siyasi sorumlusudur.

Asgari ücret şimdiden pul oldu. Toplu İş Sözleşmesi’nde belirlenen ücretler enflasyona ezdirildi. İktidar ülkeyi hiper-enflasyona mahkum etti. Saray’ın şatafatı arttıkça halkın sofrasındaki porsiyon küçüldü. Temel tüketim ürünlerinde zam yağmuru pervasızlaşarak rutinleşti. Elektrik, doğalgaz, internet, ulaşım, iletişim faturaları cep yakıyor. Bebekler ve çocuklar besin ürünlerine erişemiyor. Hastalanan insanlar ilaca, parasız ve nitelikli sağlık hizmetlerine erişemiyor.  Hükümet KDV’de indirim yaparak göz boyasa da zam makinesi harıl harıl çalışıyor. TL dolar karşısında kar gibi eriyor, aradaki fark yine halka ödetiliyor.

Halkın sofrasına ateş düştü

Kürt sorunu ve diğer toplumsal sorunları şiddet ve savaş politikalarıyla çözme ısrarı Türkiye’yi uçuruma, krize, açlık ve yoksulluğa sürükledi. ‘Bir mermi kaç para?’ diyenler halkın sofrasına ateş düşürdü. Kayyımlar, irade gaspları, siyasi darbeler, emeğe, ekmeğe, alın terine saldırıya dönüştü. Yoksul halkın sırtına vergi ve zam yükü bindiren Hükümet, sıra sermaye çevrelerinin taleplerine gelince kıyakta, teşvikte, vergi borçlarını silmekte sınır tanımıyor. ‘Beşli çete’ başta olmak üzere patron örgütlerinin önüne kırmızı halılar seriliyor. Yangından mal kaçırırcasına yandaşa haksız ihaleler dağıtılıyor. Her açılan köprü ya da otoban yolundan, doğmamış bebeklere borç biçiliyor. Asgari ücret, temel ücrete dönüştürüldü; açlık olağan hale getirildi. Gençler gelecekten umudunu kesti, işsizlik çığ gibi büyüdü, büyüyor. Üretici köylü gübre atmadan mahsul ekiyor, traktöre haciz geliyor.

Pandemi ile beraber ev içi emeği giderek artan kadınlar, işlerinden de ilk ayrılanlar oldu. Yaşlı, çocuk bakımı üzerinde olan kadınlar, hem yeniden üretim alanında hem de üretim alanında giderek eziliyor. İktidarın kadınlara açmış olduğu savaş her gün kadınların öldürülmesi ile sonuçlanıyor. Katiller, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları sokaklarda gezerken hayatını savunan kadınlar tutsak ediliyor. Kadınlar tüm bunlara karşı emekleri, bedenleri, kimlikleri, yaşamları için mücadele veriyor. 8 Mart alanları kadınların yoksulluğa, işsizliğe ve kendi yaşamlarına yönelik saldırılara karşı mücadele alanlarına dönüştü.

Toplum tüm bu yıkım karşısında elbette isyan ediyor, 2022 yılı işçi sınıfının grev dalgasıyla başladı. Aralık ayından bu yana 120 fabrika ve işyerinde grevler yapıldı. Pandemi sürecinin başında önemi tartışılan kuryelerin isyanıyla başlayan eylem dalgasında tekstil işçilerinin, metal işçilerinin, gemi söküm işçilerinin direnişleri birbirini izledi. Migros depo işçilerinin zaferi, tüm Türkiye’ye umut oldu. Sağlık emekçileri de greve giderken, belediye ve metal işçileri meydanları doldurdu. Zam dalgasına karşı Türkiye halklarının eylem dalgası da yaşandı. Marmaris’ten Yüksekova’ya, Bodrum’dan Bazid’e kadar binlerce kişi sokaklara çıkıp ‘geçinemiyoruz’ isyanını yükseltti.

Ayağa kalkma günü

1 Mayıs halkın katlanan yoksulluğuna, bitmek bilmez zam dalgasına ve işsizliğe karşı ayağa kalkma günüdür. 1 Mayıs, işçi sınıfı ve yoksul halkın bu gidişata en güçlü şekilde ‘dur’ deme günüdür. 1 Mayıs, bütün mücadeleleri birleştirme ve emekçilerin topyekun olarak soyguncuların, talancıların, sermaye sınıfının karşısına çıkma günüdür. 1 Mayıs Türk, Kürt, Arap her milliyetten işçilerin ve Alevi-Sünni, inanan-inanmayan demeden her kesimden emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. Bunun en güçlü örneklerinden birini bu yıl 1 Mayıs’ta Türkiye işçi sınıfı ve halkımız gösterecektir.

İktidar kendi bekasını sürdürmek için halk üzerinde her türden baskıyı artırırken düzen muhalefeti halkı sokaktan geri çekiyor, tüm çözümü sandığa havale ediyor. Oysa son seçim yasası değişikliğinde de görüldüğü üzere ne sandık güvende ne de seçim. Bizler 7 parti ve örgüt olarak, halkımızı ekmek, demokrasi ve özgürlük için 1 Mayıs alanlarını doldurmaya çağırıyoruz. Sermayenin iktidarını değil; halkın iktidarını sağlamanın güvencesi sokaktır, meydanlardır, dayanışmadır, mücadeledir.

Bunu 8 Mart’ta alanları dolduran kadınların direnişi gösterdi. Kürt halkı başta olmak üzere eşitlik ve özgürlük için Newroz alanlarını dolduran yüz binlerin görkemli serhildanı gösterdi. Şimdi 8 Mart’taki kadın direnişinden, Newroz’daki milyonların mücadelesinden ilham alarak 1 Mayıs alanlarını büyük halk denizine çevirme zamanıdır. 1 Mayıs meydanları zeytinin sesiyle, özgürce akan derelerin kardeşliğiyle, doğanın talanına karşı toprağına, havasına, suyuna sahip çıkanların çığlıyla coşacak. Adına uygun olarak 1 Mayıs; yerlisiyle, mültecisiyle tüm işçi ve emekçilerin ortak hak taleplerine sahne olacak.

7 parti ve örgüt olarak 1 Mayıs’ın tüm ülke çapında yaygın ve kitlesel kutlanması için sendika konfederasyonlarına, emek ve meslek örgütlerine çağrıda bulunuyoruz; çalışmalara gecikmeden ve bir an önce başlayalım. 1 Mayıs haftasında fabrika, işyerleri ve mahallelerde kutlamalar gerçekleştirelim. Uluslararası işçi sınıfının ‘1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’, uluslararası sermayeye ve gericiliğe karşı enternasyonal dayanışma ve mücadelenin bir parçası olacaktır.

Tüm halkımızın 1 Mayıs’ını şimdiden kutluyoruz. Haydi 1 Mayıs’a!”

Paylaşın

“Kazanmak İçin Gözü Dönmüş Bir İktidarla Karşı Karşıyayız”

Seçim Kanunu içerisinde yer alan il ve ilçe seçim kurulları düzenlemesine ilişkin konuşan TİP Milletvekili Sera Kadıgil, “Biz 61 yıldır bu şekilde seçim yapıyoruz. Bakın darbe döneminde Kenan Evren’in bile aklına gelmedi. Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, KRT TV ekranlarında gazeteci Savaş Kerimoğlu’nun sunduğu “Uyanma Vakti” programına konuk oldu. Kadıgil, Kerimoğlu’nun sorularına yanıt verirken Türkiye gündemine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Programın başında Kerimoğlu’nun “İçime sinmiyor’ dediğiniz bir şey var mı?” sorusuna yanıt veren Sera Kadıgil, “Halkın vergisiyle maaş alıp, halkın dertleriyle ilgili hiçbir şey yapmayan bir yerde çalışmak zorunda kalmak içime sinmiyor. Orası TBMM ve benim için çok saygın bir yer ama içine girip hâlini görmek, Gazi Meclis’in kimlere kaldığını görmek gerçekten hiç içime sinmiyor” dedi.

AKP ve küçük ortağı MHP’nin Seçim Kanunu’na ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kadıgil, “Oyunu kaybettiğini çok net gören bir iktidar var. Oyunu kaybettiği için de oyunun kurallarını ve hakemlerini değiştirerek ‘Millet iradesini ne kadar zedelersek o kadar çok koltuğa sahip oluruz’ düşüncesiyle hayal kuran bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.

TİP Milletvekili Sera Kadıgil şöyle devam etti:

“Kanunun nereden çıktığı çok açık. Bütün anketler önümüzde. ‘Bay bay Tayyip Erdoğan’ noktasındayız. Bunu sadece biz değil Saray’da oturan zat-ı muhterem de çok net görebiliyor. Geldiğimiz noktada seçime bir yıl iki ay kala çok stratejik bir zamanlamayla kendine göre bir seçim kanunu hazırladı. Bunu da utanmadan Meclis’te bize görüştürüyorlar.”

AKP iktidarının seçmen iradesini taşıyamayacağı için seçmen iradesini “sakatlamak” istediğine dikkat çeken Kadıgil, “Getirilen düzenlemelere baktığınızda çok ciddi siyasi mühendislik hesapları görüyorsunuz” dedi.

Kadıgil konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Yüzde 10 seçim barajı Kenan Evren’in marifetidir. 1982’de 20 milyon seçmen var ve yüzde 10 barajı 2 milyon seçmene tekabül eder. Bugüne geldiğimizde 2018’de bile seçmen sayısı 56 milyon. Yüzde 7’ye indiğinizde bile hâlâ 4 milyon seçmenin iradesini sandık dışında bırakıyorsunuz. Oran olarak güya aşağıya indirdiler ama zaten temsil edilemeyen seçmen sayısı darbecilerin anayasasına göre 2 katını aşmış durumda.

Komisyonda sordum burada bir kez daha sorayım: Türkiye’de yüzde 7 ile 10 bandında kaç siyasi parti var? Bir tane var; o da MHP. Yani ikili bir hesapla baraj düşürülmesi yapılıyor. Birincisi MHP kendine bir garanti almış durumda. İkincisi HDP, MHP’den daha fazla oy alıyor. HDP, şu anda ülkenin en büyük üçüncü partisi. ‘Barajı düşürürsek belki bir şey olur’ diyorlar.”

“Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız”

Seçim Kanunu içerisinde yer alan il ve ilçe seçim kurulları düzenlemesine ilişkin de konuşan Sera Kadıgil, AKP iktidarının kazanabilmek için gözünün döndüğünü belirtti.

Kadıgil, şunları söyledi:

“Seçim günü veya öncesinde ve sonrasında bir usulsüzlük olursa şikâyet edilebilecek merci il ve ilçe seçim kurullarıdır. Çok önemli yerlerdir buralar ve bunların başında 61 yıldır o ilçenin veya ilin en kıdemli hakimi olur. Bu bir doğal hakim yasası dediğimiz şeydir. Kimse bunları seçemez, kimse bunları atayamaz. Hukukun bir gereğidir. Bunun da bazı sebepleri var. Açık açık söyleyeyim; en ‘eyvallahı’ olmayan hakimdir kıdemli hakim. Biz 61 yıldır bu şekilde seçim yapıyoruz. Bakın darbe döneminde Kenan Evren’in bile aklına gelmedi. Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız.”

Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte yargıya güvenin kalmadığını söyleyen Sera Kadıil, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

“Yargıya tabii ki güvenmiyorum. Neden güveneyim yargıya ben? Ben bir avukatım, benim güvenebileceğim bir yargı olsaydı zaten siyasetçi falan olmazdım. İnanın bayılmıyorum siyasetçi olmaya. Ben işini çok seven bir avukattım, yargı bırakmadılar ki ülkede. Bu bir tek benim görüşüm değil. Seda Sayan’ın, Haluk Levent’in güvenilirliği Türkiye yargısından daha yüksek şu anda. Bu rezilliği yaratan ben değilim.

Daha geçen sene AKP ilçe başkanlarını, eski milletvekili adaylarını hakim diye atayan ben miydim? Şimdi bu insanlar hakimlik yapmıyorlar mı? FETÖ’cülere sınav sorularını çaldırtarak, torpille en yüksek makamlara yerleştiren ben miydim? Ben yargıya güvenmiyorum ama yargıya güvenmememin sorumlusu ve suçlusu ben değilim. Yargıya bu hâle getiren AKP iktidarıdır.”

“Herkesle bir derdim var. Badem bıyıklılarla bir derdim var”

“Benim bu vatana ihanet eden, halkını değil de kendi cebini düşünen herkesle bir derdim var. Badem bıyıklılarla bir derdim var” diyen Sera Kadıgil, şunları söyledi:

“Bize bunlara güvenmemizi bekliyorlar, ben de onlara referandumu hatırlatıyorum. YSK, kanunda açık madde olmasına rağmen karar aldı ve mühürsüz oyları geçerli saydı bu ülkede. Bu şekilde bu berbat sistemi getirmeyi başardılar. O yüzden karşımızda her şeyi yapabilecek kapasitede olan bir iktidar var. Biz sonuna kadar mücadele etmekle mükellefiz. Ama ne yazık ki kanunun çıkmasını engelleyemeyeceğiz. Çünkü orada muhalefetin ne dediği zerre kadar umurunda olmayan, Saray’dan gelen bir virgül hatasını düzeltmeyi bile iktidarın zedelenmesi olarak gören bir güruhla iş yapmaya çalışıyoruz.”

Programın son bölümünde Adalet Komisyonu’nda kabul edilen kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesini öngören kanuna ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Sera Kadıgil, “Kadına şiddetle mücadele edecektin neden İstanbul Sözleşmesi’nden çıktın?” diye sordu.

Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliğinde dibe battığına dikkat çeken Kadıgil, şöyle konuştu:

“Kadın doğduğun için senin bazı yükümlülüklerin var’ diyor toplum. Erkeklere de ‘erkek adam ağlamaz’ diyor. Bu sorunu çözmüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden bu yüzden nefret ediyorlar. Çünkü devlete cinsiyet eşitliği sağlama yükümlülüğü getiriyordu.

Dünyanın her yerinde ataerki devam ediyor ve daha acısı kapitalist düzen devam ettikçe ataerki zaten devam etmek durumunda. Bunlar dünyadaki insanların yüzde 90’ının hayatını cehenneme çeviren sistemler.

Türkiye’de tacize, tecavüze, evliyse evlilik içinde tecavüze maruz kalmayan kadın sayısı gerçekten çok düşük. Herkesin bir taciz geçmişi var. Hiçbir şeye uğramadıysanız toplu taşıma aracında tacize uğruyorsunuz bu ülkede. Bunlar konuşulduğu zaman tacize uğrayan kadında ne suç olduğunu tartışıyoruz.

Erkek kadını kendine ait sanıyor. Toplum öyle bir noktada ki, erkek kadını kendine ait sanmazsa ‘daha az erkekmiş gibi’ davranılıyor. Özgecan Aslan öldürülüyor, ‘O saatte orada ne işi varmış’ deniliyor. Biriniz de ‘Bu katiller neden bu insanları öldürüyor?’ diye sorun. Erkekler, kadınları öldürme, zehirleme, camdan hakkını nereden buluyor? Temel sıkıntı zaten burada başlıyor.”

Paylaşın

Yedi Partiden Açıklama: Hileli Seçim Sistemine Karşı Ortak Mücadele

Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla bir araya gelen Emek Partisi (EMEP), Halkevleri, Emekçi Hareket Partisi (EHP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) tarafından ortak yazılı açıklama yapıldı.

AK Parti ve MHP ortaklığıyla getirilen seçim kanununa dair yapılan açıklamada, “Antidemokratik seçim sistemini kabul etmiyoruz” denildi.

Açıklamada muhalefetin itirazlarına rağmen teklifin Meclis’e getirildiği vurgulanarak, “Toplumsal desteğini kaybeden, halka sefalet, adaletsizlik ve şiddet dışında bir şey sunamayan, iktidar partilerinin masa başı oyunlarla milletvekili sayısını artırma hevesinin bir sonucu olan bu teklif, zaten antidemokratik olan seçim sisteminde seçime katılım, temsilde adalet, eşitlik, denetim gibi sorunları daha da derinleştirecektir. Antidemokratiktir, hukuk dışıdır” denildi.

Mücadeleyi sürdürme kararlığına dikkat çekilen açıklamada, “Aksine, bizler halkımızın çıkarlarını gözeterek her alanda birlikte mücadeleyi büyüterek sürdüreceğiz. Tüm yurttaşlarımızı bir kez daha, iktidarın halka düşman politikalarına, seçimleri güvensiz ve adaletsiz kılmaya çalışma oyunlarına karşı ortak mücadeleye davet ediyoruz” diye kaydedildi.

HDP, SMF, EHP, EMEP, TİP, TÖP ve Halkevleri tarafından yapılan ortak açıklama şöyle: “Seçim kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi, muhalefet partilerinin itirazlarına, seçim güvenliği için oluşturulan demokratik kitle örgütlerinin ve kamuoyunun tepkisine rağmen iktidar vekilleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na sunulmuştur.

Toplumsal desteğini kaybeden, halka sefalet, adaletsizlik ve şiddet dışında bir şey sunamayan, iktidar partilerinin masa başı oyunlarla milletvekili sayısını artırma hevesinin bir sonucu olan bu teklif, zaten antidemokratik olan seçim sisteminde seçime katılım, temsilde adalet, eşitlik, denetim gibi sorunları daha da derinleştirecektir. Antidemokratiktir, hukuk dışıdır.

Bu teklif, halkın gerçek sorunları karşısında tek bir adım atmayan iktidarın, konu koltukları olunca nasıl gayretkeş hale gelebildiğini yeniden gözler önüne sermiştir. Partili cumhurbaşkanının seçim yasaklarından muaf tutulmasını, il ve ilçe seçim kurullarında en kıdemli hâkimlerin görev alması uygulamasının terk edilmesini ve baraj sisteminin devamını öngören bu teklif Anayasa’nın 10. 37. ve 67. maddelerine de aykırıdır.

Mücadele birliği

Toplumsal mücadelenin farklı alanlarında eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi, barışı, emeği, adaleti, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ekolojiyi ortak şekilde savunmak üzere bir araya gelen bizler, AKP-MHP işbirliğiyle geçirilmek istenen bu kanun teklifini kabul etmiyoruz. TBMM’deki geçici çoğunluğuna güvenerek bu anti-demokratik kanunu geçirmek isteyen iktidar partileri, bizim ortak mücadele irademize en ufak bir zarar veremeyecektir. Aksine, bizler halkımızın çıkarlarını gözeterek her alanda birlikte mücadeleyi büyüterek sürdüreceğiz. Tüm yurttaşlarımızı bir kez daha, iktidarın halka düşman politikalarına, seçimleri güvensiz ve adaletsiz kılmaya çalışma oyunlarına karşı ortak mücadeleye davet ediyoruz.”

Paylaşın

Erkan Baş’tan İktidarın Ekonomi Politikalarına Sert Eleştiriler

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, iktidarın ekonomi politikalarına sert eleştirilerde bulunarak, “Kaşıkla verip kepçeyle alan bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi. Baş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duyurduğu KDV ilişkin olarak da, “Bu işler KDV indirimiyle olmaz, Saray’dakini indireceksin!” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, torba kanunla “beşli çete”ye itibar kazandırılmak istendiğini söylerken “Sokakta kime sorsanız ‘Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var’ diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) yaptığı basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Baş’ın açıklamaları şöyle:

“Saray Türkiyesi’nde yıkım devam ediyor. Her gün sayısız örnekle karşı karşıya kalıyoruz. Güncel bir haber ile başlayalım, bir yalan nasıl günler içinde yerle bir oluyor görelim; AKP teşkilatları 18 Mart günü Erdoğan önderliğinde bir propaganda yaptılar ve Çanakkale Köprüsü’nün açılışını öve öve bitiremediler. Bir noktaya işaret edeceğiz, konunun muhatabı Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu… Bir açıklama yapıyor ve diyor ki “Çanakkale Köprüsü’nden o kadar araç geçecek mi diyorlar. Zamanı gelince geçecektir. Dün 6 bin araç geçti.” Bakanın bu açıklamasında söylemediği bir şeyi söyleyelim: Bu köprü için günlük 45 bin araç geçiş garantisi var. Bakanın söylediğinden hareketle, o gün 39 bin araç o köprüden geçmese de parası bu şirketlere ödendi. Yurttaşların vergilerinden oluşan Hazine’den ödendi. Bu şirketlere bir günde aktarılan para 11 milyon liranın üzerinde.

‘Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek’

Ortada beceriksizlik yok, hesap hatası yok, bilerek işlenmiş bir suç var. Patronlara servet aktarımına ilişkin AKP’nin bilinçli bir tercihi var. Bu köprü yapılmadan bir fizilibilite çalışması yapılıyor. Araçlar karşıya feribotla geçiyor ve yılda ortalama araç geçiş sayısı 3-3 buçuk milyon civarında belirlenmiş. Günlük 9-10 bin araca tekabül ediyor. Bunu bütün yetkililer biliyor ama buna rağmen 45 bin araç geçiş garantisi veriliyor. Üstelik araç başı 15 euro + KDV anlaşmasıyla… Yani günde 35 bin araç geçmeyecek ve biz bunun parasını ödemeye devam edeceğiz. Her ay 70 bin insanın maaşı şirketlere peşkeş çekilecek.

Biz halkın ihtiyaçlarının karşılanması çağrısı yaptığımızda “Kaynak mı var kardeşim, memleketin durumu ortada” diyorlar. Al sana kaynak! Bu geçiş garantili ödemeleri iptal edin, bu garanti ödemeleri iptal edin; memleketin mevcut sorunlarının yarısı zaten çözülür. Mesele sizin tercihlerinizle ilgili. Siz, yoksul halkın hayatını nasıl kolaylaştırırım değil, yoksul halkın boğazındaki son lokmayı nasıl parababalarına peşkeş çekerim diye hesap yaptığınız için memlekette kaynak sıkıntısı oluşuyor.

Kur korumalı mevduat diye bir şey çıkardılar, geride kalan 3 ayda 15 milyar lira zenginlerin kasasına aktı. Faiz neredeyse yüzde 90’lara geldi, yoksuldan aldıkları parayı zengine dağıtmaya devam ediyorlar. Sonra hep aynı terane “kaynak yok”… Bu ülke oldukça zengin, bu ülkede istenirse her şey için kaynak bulunabilir. Ama siz bu kaynakları okul açmaya, yurt açmaya, asgari ücrete zam yapmaya değil de 3-5 tane yandaş şirketi zengin etmeye ayırdığınız için olmuyor.

Tekrar bütün yurttaşlara çağrı yapıyorum; sadece bir köprüde her gün 10 milyon liranız çöpe gidiyor, haftalık 70 milyonla neler yapılır bir düşünün. Bir nasıl yaşadığınızı düşünün, bir de her gün 10 milyon lira alınıp sizin cebinizden şirketlere verildiğini… Haftada 70, ayda 300 milyon lira; bu parayla neler yapılır bir düşünün.

Tabii bunlar olurken iktidar cephesinde ne oluyor? Mesela bir tane belediye başkanı bir halk ekmek kuyruğunun fotoğrafını paylaşıyor, diyor ki “Sancaktepe’de tiyatro kuyruğu…” Referansı sarayda, saraydaki de hurmalı manda yoğurdu tarifi veriyor.  İnsanlar açlık sınırının altındaki asgari ücretle yaşamaya çalışıyor, ekmek bulmak için didiniyor; öbür tarafta manda yoğurdu, üstelik hurmalı olacakmış…

Aynı konuşmada çok önemli bir nokta var; asgari ücret tartışmasıyla ilgili bir atıfta bulunuluyor, Erdoğan diyor ki “Veren el, alan elden hayırlıdır”, bu sadakaya ilişkin bir hükümdür. Yani diyor ki “Asgari ücretli sadaka istiyor, ben de vereceğim!” Bundan daha büyük bir utanç olabilir mi? Yani insanların alın terini, emeğinin karşılığını istemesini sadaka beklentisi olarak değerlendiren bir cumhurbaşkanı var.

Asgari ücret bugün açlık sınırının altında. Bu ülkenin yüzde 50’si bu iktidarın ekonomi bilmez politikaları yüzünden asgari ücretle çalışır hale geldi. Ve şimdi bu insanları açlık sınırının 675 lira altında asgari ücrete mahkum etmişsin, bu insanlar hakkını talep ediyor ve sen bu insanlara “Tamam sadakanızı vereceğim” diyorsun. Yoksulluk sınırı 16 bin lirayı aştı. Evine 16 bin lira giren kaç vatandaş var ülkede?

Emek Büromuzun yaptığı bir çalışmayı aktarayım; eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli için enflasyon karşısında alım gücü yüzde 7’ye yakın bir kayıp yaşadı. Zamma rağmen tüm asgari ücretliler yüzde 7’ye yakın bir alım gücü kaybı içerisinde… Makarnada yüzde 30’lara, yumurtada yüzde 28’e, margarinde yüzde 66’ya çıkmış alım gücü kaybımız. Kaşıkla verip, kepçeyle alan bir iktidar var.

Adıyaman’da, Sağlık Bakanlığı 19 kişilik temizlik işçisi kadrosu açmış. 2 bin 107’si üniversite mezunu, 17 bin 86 kişi başvurmuş. İnsanların içinde bulunduğu çaresizliğe bakın!

‘Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir’

Memleketin hali buyken yine bir torba kanun geldi, komisyonda görüşülmeye başlanacak; “şirketlerin itibarını kırmak, şöhretlerine zarar verecek haberler yapmak 3 yıla kadar hapis ve para cezasıyla karşılık bulacak…”  Meclis duvarına koskoca yazmışlar, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye. Sizin millet gibi, halk gibi, yoksulluk gibi hiçbir derdiniz yok; şirketlerin itibarı peşinde beyzadeler! Yazın o zaman oraya; “Egemenlik kayıtsız şartsız şirketlerindir”, “Egemenlik kayıtsız şartsız parası olanlarındır…”

Neymiş? “Beşli çete” denilmesinden çok rahatsız oluyorlarmış. Çok merak ediyorum acaba kim rahatsız oluyor? Acaba adının geri planda kalmasından kaygıya kapılan biri mi var? “Gerçek çete lideri benim ama beni almıyorlar, hep beşli çete diyorlar” diyen birisi mi var? Bunu merak ediyorum. Bu işi yargı sopasıyla çözmeye kalktıkları ve bizi şaşırtmaya devam ettikleri için iktidarı takdir ediyoruz! Sokakta kime sorsanız “Bu ülkenin kaymağını kim yiyor, rant projelerinin altında kimin imzası var” diye herkes zaten gerçek çete liderini söyler. Herkes bu beşli çeteyi kimin desteklediğini biliyor.

Başkasına söylemeye utanıyorsanız, geçin aynanın karşısına sorun kendinize; “Biz bu şirketlere kamu ihaleleriyle 100 milyarı aktardık mı, aktarmadık mı?”, “Ya ben şu Mecliste kaç defa bu şirketlerin vergi borçlarını sildim?” Bu halkı soyup soğana çeviren birileri var. Bunlara ne diyeceğiz? En kibar haliyle “çete” denir! Halkımız çok kibar olduğu için bunlara çete diyor. İstediğiniz kanunu çıkartın, hiçbir insana itibar kazandıramazsınız. Bunlar itibarsızlar. Bunlar halkın gözünde gerçek karşılıklarını çoktan bulmuşlar.

Dün yine müjdeler! açıklandı. Bazı temel ihtiyaç maddelerinde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e indirmişler. Aman ne büyük lütuf! 3 liralık mal 10 liraya çıkmış ama ufak tefek vergi indirimleriyle durumu kurtarmaya çalışıyorlar.

Bebek bezinden yüzde 8 vergi alıp, yandaşlara vermeye utanmıyor musunuz? Beş yerden maaş alan “beşlik çetesi” saraylarından saltanatlarından ödün vermeden, KDV’de indirim yaparak bu halkın yüreğinden çıkan çığlığı susturacaklarını sananlar yanılıyor. Bu işler KDV indirimiyle olmaz, saraydakini indireceksin!

Türkiye’nin kurtuluşu nedir? KDV indirimi falan yetmez, saraydaki inecek, bu hükümet düşecek, bu iktidar gidecek. Onlar o koltuklarından inecekler, halka hesap verecekler bundan sonra memleketin düzlüğünü tartışacağız.

Değerli arkadaşlar bu hafta Meclis gündeminde, geçen hafta komisyonda tartışmayla ama iktidarın dayatmasıyla bir günde geçirilen seçim kanunu teklifi görüşülecek. Bu konuda daha önce görüşlerimizi ifade etti,  komisyon çalışmalarında partimizin görüşlerini paylaştık. Genel Kurulda da muhalefetimizi sürdürmeye devam edeceğiz ama halkımızla paylaşmak isteriz ki hani şu atı alan Üsküdar’ı geçti dedikleri bir anayasa değişikliği olmuştu ya memlekette.

Şimdi o atı çalıp halkımızın deyimiyle söylüyorum atı çalıp Üsküdar’ı geçtikten sonra bunlar, kurdukları sistem her tarafından patladı. Çöktü o sistem işlemiyor yürümüyor. Halk buna uyandı şimdi iktidar panikte. O yüzden halkın uyanışını da görüyor, diyor ki ben bu önümüzdeki seçimde Allah muhafaza çalamam o zaman ne yapayım hazır elimde Meclis çoğunluğu var gasp edeyim. Atı çalamayacağını gördü vatandaş, önlemleri aldı burada çoğunluk gücüne dayanarak atı gasp etmeye ve öyle binip geçmeye çalışıyor.

Biz bu gaspı engellemek için elimizden geleni yapacağız. Ha diyelim ki sizin burada 301 tane el kaldırma makineniz var, el kaldırdınız indirdiniz bu kanun geçti ama ne olursa olsun yurttaşlarımızın gönlü ferah olsun. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz. Bu AKP-MHP iktidarı ne yaparsa yapsın istediği sonucu alamamasını sağlayacağız.

‘Her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız’

Ama bilelim her ne yapmaya çalıştıklarını bilelim nasıl bir arayış içerisinde olduklarını bilelim ve gördüğümüz her yerde yalanlarını suratlarına çarpacağız. Mesela diyorlar ki baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Yine müjde! Baraj yüzde 7’ye iniyormuş. Şimdi bir kere zaten ittifak sistemiyle beraber baraj fiilen bitti. Çünkü ittifakın tamamı ittifakın içindeki partiler birlikte barajı geçtiklerinde zaten baraj geçilmiş sayılıyordu. Geçen seçimde baraj sadece HDP’ye uygulanabildi. HDP de onu rahatça aştığı için zaten aslında olmayan bir barajı lağvettiklerini söylemek lazım. İkincisi yıllardır söyledikleri yalan gün gibi ortada.

Baraj niye vardı? Diyordu ki temsilde adalet olmalı, her vatandaşın verdiği oy mecliste temsil edilebilmeli ama bir de istikrar olmalı, çok parçalı mecliste hükümet oluşamıyor istikrarsızlık oluyor. O yüzden bir baraj koyalım kolay hükümet oluşturalım. Peki değerli arkadaşlar bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem istikrar için gelmedi mi zaten? Eğer Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde istikrar diye bir sorun yoksa baraja ne gerek var? Mesela normalde yapılması gereken ne? Biz öyle bir sistem kurduk ki hiç istikrar sorunu olmayacak onun için barajı da kaldırıyoruz sıfır baraj. Olması gereken bu.

Ama belli ki kurdukları sistemin istikrar sağlamadığı açıkça ortaya çıkmış durumda. Kendileri ne yapacaklarını bilmiyorlar o yüzden mecburen baraj sistemini devam ettirmekte ısrar ediyorlar. İttifak içi ilişkiler ile oynuyorlar. Bu başlı başına yeten bir rezalet.  Ya arkadaş sen 2018’deki değişiklikle bu ittifakı getirdin daha yaptığın bir önceki kanunun mürekkebi kurumadı ya. Bir tane seçimde uygulandı.

Yani böyle bir şey olabilir mi? Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun. Her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun, her seçimde yeniden kural değiştiriyorsun ve işin özü şudur değerli arkadaşlar. Her seçimde yeniden kural değiştirmek ya da bir seçime giderken kural değiştirmek sadece bu bile şu soruyu sormamıza yeter. Neden değiştiriyorsun? Neden? Madem sen güçlüsün büyüksün. Halk hala seni destekliyor niye kural değiştirmeye tenezzül ediyorsun. Çünkü onlar da farkındalar ki halkın gönlündeki yerlerini çoktan kaybettiler.

Bunları bir kenara bırakalım arkadaşlar. Bize göre asıl büyük skandal asla hiçbir hukuk normuna sığmayacak, Anayasa’ya tümüyle aykırı ve eğer memlekette hukukun zerresi kaldıysa Anayasa Mahkemesi tarafından tek başına bozma gerekçesi yapılacak husus seçim kurullarındaki değişikliktir. Bunu bütün yurttaşlarımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bakın değerli arkadaşlar 60-70 yıldır seçim kanunun değişmeyen bir hükmünü değiştirmek istiyor. Yani bu ülkede seçimler yapıldığı süre boyunca bir tane kural vardı.

İlçede ya da ilde seçim kurulu başkanı en yetkili en kıdemli hakimdir. En kıdemli hakim doğal olarak o ildeki o ilçedeki seçim kurulunun da başkanı olurdu. Hiç değişmeyen bu kuralı değiştirmek istiyorlar bir. İki daha büyük bir skandalla karşı karşıyayız. Seçim kurullarımız iki yılda bir oluşuyordu ve şu anda Türkiye’de 1900’ün üzerinde il ve ilçede seçim kurulları 2022 ocak başında kuruldu 2024 ocağına kadar görevde. Bu kanun değişikliğiyle beraber şu anda var olan seçim kurullarını lağvediyorlar. Halkımızın dikkatine sunuyorum. Yani bir açıdan seçimle sınırlı mahkemeler görevden alınıyor yerine kendilerinin torbadan seçeceği yeni kurullar başkanlar atanacak.

Üstelik yine anayasanın açık hükmünde seçim kanununda yapılan değişiklikler bir yıl sonra yürürlüğe girer demesine rağmen burada üç ay sonraya bir yürürlük maddesi ekliyorlar kanuna ve üç ay içerisinde bu değişikliği yapacaklar. Bakın 2022 Ocak ayında başlayan seçim kurulları 2024 Ocak ayına kadar görevli ne demek? Önümüzdeki seçimler onların iddia ettiği gibi son gün bile yapılsa yani 2023’ün Haziran’ında bile yapılsa bu seçim kurullarının yetkili sorumlu olması demek. Bu şuna benziyor değerli yurttaşlar. Bir müsabaka var. Bir maça çıkacağız. Maçın hakemleri belirlenmiş maça günler var. Diyorlar ki ben bu hakemi beğenmedim bunu değiştiriyorum bunun yerine torbadan hakem seçelim. Soru açık neden buna ihtiyaç duyuyorlar? Bütün yurttaşlarımızın bunu düşünmesini öneriyorum.

Şimdi bir tane daha numara.  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtik. Dolayısıyla kanunlarda, bütün kanunlarda uyum düzenlemeleri yapıldı. Nedir uyum düzenlemesi? Eski sistemde başbakan vardı, kanunda başbakanın adının geçtiği yerler başbakanlığı ifade eden maddelerdeki başbakan kelimesi kaldırılıyor yerine cumhurbaşkanı ekleniyor. Tüm kanunlarda böyle. Şimdi seçim kanununda da seçim yasaklarını düzenleyen bir madde var.

Diyor ki başbakan ve bakanlar seçim takvimi içerisinde devletin onlara sunduğu olanakları kullanamazlar. Araçları kullanamaz devletin imkanıyla propaganda yapamazlar devletin kamu görevlilerini yanlarında propaganda çalışmaları sırasında kullanamazlar gibi maddeler. Şimdi burada başbakanı kaldırıyorlar ama yerine cumhurbaşkanını yazmaya cesaret edemiyorlar. Bu konuda da hiç bakın bütün komisyon tartışmaları boyunca her şeyi savunmaya çalıştılar ya da savunuyormuş gibi yaptılar. Bunu savunuyormuş gibi de yapamadılar. Savunmaya çalışamadılar.

Dolayısıyla Genel Kurul aşamasında bir düzenleme olabilme ihtimalini görüyoruz ama buna rağmen, hani buraya cumhurbaşkanı yazılsa da İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanı’nın partili olduğu, üstelik Süleyman Soylu gibi yerel seçimlerde aktif bir biçimde seçim faaliyetlerinde kolluk kuvvetini devletin istihbarat olanaklarını sözde muhalefete karşı kullanan insanların olduğu yerde deyim yerindeyse devletle halkın seçimde karşı karşıya geldiği bir tablo yaşayacağız ama tekrar ediyorum; ne yaparlarsa yapsınlar halkın yüreğindeki yerlerini kaybeden bu iktidarın ayakta kalma şansı yok.

Kaybettiklerini gördükçe tabanlarını konsolide etmek için laiklik karşıtı taarruzlarını sürdürüyorlar. Bakın geçen hafta Bursa’da Mithatpaşa Ortaokulunda haremlik selamlık uygulaması oldu. Hatta biz de milletvekilimiz Barış Atay aracılığıyla bir soru önergesiyle meseleyi gündeme getirmeye çalıştık. Hatırlayacaksınız okul müdürüne sözde bir soruşturma açılmıştı görevinden uzaklaştırılmıştı. Şimdi jet hızıyla geri geldi. Bunu bir yere kaydedelim. Yani okulda harem-selamlık uygulaması yapan müdür şu anda göreve getirildi.

İkincisi başka bir hukuk tanımazlıklarını İstanbul Beşiktaş’ta İsmail Tarman Ortaokulu var. İmam hatipe dönüştürülmek isteniyor. Beş buçuk yıldır mahalleli ve veliler mücadele ediyorlar yargı kararları var. Çünkü mahallede ihtiyaç fazlası imam hatip okulları var ama imam hatip tercih etmeyen insanların çocukları gönderebilecekleri bir okul var. Mahkeme kararını tanımayıp imam hatipe dönüştürüyorlar. 69 aydır her pazartesi veliler orada laik ve bilimsel eğitim için mücadele ediyorlar. Buradan hem o mücadeleyi destekliyoruz, yanlarında olduğumuzu ifade ediyoruz.

Memleketin her tarafından bu dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin bir parçası olarak çocuklarımızı bu cemaat yurtlarına cemaat okullarına imam hatiplere mahkum eden bu uygulamalar devam ediyor. Bir rakam paylaşacağım arkadaşlar. Bakın burası Ankara. Burası laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 120 anaokulu var ama 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren 153 merkez var. Yani Ankara’da 4-6 yaş arası çocuklara kuran kursu eğitimi veren yerlerin sayısı Milli Eğitim Bakanlığına bağlı anaokullarının sayısını geçmiş durumda. Daha bu memleketten laiklik için ne söyleyebiliriz gerçekten bilmiyorum.

‘16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz’

Bu vesileyle çocuklarımız demişken özellikle Kürt çocuklarına dair yaşadığımız bir acıyı paylaşmamız gerekiyor. Gerçekten sessiz sedasız hiç basında kamuoyunda yer etmeden hayatların nasıl karardığına ilişkin yeni bir örnekle maalesef karşı karşıyayız.

Hani gözleri böyle hafızalarımıza mıh gibi çakılı Ceylan Önkol kardeşimiz gibi, 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan Uğur Kaymaz gibi bu sefer de Urfa’da 16 yaşında bir çocuk, Muharrem Aksan’ın cansız bedeni ancak üç gün sonra bulunabildi ve parçalanmış bedende 12 farklı boyutta metal parçası çıktı. Gerçekten hani Kürt sorunu yoktur deniyor ya şimdi Kürt sorunu tam da budur. Zırhlı araç altında can veren çocuklardır bu ülkede Kürt sorunu. Koyun otlatırken ya da evinin önünde oynarken tutanaklara tanımlanamayan bir cisimle oynarken infilak etti cümlelerinin geçmesidir sevgili Ahmet Şık bir önerge verdi bu konuyla ilgili, 16 yaşındaki muharremin neden öldüğünü katillerin kim olduğunu araştırmaya soruşturmaya devam edeceğiz.

Ülke yıkıma sürükleniyor ve bunun en ağır bedelini işçiler ödüyor dediğimizde neden söz ettiğimizi anlamak istiyorsanız hemen bir örnek verelim. Konya’da bir iş yerinde patron sigortasız çalıştırdığı 15 yaşındaki bir çocuğu bir vidanın yerini unuttuğu için palangaya bağlayıp tavana asıyor çocuğun kıyafetlerini çıkartıyor üzerine su döküp işkence ediyor. Ceza 2 bin 320 lira. 2 bin 320 lira arkadaşlar bu ülkede 15 yaşında bir çocuğa ekmeğiyle oynayıp işkence yapıp karşısında durmanın cezası.

Buradan sevgili Sedat Aslan’ı anarak tamamlayacağım sözlerimi. Bu tekstil direnişinde kararlı inançlı bir biçimde mücadele eden 97 işçi arkadaşımızdan bir tanesiydi. Patron bu mücadelede işçilere diz çöktüremeyince işçileri işten çıkarıp başka fabrikalarda iş bulamamaları için kara listeye almıştı. 29 yaşındaki Sedat da başka iş bulamadığı için çatı işi yapmak zorunda kalmıştı ve 3 çocuklu gencecik kardeşimiz çatıdan düşerek hayatını kaybetti. Bu ölüm kaza, kader falan değil. Bu baya bir iş cinayeti, bir sosyal cinayet bu bir yaşam hakkı gaspı olarak değerlendirilmeli. Biz buradan ailesine akrabalarına baş sağlığı dilekleri iletirken Sedat Aslan’ın katillerinin, bu cinayete sebep olanların da en ağır şekilde cezalandırılmaları için mücadelemize devam edeceğiz.

Nişantaşı Üniversitesini daha önce burada gündeme getirmiştik. Araştırma görevlileri insanca yaşam mücadelesi veriyorlardı. Tıpkı fabrikalarda, plazalarda olduğu gibi üniversitelerde de bir yaşam mücadelesi, insanca yaşam mücadelesi var. Eşit işe eşit ücret istiyor arkadaşlarımız ve bugün itibariyle üniversitenin asistan kıyımına geçilmiş durumda. 10 araştırma görevlisi arkadaşımızın iş akitlerinin feshedildiğini, işten atıldıklarını öğrendik. Arkadaşlarımıza her hal ve şartta yanlarında durmaya devam edeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bilindiği üzere 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü ve ülkemizde yüz binlerce otizmli yurttaşımız ve ailesi uzun yıllardır sorunlarının çözümü için mücadele ediyor, çözüm bekliyor. Geçtiğimiz aylarda bir bakım evinde yaşanan darp vakasıyla ilgili verdiğimiz soru önergesi iki ay sonra nihayet sözde yanıtlanmış ama taslaklarıyla geçiştirilmiş oldu. Otizm, ülkede adı bile geçmiyorken ailelerin mücadelesiyle gündem haline geldi ve 2010 yılından itibaren otizm eylem planı taslağı hazırlanıp tüm yetkililere hükümete bakanlıklara iletilmişti ve maalesef tipik bir AKP uygulaması olarak o günden bugüne yedi kez Aile Bakanı değişti ama bu eylem planı yürürlüğe girmedi kimisi daha önceki bakanın dedi. Kimisi raftan indirip bakalım ne var dedi ama gelen haberler bu eylem planı sanki çok başarılı olmuş gibi bakanlığın yeni bir eylem planı hazırlığı içerisinde olduğu söylendi.

Bize göre mesele iktidarın bakışıyla ilgili köklü bir yanlışa dayanıyor ve zaten biz size bakım maaşı veriyoruz, nankörlük etmeyin diye aileler susturulmak isteniyor. Oysa bu bakanlığın iş bilmeyen, sosyal politikalar nasıl uygulanır herhangi bir fikri olmayan biri Menzil’den biri Süleymancılardan şişirilmiş doldurulmuş kadrolarıyla bu sorunun çözümü mümkün değil. Bu anlayış sürdükçe hükümet yurttaşları biat etmeye, sorunların üstünü örtmeye mecbur ettikçe o bakım merkezlerindeki çocuklarımız için gereken bütçeler ayrılmadığı sürece gelecekleri belirsizliğe mahkum edilen yurttaşlarımız mücadele etmeye devam edecekler. Biz de konunun takipçisi olmaya ve onlarla birlikte mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

Kızıldere’nin 50. yıl dönümü

Son olarak 30 Mart’ta hayatlarını kaybeden Kızıldere’de bir yargısız infaza kurban edilen sevgili Mahir Çayan ve yoldaşlarının 50. ölüm yıl dönümlerinde her birisinin saygıyla sevgiyle özlemle andığımızı ifade etmek istiyorum. Hepinize çok teşekkürler.

 

Paylaşın

Erkan Baş’tan Dikkat Çeken ‘Seçim Kanunu’ Açıklamaları

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlenen basın toplantısında Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sözlerine grev kararı alan hekimlere destek vererek başlayan ve grevi tümüyle desteklediklerini belirten Baş, yurttaşlara da destek çağrısında bulunarak “Bu talepler, bizlerin, yurttaşların nitelikli sağlık hizmeti almasının da güvencesi” ifadesini kullandı.

Açıklamasının devamında AK Parti ve MHP ortaklığında hazırlanan seçim kanunu teklifini yorumlayan ve yalanlar ile dolu olduğunu söylediği teklif ile ittifaklara tuzak kurulduğunu belirten TİP Genel Başkanı, ayak oyunlarıyla Meclis’teki temsiliyetinin azaltılmasının amaçlandığını söyledi.

Söz konusu teklif ile yurttaşların oy güvenliğinin de riske atıldığını belirten Baş, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın isteklerine göre kanunların değiştirildiğini belirtirken, “Bu teklif ettikleri kanun, 2002 yılındaki seçimlerde geçerli olsaydı AKP seçime giremiyordu” ifadesini kullandı.

Muhalefet partilene de çağrı yapan Erkan Baş, “Buradan tüm muhalif partilere sesleniyorum. Tüm muhalefete açık çağrı yapıyorum. Sıkı duracağız, ilkeli davranacağız. Bu Recep Tayyip Erdoğan denilen şahsın bugüne kadarki en büyük başarısı şuydu. Karşısında oluşan ittifaklara çomak sokardı, o ittifakları bozardı dağıtırdı ve azınlıkta olmasına rağmen memleketin üzerinde tahakküm kurardı. Şimdi ilk defa karşısındaki ittifakları bozamadığı gibi halkın ona karşı öfkesi de her geçen gün artıyor. İttifaklar tabanda daha güçlü hale geliyor. Çok açık, Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldu. İlk defa karşısındaki ittifakları bozamıyor, şimdi kanunla ittifak bozma yoluna gidiyor. Bunu deniyor. Buna izin vermeyiz. Buna asla izin veremeyiz. Tüm muhalif partiler ittifak gibi davranacaklar, kararlı duracaklar. ” ifadelerini kullandı.

Yurttaşlara da çağrıda bulunan ve moral bozulmaması gerektiğini belirten Baş, “Hangi iktidar belirli bir süre iktidar koltuğunda oturduktan sonra güç kaybetmeye başladığını, kaybetmeye başladığını görüyorsa hepsi aynı şeyi yaptı. Seçim kanunu değiştirerek o koltukları koruma çabası içine girdiler. Hepsi kaybetti. Bunlar da kaybedecek. O yüzden bırakın bunlar seçim kanunuyla oynasınlar, bakın hekimler sokakta direnmeye devam ediyor. Bunlar Meclis’te seçim kanunu kaldırarak indirerek düzenleriz diye düşünüyorlar. İşçiler direnmeye devam ediyor. Halkın öfkesi büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla AKP’yi, Cumhur İttifakı’nı bu halkın elinden kurtarabilecek hiçbir düzenleme mümkün değildir. Yeter ki biz bugüne kadar ki kararlılığımızı bugüne kadarki inadımızı sürdürmeye devam edelim. Yeter ki biz iş arkadaşlarımızla kol kola girelim. Yeter ki biz mahallemizde zor durumda kalan yurttaşımızın yanında olalım. Yeter ki biz haksızlığa uğrayanlarla omuzdaşlık, gönüldaşlık bağımızı kuralım. Bu ülkede halktan büyük güç yoktur ve bunlar mutlaka yenilecekler. Bu konudaki inadımız kararlılığımız sonuna kadar devam edecek. Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur” şeklinde konuştu.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın açıklamaları şöyle:

“Dün açık söylemek gerekirse Türkiye tarihi açısından çok kötü görüntülere sahip… Onunla başlamak istiyorum. 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle Taksim’de anıta çelenk bırakmak ve açıklama yapmak isteyen hekimlere yönelik bir polis müdahalesi gerçekleşti ve engelleme girişimiyle karşı karşıya kaldılar. İçimiz ezilerek, utanarak izledik bu görüntüleri. Polis açıklama yapmak isteyen 89 yaşındaki doktor Erdinç Köksal’ın yere düşmesine sebep oldu. Sadece bu görüntü bile Türkiye’de hekimlerin içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından son derece önemli ve utanıyoruz… İktidarı bu davranışından dolayı en ağır biçimde kınıyoruz.

Değerli yurttaşlar pandemi hala devam ediyor. Dolayısıyla iktidar tarafından yürütülen bu piyasacı sağlık politikalarının nasıl iflas ettiğini anlatmamıza gerek yok, hep birlikte yaşıyoruz. Ve sağlıkta yaşanan bu iflasın yükünü, sağlık emekçilerine çektirmek istiyorlar. Çok zor koşullarda, insan üstü bir gayretle, özveriyle çalışan, sağlık hizmeti sunmaya çalışan sağlık emekçileri iki gündür grevdeler. Biz bu grevi tümüyle destekliyoruz ve tüm yurttaşları sağlık emekçilerinin yanında olmaya çağrıyoruz.

Ne istiyor sağlık emekçileri?  İşlerini yaparken güvenli bir ortamda çalışmak istiyorlar, uygun çalışma koşulları istiyorlar ve insanca yaşayabilecekleri bir ücret talep ediyorlar. Bu taleplere sahip çıkıyoruz, bu taleplere tüm halkın sahip çıkması gerektiğini söylüyoruz. Çünkü aynı zamanda bu talepler, bizlerin, yurttaşların nitelikli sağlık hizmeti almasının da güvencesi. Bunun için gerekli ve zorunlu.

Tabii iktidar hiç şaşırtmadı. Erdoğan “Gidiyorlarsa gitsinler” dedi; küçük ortak hiç durur mu, destek verdi. Fakat biliyoruz ki halkın çıkarı neyse onun karşısında duruyorlar. Onlar sağlık emekçilerinin karşısında, biz sağlık emekçilerinin yanındayız. Tekrar ediyoruz. Talepleri, taleplerimizdir. Sağlık çalışanlarına tüm hakları verilmeli ve bu sayede her yurttaşımızın da nitelikli, bilimsel, ücretsiz sağlık hizmetine eşit biçimde ulaşmasının yolu açılmalı.

Değerli arkdaşlar dün Türk siyasi tarihine giren bir kara leke de bu kürsüde AKP ve MHP tarafından yeni seçim kanunu teklifi. Şimdi kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuşlar; oradan aldık, çok dikkatli biçimde inceledik. Tüm yurttaşlarımızın bilmesi, anlaması, birbirine anlatması için bu kanun teklifinde neler var, bunu paylaşacağız. Ama sözlerime başlarken şunu söyleyeyim, yurttaşlarımızdan rica ediyoruz. Dün bu kanun teklifini sözde sunmak adına buraya gelen iki siyasi partinin en yetkili isimerinin, konuyla ilgili en yetkili isimlerinin, 2,5 yıldır bu kanunun hazırlığını sürdüren kurulları temsil eden iki kişinin, gerçekleştirdiği basın toplantısını lüften izleyin. Önlerindeki kağıdı okumadan hiçbir şey söyleyemiyorlar. Teklif diye sundukları kanun metninin içinde ne olduğuna ilişkin kağıda bakmadan iki çift laf söyleyemeyen insanlar, Türkiye’de seçim sistemini, siyasi partiler kanununu değiştirmek istiyorlar.

Şöyle söyleyebiliyoruz. Bu kanun teklifi tümüyle yalan üzerine kurulu bir kanun teklifi. Yalan üzerine kurulu, ittifakları bozma planı içermektedir. Kendi zayıflıklarını, Cumhur İttifakı’nın zayıflıklarını örtme çabasının bir mahsulüdür. Sandık güvenliğini, vatandaşın oyunun güvenliğini ihlal eden yaklaşımlar bulundurmaktadır. Eşitsizlikleri derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Şunun için söylüyoruz. Memlekette bir seçim kanunu, siyasi partiler kanunu tartışılıyorsa; demokratikleşme beklentisi olur. Bir eşitlik, vatandaşın iradesini daha doğru yansıtacağı bir arayış olur. Bu kanun teklifinde hiçbiri yok, bu kanun teklifi yalan üzerine kurulu arkadaşlar.

Bakın daha birinci maddesi; diyor ki “Yüzde 10 olan seçim barajını, yüzde 7 şeklinde değiştirelim” Açıyorsunuz kanunun gerekçesini, aynen şu ifadeler yer alıyor: “Ülke seçim barajında bir miktar indirim yapılarak daha fazla partinin, daha fazla fikrin Meclis’te temsili; dolayısıyla temsilde adaletin güçlendirilmesi hedeflenmiştir” Yalan! Yalan söylüyorlar. Bir sonraki madde de zaten, ittifakların oy dağılımında yaptıkları ayak oyunuyla Meclis’teki temsiliyeti azaltmayı hedefliyor.

Şimdi, yüzde 10 barajı ittifaklarla beraber zaten fiilen ortadan kalkmış. Sözde bunu yüzde 7’ye indirerek bir demokratikleşme adımı atıyormuş gibi numara yapıyorlar, net. Veya kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki günlerde, bir çıkar birliği olduğu için Cumhur İttifakı; bir bozulma olursa bu çıkar birliğinde, bağımsız kalırsam baraj altı kalmayayım diye düşünüyor. Başka bir derdi yok. Yoksa zaten yüzde 10 barajı nihayetinde ittifaklar aracılığıyla aşılmış durumda. Türkiye’de şu anda baraj engeli diye bir şey yok.

‘İttifakları bozmaya yönelik bir tuzak kurulmuş durumda’

Dolayısıyla bakın birinci madde, yalan maddesidir. İkinci madde de tuzak maddesidir. İkinci madde de diyor ki; “Eskiden ittifakların milletvekillikleri kazanması ve ittifakların kendi içinde paylaşması esastır” Şimdi diyor ki biz bunu kaldırıyoruz. Beyler, hani siz daha fazla partinin temsilini amaçlıyordunuz! Bunu engellemek için bir yol bulmuşlar. 2,5 yıldır çalışıyorlar. 2,5 buçuk yıl önce AKP neye çalışıyor, MHP neye çalışıyor birbirimize sorup demiştik ki; oy oranını azaltsa bile Meclis’te koltuk sayılarını artırmayı amaçlıyorlar. Bunu nasıl yapabileceklerinin yollarını, yöntemlerini arıyorlar. Aferin, bulmuşlar! Sözde bulmuşlar! Sanıyorlar ki aynı oy oranını koruyacaklar, o oylarla biz sandalye sayımızı koruruz… Net söylüyorum burada bir tuzak maddesi var, ittifakları bozmaya yönelik bir
tuzak kurulmuş durumda kanunda.

Ve değerli arkadaşlar şöyle bir şey olabilir mi, tüm yurttaşlara soruyoruz. Her seçimde kanun mu değişir ya? Biz, ittifaklı seçim sistemiyle 2018’de bir tane seçim yaptık. Sonra bitti, değiştirdiler. Şimdi biraz geriye gidelim. Hatırlayın AKP 20 yıldır her seçimde şaibeyle anılan bir parti. Vatandaş örgütlendi, dünyada eşi benzeri yoktur. Vatandaşımız oy atıyor, sonra gidiyor o oyu korumak için sivil inisiyatifler oluşturuyor. Siyasi partilerin gücününün yetmediği yerlerde vatandaş inisiyatif alıyor. Dünyada eşi benzeri var mı bilmiyoruz.

Şimdi biz sahip çıktık, çalamadılar. Ne yaptılar? Yeni taktik geliştirdiler. Mühürsüz oyları geçersiz saydılar hatırlayın. Vatandaş daha fazla örgütlendi, bu sefer ne yaptılar? Yüksek Seçim Kurulu’yla İstanbul seçimlerini iptal ettiler. Yüzde 50 artı 1’i hayatta alamayacaklarını biliyorlardı, o an için baktılar dediler ki “Biz MHP ile birleşekim yüzde 50 artı 1’i alalım” Yani “şahsımın” neye ihtiyacı varsa ona göre kanun düzenliyorlar. Her seçimde kanun değişiyor, artık bu bize yetmiyor daha fazlası. yetmiyor daha fazlası numarası çekiyorlar.

“Bu kadar şahsa özel kanun olur mu diye sormak gerekiyor”

Değerli arkadaşlar örnek vereceğim, dikkatinize sunmak istiyorum. Üçüncü maddede diyor ki, mevcut şu an yürürlükte olan kanuna göre; “Bir siyasi partinin seçime katılabilmesi için Meclis’te grup kurulması yeterlidir” Bu şartı kaldırıyorlar. Diyor ki grubun olsa da seçime giremezsin. Diyorum ya “şahsım”a özel yapılıyor. Bakın bu teklif ettikleri kanun, 2002 yılındaki seçimlerde geçerli olsaydı AKP seçime giremiyordu. Tarihini de söyleyeyim. AKP’nin kuruluş tarihi 14 Ağustos 2001. Seçimler 3 Kasım 2002’de yapıldı. AKP birinci kongresini 12 Ekim 2003’te yaptı. Yani seçimden bir yıl sonra AKP kongresini yaptı.

Nasıl girdi seçime? Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra AKP’nin kuruluşuyla beraber AKP’ye dahil olan 7 tane milletvekilinin sağladığı grup kurma hakkını kullanarak seçime girdi. Ne kadar akıl dışı bir düzenleme yaptıklarına bundan daha iyi bir örnek olabilir mi? Sunduğun kanun zamanında yürürlükte olsa sen seçime giremiyordun. Ama bu hüküm sayesinde, bugün kaldırdıkları hüküm sayesinde girdikleri seçimde, birinci parti olarak çıktılar ve yine eşitsizlikler nedeniyle aldıkları oyun iki katı kadar milletvekiliyle  parlamentoda temsil edildi. Bu kadar şahsa özel kanun olur mu diye sormak gerekiyor. Ne dedik; yalan üzerine kurulu, ittifakları bozmaya yönelik, şahsı gözetmek üzere oluşturulmuş, bir de dördüncüsü vatandaşın oy güvenliğini ortadan kaldıran bir düzenleme.

Beşinci ve altıncı madde. Bu arada ne yapıyorlar? Şu anda yüyürlükte olan kanuna göre seçim kurulları oluşturulurken, en kıdemli hakim seçim kurulu başkanı oluyor. AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de aşağı yukarı 7 bin hakim vardı. Geride kalan yıllar içerisinde 20 yıl içerisinde AKP’siz dönemde hakimliğe başlayanların 6 bini emekli olmuş. Dolayısıyla şu anda sadece bin tane hakim AKP öncesi dönemde hakimlik görevi üstlenmiş. Türkiye’de şu an 20 bin küsür hakim var. Yani var olan hakimlerin çok büyük bir çoğunluğu AKP döneminde atanmış hakimlerden oluşuyor.

En kıdemliler değil belki ama en kıdemlilerin bir altına indiğimiz zaman, bunlar bu iktidar döneminde atanmış. Üstelik biliyoruz; AKP ilçe örgüt kurulu üyelerinin atandığını biliyoruz, AKP’de çeşitli düzeylerde yöneticilik yapanların hakim olarak atandıklarını biliyoruz. Yani diyor ki bundan sonra en kıdemli hakim olmayacak, yani benim dönemimde hakim olmamışların olmasının önüne geçiyorum; büyük bir çoğunluğu benim atadığım dönemde hakimlik görevi üstlenen insanlar seçim kurulu başkanı olacaklar. YSK’yi zaten düzenlemişlerdi! Olur da tüm bu yaptıklarıma rağmen ben bu seçimden istediğim sonucu alamazsam hakimler mazbata vermesin, hakimler seçim sonuçları benim lehime doğru değiştirsinler” düzenlemesidir bu. Bir tuzak!

Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi sandık güvenliği sorunudur. Zaten vatandaş bu konuda kaygılı, zaten AKP bu konuda şaibeli. Bu hüküm, bu düzenleme kaygıları arttıran, AKP’nin sandık oyunları arayışını ifşa eden bir düzenleme.

Bir madde ötesine gidiyorum, yine aynı şey. Sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan parti, başka bir parti üyesini sandık görevlisi olarak gösteremeyecek. Neden? Yine; bir, ittifakları bozuyor. Siz aynı ittifak içerisindesiniz. İttifakınızın bileşeni bir partinizin sandıkta üyesi yoksa siz ona destek gösterebilirsiniz, dayanışma gösterebilirsiniz. A partisi üyesi bir yurttaşımız B partisinin sandık görevlisi olabilir. Aynı ittifakta zaten, kanun izin veriyor ittifak kurmaya. Diyor ki bundan sonra bu yok. Zorlaştırıyor. Yine ittifakı bozma oyunu, hem sandık güvenliğini ortaya atıyor. Bakın sandık güvenliği dedik, seçmen kütüklerine ilişkin kaygısı olmayan yurttaşımız var mı? Her yurttaşımız her seçimde bu kaygıyı taşıyor.

Geliyorum bir sonraki maddeye. “Adresin kapanmış olması sebebiyle kayıt sisteminde gözükmeyenler, en son seçmen oldukları yerde oy kullanacaklar” diye bir hüküm geliyor. Geliyoruz bir sonraki maddeye. Adres kapanmış olsa bile oy kullanılır. Yine güvensizliği, yurttaşın kaygılarını artıran girişimlerle karşı karşıyayız.

11. maddeye geldik. Çok acayip! Sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra “uyum düzenlemeleri” yapıldı. Bu unutulmuŞ bu siyasi partiler kanununda biz bir “uyum düzenlemesi” yapalım diyorlar. “Uyum düzenlemesi” diye ne yapmışlar? Örneğin “başbakan idaresi” var. Başbakanı maddeden çıkartıyor; burada ne yapmak lazım? Cumhurbaşkanı’nı koymak lazım değil mi? Geçmişte başbakanın elinde olan yetkiler bugün Cumhurbaşkanı’na devredilmiş durumda. Dolayısıyla bu yasaklar kapsamında Cumhurbaşkanı’nın olması gerekiyor.

Hayır, Cumhurbaşkanı’na her şey serbest! Neden? Cumhurbaşkanı siyasi partinin genel başkanı değil mi? Tarafsız bir Cumhurbaşkanı olsa böyle bir yasak koymaya gerek yok. Ama bakanlar, zamanın başbakanı… Zamanın başbakanına niye bu yasaklar konulmuştu? Çünkü başbakanlar genellikle bir siyasi partinin genel başkanı oluyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanı, seçim döneminde ben de bir siyasi partinin genel başkanıyım. Onunla yarışacağız.

Beyefendi uçakla istediği yere gidecek, istediği devlet olanaklarını alacak, milletin ona Cumhurbaşkanlığı görevi nedeniyle tahsis ettiği bütün imkanları kullanacak, yanına Diyanet İşleri Başkanı’nı, Genelkurmay Başkanı’nı alacak, gidecek seçim propagandaları yapacak, devletin Hazine’sini kendi partisinin seçim propagandası için kullanacak ama sonra eşit yarışacağız, Bu kadar akıl dışı bir şey olabilir mi? Neymiş, sözde “uyum düzenlemesi” yapıyormuş beyefendi. Hangi uyum düzenlemesinden bahsediyorsunuz ya? “Uyum düzenlemesi”yse bu yasaklar kapsamına Cumhurbaşkanı’nın alınması beklenir.

“Demokratikleştirici bir hamle yok”

Gerisi de yürütme maddesi. Yani nasıl yürürlüğe girecek, nasıl yürütülecek. Gerçekten büyük bir yalan rüzgarı estiriliyor şu anda Türkiye’de. Bunu tüm yurttaşlarımın bilmesini istiyorum. Mesela seçim kanunu tartışılıyorsa… Hatırlayın dar bölge tartışılıyordu değil mi? Esprisi neydi, milletvekilini yurttaş seçsin. Bütün yurttaşlarımıza sesleniyorum. 600 tane milletvcekili seçiliyor, bunların 500-550 tanesini genel başkanlar belirliyor. Vatandaşın milletvekili belirleme hakkı yok ki. Dar bölgeden niye vazgeçtiler; bir MHP sıfır çıkıyordu. İkinci ve daha önemli konu bence, güçlü milletvekili istemiyor. Yani herhangi bir milletvekilini yurttaş seçerse, milletvekilinin yurttaşa karşı sorumluluğu olur. Şimdi milletvekilinin yurttaşa karşı sorumluluğu yok ki, genel başkana karşı var. Genel başkan belirliyor.

Demokratikleştirici bir hamle yok. Siyasi partiler kanunu düzenleniyor… Sokaktaki her yurttaşa soralım. Türkiye’de siyasi partilerin en önemli sorunu nedir? İç demokrasi… Tayyip Erdoğan kaç yıldır genel başkan? Devlet Bahçeli kaç yıldır MHP’nin genel başkanı? Bütün parti iki dudakları arasında. Bunu niye düzenleme ihtiyacı hissetmiyorlar, çünkü koltuk değerli.

Bir rakam paylaşacağım şimdi sizinle. Akp’nin resmi sitesinden aldım bunu. AKP harcadığı her 100 liranın 87,5 lirasını bizim vergilerimizden harcıyor. Peki biz bir siyasi parti olarak soruyoruz, aynı seçime gireceğiz. Ey AKP, Türkiye İşçi Partisi; Hazine’den bir lira para almıyor, bir lira devlet yardımı almıyor, bir lira sermaye yardımı almıyor. Bütün devlet olanakları elinizde, bütün patronlarla kucak kucağasınız. Üstüne yoksulun, fakir fukaranın vergisinden milyonlarca lira para alıp seçime giriyorsunuz ama bunları düzeltmek hiç aklınıza gelmiyor tabii. Çünkü işinize gelmiyor.

“Yeni seçim düzenlemelerine de külliyen karşıyız”

Değerli arkadaşlar bu kanun şahsın kanunudur. Kanunlar böyle yapılmaz, kanun memleketin ihtiyaçlarına göre yurttaşın ihtiyaçlarına göre yapılır. Yeter ya! Her maçta oyunun kurallarını değiştiriyor. Tam kaybetme aşamasına geliyor, dur ben benim kaleyi küçülteyim karşı tarafın kalesini büyüteyim. Yani bu oyunlardan artık bıktığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla vatandaşların özgür iradeleriyle oy vermelerinin önüne engel oluşturan bu yeni seçim düzenlemelerine de külliyen karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Çok açık ve net değerli yurttaşlar, bu iktidarın amaçladığı şey basit. Sokakta biriken öfkeyi, halkın tepkisini onlar da görüyorlar ve oy kaybettiklerinin, ağır biçimde oy kaybettiklerinin farkındalar. O yüzden diyorlar ki ben oy kaybetsem bile sandalye sayımı koruyabilirim diyor. Buradan çıkardığımız ilk sonuç şudur, bunu kamuoyunun dikkatine sunuyorum. Bu kanun teklifiyle beraber Cumhur İttifakı dedi ki “Biz ittifak olarak çoğunluğumuzu kaybettik biz Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağımızı görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayabiliriz ama Meclis’te çoğunluğu tutmanın hilesinin yolunu bulduk” ve böylece kendilerini güvence altına almak istiyorlar. Tüm yurttaşlarımız meseleye buradan baksınlar buradan yaklaşsınlar ve buna göre bu kanun teklifini değerlendirsinler.

Şimdi bir kere iktidara seslenmek gerekiyor. Tüm çabanız çırpınmanız hepsi boş. Bittiniz. Bittiniz. Yani siz 20 yıldır bu halkı yoksullaştırdınız. Bu ülkenin gençlerinin geleceğini çaldınız. Kadınlar sayenizde nefes alamaz hale geldi. İşsizlik cumhuriyet tarihinin zirvesine ulaştı. İşçi memur çalışıyor, didiniyor, çabalıyor, nefes alamaz durumda. Yıllarca binbir zorlukla okul okumuş, diploma almış, meslek sahibi olmuş, iş bulmuş insanlar yarın nasıl yaşayacağız sorusuyla her gece kafalarını yastığa koyuyorlar. Memlekette sizin iktidarınız döneminde antidepresan ilaç kullanan insan sayısı 24 kat artmış. Derelerimizi ormanlarımızı ağaçlarımızı denizlerimizi ne varsa satmışsınız. Memlekette hiç olmayan şeyler oldu ya. Buğday sorunu yaşıyoruz, ayçiçeği sorunu yaşıyoruz. Devletin kasasını boşaltmışsınız, kefen parasını dahi bitirmişsiniz. Üç beş tane kanun maddesini düzenleyeceğiz bu koltukları koruyacağız öyle mi Recep Tayyip Erdoğan? Öyle mi Devlet Bahçeli? Bak çok açık söylüyorum avucunuzu yalarsınız. Vatandaş sizden kurtulmayı kafasına koymuş, sabırla sizi göndereceği günü bekliyor. Ne yaparsanız yapın çaresizsiniz. Boş, bütün çabanız boş. Kaybedeceksiniz.

Buradan tüm muhalif partilere sesleniyorum. Tüm muhalefete açık çağrı yapıyorum. Sıkı duracağız, ilkeli davranacağız. Bu Recep Tayyip Erdoğan denilen şahsın bugüne kadarki en büyük başarısı şuydu. Karşısında oluşan ittifaklara çomak sokardı, o ittifakları bozardı dağıtırdı ve azınlıkta olmasına rağmen memleketin üzerinde tahakküm kurardı. Şimdi ilk defa karşısındaki ittifakları bozamadığı gibi halkın ona karşı öfkesi de her geçen gün artıyor. İttifaklar tabanda daha güçlü hale geliyor. Çok açık, Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldu. İlk defa karşısındaki ittifakları bozamıyor, şimdi kanunla ittifak bozma yoluna gidiyor. Bunu deniyor. Buna izin vermeyiz. Buna asla izin veremeyiz. Tüm muhalif partiler ittifak gibi davranacaklar, kararlı duracaklar. Açık çağrı yapıyorum. Öyle 3 milletvekilliği, 5 milletvekilliği hesabı yok. Hepsini çöpe atın. Yani 3 milletvekili daha fazla olsun 5 milletvekili daha fazla olsun muhalefet bunu dert etmemeli, edemez. Meselemiz memleket. Biz kendi siyasi partilerimizi değil bu halkın geleceğini düşünerek karar vermeliyiz. Eğer muhalefet partileri bu sorumlulukla yaklaşırlarsa daha önceki oyunlarını nasıl bozduysak AKP’nin, bu oyunu da bozmak son derece mümkündür. Daha önce defalarca iktidarını kaybeden siyasi partiler aynı arayış içerisine girdiler.

“Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur”

Bakın buradan yurttaşlarımıza, halkımıza da seslenmek istiyorum. Hiç moral bozacak bir şey yok. Hiç moralinizi bozmaya gerek yok. Bakın sadece Türkiye tarihine bakın. Hangi iktidar belirli bir süre iktidar koltuğunda oturduktan sonra güç kaybetmeye başladığını, kaybetmeye başladığını görüyorsa hepsi aynı şeyi yaptı. Seçim kanunu değiştirerek o koltukları koruma çabası içine girdiler. Hepsi kaybetti. Bunlar da kaybedecek. O yüzden bırakın bunlar seçim kanunuyla oynasınlar, bakın hekimler sokakta direnmeye devam ediyor. Bunlar Meclis’te seçim kanunu kaldırarak indirerek düzenleriz diye düşünüyorlar. İşçiler direnmeye devam ediyor. Halkın öfkesi büyümeye devam ediyor. Dolayısıyla AKP’yi, Cumhur İttifakı’nı bu halkın elinden kurtarabilecek hiçbir düzenleme mümkün değildir. Yeter ki biz bugüne kadar ki kararlılığımızı bugüne kadarki inadımızı sürdürmeye devam edelim. Yeter ki biz iş arkadaşlarımızla kol kola girelim. Yeter ki biz mahallemizde zor durumda kalan yurttaşımızın yanında olalım. Yeter ki biz haksızlığa uğrayanlarla omuzdaşlık, gönüldaşlık bağımızı kuralım. Bu ülkede halktan büyük güç yoktur ve bunlar mutlaka yenilecekler. Bu konudaki inadımız kararlılığımız sonuna kadar devam edecek. Ne yaparlarsa yapsınlar AKP-MHP ittifakı devrilmeye mahkumdur.

Değerli arkadaşlar seçim kanununu daha çokça konuşacağız tartışacağız. Bugün parlamentomuzun gündeminde bir de Diyanet İşleri Başkanlığı’yla ilgili yeni bir kanun var. Sözde bir “Diyanet Akademisi” kuracaklarmış. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o ayrımcı politikalarını pekiştiren, devlet eliyle devlet imkanlarıyla tek bir meslek propagandası yapan o kurumun toplumun bütün kesimlerinden aldığı vergiyle istediği gibi at koşturmasına olanak sunan bir kanun teklifi. Yani nasıl bir kurum oluşturmak istediklerini kendileri bile bilmiyorlar ya da söylemeye korkuyorlar ancak bizim buradaki eğitimin içeriğine dair Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçmişteki pratiğiyle ilgili net bir fikrimiz var. Türkiye İşçi Partisi olarak bizler tüm yurttaşlarımızın eşitliğin ve özgürlüğün güvencesi olan laikliğin ayaklar altına alınması girişimine karşı kararlılıkla mücadeleye devam edeceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum.”

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

Erkan Baş: Türkiye’nin NATO’daki Varlığını Sorgulamalıyız

TİP Genel Başkanı Erkan Baş,  “Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Halk TV ekranlarında gazeteci Ayşenur Arslan’ın sunduğu “Medya Mahallesi” programına konuk oldu. Baş, programda Arslan’ın sorularını yanıtlandırırken, Türkiye gündemine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Bekir Pakdemirli’nin Tarım ve Orman Bakanlığı görevinden alınmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Erkan Baş, AKP Erzincan İl Örgütü’nün sosyal medya hesabından yapılan paylaşıma dikkat çekti. Baş, “AKP’nin Erzincan hesabı dün akşam 22.40 civarı bir paylaşım yapıyor. İki saat sonra Resmi Gazete’de karar açıklanıyor. Eski Bakan iki saat önce bile ‘af dilediğinin’ farkında değil” dedi.

“Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var”

Baş konuşmasının devamında son dönemdeki bakan istifaları sayısına dikkat çekerken şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar ucube bir sistem olduğuna ilişkin en çıplak örneklerden bir tanesi bu. Neden görevden alındı tarım bakanı, bilmiyoruz. Konuyla ilgili resmi bir açıklama yok. Abdülhamit Gül neyi yapamadığı için görevden alındı, Berat Albayrak neyi yapamadığı için görevden alındı, Ziya Selçuk neyi yapamadığı için görevden alındı? Hiçbir şeyi bilmiyoruz. Böyle bir yönetim sistemi olabilir mi? Otoriter ve baskıcı yönetimlerin bir özelliği de kapalı olmalarıdır. Halka karşı şeffaf değildir, izleyemezsiniz, eleştiremezsiniz, fikir beyan edemezsiniz.”

Erkan Baş ayrıca “Tarım bakanı kendisini affetmeye yetkili tek kişinin Erdoğan olduğunu sanıyor. Oysa biz yangınlarda aldıkları pozisyonlar nedeniyle, Türkiye’de tarımı getirdiği hâl nedeniyle kendisini affetmeyeceğiz. Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var” dedi.

“Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım”

Rusya’nın Ukrayna topraklarında başlattığı askeri harekat ve AKP iktidarının aldığı pozisyona ilişkin de değerlendirmelerde bulunan TİP Genel Başkanı, “Dünyada bu kadar çok insan barış isterken niye savaşıyoruz? Gerçek bir barış istiyorsak silahlanma yarışına son verilmesi gerekiyor. Ülkeler birbirlerine sürekli silah satarak tehdit yaratıyor. Silah baronları ve silah üreten ülkeler de zengin oluyor. Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım” dedi.

Erkan Baş şöyle devam etti:

“Ukrayna’daki, Afrika’daki savaş için barış istemek kolay. Uzakta çünkü buralar. Acısını doğrudan hissetmiyorsunuz, yakınlarınızı kaybetmiyorsunuz, evladınız cephede savaşmıyor. Herkes kendi iktidarına karşı barış için ne yapılabileceğini düşünsün. Bugün Rusya’da savaşa karşı barış için sokağa çıkan insanlar dünyanın en kıymetli insanlarıdır. Gerçekten barış istiyorsak kendi ülkemizdeki iktidarın savaşçı politikalarına karşı yüksek perdeden ses çıkarmak gerekiyor.”

“Türkiye’nin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız”

Türkiye’de “Putinci – NATOcu” tartışmasının başladığına da dikkat çeken Baş, “Biz, Putin’in Ukrayna’yı işgaline net olarak karşıyız. Fakat şu var; biz NATO üyesi ülkenin insanlarıyız. Dolayısıyla Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” diye konuştu.

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

‘Üçüncü İttifak’ta Yeni Gelişme: Yeni Partiler Katılabilir

HDP’nin de aralarında bulunduğu sol ve sosyalist partiler 26 Şubat’ta bir araya gelecek. Toplantıda mücadele ortaklığının yol ve yöntemleri ile oluşuma katılma talebinde bulunan partiler konuşulacak.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla aralarında Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) temsilcileriyle 26 Şubat Cumartesi Günü Ankara’da toplanacak.

HDP’nin çağrısıyla 18 Ocak’ta yapılan ilk toplantının devamı olan bu ikinci toplantıya da siyasi partilerin Genel Başkanları ya da partilerin eş sözcülerinin katılım sağlayacak.

Berivan Altan’ın Mezopotamya Ajansı’nda yer alan haberine göre, HDP Eş Genel Başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar imzasıyla gönderilen davetiyede, mücadele ortaklığı noktasında alınan kararların hayata geçirilmesi için yol ve yöntemleri belirlemeye yönelik ikinci toplantı çağrısı yapıldı.

Ankara’da yapılacak ikinci toplantıda mücadele ortaklığının yol ve yöntemlerinin tartışılması yanı sıra bir sekreterya ve yahut koordinasyon yapısının oluşturulması da konuşulacak.

Bir önceki toplantı da mücadele ortaklığının genişlemesine yönelik de çalışmalar olacağı vurgulanmıştı. Bu kapsamda mücadele ortaklığına katılım talebinde bulunan partilerin ve örgütlere dair değerlendirme de aynı toplantıda yapılacak.

Düzenli görüşmelere devam kararı 

Ankara’da 18 Ocak’ta yapılan ilk toplantının ardından aralarında TKP’nin de bulunduğu 8 parti imzasıyla yayınlanan açıklamada, “Ortak mücadeleyi sürdürmeyi, bu mücadele zeminlerini çoğaltmayı ve güçlendirmeyi, Ortak mücadele konularını belirlemek, bunları hayata geçirmeye yönelik içerik, yöntem ve takvimi oluşturmak için düzenli görüşmelere devam etmeyi, mevcut katılımla kendini sınırlamayan, ortak mücadelenin Türkiye’nin bütün demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerini kapsayacak şekilde genişletilmesini hedeflemeyi karar altına aldık.

Türkiye’nin bütün ezilenleri, ötekileştirilenleri, mağdurları, emekçileri, kadınları, gençleri ve ekoloji mücadelesi verenleri ile en geniş demokrasi, eşit yurttaşlık ve mücadele ortaklığını kurmanın yol ve yönetmelerini konuşmaya devam edeceğiz. Demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçler olarak üzerimize düşen toplumsal sorumluluğu yerine getirmeye kararlıyız” denilmişti.

İlk toplantı sonucunda yeni bir buluşma yapılacağı belirtilmesine rağmen TKP, “demokrasi ittifakı” tanımından rahatsız olduklarını belirterek, 2’nci toplantıya katılmama kararı aldı.

Paylaşın

TİP Genel Başkanı Erkan Baş: NATO Bir Terör Örgütüdür

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Rusya ile Ukrayna arasında gerilimin tırmanmasına ilişkin, “Bizim tarafımız halkların kardeşliğidir, bizim tarafımız barıştır. Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır” dedi.

Suriye savaşını hatırlatan Baş, partisinin İstanbul il örgütünde yaptığı açıklamada, “İktidarın çıkarları uğruna yeni maceralara sürüklenmesine izin vermeyeceğimizi de vurgulamak istiyoruz” ifadelerini kaydetti.

Bölgede “savaş naralarının” yükseldiğini, Türkiye’nin silahların, bombaların, tankların gölgesinde bir gündemde yaşamak durumunda olduğunu söyleyen Baş, “Sözlerimize başlarken Orta ve Doğu Avrupa’yı bir cephaneliğe çeviren emperyalist bir suç örgütü olarak değerlendirdiğimiz NATO’yu, Ukrayna’dan elini çekmeye çağırıyoruz. Bütün bu tartışmaların başlangıç noktası, sözde Sovyet tehdidine, sözde sosyalizm tehdidine karşı kurulduğunu ilan eden, bu amaçla faaliyet sürdürdüğü yalanıyla var olan NATO’nun bu sözde tehdit bile ortadan kalkmasına rağmen yıllardır faaliyetlerini üstelik genişleyerek daha büyük tehditler yayarak sürdürmeye başlamasına işaret ediyoruz” dedi.

“Türkiye İşçi Partisi açısından bu ve benzeri gerilimlerde ilkesel yaklaşımlar esastır. Biz bütün sözlerimize “İşgal politikalarına ve savaşa hayır” diyerek başlıyoruz. Tüm emperyalist askeri paktlara karşı tutum almaya çağırıyoruz. Değerli yurttaşlar, NATO bir terör örgütüdür. NATO’nun varlığı dünya barışına, dünya halklarına dönük bir tehlikedir ve bugün bu kendisini çok daha açık biçimde göstermektedir.”

Taraflarının savaş olmadığını, “halkların kardeşliği” ve “barış” olduğunu ifade eden Baş’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde:

“Çok ağır bedeller ödedik”

“Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır ve özellikle bütün derdi iktidar koltuğunu korumak olan bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkenin yurttaşları olarak da saray rejimine Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı mücadelenin yükseltilmesinin ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha deneyimlediğimiz bir süreçten geçtiğimizi hatırlatmak istiyoruz. AKP çok uzun yıllardır emperyalist planlar doğrultusunda ülkemizi maceralara sürükleyerek halkımıza bedeller ödeterek iktidarını koruma stratejisini benimsemiş durumda. Suriye örneğinde bunu başardıklarını düşünüyor olabilirler.

Suriye’de savaşı körükleyen politikaların bir parçası olmak orada doğrudan cihatçı çetelerin hamiliğini yaparak Türkiye’yi savaşın fiilen bir tarafı haline getiren politikalar AKP iktidarı açısından koltuğunu korumayı başarma sonucu getirmiş olabilir ama bunun bedelini Türkiye halkları, Suriye halkı ve hep birlikte bölge halkları olarak bizler ödüyoruz. Dolayısıyla oradan çıkardığı sonuçla bu gerilimi de kendi iktidarını korumak için kullanacağı kaygısı çok yaygın bir şekilde yurttaşlarımız tarafından hissediliyor. Biz daha önceki yaşadığımız acı tecrübelerden yola çıkarak bu konuda kararlı bir tutum içerisinde olacağımızı kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Çok ağır bedeller ödedik.

Türkiye’nin pek çok yerinde işçi direnişleri, işçilerin hak mücadelesi büyüyerek devam ediyor. Sevindirici bir haber aldık geçtiğimiz günlerde. Migros depolarında direnen işçi kardeşlerimiz gündem olmuşlardı, kamuoyunun geniş desteğini almışlardı… Verdikleri mücadele ile ilgili olarak ve nihayetinde geçtiğimiz günlerde işten atılan işçi arkadaşlarımız geri alındılar. Maaşlarında bir artışa gidildi, prim ödemelerinin yapılacağı açıklandı. İşçi sağlığı ve çalışma koşullarıyla ilgili de düzeltme taleplerinin yerine getirileceği ortaya çıktı.

Şimdi bu gelişmeyi çok önemli buluyoruz onu söyleyeyim. Migros direnişi bize bir kez daha direnen işçilerin kazanacağını işçilerin inadının dayanışmasının sonuç aldığını göstermiş oldu. Ne patronlar, ne polis, ne onların şiddeti işçilerin birliği dayanışması mücadelesi karşısında hiçbir şey yapamıyor. Sonunda kazanan işçiler oluyor ve şunun da altını özellikle çizmek istiyoruz. Bu zafer esas olarak birlikte direnen işçi arkadaşlarımızın onlara öncülük eden sendikalarının ve kararlı inatçı eylemlerinin bir sonucudur. Hepsine tüm Türkiye işçi sınıfı adına teşekkür ediyoruz. Bu mücadeleye destek veren tüm yurttaşlarımıza ve bir sanatçı sorumluluğuyla onların yanında duran Haluk Levent’e de özel olarak teşekkür etmek istiyoruz.”

Paylaşın

TİP Başkanı Erkan Baş: Erdoğan, And Olsun Ki Hesaplaşacağız

Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Müdahale Kongresi, Türkiye’nin dört bir yanından gelen işçilerin, gençlerin, kadınların ve LGBTİ+’ların katılımıyla Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlendi. Kongreye birçok sendika, emek örgütü, siyasi parti temsilcisi ve hak arama mücadelesi veren yurttaşlar katıldı.

TİP’in sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, “Eşitlik, özgürlük, emek ve sosyalizm mücadelesinde TİP 61 yaşında! Dünden bugüne, bugünden yarına inatçı ve kararlı yürüyüşümüz sürüyor. Haydi başlıyoruz. Yerini al” denildi.

Kongrede konuşma yapan TİP Genel Başkanı Erkan Baş “Ey Sarayında oturup bu ülkeyi açlığa mahkum eden Tayyip Erdoğan! Ey bu Saray rejiminden beslenen patronlar, tarikatçılar, işbirlikçiler, mafya bozuntuları. And olsun ki hesaplaşacağız! Bu bir kurtuluş hareketidir. Kurtuluş için hesaplaşacağız! Kardeşler! Doğup büyüdüğümüz bu topraklara, bizi besleyen doğasına, bu mavi gezegene borcumuz var. Biz yıllardır direnmemize rağmen ‘Bu daha başlangıç’ demeyi Gezi’den öğrendik!” dedi.

Erkan Baş, sözlerine “Bize diyorlar ki ‘Siz zenginliğe düşmansınız.’ Hayır, biz yoksulluğa düşmanız! Eğitim, sağlık, tüm temel insan hakları tüm halka ücretsiz olacak! O, saraya muhalif olduğunu iddia eden tüm partilerin yöneticilerine sesleniyorum. Millet İttifakını uyarmayı borç biliyorum. Türkiye dün akşam yayımlanan o fotoğrafa sığmaz! Kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyanı herkes affetse biz affetmeyiz!” diye devam etti.

Kongrede konuşan TİP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, ”Adıyla sanıyla şanıyla sosyalist Türkiye Cumhuriyeti istiyoruz, bu kadar basit” sözlerine yer verdi. Ülkenin yüzde 99’u cahil diyenlere seslenen Sera Kadıgil, “Bu ülkenin yüzde 99’u çalışıyor, yüzde 1’i ise yiyor. Biz gece gündüz çalışalım, bunlarda yattıkları yerden yesinler. Bunca yalanın sebebi bu” diye seslendi.

Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti’ni istemenin saçma olduğunu söyleyenlere de seslenen Kadıgil, “Saçma olan bizim istediğimiz dünya değil, saçma olan içinde yaşadığımız, maruz kaldığımız bu dünya” sözlerine yer verdi. “Bizim bir davamız var, planımız var” diyen Kadıgil, şu sözlerine şöyle devam etti:

“Saray rejimini yeneceğiz, sonrasında da ülkeyi patronlara teslim etmemizi bekleyenler varsa açıkça söylüyoruz çok beklerler. Biz sadece AKP’den değil, AKP’ler yaratan bu düzenin kendisinden kurtulmak istiyoruz. Bu yüzden diyoruz ‘Haydi başlayalım’ diyoruz. Okullarımızı, meclisimizi, derelerimizi, hastanelerimiz, hepsini bu haramilerden geri alacağız. Bu yolda yalnız değiliz.”

Paylaşın