TÜSİAD: Enflasyonla Doğru Yöntemlerle Mücadele Etmiyoruz

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, enflasyonla doğru yöntemlerle mücadele edilmediğini söyledi. Turan, “Bu politikalarda ısrar ettikçe zaman kaybediyoruz” dedi.

Sözcü’den Sayime Başçı’ya konuşan Orhan Turan, “Enflasyonla doğru yöntemlerle mücadele etmiyoruz. Bu yüzden sürekli olarak kamu kurumlarının tahminlerinin yukarı revize edildiğine şahit oluyoruz. İster enflasyon ve cari açık olsun ister CDS ve kur olsun en başta hedeflediğimiz yerlerden çok uzağız. Bu politikalarda ısrar ettikçe zaman kaybediyoruz. Her kaybedilen zamanın ekonomik açıdan bir maliyeti oluyor. Ekonomik göstergelerin istenilen çerçeveden uzaklaştığı bu ortamda reel sektör olarak sormamız gereken şu; bu politikalar belli ki sonuç vermedi. Ekonomi yönetiminin B planı nedir?” diye konuştu.

“Yabancı yatırımcıların belirsizliklerden dolayı çok da istekli olmadıklarını duymaktayız”

Turan, “Globaldeki ve Türkiye’deki gelişmeler doğrultusunda sonbaharda bir ani duruş öngörüyor musunuz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:

“Finansal açıdan takip ettiğimiz iki mühim konu var. Bunlardan ilki Kur Korumalı Mevduat’ta ağustos ortası ile vade sonuna geliniyor. Şirketlerin KKM’yi ne kadar döndüreceği önemli. İkincisi sonbahardaki eurobond, sendikasyon dönüşleri. Yabancı yatırımcıların belirsizliklerden dolayı çok da istekli olmadıklarını duymaktayız. Döviz arzında yaşadığımız her sorun TL’de değer kaybı anlamına geliyor. Dolayısıyla bu iki dönem TL açısından riskler barındırıyor. Öte yandan hem yüksek enflasyon hem de finansal koşulların sıkılaşması sonucunda, son dönemde ekonomideki yavaşlamanın şiddetli olduğunu analiz ediyoruz. Bu hem iç talepteki yavaşlama ile ilgili, hem de ihracat ve dış talepten kaynaklanmakta. Özetle, önümüzdeki dönem hem TL’nin seyri, hem enflasyon ve finansal koşullar ekonomik büyüme üzerinde risk oluşturuyor.”

“Kaçınılmaz sonuç, finansal koşulların sıkılaşması ve krediye erişimin daha da zor hale gelmesidir”

“Türkiye enflasyon hızlanmışken, düşük faiz politikası tercihi yaptı. Bu tercihin bugün sonuçlarını yaşıyoruz. Bunlar yüksek enflasyon ve artan döviz talebi. İkinci aşaması da yüksek kredi faizi, yükselen risk primi ve yabancı sermayeye erişimin yani döviz kaynağına erişimin zorlaşması” diyen Turan, bunlar olurken, kuru kontrol edebilmek adına Merkez Bankası rezervlerinin harcandığını belirterek şöyle konuştu:

“Kaçınılmaz sonuç, finansal koşulların sıkılaşması ve krediye erişimin daha da zor hale gelmesidir. Günün sonunda hem yüksek enflasyon hem yüksek kredi faizi hem de değer kaybeden bir TL ile karşı karşıyayız. En başta doğru bir çerçevede ilerlesek muhtemelen ne enflasyon ne de kredi faizleri bugün bu denli yüksek olacaktı. Ekim-kasımdan bu yana aslında yatırım kredilerinde bir arz sıkıntısı olduğunu biliyoruz çünkü bankacılık sistemi de ticari bir yapı ve bu krediler tanımı gereği uzun vadeli. Uzun vadeli kredi fiyatlaması yapabilmek için maliyetlerinizi hesaplayabilmeniz, öngörebilmeniz gerekir. Her maliyet artışı da daha yüksek kredi faizi anlamına gelmekte. Yüksek enflasyon ortamında, sürekli regülasyon değişikliğine tabi olan ve maliyetleri artan, bu öngörülemeyen süreçte doğru bilanço ve nakit yönetimi yapmaya çabalayan bir bankacılık sektörü var. Bu reel kesim için de geçerli. Tüm bunların sonucunda da krediye erişim pahalı hale geliyor, yatırım ortamı zayıflıyor.”

“Bu politikalarda ısrar ettikçe zaman kaybediyoruz” diyen Turan, “Türkiye’nin tarihsel tecrübesi ve toplumsal yapısı, katılımcı demokrasinin güçlü olduğu çoğulcu bir sistemi gerektiriyor” görüşünü aktardı.

Röportajın tamamını okumak için TIKLAYIN

Paylaşın

Bakanlar, TÜSİAD’a Randevu Vermedi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eleştirileri sonrası Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) bu hafta bakanlarla yapmayı planladığı görüşme için henüz randevu verilmedi.

TÜSİAD heyeti, 7-8 Ankara’da siyasi partileri ziyaret etti. TÜSİAD takvimine göre bu hafta da bakanlardan randevu alınacaktı.

Ancak TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın “İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda Türkiye’nin dile getirdiği sıkıntıların ve taleplerin müzakere yoluyla, karşılıklı anlayışı geliştirerek ve ittifak ruhuna uygun şekilde çözülebileceğini ümit ediyoruz” açıklamasına Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sert tepkisi sonrası beklenen randevular verilmeyince, planlanan görüşme takvimi de yürürlüğe giremedi.

‘Erdoğan’ın sözlerinin karşılığı test edilecek’

Sözcü yazarı Serpil Yılmaz bugünkü yazısının ‘O kapı kapalı’ başlıklı bölümünde, konuya ilişkin şunları yazdı:

“Turan’ın sözlerine, Erdoğan ‘Haddini bil’ ifadesiyle karşılık vermişti. Patronlar Kulübü olarak anılan TÜSİAD’a ‘Bu gidişiyle devam ederse iktidarın kapısını hiç çalmasınlar. CHP size ne diyorsa o ağızla konuşuyorsunuz. Öyleyse bu kapı yerli ve milli duruş sergileyenlere açıktır, yerli ve milli duruş sergilemeyene kapalıdır’ diyen Erdoğan’ın sözlerinin Ankara’daki karşılığı bu hafta test edilecek.

2022 yılı başında başkanlık koltuğuna oturan Turan’a ‘Ağababalarınız da aynı kafadaydı’ diye çıkışan Erdoğan da çok iyi biliyordur; TÜSİAD yönetim kurulu başkanı, kişisel değil kurumsal görüş dile getirir.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan İktidarın Ekonomi Politikalarına Tepki

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısına Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu zor durum damgasını vurdu. Toplantının açılışında konuşan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan enflasyonun bir türlü kontrol altına alınamadığını, enflasyonun “üç rakamlı eşiğe doğru hızla” ilerlediğini ifade etti.

TÜSİAD Başkanı Turan, “Enflasyonla mücadelede tüm dünya faizleri artırarak frene basmayı tercih ederken biz uzun süredir hem kurun yükselmesine ve hesap yapılamamasına yol açan hem de tasarruf sahiplerini cezalandıran bir para politikası izliyoruz. Bundan dolayı vergi mükellefleri ve hazine gereksiz bir yükü taşımak durumunda kalıyorlar. Akran ülkelerle kıyasladığımızda dünyada hem en yüksek enflasyona hem de son derece yüksek risk primine sahip ülke konumundayız” dedi.

“Orta sınıfı güçlü olmayan bir ülkede demokrasi zayıflar”

Bunun sürdürülemez olduğunu ve hızla rasyonel politikalara dönülmesi gerektiğini vurgulayan Turan, Türkiye’nin iktisat bilimi ve tüm dünyadaki uygulamalarla çelişen bir yaklaşımı sürdürmemesi gerektiğini kaydetti. Türkiye’nin sorunlarının yalnızca para politikası ve dizginlenemeyen enflasyonla sınırlı olmadığını söyleyen Turan, şöyle konuştu:

“İzlenen ekonomi politikalarının yarattığı koşullarda gelirler hızla eriyor. Özellikle sabit gelirliler enflasyon baskısını en derinden hissediyor. Kentli, eğitimli orta sınıfların gelirleri de erozyona uğruyor. Unutmayalım ki, orta sınıfı güçlü olmayan bir ülkede demokrasi zayıflar. Eşitsiz gelir dağılımı demokratik sisteme yönelik inancı zedeler. Bu bağlamda ülkenin ekonomik durumu ve siyasi atmosferi nedeniyle bugüne dek görülmemiş bir ölçeğe varan beyin göçünü bir kez daha gündeme getirmek zorundayım. Bu göçü durdurmak için atılacak adımların en başta gelen önceliklerimizden sayılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu boyutlarda bir nitelikli insan kaybına tahammülümüz olmadığına inanıyoruz.”

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan da yaptığı konuşmada Türkiye’nin zor bir dönemden geçtiğini söyledi. Ukrayna Savaşı’nın dünyada güvenlik dengeleri değiştirdiğini hatırlatan Özilhan, Türkiye’nin gıda fiyatlarındaki artışı önlemek ve tarım ve gıdadaki muazzam potansiyelini hayata geçirmek için yeni bir tarım politikasına ihtiyacı olduğunu belirtti. Özilhan, “TL’deki değer kaybı nedeniyle Türkiye’nin mamul mal ihracatında sağlayabileceği rekabet gücü, dünya ticaretinin hizmetlere ve hatta dijital olarak teslim edilen hizmetlere doğru kaydığı bir dünyada ne kadar sürdürülebilir olacak?” sorusunu sordu.

“Türkiye’nin risk primi yükseliyor”

Enflasyonun bütün ekonomik sorunların başı olması nedeniyle pek çok merkez bankasının enflasyon artışının önüne geçmek için sıkılaşma politikaları uyguladığını hatırlatan Özilhan, şöyle konuştu:

“Global taraf aleyhimize seyrederken, içeride uyguladığımız iktisadi politikalarla beraber ülke risk primi yükseliyor. Sıkı para politikaları ile gelişmiş ülkelerin yavaşlaması Türkiye’nin ihracatını kısıtlayarak cari açık, TL’nin değer kaybı ve enflasyon sorunlarını ağırlaştırabilir”.

Enflasyondaki artışın, daha önceki enflasyonist dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar hızlı olduğunu söyleyen Özilhan, bu sürecin göreli fiyat yapısını bozduğunu, firmaların nasıl fiyatlama yapacaklarını bilemez hale geldiğini belirtti. “Tüketicilerin de fiyatlar konusunda algısı bozulmuş durumda” diyen Özilhan, şöyle devam etti:

“Enflasyon halkın satın alma gücünü eritiyor. Ücretlerin toplam gelir içindeki payı geriliyor. Ekonomideki en büyük öncelik enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı. Aksi halde, Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper.”

Ekonomik sorunların sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülemeyeceğini söyleyen Özilhan, bunun yol açabileceği riskleri “Sık sık değiştirilen düzenlemeler ve piyasanın işleyişine yapılan müdahaleler karar alma ufkunu daraltır ve ekonomiyi daha da bozar. Dengesizlikler tırmanmaya devam eder ve kontrol elden kaçarsa uzun yıllar büyük bedeller ödemeyi gerektiren bir sonuç kaçınılmaz olur” olarak açıkladı.

Paylaşın

TÜSİAD’dan Enflasyon Çıkışı: Gerekirse Büyümeden Taviz Verilmeli

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, katıldığı bir etkinlikte yaptığı konuşmada, küresel boyutta yaşanan salgın ve ardından Rusya-Ukrayna krizi ile global çapta gıda ve lojistik krizi başladığına dikkat çekti.

Haber Merkezi / Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu durumdan çok daha fazla etkilendiğini vurgulayan Turan, konuşmasının devamında, bunun aşılması için yüksek katma değerli üretime yönelmek gerektiğini ve enflasyonla mücadelenin gerekirse büyümeden taviz verilerek yapılması gerektiğini kaydetti.

Turan, konuşmasının ilerleyen bölümünde, “Enerji sorunu, arz zincirindeki bozulma ve gıda arzı sıkıntısı her geçen gün büyüyor. Tedarik zincirindeki değişim ve kopma, pandemi öncesinde başlamıştı. Rusya-Ukrayna savaşı ve Çin’deki radikal tedbirler ile önemli bir kırılma yaşandı. Bir de buna ek olarak 2008 krizinden sonra şahit olduğumuz rekor parasal genişleme ve düşük faiz politikası sona eriyor. Enflasyonla mücadele artık temel öncelik ve bunun için gerekirse büyümeden taviz verileceği bir döneme giriyoruz” ifadelerini kullandı.

TUSİD Başkanı Turan, konuşmasına ,ekonomimizin gelişimi için hukukun üstünlüğü, kurumların güçlenmesi, para ve mali politikalarındaki istikrar, eğitim ve işgücü alanında da doğru adımlar atılması gerektiğini vurgulayarak devam etti.

Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Ege Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (ESİAD) tarafından düzenlenen ESİAD Yatırım Zirvesi’nin açılışında konuştu. Orhan Turan’ın açıklamaları şöyle;

“Global görünümün yepyeni bir döngüye girdiği bir süreçten geçiyoruz. Covid pandemisi ile birlikte geçirdiğimiz zorlu dönemi yavaş yavaş geride bırakırken savaş gibi insanlığı son derece derinden etkileyen bir döneme şahit oluyoruz. Ekonomik açıdan bozulan değişen arz zincirleri, enerjide yaşanan sıkıntı, gıda arzı ve güvenliği tüm dünyada yeni bir gündem oluşturmakta.

Ekonomik etkileri bir yana bırakırsak, hammadde ve gıda fiyatlarındaki artış gibi riskler temel insani ihtiyaçları ve toplumsal dengeyi tehdit edecek ölçeğe ulaşmış durumda. Bu yıl Dünya Ekonomik Forumu tarafından düzenlenen Davos Zirvesi’nde öne çıkan başlıklar gıda ve iklim koşullarının değişimine bağlı olarak şekillenen jeopolitik dengeler ve sürdürebilirlik oldu. Tüm dünyada gıda güvenliğinin risk altında olduğu ve enflasyonu kontrol etmenin daha zor olacağı bir sürece girdik. Bu riskler, hali hazırda ulaştığımız son derece yüksek enflasyon rakamları ve komşu coğrafyalardaki mülteci akımları nedeniyle Türkiye için bir kat daha zorlu bir süreç oluşturacak.

Tedarik zincirlerinde değişme ve kopma eğilimi pandemiden daha önce başlamıştı. Korumacılık, devletin ekonomideki rolünün artması, ticaret politikalarının dış politikanın aracı haline getirilmesi gibi gelişmeleri zaten gözlemliyorduk. Ancak bu değişim ve kopma süreci pandemi ile hız kazandı, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve Çin’de yeniden artan vakalara karşı alınan radikal tedbirlerle de ciddi bir kırılma yaşadı. Uzun dönemli çoklu krizleri yaşadığımız bu konjonktürde değişimin ne çok hızlı ne de kolay olacağını düşünüyoruz. Bu yıl Davos’ta da tartışmalara konu olan küreselleşmenin sonu, ayrışma gibi tespitlerin doğruluğunu ya da ne derece gerçeklerle örtüştüğünü bize zaman gösterecek.

Öte yandan önemli bir devri de kapatıyoruz. Özellikle 2008 Global Finansal Krizinden sonra şahit olduğumuz, ekonomileri desteklemek için yaşanan rekor parasal genişleme ve düşük faiz politikası sona eriyor. Büyük merkez bankaları öncülüğünde para politikasında başlayan paradigma değişimiyle enflasyon ile mücadelenin temel öncelik olduğu ve gerekirse büyümeden taviz verilebileceği bir döneme giriyoruz. FED’in faiz artışları ve bilanço küçültme adımları devam ederken gelişmekte olan ülkeler de buna paralel olarak faiz artışına gidiyor. Tüm dünyada finansman koşullarının zorlaşmaya başladığı bir döneme girmekteyiz.

Ekonomimizde ise geride bıraktığımız son 10 yıllık dönemde, yapısal problemlerimizin kırılganlıklarımızı artırdığını görüyoruz. Türkiye ekonomisi potansiyeli çok yüksek, reel kesimi de yaşanan şoklara karşı son derece esnek bir ekonomi. Bunların yanında güçlü bir finansal sistemimiz var. Keza nüfusumuz son derece genç ve dinamik. Tüm bu gerçekler ekonomimizi emsallerimizden de yakınımızdaki Avrupa ekonomisinden de ayrıştıran güçlü yanlarımız.

Bugün geldiğimiz noktada, bu denli hızlı değişen ve bir taraftan da yeni fırsatlar sunan global koşullarda, içeride yaşadığımız enflasyon-kur-faiz döngüsünden çıkamadığımız için bu fırsatları yeterince değerlendiremiyoruz. Dünyadaki değişim hızını ve bunun sunduğu yatırım fırsatlarını arzu ettiğimiz düzeyde yakalayamıyoruz.

Rekabetçi kur ile küresel ekonomide yakalamaya çalıştığımız avantajlı konum işlerliğini kaybetmiş durumda. Artık ucuz iş gücü ile ihracatta rekabet kazanma devri, yerini yüksek nitelikli işgücüyle ve teknolojiyle yüksek katma değer yaratmaya bıraktı. Başarılı şekilde bu sürece uyum sağlayan, verimlilik artışını bu kanalla yakalayan ekonomiler küresel ekonomide alan kazanacaklar. Yeni nesil otomasyon sistemlerinin işlerin geleceği, kamu politikaları ve insan kaynağı ihtiyacında köklü değişiklere neden olması bekleniyor. Bunlara hazırlıklı olmalıyız.

Türkiye, stratejik konumu, lojistik altyapısı ve büyük pazarlara erişim olanağı ile uluslararası yatırımcılar için önemli bir yatırım merkezi. Bu rolümüzü güçlendirmek için hem özel sektör hem de kamu tarafında yürütülen çalışmaların hızlıca hayata geçirilmesini çok önemli buluyoruz.

Geçtiğimiz Kasım ayında Asya Altyapı ve Yatırım Bankası tarafından yayınlanan bir rapora göre, Türkiye’nin Küresel Ticaret Zincirlerine katılımı 1990’lardan bu yana kayda değer bir artış gösteriyor ve gelişmekte olan ülkeler ortalamasının da üstünde. Bununla birlikte son 20 yıldır bu oran durağan vaziyette. Küresel Tedarik Zincirlerine katılımın yurtdışından gelen ara malı girdi ağırlıklı olarak gerçekleşmesi ve yine bu dönemde Türkiye’nin ihracatındaki katma değerli ürün payının dikkat çeken azalması bu durağanlıkta etkili.

Ekonomimizi dünyada ön sıralara taşımak istiyorsak hukukun üstünlüğü, kurumlarımızın güçlenmesi, para ve maliye politikalarındaki istikrar, eğitim ve iş gücü gibi bazı kritik alanlarda doğru adımlar atarak gelişmeler kaydetmemiz gerekiyor.

Üretim ve ihracatta katma değerin ve verimliliğin, yüksek teknoloji ürünlerinin payının artması; yeni ve kapsamlı ticaret anlaşmaları ile küresel pazarlara erişimimizin iyileştirilmesi, hizmet ticaretinin önündeki engelleri azaltarak AB gibi büyük ortaklarla ekonomik entegrasyonun derinleştirilmesi atmamız gereken diğer önemli adımlardır.

Unutmayalım ki zor global koşullar beraberinde yeni fırsatlar da sunmakta. Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafya bir taraftan son derece zorlu fakat bir taraftan da iktisadi açıdan muazzam avantajlar barındırmakta. Bu potansiyeli girişimcilik ekosistemimizin dinamizminde görebiliriz. Son iki yıldır tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de girişimcilik ekosistemi önemli bir ivme kazandı. Dünyada sadece 2021 yılında 390 yeni unicorn doğdu. Geçtiğimiz Mart ayı itibariyle toplam unicorn sayısı 1.066’ya ulaştı.

Bu dönemde Türkiye girişimcilik ekosistemimiz, 2 tanesi decacorn yani 10 milyar dolar değerlendirmenin üstünde olmak üzere, toplamda 6 unicorn çıkardı. 2021 ülkemiz için hem yatırım turu adedi hem de girişimlere yapılan yatırım miktarı açısından bakıldığında, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşılan yıl oldu.

Girişimlere 294 yatırım turunda 1,5 milyar doları aşkın melek ve girişim sermayesi yatırımı yapıldı; 18 yeni fonun kurulmasıyla 2017-21 yılları arasında toplamda 850 milyon dolarlık bir fon hacmine ulaşıldı. 2022’nin ilk çeyrek raporları ise yatırımların daha şimdiden 1,28 milyar dolara seviyesinde gerçekleştiğini ortaya koyuyor. Bu gelişmeler önümüzdeki dönemde de ekosistemimizin gelişmeye devam edeceğine, gelecek vaad eden ve global vizyonu olan girişimcilerimizin artacağına ve Türkiye’den dünyaya çözüm üreten yeni unicornlar çıkacağına ilişkin inancımızı pekiştiriyor.

Gelecek için umutlarımızı her alanda taze tutabilmek için bir yol haritasına ihtiyacımız var. TÜSİAD olarak geçen yıl yayınladığımız “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” raporumuzda da değindiğimiz gibi kalkınmanın ana unsurları “insan, bilim ve kurumlar”dır. Bu unsurları temel alan kalkınma hamlelerinin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekiyor. Biraz daha açarsak;

Birincisi; nitelikli eğitimle insani gelişme ve yetkinleşmeyi sağlamalıyız.

İkincisi; bilim, teknoloji ve inovasyona yatırım yapmalıyız.

Üçüncüsü; ekonomiden demokrasiye kadar tüm alanlarda güvenilir ve kapsayıcı kurumları ve kuralları hayata geçirmeliyiz.

Yapılan araştırma, bu üç unsurda 20 yılda OECD ortalamalarını yakalarsak kişi başı milli gelirimizin 30 bin dolara çıkabileceğini gösteriyor.

Bu üç unsura odaklanarak varmayı hedeflediğimiz Türkiye; gelişmiş, saygın, adil ve çevreci bir Türkiye’dir. Bunu da açarsak;

Ekonomik istikrara, öngörülebilir yatırım ortamına, düşük enflasyona, güçlü makro ekonomik dengelere sahip olmalıyız. İstihdam yaratan, sürdürülebilir büyümeyle kişi başı geliri yüksek, gelişmiş bir Türkiye, varmayı arzu ettiğimiz noktanın ekonomik yönünü temsil ediyor.

Uluslararası alanda ise diplomasi ve iş birliğiyle rol model olan, AB entegrasyonu başta olmak üzere Batı dünyası ile ilişkilerini güçlendiren, uluslararası hukuka ve sözleşmelere bağlı, saygın bir Türkiye hedefliyoruz.

Kalkınmanın toplumsal boyutu da kritik önemdedir. Gelir adaletini tesis eden, bölgesel farklılıkları gideren, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, dil, din, mezhep, ırk, köken ayrımı olmadan herkesin eşit ve özgür yaşadığı, toplumda hiçbir kesimi kalkınma sürecinde geride bırakmayan, adil bir Türkiye olmaktan bahsediyoruz.

Ekosistemin dengesini gözeten, karbon nötr kalkınmayı başaran, gelecek kuşaklara yeşil ekonomik dönüşümü içselleştirmiş bir yönetişim sistemi sunan, çevreci bir Türkiye hayalini benimsiyoruz.

Ancak bunları başarırsak gençlerimize potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri bir ülke ortamını sunabileceğimize inanıyoruz.

Elbette içinden geçtiğimiz süreç kolay değil; yine de geldiğimiz noktada hem fırsatlara hem de orta uzun vadeli hedeflere daha fazla konsantre olmalıyız. Bugün iş dünyasının farklı kesimleri bir araya gelecek ve yatırımlara ilişkin bilgi ve deneyimlerini aktaracak. Bu kıymetli birlikteliğin, ülkemizin potansiyelini açığa çıkartacak iş birliklerinin ilk tohumlarının atılmasıyla sonuçlanmasını umuyorum. Zirvenin düzenlenmesinde emeği geçenlere teşekkür eder, saygılarımı sunarım.”

Paylaşın

TÜSİAD’dan Hükümete ‘Enflasyon’ Eleştirisi

Enflasyon üzerinden iktidarı eleştiren TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Bugün gelişmiş ekonomilerde yıllık enflasyon yüzde 7-8. Gelişmekte olan ülkelerde de yüzde 10’a yakın seyrediyor. Ülkemizde ise enflasyon oranı dünyada var olan genel düzeyin maalesef katbekat üzerinde, yüzde 70 seviyelerini oluşturmaktadır. Enflasyonda her geçen gün hedef dediğimiz noktadan uzaklaşıyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Orhan Turan, açıklamasının devamında, “Aslında enflasyon sorunu bizim sadece son 9 aydır yaşadığımız bir durum değil. Özellikle son 4-5 yıldır enflasyon dinamiklerinin yapısının belirgin düzeyde bozulduğunu görmekteyiz. Gerekli adımları doğru zamanlama ile atamıyoruz. Böyle olunca da para politikası etkinliğini kaybediyor ve gün sonunda enflasyonda yaşadığımız tablo ortaya çıkıyor.” ifadelerini kullandı.

Turan, eleştirilerine “Çözüm için atılacak adımlar belli. Ancak zamanlama en önemli husus. Çözümsüz geçen süre tüm bireylerin ve kurumların üzerine her geçen gün daha fazla ek maliyet olarak dönüyor. Doğru uygulanan bir para politikasına buna eşlik eden mali politikalara ve makro sektörel arzı destekleyen yapısal değişimlere ihtiyacımız var” ifadeleriyle devam etti.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD)  ve Koç Üniversitesi ortaklığı ile oluşturulan Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) tarafından 30 Mayıs tarihinde “Enflasyon Artarken Neo-Fisher Yaklaşım Ne Diyor” başlıklı bir toplantı düzenlendi.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, toplantının açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Orhan Turan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle;

Geride bıraktığımız kısa dönemde global ekonomi önemli arz şoklarına maruz kaldı. Önce covid krizini yaşadık, ardından da Rusya-Ukrayna savaşına şahit oluyoruz. Her ne kadar Covid krizinin etkileri yerini önemli bir global toparlanmaya bırakmış olsa da hem tedarik zincirlerinde bir değişime hem de yüksek enflasyonun yarattığı mücadeleci yeni bir sürece girmiş durumdayız.

Bunlarla birlikte iklim değişikliğinin ve savaşın, gıda ve su güvenliği üzerindeki artan tehdidi ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla küresel ekonominin maruz kaldığı mücadeleci süreç bugün hesapladığımızdan çok daha uzun sürebilir.

2008 global finans krizinin ardından gördüğümüz ve Covid’de Büyük Kapanma ile devam eden süreçte dünya ekonomisi muazzam bir likidite enjeksiyonuna yani parasal genişlemeye ve düşük faiz ortamına maruz kaldı. Bu politika uygulamaları kriz dönemlerinin bir nebze daha az hasarla atlatılmasında önemli rol oynadı.

Bugün geldiğimiz noktada ise yüksek küresel enflasyon ve özellikle global para politikasında önemli bir paradigma değişimi görüyoruz. Geride bıraktığımız 14 yıllık vadedeki genişlemeci global para politikası dönemi kapanıyor.

Bugün büyük merkez bankaları, FED öncülüğünde, düşük büyüme pahasına bile olsa enflasyon ile mücadele edeceklerini hem alınan önlemler hem de verilen mesajlarla açıkça ortaya koyuyor. Gelişmekte olan ülkeler ise FED’in şahinleşen duruşuna paralel olarak geçtiğimiz yılın ortasında başladıkları faiz artırım süreçlerine devam etmekteler.

Önümüzdeki dönemde de FED başta olmak üzere majör merkez bankalarının faiz artışları ve bilanço küçültme adımları devam edecek. Küresel ekonomide bol para döneminin azaldığı ve finansman koşullarının geçmişe kıyasla daha zor olacağı bir döneme girdik. Türkiye bu dönemde, akranlarının aksine, farklı bir politika tercihi ortaya koydu.

Dünyada akran ülkelere baktığımızda hem en yüksek enflasyona hem de son derece yüksek risk primine sahip ülke konumundayız. Unutmayalım ki, yakın geçmişte yaşadığımız ekonomik zorluk dönemleri, global rüzgarların arkamızdan estiği dönemlerdi ve bu zorluklarla bir şekilde mücadele edebildik. Oysa şu an global ekonominin geçmekte olduğu döngüde rüzgâr önümüzden esmekte ve işimizi çok daha fazla zorlaştırmakta. Artık global görünüm de lehimize değil.

Bugün gelişmiş ekonomilerde yıllık enflasyon %7-8, gelişmekte olan ülkelerde %10’a yakın seyrediyor. Ülkemizde ise enflasyon oranı dünyada var olan genel düzeyin maalesef katbekat üzerinde %70 seviyesinde oluşmaktadır.

Enflasyonda her geçen gün hedeflediğimiz noktadan uzaklaşıyoruz. Aslında enflasyon sorunu bizim sadece son 9 aydır yaşadığımız bir durum değil. Özellikle son 4-5 yıldır enflasyon dinamiklerinin, yapısının belirgin düzeyde bozulduğunu görmekteyiz. Gerekli adımları doğru zamanlama ile atamıyoruz. Böyle olunca da para politikası etkinliğini kaybediyor ve gün sonunda enflasyonda yaşadığımız tablo ortaya çıkıyor.

Çözüm için atılacak adımlar belli ancak zamanlama en önemli husus. Çözümsüz geçen süre tüm bireylerin ve kurumların üzerine her geçen gün daha fazla ek maliyet olarak geri dönüyor. Doğru uygulanan bir para politikasına, buna eşlik den mali politikalara ve mikro sektörel arzı destekleyen yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Uzunca bir süredir ifade ettiğimiz gibi, iktisadi politika tasarımında ancak ve ancak bilimi, dünyada kanıtlanmış süreçleri ve deneyimi merkeze koyarsak enflasyonla mücadelede başarıya ulaşmamız mümkün olur.”

Paylaşın

TÜSİAD Başkanı’ndan Enflasyon Çıkışı: Yeterince Mücadele Yok

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Enflasyonla yeterince mücadele edebildiğimizi düşünmüyorum. Örneğin doğru para politikası uygulayamıyoruz ya da tarım gıda gibi konularda gerekli yapısal adımları atamıyoruz. Olası global şoklara ekonomiyi hazırlayamıyoruz. Bünye gibi düşünün, her an dışarıdan bir risk gelebilir. Siz böyle bir durumda ne yaparsınız? Vücudunuzu dirayetli tutmak için gereken sağlık adımlarını atarsınız” dedi.

Turan, açıklamasının devamında, “Bizim ekonomimizde durum farklı, global taraftan bu enflasyon dalgasının gelmesi çok muhtemel idi. Buna daha hazırlıklı olup üzerimize düşeni yapmalıydık. Biz bu dalgaya, enflasyon oldukça yüksekken ve tüm dünya faiz artırırken, faiz indirerek girdik. Kaçınılmaz olan kur şoku yaşandı. Bir şok geldikten sonra onunla mücadele çok daha maliyetlidir. Mühim olan o şoka hazırlıklı olmak” ifadelerini kullandı.

“Cari açık yeniden yükselişte… Yeni ekonomi programının iddiası kaldı mı” sorusuna Turan, “TL’yi değersiz kılıp ihracatı artırmak gibi bir beklenti oluşmuş olabilir ama bugün global ihracat pazarlarının dinamikleri farklı. Para birimine aşırı değer kaybettirip ihracatta alan kazanma 1990’larda kaldı. Dünya değişti” şeklinde yanıt verdi.

Turan, “Artık katma değeri yüksek, teknolojiye dayalı ve marka değeri olan ürünler ihracat pazarlarında öne çıkıyor. Öte yandan enerji ithalatı yoğun bir ekonomiyiz. Rusya-Ukrayna savaşı öncesi dönemde de önemli fiyat yükselişleri vardı. Savaş bu süreci hızlandırdı” diyerek, daha net bir rota çizilmesinin önemine vurgu yaptı.

Önce Çin, sonra Türkiye Ekonomi Modeli olarak adlandırılan planla, hayal edilen sonuca ulaşılamadığını kaydeden Turan, “Yüzde 20’ye yavaşlayan bir ihracatımız ve yüzde 40’a gelen bir ithalat artışımızla cari açığımız bu yıl 30- 40 milyar dolara doğru yükseliyor. TL’ye önce değer kaybettirip cari açığı azaltalım, ardından enflasyon düşer denklemi çok da çalışmadı. Üretimde ithal girdinin payı çok yüksek olduğu için; ülke para birimi değer kaybettikçe biz de şiddetli enflasyon oluyor. Yani önce enflasyon yükselsin sonra düşürürüz gibi bir sonuç çıkıyordu bu çerçeveden; onun da bugün halihazırdaki refah kaybı ile sonuçlandığını görmekteyiz” açıklamalarında bulundu.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Dünya gazetesinden Handan Sema Ceylan’a açıklamalarda bulundu. Turan’ın açıklamaları şöyle;

Ekonomimizin çok yüklü döviz ihtiyacı var. Sadece cari açık değil dış borç ödemelerimiz de yüksek. Döviz kaynağımız az. Son dönemde uyguladığımız programla beraber ülke risk primimiz de arttı ve bu kanalla da dış borç bulma maliyetimiz yükseldi. Ekonomide çarkların dönmesi için gereken dövizi bulamadığımızda da o açıkta kalan dövizi karşılamak için TCMB rezervleri devreye giriyor. Oysa en başta TL bu denli değer kaybetmese, şu an ihtiyacımız olan döviz kaynağına çok daha ucuz maliyetle erişirdik. Rezerv harcamamız da gerekmezdi.

Enflasyonla yeterince mücadele edebildiğimizi düşünmüyorum. Örneğin doğru para politikası uygulayamıyoruz ya da tarım gıda gibi konularda gerekli yapısal adımları atamıyoruz. Olası global şoklara ekonomiyi hazırlayamıyoruz. Bünye gibi düşünün, her an dışarıdan bir risk gelebilir. Siz böyle bir durumda ne yaparsınız? Vücudunuzu dirayetli tutmak için gereken sağlık adımlarını atarsınız. Bizim ekonomimizde durum farklı, global taraftan bu enflasyon dalgasının gelmesi çok muhtemel idi. Buna daha hazırlıklı olup üzerimize düşeni yapmalıydık. Biz bu dalgaya, enflasyon oldukça yüksekken ve tüm dünya faiz artırırken, faiz indirerek girdik. Kaçınılmaz olan kur şoku yaşandı. Bir şok geldikten sonra onunla mücadele çok daha maliyetlidir. Mühim olan o şoka hazırlıklı olmak.

“Kur baskısına zaten hiç değinmiyorum…”

Enflasyon tarafında sadece bu yıl değil son 5-6 yıldır doğru mücadele edemiyoruz. Yıllar içinde fiyatlama davranışı bozuldu, atalet devreye girdi. Sanıldığının aksine, konu sadece arz yanlı değil iç talep de enflasyonist. Kur baskısına zaten hiç değinmiyorum. Bütün bu gerçekleri bir kenara bırakıp enflasyonun tamamen globalden kaynaklandığına kani olursanız, teşhis yanlış olur. Kısa vadede enflasyon görünümü oldukça zorlayıcı. Reel kesimde yeni ürünler yeni fiyatlarla stoklara giriyor. Bunlar da bir tur daha fiyat baskısı yaratacaktır. Öne çekilmiş talebin halen enflasyon yarattığını görüyoruz. Globalde de emtia artışı yoğun. O yüzden kısa vadede enflasyonun daha da yükselmesi olası. ÜFE’deki hızlı yükselişin henüz durmamış olması da enflasyonun artmaya devam edeceğini gösteriyor.
En önemli konulardan birisi iş gücü barışının sağlanmasıydı. İşçi ve işveren arasındaki bu diyaloğu, dinamiği şimdi üretici ve alıcı arasında görüyoruz. Ya da ihraç edenle ithal eden arasında. Üretmek, üretirken zarar etmemek, zamanında teslim etmek, teslim ederken zarar etmemek, arzu edilen vade ile alabilmek, ürünü bulup alabilmek önemli hale geldi.

Faizi düşürdük doğru ama “ucuz krediler var, bu da yatırıma gidiyor” tespiti tam doğru değil. Bugün ticari kredilerde, yatırım kredileri zaten fiyatlanamadığı için uzun vadeli yatırım kredisi arzı yok. Reel kesim de zaten bu düşük faizden yeterince faydalanamıyor. Olan kredi arzı kısa vadeli ve bu da işletme sermayesine gidiyor. Tüketici kredilerinde ise yavaşlama var ve bu krediler zaten pahalı. Özetle düşürdüğümüz faiz bugün itibari ile yatırım ve istihdam yaratmıyor. Ekonomiye sirayet etmiyor.

İş dünyası yatırım yaparken uzun vadeli fonlama kaynaklarını inceliyor fakat ondan evvel ekonominin geleceğine ve öngörülebilirliğine bakıyor. İstikrarlı bir ekonomi varsa, ileride bu tüketim baskılanır mı gibi bir endişe, risk görmüyorsa, enflasyon düşükse iş dünyası yatırım kararı alıyor. Bu koşulların ardından faizin seviyesine bakıyor. İstikrar endişesi olan bir ekonomide faiz düştü diyelim bu muhakkak ki yatırıma da dönüşmüyor. Bunu biz 2020’de KGF’de bir miktar yaşadık. O dönem düşük faizli fonlama konuta, arabaya, dövize gitmişti örneğin. Dolayısıyla konu sadece faiz seviyesi değil iş dünyası için öncelikli olan öngörülebilir ve istikrarlı büyüme.

Fed bir miktar geç de kaldığı için enflasyonu kontrol etmede agresif bir para politikası yürütüyor, yürütecek de. Bu her şeyden evvel doların kıymetlenmesi ve faizinin de yükselmesi demek. Özetle, Türkiye gibi döviz ihtiyacı olan bir ülkenin dövize erişimi daha da zorlaşmakta.

“Ekonomide istikrar olsa…”

İhracat bedellerinin Merkez Bankası’na satışı zorunlu olan kısmının yüzde 25’ten yüzde 40’a çıkartılması ile ilgili soruya Orhan Turan, şu cevabı verdi:

Bu uygulama aslında ülkenin elde ettiği döviz gelirinin bir kısmını MB rezervine koymak oluyor. Aynı havuz içinde yer değiştiriyor sadece döviz. Kaldı ki reel kesimin o verdiği dövizi, verdiği kurdan hemen geri alması da söz konusu. Dolayısıyla toplamda kura dair kısa vadede değişen bir görüntü yok. Sadece TCMB’nin rezerv elde ederek dövize müdahalede manevra alanını artırıyor. TCMB’ye bu dövizler giderken zaten piyasadan da benzer oranda talep oluştuğu için toplam döviz arz talep dengesi değişmiyor. Ama ne fark ediyor derseniz; tüm bu adımlar atılırken reel kesim bu sefer de “spread” hesabı ile günlerini geçiriyor. Her an yeni bir adım gelebilir ve tüm enerjimizi bu yeni adımlara uyum sağlamak için kullanıyoruz. Ekonomide istikrar olsa, ihracatçımız da global fırsatlara dair daha fazla kafa yorar ve o fırsatları kaçırmaz.

“Çin’den boşalan alanları daha çok doldurmamız lazım”

İş dünyasının 40 yıldır bu kadar belirsiz bir dönem yaşamamış olduğunun altını çizen Orhan Turan, şunları söyledi:

Sanayiye gelen enerji zammı yüzde 500’ün üzerinde. Durum sadece Türkiye’den de kaynaklı değil. Dünya da belirsizlikler içinde. Bu öngörülemez bir ortam yaratıyor. Tüm bunlara rağmen pandemi öyle bir şey yaptı ki Türkiye sanayisi öne çıktı. Tedarik zincirlerini çeşitlendirmek isteyenler kapımızı çaldılar. Çin’den boşalan alanları daha çok doldurmamız lazım. Maalesef hemen yanı başımızda bir savaş var. Ancak orada yapılamayan üretimden dolayı talep ülkemize kaydı. Romanya’da, Bulgaristan’da üretim yapanlar Rusya’dan, Ukrayna’dan tedarik edemediği ara malları bizden istiyorlar. Olumlu demek olmaz ama böyle bir trend var. Türk iş dünyası da bu dönemde ihracat birim fiyatlarını artırmayı test ediyor.

“Bütüncül ve stratejik yaklaşım”

Dünyanın geçtiği kritik değişim sürecinin omurgasını, Avrupa Birliği’nin de kendi büyüme stratejisi olarak ortaya koyduğu yeşil ve dijital dönüşüm oluşturuyor. Bu ikiz dönüşümün her iki bileşeni için de önemli yatırıma ihtiyaç var. Yatırım planlamalarının hayata geçirilmesine destek olacak finansman mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekli. Yeni teknolojilerin ve Ar-Ge faaliyetlerinin bu dönüşüme hizmet edecek şekilde kurgulanması da kritik. Elbette tüm bu süreçlerin KOBİ’ler dahil değer zincirinin tamamında kurgulanması gerekiyor. Tabii ki her iki dönüşümde öncelikle insan kaynağının yetkinliklerinin artırılması şart. Yani yeşil ve dijital dönüşüm “Geleceği İnşa” raporumuzda da vurguladığımız “İnsan, bilim ve kurumlar” merkezinde bir bütüncül ve stratejik yaklaşımı gerektiriyor.

Türkiye’den göçün nedenleri üzerine yapılan araştırmalar var. Ekonomik koşullar, siyasi iklim, iş olanaklarının yetersizliği ve eğitim sisteminden duyulan memnuniyetsizlik göçe karar vermede önemli etkenler olarak çıkıyor. Ülkemizin geleceğini belirleyecek gençlerimizi kaybetmemek ve beyin göçünü tersine çevirmek için ekonomik alanda yapılacak reformların yanında özgürlükler, hukukun üstünlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitliliğe saygı, çevre ve iklim krizine duyarlılık gibi pek çok önemli konuda taviz vermeksizin ilerleme kaydetmeliyiz. Gençlere hayallerini bu ülkede gerçekleştirmelerini sağlayacak bir Türkiye’yi inşa etmek hepimizin sorumluluğu.

Paylaşın