İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Batı’ya İkiyüzlülük Suçlaması

Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugaylarının başlattığı Filistin – İsrail savaşının 14. gününde, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), ABD ve müttefiklerini İsrail’in Gazze’deki eylemlerini eleştirmemekle suçladı.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; New York merkezli HRW’nin program direktör yardımcısı Tom Porteous, Washington ve birkaç istisna hariç Avrupa başkentlerinin İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’de gerçekleştirdiği eylemlere karşı sessiz kaldığını belirtti.

Porteous, “Nerede Gazze’ye 16 yıldır uygulanan ve savaş suçu niteliğindeki toplu cezalandırmaya varan ablukanın acımasızca sertleştirilmesine yönelik açık bir kınama?” diye sordu. HRW yetkilisi, “Bırakın hesap verme çağrısını, İsrail’in Gazze’ye saldırılarında uluslararası normlara saygı göstermesine yönelik açık ve dolambaçsız bir çağrı dahi yok” diye ekledi.

Porteous, sivillerin korunmasına yönelik uluslararası insani hukukun gereklerinin herkese uygulanmak üzere belirlendiğini hatırlattı. Porteous, İsrailli liderleri de “bu yoğun nüfuslu bölgedeki mahalleleri enkaza çeviren bombardımanı yoğunlaştırma talimatı verirken bile Gazze’de sivil ve savaşçı arasındaki hayati önemi bulandırmaya çalışmakla” suçladı.

Yaşananları Batı’nın Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısındaki tutumuyla da karşılaştıran Porteous, “Batılı devletlerin ikiyüzlülüğü ve çifte standardı açıkça ortada” dedi.

HRW yetkilisi, bu durumun insan hakları gruplarının ve bazı devletlerin “dünyanın dört bir yanında çatışmaların ortasında kalan sivillerin korunmasına yönelik normları standardize etmek ve güçlendirmek” için yıllardır itinayla sürdürdüğü çalışmalara da zarar verdiğini belirtti.

İsrail, AB ve ABD’nin terör örgütleri listesindeki Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği ve yüzlerce İsrailli’nin öldürülüp onlarcasının da rehin alındığı saldırıların ardından Gazze’yi havadan vurmaya başlamıştı. Gazze’ye su, gıda, elektrik ve yakıt tedarikine izin vermeyen ve bölgeye yönelik ablukayı tüm rehineler serbest bırakılana dek sürdüreceğini duyuran İsrail, olası bir kara harekâtı için hazırlıklarını da sürdürüyor.

Hamas’ın kontrolündeki Gazze Şeridi’ndeki Sağlık Bakanlığının verdiği bilgilere göre, İsrail saldırılarında şu ana kadar en az 3 bin 785 kişi hayatını kaybetti. İsrail ise Hamas saldırıları sonucunda bin 400’ü aşkın vatandaşının yaşamını yitirdiğini açıkladı.

Paylaşın

İsrail’den Savaş Suçu: Beyaz Fosfor Bombası Kullandı

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın başlattığı Filistin – İsrail savaşında, Tel Aviv yönetiminin Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarda kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullandığı duyuruldu.

Beyaz fosfor bombası, savaş suçu kapsamına giren kimyasal bir silah. Beyaz fosfor olarak da anılan patlayıcı, infilak ettikten sonra yanarak havadan yere doğru iniyor. Dumanıyla perdeleme işlevi gören fosfor bombası, 155 milimetrelik top mermisi patladığında oksijenle temas kurarak ateş alıyor. Bu ateş, geniş bir alanı kaplıyor.

Yerde de patlamalar meydana geliyor. Fosfor bombasının çıkardığı dumana maruz kalanlar boğuluyor. Vücut, cilt altından içten dışa doğru yanıyor ve yanma durdurulamıyor. Beyaz fosfor yalnızca yakıcı değil, böbreği ve karaciğeri de etkiliyor. Organ yetmezliğine neden oluyor ve ölüme yol açıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarda kullanımı yasak olan beyaz fosfor bombası kullandığını duyurdu. Örgüt, sırasıyla 10 ve 11 Ekim 2023 tarihlerinde Lübnan ve Gazze’de çekilen, Gazze limanı ve İsrail-Lübnan sınırındaki iki kırsal bölge üzerinde topçu ateşiyle beyaz fosfor patlamalarını gösteren videoları doğruladı.

HRW açıklamasında, “Dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olan Gazze’de beyaz fosfor kullanımı sivillere yönelik riski artırmakta ve uluslararası insancıl hukukun sivilleri gereksiz yere riske atma yasağını ihlal etmektedir” uyarısında bulundu.

Konuyla ilgili açıklama yapan HRW Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Lama Fakih, “Beyaz fosforun sivillerin yaşadığı kalabalık bölgelerde kullanıldığı her durumda, dayanılmaz yanıklara ve ömür boyu sürecek acılara yol açma riski yüksektir. Beyaz fosfor, evleri yakabileceği ve sivillere korkunç zararlar verebileceği kalabalık kentsel alanlarda havadan patlatıldığında hukuka aykırı bir şekilde ayrım gözetmez” dedi.

Örgüt, videoyu inceleyerek Gazze’nin limanında çekildiğini doğruladı ve saldırıda kullanılan mühimmatın hava patlamalı 155 mm beyaz fosforlu top mermileri olduğunu tespit etti. HRW, yoğun beyaz duman ve sarımsak kokusunun beyaz fosforun özelliklerinden olduğunu da belirtti.

HRW, ayrıca 10 Ekim’de İsrail-Lübnan sınırına yakın iki yerden çekilmiş iki videoyu da inceledi. Her ikisinde de 155 mm’lik beyaz fosforlu top mermilerinin duman perdesi, işaretleme veya sinyalizasyon amacıyla kullanıldığı görülüyor.

Örgüt, Gazze’de nüfusun yoğun olduğu bölgelerde beyaz fosfor kullanılmasının, uluslararası insancıl hukukun sivillerin yaralanmasını ve hayatını kaybetmesini önlemek için mümkün olan tüm tedbirleri alma şartını ihlal ettiğini söyledi.

İsrailli yetkililer, beyaz fosfor kullanıp kullanmadıkları konusunda yorum yapmadı.

İsrail daha önce de kullanmıştı

İsrail ordusunun 2009 yılı da dahil olmak üzere Gazze’deki önceki çatışmalarda da beyaz fosfor bombası kullandığını hatırlatan HRW, “İsrail, hava patlamalı beyaz fosfor mühimmatlarının nüfusun yoğun olduğu bölgelerde istisnasız tüm kullanımını yasaklamalıdır” çağrısını yaptı.

Filistin 5 Ocak 2015’te, Lübnan ise 5 Nisan 2017’de Protokol III’e katılırken İsrail henüz onaylamadı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

HRW’den Dikkat Çeken IMF Raporu: Kemer Sıkma Önlemleri İnsan Haklarını Baltalıyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), dikkat çeken bir rapora imza attı. HRW’nin raporuna göre, Uluslararası Para Fonu (IMF) kredileriyle bağlantılı kemer sıkma önlemleri dünya genelinde insan haklarını aşındırıyor.

HRW’ye göre uluslararası finans kuruluşlarının, üye devletler kanalıyla da insan hakları yükümlülükleri bulunuyor. Bu nedenle Örgüt, IMF’nin kredi verirken, politikaların hayata geçirilmeden önce insan hakları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi gibi daha sıkı tedbirler uygulaması gerektiğini vurguluyor.

Euronews Türkçe’nin aktardığına göre; HRW, Mart 2020 ile Mart 2023 arasında Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından onaylanan 38 kredi programının, uygulandığı ülkelerde her sekiz kişiden birinin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını doğrudan etkileyerek eşitsizliğin artmasına yol açtığını belirtti.

Kemer sıkma önlemlerini şart koşan kredilerden yararlanan ülkelerde toplamda 1,1 milyar insan yaşıyor. HRW’ye göre IMF kredileri, ülkelerin sağlık ve eğitim gibi hayati hizmetlere yatırım yapmalarına yardımcı olmak için tasarlandı, ancak pratikte bunu imkansız kılan şartlarla birlikte veriliyorlar.

Bir IMF kredisinin temel koşullarından biri, vergi artışları ve kemer sıkma politikaları yoluyla kamu borçlarının azaltılması oluyor. IMF aynı zamanda ülkelerin bunu “sosyal harcamaları koruyarak” yapmaları konusunda ısrar ediyor ki bu da ülkelerin belirli sosyal programlara ve sosyal güvenlik ağlarına yaptıkları harcamaları ifade ediyor.

Kurum, ülkelerin sağlık, eğitim ve sosyal koruma programları gibi sosyal harcamalara ayırmaları gereken asgari miktarları belirleyerek sosyal harcama tabanları oluşturuyor. Ancak HRW, sosyal harcama tabanlarının kamu harcamalarındaki azalmanın olumsuz etkilerini dengeleme konusunda yeterince etkili olmadığını vurguladı.

HRW tarafından hazırlanan raporda Ürdün örneği özel olarak ele alınıyor. Ülke 2012’den bu yana IMS kredi programlarından yararlanırken, hem yoksulluk hem de borç hala yüksek düzeylerde.

Neden sadece teoride kalıyor?

HRW’ye göre IMF’nin kredi şartlarının pratikte işe yaramamasının en önemli nedenlerinden biri, IMF kredi programlarından önce var olan sorunların genellikle çok belirsiz bir şekilde değerlendirilmesi. Bu da krediden sonra ihtiyaç duyulan sosyal harcama artışının boyutunu bilmenin neredeyse imkansız olduğu anlamına geliyor ve temel insan haklarına erişimde bir kesintiye yol açıyor.

HRW’ye göre ikinci olarak, katsayılar genellikle hükümetlerin kamu harcamalarını azalttığında bireylerin kaybedeceklerini uygun şekilde telafi edemeyecek kadar geniş tanımlanıyor. HRW’de ekonomik adalet ve haklar konusunda kıdemli araştırmacısı olan Sarah Saadoun, Euronews’e Sri Lanka’da ev işçisi olarak haftanın yedi günü çalışarak günde 1 dolar kazanan bir kadının durumunu anlattı.

“Oradaki ekonomik krizin etkisi kadının kazancının yarı yarıya azalması anlamına geliyordu. Dahası, kamu harcamalarını azaltmak amacıyla hükümet elektrik sübvansiyonlarını kesti” diyen Saadoun “Bu kadın oğluyla birlikte annesinin yanına taşınmak zorunda kaldı, yani hayatta kalmak için tamamen akrabalarına ve işverenine bağımlı hale geldi,” ifadelerini kullandı.

Sri Lankalı ev işçisi, 1994 yılından bu yana ülkesinin sosyal koruma sisteminden yardım alıyordu, ancak söz konusu sistemi iyileştirmek amacıyla bu yardımlar kesildi. Yeni kurulan programa ise uygun olup olmadığını henüz öğrenemedi.

Kamu harcamalarındaki kesintilerin etkilerini hafifletmek için gereken kesin kriterlerin değerlendirilmesinin karmaşık olduğunu belirten Saadoun Sri Lankalı kadın örneğinin bu zorluğu ortaya koyduğunu, elektrik sübvansiyonlarının kesilmesinin birçok kişinin enerji için daha fazla harcama yapması gerektiği anlamına geldiğini vurguladı.

Normalde devletin bunu bir şekilde telafi etmesi gerekiyordu. Örneğin eğitime katkılar vererek oğlunun eğitimi için daha az ödeme yapmasını sağlamalı ya da sağlık hizmetlerinin maliyetini düşürerek bu alandaki maliyetleri düşürmeliydi. Ancak bu durum 1,1 milyar insana yayıldığında, kamu harcamalarındaki kesintilerin etkisinin ve her bir birey üzerindeki sonuçlarının nasıl hafifletileceğinin değerlendirilmesi neredeyse imkansız hale geliyor.

Paylaşın

Suudi Arabistan, Yüzlerce Göçmen Ve Sığınmacıyı Öldürdü

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Suudi Arabistan’ın yüzlerce göçmen ve sığınmacıyı öldürdüğünü açıkladı. HRW, Riyad’a göçmen ve sığınmacılara karşı ölümcül güç kullanma politikasını “derhal ve acilen iptal etmesi” çağrısında bulundu.

HRW, Birleşmiş Milletleri (BM) iddia edilen cinayetleri soruşturmaya çağırdı. Geçen yıl BM uzmanları, 2022’nin ilk 4 ayında Suudi Arabistan’ın güneyinde ve Yemen’in kuzeyinde “Suudi Arabistan güvenlik güçleri tarafından sınır ötesi topçu bombardımanı ve hafif silah ateşinin yaklaşık 430 göçmeni öldürdüğüne dair endişe verici iddialar olduğunu” bildirmişti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) yayınladığı yeni bir raporda, Suudi sınır muhafızlarının Yemen sınırından geçmeye çalışan göçmenleri vurduğunu ve yüzlercesinin geçen yıldan bu yana hayatını kaybettiğini bildirdi.

HRW araştırmacısı Nadia Hardman yaptığı açıklamada, “Suudi yetkililer bu uzak sınır bölgesinde dünyanın geri kalanının gözleri önünde yüzlerce göçmen ve sığınmacıyı öldürüyor” dedi.

Hardman ayrıca, “Suudi imajını iyileştirmek için profesyonel golf, futbol kulüpleri ve büyük eğlence etkinliklerini satın almak için milyarlar harcayarak, dikkatleri bu korkunç suçlardan saptırmamalıdır” dedi.

New York merkezli HRW, yaklaşık 10 yıldır Suudi Arabistan ve Yemen’deki Etiyopyalı göçmenlere yönelik ihlalleri belgelediğini, ancak son cinayetlerin “yaygın ve sistematik” göründüğünü ve insanlığa karşı suç anlamına gelebileceğini kaydetti.

Geçen yıl BM uzmanları, 2022’nin ilk 4 ayında Suudi Arabistan’ın güneyinde ve Yemen’in kuzeyinde “Suudi Arabistan güvenlik güçleri tarafından sınır ötesi topçu bombardımanı ve hafif silah ateşinin yaklaşık 430 göçmeni öldürdüğüne dair endişe verici iddialar olduğunu” bildirmişti.

Riyad’ın hemen yorum yapmadığı iddialar, Afrika Boynuzu’ndan Suudi Arabistan’a uzanan ve yüz binlerce Etiyopyalının yaşadığı ve çalıştığı tehlikeli “Doğu Rotası” boyunca ihlallerin önemli ölçüde arttığına işaret ediyor.

Suudi yetkililer AFP’nin rapora ilişkin yorum talebine yanıt vermezken, HRW raporunda Suudi içişleri ve savunma bakanlıklarına, insan hakları komisyonuna ve Yemen’in kuzeyini kontrol eden Huti isyancılarına gönderdiği mektuplara yanıt gelmediği belirtildi.

Suudi yetkililer 2015 yılında, Yemen’in başkenti Sana’yı bir önceki yıl uluslararası tanınırlığa sahip hükümetten ele geçiren Hutileri devirmek için bir koalisyonu harekete geçirmişti.

HRW tarafından açıklanan ihlallerin çoğunun, Nisan 2022’de yürürlüğe giren ve geçtiğimiz Ekim ayında resmen sona ermesine rağmen büyük ölçüde devam eden ateşkes sırasında meydana gelmiş olabileceğine işaret etti.

BM’ye cinayetleri soruşturma çağrısı

HRW raporunda, Yemen’den Suudi Arabistan’a geçmeye çalışan 38 Etiyopyalı göçmenle yapılan görüşmelerin yanı sıra uydu görüntüleri ve sosyal medyada yayınlanan “veya diğer kaynaklardan toplanan” video ve fotoğraflardan yararlanıldı.

Rapora göre görüşülen kişiler, havan topu mermileriyle yapılan saldırılar da dahil olmak üzere 28 “patlayıcı silah olayı” tanımladı. Raporda, hayatta kalan bazı kişilerin yakın mesafeden saldırıları anlattığı ve Suudi sınır muhafızlarının Etiyopyalılar’a “vücutlarının hangi uzuvlarından vurulmayı tercih edeceklerini” sorduğu belirtildi.

HRW, Riyad’a göçmen ve sığınmacılara karşı ölümcül güç kullanma politikasını “derhal ve acilen iptal etmesi” çağrısında bulundu ve BM’yi iddia edilen cinayetleri soruşturmaya çağırdı.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

HRW Ve ARTICLE 19 Raporu: Hükümetin İnternet Kontrolü Seçimleri Tehdit Ediyor

14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine günler kala, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve ARTICLE 19,  hükümetin internet üzerindeki kontrolünün seçimleri tehdit ettiğini ifade eden bir rapor yayınladı.

Popüler sosyal medya şirketlerinin politikalarının da mercek altına alınan raporda, Türkiye’de geçmiş seçimlerde sosyal medyanın, geleneksel medyanın ve ulusal seçim makamlarının bağımsız olmadığı bir ortamda oy kullanımına ilişkin usulsüzlük iddialarının dile getirilmesinde önemli bir rol oynadığına dikkat çekildi.

Buna karşılık hükümetin, Ekim 2022’de kabul edilen bir dizi yasal değişiklikle internet sansürüne yönelik araçlarını seçim öncesinde önemli ölçüde artırdığı belirtildi.

“Hükümet, seçim sırasında muhalif görüşlerin yayılmasını engellemek için sosyal medya platformlarını tehdit etmekten veya kısıtlamaktan kaçınmalıdır” denilen raporda “Sosyal medya platformları ve mesajlaşma servisleri, Türkiye’deki seçmenlerin demokratik bir seçime katılım hakkına saygı göstererek hükümet baskısına direnmeli ve kısıtlamalara karşı acil durum planlarını uygulamaya koyarak kâr etmek yerine insan haklarına öncelik vermelidirler” ifadelerine yer verildi.

Sosyal medya şirketlerinin tutumu

Raporda sosyal medya şirketlerinin “Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri uyarınca faaliyetlerini demokratik seçimlere katılma hakkını zedelemeye katkıda bulunan yönlerini ele almak da dahil olmak üzere, insan haklarına saygı gösterme ve ihlalleri giderme yükümlülüklerine” sahip olduğuna dikkat çekildi.

Sosyal medya şirketlerinden sadee Meta ve TikTok Türkiye’deki seçimlerle ilgili yaklaşımlarını açıkladığı, Twitter ve YouTube’un seçimlerle ilgili genel politikalarının bulunmadığı, Telegram’ın dezenformasyon veya seçimle ilgili erişime açık bir politikası olmadığı kaydedildi.

ARTICLE 19 ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, 1 Mayıs’ta Meta, Telegram, TikTok, Twitter ve YouTube’a mektup yazarak Türkiye’deki seçimler bağlamında insan haklarını korumak için ayırdıkları kaynakları sordu.  Meta ve TikTok, Türkiye’nin seçimlerine yönelik özel çabalarıyla ilgili haber duyurularına ilişkin bağlantıları iletti.

TikTok, haber duyurusuna ilişkin daha ayrıntılı açıklama yaparak Türkiye’deki seçimlerle ilgili hazırlıklarının Ağustos 2022’de başladığını, içerikleri denetlemek ve politikalarını ihlal eden yerel söylemleri tespit etmek için anadili Türkçe, Kürtçe ve Arapça olan kişilerle çalıştığını belirtti. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve ARTICLE 19, diğer şirketlerin hiçbirinden ayrıntılı sorularına dair yanıt alamadı.

Şirketlerin hiçbirinin Türkiye’deki seçimler için ayırdıkları kaynaklar konusunda tam anlamıyla şeffaf olamadığını ifade eden İnsan Hakları İzleme Örgütü “Şirketlerin çoğu, platformlarının ve hizmetlerinin seçim sonuçlarıyla ilgili hatalı bilgilerin yayılmasına katkıda bulunmamalarını ve sürecin bütünlüğüne zarar vermemelerini sağlamak için birbiriyle çelişecek seçim zaferi ve seçim hilesi iddialarıyla nasıl başa çıkmayı planladıklarını açıklayamadı” dedi.

Twitter’ın devlete bağlı olduğunu değerlendirdiği hesapları etiketleme politikası olmasına rağmen Anadolu Ajansı’nı “devlete bağlı” olarak etiketlememesinin endişe verici olduğu kaydedildi.

ARTICLE 19 Avrupa Direktörü Sarah Clarke, “Sosyal medya şirketleri, bağımsız gözlemcilerin değerlendirmeleri de dahil olmak üzere, hükümetin olumsuz gördüğü içerikleri çıkarmaları konusunda yoğun bir baskıyla karşılaşabilir. Şirketlerin bu baskılara direnmeleri ve bu kritik seçim döneminde kendilerini hak ihlallerinin ortağı haline getirecek tedbirlere karşı koymak için ellerinden geleni yapmaları çok önemlidir” dedi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

İnsan Hakları İzleme Örgütü: Türkiye’de Seçim Öncesi Baskı Arttı

2023 Dünya Raporu’nu ve bu bağlamda hazırladığı ülke bazlı raporlarını kamuoyuyla paylaşan İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye ile ilgili raporunda, “Erdoğan’ın otoriter hükümeti, 2023’te yapılacak seçimler öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttu.” ifadelerine yer verdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) 2023 Dünya Raporu’nu ve bu bağlamda hazırladığı ülke bazlı raporları bugün kamuoyuyla paylaştı.

HRW, yaklaşık 100 ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumunu ele alan 723 sayfalık raporun Türkiye bölümünde hükümetin 2023’te yapılacak seçimler öncesinde “sansür uygulama yetkilerini artırdığını ve mesnetsiz yargılamalar ve hapis cezaları ile muhalifleri hedef aldığını” belirtti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyaset yasağı ve hapis cezasının da hatırlatıldığı raporda, seçime giden süreçte yaşananlar özetle şu şekilde değerlendirildi:

“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter hükümeti, 2023 yılının ilk yarısında yapılacak olan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttu.

Derinleşen ekonomik krizde, Ekim ayında resmi yıllık enflasyon oranının yüzde 85’e yükseldiği görüldü. Yine Ekim ayında, ‘yanıltıcı bilgi’ yaymayı suç haline getiren, sosyal medya şirketleri ve çevrimiçi haber siteleri üzerindeki kontrolü sıkılaştıran ve yetkililere bağımsız gazeteciliği sansürleme ve bilgi edinme hakkını kısıtlama konusunda daha fazla yetki veren bir yasa, hükümetin desteğiyle yürürlüğe girdi.”

“Hak ve hukuktan uzaklaşma ivme kazandı”

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson ise Türkiye ile ilgili şu değerlendirmeleri paylaştı:

“Erdoğan hükümeti, medyayı susturmak ve barışçıl muhalefeti bastırmak için çevrimiçi platformlara yönelik sansür ve dezenformasyon yasaları geçirerek, insan haklarından ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşmasına ivme kazandırdı.

Hükümet, siyasi muhalefete karşı son derece kötü niyetli manevralar gerçekleştirmiş, protesto gösterilerini yasaklamış ve insan hakları savunucuları ile muhalif olarak algılanan kişileri, siyasi etki altında çalışan mahkemeler aracılığıyla mahkum ettirmiş ve hapse attırmıştır.”

HRW’nin 2023 Dünya Raporu’nun Türkiye bölümünden öne çıkan gözlem ve değerlendirmeler özetle şu şekilde:

“Bu satırlar yazıldığı sırada, en az 65 gazeteci ve medya çalışanı, gazetecilik faaliyetleri veya basın ile ilişkileri nedeniyle terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu.

Çeşitli Kürt medya platformlarında çalışan 16 Kürt gazeteci, Haziran ayında Diyarbakır’da gözaltına alındıktan sonra çokça istismar edilen “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandılar. Ekim ayında dokuz Kürt gazeteci daha gözaltına alınarak çeşitli şehirlerde tutuklandılar. Söz konusu gazeteciler, bu satırlar yazıldığı sırada hala tutuklu olarak hapiste bulunuyordu.

Kadın hakları

Türkiye’nin en yüksek idare mahkemesi olan Danıştay, Temmuz ayında, kadın hakları örgütleri ve muhalif siyasi partiler tarafından açılan çok sayıda davaya cevaben sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çekilmenin hukuka uygun olduğuna dair tartışmalı bir karar verdi.

Türkiye’deki kadın cinayetlerinin sayısının yüksekliği, aile içi şiddet bildiriminde bulunan kadınlara etkili koruma sağlanmasında karşılaşılan güçlükleri yansıtıyor; İçişleri Bakanlığı’na göre, 2021 yılında öldürülen 307 kadından 38’i polis ve mahkemelerden koruma kararı almıştı.

Hak savunucuları

25 Nisan’da İstanbul’daki bir mahkeme, insan hakları savunucusu Osman Kavala’yı hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, 7 sanığı da yardım ve yataklık iddiasıyla 18’er yıl hapis cezasına çarptırdı.

Bu satırlar yazıldığı sırada söz konusu sanıklardan altısı halen cezaevindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dava boyunca Kavala aleyhinde defalarca kamuoyu önünde konuşmalar yaptı, nitekim bu dava Türkiye’deki mahkemeler üzerinde siyasi etkinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren önemli bir örnek olma niteliği taşıyor.

Yetkililer, hak savunucularını taciz etmek ve toplanma haklarını ihlal etmek amacıyla terörizm ve hakaret suçlamalarını kullanmayı sürdürdüler.

Türkiye Tabipler Birliği Başkanı, hak savunucusu Şebnem Korur Fincancı bir televizyon yayınında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin silahlı Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) karşı kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların soruşturulması gerektiğini söyledi, ve bu yorumları nedeniyle, terör propagandası yaptığı suçlamasıyla, Ankara’daki bir mahkeme tarafından Ekim ayında tutuklandı.

Gözaltında işkence ve kötü muamele

Son altı yılda polis gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamele iddiaları etkili soruşturmalara veya faillerin kovuşturulmasına nadiren konu oldu.

Şiddetli dayak, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele, sığınmacılar ile göçmenler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerin sınır dışı işlemlerini beklerken idari gözetim altında tutuldukları geri gönderme merkezlerindeki aşırı kalabalık gibi kötü muamele haberleri düzenli olarak alınmaktadır.

Kürtlere ve muhaliflere yönelik baskılar

Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerinin kırsal kesimlerinde ordu ile PKK arasındaki çatışmalar büyük ölçüde azalmış olsa da, Türkiye PKK’ye karşı askeri operasyonlarını, PKK üslerinin bulunduğu Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde ve giderek artan ölçüde Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin öncülük ettiği, ABD ve İngiltere destekli Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı insansız hava aracı saldırıları da dahil olacak şekilde yoğunlaştırdı.

Suriye’nin kuzeydoğusunda, Türkiye işgali altındaki bölgelerde, Türkiye ve güdümündeki Suriyeli güçlersivillerin haklarını ihlal etmeyi ve özgürlüklerini kısıtlamayı, cezasızlık koşulları altında sürdürdüler.

İktidar koalisyonu, parlamentoda 56 sandalyesi bulunan muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) kriminalize etme kampanyasını sürdürürken, çok sayıda eski HDP’li milletvekili ve belediye başkanı, şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri, konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör suçlarından yargılandıkları davalarda aldıkları mahkumiyet kararları nedeniyle veya tutuklu olarak hapiste bulunuyorlar.

Mülteci, sığınmacı ve göçmenler

Muhalefetteki siyasi aktörler bir yandan Suriyelilerin savaştan zarar görmüş Suriye’ye geri “dönmesini savunarak mülteci karşıtı duyguları giderek daha fazla körüklerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu çağrılara Suriyelileri Suriye’nin kuzeyinde Türk işgali altındaki bölgelere yerleştirme vaatlerinde bulundu.

Yüzlerce Suriyeli erkek ve bazı erkek çocuklar, genellikle gözetim altına alınarak ve gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaya zorlanarak, hukuka aykırı bir şekilde kuzey Suriye’ye sınır dışı edildi.

Birçoğu Ağustos 2021’de Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçan Afganlar genellikle sığınma başvurularını kayıt altına aldıramadılar ve sınır dışı edildiler. Afganların Türkiye’nin İran sınırında geri itildiği de bildirildi.

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği

Erdoğan hükümeti, 2023 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki son yılda, LGBTİ+ karşıtı nefret söylemlerine cevaz vererek, toplumsal kutuplaşmayı körüklemeye giderek daha hazır olduğunu gösterdi.

İçişleri Bakanı en az beş kez, doğrudan LGBT karşıtı içerik taşıyan, kamuoyuna açık konuşmalar yaptı.

Haziran ayında İstanbul Onur Haftası etkinlikleri art arda sekizinci kez yasaklandı ve toplanma girişiminde bulunanlar polis tarafından gözaltına alındı. Polis tarafından yapılan gözaltıların sayısı daha önce görülmemiş yükseklikteydi: 372 kişi serbest bırakılmadan önce saatlerce gözaltında tutuldu.

Eylül ayında, devlet yayıncılık denetleme kurumu RTÜK, LGBT karşıtı bir platformun İstanbul’da gerçekleştirdiği etkinliğin tanıtımını yapmak için özel olarak hazırladıkları bir videosunu kamu spotu olarak yayınlanmasına izin verdi. Videoda, LGBT bireyler aile kurumuna zarar veren birer virüs olarak tarif ediliyordu.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Suriyeli Yüzlerce Sığınmacı Sınırdışı Edildi

Merkezi ABD’nin New York kentinde bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Türkiye’nin, Şubat-Temmuz 2022 arasında yüzlerce Suriyeli mülteci erkeği ve çocuğu keyfi olarak yakalayıp idari gözetim altına aldığını ve Suriye’ye sınırdışı ettiğini açıkladı.

Sınırdışı edilen Suriyeliler İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, yetkililerin kendilerini evlerinde, işyerlerinde veya sokakta yakaladıklarını, kötü koşullarda tuttuğunu, çoğunu darp ve kötü muameleye maruz bıraktıklarını, gönüllü geri dönüş formları imzalamaya zorladıklarını ve Kuzey Suriye ile sınır geçiş noktalarına götürüp silah zoruyla karşıya geçmeye zorladıklarını aktardılar.

“‘Güvenli üçüncü ülke’ değil”

HRW Mülteci ve Göçmen Hakları Araştırmacısı Nadia Hardman, “Türkiye makamları, uluslararası hukuka aykırı olarak yüzlerce Suriyeli mülteciyi ve hatta refakatsiz çocukları topladı ve onları Kuzey Suriye’ye zorla geri gönderdi. Türkiye 3,6 milyon Suriyeli mülteciye geçici koruma sağlamış olsa da, şimdi Suriye’nin kuzeyini mültecilerin terk edileceği bir yer haline getirmeye çalışıyor gibi görünüyor” dedi.

Hardman, “AB ve üyesi ülkeler, Türkiye’nin güvenli üçüncü ülke kriterlerini karşılamadığını kabul etmeli ve sınır dışı faaliyetleri sona erene kadar geri gönderme merkezleri ile sınır kontrollerine sağladıkları finansmanı askıya almalıdır. Türkiye’nin ‘güvenli üçüncü ülke’ olduğunu ilan etmek, Suriyeli sığınmacıların kuzey Suriye’ye sınır dışı edilme yoğunluğu ile çelişiyor. Üye devletler bu tespiti yapmamalı ve yeniden yerleşim sayılarını artırarak sığınmacıların iskanına odaklanmalıdır” açıklamasını yaptı.

HRW: Suriye hükümeti halen aynı

Açıklamada, “Türkiye ve diğer hükümetlerden gelen son işaretler, onların Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile ilişkileri normalleştirmeyi düşündüklerini gösteriyor” değerlendirmesi yapıldı.

“Suriye’nin mültecilerin geri dönüşü için güvenli olmamasına rağmen, Mayıs 2022’de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir milyon mülteciyi Suriye’nin kuzeyinde, hükümetin kontrolü dışındaki bölgelere yerleştirmeyi planladığını açıkladı.

“Geri gönderilenlerin çoğu hükümetin kontrolündeki bölgelerden gelenlerdi, ancak ilgili bölgelere geri dönseler dahi altı milyondan fazla mültecinin oluşmasına neden olan ve ayaklanmalar başlamadan önce bile kendi vatandaşlarına karşı ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştiren Suriye hükümeti halen aynı hükümet.

“Sınırdışı eylemleri, dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla ve Avrupa Birliği’nin (AB) tümünün neredeyse dört katı kadar mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin cömert siciliyle tam bir tezat oluşturuyor. AB, insani destek ve göç yönetimi için milyarlarca Euro tutarında finansman sağlamıştı.”

39 mülteci ile görüştüler

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Şubat ve Ağustos ayları arasında Türkiye’de geçici koruma sahibi 37 Suriyeli erkek ve 2 Suriyeli oğlan çocuğuyla telefonla veya yüz yüze görüştü. İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca bu süre zarfında Kuzey Suriye’ye sınırdışı edilenlerin yakınları olan 7 Suriyeli mülteci erkek ve bir mülteci kadınla görüştü:

“Görüşülenlerden 37’si Türkiye makamları tarafından Kuzey Suriye’ye sınırdışı edilmişlerdi. Görüşülenlerin tümü, onlarca hatta yüzlerce kişiyle birlikte sınır dışı edildiklerini ifade ettiler. Tümü, geri gönderme merkezlerinde ya da Suriye sınırında formlar imzalamaya zorlandıklarını söylediler.

“Yetkililerin formları okumalarına izin vermediklerini ve formların içeriğini açıklamadıklarını, ancak formların iddiaya göre gönüllü olarak geri gönderilmeyi kabul etmeleriyle ilgili olduğunu anladıklarını söylediler. Bazıları, yetkililerin formun Arapça yazılmış bir kısmını elleriyle kapattıklarını söyledi.

Korktukları için imzaladılar

“Görüşülenlerin çoğu, geri gönderme merkezlerindeki yetkililerin diğer Suriyelileri de aynı işleme tabi tuttuklarını gördüklerini ilettiler.

“Birçoğu, Türk yetkililerin başlangıçta imzalamayı reddedenleri dövdüğünü gördüklerini, bu nedenle imzalamaktan başka çareleri olmadığını düşündüklerini iletti. Adana’daki bir geri gönderme merkezinde idari gözetim altında tutulan iki erkek, bir form imzalayarak Suriye’ye geri dönme ya da bir yıl idari gözetimde kalma seçeneklerinin kendilerine sunulduğunu ifade etti. İkisi de bir yıl alıkoyulma düşüncesine dayanamadıkları ve ailelerine destek olmaları gerektiği için merkezden ayrılmayı tercih ettiler.

Perdeleri kapatıp evde oturuyor

“On kişi sınırdışı edilmedi. Bazıları serbest bırakıldı ve kayıtlı oldukları illere geri dönmezlerse ve başka bir yerde oldukları tespit edilirse sınırdışı edilecekleri konusunda uyarıldılar. Diğerleri, serbest bırakılmalarına yardımcı olmak için aile üyelerinin de müdahalesiyle avukatlarla iletişim kurmayı başardı. Bazıları hala geri gönderme merkezlerinde davalarının sonuçlanmasını beklemekte, neden alıkonduklarını bilmemekte ve sınır dışı edilmekten korkmaktadır.

“Serbest bırakılanlar Türkiye’deki yaşamı tehlikeli olarak nitelendirerek perdeleri kapalı şekilde evde kaldıklarını ve Türk yetkililerden kaçınmak için sınırlı olarak hareket ettiklerini ifade ettiler.

21 saat kelepçeli yolculuk

“Sınırdışı edilenler, geri gönderme merkezlerinden sınıra, bazı durumlarda 21 saat süren yolculuk boyunca kelepçeli olarak götürüldüler. Öncüpınar (Bab al-Salam) veya Cilvegözü (Bab al-Hawa) sınır kapılarından Suriye hükümetinin kontrolü dışındaki bölgelere zorla götürüldüklerini ifade ettiler. 26 yaşındaki Halepli bir kişi, bir Türk yetkilinin kendisine “geri geçmeye çalışan herkesi vururuz” dediğini belirtti.”

  • BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Haziran 2022’de yaptığı açıklamada, bu yıl 15 bin 149 Suriyelinin gönüllü olarak Suriye’ye geri döndüğünü belirtti.
  • Bab al-Hawa ve Bab al-Salam sınır kapılarını kontrol eden yerel makamlar, bu kapılardan Türkiye’den Suriye’ye gerçekleştirilen aylık sınır dışı işlemlerinin sayılarını yayınlıyor. Şubat ve Ağustos 2022 arasında 11 bin 645 kişi Bab a-Hawa ve 8 bin 404 kişi Bab al-Salam sınır kapılarından sınır dışı edildi.
  • İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçen hafta, “Temel hedefimiz, gönüllü geri dönüşlerdir. Bunun için çalışıyoruz, planlamalarımızı oluşturuyoruz. Şu ana kadar 529 bin Suriyeli kardeşimiz bu kapsamda geri döndü” açıklamasını yaptı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

HRW: Koruma Altındaki Kadınlar Da Tehlikede

ABD merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), Türkiye’deki “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” kapsamında verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararlarının kullanımını inceleyen bir raporu kamuoyuna açıkladı. Rapor, kolluk güçleri ile mahkemelerin kararlara uyulmasının sağlanamaması sebebiyle kadınların tehlikede olduğuna dikkat çekiyor.

“Türkiye’de Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddetle Mücadele: Korumadaki Zaafların Ölümcül Sonuçları” adlı raporda 18 aile içi şiddet vakası incelendi. Rapora göre, kolluk kuvvetleri ve mahkemeler tarafından kadınları korumak amacıyla verilen tedbir kararlarının sayısı artsa da yetkili makamlar şiddet mağdurlarını korumak konusunda etkisiz kalıyor. Resmi verilere göre, 2021’de 272 bin 870 kişi hakkında önleyici, 10 bin 401 kişi hakkında ise koruyucu tedbir kararı alındı. Ancak, uygulamada sorunlar yaşanıyor.

Devlet koruması altındayken öldürülen kadınlar

Uygulama nedeniyle hayatını kaybeden kadınlardan birine Yemen Akoda örnek gösteriliyor. Bir fabrikada çaycı olarak çalışan üç çocuk annesi Yemen Akoda (38), 24 Haziran 2021’de eşi Eşref Akoda tarafından Aksaray’daki evinin önünde vurularak öldürülmüştü. Raporda Akoda’nın öldürülmeden önce dört ayrı önleyici tedbir kararı aldırdığı ve Eşref Akoda’nın ise bu kararların ikisini ihlal ettiği belirtiliyor. Raporda ihlallerle ilgili olarak Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulunulduğu, ancak eş Akoda’ya herhangi bir yaptırım uygulanmadığı kaydediliyor.

İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 2016-2021 yılları arasında öldürülen bin 846 kadından 157’si öldürüldükleri sırada devlet koruması altındaydı. Anaokulu çalışanı 45 yaşındaki Ayşe Tuba Arslan da bu kadınlardan biriydi. Ancak Eskişehir’de eski eşi Yalçın Özalpay’ın satır ve bıçakla saldırdığı kadın, 24 Kasım 2019’da hayatını kaybetti. Arslan, Özalpay’ın hakaret, tehdit ve yaralamalarıyla ilgili olarak Eylül 2018-Ekim 2019 tarihleri arasında polise ve savcılığa 23 ayrı şikâyette bulunduğu, mahkemelerden dört ayrı önleyici tedbir kararı aldırdığı ifade ediliyor. Özalpay’ın tedbir kararlarını defalarca ihlal ettiğini sekiz kere yetkililere ihlalleri bildirmesine rağmen mahkemeler “delil yetersizliği” gerekçesiyle Özalpay’a herhangi bir yaptırım uygulamadı. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re’sen başlatılan polisin ihmali ihtimaline ilişkin soruşturmada, savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

“İhlallere yönelik yaptırımlarla ilgili çok az bilgi var”

DW Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine göre, Adalet ve İçişleri bakanlıklarının koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının sayısının arttığını göstermek için çok uğraştığı belirtilen raporda “Ancak bu, önlemlerin niteliksel etkileri, başarı ve başarısızlık oranları, koruma önlemlerinin ihlallerinin sayısı, ihlallere yönelik yaptırımlar ve her şeyden önce kadınların kendilerinin genel olarak daha gelişmiş bir koruma deneyimleyip deneyimlemedikleri hakkında çok az bilgi vermektedir” denildi.

Rapora göre, mahkemeler, tedbir kararlarını genellikle çok kısa süreler için verirken yetkililer de etkili risk değerlendirmeleri yapmak veya tedbir kararlarının etkinliğini izlemek konusunda yetersiz kalıyor. Bu durumun da aile içi şiddet mağdurlarının karşı karşıya kaldıkları şiddet riskinin sürmesine ve bazen ölümle sonuçlanmasına yol açtığı vurgulanıyor. Raporda “Bazı failler önleyici tedbir kararlarını herhangi bir yaptırıma maruz kalmaksızın ihlal etmektedir. Cezai kovuşturmaya uğrayan ve hüküm giyen faillere verilen cezalar ise genellikle çok kısa sürelidir, çok geç verilir ve etkili bir caydırıcılık sağlamaktan uzaktır” deniliyor.

Polis memurlarıyla görüşme: En büyük eksiğimiz psikolog

HRW’nin İstanbul’da görüştüğü hakim ve savcılar, koruyucu ya da önleyici tedbir kararı alınmasına ilişkin başvuruların nadiren reddedildiğini dile getiriyor. Araştırma kapsamında, aile içi şiddetle mücadele birimlerinde çalışan polis görevlileriyle de görüşüldü.

Kendileriyle birlikte çalışan bir psikoloğun bulunmasının birimlerine faydalı olacağını savunan polis memurlarından biri, “Şu anda en büyük eksiğimiz bu” ifadesini kullanıyor. Elektronik kelepçelerden sorumlu bir polis ise Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), polis ve mahkemeler arasındaki eşgüdümün ve yazışmaların tamamlanmasının iki ayı bulduğunu belirterek “En iyisi hepimizin aynı odada çalışması olurdu” diyor.

Şiddet mağduru mülteci kadınların karşılaştığı zorluklar

Raporda, mülteci kadınların şiddet karşısında yaşadığı sorunlara da yer veriliyor. HRW’nin görüştüğü Suriyeli N.K., 2022 yılının başında şiddet ve tehdit nedeniyle dini nikahlı olduğu H.I.’dan ayrıldığını anlatıyor. Ankara’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen 23 yaşındaki genç kadın, bir tercümanla iletişime geçtikten sonra bir polis karakoluna gittiğini, karakol görüşmesi sırasında polis memurları kendisine karara dahil edilebilecek önleyici tedbir türleri veya adli yardımdan faydalanma hakkı konusunda hiçbir bilgi vermediğini söylüyor.

Rapora göre, Ankara 1. Aile Mahkemesi 30 günlük önleyici tedbir kararı vermiş olsa da karar kendisine bildirilmediği gibi Suriyeli kadın kararın H.I.’ya tebliğ edilip edilmediğini de öğrenemedi. Genç kadın polisler tarafından mahkeme kararı hakkında 10 gün sonra bilgilendirildi. Raporda, “Polis ve mahkemeler, Türkçe bilmeyen mağdurlara tam bilgi ve yardım sağlamada onlara destek olmak için daha fazla kaynağa ihtiyaç duymaktadır” deniliyor.

“ŞÖNİM ziyaret talebimiz reddedildi”

HRW raporuna göre mağdur, aile birey, veya avukatların yetkililerden yardım talep etmek veya faillerin serbest bırakılmasına itiraz etmek için sosyal medyaya yönelmek zorunda hissetmiş olmaları, çarpıcı unsurlardan biri. HRW’nin görüştüğü polis memurları ve hâkimler, geleneksel şikâyet yöntemleri başarısız olduğunda sosyal medyanın vakalara dikkat çekmekte ve yetkililerden yanıt almakta başarılı bir araç haline geldiğini doğruluyor.

HRW Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb, kamu otoritelerinin görüşünü rapora yansıtmak için çok büyük çaba sarf ettiklerini, bu nedenle polis, savcı ve hakimler ile yaptıkları görüşmelerin oldukça önemli olduğunu dile getirdi. İstanbul’daki ŞÖNİM’i de ziyaret etmek istediklerini belirten Sinclair-Webb, “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından ziyaret talebimizin reddedilmesine şaşırdık. ŞÖNİM’lerin çalışma performansına ilişkin son sekiz yıldır ulaşılabilir veri neredeyse yok” dedi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye hükümetine kadına yönelik şiddete ve ev içi şiddete karşı mücadele konusunda uluslararası hukuku uygulaması, 6284 Sayılı Kanun kapsamında önleyici ve koruyucu tedbir kararları ile ihlallere yönelik yaptırım uygulanmalarının güçlendirilmesi ve kadına şiddet verileri konusunda şeffaf davranması için tavsiyelerde bulunuyor.

Paylaşın

HRW: Türkiye Uluslararası İnsan Hakları Hukukunu Hiçe Sayıyor

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayınlanan 2022 Dünya Raporunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Türkiye’nin insan hakları sicilini onlarca yıl geriye götürdüğünü ve uluslararası insanları hukukunu açıkça hiçe saydığını belirtti.

Raporda, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile AİHM’in Kavala kararının tanınmaması yer aldı: Türkiye, 2021 yılında, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilen ilk ülke oldu.

Aralık ayında insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın serbest bırakılmasının reddedilmesi üzerine, Avrupa Konseyi hükümetin Kavala’nın serbest bırakılmasını gerektiren bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını ısrarla hiçe saymasına karşı yaptırım sürecini başlattı. Avrupa Konseyi tarihinde böyle bir yaptırım süreciyle karşı karşıya kalan ikinci ülke Türkiye oldu.”

“Keyfi ve hukuka aykırı tutukluluk”

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz yıl Türkiye’yi uluslararası insan hakları hukukunun sunduğu çerçevenin dışına çıkaran bir rota izledi” dedi.

Williamson “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hakları ve aile içi şiddetle mücadele çabalarında önemli bir gerileme anlamına geliyor; Osman Kavala’nın keyfi ve hukuka aykırı tutukluluk haline son vererek onu serbest bırakmaktansa, Avrupa Konseyi tarafından yaptırıma tabi tutulmayı tercih etmek ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne itaatsizliğin açık bir göstergesidir,” şeklinde konuştu.

“Kısıtlayıcı bir ortam hüküm sürüyor”

Raporda, Türkiye ile ilgili şu tespitler sıralandı:

  • Türkiye’de medya, insan hakları savunucuları, LGBTİ+ toplumu, Kürt siyasal aktivistler ve hükümetçe muhalif olarak algılanan diğer kişiler açısından kısıtlayıcı bir ortam hüküm sürüyor.
  • Mecliste yer alan, muhalif Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önde gelen eski siyasetçileri beş yıldan beri tutuklu olarak cezaevinde bulunuyorlar, partinin tamamı hakkında ise Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bir kapatma davası var.
  • Mahkemeler üzerinde tesis edilmiş siyasi kontrol, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin uğradığı derin erozyonunun merkezinde yer alıyor.
  • Kolluk güçlerinin faili olduğu hak ihlali ve zorla kaybetme vakalarında, hala bir cezasızlık kültürü hüküm sürüyor.
  • Türkiye, diğer ülkelerden gelen sığınmacılara ilaveten, ülkedeki tahminen 3,7 milyon Suriyeli mülteci ile beraber hala dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke. 2021’de İran ile doğu sınırı boyunca bir duvar inşa etmeyi sürdürdü ve sınırı geçmeye çalışırken yakalanan Afganistanlı ve başka ülkelerden sığınmacıları, sorgusuz sualsiz geri itti.

Dünyada “demokrasinin cazibesi”

İnsan Hakları İzleme Örgütü bu yıl 32. yayınlanan 752 sayfalık Dünya Raporu 2022’de yaklaşık 100 ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor.

Direktör Kenneth Roth, otokrasinin yükselişte olduğuna ilişkin yaygın kabul gören kanaate karşı çıkıyor: “Çok sayıda insan tutuklanma veya vurulma riskini dahi göze alarak, farklı ülkelerde, art arta sokağa döküldüler ki bu demokrasinin hala güçlü bir cazibeye sahip olduğunu gösteriyor. Bu arada otokratlar da seçimleri kendi lehlerine manipüle etme konusunda daha büyük güçlükler yaşıyorlar.”

Roth, buna rağmen, ulusal ve küresel zorlukların üstesinden gelmek ve demokrasinin vaat ettiği kazanımların edinilmesini sağlamak için, demokratik liderlerin daha iyi bir iş çıkartmaları gerektiğini ifade etti.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın