Guardian: Erdoğan, Suriye’de Diplomasiye Başvurmak Zorunda Kaldı

Birleşik Krallık’ın önde gelen gazetelerinden Guardian, Türkiye – Suriye yakınlaşmasını değerlendirdi. Analizde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la ilişkilere dair 19 Ağustos’ta yaptığı açıklamanın, “10 yıldan uzun süredir devrilmesini savunduğu Esad rejimini stabilize etmeye yönelik yeni bir politika” olduğu öne sürüldü.

Erdoğan, açıklamasında siyasette dargınlığa yer olmadığını ve diyaloğun açık tutulması gerektiğini belirterek, “Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok ki” demişti.

Haberde, Türkiye’nin son yıllarda Rusya’nın İdlib’e düzenlediği saldırılara sert şekilde karşı çıktığı fakat son dönemde bu tavrından vazgeçtiği de savunuldu.

Ayrıca Erdoğan’ın mayıstan beri Suriye’ye düzenlenebilecek bir askeri operasyona dair açıklama yaptığı, Suriyeli sığınmacıların burada oluşturulacak “güvenli bölgelere” yerleştirilmesinin hedeflendiği, mayısta 1 milyon sığınmacının geri gönderilmesiyle ilgili planların duyurulduğu hatırlatıldı.

Ancak Erdoğan’ın 5 Ağustos’taki Soçi Zirvesi’nde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den bu hamle için destek alamadığı, bu nedenle diplomasi yolunu tercih etmek zorunda kaldığı iddia edildi.

Erdoğan, geçen ay İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen zirvede de Tel Rıf’at ve Münbiç’teki PKK, PYG ve YPG’nin bölgeden çıkarılması gerektiğini ve bunun için Türkiye’nin operasyon düzenlemeyi hedeflediğini söylemiş fakat Rusya’dan veya İran’dan destek alamamıştı.

Haberde, Ankara’nın Şam politikasındaki değişimin, Türkiye’deki milyonlarca sığınmacının Suriye’ye gönderilmesine neden olabileceği endişelerini de beraberinde getirdiği savunuldu.

Lübnan’ın başkenti Beyrut’tan kimliğini paylaşmayan bir üst düzey istihbarat yetkilisi, Guardian’a açıklamasında “Türk tarafının gönderdiği mesaj net. PKK’nın üstesinden gelmek istiyorlar ve Esad’ın da şimdi bununla ilgili bir kozu var. Fakat tüm pazarlıklar Putin üzerinden yapılıyor, o yüzden şansını fazla zorlamamalı” dedi.

Öte yandan istihbarat yetkilileri, Türk hükümetinin yakın zamanda Esad’la doğrudan iletişime geçeceğini düşünmediklerini de belirtti.

Demokratik Suriye Meclisi Yürütme Kurulu Başkanı İlham Ahmed ise dünkü açıklamasında, Türkiye’nin Suriye hükümetiyle yakınlaşma çabalarıyla ilgili “Şam ve Ankara arasındaki ilişkilerin normalleşmesi mevcut krizi derinleştirir” demişti.

Erdoğan’la Esad’ın Özbekistan’da görüşeceği söylentileri de gündeme gelmişti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bugünkü açıklamasında iddiaları yalanlayarak böyle bir görüşmenin gerçekleşmeyeceğini belirtti.

Çavuşoğlu, iki hafta önce Ankara’da düzenlenen 13. Büyükelçiler Konferansı’nda, 10 ay önce Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’la görüştüğünü açıklamıştı.

Bağlantısızlar Hareketi’nin Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da düzenlenen toplantısında ayaküstü konuştuklarını belirten Çavuşoğlu, Mikdad’a “Suriye’nin tek çıkar yolunun siyasi uzlaşı olduğunu, muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın sağlanması gerektiğini, Türkiye’nin böyle bir durumda buna destek olabileceğini söylediğini” ifade etmişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Atomlar İlk Kez Sıvı İçinde Yüzerken Görüntülendi

Birleşik Krallık’taki Manchester Üniversitesi araştırmacıları, sıvı hücreleri incelemenin yeni bir yolunu geliştirdi. Bunu yaparken de ilk kez bir sıvıda tekil atomların hareketi görüntülendi.

Bu başarı, temiz enerji üretimi ve önemli biyolojik süreçler için gerekli teknolojilerin geliştirilmesinin önünü açabilir.

Hakemli bilimsel dergi Nature’da yayımlanan araştırma, iki grafen tabakası (karbon atomlarından oluşan 2 boyutlu bir malzeme) arasına bir tuzlu su çözeltisi yerleştirdi. Çözeltinin içine de atomlar kondu.

Daha sonra ekip, transmisyon elektron mikroskobu (TEM) adı verilen cihazı kullanarak platin atomlarının malzemenin yüzeyinde nasıl hareket ettiğini inceledi.

TEM, vakumlu odacıklar yaratılmasıyla çalışan bir cihaz olduğu için araştırmanın püf noktası sıvıyı hapseden altıgen grafen tabakalarıydı.

Araştırmanın başyazarı Dr. Nick Clark, “Çalışmamızda, sıvıyı kullanmasaydık yanıltıcı bilgiler elde ederdik” diye konuştu:

Bu bir dönüm noktası ve sadece başlangıç. Sürdürülebilir kimyasal işlem süreçlerini destekleyen malzemelerin geliştirilmesi için bu tekniği şimdiden kullanmak istiyoruz.

Bilim insanları bu grafen tabakaları sürdürülebilir şekilde hidrojen üretmenin potansiyel bir yolu olarak görüyor. Bu, olası uygulama alanlarından sadece biri.

Ancak uzmanlar hidrojeni Dünya’yı iklim krizinden kurtarmak için gereken sürdürülebilir bir enerji kaynağı olarak görüyor.

Araştırma ekibinden Prof. Dr. Sarah Haigh, bulguları şöyle yorumladı:

Maddelerin bu tür davranışlarının endüstriyel ve bilimsel önemi göz önüne alındığında, sıvılarla temas halindeki yüzeylerde atomların nasıl davrandığına dair ne kadar çok şey öğrenmemiz gerektiğini gördük. Bu şaşırtıcı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

İskoçya’nın İkinci Bağımsızlık Referandumuna İzin Çıkmadı

İngiltere, Birleşik Krallık’a bağlı İskoçya’nın ikinci bir bağımsızlık referandumu düzenlemesine izin verilmesi yönündeki talebini reddetti. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, İskoçya Bölgesel Hükümeti Başbakanı Nicola Sturgeon’a yazdığı mektupta şu ifadeleri kullandı:

“Bir başka bağımsızlık referandumu düzenlemek için İngiliz Parlamentosundan, İskoç Parlamentosuna yetki devri için ortaya koyduğunuz argümanları dikkatle inceledim. Ülkemiz yurt içi ve yurt dışında eşi görülmemiş zorluklarla karşı karşıya olduğu için 2014’te İskoç halkı tarafından açıkça yanıtlanan bir soruya geri dönme zamanının geldiği konusunda hemfikir değilim.”

Johnson mektubunda, İngiliz ve İskoç hükümetinin birçok konuda yaptığı iş birliğinin önemi dikkati çekti.

“İskoçya demokrasisi başka bir başbakanın tutsağı olmayacak”

İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon, Twitter’dan Johnson’ın kendisine gönderdiği mektubu paylaşarak, bunun, Johnson’ın “başbakan olarak yaptığı son eylemlerden biri” olduğu yorumunda bulundu.

Sturgeon, “Açıkça söylemek gerekirse, İskoçya bağımsızlığı seçme fırsatına sahip olacak. Umarım 19 Ekim 2023’te yapılacak bir referandumda ama değilse de genel seçimle. İskoç demokrasisi ne bu ne de başka bir başbakanın tutsağı olacak.” ifadelerine yer verdi.

İskoçya, 19 Ekim 2023’te bağımsızlık referandumu düzenlemek istiyor

İskoç Ulusal Partisi (SNP) lideri Sturgeon, 28 Haziran’da yaptığı açıklamada, 19 Ekim 2023’te bağımsızlık referandumu düzenlemek istediklerini, bu planın yasallığının belirlenmesi için Yüksek Mahkemeye başvuracaklarını ve merkezi hükümetle de görüşmeye “hazır ve istekli” olduklarını söylemişti.

İstişare amaçlı referandum yapacaklarını ve buna ilişkin tasarının da parlamentoya sunulduğunu belirten Sturgeon, oylamada halka “İskoçya bağımsız bir ülke olmalı mı?” diye sorulacağını bildirmişti.

Referandumun “yasal” olması gerektiğini ve bunun müzakere edilemez olduğunu kaydeden Sturgeon, merkezi hükümetin onayı olmadan yapılabilecek bir referandumun yasallığının belirlenmesi için Yüksek Mahkemeye başvurulacağını açıklamıştı.

Sturgeon, mahkemenin, İskoç Parlamentosunun referandum düzenleme yetkisine sahip olmadığına karar vermesi durumunda, bir sonraki genel seçimin, “fiili bir referandum” olacağını aktarmıştı.

İskoçya Başbakanı, mahkemenin lehte karar vermesi durumunda ise ilgili tasarıyı yasalaştıracaklarını bildirmişti.

2014’te reddedildi

SNP, 2014’te yapılan referandumda İskoçya yüzde 55’le bağımsızlığı reddetmiş olsalar da Brexit’in durumu değiştirdiğini ve yeni bir referanduma ihtiyaç olduğunu savunuyor.

Brexit referandumunda İngiltere’nin aksine yüzde 62 karşı oy kullanan İskoçya, istemedikleri halde AB’den çıkarıldıklarını belirtiyor.

Referandum için onay gerekiyor

Yeni bir bağımsızlık referandumu düzenlemek için İngiltere Parlamentosundan izin almak gerekiyor. Johnson liderliğindeki Muhafazakar Partinin çoğunluğu elinde bulundurduğu 650 üyeli parlamentodan böyle bir iznin çıkması imkansız görülüyor.

Bu nedenle, bağımsızlık yanlılarının alternatif yollar deneyebileceği değerlendiriliyor. Bu seçeneklerden birini, İngiltere Parlamentosundan izin alınmasını zorunlu kılan yasaya karşı mahkemeye gitmek oluşturuyor.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

G7 Ülkelerine Tepki: Milyonlarca Kişiyi Açlıktan Ölüme Terk Ettiniz

Uluslararası sivil toplum kuruluşu Oxfam, küresel gıda güvenliği kriziyle mücadele için 4,5 milyar dolar ayıran G7 (Almanya, ABD, Birleşik Krallık, İtalya, Fransa, Japonya, Kanada) ülkelerini kınadı.

Birleşik Krallık tarafından kurulan ve merkezi Kenya’da yer alan Oxfam’dan Max Lawson, salı günü yaptığı açıklamada G7 ülkelerinin “milyonlarca kişiyi açlıktan ölüme terk ettiğini” söyledi.

Oxfam’ın eşitsizlik politikası başkanı Lawson, son 10 yılın en büyük gıda krizinin yaşandığı bir dönemde 4,5 milyar dolarlık bütçenin bununla mücadelede çok yetersiz kaldığını belirtti.

Lawson, “Birleşmiş Milletler’in insani yardım çağrılarındaki büyük boşluğu doldurmak, açlığı sona erdirmek ve gıdayla tarım yatırımlarını finanse etmek için en az 28,5 milyar doların” gerekli olduğunu ifade etti.

G7 ülkeleriyse, en son açıklanan 4,5 milyar dolarlık paketle birlikte bu yıl gıda kriziyle mücadele için toplamda 14 milyar dolar ayırdı. Fakat bu miktarın ne kadarının ihtiyacı olan ülkelere gönderildiği net değil.

ABD, Ukrayna’ya gönderilecek ve “küresel açlıkla mücadele” amacı için de kullanılacak 5 milyar dolarlık bir silah ve yardım paketini mayısta onaylamıştı. Öte yandan ABD’li siyasi yayın kuruluşu Politico’nun haberine göre henüz açlıkla mücadele için ayrılan miktar gönderilmedi.

Oxfam’a göre küresel gıda ve açlık krizinden en çok Doğu Afrika etkileniyor. 70 yılın en kötü kuraklığının yaşandığı Etiyopya, Kenya ve Somali’de her 48 saniyede bir kişi açlıktan ölüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

İskoçya’da İngiltere’den Ayrılmak İçin 2. Referandum Kampanyası

İskoçya Bölgesel Hükümeti Başbakanı Nicola Sturgeon, İskoçya’nın İngiltere’den bağımsızlığını kazanması için ikinci bir bağımsızlık referandumu kampanyası başlattıklarını duyurdu.

Euronews Türkçe’de yer alan habere göre; Sturgeon, İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da ikinci bağımsızlık referandumuna ilişkin düzenlediği basın toplantısında, hükümetin bağımsızlık savunmasını içeren “Daha Zengin, Daha Mutlu, Daha Adil: Neden İskoçya Değil?” başlıklı belgeyi yayınladı.

Sturgeon, konuşmasında, İskoçya’nın büyük avantajları ve muazzam potansiyeli olduğunu, bağımsızlık davasının, İskoçya’nın zorluklarla başa çıkmak ve potansiyelini gerçekleştirmek için kendisini nasıl donattığıyla ilgili olduğunu söyledi.

“Brexit, İskoçya’yı AB’den ve Tek Pazardan kendi isteğimiz dışında söküp attı”

İskoç halkının, artan yaşam maliyeti ve eşitsizliğin yanı sıra Brexit’in birçok etkisinden muzdarip olduğuna işaret eden Sturgeon, “Brexit, ticarete, yaşam standartlarına ve kamu hizmetlerine büyük zarar vererek, bizi Avrupa Birliği’nden (AB) ve Tek Pazardan kendi isteğimiz dışında söküp attı.” değerlendirmesinde bulundu.

İskoçya’nın bugün “bağımsızlığa daha da hazır” olduğunu söyleyen Sturgeon, “Bizi AB dışında daha iyi olmayan hatta daha da kötüleşme olasılığı olan nispeten zayıf ekonomik ve sosyal sonuçlara götüren bir İngiliz ekonomi modeline bağlı mı kalacağız, yoksa bunun yerine gözlerimizi umut ve iyimserlikle kaldırıp ilham mı alacağız?” dedi.

İkinci bir bağımsızlık referandumunun yasal şekilde yapılması gerekliliğine dikkati çeken Sturgeon, İngiliz hükümetinin izni olmadan bunun nasıl yapılabileceğine ilişkin stratejisini çok yakında parlamentoya sunacağını kaydetti.

Sturgeon, 13 Eylül 2021’de lideri olduğu İskoç Ulusal Partisinin (SNP) sonbahar konferansının kapanış konuşmasında, 2023 sonunda bağımsızlık referandumuna gitmeyi planladıklarını söylemişti.

2014 referandumunda bağımsızlık reddedilmişti

İskoç Ulusal Partisi, 18 Eylül 2014’te yapılan referandumda İskoçlar yüzde 55’le bağımsızlığı reddetmiş olsalar da Brexit’in durumu değiştirdiğini ve yeni bir referanduma ihtiyaç olduğunu savunuyor.

Brexit referandumunda İngilizlerin aksine yüzde 62 ile karşı oy kullanan İskoçlar, istemedikleri halde AB’den çıkarıldıklarını belirtiyor.

Ancak, yeni bir bağımsızlık referandumu düzenlemek için İngiliz Parlamentosundan izin almak gerekiyor. Johnson liderliğindeki Muhafazakar Partinin çoğunluğu elinde bulundurduğu 650 üyeli parlamentodan böyle bir iznin çıkması imkansız görülüyor.

Bu nedenle bağımsızlık yanlılarının alternatif yollar deneyebileceği değerlendiriliyor. Bu seçeneklerden birini, İngiliz Parlamentosundan izin alınmasını zorunlu kılan yasaya karşı mahkemeye gitmek oluşturuyor.

Diğer bir yol ise merkezi hükümete rağmen referanduma gitmek ve olumlu sonuç çıkması halinde tek taraflı bağımsızlık ilan etmek.

Ancak bunun, Katalonya’da olduğu gibi gerginliğe ve merkezi hükûmetin sert tepkisine yol açabileceği belirtiliyor. Aynı zamanda bu durumun, Katalanlar gibi İskoçların da AB’nin desteğini kaybetmesine neden olabileceği ifade ediliyor.

İskoçya ve Kuzey İrlanda halkları Brexit’e karşı oy kullanmıştı

İngiltere, Galler, Kuzey İrlanda ve İskoçya’dan oluşan Birleşik Krallık’ta, Haziran 2016’da yapılan AB referandumunda yüzde 48’e karşı yüzde 52 ile Brexit kararı alınmıştı. Referandumda İngiltere ve Galler “evet”, İskoçya ve Kuzey İrlanda ise “hayır” oyu vermişti.

İngiltere’nin AB ile vardığı Brexit anlaşmasıyla Kuzey İrlanda’ya ayrıcalıklı bir konum verilerek, fiili AB üyesi olarak kalmasına yol açan düzenleme yapılmış fakat İskoçya, İngiltere ile aynı koşullarda 31 Ocak’ta AB’den resmen ayrılmıştı..

Paylaşın

Sinn Fein’den Tarihi Zafer; Birleşik İrlanda Çağrısı

Birleşik Krallık’ın İngiltere, Galler ve İskoçya parçalarında yerel seçimler ve Kuzey İrlanda’da ise parlamento seçimleri yapıldı. Yerel seçimlerde hemen hemen hiç sürpriz olmazken, Kuzey İrlanda’da ise ülke tarihinde ilk kez “birleşik İrlanda”yı savunan Sinn Fein birinci parti oldu.

90 sandalyeli Kuzey İrlanda parlamentosu için yapılan seçimlerde oyların yüzde 29’unu alan Sinn Fein 27 milletvekili çıkardı. İngiltere yanlısı Demokratik Birlik Partinin (DUP) oyu ise 21’de kaldı ve 24 milletvekili kazanabildi. Sinn Fein, Kuzey İrlanda Parlamentosu’nda ilk kez bir başbakana sahip olmuş olacak. Yüzde 13,5 alan İttifak Partisi 17, yüzde 9,1 oy alan Sosyal Demokrat İşçi Partisi 8 milletvekili kazandı.

Sinn Fein’in zafer kazanması, birleşik İrlanda için referanduma gidilmesi çağrısılarını tetikleyince siyasi kriz yarattı. Birleşik Krallık’a bağlı kalınmasını savunan Demokratik Birlik Partisi de, seçimlerin ardından iktidar paylaşımına dayalı bir hükümet kurulması girişimlerini engelleyeceğini duyurdu.

Sinn Fein oyların % 29’unu alırken, Stormont Meclisi’nde en büyük parti olacak ve bu, yüz yıl önce birlikçilerin daima çoğunluk olması üzerine kurulan sistemde çok büyük bir değişiklik demek.

Bir dönem Gerry Adams’ın liderliğini yaptığı parti, gayrımeşru bir varlık olarak gördüğü yapıyı reddediyor ve “Kuzey İrlanda” tanımını kullanmıyor, bunun yerine bölgeye “Kuzey” diyorlar. Sinn Fein Londra’daki Birleşik Krallık Parlamentosuna milletvekili göndermeyi de boykot ediyor.

Sinn Fein Genel Başkan Yardımcısı ve Başbakan adayı Michelle O’Neill, “Bugün, dini ve sosyal durumumuzdan bağımsız olarak, bu toplumdaki ilişkilerimizi hakkaniyet, eşitlik, sosyal adalet temelinde yeniden düşünmek adına bir fırsat sunan bir dönemin habercisi” dedi.

İrlanda’nın kuzeyi ve güneyinin yeni, paylaşılan bir adayı tartışmasının zamanının geldiğin söyleyen O’Neill, “Geleceğimizin neye benzeyeceğine dair sağlıklı bir tartışma yapalım” diye konuştu. Sinn Fein Lieri Mary Lou McDonald da birlik yanlılarına “Korkmayın, gelecek hepimiz için parlak” mesajını verdi.

Sinn Féin 15 yıldır diğer partilerle koalisyon hükümetlerinde yer aldı ve yönetimin bu haliyle devam etmesi için çalışacağını vaat etti.

Kuzey İrlanda’ya barış getiren Hayırlı Cuma Anlaşması’na göre, çoğunluk birleşik bir İrlanda istiyor gibi görünüyorsa, Kuzey İrlanda’dan sorumlu devlet bakanının referanduma gitmesi gerekiyor. Anketler, çoğu kişinin Birleşik Krallık’a bağlı kalmaktan yana oluğunu gösterirken, Sinn Fein bu eğilimin beş ila 10 yıl içinde değiştirilebileceğini umuyor.

Sinn Fein’in Kuzey İrlanda’daki lideri Michelle O’Neill (solda) ve Mary Lou McDonald (sağda)

Hükümet kurulması zor

Ancak Sinn Fein’in zaferine karşın, hükümet kurabilmesi zor. Çünkü yine Hayırlı Cuma Anlaşması’na göre, iktidarın en büyük birlik yanlısı partiyle paylaşılması gerekiyor ve Demokratik Birlik Partisi (DUP) sınır protokolünde anlamlı bir düzeltme olmadan hükümete girmeyeceğini ilan etti.

Bu arada İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss da, Brüksel’e Kuzey İrlanda sınır protokülünü düzeltme uyarısı yaptı ve aksi takdirde barış sürecinin tehlikeye atılacağını belirti. Truss, AB’nin pozisyonunu değiştirmemekteki ısrarının Kuzey İrlanda’daki siyasi istikrarsızlığı uzatabileceğinden “derinden kaygılı” olduğunu vurguladı.

DUP, protokolün Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık içindeki yerine bir tehdit oluşturduğunu savunuyor. Protokol uyarınca, Birleşik Krallık’ın geri kalanından gelen ürünlerin gümrük kontrolünden geçirilmesi gerekiyor. 2021 başında yürürlüğe giren protokol AB ve İngiltere arasında bir gerilim kaynağı.

Protokol, Kuzey İrlanda’dan İrlanda Cumhuriyetine geçen kamyonların, gümrükten geçirilmeden gidebilmesini sağlıyor. Brexit’ten önce, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasında bir açık sınır işletmek kolaydı. Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti AB’nin bir parçasıyken, aynı AB ticaret kurallarını uyguluyordu ve bu da gümrük gerekmemesi anlamına geliyordu.

Ancak, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’ın geri kalanıyla birlikte AB’en çıkmasıyla yeni bir düzenleme gerekti. AB’nın sıkı gıda kuralları var ve AB dışı ülkelerden gelen süt ve yumurta gibi belli yiyecekler sınırlarda kontrol ediliyor. İlaç lisansı vermek gibi alanlarda da benzer kurallar var.

Bu sorunun üstesinden gelebilmek için AB ve İngiltere Kuzey İrlanda Protokolünü müzakere etti ve bu şimdi Brexit Anlaşması’nın bir parçası.

Kuzey İrlanda nasıl kuruldu?

Yüzyıllar boyunca İngiltere’nin işgali ve kontrolü altında olan İrlanda adası, defalarca isyan ederek, savaşarak bağımsızlığını kazanmaya çalıştı. Her seferinde İngiliz orduları ayaklanmaları kanla bastırdı ve çeşitli yöntemlerle adayı kontrol altında tutmayı başardı.

Baskı yöntemlerinden biri de Britanya (İngiltere, İskoçya, Galler) ve İrlanda adalarına verilen isimler ve ona uygun olarak hazırlanan anayasalardı. 1801 yılına kadar bu isim “Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı” idi. Anayasa ve yapılan anlaşmalarla İrlanda Krallığı, Büyük Britanya Krallığı’na göbekten bağlıydı. Büyük Britanya Krallığı’nın orduları İrlanda Krallığı’nda konuşlandırılmıştı.

1916 yılına gelindiğinde 6 siyasi parti güçlerini birleştirerek Britanya’ya karşı savaşa girdi. Öncülüğünü İrlanda İşçi Partisi Lideri James Connolly’nin yaptığı ayaklanma, 24 Nisan 1916 tarihinde başlatıldı. Büyük Britanya Krallığı’nın orduları İrlanda’nın bir bölümünden çıkartıldı. Ancak başta Connolly olmak üzere öncü isimler teker teker tutsak düştü. Connolly de 15 Mayıs’ta 1916 tarihinde idam edildi.

Tarih 6 Aralık 1922’yi gösterdiğinde artık İrlanda Krallığı ortadan kalmış ve İrlanda Cumhuriyeti ilan edilmişti. Ancak ülkenin bir bölümünü İngiliz kontrolünde kaldı. Kuzeydeki bu bölüme Kuzey İrlanda denildi. İki bölünen İrlanda’nın Kuzey İrlanda bölümünün bağlanmasıyla Büyük Britanya Krallığı sona erdirildi. İngiltere, Galler ve İskoçya’ya Kuzey İrlanda da eklenerek Birleşik Krallık ilan edildi.

Sinn Fein bugüne nasıl geldi?

1922 yılından bu yana İrlanda adası, İrlanda Cumhuriyeti ve Kuzey İrlanda olarak iki ülkeye bölünmüş durumda. Ama Kuzey İrlanda halkı, İrlanda ile birleşme mücadelesini hiç terk etmedi. İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA), bağımsız İrlanda için silahlı mücadele başlattı.

1919’da faaliyetine başlayan IRA, 1970’lere geldiğinde kuzeydeki halkın önemli bölümünün desteğini almaya başlamıştı. Her ne kadar İngiliz politikacılar ve medya, çatışmanın “Protestanlar ve Katolikler” arasında dini bir çatışma olduğu propagandasını öne çıkarsa da gerçek çatışma bağımsızlık isteyenlerle İngiltere’ye bağlı kalma yanlıları arasında sürdü. Bu arada İngiltere yanlılarının önemli bir bölümü adaya yerleştirilen İngilizlerden oluştuğunu belirtmek gerekiyor. İngiltere’nin burada oluşturduğu paramiliter gruplar, bu süreçte defalarca katliamlar yaptı.

1905 yılında kurulan Sinn Fein, birkaç bölünmeden sonra 1970’te tekrar faaliyetini yükseltti ve IRA ile yakın durmaya başladı. Bu tarihten sonra IRA’nın siyasi kanadı olarak siyaset sahnesinde rol aldı.

Yine bir Paskalya dönemine denk getirilen “Kutsal Cuma Anlaşması” ise 10 Nisan 1998 yılında imzalandı ve bu tarihten itibaren Sinn Fein’in parlamento seçimlerine katılmasının önü açıldı. Son 24 yıldır yapılan seçimlerde her zaman ikinci parti oldu. Bugüne kadar birlik yanlısı DUP hep birinci partiydi.

Paylaşın

ABD Ve Birleşik Krallık “Çin’le Savaş” Konulu Gizli Görüşme Yaptı

ABD ve Birleşik Krallık’ın (BK), Tayvan yüzünden Çin’le savaşma ihtimalini azaltmak ve acil durum planlarını konuşmak için görüştüğü iddia edildi. BK merkezli Financial Times’ın konu hakkında bilgisi olan kaynaklara dayandırdığı habere göre görüşmeye, üst düzey isimler katıldı.

Adı açıklanmayan kaynaklar, Beyaz Saray Hint-Pasifik Koordinatörü Kurt Campbell ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Çin’den sorumlu ismi Laura Rosenberg’ün, BK yetkilileriyle martta görüştüğünü öne sürdü. Tayvan görüşmesinin, ülkelerin Hint-Pasifik stratejisine dair iki günlük toplantılarının bir parçası olduğu yazıldı.

Üç kaynak Washington’ın, Tayvan konusunda farkındalık oluşturmak için BK gibi Avrupalı müttefiklerle işbirliğini artırmak istediğini ifade etti.

Bir yetkili, Londra’nın Taipei’yle diplomatik açıdan daha fazla neler yapabileceğinden Asya’da caydırıcılığın artırılmasına kadar toplantının pek çok noktayı kapsadığını söyledi. Görüşmede ayrıca ABD’nin, Tayvan yüzünden Çin’le savaşa girmesi halinde BK’nin ne tür bir rol oynayacağının da ele alındığı öne sürüldü.

İddiaya göre ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, Tayvan hakkında yabancılarla paylaşılması yasak olan istihbaratı, müttefiklerine sağlıyor. Britanyalı bir yetkili, söz konusu gizli görüşmenin iki ülke arasında Tayvan üzerine şu ana kadar yapılan “en üst düzey ve en önemli” toplantı olduğunu söyledi.

FT’nin ulaştığı ABD’li ve Britanyalı yetkililer, konu hakkında yorum yapmadı. Üst düzey bir Tayvanlı yetkili, ABD’nin Taipei planlarına daha fazla müttefikini dahil etme çabalarının farkında olduklarını söyledi.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nden Tayvan uzmanı Ryan Hass, “Ukrayna’da yaşananlar göz önüne alındığında, hem savaş ihtimalini azaltmak hem de muhtemel bir çatışmaya hazırlanmak için Taipei üzerine yapılan istişareleri artırmak akıllıca” dedi.

Çin-Tayvan gerginliği

II. Dünya Savaşı sonrasında Çin’de Milliyetçi Parti ve Komünist Parti arasındaki iç savaş Komünist Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. Mağlubiyetin ardından Milliyetçi Parti liderleri Tayvan’a sığındı. Soğuk Savaş nedeniyle Batı’yla ilişkilerini koparan Çin’i 1970’lerin başına kadar Birleşmiş Milletler’de (BM) Tayvan ya da resmi adıyla Çin Cumhuriyeti temsil etti.

BM’nin 1971’de aldığı Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıma kararı gerginliği yeni bir boyuta taşıdı. Kararın ardından Tayvan, BM’den çıkarıldı.

Pekin yönetimi, “tek Çin” ilkesini benimseyerek Tayvan’ın kendi topraklarının parçası olduğunu savunuyor. Buna göre Çin, boğaz ve çevresindeki askeri varlığının yanı sıra Tayvan’ın ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmasına, BM’de ve diğer uluslararası kuruluşlarda temsil edilmesine karşı çıkıyor. Tayvan ise o günden bu yana bağımsızlık arayışını farklı biçimlerde sürdürüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

2022 Dünyanın En Sıcak Yıllarından Biri Olacak

Birleşik Krallık ulusal hava durumu servisi MetOffice tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, gelecek yıl sıcaklıklar endüstri öncesi ortalamalarının 1,09 santigrat derece üzerinde gerçekleşecek. 

Kurumun uzun vadeli tahmin bölümü başkanı Adam Scaife, elde ettikleri sonuçların, sera gazlarının dünyayı artan bir oranda ısıttığını gösterdiğini kaydetti.

Ofisin tahmini, küresel iklimin “temel itici güçlerine” dayalı olarak hesaplanıyor, ancak iklimi soğutan büyük volkanik patlamalar gibi beklenmeyen olayları içermiyor.

2021’den daha sıcak değil

Ocak-Eylül 2021 verileri, Met Office’in 2021 tahmininin gerçek küresel ortalama sıcaklıktan yaklaşık 0,03 derece düştüğünü gösterdi. Ulusal hava durumu servisi, ortalama küresel sıcaklığın 2000-2020 yıllarında arasında 0,7 derece arttığını da kaydetti.

2022 yılının 1850-1900 ortalamalarının 1,96 derece üzerinde olsa da, hala Ocak-Eylül 2021’den daha soğuk olması bekleniyor.

Yeşil Gazete’nin haberine göre, Scaife, bunun temel olarak geçici bir soğutma etkisi olan “La Niña” hava olayı nedeniyle olduğunu söyledi.

Mahsul verimi yüzde 30 azalacak

Bloomberg’in yaptığı bir araştırmaya göre de sıcaklıklardaki söz konusu artış, küresel mahsul veriminin yaklaşık yüzde 30 düşmesine ve gıda talebinin hızla artmasına neden olabilir.

Aşırı ve değişken sıcaklıklar, insan sağlığını da doğrudan etkiliyor; felç ve miyokard enfarktüsünden ölüm oranını artırıyor.

Met Office’in iklim uzmanı Doug Smith de küresel ortalama sıcaklıktaki kabaca 2 derecelik bir artışın, dünya çapında önemli sıcaklık farklılıkları olduğu gerçeğini maskelediğini söylüyor.

Dünyada sıcaklık artışı

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) Kasım ayında yayımladığı “Küresel İklimin Durumu 2021” raporuna göre, yoğun sıcak hava dalgaları ve yıkıcı seller gibi aşırı hava olayları şu anda dünyanın “yeni normali” oldu.

Çalışmaya göre, 2002’den sonraki 20 yıllık sıcaklık ortalaması, sanayi devri öncesine kıyasla 1 dereceyi aşma yolunda. Küresel deniz seviyeleri ve atmosferdeki sera gazı birikimi de 2021’de rekor düzeylere çıktı.

Sera gazı yoğunluğunun küresel sıcaklık üzerindeki etkisiyle Ocak-Eylül 2021 döneminde küresel sıcaklık artışı 1850-1900 dönemindeki ortalama sıcaklığa göre 1,09 dereceyi buldu.

Rapora göre, artan sıcaklıkların gezegen üzerindeki etkisi de artarken, dünya daha önce görülmemiş bir yere doğru gidiyor. Rapor, 2021 dahil son 7 yılın büyük ihtimalle kayıtlara geçen en sıcak dönem olacağını söylüyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 12’ncisi yayımlanan Emisyon Raporu da sıcaklık ve emisyonlar konusunda diğer raporları destekliyor.

Rapor, karbon emisyonunun azaltılması yönündeki planların iklim krizinin tehlikeli boyutlarını önleyecek düzeyde olmadığını belirtirken bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklık artışının 2,7 dereceyi bulabileceği ve bunun yıkıcı sonuçlar doğuracağı ifade ediliyor.

Paylaşın