Kırşehir: Alaaddin Camii

Kırşehir, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Alaaddin Cami; Kırşehir’in Merkez İlçesi, Kuşdili Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır.

Selçuklu Dönemine tarihlenmektedir. Höyük üzerinde bulunmasından dolayı farklı dönemlerde yıkılarak yenilenmiştir. Yapının en dikkat çekici yeri portalidir. Yapının girişi (portal) Selçuklu Döneminin en zengin taş süsleme örneklerindendir.

Kırşehir’in kısa tarihi

Tarihçiler, Kırşehir adının eski çağlarda “Parnassos” yada “Makissos” olduğu üzerinde durmaktadırlar. Hititler döneminde Kırşehir havzasına “Ahiyuva” ülkesi denilmekte idi. Roma ve Bizans döneminde ise “Kapodakya” olarak tanımlanmıştır. Kırşehir tarihte yeniden canlanışını Anadolu Selçuklularına borçludur. Özellikle XI. Yüzyıldan sonra Kırşehir’in ilim ve güzel sanatlar dalında büyük bir ağırlığı olduğu gözlenmiştir.

Selçuklular döneminde Kırşehir’in adı Gülşehir olarak geçmektedir. 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğollar tamamıyla Anadolu’ya hakim oldular. Bu dönemde Kırşehir’e vali olarak atanan Cacaoğlu Nureddin Moğallara karşı barışçı bir siyaset güderek Kırşehir’i bayındır bir duruma getirmiştir.

Bu dönemde Kırşehir Türk Kültür Merkezlerinin en önemlilerinden biri haline gelmiş olup, Aşık Paşa, Caca Bey, Ahi Evran, Süleyman Türkmani, Ahmedi Gülşehri, Hacı Bektaş Veli gibi Türk İslam şair, düşünür ve mutasavvıfları yetiştirmiştir. Taptuk Emre ve Yunus Emre’ninde Kırşehir ve çevresinde yaşadığı göz önüne alınırsa bu gönül erenlerinin Moğol istilasına karşı koyarak Türklüğün Anadolu ya yerleşmesini sağladıklarını görmekteyiz.

Daha sonra Kırşehir çeşitli beyliklerin egemenliği altında sık sık el değiştirmiştir. Son olarak Kırşehir II. Murat zamanında tam ve kesin olarak Osmanlılar yönetimine girmiştir. Kırşehir XIX. yüzyılın ortalarında önemini yitirmiş yollar üzerinde küçük bir durak yeri olmuştur. Konya eyaletine bağlı olan bir sancak olan Kırşehir XIX. Yüzyılın ikinci yarısında önce Konya vilayeti Niğde sancağına bağlı bir kaza, sonrada Ankara vilayetine bağlı bir sancak durumuna, 1921 yılında bağımsız bir sancak durumuna getirildi.

Daha önceleri bir çok kahraman yetiştiren Orta Anadolu’nun bu güzel beldesi Kurtuluş Savaşı’nda da kendisine düşen görevi yapmış 210 şehit ve 87 gaziyle bunu kanıtlamıştır. Kırşehir 1921’de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde ilk merkezi olmuştur. 1924’de Kırşehir’e Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlanmıştır. 1944’de Kaman’da ilçe haline gelince, Kırşehir’in ilçe sayısı beş olmuştur.

20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir’i il, Kırşehir’i de ona bağlı ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat’a, Kaman Ankara’ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir’e bağlanmıştır. 1 Temmuz 1957 ‘de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir’e Çiçekdağı, Kaman ve Mucur bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir’e dahil edilmiştir. Akpınar ( 1990 ) yılında Kırşehir’in yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşehir’e bağlı altı ilçe vardır.

Paylaşın

Mersin: Alaaddin Camii (Merkez Camii)

Akdeniz Bölgesi’nin önemli merkezlerinden Mersin, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Alaaddin Camii (Merkez Camii); Mersin’in Silifke İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer almaktadır.

Roma köprüsünün karşısında bulunan Alaaddin Camii (Merkez Camii), Selçuklu sultanlarından Alaaddin Keykubat döneminde yapıldığı için Alaaddin Camii adını almıştır. Şehrin tam merkezinde olduğu için Merkez Camisi olarak ta bilinir.

Mersin’in kısa tarihi

Klasik devirde Klikya olarak adlandırılmış olan Mersin; sırası ile Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslıların, XI. yüzyılda Selçukluların, XIV. yüzyılda Karamanoğulları ve Ramazanoğullarının XV. yüzyılda da Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir.

Yumuktepe ve Gözlükulede yapılan kazılarda Mersin’in tarihten önceki devirlerden beri önemli bir yerleşme merkezi olduğu anlaşılmaktadır. İl Merkezi Mersin’de bulunan Yumuktepe’de, 1937’de Liverpool Üniversitesi Arkeologlarınca başlatılan kazıda; en alt tabaka olarak “Neolitik Devri” tespit edilmiştir.

Kazı çalışmalarının devamı bu yörenin Neolitik dönemden sonra Maden Devri ve Tunç Devri arasına bir geçiş yaptığını göstermiştir. Yumuktepe’deki kalıntılar hemen hemen aynı şekilde Tarsus’taki Gözlükule’de de yer almaktadır.

Bir süre yörede Etilerin hüküm sürdüğü görülür. Eti Kralı Hattuşil yöreyi imar ve ıslah etmiştir. Daha sonra Asur kralı III. Salomossa’ın ele geçirdiği Mersin yöresi, M.Ö.528 tarihinde İran Hükümdarlığına geçer, M.Ö.527 de yöreyi ve Kıbrıs’ı Yunanlılar ele geçirirler.

M.Ö.334 senesinde yöre Büyük İskender’le Makedonyalıların eline geçer. M.Ö.261-246 da yöreyi Mısır Hükümdarı Batlenios Ogustos zapt eder. M.Ö.70’li yıllarda Romalıların eline geçen Mersin Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma toprakları içerisinde kalır.

İslamiyet’in yayılmasından sonra Halife Osman zamanında Mersin ve civarı Arapların eline geçer. Daha sonra bölge 718 yılında halifeliğin Abbasilere geçmesiyle 853 yılında Sultan Mehdi, yöreyi Abbasi’lere katar. Daha sonra Selçukluların eline geçen yöre bu dönemde kısmi “Haçlı İstilası”na uğrar ve Selçukluların zayıflamasından sonra Karamanoğulları’na geçer.

Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt zamanında yöre Osmanlı idaresi altına girer. I. Dünya Harbinde İtilaf Devletlerinin istilasına uğrayan Mersin, Milli Mücadele ile 3 Ocak 1922’de tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. 1924 yılında Mersin Adıyla Vilayet olmuş, 1933 yılında da Mersin İçel ile birleştirilerek İçel adını almıştır. 28 Haziran 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 4764 sayılı Kanunla da İl’in ismi yeniden Mersin olmuştur.

XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İçel” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.

Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.

İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir.

Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.

Paylaşın

Isparta: Alaaddin Camii (Ulu Camii)

Akdeniz Bölgesi’nin önemli merkezlerinde Isparta, gezilecek yerleri ve tarihi yapılarıyla dikkat çekiyor. Alaaddin Camii (Ulu Camii); Isparta’nın Uluborlu İlçesi yerleşim sınırları içerisinde yer alır.

Cami Sultan Alaaddin Keykubat zamanında H. 629 / M.1231 II. Kılıç Arslan’ın torunu ve Tuğrul Şahın kızı tarafından yaptırılmıştır. H. 680 / M. 1281 yılında Bedrettin Ömer bin Emirülhaç tarafından Gıyaseddin Mes’ud II’nin saltanatı zamanında tamir edilmiştir.

Caminin kuzey, doğu ve batıya açılan üç kapısı ve tek şerefeli olarak tuğladan yapılma bir minaresi vardır. Dört sütun üzerine oturtulmuş iki kubbesi, 35 penceresi ile 3 kapısı vardır.

1652 yılında yerli halktan Vahap Kadı tarafından ikinci tamiri yaptırılmıştır. 1909 yılında yanan cami, 1927 yılında yeniden elden geçirilmiştir. Sıvası, boyası ve yazıları da 1932 yılında Hacı Nuri Altın tabak tarafından yapılmış, cami kitabesinde şu ifadeler yer almaktadır:

“Bu mübarek mescit, Kılıç Arslan’ın oğlu şehit Sultan Tuğrul Şahın, âlim dünya ve dinin koruyucusu, İslam’ın ve müslümanların seçkini olan kızı Melike-i Adile’nin malından olmak üzere, en ulu padişahlar padişahı alemdar Allah’ın gölgesi mesabesinde olan, dünya ve dininin şerefçe yücesi Fatih babası Keyhüsrev oğlu Keykubat’ın hüküm sürdüğü günlerde H. 629 yılının Recep ayında kendisi tarafından yaptırılmıştır. Allah ikbalini daim etsin”.

Isparta’nın kısa tarihi

Tarih boyunca sürekli yerleşim gören “Göller Bölgesi” Pisidia olarak adlandırılmıştır. Çeşitli zamanlarda sınırları değişen bu bölgede, kendi dillerini konuşan “Pisidialılar” yaşamış ve yerel bir dil olarak da “Pisidçe” dilini konuşmuşlardır. Bu dilin varlığı Aksu İlçesindeki Timbriada, Sofular Köyü ve Senitli Yaylasında ele geçen mezar taşlarından anlaşılmaktadır. Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) dönemlere iner. Neolitik Dönemde (MÖ 8.000-5.500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır. Kalkolitik Çağda da (MÖ 5500-3000) bölge önemini sürdürmüştür.

İl sınırları içinde 12 höyükte Kalkolitik Dönem malzemesi bulunmuştur. Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşiminin bol olduğu Isparta ilinde Neolitik ve Kalkolitik yerleşimlerin de üzerinde olduğu toplam 56 adet höyük tespit edilmiştir. Hitit Döneminde (MÖ 1800-1200), bölgenin adı “Pitaşşa” olarak geçmektedir. Hitit Döneminde, Pisidia toprakları hiçbir zaman tam olarak Hitit egemenliği altına girmemiştir. Tarihi kaynaklarda Pisidia adına ilk kez Perslerin Döneminde, MÖ 5. yüzyıl sonunda rastlanır.

MÖ 334 yılında, Büyük İskender’in egemenliğine geçen bölge, Büyük İskender’in ölümünden sonra MÖ 281 yılında yapılan savaşla Seleukosların eline geçmiştir. Bu dönemde Pisidya bölgesinde Seleukoslar tarafından Seleukeia Sidera (Atabey-Bayat), Apollonia (Uluborlu), Antiokheia (Yalvaç) kentleri kurulmuştur. Seleukos Kralı Büyük Antiokhos’un Roma ordusuna yenilmesi (MÖ 190-188) sonucunda, Seleukoslar Anadolu’da Toroslara kadar olan tüm topraklarını kaybetmiş ve bu topraklar Romalılarca Bergama ve Rodoslular arasında paylaştırılmıştır. Pisidia bölgesi bu tarihten sonra Bergamalıların egemenliğine geçmiş, Attalos III’ün MÖ 133 yılından ölümüne kadar Bergama Krallığına bağlı kalmıştır.

Kralın vasiyeti üzerine Pisidia bölgesinin de içinde bulunduğu topraklar Roma’ya bırakılmıştır. Bölge, MÖ 102 yılında M. Antonius tarafından Kilikia Eyaleti içine alınmış ve MÖ 49 yılına kadar ismen de olsa Kilikia eyaleti içinde kalmıştır. Daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır. Galat Kralı Amyntas, Antonius tarafından Pisidia ve çevresinde Roma idarecilerinin kuramadığı otoriteyi kurması için MÖ 39 yılında bölgeye kral olarak atanmış ve MÖ 25 yılında öldürülünceye kadar görevini sürdürmüştür. Amyntas’ın ölümüyle krallığın toprakları Roma İmparatoru Augustus (MÖ 27-MS 14) tarafından Galatia Eyaleti haline getirilmiştir. Bu eyaletin sınırları zaman içinde değişmiş olsa da Pisidia bölgesi içinde kalmıştır.

Pisidia bölgesinde özellikle İmparator Augustus döneminde Roma egemenliğinin simgesi olan koloni kentleri kurulmuştur. Bunlar Antiokheia (Yalvaç), Kremna (Çamlık), Komoma (Ürkütlü), Olbasa (Belenli), Parlais (Barla)’dır. Türk Egemenliğinde Isparta Isparta, Roma İmparatorluğu’nun MS 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızla Anadolu’ya yayılan Selçuklular, Batı Anadolu’yu eline geçirmek için Bizans ile bir çok savaş yapmıştır. II. Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu savaşlarının en önemlisi olan Miryakefalon Savaşı, 1176 yılında Isparta topraklarında olmuştur.

Isparta yöresi bütünüyle, 1204’te III. Kılıç Arslan döneminde ele geçirilmiştir. XIII. yüzyıl başlarında, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesinden kısa bir süre önce, bu yörede Hamidoğulları Beyliği kurulmuştur (1301). Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey, önce Uluborlu’yu, daha sonra da Eğirdir’i beyliğin merkezi yapmıştır. Isparta yöresi, ilk olarak 1374’te, daha sonra 1390’da bütünüyle Osmanlı yönetimine girmiştir.

Atatürk Isparta’da Isparta, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’de, ilçeleriyle birlikte, 871 şehit, binlerce yaralı vermiş ve Büyük Zafer’i içtenlikle kutlamıştır. Atatürk, İzmir’den yola çıkarak, 6 Mart 1930 sabahı Eğirdir’e ulaşmıştır. Atatürk, Eğirdir Gölü’nü ve Can Ada’yı çok beğenmiştir. Atatürk, 6 Mart 1930 günü Kuleönü’nden Isparta’ya yolculuk yapmış ve saat 11.00 sularında Isparta’ya gelmiştir. Burada büyük ve coşkulu bir şekilde karşılanmıştır. 6 Mart 1930 günü, Isparta’nın mutlu günlerinden birisi olması nedeniyle her yıl 6 Mart günü Atatürk’ün Isparta’ya gelişini anmak üzere kutlamalar yapılmaktadır.

Paylaşın