HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında, “Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.” ifadelerine yer verdi.
Yaklaşık beş yıldır Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, siyasetin gündeminde yer alan konulara ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu.
Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında demokrasi için kaygılarını dile getirdi. Bir coğrafyada mutfak kültürünün bile gelişmesinin yüz yıllar aldığını ifade eden Demirtaş, ‘bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerektiğini’ ifade etti. Demirtaş, şunları kaydetti:
“Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur.”
Demirtaş, “Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte” dedi.
Demirtaş’ın ‘Demokrasi kültürü’ başlığıyla yayımlanan yazısının tamamı şöyle:
“Hayatta eksikliğini en çok hissettiğimiz şey her neyse haliyle en çok onu arzular, onu ararız. Son yıllarda demokrasiyi bunca tartışmamızın, mücadelemizin odağına yerleştirmemizin nedeni de budur ve doğaldır, olması gerekendir. Çünkü yaşananlar, yaşatılanlar toplumu ve bireyi nefessiz bırakıyor, yaşam alanlarımızı daraltıyor, zaten azıcık kalmış neşemizi de çalıyor, ekmeğimizi de.
Demokrasi, anlamı üzerinde uzlaşılabilmiş bir kavram değil. Hakkında herkesin kendine özgü bir tanımı var. Kim en çok neyin yoksunluğundan muzdaripse oradan tutarak tanımlıyor demokrasiyi. Her birimiz kendi yaramızı, kanayan yerimizi tutarak demokrasi denilen merhemi arıyoruz. Bunda yadırganacak, anormal görülecek bir şey yok, bu da doğal.
Evrensel hukuk ve insan hakları belgelerine dayanarak genel bir demokrasi tanımı da yapılabilir. Devlet yönetiminde, toplumsal ilişkilerde, ekonomide, bireyler arası ilişkilerde veya özel alanda demokrasinin asgari ilkeleri rahatlıkla belirlenebilir. Atina şehir devletlerinden bu yana süregelen demokrasi uygulamaları incelenerek en iyi demokratik yönetim modelinin ne olduğu da teorik açıdan ortaya konulabilir. Demokratik ilkeler Anayasa’ya, yasalara, yönetmeliklere, bürokrasiye tümden hakim kılınabilir.
Bunların hepsi mümkündür ve olasıdır. Hepsi ve daha fazlası Türkiye’de de yapılabilir. Zaten önümüzdeki seçimi bu denli önemli kılan da tarihimizde ilk defa bir seçime demokrasi isteğini, demokrasi vaadini merkeze oturtarak gidecek olmamızdır. Bu, güzel ve sevindirici bir gelişme. Bedelleri ağır olmuştur ancak nihayet demokrasi arayışı toplumsal ve siyasal muhalefetin öncelikli gündemi haline gelmiştir. Bunu küçümsememek lazım. Bu kazanımları bir kenara koyalım, tamam. Fakat benim içim yine de rahat değil. Halen bir şeyler eksik sanki. Hem de esaslı bir şeyler. O halde ben de en fazla kanayan yerimden tutarak anlatmaya çalışayım.
Çoğunlukla annelerimize borçlu olduğumuz bir mutfak kültürümüz var, değil mi? Annelerimiz bu kültürü kendilerinden önceki nesillerden devralmış, üstüne kendi birikimlerini de katarak günümüze kadar taşımıştır. Sıradan ve basit gibi görünen bir mutfak kültürünün oluşması bile yüzyıllara dayanır. Öyle, göründüğü gibi kolay oluşmaz, kolayca da yok olmaz. Kültürün genel özelliğidir bu. Mutfak kültürümüz yaşamımızın o kadar doğal bir parçası haline gelmişti ki, komşudan gönderilip soframıza konulmuş bir yemeği bile tadına bakar bakmaz fark ederiz. Ya tuzu ya baharatı ya da pişme seviyesi annemizinkinden mutlaka farklıdır.
Bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerekir. Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur. Çünkü geçmişte nesiller boyu sürdürülebilmiş bir demokrasi deneyimimiz yok. Tersine, sık sık kesintiye uğramış, darbelenmiş demokrasi enkazının afetzedeleri gibiyiz.
“Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez”
Peki hal böyleyken, önümüzdeki seçimle birlikte demokrasiye geçeceğimize dair umut pompalamanın kime ne yararı olabilir? Baskıcı bir yönetimin değişmesi, otomatik olarak demokrasiye geçtiğimiz anlamına mı gelir? Elbette hayır. Meselenin bu kadar basite indirgenerek ele alınması, doğrusu canımı çok sıkıyor.
Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilince her şey tastamam olacakmış gibi bir hava yaratılıyor sanki. Ben bu bakış açısını son derece yetersiz görüyorum. Devlet yönetimi, eskisine göre kısmen demokratikleşince demokrasi sorunu tümden çözülecek diye düşünenler demokrasiyi zerrece bilmiyorlar kanımca. Oysa demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.
Demokrasiyi inşa edecek olan, giderek bir kültüre dönüştürecek olan esas özne toplumdur, bireydir. Toplum ve bireyler de bunu siyasetle değil, sadece ve sadece eğitimle (milli eğitimi kast etmiyorum elbette), sanatla, edebiyatla yapabilir. Çünkü demokrasi bir yasa, anayasa meselesi değil, kültür meselesidir. Anayasa ve yasalar, bu sürece yasakçı olmamakla yardımcı olabilir sadece.
Mesela eğitim müfredatına ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu insan hakları, ayırımcılık, demokrasi, eşitlik dersleri konulmadan; evrenin, yerkürenin, insanlığın bilimsel ve evrimsel tarihi anlatılmadan; dinler, inançlar, devletler tarihi objektif şekilde bilimsel olarak öğretilmeden profesör yetiştirseniz de demokrat insan yetiştiremezsiniz.
Sinema filmlerinde, dizilerde, reklamlarda, tiyatro oyunlarında, romanlarda, öykülerde, resimlerde adaleti, kadın özgürlüğünü ve eşitliğini, tarihsel acılarımızı ve travmalarımızı, sömürüyü, doğa katliamını, hayvan dostlarımıza sevgiyi anlatamamışsanız sanatçı olsanız ne yazar dünya starı olsanız ne yazar.
Sivil toplum örgütlerinde, medyada, üniversitelerde, sendikalarda, fabrikalarda, siyasi partilerde demokratik işleyişi, karar alma ve denetleme süreçlerine hakim kılmamışsanız emeğin ve emekçinin hakkını layıkıyla teslim etmemişseniz başkan olsanız ne yazar patron olsanız ne yazar rektör olsanız ne yazar.
Kadını eve kapatmayı maharet sayıp ona köle gibi davranıp söverek, onu döverek, katlederek, aşağılayarak kendi kişisel iktidarınızın keyfini sürerken güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunsanız ne yazar muhalif olsanız ne yazar.
Sizin kimliğinizden, dininizden, mezhebinizden, cinsiyetinizden, milletinizden olmayana selamı bile çok görürken; partinizden, mahallenizden, tuttuğunuz takımdan olmayanla aynı masaya oturmayı, aynı fotoğraf karesine girmeyi zul sayarken yüzde 60 alsanız ne yazar yüzde 90 alsanız ne yazar.
“Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur”
Demokrasi bir kültür meselesidir. Seçim sandığına sıkıştırılamayacak kadar ciddi bir yaşam tarzıdır, davranışlar bütünüdür. Bizim neslimiz demokrasinin kültüre, bir yaşam tarzına dönüştüğünü görebilecek kadar uzun yaşamayacak. Ancak bizim neslimiz, demokrasi kültürünün tohumlarını bu kadim coğrafyaya atmakla sorumlu ve görevlidir. Bu nedenle, seçim çalışmaları dahil olmak üzere tüm süreçler geleceğin demokrasi kültürünü inşa etmenin parçası olarak ele alınmalıdır. Tüm söylemler, tüm programlar, tüm ilkeler, tüm planlamalar bu amaca hizmet edecek düzeyde öngörüyle hayata geçirilmelidir. Yüzeysel ve taktiksel demokrasi yaklaşımları demokrasinin kökleşmesine, kurumsallaşmasına ve giderek bir kültüre dönüşmesine katkı sağlamayacağı gibi, demokrasi yürüyüşünü de sonuçsuz bırakır.
Unutmayın ki hiçbirimiz henüz kültürel açıdan demokrat değiliz; ya teorik demokratlarız ya da sahte demokratlar. Meseleye bir de buradan bakalım istedim, işin esası budur bence. Yoksa iktidarlar gelip geçicidir, bugün var yarın yoklar. Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte.”